12 Kasım 2015 Perşembe

1 Kasım Türkiye'nin İkinci 12 Eylül'üdür

MUSTAFA KARASU


Türkiye 30 Ekim 2014’te yeni bir şiddetli savaş dönemine girmiştir. MGK 30 Ekim’de oyalama ve aldatma politikasının Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmede bir sonuç vermediği değerlendirmesini yapmış, artık bu yol ve yöntemin bırakılıp şiddetli bir savaşla Kürt halkının özgürlük mücadelesinin bastırılması kararı alınmıştır. 

Önder Apo, MGK’da alınan bu kararı görerek Kasım ayının sonunda üç aşamalı bir yol haritası ve müzakere taslağı sunmuştur. Bu taslakla da MGK’da alınan bu savaş kararını boşa çıkartıp AKP Hükümetini müzakere için adım atmaya zorlamıştır. Tayyip Erdoğan ''İç Güvenlik Yasası'' dayatarak gerilim politikası yaratıp seçime iç ve dış güvenlik tehdidi propagandasıyla gitmek isterken, Önder Apo ise Türkiye’yi bir demokratikleştirme programıyla seçime ulaştırmak istemiştir. Önder Apo’nun çabaları sonucu Dolmabahçe Sarayı’nda müzakere taslağı Mutabakatı kamuoyuna sunulmuştur. Böylece bir anda Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü gündem olmuştur. O günün gazeteleri ve televizyon programlarına bakılırsa AKP yandaşı yazarlar ve çevrelerde bu mutabakatı övdükleri, yerlere göklere sığdıramadıkları görülür. Türkiye’nin barışı ve istikrarı için önemli bir adımın atıldığını söylemişlerdir. Çünkü bu yazar çevreler MGK’nın kararından, devletin derinliklerinin savaşla Kürt halkının özgürlük mücadelesini ezme programından habersizdiler. Bu nedenle Tayyip Erdoğan “bu mutabakatı tanımıyorum, taraf da yok, masa da yok, izleme heyeti de İmralı’yı meşrulaştırmaktadır” deyince ofsayda düşmüşlerdir. Ancak hiçbir iradeleri olmadığından, yalaka olduklarından hepsi çark ederek Tayyip Erdoğan ve derin devletin önlerine koyduklarını savunmaya başlamışlardır. 

Tayyip Erdoğan’ın Dolmabahçe mutabakatını reddetmesinden sonra yapılan ilk işlerden biri, Önder Apo üzerinde 7 aydır süren ağır tecridi uygulamak olmuştur. 

Bir toplum mühendisliği

Tayyip Erdoğan derin güçlerle birlikte 7 Haziran seçim öncesini kontrollü bir savaş dönemi olarak yürütüp seçimden sonra savaşı şiddetlendirmeyi planlamışlarken, seçim ortamı onların istediği gibi geçmemiş, HDP’nin demokratikleşme ve demokratik ulus çizgisi seçim kampanyasını yönlendiren esas etken olmuştur. Tayyip Erdoğan dört yüz milletvekili isterken, aslında muhalefetin etkisiz olduğu bir savaş hükümeti istediğini ortaya koymuştur. Başkanlıkla da bu savaş hükümetinin başbuğu olmayı hedeflemiştir. Ancak HDP’nin demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümüne dayalı siyasi çizgisi başarılı olunca ve AKP tek başına hükümet olamayınca seçim sonrası güçlü bir savaş hükümeti olma planları suya düşmüştür. 

Seçimden sonra 7 Haziran seçim sonuçlarının reddedilmesi ve bu sonuçların siyasi darbe yapılarak AKP’nin hükümetini sürdürmesi tamamen Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve demokrasi güçlerine karşı alınan savaş kararı gereği olarak gerçekleşmiştir. 7 Haziran seçim sonuçlarının reddedilmesi, 1 Kasım seçim kararının alınması, tamamen Tayyip Erdoğan’ın dört yüz milletvekili istemesinin arkasındaki program ve plan dahilinde gündeme gelmiştir. 1 Kasım seçimi tamamen bir toplum mühendisliğidir. Önceden sonuçları planlanmış ve ayarlanmış bir seçimdir. Kesinlikle adil, eşit ve demokratik bir seçim olmamıştır. 7 Haziran seçimleri Türkiye tarihinde belki de ilk defa kısmi adil ve eşit bir seçim olmuştur. Kuşkusuz 7 Haziran seçim ortamı da adil ve eşit olmamıştır, ancak birçok önceki seçim ve 1 Kasım’la kıyaslandığında göreceli adil ve eşit bir seçim olarak görülebilir. Nitekim bunun da sonuçları reddedilmiştir. Sonuçlarının neden reddedildiğini daha önce defalarca dile getirdiğimizden tekrarlamayacağız. Sadece devletçi ulusa karşı demokratik ulus seçeneğinin güçlü biçimde ortaya çıkmasına karşı darbe yapılmış, bu siyasi çizgiye, yani demokratikleşmeye bir savaş açılmıştır dersek yeterlidir. Kürt sorununda bir çözüm politikası ortaya çıkmadığı müddetçe bu savaş politikası sürecektir. Kuşkusuz bu çizginin sahipleri eski gücünde değildirler, ancak hala iktidarda oldukları için bu savaşı sürdürmektedirler. 

Şu gerçeği herkes görmelidir; AKP yeni bir hegemonik cumhuriyet kurmak istiyor. Bu, aslında eski cumhuriyet anlayışının AKP çizgisinde sürdürülmesi anlamına gelmektedir. Zaten Tayyip Erdoğan’ın ordu içindeki bir kesimle anlaşması da bu temelde gerçekleşmiştir. İki güç de Kürt düşmanlığında bir cumhuriyet istemektedirler. Şu anda kurdukları ittifak bu temeldedir. Siyasi güç AKP’de olduğu için AKP kendi çizgisinde Kürt düşmanlığını, yani Kürtleri yeni koşullarda soykırıma uğratma temelinde yeni bir cumhuriyet yaratma politikası doğrultusunda sürdürmektedir. Bu çizgi önünde de Kürt halkını ve demokrasi güçlerini engel gördüğü için şiddetli bir savaş başlatmıştır. 

Dayatılan savaş görülmelidir

Kürt halkı ve demokrasi güçleri kendilerine karşı şiddetli bir savaş başlatıldığını görmelidirler. “Ya bize teslim olursunuz ya da savaşla ezilirsiniz” seçeneği dayatılmış bulunmaktadır. Bu gerçeği anlamayanlar, AKP Hükümetinin savaş politikasına karşı ne tutum alabilirler, ne de direnebilirler. Erdoğan amacına ulaşmak için bazı kesimlerle ittifak yapsa da, kimilerini de suskun hale getirse de kendini hakim kıldığında bunları da ezip geçecektir. Erdoğan şahsında AKP’de hiçbir siyasi ve ahlaki ilke yoktur. Amaca ulaşmak için her şey mubahtır. Bu nedenle önündeki engelleri ezmeyi bir bir önüne koymuştur. Sıra kendilerine geldiğinde yanlarında duracak kimsenin kalmadığı bir savaşın yürütüldüğünü tüm demokrasi güçleri görmelidir. Bugün bana dokunmuyor diye sessiz kalınmamalıdır. Bugün bu politikaya sessiz kalan herkes bu politikanın bıçağının altına kafasını uzatmış demektir. 

Kürtler ve demokrasi güçleri şiddetli bir savaşla karşı karşıyadır.

 Tayyip Erdoğan, Saray Gladyosu ve AKP Hükümeti 12 Eylül’ün tümden yapamadığını yapmak istemektedirler. Kenan Evren her ne kadar darbe yapmış olsa da, 12 Eylül anayasasını yapmış olsa da, buna karşı Kürt Özgürlük Hareketi başta olmak üzere, demokrasi güçleri direnmiş, bu nedenle 12 Eylül rejimi tam oturmamıştır. Özellikle PKK öncülüğündeki Kürt Özgürlük Hareketi 12 Eylül düzeninin hedefine ulaşmasını engellemiştir. 12 Eylül esas olarak Kürt Özgürlük Hareketi’ni ve başta sosyalistleri olmak üzere Türkiye’deki devrimci demokratik hareketi ezerek işbirlikçi, ajanlaşmış İslam’ı içine alan yeni bir cumhuriyet kurmayı hedeflemiş, ama direniş karşısında bu program ve planlama gerçekleşmemiştir. Tayyip Erdoğan 12 Eylül’ü biçimsel olarak biraz liberalize ederek hakim kılmayı hedeflemektedir. Kürt halkına ve demokrasi güçlerine yönelik savaşı kesinlikle böyle görmek gerekir. Böyle görmeyenler AKP karşısında kaybetmeye mahkumdurlar. 

Kürt halkı ve demokrasi güçleri kendilerine karşı 12 Eylül 1980 ve 1990’lı yıllardan daha kapsamlı bir savaş açıldığını görmelidirler.  

Bu açıdan Kürdistan halkı, tüm özgürlükçü demokrasi güçleri kendilerini böyle bir savaşa göre örgütlü kılmalı ve tutum almalıdırlar. AKP kesinlikle Kürt halkının varlığına yönelik saldırıya geçmiştir. Kürt halkının Özgürlük Mücadelesini kırarak Kürt’ü bitirmek istemektedir. Bunu anlamamış Kürt bugünden ölmüş olan Kürt’tür. Eğer Kürt ölmemek ve var olmak istiyorsa kesinlikle AKP iktidarına karşı direnmelidir. AKP iktidarına karşı direnme pozisyonu almalıdır. Kürt halkı on yıllardır yürüttüğü mücadelenin bilinci, yarattığı ve bağlı olduğu değerlere dayanarak direnmesini bilmelidir. Kürtler için tam da Direnmek yaşamaktır denilen bir sürece girilmiştir. Yaşamak Direnmekten geçmektedir. Kemal Pir’in Diyarbakır 5 Nolu zindanında söylediği “Yaşamı uğrunda ölecek kadar seviyorum” ilkesi şimdi her yerde yaşam ve mücadele ilkesi haline getirilmelidir. Çünkü Türkiye’nin ikinci 12 Eylül’ü olan Tayyip Erdoğan şefliğindeki savaş ancak bu ilke ve direnme karakteriyle boşa çıkarılıp yenilgiye uğratılabilir. 

Gün AKP faşizmine karşı direnme günüdür

Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümeti öyle sıradan bir savaş yürütmemektedirler. Bu savaş Kürt’ü bitirme savaşıdır. Zaman zaman Kürt kardeşlerimiz denilmesi tamamen Kürt’ü bitirmeyi hedefleyen bu politika ve savaş gerçekliğinin üstünü örtmek içindir. Bu nedenle başta gençler ve kadınlar olmak üzere tüm Kürt halkı ayağa kalkmalıdır. Gençlik, şehirde, kasabada, mahallede ve dağda direnişe geçmelidir. On binlercesi şehirlerde Kürt’ün iradesini kırma ve bastırma saldırısına karşı direnirken, on binlerce genç de özgürlük dağlarındaki direnişe koşmalıdır. Kürt’ün özgürlük ruhu olan kadınlar AKP faşizmine hiçbir yerde geçit vermemelidirler. Kadınlar, analar çocuklarıyla birlikte kendilerini Kürt’ü bitirme saldırısına siper etmelidirler. Kürt kadınları ve anaları çocuklarının ve Kürt gençlerinin ölümünü önlemek için her yerde sokaklara ve meydanlara çıkmalıdırlar. Direnişin ruhu ve öncüsü olarak, çocuklarının ve gençlerin ölümüne izin vermeyeceklerini tüm dünyaya göstermelidirler. 

Bugün AKP faşizmine karşı direnme günüdür. Hiçbir Kürt ve demokrat kendini kandırmamalıdır. Karşılarında yeni bir 12 Eylül rejimi vardır. Tayyip Erdoğan sivil Evren’dir. Hatta ondan daha acımasız, ondan daha fazla otoriter ve faşist karakterli bir kişidir. Ainesi iştir kişinin lafına bakılmaz. İşleri de günlük ortadır. Zaten Tayyip Erdoğan 2006’da “Kadın da olsa, çocuk da olsa gereğini yapacağız” diyerek ne düzeyde faşist bir lider olduğunu göstermiştir. Tarih Tayyip Erdoğan’ın yüksek sesle ve üzerine basa basa söylediği “kadın da olsa, çocuk da olsa gereğini yapacağız” sözünü unutmayacaktır. Bu söz, Tayyip Erdoğan’ın kişiliğinin özetidir. Eğer Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin bir fabrika ayarından söz edilecekse, fabrika ayarları bu sözde bellidir. 

Erdoğan herkesi teslim almak istiyor

Mevcut durumda hiç kimse devekuşu gibi kafasını kuma gömmeden bu gerçekliği görüp ona göre tutum almalıdır. Tayyip Erdoğan herkesi teslim almak, Kürt’ü de bitirmek istiyor. Bunun karşısında yapılacak tek şey, Mazlum Doğan’ın söylediği “Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür” sözünün gereğini yerine getirmektir. 


Hiç kimse koşulların zorluğunu gerekçe göstermemelidir. Tabii ki AKP’nin bu zihniyet ve amaçtaki saldırıları büyük zorluklar ve sıkıntılar yaşatacaktır. Kürdistan tam bir zindan ve zulüm yeri haline getirilecektir. Zaten bugünden zulmünü arttırmış bulunmaktadır. Bu saldırılar daha da arttırılacaktır. Bu saldırılar karşısında Önder Apo çizgisinde Diyarbakır zindanında 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişçiliğinde somutlaşan “Zor koşullarda direnip başarmanın tarzı“ olan Kürdistan Devriminin Tarzını pratikleştirmek gerekmektedir. Zor koşullarda direnip başarmak için direnişi yükseltmek gerekmektedir. Zor koşullarda direnmek ve kazanmak Kürdistan devriminin tarzıdır. Hiç kimse Kürdistan’da kolay başarı aramamalıdır. Kürdistan’da zorluklara katlanmadan kolay başarı aramak kendini kandırmaktır. Kürdistan gerçeği ve düşmanlarını tanımadan özgürlük ve demokrasi mücadelesi verileceğini ve kazançlar elde edileceğini sanmak kendini kandırmaktır. Kürdistan’da özgür ve demokratik yaşam ancak zorluklara katlanılarak kazanılabilir. Bırakalım özgür ve demokratik yaşamı, Kürt’ün varlığını korumak bile ancak zorluklara karşı direnilerek sağlanabilir. Bu, Kürt’ün varlığın koruma ve özgürlüğünü kazanmanın kanunudur. Bu kanuna göre yaşamamak kendini ölüme yatırmaktır. Kürtler de onlarca yıldır yürüttükleri büyük mücadele ve kazandıkları birikimle kendilerini ölüme yatırmayacaktır; demokratik ve özgür yaşamı kazanacaklardır. Gün, direnme ve kazanma günüdür. 
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA  

http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nivis&id=9268

Hiç yorum yok: