Öcalan Anlatıyor: Uluslararası Komplo Gerçeği

1984’ten itibaren tırmandırılan Kürt Özgürlük Hareketi, son iki yüz yıldır geliştirilen Kürt politikasını iyice sarsmış oluyordu. Bu tarihten sonra Gladio güdümünde bir kontrgerilla savaşı başlatılıyordu. KDP de bu süreçte en azından denetim altında kullanılıyor, bazen de bizzat kontrgerilla gücü olarak hareket ediyordu.
Yeni Kürt Özgürlük Hareketi ve öncü gücü PKK’nin tasfiyesi gün geçtikçe daha çok gündeme oturdu.



Tasfiye edilmemesi halinde hegemonik sistemin son iki yüz yıllık plan, proje ve ulus-devlet uygulamaları büyük darbe alabilir, bir daha kapanmayacak yırtılmalar ve boşluklara yol açabilirdi. Yıllar peş peşe geçip hareketin tasfiye edilemeyeceği anlaşıldıkça, tampon mekanizmalara yönelindi. Liberalizmin tarihi boyunca uyguladığı kamçı ve şeker politikasına geçildi. Özellikle Avrupa üzerinden PKK’ye yönelik artan baskılara paralel olarak, alternatif gruplar daha çok beslenmeye ve sisteme entegre edilmeye çalışıldı. 


Bu süreçte şahsıma yönelik olarak geliştirilen komplolara ilaveten, psikolojik yıpratma hareketlerine daha çok ağırlık verildi. PKK’nin içinde de hem cezaevlerinde hem de KDP üzerinden sesli itirazlarını ve yozlaştırıcı hareketlerini gittikçe arttıran, tehlikeye düştüklerinde de hemen KDP’ye, devlete kaçan kişi ve gruplar eliyle çok sayıda komplo hareketi geliştirildi. Neredeyse her yıla büyük bir iç komplo düşüyordu.

BOP’un ilk adımı bana yönelik

Birinci Dünya Savaşı nasıl Avusturya Veliahdının bir Sırp milliyetçisi tarafından vurulmasıyla başlatıldıysa, bir nevi ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ da bana yönelik operasyonla başlatılmıştı. Irak’ın işgal senaryosu da benim teslim edilmemle sıkı sıkıya bağlantılıdır. İşgal aslında bana yönelik operasyonla başlatılmıştır. Aynı husus Afganistan’ın işgali için de geçerlidir. Daha doğrusu, Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) hayata geçirilişinin kilit adımlarından biri ve ilki bana yönelik olan operasyondu. Ecevit’in “Öcalan’ın niçin teslim edildiğini bir türlü anlamadım” demesi boşuna değildi. Üçüncü Dünya Savaşı derken, bu olası gelişmeleri de göz önünde bulunduruyoruz. Nükleer silah dahil en gelişkin silahlar kullanılacaktır. Sonuç herhalde İkinci Dünya Savaşı sonrasının Avrupa’sından pek farklı olmayacak, hatta çok daha ağır olacaktır. Şu son on yıllık aşamadaki gelişmelerle kıyaslandığında, olası gelişmelerin dehşeti daha anlaşılır olacaktır.

Özgürlük çizgisine son vermem dayatılıyordu

Operasyondan sonraki süreci anlamak için operasyon öncesinde ve sırasında olup bitenleri iyice anlamak gerekir. ABD Başkanı Clinton Suriye’den çıkarılmam sorununu görüşmek için Başkan Hafız Esad’la biri Şam’da, diğeri İsviçre’de dört saatten fazla süren iki toplantı yaptı. Hafız Esad o görüşmelerde konumumun önemini fark etti. Sürece yaymayı kendisi açısından daha uygun gördü. Geçici bile olsa, Suriye’den çıkmam konusunda bir talepte bulunmadı. Türkiye’ye karşı iyi bir dengeleyici unsur olarak sonuna kadar değerlendirmek istiyordu. Ben ise Suriye’yi stratejik tavır almaya zorladım. Ama gücüm veya durumum bunu başarmaya elvermiyordu. 


Clinton ve ilişki içinde olduğu Irak Kürt liderleri Suriye’de bulunmamı kendi stratejik amaçları için uygun görmüyorlardı. Çünkü Kürdistan ve Kürtler giderek kontrollerinden çıkıyordu. İsrail de bu durumdan çok rahatsızdı. Kürdistan’daki gelişmelerin seyri ve Kürtlerin kontrolünün ellerinden çıkması onlar için kabul edilemez bir durumdu. Kürdistan’ı kontrolleri altında tutmak, özellikle Irak’la ilgili planları için hayati rol ifade ediyordu. Mutlaka ayrılmam ve bağımsız Kürt kimliği ile özgürlük çizgisine son vermem dayatılıyordu. 


KDP bağlamında da benzer bir Beyaz Kürt oluşumu inşa edilmeye çalışıldı. Aynı merkez hem Türklerde hem de Kürtlerde benzer ama aralarında çelişkiler bulunan iki güç yaratmayı varlıkları için (ABD ve İngiltere başta olmak üzere, Batının Ortadoğu’daki hegemonik çıkarları ve İsrail’in güvenliği için) hayati önemde görmekteydiler. Kendilerine bağlı ama aralarında hep problemler olan bu iki güç bağlamında bölgedeki çıkarlarını kollamak son derece akıllı bir politikaydı. 


PKK’nin çıkışı, tarihsel olduğu kadar güncel geçerliliği de olan bu oyunu bozuyordu. 1993 ve 1998’deki çözüm ve barış imkânının doğması bu oyunun sonu demekti. Onun için bu tarz bir çözüme müsaade edilmedi. Büyük suikastlar ve komplolar düzenlendi. PKK’nin Kürtleri denetim altından çıkarıp, başta Türkler olmak üzere diğer toplumlar ve devletlerle barıştırması, bu güçlerin Ortadoğu’daki hegemonik oyunları ve çıkarlarının devamı açısından stratejik bir darbeydi. Gerekçelerini daha da kapsamlı biçimde sıralayabileceğimiz bu hususlar, 1998 komplosunun neden büyük ve stratejik amaçlı olduğunu yeterince kanıtlamaktadır. 


Bu kısa tarihi hatırlatmamın nedeni, bana uygulanan komplonun Türkiye Cumhuriyeti’ne biçilen rolün sarsılmasıyla olan bağlantısından kaynaklandığını belirtmektir. Rolü, işlevi, içeriği ve Ortadoğu’daki konumu katı anti-İslamîk, anti-Kürt ve anti-komünist temelde programlanmış minimalist bu Cumhuriyeti kim sarsar ve bu çizgisinden saptırırsa düşman bellenecek ve imhasından çekinilmeyecektir. Kim bu programı aşarsa ezilecektir. Kürt direncinin kırılması, muhalefetin tasfiyesi, NATO’ya girilmesi, Gladio’nun darbelerle inisiyatifi eline alması, idamlar, suikastlar ve devrimci harekete yönelik provokasyonlar bu program gereği gerçekleştirilmiştir. 


Avrupa’ya ilk çıktığımda beni hemen istenmeyen kişi (persona non grata) ilan eden İngiltere, yine bu programın gereğini yapmaktaydı. ABD Başkanı Clinton’ın Özel Danışmanı Galtieri’nin benim özel olarak Başkan Clinton’ın emriyle derdest edildiğimi açıklaması, Avrupa hava sahasının bindiğim uçağa kapatılması, İsrail’in Moskova’dan Kenya’ya kadar yoğun takibi, İmralı’da karşılaştığım birçok uygulama hep aynı program kapsamında gerçekleştirildi. İmralı’daki yargılanma mizanseni, tecrit koşulları, idam cezasıyla verilen gözdağı, psikolojik savaşlar ve AİHM’nin komployu meşru kabul etmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek kurucuları ve koruyucularının kimler olduklarını gittikçe netleşen biçimde gösterdi.




2000’e doğru, son A. Öcalan komplosunda güçlerini ekonomik, istihbarat, diplomatik ve askeri olarak devreye koymuşlardı. Bu sefer Kürt özgürlük iradesini PKK ve şahsımda da bitirmeyi kesin olarak kafalarına koymuşlardı. Ama bunun bir ucunun da Türkiye’yi derinliğine krize sokmak olduğu son dönemlerde yeterince açıklığa kavuşmuştur. Beklenen kör isyan tavrının sergilenmemesi, tersine en yumuşak ve kardeşçe barış ve demokratik uzlaşma tavrı içine girilmesi, bu emperyalist komplonun tam başarıya gitmesini engellemiştir. 

Komplo benim şahsımda sadece Kürtlere değil, Türklere de yapılmıştı. Teslim ediliş biçimi ve bunda rol oynayanların niyeti terörün sona erdirilmesi değil, bir yüzyıl daha sürecek anlaşmazlığı derinleştirmekti. Komplo ile bağlantılı olarak geliştirilen Ortadoğu’ya yönelik ABD ve müttefiklerinin işgalleri için ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ demek belki abartılı kaçabilir. Fakat bana yönelik harekatı bu kapsamda değerlendirirsek gerçek anlamına kavuşturabiliriz. ‘Birinci Dünya Savaşının Sırbistan’ına karşılık ‘Üçüncü Dünya Savaşı’nın Kürdistan’ı diyebiliriz.

Tipik bir İsrail-Filistin ikilemi yaratılmak isteniyordu

Beni komploya düşürmeleri bu niyetleri için ideal bir fırsat sunmuştu. Bu fırsatı sonuna kadar kullanmak isteyeceklerdi. Aksini düşünmek mümkün değildi. Çünkü isteselerdi, bu yönde çok olumlu gelişmelere katkı sağlayabilirlerdi. Oysa işleri sürekli çıkmaza sürüklüyorlar, sorunu çözmek yerine tam bir kördüğüme dönüştürüyorlardı. Tipik bir İsrail-Filistin ikilemi yaratılmak isteniyordu. Nasıl ki İsrail-Filistin ikilemi yüz yıldır Ortadoğu’da Batı hegemonyasına hizmet etmişse, ondan çok daha büyük boyutlu olan Türk-Kürt ikilemi de en azından bir yüzyıl daha hegemonik hesaplarına hizmet edebilirdi. Zaten 19. yüzyılda bölgedeki birçok etnik ve mezhepsel sorunun geliştirilmesinde ve çözümsüz bırakılmasında aynı amaç güdülmüştür.


PKK’ye, yurtsever Kürt halkına ve bana yönelik topyekün komplo, 20. yüzyılın son ve en büyük komplosunu teşkil etmektedir. Dünya çapında düzenlenmiştir. En önemli bir hedefinin de Türkiye’yi stabilize etmek olduğu anlaşılmıştır. 



İmralı’yı oyunu bozma platformu yaptım

Benim şahsımda PKK’nin ve Özgürlük Hareketi’nin bitirilişini sağlamak istiyorlardı. Cezaevi uygulamaları, AİHM ve AB’nin tüm yaklaşımları bu ana amaçla bağlantılıydı. Benden arındırılmış bir Kürt Hareketi aranıyordu. İğdiş edilmiş, efendilerinin hizmetinde olan geleneksel işbirlikçiliğin modern bir versiyonu oluşturulmak isteniyordu. Özellikle ABD ve AB’nin uzun vadeli çalışmaları bu doğrultudaydı. Türk yönetici elidiyle bu temelde ittifaklara açıklardı. 


Özcesi, özellikle İngiliz hegemonyacılığının önce işçi sınıfı hareketinde, daha sonraları ulusal kurtuluş hareketleriyle devrimci-demokratik hareketlerde başarıyla uyguladığı bu iğdiş etme modeli, liberal insan hakları ve özgürlükleri yöntemiyle başarıya ulaşmıştı. Devrimci önderleri ve örgütleri tasfiye etmişlerdi. Bu dönemde komplonun bir gereği olarak AB de PKK’yi ‘terörist örgütler’ listesine almaya hazırlanıyordu. Bu kararı almak için uzun süre beklemesi, bazı Avrupa ülkelerinin buna razı olmamasından ileri geliyordu. Ayrıca ABD ve İngiltere’nin de planlı çabaları vardı. Türkiye’yle sıkı dayanışma içindeydiler. Bu dayanışmanın en önemli gerekçelerinden biri, PKK’nin terörist örgüt ilan edilmesiydi. Artan baskılar ve AB’ye verilen sözler PKK’nin terörist ilan edilmesiyle sonuçlandı. 


Yüzlerce yıldır uyguladıkları tasfiye yöntemlerinin bir benzeri PKK’ye ve devrimci, kolektif özgürlük ve eşitlik hareketine uygulanıyordu. İmralı sürecinden beklenen esas sonuç buydu; üzerinde çokça çalışılan ve ustaca uygulanmak istenen plan buydu. Strateji ve taktikler bu plan çerçevesinde geliştiriliyordu. 


İmralı sürecini bu oyunu bozmak için ideal bir platform olarak değerlendirdim. Bunun için gerekli olan teorik temelimi güçlendirdim. Barışın ve siyasi çözüm koşullarının bütün felsefi ve pratik argümanlarını geliştirdim. Demokratik siyasi çözümün özgünlüğü üzerinde yoğunlaştım. Zorlu ve sabır isteyen bu çalışmalar komplonun kısırdöngülerini kırabilir ve çözüm alternatiflerini geliştirebilirdi. Bu konuda kendime güvenmekten başka çarem yoktu. 


Benim bunlara mukabil geliştirdiğim savunma ne klasik Ortodoks dogmatik tutuma, ne de kendimi kurtarmaya ve koşullarımı iyileştirmeye dayanıyordu. Savunmama yön veren şey ilkeli, halkların tarihsel ve toplumsal gerçekliğine uygun onurlu barış ve demokratik çözüm yolu oldu. 




Her dönemin kilometre taşı olan komplolardan bahsettim. Bunlardan sadece Kürtlere yönelik olanlarından Hamidiye Alayları komplosu, 1914 Bitlis’teki Melle Selim, 1925 Şeyh Sait, 1930 Ağrı ve 1937 Dersim komploları, 1959’da 49’lar ve 1960’ta 400’ler Davaları, Faik Bucak’ın öldürülmesi ve Sait Kırmızıtoprak’ın KDP tarafından katledilmesi, yine PKK’nin ideolojik aşamasından günümüze kadar aynı zihniyet tarafından organize edilen yüzlerce komplo bir çırpıda sıralanabilir. Komploları düzenleyenler bunu ustaca düzenlenmiş iktidar sanatı saymaktadırlar. Yani komplo iktidar sanatının en önemli aracı ve ruhu durumundadır. Bu sanat Kürtler için kesinlikle komplo temelinde yürütülmek durumundaydı. Komplonun açıktan bir yöntemle uygulanması, çocuğun “Anne bak, kral çıplak” demesine yol açacaktı. 

Beni İmralı Cezaevine buyur eden yetmiş yaşındaki Avrupa Konseyi temsilcisi hanımcığın arkasındaki büyücü sistemi, yani kapitalist moderniteyi çözmedikçe kaderimi doğru çözemeyeceğim açıktır. Süreç baştan sona kadar İsrail-ABD-AB ve çözülmüş bir Sovyet Rusya tarafından yaratılmıştır. Suriye, Yunanistan ve Türkiye Hükümetlerinin komplodaki rolü ise ikinci el bürokratik hizmetlerden öteye gidemez.

AB’nin kontrol ettiği bir sistem

Sorgulama sürecinde Türk yetkililerine (dört temel kurumun, yani Genelkurmay İstihbaratı, Milli İstihbarat Teşkilatı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma İstihbaratının temsilcilerine), beni yakalamakla sevinmelerinin anlamsız olduğunu açıkça söyledim. Alçakça ve kalleşçe bir yönteme başvurup dost ilişkisini kullanarak, eşi görülmemiş bir komployla beni uçağın içine atıp üzerime çullanmaları yiğitçe bir savaş tarzı değildir. Bu gerçek bile ABD’nin hegemonu olduğu kapitalist modernitenin ne menem bir liberalizm olduğunu çok çarpıcı bir örnek olarak ortaya koymaktadır.


Yaşadıkları ağır Türklük bilinci, Türklük adına hareket edenlerin gerçekle bağlarını kopartmıştı. Komplonun ardındaki felsefeyi kavramaları doğalarına aykırıydı. Çünkü onlar da en az yüzyıllık bu komplo felsefesinin inşa ettiği yapılanmaların ürünüydüler. 



Dolayısıyla inşa edilmiş bu yapılanmalarını inkar etmeleri ve eleştirel yaklaşmaları beklenemezdi. İster yargılanma komedisi sırasında, ister hükümlülük sürecinde olsun, kendilerinden herhangi olumlu bir değişim iradesi beklemek anlamsız olurdu. Genelkurmay Başkanlığı temsilcisinin fısıltı halinde söylediklerine uygun davranılacağına inanmak, mevcut koşullarda safdillik olurdu. Zaten sözlerini uygulayabilecek kadar bir karar gücünden yoksundular. 

Benim için ABD’nin arkasında durduğu ve AB’nin kontrol ettiği bir sistem icat edilmişti. Sistemin kurgulanması İngiltere’ye aitti, icrası da Türklerin payına düşmüştü. Hedefinde soykırıma dek giden uygulamalar bulunan bir iktidar gücünün elinde komplo dışında bir araç ve buna yön veren zihniyet yoktur. Burada önemli olan, komploya dahil olan güçlerin doğru tanınması ve tanımlanmasıdır.

İlkesiz ittifaklar kuruldu

İmralı sürecinde bu konuda zorlandığımı belirtmeliyim. Öyle ki, komplonun içinde birbirleriyle oldukça çelişkili güçlerin varlığı söz konusudur. ABD’den Rusya Federasyonu’na, AB’den Arap Birliği’ne, Türkiye’den Yunanistan’a, Kenya’dan Tacikistan’a kadar birçok devlet komploya dahil olmuştu. Asırlık düşmanlar olan Türkler ve Yunanlıları birleştiren neydi? Neden benim sırtımdan bu kadar ilkesiz ittifaklar veya çıkar birlikleri kuruluyordu? Ayrıca hedeflenmeme için için sevinen Türk ve Kürt sol ve ulusal işbirlikçilerin sayısı hesaplanmayacak kadar çoktu. Resmi dünya sanki benim şahsımda en tehlikeli rakibini kıstırmış gibiydi.


Komplonun genelde Doğu-Batı çatışma çizgisi üzerinde gerçekleştiği görülmektedir. Beni Anadolu’nun, Türkiye’nin zayıflatan noktası olarak değerlendirmektedirler. Batının şımarık çocuğu ve uç noktası olarak Yunan siyaseti beni hep ilkesiz, sadece zarar veren bir pozisyonda görmek istemiştir. Tersine ilişkimin kendilerine zarar vereceğini görür görmez ateşe atmaktan çekinmemiştir. Fakat son komplodaki rolü, esas olarak dostluğu kullanan hain işbirlikçilik biçimindedir. Bizzat planlayan ve uygulayan değil, daha çok taşerondur. Bu taşeronluk karşılığında ilerde Kıbrıs ve Ege konusunda taviz beklediği çok açıktır. Sonraki gelişmelerde bu husus fazlasıyla açıklığa kavuşmuştur. Bizzat teslim etme emrini verenin Başkan Clinton olduğu özel temsilcisi Blinken tarafından basına açıklanmıştır.


Bunu terörizme karşı tavırla izah etmek dar bir yaklaşım olur. Bunun arkasında İsrail’in olduğu kesindir. İsrail sağının savaş yanlısı aşırı uç kesiminin Türkiye’ye verdiği sözle bağlantısı güçlüdür. Dönemin İsrail Başbakanı sağcı blok Likud lideri Benyamin Netenyahu’dur. İsrail Ortadoğu’nun stratejik dengesinde Türkiye’yi yanında tutmak için komplonun gerçekleştirilmesinde baş aktör durumundadır; fakat yalnız değildir.


Clinton, komplonun hazırlıkları yoğunlaştığında Monica şantajıyla etkisiz duruma getirilmiştir ve İsrail lobisinin bir dediğini iki etmeyecek durumdadır. Burada İsrail ve Yunan stratejisi arasında Türkiye konusunda geçici bir işbirliği durumu doğmaktadır. Clinton bunu koordine etmektedir. Koordinasyonun temelleri Londra’da atılmış olup, beni izole ederek Kürtleri ve PKK’yi kendi kontrollerine almanın hesabı çok güçlüdür. Benim önderlik konumum Kürtler üzerinde geleneksel Batı politikasını sarsmaktadır. Olayın özü de bu gerçekliğe dayanmaktadır. Avrupa bu nedenle tasfiye edilmemi çıkarlarına uygun bulmuştur. Çünkü uzun süredir yürüttüğü Kürt politikası yine benim yüzümden boşa çıkmaktadır. Birleştikleri daha genel bir özellik, Doğu kültürünü benim şahsımda çözememiş olmalarıdır.



İpe çekme, paketi, tabutluğu veya çarmıhı taşıtma görevinin çok iyi terbiye ettikleri Afrika’nın, Kenyalıların elleriyle gerçekleştirilmesi, komplonun en kirli işlerinden birisidir. Güya Avrupa tertemiz oldu, suçu Kenya işledi. Açık ki, Avrupa halkları kırdırtmada epey tecrübe kazanmıştır. Burada da basit bir siyasi cellat rolü oynatmıştır. Kamuoyundan ve yasalardan çekindikleri için, biraz da bu taktiği devreye sokmuşlardır.

Başta Barzani ve Talabani olmak üzere, irili ufaklı yüzlerce kişilik ve gruba Kürdistan’ın her parçasında son 40-50 yıldır yaptıkları yatırımların benim yüzünden işlemez duruma gelmesi, Apo komplosunun esas maddi nedenidir. Kürt kozu ellerinde sürekli hayati bir gereksinimdir. Benim yüzümden bu kozdan yoksun kalmaları asla kabul edilemezdi. Özce, kurulu düzenin tüm hakim iç ve dış tepe güçleri tasfiye edilmemde birleşmişti. Hukuk dışı ve komplocu yöntemlerle de olsa, ölüm fermanımı adım adım birlikte yazmaya çalışıyorlardı.

Bazıları, dostlar ve yoldaşlar şaşırabilir; ama onlara şu genel cevabı vermeliyim: Ölüm kararının tamamen siyasi amaçlı kullanılacağı açıktı. Bunu bütünüyle komplonun bir parçası olarak da değerlendirmiyorum. İyi niyet ve barış amacıyla, hatta aklı selim sahibi insanların çoğalmasıyla demokratik uzlaşının bir kilometre taşı olarak da kullanılabilirdi. Bu yakınlaşmaları oyun olarak değerlendirmek, olsa olsa komplodan menfaat uman çevrelerin işi olacaktır.

İlk fişeği İngiltere sıktı


Örneğin İngiltere bu güçler içinde en tecrübelisidir. Benim Avrupa’da politika yapmamam için ilk işaret fişeğini sıkan güçtür. Avrupa’ya adım atar atmaz beni hemen ‘persona non grata’, yani ‘İstenmeyen Kişi’ ilan etmişti. Bu basit bir adım değildi, sonucu önceden belirleyen adımlardandı. Peki, Humeyni için, Lenin için bile alınmayan böylesi bir tavır neden hemen benim için alınmıştı? Özcesi, Ortadoğu’ya yönelik iki yüz yıllık hegemonik hesapları önünde, özellikle Kürdistan politikasından ötürü (özetle TC’den „Ver Kerkük-Musul’u, yok et kendi Kürtlerini” politikası nedeniyle) ciddi bir engel olarak ortaya çıkmıştım. Bütün planları ve uygulamacıları karşısında tehlikeli olmaya başlamıştım. 


ABD’nin derdi daha başkaydı. BOP devreye konulmak istenmekteydi. Bunun için Kürdistan’daki gelişmeler kilit önemdeydi. Mutlaka etkisizleştirilmem en azından konjonktür gereğiydi. Tasfiye edilmem o günler için küresel politikalarına uygun düşmekteydi.  Tarihinin çok önemli bir ekonomik krizini yaşayan Rusya’nın o dönemde çok acil krediye ihtiyacı vardı. Eğer derde derman olacaksa, bana karşı düzenlenen komploda yer alıp rolünü oynamaması için neden kalmayacaktı. Zaten diğerleri ‘Büyük Ağabey’in uslu küçük kardeşleriydi. Ne söylese başları üzerinde yeri vardı. Türk solculuğu (istisnalar hariç), Kürt işbirlikçileri ve PKK’deki rahatsızlar için ciddi bir rakiplerinden kurtulma fırsatı söz konusuydu. Hepsinin bu tavırlarının derinindeki felsefe son tahlilde liberalizmin günlük çıkarcılığının, pragmatizminin, egoizminin felsefesidir.

Komplonun çok tarafı vardır

Nasıl ki Mezopotamya uygarlığın beşiği olarak değerlendiriliyorsa, Helen uygarlığı da, kendini Avrupa uygarlığının beşiği olarak değerlendirmektedir. Her ikisinde de gerçek payı vardır ve belirleyicidir. Kıbrıs sorunu gibi basit görünen konuda bile bir türlü çözümleyici adım atılmaması, ardındaki karmaşık tarihsel gerçeklerden kaynaklanmaktadır. Benim Atina girişimimde de bir türlü kabullenilmeyen ve anlaşılmasında güçlük çekilen komploya dayalı ihanet olayında, bu tarihsel gelişmeler temel teşkil etmektedir. 


Bunda tarih boyunca sıkça görüldüğü gibi Helen hakim sınıf güçlerinin ince politikalarının sorumluluğu belirleyicidir. Şüphesiz komplo ve ihanette suçu sadece Atina oligarşisine yüklemek doğru değildir. Çok tarafı vardır. Bunun başarısı için AB nötralize edilirken Atina oligarşisi maşa olarak kullanılmaya çalışıldı. Komplonun dayandığı zemin, gelişim felsefesi ve siyaseti böylesi bir öze sahiptir. Bunun da ABD’nin yönlendiriciliği altında yürütüldüğü iyi bilinmektedir. NATO politikası da bunda aracılık etmiştir. 


İtalya başbakanı Maksimo D’Allema’nın Roma girişimimdeki tavrı örnek alınabilir. Benimsemese de zorla veya komployla çıkaramayacağını, bunun ancak gönüllülük temelinde olabileceğine sonuna kadar bağlı kaldı. Üç ay kaldım. İltica işlemi başlatıldı. Sonra bu hak verildi. 15 Ocak 1999 çıkışımda da yazılı mektup bırakma şartını ısrarla getirdi. Başka türlü İtalya’dan çıkışımın, kanunsuz olacağını çok iyi bilerek bu tavrı sergiledi. 

Başlı başına Kenya’ya yollanmam, açıkça komployla bağlantılıdır. Neden direkt Güney Afrika cumhuriyeti değil de Kenya? Çünkü ABD’nin tam kuklası bir rejim vardır. Teslim planı için en uygun olan yerdir. Bir Mandela ve Güney Afrika cumhuriyeti böylesi komplolara düşmezdi. Türkiye’ye teslim edişte de, aynı ihanet sergilenmiştir. 

El birliğiyle tüm kıtaların efendi güçleri sözüm ona komployla beni İmralı adasına derdest ettiklerinde, aklıma gelen bir efsane de Yunan tanrısı Zeus’un yarı-tanrılardan Prometheus’u Kafkas dağlarında kayalıklara bağlayıp her gün ciğerini kartallara yedirerek yenileyen gerçeğini hatırlamak oldu. Hani şu insanlık için tanrılardan ateşi, özgürlüğü çalan Prometheus! Sanki efsane şahsımda gerçeğe dönüşüyordu.
 
Suçu hemen Türkiye yönetimine yüklemek ve dünya sistemin Türkiye’ye verdiği rolü derinliğine ve tüm tarihi kapsamı içinde değerlendirememek, direkt ve dolaylı komplocu güçlerin düşündükleri gibi kendilerini gizleme anlamını da taşıyacaktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yönelik savunmamda da, bu nedenle günümüzün nasıl bir dünya sistemi olduğunu açıklamaya çalıştım. Ortaya çıkan sonuç; sadece bir infaz da değil, bir çarmıha gerilmedir. Şahsımda dile gelen belki de bir değil, bin defalarca gerçekleşen de budur. 

 
İdeolojik dönüşümüm bu maddi kırılmaların sonuçları olarak gelişecekti. Aslında dayatılan, ‘ölümden ölüm beğen’ tavrıydı. Beklenen, hakim dünya-sistemlerin çokça gerçekleştirdikleri derin komplolarla nasıl kaybettirildiğimin bile anlaşılmayacağı bir imha süreciydi. Mutlak ideolojik egemenlik ve bazı önemli pratik kazanımlar söz konusuydu. Dolayısıyla sıradan bir ideolojik dönüşüm kavramaya yetmezdi. Bu darbenin altından çıkmak, ancak doğa ve toplum nasıl ise öyle anlamaktan geçer. Fakat çıkmayan candan umut kesilmez misali arayışı sürdürecektim. Komplo sürecinin en hızlı ve yoğun döneminin dersleri şüphesiz yakıcı ve öğretici olacaktır. Benzerlerine ancak Buda ve Zerdüşt örneklerinde rastlanabilecek koşullardan bahsederken, belki de mütevazı kalıyorum. Bu koşullar öğretir. Hem de yalın ve çarpıcı bir biçimde.

 
Kendi sahsımda Avrupa uygarlığıyla olan çekişmemde çıkardığım en temel sonuçlardan biri de budur. Komplo ve ihanet sürecine verdiğim en anlamlı yanıtın böyle olması gerektiğine inanmak kadar, bunun için çalışma azim ve kararlılığını tek kişilik tutukevinde sürdürme onuru içindeyim. 

 
Bu gerçeklik içinde Türkiye’nin konumunu en yakından takip eden ABD’nin, Yunanlılar eliyle bana karşı geliştirdiği komplo ne anlama gelmektedir? Açık ki fazlaca zayıflatılmış bir Türkiye’nin, “Benim” karşılığımda kendisine teslim olacak kadar bağlanacağına inanmıştır. İster ölümümün, ister dirimin Türkiye’nin elinde bir bomba olarak duracağımı çok iyi bilen ABD, Yunan hatta İsrail üçlüsü böylelikle Türkiye’ye ilişkin taleplerini rahatlıkla karşılayacaklarına emin olmuşlardır. Ne de olsa “en tehlikeli düşmanlarını” eline vermişlerdi. Kıbrıs, Ege meseleleri daha rahat ele alınacak, İsrail çizgisi en güvenilir dostlukla yürütülecek, ABD’nin en güvenilir müttefiki olarak talep edilen her yere koşturulacaktı.

Her şey ölümüme göre ayarlanmıştı

İmralı’daki yargılanmada dönemin koşulları, komplo temelinde geliştirilen tutuklanmanın doğuracağı şiddetin ivedilikle önüne geçmek, komplocuların ve dayanaklarının temel beklentilerine fırsat vermemek, ayrıca doğru olanı yapmak; çok sınırlı da olsa onurlu bir barış ortamına gidişte katkı sunabilecek çabalara büyük ihtiyaç gösteriyordu. Buna en pratik yaklaşım, geliştirilen savunmaların barış ve demokratik birlik çözümü temelinde olmasıydı.

 
Bu koşullarda ortama siyasi linç havasının egemen kılındığı asla unutulamaz. Öyle sanıyorum ki, Türkiye’nin sağduyulu ve yetkili çevreleri de o koşullar altında komplonun gelişim mantığını kavramaktan uzaktı veya gelişmelerin bu yönlü akışına hazırlıklı değillerdi. Sağlıklı karar ortamı her düzeyde yoktu veya çok sınırlıydı. Komplo esasta histeri düzeyine varan şovenizme havadan bir paket sunarak, tam bir 20. yüzyılın arenada aslana yedirme Roma oyununu hazırlamıştı. Burada aslında PKK’nin tüm amaçlarını da aşan ve hatta bu amaçlara zıt olan, içinden çıkılmaz bir kör şiddetin derinliğine sahnelenişi söz konusuydu.

 
Aslında her şey benim ölümüme göre ayarlanmıştı. Ağırlıklı olarak fiziki, bu olmazsa anlam itibariyle yok edilme hedefti. Çok düşünmeme rağmen, bunun dışında bir hedefin tanındığını tahmin etmiyorum. Komplo o kadar derin ve bilinmezlerle doluydu ki, bunu yırtmak gerçekten mucize değerinde çok ileri bir insanlık çıkışını gerektiriyordu. Tüm dünyanın karşı taraf durumuna düşürüldüğü, en yakın dost ve yoldaşların bile hakim inanç ve moral değerlerine göre “şerefli bir ölüm”den başka bir şey beklemedikleri bir acımasızlık kaderine göre düzenlenmişti. Asrın mantığı buydu.

En kolayı, hemen ölüme yatmaktı


Şahsımda sadece Kürt halkının güncel trajedisi değil, lanetli tarihinin yol açtığı muazzam yalnızlığı, sürekli komplolara alet edilmesi, görülmemiş ihanetleri yaşaması ancak kapsamlı açıklamalarla aydınlatılabilir. Bunda amaç, hiç olmazsa bundan sonra bu trajediye dur diyebilmek ve çağdaş gelişme yoluna koyulmaktır. Ortada büyük haksızlık, komplo olduğunda ilk yapılması gereken iş, haksızlıkların tarihsel ve uygarlıksal temelini açıklığa kavuşturmak ve tarih yaptıklarını sananların alçak komplocular olarak çirkin maskelerini düşürmektir. Batının ve Doğunun tüm önemli merkezlerinden komplovari yaklaşım sahiplerini, arkalarındaki dünya görüşlerini ve sefil yaşamlarını orta koymak, insanlığın büyük savunması anlamına gelmektedir.

 
Ortadoğu’nun basit ve güncel politik çıkarcılığı ile emperyalizmin onurlu çözüme imkan vermeyen, uşaklaştırıcı ve çıkarlarına uygun hale getirmek için kendine uygun yöntemleri devreye sokması; buna tepki verilince, hiçbir demokratik hukuk geleneğine saygı duymadan, tüm Doğusu ve Batısıyla insanlık dışı bir komployu kararlaştırıp uygulaması karşısında yapılacak işler çok sınırlı ve zordu. En kolayı, hemen ölüme yatmaktı. Komplocuların planı, bu yönlü beklentiydi. Buna fırsat verilmeyen yol ise, çarmıha gerili bir tabutluk sisteminde yaşamayı denemekti. Her şey bir dönemin sonunu, yeni bir dönemin başlangıcını zorluyor ve gösteriyordu

Sahte PKK’liler yaratılmak istendi

Teslim edildiğim gün bazı Kürt milliyetçi önderlerin hemen Atina’ya geldikleri bilinmektedir. Bütün hesaplar, komplo ve ihanetin ölümümle sonuçlanacağı temelinde yürütülmüştür.
Kahramanca bir ölüm imkanı çoktan elimden alınmıştı. En kahredici bir yaşam içine düşürülmüştüm. Tarihin bütün lanetlileri beni çarmıha germişlerdi. Esenliğiniz için, en zor biçimde de olsa, bugüne kadar yaşamam önemliydi. Gerçekler büyük oranda ortaya çıktığı gibi, doğru karar ve eylem pozisyonuna da geldiğinize inanıyorum. 

 
Komplonun mantığı, esas olarak yaşatılmamam veya yaşatılsam bile tüm dürüst halkımızı, dostlarını, en başta sizlerin sonuna kadar bağlı olanlarını imha etmek, kalanları da bölüp birbirlerine bırakmak, böylelikle fiziki ve manevi imha biçiminde örgütsel varlığınızın sonunu getirmekti.

 
Atina üzerinde 1 Şubat 1999’da uygulama sürecine konulan komplo şahsında Kürt olgusu ve ondan kaynaklı sorunları bir ikilemle karşı karşıya getirdi: ya intihar, ya yeni yaşam koşullarını özde ve biçimde yaratabilmek. Komplonun önemli bir parçası da, birçok devletin buna benzer kendi sahte PKK’lerini yaratma ve devreye sokma çabalarıdır.

 
Bilinen 15 Şubat komplosunun devreye girmesi, durumları tamamen değiştirmişti. Artık komplonun dolaylı direkt iç ve dış nedenlerini, nereden ve nasıl geliştiğini, amaç ve sonuçlarını ortaya koymak, buna göre yeniden düzenlemelere gitmek kaçınılmazdı. İmralı süreci bu gerçekleri, yani komployu bütün yönleriyle açığa çıkarıp etkisizleştirmeyi hedeflemek durumundaydı. Kısır bir intikamcılık ve intihar eylemliliği komplocuların beklediği bir tavırdı ve doğru olamazdı. Fakat bunun için devletin tavrı belirleyici olacaktı. Bilinen süreç ne kadar belirsizlikle dolu da geçse ve sonucun nasıl geleceği tam kestirilemese de, gelinen noktanın daha doğru olduğuna inanıyorum.

Planlar ortadan kalkmadı, zamana yayıldı

Barış için en makul adımları bile atmayanlardan her şey beklenebilir. Komployu boşa çıkarmak daha çok çaba istemektedir. Çürütme tarzının nereye götürülmek istendiğini iyi hesaplamak gerekir. Bana başta intihar etme biçimi dayatılmıştı. Benden sonrası birçok alanda planlanmıştı. Talabani’ninki sadece bir tanesidir. Barzani’ye bağlı olan planlar da vardır. Her ilgili ve iddialı gücün bir planlaması vardır. Bu planlar ortadan kalkmadı, zamana yayıldı. Türkiye’nin çözüm tarzının ne olduğu hiç bilinmemektedir. Ama çürütmeye çalıştığı, zaman içinde lehine olan en uygun alternatifleri kolladığı açıktır. 

 
Uğradığım komplonun tamamen farkındayım. Bu savunmam yalnız bana değil, tüm insanlığa karşı komploculukla üstün gelmeye ve günlerini gün etmeye çalışanlara da ilk etkili cevabımdır. İntikam almayı kendime pek yakıştıramam. Eğer binde bir ihtimal olabilecek öz varsa, düşmanı bile dost yapmak insanlık karakterimin ayrılmaz bir parçasıdır. Ama eğer fırsat bulur ve gerekli görürsem, komploculardan nasıl intikam alındığını, bir daha insanlığa bu yönlü lanetli yaklaşımlarda bulunamayacak kadar akıllarını başlarına getirmeyi sağlayacak kahramanlık eylemlerinin ve savaşçılığın nasıl olduğunu göstermeyi çok isterdim.

Kürtlerin ezici bir kesimi tavrımı destekledi

PKK’nin ve halkın ezici bir kesimi, Önderliğin içine girdiği tavrı desteklemiştir. Bu tavır cinayetleri durdurmuş, dağdaki cinayetvari eylem anlayışlarına son vermenin önünü açmış, hukuk devletine adım atılması için fırsat yaratmış, çok sınırlı da olsa demokratik faaliyetlere ortam açmıştı. Dolayısıyla küçümsenmemesi gerekiyordu. Ölümü dayatanlar, tüm 20. yüzyıl, tüm komplocular, kimler olurlarsa olsunlar, hepsine dayanabileceğimi halen bana inanan bazı dostlara mesaj olarak sunmamın değerli olduğunu, onların da bunu hak ettiklerini kabul etmiştim. Komplo tarihi, lanetli yaşam benim kişiliğimde korkunç acılar çektiriyordu. 


Komplocular tarihinin kurbanı olan Kürt halkına özgürlük ve onuru olsun diye attırılmak istenen adıma karşı 20. yüzyılın son yılında gerçekleştirilen komployla 21. yüzyıla girerken halen yaşamaya çalışacaktım. Milyonların birleştiği avuç içi kadar bir yürek ve birkaç damla anlamla tabutlukta kabul ettiğim yaşamı, dünya efendilerinden uzak tuttuğu için onurla karşılayacaktım.
 
 Zaten ne tür bir komployla buraya alındığım bilinmektedir. Komplocuların geleneksel Anadolu, Mezopotamya ve Türkiye üzerindeki emellerine daha fazla fırsat tanımamak, siyaseti kan ve savaş üzerinde yürüten gerici şoven kesimlere daha fazla fırsat vermemek için, tüm Türkiye halkının yararına olan barış ve özgür birliktelik tavrımı sürdürmekte kararlıyım.

 
Ayrıca benim imhamın yalnız şahsımla sınırlı olmadığını, böyle olsaydı fazla açmayacağımı ve mesele yapmayacağımı belirtmiştim. Fakat halen yürürlükte olan komplo nedeniyle, imhamın zincirleme tüm yoldaşlardan, dostlardan ve dürüst bağlı yurtsever halkımızdan on binlercesinin imhası için bir başlangıç olarak kullanılacağını çok iyi bildiğimden, böyle bir olasılık gündeme girdiğinde ve bir tehlike olarak ortaya çıktığında topyekün hazırlık, ayağa kalkma ve meşru savunma düzenine çekilme zorunluluk arz etmektedir.

Komployla amaçlanan üç şey vardı

Nasıl ki 1920’li yıllarda, öncesinde 1915’lerde Ermenileri önce destekleyip onları öne sürüp daha sonra Anadolu’dan tamamen tasfiye olmalarına neden oldularsa, aynı şekilde Yunanlılar nasıl önce desteklenip sonra Anadolu’dan tamamen tasfiye edildilerse, aslında 15 Şubat 1999’da gerçekleştirilen komployla amaçlanan nihai şey de buydu. 

 
Komployla amaçlanan üç şey vardı. Benim teslimimle PKK’nin tasfiyesi karşılığında aynı 1920’lerden Türkiye devletini kendilerine bağladıkları gibi Güney’de kendilerine bağlı, kendi denetimlerinden ve kontrollerinden çıkmayacak bir siyasal Kürt oluşumunun önü açılacaktı. Ki bu kısmen oldu. Ayrıca Kıbrıs’ta Yunanistan’a söz verilmişti. Bir de küçük Ermeni devletine verilen sözler vardı. Türkiye’ye bunlar kabul ettirilecekti. Ama bunların hiç birisi gerçekleşmedi. 

 
Ben buradan halkımıza artık müjdeyi verebilirim. Komplonun 12. yılına girilirken komplo boşa çıkarılmıştır. Bu kesin olarak anlaşılmıştır. Bu benim buradaki sabırlı duruşum ve halkımızın ortak çabasıyla gerçekleşmiştir. Bunu artık halkımıza açıkça ifade edebiliriz; komployu boşa çıkarmayı başardık. Nasıl bunun için 11 yıl direndiysem 12. yılda da yine aynı şekilde direnmeye devam edeceğim. Bütün bu komploya ve tasfiye girişimlerine rağmen sonuçta hareket ve halkımız güçlenerek çıkmıştır. Halkımızın gösterdiği direniş komployu boşa çıkarmıştır. O yüzden tekrar halkımıza şükranlarımı iletiyorum. Komployla amaçlanan benim imhamdı. Bunun gerçekleşmesi durumunda bir kaos ortamı ve kanlı bir süreç olacaktı. Ben burada zor bela komployu boşa çıkarmak için kendimi yaşatmaya çalıştım.



Bize karşı da çok önemli komplolar oldu; dört komplo dönemi var. Birincisi Özal’ın öldürülmesiyle yaşanan Birinci Komplo Dönemi, İkinci Komplo Dönemi: ‘97, ‘98’de yaşandı, Üçüncü Komplo Dönemi: 2003-2004 yılında denendi. Şimdi de Dördüncü Komplo Dönemiyle karşı karşıyayız.
Şimdiye kadar bize karşı uygulanmakta olan NATO gizli ordusunun, gladiosunun bir komplosu devam etmektedir. Dördüncü kezdir çözüme çok yaklaşırken, NATO Gladiosunun komplosuyla karşı karşıyayız. Çözüme karşı yeniden bir gladio komplosu devreye sokulmakta, çözüm engellenmektedir. Şu an yeni bir gladio ile, gladio darbesi ile, gladio komplosu ile karşı karşıyayız. Dönemin iyi anlaşılması için biraz açmak gerekiyor.

Birinci komplo dönemi, Özal döneminde gerçekleşen komplodur. Ben buna çözüme karşı 93 komplosu diyorum. Özal döneminde uluslararası bir gladio vardı. Türkiye’deki gladio da bunun içindeydi ve güçlüydü. Özal bu sorunu çözmek istiyordu. Özal Talabani’ye “Eşref Bitlis de benden yana, bu sorunu çözeceğim” demişti. Talabani “yeter ki ateşkes ilan edilsin” demişti. O dönem bu fırsata bir şans tanımak istedim. Barış, ateşkes ilan ettik. Fakat devlet o dönem çözüme hazır değildi. Özal devleti, askeri, partisini barışa hazırlamamıştı, barışa ikna edememişti. Ateşkesten sonra gladio devreye girdi. O dönem çözümü geliştirmeye çalışan Özal’a ve Eşref Bitlis’e karşı darbe yapıldı. Özal’ı götürdüler. Eşref Bitlis’i de götürdüler ve ekibini de dağıttılar. Bu NATO gladiosunun çözüme karşı geliştirdiği ilk darbedir. Ben buna birinci komplo dönemi diyorum. Bu darbeyi T. Çiller, D. Güreş ve S. Demirel, NATO gladiosu ile birlikte gerçekleştirdi.

İkinci komplo dönemi 97-98 döneminde yaşandı. Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı bu mevcut savaşı sınırlandırma isteğindeydi. Yani savaşı sınırlandırma eğilimindeydi. Erbakan döneminde çözüme yönelik girişimler oldu. Ancak tekrar gladio devreye girdi. Birinci komplo döneminde gladionun başını çekenler Güreş-Çiller ekibiydi. Bu ikinci dönemde ise Türkiye’deki gladionun başını çeken kişi Çevik Bir’dir. O dönem D. Güreş rolünü Çevik Bir oynadı. Hatta bu Çevik Bir, Kıvrıkoğlu’nun genelkurmay başkanı olmasını istemediği için ona suikast girişiminde bulundu. Cezaevine gidip Muzafer Ayata ile görüşmüşlerdi, cezaevi üzerinden benimle de görüşme talepleri oldu. Onlara ulaşmışlar, bana da daha sonra telefon ettiler. Avrupa’ya da bir temsilcilerini göndermişler. Ben onların bu savaşı sınırlandırma isteğine karşılık verdim.

Çözüme şans tanıdım. Yine uluslararası gladio devreye girdi. Bu dönemdeki çözüm arayışımız da bu şekilde komployla boşa çıkarıldı. NATO gladiosunun komplosu sonucu Suriye’ye baskı uygulandı ve Suriye’yi savaşla tehdit ettiler. Benim Suriye’den çıkmam sağlandı. Uluslararası NATO gladiosu bize karşı netti politikalarında, tavırlarında. Benim bu uluslar arası komploda öldürülmem planı da vardı. Benim buraya getirilmemle ikinci barış görüşmeleri de NATO gladiosunun komplosuyla son buldu.
    
AKP ile yeni bir konsept hayata geçirildi


99’da daha çok askeri ağırlıklı heyet gelip benimle o dönemde, görüştü. O dönemdeki askerler tecrübeliydi, samimi gibiydiler. Onlardan birisi “Oyun büyük, bunu boşa çıkarmamız gerekiyor. Siz ülkeyi bölmek istemediğinizi belirtip şiddetten vazgeçerseniz, her konuyu konuşabiliriz” dediler. Bunun üzerine ateşkes ve sınır dışına çekilme çağrım oldu ve gerillalar sınır dışına çekildi. Ecevit o dönemde bir şeyler yapmak istiyordu çözüme yönelik. Rahşan affı da bu nedenle düşünülmüştü. Gerillayı da kapsayacaktı. O dönemdeki heyetle olan görüşmelerimiz 2001’e kadar devam etti. Daha sonra bilindiği gibi tekrar NATO gladiosu Türkiye’deki gladio ile birlikte devreye girdi. Ecevit’i tasfiye ettiler. Kürt hareketini de o dönemde ikiye ayırmak için çoktan hazırlıklarını yapmışlar. Bu durum Amerika’nın Irak’a müdahalesiyle doğrudan bağlantılıdır. Sonuçta örgütü ikiye bölmek istediler. Hem Kürtlere karşı geliştirilen politikalar hem de Kürtlerin kendi içindeki kopuşlar hakkında çok detaylı çözümlemeler yaptım. Örgüt üzerindeki bu oyun, bu komplo 2002’de başladı. 2002-2004 arası bu kopmalar, ayrışmalar, bu tasfiye politikası yaşandı. AKP de 2002’de bu temel üzerine, bu politikalar üzerine başa getirildi. AKP’nin 2002’de iktidara gelmesiyle yeni bir konsept hayata geçirildi. NATO gladiosunun komploları farklı bir şekilde gelişmeye başladı. Bu, üçüncü komplo dönemiydi.

Yeşil komplonun merkezi Washington’dur

Bugüne kadar bu komplolara rağmen ölmediysek, hayatta kaldıysak, hata yapmamamızdan kaynaklanıyor. Dikkatli davrandık. Hata yapsaydık durum farklı olurdu. Örgüte yönelik politikalar ile bana karşı geliştirilen hücre cezaları da başarılı olmayınca yeni bir tasfiye politikasını devreye koydular. Şimdi de Dördüncü Komplo Dönemiyle karşı karşıyayız. Bu yeni bir gladioydu, yeşil gladio! Daha önce buna yeşil komplo dönemi demiştim. Bu yeşil komplonun merkezi Washington’dur. Bu öyle zannedildiği gibi Washington derken sadece Fethullah Gülen anlaşılmamalıdır. Gülen’in rolü burada basittir, onun adını ağza alarak çok da büyütmemek gerekir. Çok daha başka önemlileri var. Hanefi Avcı kitabında imamlardan, imamların örgütlenmesinden bahsediyor. Her birimde sorumlu imamlar olduğunu söylüyor. Ben bütün bu yeni örgütlenmeleri yeşil komplo, yeşil kontra olarak adlandırıyorum. Bunlar her yerde de örgütlenmişlerdir.

Bu dönem diğer dönemlerden daha farklı gelişti. Bu dönemde hem siyasi operasyonlar, KCK operasyonları başladı hem de askeri operasyonlar. İkisi birlikte devreye girdi. Yani hem siyasi hem askeri operasyonlar eş zamanlı olarak yürütüldü. Bu AKP iktidarının politikasıydı. KCK operasyonları diri Kürdü tasfiye etme amaçlıydı. Bu dönemde geliştirilen politikalar daha çok örgütlü Kürtleri dikkate almadan, muhatap almadan onları tasfiye ederek, bunun yerine kendine bağlı yeni sahte bir Kürt yaratma politikalarıydı. Bu Hükümet döneminden önceki komplo dönemlerini Siyah Komplo Dönemleri olarak nitelendirebiliriz. Şimdi yaşanan komplo dönemi ise Yeşil Komplo Dönemidir.

Destek için Kürtlerin kellesi verilecek


Bugün yeni bir durumla karşı karşıyayız. Türkiye NATO gladiosu ile, ABD ile anlaşmış durumda. Kürtleri topyekün bitirme, tasfiye etme planı devrededir. Ortadoğu’da Türkiye desteğine karşılık Kürtlerin kellesi Türkiye’ye verilecek. Bu konuda ABD ile anlaşmışlar, bu anlaşma Kürtlerin yok edilmesi üzerinedir. Daha önce ABD ile Türkiye Ortadoğu konusunda tam anlaşamamışlardı, Kürtlerden dolayı tam anlaşamıyorlardı. Kürtlerden dolayı bazı nüanslar, bazı ufak-tefek anlaşmazlıklar vardı. Ancak şu an o anlaşmazlıkları da çözmüş durumdalar. Bugünkü durum 5 Kasım 2007’de Erdoğan-Bush görüşmesindeki anlaşmanın bir benzeridir. Ortadoğu’daki Türkiye desteğine karşılık Kürtlerin KCK şahsında kellesi verilecek. Anlaşma budur!

 Daha önce ABD ile AB ülkeleri arasında Ortadoğu politikaları konusunda bir fark vardı. Bazı ufak nüanslar vardı, bir makas aralığı vardı. Ancak şimdi o makas aralığı da kapandı. Birlikte hareket ediyorlar. AKP de bu nedenle kendisini kurtarmak için Amerika’nın bu politikalarına tam teslim olmuştur. Adeta ayaklarına kapanarak kendi iktidarını sürdürme peşindedir. Bu nedenle Kürtleri satıyor. Türkiye, Pakistan ve S. Arabistan, Suriye ve Libya’yı sattıkları gibi İran’ı da satacaklar.

Beşar Esad da bu nedenle şu an Türkiye’ye öfkeli. Türkiye ABD ile anlaşarak Kaddafi’yi sattı. Şu an NATO’ya sağlanan İzmir’deki askeri üs de gösteriyor ki, Türkiye tamamen ABD ile anlaşmış durumda ve bütün imkanlarını seferber etmiştir. Kürtleri de bu politikalarla bağlantılı olarak satmıştır. Buna bütün Kürtler dahildir. Suriye’deki, İran’daki, Irak’taki Kürtler de dahildir. Bu süreçte Kürtler Suriye ile de, İran ile de anlaşmaya çalışabilirler. Suriye ve İran’a şu söylenebilir; sakın Kürtleri kullanmaya kalkmasınlar. Bu, onlar için bir felaket olur, onların sonu olur. Ben onları sert bir şekilde uyarıyorum: Kürtlerle anlaşmalıdırlar. Demokratik Özerklik temelinde bir anlaşmaya gidilebilir. Şayet Suriye devleti kabul etmezse Kürtler muhaliflerle hareket edebilirler. Ancak Suriye’deki muhaliflerle birlikte hareket etme durumunda da çaba Suriye’yi demokratikleştirmek yönünde olmalıdır. Şayet bunlar gerçekleşmezse Suriye ve herkes bilmelidir ki Kürtler soykırım kıskacındadırlar. Kürtler bu süreçte var olma-yok olma mücadelesi vermektedirler. Kürtlere imha dayatılmaktadır, ölüm-kalım meselesidir.

Kürtler karşı ittifaklar geliştirebilirler


Bugünden sonraki tabloyu şöyle görüyorum. Suriye ve İran’daki Kürtler özgürlük çizgisinde kalacak ve daha da gelişecekler. Irak’taki Kürtler ise özellikle bir kesimin İran’la derin ilişkileri var ve İran’ın etkisi çok fazla. İran’ın buradaki etkisi köklü olduğu için tamamen İran’dan kopmazlar. Bu nedenle oradaki Kürtlerin politik olarak ikiye bölünme tehlikesi vardır, bu şimdiden görülmelidir. Biz bugüne kadar hiç kimsenin boyunduruğu altına, etkisi altına girmedik, girmeyiz de. Bugüne kadar hep bağımsız kaldık. ABD’nin etkisi altına hiç girmedik, bugünden sonra da girmeyeceğiz. Türkiye, İran, Irak, Suriye de bunları iyi bilsin. Ama Kürtlerin daha fazla üzerine gelirlerse, daha fazla imha, daha fazla tasfiye dayatırlarsa, başka ittifaklar gelişebilir. Kürtler daha farklı ittifaklara yönelebilir. Nasıl ki ABD Türkiye ile ittifak geliştirip Kürtleri imhayı planlıyorsa, Kürtler de bu imhalara karşı ittifaklar geliştirebilirler.

 Kürtlerin meşru savunma hakkı vardır, üzerlerine gidilirse, operasyon yapılırsa misliyle cevap verilir. Gerillaya yapılan operasyonlara karşı kimse gerillayı tutmaya kalkamaz. Kendilerini on kat daha iyi savunacaklardır. Bunun önünde bir engel de yok! Kimse de engel olamaz. Ben daha önce Recep Tayyip Erdoğan için Özal mı olacak, Çiller mi olacak diye sormuştum. Erdoğan Çillerleşti. Tercihini Çiller olmaktan yana kullandı. Kürtleri sürekli tasfiye ediyor, hem askeri hem siyasi operasyonla her gün Kürtleri tasfiye ediyorlar. Benim şu andaki duruma ilişkin yorumum; Kürtler soykırım kıskacındadır. Kürtlere karşı yeni bir gladio devrededir. Gelinen aşamada çözüme yaklaşırken bir NATO Gladiosu komplosuyla karşı karşıyayız. Türkiye’nin Ortadoğu’da ABD’ye vereceği destek karşılığı Kürtlerin kellesi kendilerine verilecektir. ABD ve Türkiye Kürtlerin kellesi karşılığında anlaşmışlar.

Burada halkımıza, örgütlerimize şu çağrıda bulunuyorum: Ben sizlere pratik önderlik de yapmak isterdim, ancak koşullarım elvermediği için teorik önderlik yapıyorum. 15 Haziran’a kadar bu söylediğim çerçevede bir yeşil ışık yakılmazsa, çözümün gelişeceğine dair bir bildirim yapılmazsa, beni ölmüş bilin! Artık ondan sonra yaşanacak olan başkaldırıdır, isyandır, her şey olabilir. Ben buna devrimci halk savaşı diyorum. Tarihi günler yaşıyoruz, tarihi süreçteyiz, önemli gelişmeler olur. Herkes bunların farkında olmalı. BDP, Kandil hepsi bunun farkında olarak hareket ederler.


İmralı’da üçlü yapı var: ABD, Avrupa ve Türkiye

İmralı cezaevi, Türkiye’deki cezaevleri sisteminden çok farklıdır. Ben burada özel bir rehineyim. Diğer cezaevlerinin statüsü burada uygulanmıyor. Buranın statüsü ve yapısı gizli bir anlaşmayla olmuştur. Bu gizli anlaşma ABD’de, AB’nin de fikri ve onayı alınarak yapıldı. Guantanamo benzeri, hatta çok daha sistemli ve ağır koşullara sahiptir. ABD, gizli anlaşmalarla birçok yerde birçok cezaevi kurdu. Bu cezaevi de ABD tarafından kurulan özel cezaevlerinden biridir. Bu gizli anlaşmayla bu cezaevi kurulurken aynı zamanda yapısı ve koşullarının ne olması gerektiğini çizmişler. Burada konuştuklarım anında devlete, CIA’ya, MOSSAD’a gidiyor.

Aslında İmralı bir sistem dahilinde işliyor. Kendine özgü yanları ve derinliği olan bir sistem. Burada üçlü bir yapı var; ABD, Avrupa ve Türkiye. ABD’nin etkisi bilinmeliydi. İmralı’ya geldiğim günlerde beni ilk muayene eden doktor İngilizce konuşuyordu, muhtemelen ABD’liydi. Yanında biri vardı, İsrail’li olabilir. İlk sağlık kontrolünü yaparak, adeta “biz size sağ salim teslim ettik” mesajını verdi. Buradaki sistemin bir ucu CIA’ya dayanıyor. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’ne de sıradan yaklaşmamak gerekir, arada bir gelip giden bir heyet olarak görmemek gerekir, burada olup bitenlerden haberleri olduğunu zannediyorum. Avrupa Komitesi’ne bağlı bir oluşumdur, dolayısıyla bir bütün olarak Avrupa Konseyi’nin de bilgisi var. Norveçli bir bayan vardı, burayı ilk düzenleyen kişidir. Norveç’in ABD ile bağlantısını biliyorsunuz, büyük ihtimalle ABD ile de ilişkisi vardır.

‘Milli İmralı Politikası’ uygulanıyor


Burada 24 saat çalışan bir kamera sistemi var. Benim bütün hareketlerim kontrol ediliyor. Gece yarısı kalkıp lavaboya gittiğimde bile kamera hemen bildiriyor. Sıkı biçimde kontrol ediliyorum. Buna rağmen her dakikada bir, bir personel gelip gözetliyor. Zaman zaman hücre cezası da veriyorlar. İşkence var, F tipidir demiyorum.

Türkiye’nin bir de tek başına uyguladığı İmralı politikaları vardır. Buna Milli İmralı Politikaları (MİP) demek gerekir. Türkiye İmralı’ya getirilişimi ikinci Sakarya Zaferi saymıştı. Özellikle komplocu-darbeci kesim benim ve PKK’nin tasfiyesini ‘Doğu’daki İkinci Yunan Harbi’ olarak mitleştirmişti. Kürtlerin bin yıllık Türk tarihinde çok kesin ve belirleyici rol oynayan özelliklerini unutmuş, Yunanlılar ve Ermenilerden daha tehlikeli düşman konumuna yerleştirmişti. Ne de olsa çeyrek asırdır sürdürdükleri savaşı zaferle kapatmak üzereydiler. Adaya getirilişimi iliklerine kadar bir milli zafer havasında kutladılar.

Adaya ayak bastığımda sorguculara şunları söylemiştim: “Beni siz yakalamadınız, buna gücünüz de yoktur. Uzun vadede sizin de çok aleyhinizde olacak bir komplo ile size teslim edildim.” Sorgucular soğukkanlı ve rasyonel yaklaşıyorlardı. Ama son otuz yılda yaratılan şovenist dalga herkesi rasyonel tutum almaktan fazlasıyla kaçınmaya itmişti. Sanırım aralarında yaptıkları birçok toplantı sonrasında benim çözülmekte olduğuma, PKK’nin de benzer bir konumda bulunduğuna, kendiliğinden bir dağılmanın kuvvetli bir ihtimal olduğuna, böylelikle bu 29. isyanın da sonunun geldiğine kendilerini inandırmışlardı. Ayrıca koalisyondaki MHP’nin çok olumsuz tutumuyla birlikte hava barıştan ve demokratik çözümden yana gelişmedi.

Aldatmaca bir yargılama


AKP Hükümetleri döneminde de İmralı süreci çok kötü istismar edildi. İslamî tandanslı AKP’nin Kürtleri kontrol altında tutması karşılığında, özellikle ordunun bir kısmınca hükümette kalması uygun karşılanmıştı. Dolayısıyla mahkûmiyetim ve PKK’nin tasfiyesi AKP açısından da bir varlık nedeniydi. Bu yüzden her şey günlük taktik hesaplara kurban edildi. Barış ve demokratik çözüm için hiçbir adım atılmadı. Sabrımız kötü kullanıldı. 2002-2004 tasfiyeciliği beklenti yaratarak bunda çok olumsuz rol oynadı. AKP İslamiyet’i Türk milliyetçiliğinin hizmetinde kullanırken, hiçbir dinî ve ahlaki ilkeye uymadı. Vicdanın ve inancın gereğini yapmadı. Bu yüzden binlerce genç daha öldü. Devletin büyük maddi ve manevi kayıpları oldu.

Olumlu olan tek yan, devlet içinde daha Cumhuriyet’in kuruluşundan beri var olan darbeci-komplocu kesimle karşıtları arasındaki gerginliğin ilk defa benim İmralı sürecine alınmamla birlikte darbeci-komplocu kesime karşı olanların lehine gelişmesi ve üstünlük kazanmasıydı. Belki de son seksen beş yılın en önemli gelişmesi buydu. İlk defa barış ve demokrasiye doğru adım atılabileceğine dair umutlar yeşermişti. Bunda benim sabrım ve barış ve demokratik çözüme yönelik savunmalarım büyük rol oynamıştı. Kürtlerin, Türklerin tarihindeki yeri anlaşılır olmaya başlamıştı. Ayrıca tüm tasfiye çabalarına rağmen, PKK’nin ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin sağlam bir temele dayandığı anlaşılmıştı.

İmralı Adasındaki yargılanmam, özünde Avrupa ulus-devlet sistemi adına Türkiye Cumhuriyeti’ne yaptırılmıştır. İmralı’daki yargılama hukuk dışıdır; yargılamayı reddettiğimi bir cümleyle açıklamıştım. Bir aldatmacadır demiştim. Türk devlet gücüyle gerçekleştirilen bir yargılama değildir. Türk iktidar elidinin bundaki rolü taşeronluktan öteye gitmez. Şüphesiz bu çirkin ve düşünce karıştırıcı bir roldür. On iki yıldır hiçbir hükümlüye uygulanmayan bir infaz statüsü altında bulunmam ve hem Türk yargısı hem de AİHM’nin kendi hukuki normlarına ters düşen bu adil olmayan yaklaşımları, davanın etrafındaki uluslararası komplonun hukuki alanda sürdürüldüğünün ve Gladio’nun hala işbaşında olduğunun kanıtı niteliğindedir.

15 Şubat, Kürtler için soykırım günü


15 Şubat 1925’te biliyorsunuz, Şeyh Sait’e karşı komplo düzenlendi. Bana da 15 Şubat’ta komplo yapıldı. Şeyh Sait’in idam günü 29 Haziran; bana verilen idam kararının günü de 29 Haziran’dır. Bunlar tesadüf değildir, mekanizma bu kadar tesadüfi çalışmaz. 15 Şubat 1925, Kürtlere karşı yapılan soykırımın başlangıcıdır. 15 Şubat’ı Kürtler için soykırım günü ilan ediyorum. Böylelikle Kürt kültürel soykırımının şahsıma yönelik davada açığa çıkmaması için sürdürülen komploya hukuki bir kılıf giydirilmeye çalışılmaktadır. Kürtler üzerindeki kültürel soykırım gerçeğinin inkarı ve kapitalist Batı hegemonyasının çıkarlarının son iki yüz yıldır olduğu gibi devam etmesi istenmektedir.

AİHM hakkımda verdiği 6 Mayıs 2003 tarihli kararında Türkiye Devlet Güvenlik Mahkemesinin verdiği kararı ‘mahkemenin bağımsız olmadığı ve adil yargılanmadığım’ gerekçesi ile uygun görmemişti. Buna karşın bağımsız ve adil karar verme durumunda olmayan bir mahkeme, 20. yüzyılın en kapsamlı bir komplosu sonucu getirilmemin hukuka uygun olduğuna dair görüş belirledi. Bu görüş veya karar özünde tamamen siyasidir ve komplonun devamından ibarettir. Önceden geliştirilmiş planlamanın bir parçası olarak belirlenmiştir. Bu temelde olumlu bir karar çıktığında ancak AİHS’ne göre hareket edilmiş olacaktır. Aksi halde yüce mahkeme de (AİHM) büyük bir siyasi komplonun aleti olmaktan kurtulamayacaktır. AİHM bu sorunu çözemedikçe ve hukuk dışılığa son vermedikçe, dolayısıyla İmralı yargılamasını batıl sayıp düşürmedikçe, asla adil davranmış sayılmayacak; şahsımda Kürt halkına karşı düzenlenmiş bir komplonun etkisine düşme riskinden de kurtulmuş olmayacaktır.

Hukuki beklenti içinde değilim

Yaptığım savunmayla hukuki beklenti içinde değilim. AİHM başlangıçta komployu gizlemekle sistemin emirlerine göre hareket ettiğini ortaya koymuştu. Burjuva hukuku ölçülerinde bile olsa, adaletin tecelli etmeyeceği ilk kararlarında anlaşılmıştı. Fakat savunmanın siyasi sonuçları çok önemliydi. Bu alana ilişkin sadece beklenti içinde olmadım. Büyük söylem ve eylem gücümü de çok sınırlı ve kuşkulu karşılanabilecek yollarla denemeye çalıştım. Dolayısıyla hem hakikat hem de siyaset yolunda geçen on iki yıllık kapalı zindan pratiğini zihnin ve iradenin özgürlüğüne dönüştürmeyi başardım. Benim ve halkımın varlık ve özgürlük mücadelesi için önemli olan buydu.
 
BİTTİ

ABDULLAH ÖCALAN



Hiç yorum yok: