2 Eylül 2014 Salı

PKK'nin Devrimci ve Atılımcı Ruhu Başta Türkiye Olmak Üzere Tüm Ortadoğu’da Demokratik Devrimi Gerçekleştirecektir


’Klasik devrimler gibi olmasa da, radikal mücadele dönemine giriyoruz. Bu yönüyle önümüzdeki dönem Ortadoğu'da bu mücadeleyi göze alanlar, mücadele yürütenler kazanacaktır. Bu en fazla da bizim için geçerlidir. Bu dönemde Ortadoğu'daki gelişmeler bize aktif mücadele etme çağrısı yapıyor. Tam da PKK’liliğin, Apoculuğun devrimcilik yapma zamanıdır.
Mustafa Karasu

1990’lı yıllarda reel sosyalizmin çözülüşü ve tek kutuplu dünya ile birlikte kapitalist modernitenin ya da neo liberalizmin “Tarihin sonu geldi” diyerek kendisini tek siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel yaşam olarak ilan etmesi gerçeği vardı. Reel sosyalizmin yıkılışından sonra kapitalist modernite böyle bir iddiada bulundu. Şöyle bir gerçeklik oldu, bu önemlidir, soğuk savaş ve reel sosyalizmin yıkılmasından sonra dünyanın bütün sorunları kapitalizmin üzerine yıkıldı. O güne kadar reel sosyalizm karşısında sosyal demokrasiyle toplumları sistem içinde tutmak isteyen bir gerçekli vardı. Reel sosyalizmin yıkılmasıyla birlikte reel sosyalizmin bütün sorunları kapitalizmin içine yığılıp sistem sorunu haline geldiği gibi, o güne kadar kapitalist modernist sistemin sosyalizmi frenlemek, toplumları, belli çevreleri kendi yanında tutmak için kullandığı sosyal demokrasi yaklaşımı da çöktü. Artık reel sosyalizme karşı böyle bir ihtiyaç da bir tarafa bırakıldı. Kapitalist emperyalist güçlerin, tekellerin birbirlerine karşı savaşı daha da keskinleştiği gibi, kapitalist modernite daha da derinleşti. Kapitalizmin tüm çirkin ve toplum karşıtı yüzü her gün daha fazla görüldü. 

Yirmi beş yıl sonra şu ortaya çıktı, tarihin sonu geliyor, ama bu sonun kapitalizm için olduğu gerçeği bulunmaktadır. Kapitalist emperyalist sistem, kapitalist modernizm insanlık için tamamen gereksiz hale gelmiştir. Gelinen aşamada kapitalist modernist sistemin insanlık dışı karakteri netleşmiştir. Ekonomik, sosyal, kültürel boyutlarıyla, yarattığı sonuçlarla nasıl bir sistem olduğu ortaya çıkmıştır. Bu da Önder Apo'nun kanserli sistem dediği, kanserojen dediği, insanlığı bitiren bir sistem olduğunu netleştirmiştir. Maddi uygarlığın bütün manevi değerleri bitirerek hiçbir manevi değeri, ölçüyü bırakmadığı bir değersizler, değersizlik toplumu, değersizlik sistemi haline geldiği netleşmiştir. Bu, insan toplumu için, insanlık için bitişi ifade eder. Örneğin en son Obama’nın IŞİD’in Musul’u işgali sonrası söylediği, IŞİD’e müdahale etseydik bundan Maliki yararlanırdı, ifadesi insanlığın bitişidir. Yani Maliki’yi güçlendirmemek için bir halkın, Êzîdîlerin yok olmasına göz yumduklarını itiraf ediyor. Bu kadar soğuk, sadece çıkarlarla bezenmiş, çıkarlardan başka bir dünyası olmayan buz gibi bir sistem, buz gibi çıkarlarla bütün insan yaşamının belirlendiği bir sistem haline gelmiştir. 


KDP'nin geri çekilmesini ve Şengal’in IŞİD tarafından işgal edilmesini meşrulaştıran yaklaşımlar da böyle bir zihniyetin sonucudur. Şu söyleniyor;  KDP devlet kuracaktı, devlet kurma çabası içindeydi, Güney’inde de Müslüman Sünni IŞİD devleti kurulacaktı, onunla kavga etmemek için geri çekilmiştir, anlamak lazım. Bu kadar alçakça bir şey olabilir mi? Oradan geri çekilme demek IŞİD’in bütün Êzîdîleri katletmesi demektir. Bunu bir çocuk bile bilir. Bu söylem açıkça kapitalizmin insanları bitirdiğinin resmidir. Kürt devleti kuracakmış, onun için KDP güçlerini Şengal’den çekmiş! Batsın öyle devlet! Êzîdî soykırımı üzerinden kurulacak devlet hiç olmasın. Böyle olabilir mi? İnsanlık ve toplum çıkarları böyle ele alınabilir mi? Alınıyor işte! Obama öyle demiştir, Kürt’ü öyle demiştir. Kapitalist sistemin nasıl bir sistem gerçeği olduğunu bu ifadeler açıkça ortaya koymaktadır. Böyle bir dünyada yaşıyoruz. Bir zamanlar Sodom’la Gomore’nin tanrının gazabına uğraması gibi, tam da şu anda kapitalist sistem tanrının gazabına uğrayacak bir sistemdir.


ABD’nin Ortadoğu müdahaleleri başarısız 


Kapitalist modernitenin dünyada ve Ortadoğu'daki sonuçları bugün tüm çıplaklığıyla gözler önündedir. 1990’larda birinci Körfez savaşı oldu, Saddam’ın kolu kanadı kırıldı. 2003’te Irak’a müdahale oldu, Irak’a kapitalist modernist sistem hakim kılınmak istendi. Hatta tasfiyecilier bunu ‘demokratik emperyalizm’ olarak ifade etmişlerdi. Irak merkezli Ortadoğu dizayn edilecekti. Ürdün, Suudi Arabistan, Katar dizayn edilecekti. Emperyalizmin müdahalesiyle Ortadoğu güllük gülistanlık demokrasi ve özgürlükler cenneti olacaktı. Şimdi öngörülenin cennet değil de cehennem olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.


Bu müdahaleye karşı Önderliğin cevabı Atina Savunmasında şöyleydi; ABD'nin müdahalesine karşı kendi demokratik özgürlükçü sistemimizi kurmak. Bugün üçüncü çizgi diyoruz ya, ayrı bir çizgi olmak, halkların çizgisi olmak! KDP'nin, YNK’nin kendi meclislerini, kendi sistemlerini halkların meclisi, sistemi göstermelerine karşı kendi alternatif sistemimizi kurmak, diyordu. Kongra Gel böyle bir alternatif sistemin meclisi olarak öngörmüştü. Bu yeni örgütsel şekillenme ve toplumsal sistemi o güne kadar PKK'nin yarattığı otuz yıllık mücadele birikiminin yeni bir sistem haline getirilmesi biçiminde tanımlıyordu. Böyle üç başlık üzerinden ABD'nin müdahalesine karşı bizim müdahale yapmamızı öngörüyordu. Atina Savunmasında bunlar net bir biçimde ifade edilmiştir. 


2003 Kongra Gel’i kapitalizmin Ortadoğu'ya müdahalesine karşı Önderliğin devrimci demokratik bir müdahalesi oluyordu. Atina Savunması ve daha sonra geliştirilen Bir Halkı Savunmak eserleri böyle bir müdahaleyi içeriyordu. Bir Halkı Savunmak adlı eseri bir yönüyle de tasfiyeciliğin önderliğin müdahalesini saptırmasına karşı bir müdahale oluyordu. Önderliğin müdahalesi sisteme ayak uydurma, sistem içileşme olarak anlaşılmıştı. Önderlik ABD'nin müdahalesine karşı kendi müdahalesini, kendi mücadele biçimini ortaya koymak isterken, bu, tasfiyecilik tarafından mücadelesizlik olarak ele alınıp saptırıldı. Mücadeleden geriye çekme, gevşeme, bir nevi sistem içileşme olarak dayatıldı. Bu temelde bilinen felaketler başımıza geldi.  Örgüt, tasfiye ile karşı karşıya kaldı.

ABD’nin Irak'a müdahale etmesi koşullarında tasfiyecilik ortaya çıktı. ABD müdahale edecek, KDP-YNK güç olacak, tasfiyeciler de onlara dayanarak örgüte müdahale edip tasfiye edeceklerdi. ABD önce Aganistan’a, daha sonra Irak’a müdahale etti. Sonuç, ABD Irak'tan çekilmek zorunda kaldı. Irak üzerinden İran’ın etkisini kıracaktı, İran ABD müdahalesinden sonra Irak’ta daha etkili olmaya başladı. Sonuç olarak ABD'nin müdahaleleri boşa çıktı. ABD müdahalelerin başarısızlığı Ortadoğu'da halkların patlaması biçiminde bir sonuç ortaya çıkardı. Arap Baharı denen olaylar, statükocu güçlerin halkların sırtında yük haline geldiği, bunların devrini bitirdiği, emperyalizmin de müdahalesinin başarısız kaldığı ortamda meydana geldi. Arap Baharı denen olay budur. Emperyalizmin, Batı’nın yönlendirmesiyle ortaya çıkmış hareketler değildirler. Bizzat toplumun dinamikleri biçiminde tarih sahnesine çıktılar. Bu hem kapitalist modenist sisteme, hem statükocu güçlere, hem de beş bin yıllık devletçi sisteme tepkiyi ifade ediyordu. Devletçi sistemin tarih sahnesine çıktığı yerde, Mısır’da ve Sümer’de toplumların artık bu devletçi sistemle yaşamak istemediklerinin ortaya konulmasıydı. Bu yönüyle Ortadoğu'da Arap Baharıyla ortaya çıkan olayların tarihsel temellerini, nedenlerini iyi değerlendirmek, iyi çözümlemek gerekiyor. Öyle günlük, güncel herhangi bir sorun nedeniyle ortaya çıkmış hareketler değildir. Binlerce yıllık devletçi sisteme karşı, devletçi sistemin çıktığı coğrafyada, devletçi sistemin var olduğu coğrafyada devletçi sisteme karşı bir ayaklanmayı, bir isyanı ve tepkiyi ifade ediyor. 


Arap Baharının gelişmesi karşısında ABD bunları yönlendirip çıkarına değerlendirmek istedi. ABD özellikle 1990’lı yıllardan sonra klasik, çok işbirlikçi, bizzat kendisinin maketi olan Kemalizm, Baas ve İran Şah’ının Beyaz Devrimi ve Tunus iktidarı gibi çok Batı taklitli, bütün yaşamı ve yönetim yaklaşımlarıyla kapitalist modernitenin bir maketi ve izdüşümü olan modellerin iflas ettiğini, Ortadoğu toplumlarında değer görmediğini, karşılık görmediğini öğrendi. Daha önce de Ortadoğu açısından farklı model arayışları bulunuyordu. Sistemin üniversiteleri, araştırma merkezleri klasik işbirlikçilerle Ortadoğu'da etkili olamayacaklarını görmüşlerdi. Zaten soğuk savaş olarak tanımlanan dönemde Sovyetler Birliği’ne karşı, sosyalizme karşı, devrimci güçlere karşı İslam’ı kullanma vardı. Ortadoğu'nun değerleriyle Sovyetler Birliği’ne karşı savaşma yöntemini kullanmıştı. Sovyetler Birliği’nin Güney'i İslam’dı. Burada bir kesim İslamcıları kendisinin işbirlikçisi ve ajanı haline getirmişti. Geçmişteki bu ilişkilerine dayanarak Ortadoğu'daki Arap Baharındaki İslami eğilimi yönlendirerek, etkileyerek işbirlikçi ılımlı İslam temelinde Ortadoğu'da yeni bir işbirlikçi düzen kurmak istedi. Bu nedenle Tunus’a destek verdi, Mısır’a destek verdi, diğer yerlere destek verdi. Libya’ya bizzat müdahale etti, yıktı. Bütün bunların temelinde kendisine bağlı işbirlikçi İslam düzeni kuracaktı. Yani Ortadoğu'yu İslam’ın içine kendi ajanlarını sokarak, kendi işbirlikçilerini sokarak ajan bir İslam’la, ajanlaştırılmış İslam’la, yönetmek istedi. 


İşbirlikçi İslam projesi çöktü 


Böyle bir proje ortaya koydu ama bu projenin etkili olamayacağını, Ortadoğu sosyolojisinin, siyasetinin ve tarihsel birikiminin öyle kendisinin düşündüğü gibi işbirlikçi bir İslam’la yönetilemeyeceğini kısa sürede anladı. İşbirlikçi İslam olarak düşündüğü çevrelerin kendisine karşı bir muhalif güç haline geldiğini, kendi sistemi açısından tehlikeli hale geldiğini gördü. Mısır’da İhvan-i Müslim’in ve Erdoğan’ın İhvan-i Müslim’le ilişkilerinin ABD'nin çıkarlarına ters düşmesi, yine Libya’da elçiliğin basılması bunu açıkça gösteriyordu. Suriye’de ortaya çıkan halk hareketlerini de kısa sürede İslamcılar yönlendirdi ve radikal İslami bir muhalefet ortaya çıktı. Böylece ABD'nin Arap Baharıyla öngördüğü işbirlikçi ılımlı İslam projesi çöktü. Özellikle de Lübnan ve İsrail’e komşu olan Suriye’de İslamcı bir iktidar istenmedi. 


1970-80’lerde Lübnan’da Hıristiyan-Müslüman çatışmasının ne kadar can kaybına neden olduğunu, ABD'nin, Fransa’nın ne kadar şiddetle müdahale ettiğini biliyoruz. Lübnan yarı Hıristiyan’dır. Lübnan’ın yanı başında böyle bir devlet görmek istemedikleri gibi,  yüz elli yıldır sistemin Ortadoğu için hazırladıkları Türkiye'nin, yani modernist Türkiye'nin Erdoğan gibi bir İslamcı iktidarla Suriye'deki bir İslamcı hareketin birleşmesi ve kendi projelerini boşa çıkartmasını kabul edemezlerdi. Yüz elli yıldır Türkiye’yi hazırlıyorlardı. ABD ve kapitalist modernist sistem kolay kolay Türkiye’yi bırakmaz. Ortadoğu'da başka bir Türkiye yok! Yüz elli yıldır hazırlanmıştır. Türkiye zaten Kürtlerin Rom dediği gibi, amiyane deyimle “Gavur”dur. Bir Suriye, Irak, Suudi Arabistan değildir. Belirli değerleriyle Batı’ya yakındır. Ortadoğu'yu fethetmek için hazırladığı Türkiye'nin kalkıp kimlik, gen ya da karakter değiştirmesi, mutasyona uğrayıp yeni bir biçim almasını kabul etmediler. İslamcı rejimlerle birleşip farklı bir karaktere bürünmesini kabul etmediler. Türkiye'nin böyle güçlerle birleşip kendi Ortadoğu projelerini boşa çıkarmasını engellemek için Suriye’de Esad rejiminin yenilmesini istemediler. Esad rejimi de Batı’nın bu tutumunu gördü ve ortaya çıkan çelişkilerden yararlanarak kendisini ayakta tuttu. Esad’ın ayakta kalma diyalektiği böyledir. 


Ortadoğu'da sistemin siyasal olarak, toplumsal olarak inisiyatifini kaybettiği, iki yüzyıllık bütün çabalarının önemli oranda boşa çıktığını söyleyebiliriz. Kuşkusuz kapitalist modernist sistem tümden başarısız oldu, Ortadoğu'ya hiç etkide bulunmadı demek yanlıştır. Her yerde biraz işbirlikçileri ve dayanakları var. Ama esas olarak kapitalist modernist sistem Ortadoğu'da başarısızdır, yenilgiye uğramıştır, kaybetmiştir. İki yüzyıllık kapitalist modernist müdahale ve kapitalist modernitenin işbirlikçisi olan ya da ona dayanarak kurulan ulus-devlet zihniyeti iflası yaşamaktadır. Son iki yüzyılda Ortadoğu'ya giren ulus-devlet zihniyeti de dağılıyor. Zaten Ortadoğu'nun başına ne getirdiyse ulus-devlet zihniyeti getirdi. Kapitalist modernite getirdi. Ortadoğu'da önceden de baskılar vardı, zulümler vardı, savaşlar vardı. Dinsel topluluklara baskılar vardı. Ancak bin yıl önce, iki bin yıl, beş bin yıl önce şu anda Ortadoğu'da yaşananlar yaşanmamıştır. Yahudilik, Hıristiyanlık, İslamiyet bu topraklarda hakim olmuştur. İlk dinler ortaya çıktığı zaman diğer dinleri etkisizleştirmek istemiş, ideolojik mücadeleler, çeşitli mücadeleler ve savaşlar, kendini etkin kılma çalışmaları olmuştur. Bu dönemde belli acılar yaşanmıştır. Ama belirli bir düzen ve sistem kurulduktan sonra her şey bazı ahlaki, toplumsal ve insani kurallar çerçevesinde seyretmiştir. İslamiyet bin beş yüz yıldır bu topraklardadır. Bin beş yüz yıldır bu coğrafyada, son yüzyıllara kadar Ortadoğu'da Hıristiyanların bu düzeyde sürüldüğü, katledildiği, farklı etnik ve dinsel toplulukların bu düzeyde katliama uğradığı başka yüzyıl yoktur.


Kapitalist modernist sistem bir soykırım sistemidir 


Yüz yıl önce burada Hıristiyanlar toplu ve güçlü biçimde yaşıyorlardı. Güney Kürdistan, Hakkari, Mardin, İran’ın sınırları ve Qamişlo’da Asuri Süryaniler doludur. Öyle ki, 19. yüzyılda batıdan gelen milliyetçi rüzgarların etkisiyle devlet kurma girişimleri bile olmuştur. Ermeniler Kürdistan'da neredeyse yarı yarıya yaşıyorlarmış. Yani farklı etnik ve dinsel topluluklar bu coğrafyada yan yana, hatta iç içe yaşıyorlardı. Ne zamanki kapitalist modernite gelmiş, bu topraklarda etnik ve dinsel soykırım başlamıştır. Bunu böyle görmek gerekiyor. Kapitalist modernitenin ne olduğunu anlamak açısından bu gerçeği öğrenmek önemlidir. Kapitalist modernite ne kadar güzel bir sistem, insanlığa neler neler getirdi denilerek yutturulmaya çalışılıyor. Kapitalist modernist sistem bir soykırım sistemidir. Ulus-devlet karakterinden sonra tamamen bir soykırım sistemi olmuştur. 


1648 Westwalya Antlaşması’yla ulus-devletlerin birbirlerini kabulüyle bugünkü Birleşmiş Milletler gibi ulus-devletlere dayalı bir sistemin kuruluşu, ulus-devletin statü haline gelmesi, meşrulaşması, yükselen bir değer haline gelmesi ve kendisini kabul ettirmesinden sonra yaşanan sadece Ortadoğu'da değil, bütün dünyada soykırımdır. Bunu bilmek lazım. Kapitalist modernitenin Ortadoğu'ya girmesiyle birlikte Kürtler için de başlayan budur. Kürtler yüz elli yıl önce bu topraklarda egemen değiller, devlet değiller ama kendi kendilerini yönetir, yaşatır durumdadırlar. Devlet dışı toplumdur. Bu gerçeklik bugün Kürtlerin avantajı haline gelmiş bir durumdur. Devlet dışı toplum olmak, eski çağlarda  bir yönüyle de özgür ve demokratik yaşama daha yakın olmaktır. Çünkü geçmiş dönemde, feodal dönem ve diğer dönemlerde kültürel soykırım yoktı. Hegemonik zihniyet devlet kurma üzerinedir. Toplumlar üzerinde hegemon olayım, beyinler üzerinde, bireyler üzerinde hegemon olayım anlayışı yoktur. Alan üzerinde, o coğrafya üzerinde hegemon olayım, benim siyasi egemenliğimi kabul etsin, tamamdır, anlayışı hakimdir. Bu hakimiyet kabul edildikten sonra nasıl yaşıyor, nasıl yiyor, nasıl içiyor fazla karışılmıyor. Kuşkusuz hiç karışmıyor değiller, ama esas olarak karışılmıyor. Kapitalizm ise insanların beynine, tek tek hücrelerine kadar nüfuz etmek istiyor. Kapitalizm öncesi böyle bir şey yoktur. Köye, kasabaya nüfuz etmek yoktur. Kendi siyasal egemenliğini kabul etsin yeter. Kürt tarihinde hep söylenir ya, Osmanlı Batı karşısında sıkışınca o zaman vergi ve savaş dönemlerinde zorunlu askerlik düzeni kurmaya yöneliyor. Önceden hiç karışmıyor. Kendi kendini yönetmesine karışmıyor. 


Kapitalist modernitenin dünyada geldiği durum, özellikle tüketim toplumuyla daha da derinleştirdiği özellik bütün bireye hükmeden, insanın günlük yaşamına hükmeden, yönlendiren bir hegemonik sistemdir. İnsan iradesini kıran, toplumları dağıtan bir sistemdir. Toplum kırım diyoruz ya, kapitalizm eşittir toplum kırımdır, insan kırımdır. Bütün kırımların sistemidir. Bu açıdan kapitalizmi doğru anlamak, onun Ortadoğu'ya yansımalarını doğru değerlendirmek gerekir. Önderlik kapitalizmin Ortadoğu'ya yaklaşımlarını, AİHM savunmalarında da, Ortadoğu savunmasında da, birçok savunmasında da kapsamlı bir biçimde anlatıyor. Nasıl sonuçlar yarattığını kapsamlı biçimde irdeliyor. Kapitalizmin Ortadoğu'ya girişinin sonuçlarını şimdi en ağır biçimde yaşıyoruz. Önderlik en son mektubunda El Kaide’yi değerlendirdi, IŞİD’i değerlendirdi, bunlar dedi kapitalist modernitenin gübreliğinde yetişen sapkın hareketlerdir, dedi. Yani kapitalist modernitenin yarattığı bir şeydir. El Kaide ve IŞİD, Ortadoğu gerçeğinin yarattığı bir olay değildir, kapitalist modernite yaratmıştır. Bir nevi kapitalist modernitenin siyasal, sosyal yaşam tarzı ve kültürü öyle bir doğum yaratmıştır. İnsanlarda ucube doğumlar olur ya, IŞİD ve El Kaide de öyle bir şeydir. Kapitalist modernitenin Ortadoğu'daki iki yüzyıllık gübreliğinde ortaya çıkan durumdur. 


ABD ajan İslam üzerinden Ortadoğu'yu hakimiyet altına almak istiyor 


IŞİD'in kontrol ettiği alanlar

IŞİD'in devlet (İD) sınırları olarak ilan ettiği alanlar
ABD işbirlikçi İslam yaratıyorum derken böyle bir gerçeklik ortaya çıktı. kapitalist modernizmin el attığı bir yerde çıkacak İslam da böyle olur. ABD gelinen aşamada şu politikaya varmıştır; Ortadoğu'nun direndiğini ve bizim de bir alternatif olarak çıktığımızı görmüştür halkların büyük tepkisini de görmüştür. Halklar çok öfkelidir. Eğer etkili bir siyaset yürütülürse, kapitalist modernite süpürülüp atılacaktır. ABD kendisine yönelik böyle bir gücün ortaya çıkacağını görerek IŞİD gibi çeteleri kullanmak istemiştir. Böylece Ortadoğu'daki demokrasi ve özgürlük potansiyeli dağıtılacak, IŞİD gibi İslam’ı kullanarak gelişen güçleri de böyle bir savaş içinde tutarak kendisi için tehlike olmaktan çıkaracaktır. Önderlik, Osmanlı İmparatorluğu İslamiyet’in enerjisini alarak ta Avrupa’ya kadar gitmişti, diyor. Şimdi de Ortadoğu halkları çok öfkelidir, bir öfke patlaması yaşanıyor. Bunu IŞİD ve başka çevreler kullanmak istiyor. Öte yandan halkların özgürlük ve demokrasi eğilimi Rojava gerçeğinde olduğu gibi güçleniyor. İran ve Türkiye böyle bir ortamda kendilerini etkin kılarak sistemi zorlamak istiyor. ABD böyle bir ortamda böl, parçala, yönet politikasıyla bütün güçleri zayıflatma stratejisine yönelmiştir. Bütün güçleri zayıflatmak ve en sonunda üzerinde hakimiyet kurmak istiyor. İslamcı güçleri de zayıflatacak, herkesi zayıflatacak, herkesi kendisine muhtaç edip Ortadoğu'yu kendisine muhtaç hale getirecek. 


Hala da Ortadoğu'yu teslim alma stratejisi esas olarak işbirlikçi ajan İslam üzerine kuruludur. Onun örnek modeli Fetullahçılardır. Şu anda ABD'nin üzerinde çalıştığı proje Fetullahçılar projesidir. Fetullahçı modeli bütün Ortadoğu'da hakim kılmak istiyor. Şu anda AKP biraz üzerine gidiyor ama AKP içinde de böyle bir modele yatkın kesim var. Türkiye yarı Ortadoğu, yarı Avrupa gibi bir yerdir. Bu açıdan ajan İslam üzerinden Ortadoğu'yu hakimiyet altına almada en uygun ülke Türkiye’dir. İlk önce böl, parçala, yönetle Ortadoğu halklarının iradesini kıracak, sonra da Fetullahçılar gibi -tabii Türkiye'de Fetullahçılar olur, Mısır’da başka bir şey olur, Suriye’de başka bir şey olur- bir ajan İslam’la Ortadoğu fethedilecektir. Şu anda ABD'nin Ortadoğu'daki politikası budur. Herkesin iradesini kırıp, zayıflatıp sonunda yerel fetullahçılarla bölgeye hakim olmak istiyor. Ama mevcut statükocuların ya da kapitalizmin gübreliğinde yetişen IŞİD ya da başka güçlerin gelişme şansı ve geleceği yoktur. Onlar boşluktan yararlanmıştır. Boşluktan yararlanan güçlerdir. Onların bölgeye bir proje, bir sistem, özgür ve demokratik yaşam sunma imkanı yoktur.

Kapitalist modernitenin de Ortadoğu için sunacağı yeni bir yaşam modeli yoktur. Kapitalist modernitenin işbirlikçi İslam projesi tutmaz. Çünkü Ortadoğu manevi uygarlık dünyasıdır, Avrupa ve ABD ise maddi uygarlık dünyasıdır. Manevi uygarlığın gücü maddi uygarlığın gücünden her zaman yüksektir. Yunanlı bir filozof, türkülerin gücü kanunların gücünden her zaman daha fazladır, demiş. Önderlik sanata metafiziktir, dedi. Manevi uygarlığın gücü maddi uygarlıktan yüksektir. Diğeri günlük yaşamdır. Manevi uygarlık ise tarihsel kökleri derinlere salan bir uygarlıktır, bir yaşama biçimidir, bir duygu ve düşünce biçimidir. Bu açıdan kapitalist modernist sistemin işbirlikçi ajanla, şununla bununla Ortadoğu'da hakim olması mümkün değildir. Bu çabalar nafiledir. Bu bakımdan tek seçenek, tek çözüm Önder Apo'nun kadın özgürlükçü, demokratik, ekolojik toplum paradigmasıdır. Önder Apo'nun bu manevi uygarlığı çok iyi anlayan, dervişler, bilgeler, peygamberlik geleneği denen, Ortadoğu'nun bütün manevi dünyasını çok iyi anlayan ve çok iyi kavrayan, bu temelde Ortadoğu'daki manevi uygarlıkla insanlığın bütün dünyada biriktirdiği diğer değerlerin hepsinin sentezini yaparak ortaya koyduğu demokratik uygarlığın bugünkü somut ifadesi olan demokratik modernite projesi dışında Ortadoğu'da farklı bir seçeneğin gerçekleşmesi mümkün değildir. Önderliğin tezi, demokratik modernite sistemi manevi uygarlığın bugün güncelleşmiş biçimidir. Artık anlamı kalmayan dogmatik yanları ve belli gerilikleri atarak oluşturulan demokratik modernite tezi, halkların tek seçeneği haline gelmiştir. Bu açıdan önümüzdeki dönemde kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite çizgimiz, demokratik uygarlık çizgimiz büyük bir mücadele içine girecektir.


Devrimci mücadele çağına giriyoruz 


Önümüzdeki dönem büyük bir mücadele dönemidir. Bir yandan kapitalist modernitenin gerici işbirlikçi güçleriyle, diğer yandan IŞİD ve El Kaide gibi çevrelerin İslam maskeli kapitalist modernist karakteriyle bizim aramızdaki mücadele keskinleşecektir. Önümüzdeki dönem bizim açımızdan devrimci mücadelenin geliştiği bir dönem olacaktır. Böyle bir döneme giriyoruz. Bugün dünya ve Ortadoğu devrimler çağını yaşıyor. 1850’ler devrimler ve köylü isyanları çağıydı, 20. yüzyılda bir dönem böyle bir hava esti. Şimdi ise Ortadoğu'dan başlamak üzere gerçek anlamda bir devrimler çağına giriyoruz. Bir devrimci mücadele çağına giriyoruz. Kapitalist modernitenin krize soktuğu Ortadoğu'da IŞİD’in müdahaleleri krizi daha da derinleştirmiş, amiyane deyimle tam bir devrimci durum ortaya çıkarmıştır. Tabii bu devrimin modeli, yöntemi, tarzı farklıdır. Yeni koşullara ve yaklaşımlara göre olacaktır. Klasik devrimler gibi olmasa da, gerçek manada radikal mücadele dönemine giriyoruz. 


Bu yönüyle önümüzdeki dönemde Ortadoğu'da bu mücadeleyi göze alanlar, mücadele yürütenler kazanacaktır. Bu en fazla da bizim için geçerlidir. Bu dönemde Ortadoğu'daki gelişmeler bize aktif mücadele etme çağrısı yapıyor. Tam da PKK’liliğin, Apoculuğun devrimcilik yapma zamanıdır. Devrimciliğimizi yeniden ayaklandırma, yeniden etkili kılma zamanıdır. Ortadoğu'nun koşulları kesinlikle böyle yaklaştığımız zaman kazanacağımızı ifade ediyor. Bunun böyle altını çizmek gerekiyor. Pasif davranmak, inisiyatifsiz davranmak, seyretmek, izlemek, tereddütlü olmak kesinlikle kaybetmeyi getirir. Böyle bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemde bu tarzla mücadele edenler ve aktif olanlar kazanacaktır. Önder Apo'nun zaten bize öfkesi de bundandır. Önder Apo'nun mektubunda dediği şudur; irade ve yaratıcılık zayıflığı vardır. Yüz bin kişilik gücünüz var, yüzde birini bile kullanmadınız, diyor. Yani mücadeleyi yürütme iradeniz yok. Nerede, nasıl adım atmanız gerektiği konusunda iradeniz yok. Yaratıcılıkla yerinde gereken adımı atıp mücadeleyi geliştirme iradeniz yok, diyor. Bunu mektubunda özellikle vurguluyor. Gerçekten de öyledir. Önderliğin tespitleri isabetlidir. Cezaevindeki tecrit koşullarından dışarıdaki bu gerçekleri görmek gerçekten de şaşırtıcıdır. Geçen dönemde biz hareket olarak bu iradeyi gösteremedik. Gösterseydik Türkiye'de de Ortadoğu'da da daha büyük kazanacaktık. 


Ancak fırsat hala kaçmış değildir. Ortadoğu'daki devrimci durum daha da derinleşmiştir. Türkiye'de Kürt sorununu çözme ve Türkiye'yi demokratikleştirme imkanları daha da artmıştır. Devrimci durum vardı, kriz vardı, IŞİD gelmiş, bunu daha da derinleştirmiştir. Aslında IŞİD bazı konularda katalizör görevi görmüştür. Hegel’in meşhur kitabı Faust’unda mepisto var. O, bütün gelişmelerin dinamiğini yaratıyor, yani kışkırtan, gelişmeleri sonuca ulaştıran, büyük gelişmeleri ve devrimleri ortaya çıkartan işlev görüyor. 


Şimdi IŞİD de bu rolü oynuyor, oynamıştır. Mecburen oynamıştır. Kaos var, kriz var. ABD de bu kaosu kendi lehine çevirmek için bu gücü kullanmak istemiştir. Çünkü kendisi Ortadoğu'yu dizayn edemedi.  IŞİD eliyle Ortadoğu'yu kendi çıkarlarına uygun konuma getirmek istemiştir. Ama ABD'nin, Batı’nın IŞİD’i kullanması da ters tepmiştir. Ona göre Irak’ta bir Sünni devleti kurulacak, bir Şii devleti kurulacak, hatta Suriye üçe bölünecekti. IŞİD eliyle böl, parçala, yönet stratejisini hayata geçirip Ortadoğu'ya hakim olacaktı. Ama ne oldu? Ters tepti. Ondan da sonuç alamadı, şimdi onun da başına bela olmuş. En son Amerikalı bir gazetecinin kafasını kesmişler. IŞİD’in eylemleri Ortadoğu'yu daha da karıştıracak; bazı gerçeklerin daha berrak biçimde gözler önüne serilmesini sağlayacak. Nitekim IŞİD’in hamleleri ve uygulamaları bizim mücadele meşruiyetimizi daha da geliştirdi. Geçmişte bizi dünyaya neredeyse lanetli gösterenler, şimdi PKK'ye farklı bakmaya başlamışlardır. Bu ortamda gelişen mücadelemizin meşruiyetiyle yaratılan tüm olumsuzlukları kıracağız. İnsanlık vicdanının da, demokratik ilerici insanlığın, vicdanlı insanlığın değerlerini de arkamıza alacağız, Ortadoğu'da devrimci mücadeleyi geliştireceğiz. PKK'nin, hareketimizin böyle bir mücadeleyi geliştirme gücü vardır. 


Mevcut durumda IŞİD’e karşı mücadeleyi geliştirmek hem zorunlu hale gelmiştir, hem de devrimimizi yaygınlaştırmak ve derinleştirmek için bu gereklidir. Kuşkusuz doğru yaklaşımla, doğru yöntemle ve doğru savaş tarzıyla. Savaş tarzımızda hala yanlışlıklar var. Büyük bir deneyim sahibi olduğumuz gerilla savaş tarzını daha etkili kullansak IŞİD karşımızda tutunamaz, kaçıp gider. Sadece cephe tutmakla ve cepheyi savunmakla IŞİD’e karşı başarı elde edilemez. Böyle bir savaş tarzı IŞİD’in tekniğine de, savaş tarzına da uygundur. Dolayısıyla bu tarzı aşıp gerilla gücümüzü en etkili biçimde kullanmalıyız. Kuşkusuz hatları tutacağız, belirli hatları bırakmayacağız; ama böyle bir hat ve cephe oluştuktan sonra da gerillayı etkili biçimde kullanacağız. Sağından, solundan, önünden, arkasından gerillayı etkili bir biçimde kullanarak vuracak, yıpratacak, ondan sonra da üzerine gidip bulunduğu alanlardan söküp atacaksın. Böyle bir savaş tarzı karşısında IŞİD dayanamaz. Ancak şimdi bu yetersiz uygulanıyor. Hiç yıpratmadan, gerilla taktiklerini kullanmadan, sadece cepheden savaşla IŞİD mevzilerini düşürmek tabii ki zor olur. Çünkü tekniği böyle bir durumda onu ayakta tutuyor. Ama belirttiğimiz tarzda savaşılırsa kesinlikle bizim savaş tarzımızın önünde duramazlar. Biz artık savaş toplumu haline gelmişiz, savaş kültürümüz var. Bu savaş kültürü dünyada başka bir toplumda ve güçte yoktur. IŞİD toplama güçtür. Savaş kültürümüzü, tarzımızı, vurucu karakterimizi iyi kullanıldığımızda kesin sonuç alırız. Bizdeki moral güç ve ideolojik güç de onları süpürüp atar. 


Kürtler savaşçı bir topluluktur. Bin yıllar önce de böyledir, yüz yıllar önce de böyledir. Geçen yüzyılda fiziki ve kültürel soykırımla Kürtlerin bu karakteri ortadan kaldırılmak istenmişse de, kırk yıllık mücadelemizle Kürtlerin tarihte var olan bu savaşçı karakterini güçlü bir biçimde açığa çıkarmış bulunuyoruz. Kürt savaşçılığından söz edilirken İskender ve orduları döndüğünde Kürtlerin onları nasıl perişan ettiği yazılır. Kürtler gerçekten savaşçıdır. Önderlik defalarca kırk bin dağlı Kürt silahlanırsa ne yapacaksınız, dedi. Bu yönüyle biz Ortadoğu'nun krizi, çıkmazı ortamında bu devrimci durum ortamında PKK'nin savaş tarzıyla, ideolojisiyle müdahale ettiğimiz zaman Ortadoğu'da devrimci rolümüzü etkili biçimde oynarız. Onun için olaylara çok dar yaklaşmamak lazım. Sorun sadece Kobanê ve Şengal’de yürütülecek bir direniş değildir. Direnişi bazı alanlarla sınırlandırarak ne Ortadoğu'nun ne Rojava’nın ne Güney’in ne de Kürdistan'ın diğer parçalarının ihtiyaçlarına cevap verebiliriz. Mücadeleyi çok geniş bir cephede, geniş ittifaklarla yürütebilmeliyiz. Buna cesaret edebilmeliyiz. Kürtler bunu yaparsa zaten özgürlüğü hak ederler, yoksa hak etmezler. 


Her türlü saldırı ve savaşa hazır olmalıyız 


İsrail’in iki temel stratejisi var. Birincisi, bütün komşu Arap ve İslam devletlerinin içini karıştırmak, zayıflatmak, onların zayıflığı ve karışıklığı içinde kendi hakimiyetini sürdürmektir. İkincisi ise dört cephede savaşma stratejisidir. Türklerin iki buçuk cephede savaşma stratejisi olduğu söylenir. İsrail ise gerekirse on cephede savaşacak biçimde kendisini örgütlemiştir. Sadece Suriye cephesinde, Mısır ya da Ürdün cephesinde değil, gerekirse Türkiye de, Irak da, İran da dahil her cephede savaşma stratejisi vardır. Başka türlü ayakta kalamayacağı düşüncesindedir. Hepsi birleşir, üzerime gelir, beni ezer, anlayışına sahiptir. O zaman benim savaş stratejim de hepsi üzerime gelse de hepsini yenilgiye uğratma üzerine kurulmalıdır, diyor. Zaten 1967-71’de bütün Araplar birleşti, hepsini kaç günde dağıttı ve yenilgiye uğrattı. Bu, gerçekten de bir organize savaş stratejisidir. Biz İsrail’in bu politikalarını ve uyguladıkları bu savaş stratejisini doğru bulmuyoruz. Yanlış bir politik zihniyetin ürünüdür. Ancak Kürdistan gerçeği ve bugünkü Ortadoğu durumu dikkate alındığında Kürtlerin her cephede savaşacak bir biçimde kendini örgütlemeleri, böyle bir motivasyon içinde bulunmaları şarttır. Gerekirse birçok cephede savaşmasını bilmelidirler. Bundan kaçınmamalıdırlar. Kuşkusuz bunu derken böyle olsun demiyoruz. Ama ya özgürlük ya kölelik dayatıldığı zaman her güçle savaşacak konumda ve hazırlıkta olabilmeliyiz. Bunu yapabiliriz. Böyle bir sürece giriyoruz. Zaten Rojava’da savaşıyoruz, Kuzey’de savaşıyoruz, IŞİD’le hem Rojava’da hem Başur’da savaşıyoruz. Önderlik, İran Kürtlerin haklarını tanımaz ve idamları sürdürürse onlara karşı da mücadeleyi geliştirin, demiştir. KDP de zaman zaman gerilim yaratmaktadır. Tutumuyla, davranışıyla tehditlerde bulunmaktadır. Bu gerçeklik, bizim hareket olarak her türlü saldırıya ve savaşa hazır olmamız gerektiğini gösteriyor.

Bu düzeyde ve kapsamda bir savaş yürütme kapasitesine ulaşmamız gerekiyor. Yapabilir miyiz, yaparız. Niye? PKK'nin çıkış koşullarında bu var zaten. PKK ortaya çıkarken koşulları o kadar zordu ki, zorun zoruydu.  O koşullarda ortaya çıkan PKK, bu koşullarda on güçle de savaşabilir. Öyle koşullarda ortaya çıktı, öyle koşullarda bu güne geldi. Bu açıdan Ortadoğu'daki mevcut devrimci durum ve bu devrimci duruma yaklaşım gerçekten devrimci olmalıdır. Öyle yaklaşmalıyız. Bu bakımdan dar, Türkiye'ye ya da Rojava’ya sınırlayan bir yaklaşımdan çıkıp bütün Ortadoğu halklarını özgürleştirecek, demokratikleştirecek, devrimi gerçekleştirecek bir strateji, bir yaklaşım içinde olmamız lazım. Kesinlikle işbirlikçilikle, dar milliyetçilikle Kürtler hiçbir şey elde edemezler, kaybederler. Kürtlerde milliyetçi yaklaşım kaybetmektir. Çünkü milliyetçilik dar düşünür, ufuksuz düşünür, Ortadoğu'yu ve dünyayı kavrayamaz, mücadele edemez. Onun için de her zaman bir ‘dayım’ olsun der, ABD ya da şuna dayanayım, kazanayım der. Bugün var, ama yarın olmayabilir. Bunun güvencesi yoktur. Bu yönüyle bizim mücadele stratejimiz Ortadoğu'da bütün ülkeleri demokratikleştirme stratejisi olmalıdır. Demokratik devrimin bütün ülkelerde gerçekleşmesine öncülük etmek, bu kondu rol oynamak görevimiz vardır. Türkiye'de de, Suriye'de de, İran'da da, Irak'ta da bu yönlü rol oynama yaklaşımı olmalıdır. Bize ne Türkiye'den, bize ne Irak'tan, bize ne Suriye'den, bize ne İran'dan dememeliyiz. Derse Kürt kaybeder. Kürt’ü özgürleştirmek için Irak’la, Suriye’yle, Türkiye’yle, İran’la ilgileneceğiz. Diğeri yanlış yaklaşımdır; Kürdün kaybetme yaklaşımıdır. Türkiye'nin demokratikleşmesiyle ilgilenmeyen Kürt kaybetmiştir. İran’ın, Irak’ın, Suriye’nin demokratikleşmesiyle ilgilenmeyen Kürt kaybetmiş Kürt’tür. Bu açıdan geniş ufuklu bakmak, bütün alanlarda demokratik devrimi geliştirici bir yaklaşım içinde olmak Kürdün özgürlük diyalektiği ve kanunu olarak görülmelidir.

Durumun daha iyi kavranması için burada bir konuyu bir daha vurgulamak istiyorum. Eskiden faşistler, tüm İslamcılar sosyalizmi Yahudiler icat etmişlerdir, Yahudiler sosyalizmi icat ederek milletlerin dini hasetlerini yok ederek kendilerine bölgede ve dünyada yaşam alanı açmışlardır, biçiminde değerlendirmelerde bulunurlardı. Onlara göre Yahudiler bölgede hakim olmak için, bütün ülkelere hakim olmak için sosyalizmi icat etmişlerdir, böylelikle milliyetçilik törpülenecek, din törpülenecektir. Sosyalizm dinin, milliyetçiliğin törpülenmesi olduğundan Yahudiler rahatlıkla Rusya’da, Avrupa’da, dünyada hakim olacaklardır. Onun için sosyalizme Yahudilerin dünyaya hakim olma ideolojisidir derler ve böyle tanımlarlardı. Tabii Yahudiler bunu bilinçli yapmamışlardır. Sosyalizmi icat edelim, dünyaya hakim olalım gibi bir anlayışla hareket etmemişlerdir. Ezildikleri için, bir de kültürel derinlikleri olduğu için vicdanı olarak sosyalizme yönelme eğilimleri güçlenmiştir. Ama Kürtler hem ideolojik olarak, hem stratejik olarak bilinçli bir biçimde Ortadoğu'nun demokratikleşmesinin temel hedefi almalıdırlar. Demokratik paradigmayla bütün Arap, Türk, Fars, Kürt milliyetçiliğinin, gericiliğinin damarlarını söküp atmak, böylelikle tüm Ortadoğu'yu demokratikleştirerek kendilerini güvence altına almalıdırlar. Kuşkusuz bunun için Kürtleri ilik önce kendilerini demokratik bir sisteme kavuşturmalıdırlar. Yani Kürtlerin Ortadoğu'da bilinçli demokratikleşme stratejisi olmalı. Eğer Ortadoğu demokratikleşirse o zaman Kürtler özgür ve demokratik yaşayabilir. Çünkü demokratikleşmiş toplumlar farklı kimlikler ve kültürlerle yan yana yaşayabilirler. Biz böyle bir Ortadoğu yaratırsak bu aynı zamanda Kürtlerin özgürlüğü ve demokratik yaşam mücadelesidir. 


Bu gerçekleşmeden Arap, Türk, Fars milliyetçiliği her zaman tehlikelidir. Hepsi bir gün birleşir yine Kürtleri boğarlar. O bakımdan Önder Apo'nun demokratik devrim anlayışını, Ortadoğu'da bütün ülkelerin demokratikleşmesi anlayışını hem  ideolojinin gereği olarak, hem de gerçekten  sadece Kürtlerle ilgili olsa bile doğru ve gerekli olan bir çizgi olarak görmek lazım. Hele hele özellikle bugün kapitalist modernitenin iflas ettiği, statükocu devletçi ulus-devletlerin halklar tarafından kabul edilmediği, IŞİD gibi gerici güçlerin ortaya çıktığı bir coğrafyada demokratik devrim bayrağını, radikal demokrasi bayrağını, demokratik sosyalizm bayrağını alarak mücadele etmek kesinlikle bize kazandıracaktır. Belki de tarihte Kürtlerin önüne böyle bir fırsat çıkmamıştır. İlk defa Kürtlerin önüne hem kendilerini özgürleştirme hem de Ortadoğu'da yükselişe geçme zamanı gelmiştir.  Fırsatıdır. Eğer bu gücü ve iradeyi gösterebilirsek, gerçekten bu ufukla yaklaşırsak Kürtlerin Ortadoğu'da kurtuluşu ve özgürlüğü olacaktır. Kürtler Ortadoğu'nun yükselen halkı olarak sadece Ortadoğu açısından değil, dünya açısından da tarihe geçecek devrimci demokratik bir rol oynayacaklardır. Kuşkusuz IŞİD’in yaşattıkları, Rojava’da yaşananlar, Şengal’deki trajedi çok acı bir durumdu. Böyle bir durumda da “her işte bir hayır var” deyip bu durumdan da hayır çıkarmak gerekir. Êzîdîlerin çektiği bu acıya da saygının gereği böyle devrimci ve mücadeleci yaklaşım göstermek gereklidir. Bunu Güney’de de, Rojava’da da, her yerde de göstermemiz lazım. Özellikle IŞİD gericiliğine karşı mücadele, doğru yaklaşırsak, bizi hiç olmadığı kadar büyük zaferlere taşıyacaktır. Eğer doğru yaklaşırsak, IŞİD gericiliğine karşı mücadele tüm parçalarda Kürt halkının özgürlüğünü ve zaferini ortaya çıkacaktır.


Bir yönüyle IŞİD belası önümüze çıkmış bir fırsattır. Böylelikle bütün Ortadoğu ve dünya halklarını yanımıza alma, kendi ideolojimizi ve paradigmamızı daha iyi anlatma zemini doğdu. Kaosu ve krizi derinleştirerek, Ortadoğu'yu halklar açısından yaşanılamaz hale getirerek çizgimizin netliğini ve açıklığını ortaya koymuştur. Onun için herkes iki güç yükseliyor diyor. Yani IŞİD ile PKK! IŞİD’in yükselişi yoktur, o bir habistir, urdur, hastalıktır. O hastalığa da çare bizim çizgimizdir. Bu açıdan Ortadoğu'da devrimci çizgimizi pratikleştirecek bir süreçten geçiyoruz. Süreci böyle ele alırsak Rojava'da da demokratik Suriye'yi rahatlıkla kurabiliriz. Uluslararası güçler de engel olmaz. Artık öyle bir noktaya geldik ki, Rojava’da bizim projemiz güçlenecek. ÖSO bile şimdi bizim yanımıza gelecek. Devlet güçleri bile bizim yanımıza gelecek. Alevileri kim kurtaracak? Alevileri kurtaracak olan, Suriye'de radikal demokrasi güçleridir. Başka türlü Alevilerin kurtuluşu yoktur. Aleviler eskisi gibi bir siyasi yaklaşımla varlıklarını sürdüremezler. Artık eski Suriye'yi yaratmaları mümkün değildir. Demokratik Suriye olmazsa IŞİD hakim olsa Şengal’de yapılan onlara da yapılır. Bu bakımdan herkesi kendi çizgimize getirme imkanımız var. Böyle bir demokratik Suriye'yi kurabiliriz.


Şengal, Maxmur direnişi olmasaydı, Hewlêr’i boşaltacaklardı 


Gelinen aşamada KDP'nin Rojava politikası da boşa çıkmıştır. Çünkü devrim kendisini kabul ettirmiş ve meşrulaşmıştır. KDP'nin Rojava halkını kurtarıcı pozisyona girme hesabı da çökmüştür. Özellikle Kobanê direnişiyle ve Şengal’e müdahale etmesiyle Rojava Devrimi uluslararası alanda meşrulaşmıştır. Türkiye ilk başta girip müdahale edebilirdi ama artık giremez. Artık o momenti kaybetti. Rojava devrimi kendisini Türkiye'ye de kabul ettirecek durumdadır. IŞİD Rojava devrimini yenecekti, KDP de bundan yararlanıp bir kurtarıcı olarak Türkiye ile birlikte Rojava’yı işgal edecekti. IŞİD Şengal’e saldırmadan önce Barzani Rojava sınırına gitti, Rojava durumu geçicidir, hazırlanın Rojava’yı da savunacaksınız, dedi. Yani, Rojava Devrimi yenilecek, bize fırsat doğacak, biz gidip orayı da işgal edeceğiz, orayı da ele geçireceğiz hesabını dışa vurdu. Ancak IŞİD’in Şengal’e yönelmesiyle peşmergenin kaçmasından sonra KDP'nin Rojava Devrimini sarsacak bir etkisi kalmamıştır. 


Şengal işgali ve buna karşı gösterilen direniş çok önemlidir. Bu olayın hepimiz açısından, Kürtler açısından değerlendirilmesi ve daha fazla işlenmesi lazım. Belki ilk günlerde KDP'yi fazla sıkıştırmamak için çok gündemleştirmedik, ama uygun biçimde işlemeye devam etmek lazım. Şengal olayı çok önemli derslerle doludur. Diyorlar bilinçli bırakmışlar. Bilinçli de bırakmış olabilirler, direnmemiş de olabilirler. Bilinçli bırakmasalardı da  direnemezlerdi. Hewlêr bırakılmıştı, yarısı göçmüştü. Eğer Şengal direnişimiz olmasaydı, Maxmur’a müdahale etmeseydik Hewlêr’in hepsi boşalacaktı. 


Şengal’deki KDP tutumu kabul edilemezdir. Biz daha önce uyardık ama bize izin vermediler. Dediler ki bizim sorumluluğumuzdadır, sonradan da bırakıp gittiler. Orayı bırakmak demek Êzîdîleri IŞİD’in kılıcı altına sokmak demektir. Êzîdî katliamına bile bile göz yummak demektir. Oradaki katliamdan KDP bizzat sorumludur. Biz de geç müdahale ettik. Böyle bir saldırıyı hissettiğimiz için önceden Şengal’e müdahale etme planlarımız vardı. Ama bu karar ve planlama daha pratiğe geçmeden böyle bir işgalle karşılaştık. Ama yine de erkenden müdahale ettik ve yüz binlerce insan kurtarıldı. Eğer Rabia erkenden alınmasaydı, erkenden müdahale edilmeseydi Êzîdîler tam bir soykırımla karşılaşacaklardı. Bunu önledik. Êzîdîler de herkes de bunu biliyor. Êzîdîleri bir katliamdan kurtardık. KDP kaçtı ve biz Şengal’e girdik. İlginç bir durumdur. Şengal’den kaç, Maxmur ve daha sonra Hewlêr’den kaç, ABD geldiğinde yine yiğitlik yap! ABD'nin desteğiyle Musul barajını aldılar. Kuşkusuz bu iyi bir gelişmedir. Ancak tüm yaşananlar peşmergenin direnme karakterinin kalmadığını ortaya koymuştur.  Hewlêr’in kısa sürede boşaltılması, toplumun, peşmergenin direneceğine inancının kalmadığını da ortaya koymuştur. Gerçekten de Şengal ve Maxmur’daki direniş olmasaydı Hewlêr tümden boşalacaktı. Malı mülkü olanlar, önceden İstanbul’da yer hazırlayanlar da kaçışa hazırlanmışlardı.

Buradan şöyle bir sonuç çıkartmak lazım. Kapitalist modernite Güney toplumunu bitirmiştir, değersizlik toplumunu yaratmıştır. Değer kalmamıştır. Hewlêr’de ve birçok yerde değersizlik toplumu vardır. Gidin halk ne düşünüyor, duyguları nedir, gençliğin duyguları nedir? Hepsinin duygusu bir araba, bir ev almak, bir bilgisayar almak, varsa yenisini almak, bunlar da yetmez siyahi ya da Bangladeşli bir de köle almak! Güney’de değer bunlar olmuş. Derler ya, tam değersizlik toplumudur. Hiçbir manevi değer yoktur. İşte Güney Kürdistan petrol dolarlarla bu hale getirilmiştir. Gidin oradaki gençlerle tartışın, hiçbirisinin manevi değeri yoktur. Hiçbir duygusu yoktur.  Hepsinin duygusu biraz daha fazla tüketim nesnesi elde etme üzerinedir. Tüketen varlıklar haline gelmişlerdir. Böyle bir çökmüşlük, çürümüşlük var ortada, onun için kaçıyorlar.  Durdurulmaz da saldırılar devam etseydi hepsi giderdi. Bu bile kapitalist modernitenin Güney toplumunu nasıl değersizleştirdiğini ortaya koymaktadır. Kapitalist modernite kültürü, değerler toplumu ve manevi uygarlığın merkezi olan Kürdü bile tüketmiştir. Hewlêr gerçeğinde bu durumlar rahatlıkla görülebilir. Peşmergeler de onun için kaçıyordu. Çünkü kapitalist modernite kültürü ortamında onlar için de önemli olan manevi değerler ve ülke değildir. Tek değer, maddiyattır. Bu nedenle gider yaşamımı İstanbul’da da, Avrupa’da da Amerika’da da sürdürürüm diyor. Nerede tüketim malzemelerine ulaşacaksa oraya gider. Basit yaşamak için neresi gerekiyorsa oraya gider. Bu da Güney Kürdistan'daki siyaset anlayışını, yaşam anlayışını, kültürün ne hale geldiğinin çok açık göstergesidir. Güney'deki bu durumun iyi izah edilmesi, ortaya konulması gerekiyor.


Maxmur’daki direniş istediğimiz gibi olmadı. IŞİD beklenmeden gerilla saldırıları yapılsaydı sonuç daha farklı olurdu. Maxmur’da biraz tereddütlü yaklaşıldı. Kendi gücümüze, öz gücümüze güvenmede zayıflık vardı. Halbuki, saldırmadan önce gerilla harekete geçseydi IŞİD erkenden kırılır, bu da IŞİD’e karşı mücadeleyi daha güçlü hale getirirdi. Laleş ve Şêxan’a geç gittik. Halkın panik olduğu anda gideceğimize, biraz ortalık durulunca gittik. Bunlar, bizlerin de devrimci tarzında zayıflık olduğunu gösteriyor. Gerillanın gücünün tüm kapasitesi kullanılamadı. Güney halkı da, YNK başta olmak üzere siyasi güçler de gerillanın savaşması için gelmesini istediler. Birkaç tabur gönderildi. Daha da gönderilebilirdi. Sonradan ABD'nin müdahalesi, KDP'nin baskısıyla gerillanın gelişine eski sıcaklıkla bakmadıkları görüldü. Belli güçlerin gerilla güçleriyle peşmergenin birlikte savaşmasından rahatsız olduğu anlaşılmaktadır.


Güney’de PKK’nin itibarı yükselmiştir 


Güney değişmiştir, artık eski Güney değildir, eski Güney olamaz. Gerillanın da, PKK'nin de itibarı çok yükselmiştir. Bundan daha ötesi olamaz. Bundan ötesi, armut piş, ağzıma düş olur. Özellikle orta alan denen yerlerde Kakailerdir, Şebeklerdir, Türkmenler var. Farklı kültürlerin yaşadığı alandır, hepsi de bizim paradigmamıza ve zihniyetimize destek verecek güçlerdir. Bu gerçeklik, Güney’deki bu topluluklar içinde de PKK'nin etkisinin artacağını göstermektedir. Çünkü bizim paradigmamız ve projemiz tam da Ortadoğu'nun halklar ve dinler mozaiğine cevap vermektedir. Ortadoğu gibi Irak da bir mozaiktir. Bize göre her etnik ve dinsel topluluğun özerkliği ve kendi öz savunması olmalıdır. Kürdistan federasyonu içinde Şengal’in, Kerkük’ün, Süleymaniye’nin ve başka alanların demokratik özerkliği olmalıdır. Kakailerin, Türkmenlerin özerkliği olmalıdır. Irak’ta Sünni ve Şii özerk bölgeleri olmalıdır. Bağdat, Belçika gibi tüm toplulukların iradesinin içinde olduğu ayrı bir yönetime kavuşabilir. Böyle bir demokratik yaklaşım hem Irak’ta demokratik birliği sağlar, hem de Kürdistan'da demokratikleşmeyi derinleştirir. Şengal demokratik özerklikle yönetilseydi ve öz savunması olsaydı böyle bir trajediyle karşılaşmazdı. Bu açıdan Şengal’in demokratik özerklik istemi ve öz savunmasını kurması doğru bir yaklaşımdır. Kürdistan federasyonu içinde demokratik özerk bölge olma istemleri desteklenmelidir. Biz böyle bir modeli Suriye'de de, İran'da da her yerde de savunmalıyız. Zaten Irak'ta böyle bir model uygulanırsa İran da uygulamak zorunda kalır. Zaten İran tarihinde farklı toplulukların kendi kendini yönetme gerçeği vardır. Kürdistan var, Bellucistan var, Huzistan var, bu yeni değil, bin yıl önce var. Bunun için doldurulursa İran demokratik bir karaktere kavuşabilir. Bu model dışında Ortadoğu'da sorunları çözecek, Ortadoğu'yu istikrara kavuşturacak, bu kavgaları ve savaşı durduracak başka bir şey yoktur.


Kerkük de Kürdistan federasyonuna bağlı özerk bir bölge olmalıdır. Kuşkusuz kendi öz savunmasını da yapmalıdır. Doğrusu budur. Şengal işgali ve direnişi olmasaydı KDP ile YNK Kerkük üzerinde savaşacaklardı. Petrol bölgesini kim alacak, hakimiyet kimde olacak savaşı vereceklerdi. Ulus-devletçi anlayış Güney’de var.  Kürdistan Federasyonu da olsa ulus-devletçi anlayışla yönetilmektedir. Federasyonun hegemonu ben olacağım, ben yöneteceğim, her şeye ben hakim olacağım, Şengal’e de, Kerkük’e de ben hakim olacağım, Süleymaniye’ye de ben hakim olacağım zihniyeti vardır. Merkezi devlet, ulus-devlet anlayışı budur. Bu anlayışla kavga edeceklerdi. IŞİD saldırıları bu kavgayı durdurdu. Bizim önerimiz en doğru çözüm projesidir. KDP'yi, YNK’yi Kerkük üzerindeki kavgadan çıkartıp, Kerkük’ü Kerküklülerin ve çevresinin yönettiği bir demokratik özerk yönetim haline getirmek gerekir. Bunlar bütün sorunların çözüm kaynağıdır. Hegemonik olmayan, demokratik bir yaklaşımla Güney Kürdistan da hem istikrara kavuşur, hem de demokratikleştiği ve topluma dayandığı için güçlenir. Rojava’da ve Suriye’de bu pratikleştirilmeye çalışılmaktadır. Zaten Kuzey’de böyle bir siyasi projeyi pratikleştireceğimizi kamuoyuna deklere ettik. Önder Apo, Kürdistan dört beş bölge olabilir, dedi. Türkiye'de, Karadeniz, Ege, Trakya ve diğer böğeler de demokratik özerklikle yönetilebilir dedi.

Dersim, Kürdistan'da kendi kimliği ve kültürüyle kendi kendini yöneteceği bir özerk bölge olacaktır. Kendi öz savunması da bulunacaktır. Bu, bizim projemizdir. Bu projeyi ortaya koyduğumuz için Dersim’de CHP kaybetti. Halk bununla bizim otoriter, hegemon bir yaklaşım içinde olmadığımızı, bütün inançların, kimliklerin özerkliğini kabul ettiğimizi gördü. Bu proje, Dersim’de karşılığını buldu. Sadece güzel laflarla insanları etkileyemezsin. Proje olursa etkilersin. Güney'de de bir proje olursa tüm toplumu ve halkları etkilersin. Bizim projemizle Irak’ta Sünniler bile bize yakınlaşır. Herkesin kendi bölgesini yönettiği, birbirine hegemon olmadığı, birbirini tamamladığı ve güçlendirdiği bir sistem Irak’ta da çok etkili olur.


IŞİD’i Xaneqîn’den Musul’a kadar her yerden söküp atmak lazım
 

Güney'de durumun değiştiği Barzani’nin Maxmur’a gidip gerillaya teşekkür etmesinden bellidir. Şengel için ilk önce kaçmadık dedi, sonradan hepsi için soruşturma açıyor, cezalandıracağız diyor. CNN’de Ceyda Karan açıkça KDP'nin kaçtığını söylüyordu. Kiminle konuştuysam peşmergenin kaçtığını söylüyor, diyordu. Çetin Çetiner KDP'nin önceden IŞİD’in geleceğinden haberi vardı ama buna rağmen tedbir almadı, çekildi, diyordu. Toplum da bunları biliyor. Bu nedenle Güney’deki zihniyeti eski hale getirmek mümkün değildir. Toplumu PKK'ye karşı kışkırtmak mümkün değildir. Güney Kürdistan ve Irak için projemizi ortaya koyarak nasıl bir Irak, nasıl bir Güney Kürdistan istediğimizi ortaya koyarak, siyasal, toplumsal, kültürel çizgimizi ortaya koyarak Önder Apo'nun çizgisini daha fazla etkili hale getirmek lazım. IŞİD’i söküp atmada peşmerge güçleriyle birlikte hareket etmek lazım. Özcesi, IŞİD’i Xaneqîn’den Musul’a kadar her yerden söküp atmak lazım. Bu konuda Sünnilerle de işbirliği yapmak lazım. Şengal’i aldık rahatladık ya da Qamişlo’yu aldık üzerinde oturalım biçiminde yaklaşamayız. Bu dönemde savaşmazsak, mücadele etmezsek, IŞİD'i ezmezsek o saldıracaktır. Böyle bir döneme giriyoruz. Koşullar IŞİD'e karşı kazanma imkanlarımızı arttırıyor. Uluslararası alan, insanlık bizi destekler, bölge halkları bizi destekler. 


İran şu anda mücadelemiz ve ABD'nin IŞİD'e karşı gösterdiği tutumdan yararlanarak kendini yaşatmak istiyor. Irak’ta etkinliğini sürdürerek mevcut rejimini ve gücünü korumayı hedefliyor. Ama halklar ve toplumlar için projesi olmadığı için bu tedbirlerle uzun süre ömrünü sürdüremez. Bu açıdan bizim demokratik ulus projemizin İran’da da etkili olma potansiyeli çok yüksektir. 

Tüm bu etkinliği sağlamak açısından İslam’a doğru yaklaşmak da şarttır. Ortadoğu'nun toplumculuğu bugün İslam’da somutlaşmıştır. Önceden Hıristiyanlıkta somutlaşmış, bir zamanlar Yahudilikte somutlaşmış, bir zamanlar farklı inanç formlarında somutlaşmıştır. Toplumsal değerler Ortadoğu'da bugün İslam formunda yaşatılıyor. Bu bakımdan İslam’a da doğru yaklaşmadan IŞİD gibi çeteleri yenilgiye uğratamayız. İslam’a doğru yaklaşarak, ve doğru projemizle başarılı olabiliriz. Onun için Önderlik demokratik İslam Konferansının yapılmasını sağladı. Buna, geç kalmış küçük bir müdahale dedi. İslam’ı ideolojimizin, sistemimizin, paradigmamızın bir parçası haline gelecek bir inanç, bir kültür olarak değerlendirmek lazım. Tabii ki bir İslam modeli, İslam devleti, İslam cumhuriyeti hedeflenemez. İslam’ın ve her türlü inancın iktidara alet olunmasına karşı çıkmak gerekmektedir. Ama devlet dışı toplum ve siyasal sistem çözümlerinde rolünü oynayabilecek bir inanç sistemidir. Bu çerçevede İslami kültürü ve değerleri sistemimizin parçası olarak görmemiz lazım. Kendi sistemimizin değerleri haline getirmemiz lazım. Bunu başardığımız takdirde ABD'nin ajan İslam’a dayalı projesi de çökecektir, IŞİD gibi onların gübreliğinde yetişen güçler de tasfiye olacaktır. Bunu böyle bilmek lazım. İslam’a doğru yaklaşılmazsa, İslam’daki toplumcu ve kültürel değerler sistemimizin değerlerinin bir parçası haline getirilmezse paradigmamızı doğru temelde pratikleştirmek mümkün olmaz. Toplumculuğu doğru ele aldığımızda İslami değerlerle de doğru buluşulur. Demokratik karakterli, bütün kültürlerin ve inançların yan yana yaşayacağı, demokratik karakterdeki İslam Êzîdîleri de Alevileri, Kakaileri ve diğer inançları da saygıyla karşılayacaktır. Demokratik sosyalizm içinde demokratik İslam da, kültürel İslam da vardır. O değerler de onun içindedir. Böyle ele alırsak, böyle yaklaşırsak hem Ortadoğu'da etkili ve güçlü oluruz, hem de karşımıza çıkan bütün güçleri etkisizleştirebiliriz. Bu yönüyle böyle büyük bir mücadelenin, büyük hamlenin bir boyutu da İslam’a doğru yaklaşmaktır. Yoksa provoke ediliyor. Kapitalizm modernite gübreliğinde yetişen güçler bu yetersiz yaklaşım ortamında kendini var ediyor. 


Nasıl ki bütün kültürler demokratik sosyalizmin değeriyse, aynı zamanda İslam’ı da sosyalizmin kültürel ve demokratik değeri haline getirmek lazım. Bu en önemli yaklaşımdır. Bu, Ortadoğu'yu doğru anlamaktır. Çözümleyicidir. Bu doğru yaklaşımla kadın özgürlük çizgisini de geliştirdiğimiz zaman hiçbir gericilik önümüzde duramaz. Ortadoğu'nun manevi uygarlığına, değerlerine doğru bir cevap verirsek, bir de bütün özgürlükleri derinleştirecek, bütün demokrasileri derinleştirecek, kadın özgürlüğünü de güçlü biçimde pratikleştirirsek bu hareketin önünde hiç kimse duramaz. Bu yaklaşımı böyle ortaya koymak lazım.


Devlet üzerindeki baskıyı derinleştirmemiz gerekiyor


Kuzeyde de önemli bir mücadele düzeyi ortaya çıktı. Önderlikle görüşmelerin yapılması mücadelemizin geldiği düzeyin sonucudur. Kendiliğinden bu noktaya gelinmedi. Devlet, mücadelemiz karşısında zorlandı. Ancak şimdiye kadar AKP'nin attığı herhangi bir adım olmadı. Önderlik sabretti, sabır taşı çatlıyor, dedi. Önderlik son görüşmede bir haftalık zaman vermesinin devlete baskı yapmak amaçlı olduğunu vurguluyor. Demek ki baskı yapmadan olmuyor. Mücadele yapmadan olmaz. Biz mücadeleyle baskıyı yaratamayınca Önderlik baskı yapacak tutum geliştiriyor. Dolayısıyla bizim mücadeleyi ve devlet üzerindeki baskıyı daha da geliştirmemiz gerekmektedir.  Yoksa AKP adım atmaz, demokratik siyasal çözüm de gerçekleşmez. 


Şunu söyleyebiliriz, bu noktaya mücadelemizle geldik. Bizimle savaşsaydı 2013’te biterdi. Fetullah zaten hazırlanmış, bir de bizim savaşımız olsaydı biterdi. Bu yönüyle AKP zorlandığı için bu noktaya geldi. Eğer bu ortamda mücadele yöntemlerini zenginleştirip etkili kılsaydık sonuç da alabilirdik. Ancak basınımız da, siyasal alanımız da, gerillamız da bu sürece doğru yaklaşmadı. Önderlik orada görüşüyor, çözüm olacak gibi bir beklenti içinde olduk. Önderliğin elinde sihirli değnek yoktur. Mücadele gücüyle AKP o noktaya geldi, mücadele gücünü ayakta tutarak sonuç alabiliriz. Önderlik 1 Haziran 2013’te çatışmasızlık son bulmuştur, dedi. Bir buçuk yıl içinde doğru yaptığımız tek şeyin gerilla güçlerinin geriye çekilmesinin durdurmak olduğunu vurguladı. Mektuplarda Önderlik “beni kudurttular” diyor. Yani devlet sıkışmış, hükümet sıkışmış,  ben bir yöntem buldum sonuca götüreceğim ama siz mücadele edip sıkıştırarak bu durumun gereğini yapmıyorsunuz, diyor. Devlet ve hükümet sıkışmış, mücadeleyle bir noktaya getirmişiz. Önderlik mevcut ortamda sonuca gidileceğini düşünerek bir süreç başlattı. Ama biz bu sürecin karakterini anlayıp mücadeleyi geliştiremediğimiz için Önderliğimizin yönetimini karşı taraf bir oyalama süreci haline getirmiştir. Bunun sorumluluğu bizlere aittir. Önderlik doğru bir politika izliyor, ama biz bunu sonuca götürecek yol ve yöntemleri geliştiremiyoruz. Çünkü doğru politikaları sonuca götürecek mücadele yol ve yöntemi bizim elimizdedir. Bu nedenle Önderlik bu görevi yerine getirmediğimizden öfkelenmekte ve eleştirmektedir. Önderlik, devletin kırk karakol, kırk baraj yapmasına siz yol verdiniz, diyor. Halbuki ateşkes demek, herkesin bulunduğu pozisyonda kalması demektir. Devlet bulunduğu pozisyonda kalmadığı halde, biz buna müdahale etmedik. Halbuki devlet bulunduğu konumda kalmadığı an bizim meşru savunma gücünü harekete geçirip vurmamız ve bu tür şeylerin yapımını engellememiz lazımdı. Bunları yapmak gerekirken heykel yapmak tabii ki sürecin gerektirdiği eylem biçimi yerine, başka şeylerle uğraşmak anlamına gelmektedir. Heykel yapımının eleştirisi de bu çerçevede anlaşılmalıdır. Yoksa işler iyi gidiyor, mücadeleye gerek yok gibi anlaşılırsa, bu daha kötü bir anlama olur. İstenen,  mücadelenin daha fazla yükseltilmesi, Türk devletini çözüm adım atmaya zorlayacak mücadele gücünün ortaya konulmasıdır. 


Geçmiş dönemde basınımız da mücadelesizliğe zemin oldu. AKP çatışmasızlık sürecini bize karşı kullanıyor. Sanki kendisi bir şeyler yapmış gibi elini güçlendiriyor, Önderliğe ve bize karşı kullanmaya çalışıyor. Geçen dönemde bekleyen, beklentili ruh hali  tehlikeli olmuştur. Türkiye'deki bu yönlü duruşla ilgili çok kapsamlı değerlendirme yaptık. Önderlik en son görüşme notunda BDP'yi, toplumu ve kitleyi mücadelesiz bırakmakla suçladı. Yani kitleyi sağa yatırmakla eleştirmektedir. Bizi de gücümüzün yüzde birini kullanmamakla eleştiriyor. Tabii ki savaş demek her gün yüz asker öldürmek demek değildir. Gerektiğinde bu da yapılabilir. Ancak gelinen aşamada toplum mücadelesi, kitle mücadelesi, halk mücadelesi daha etkili sonuçlar alabilir. Halkımızın da büyük bir mücadele gücü vardı, harekete geçirseydik savaşmadan da sonuç alırdık. Bu yönüyle önümüzdeki dönemde bu durumu dikkate almamız lazım. Bu yönlü zayıflıkların giderilmesi lazım. 

Önderlik AKP şu şu adımları atmadığı müddetçe süreçten söz edemez, süreçten söz etmeye hakkı yoktur, diyor. Evet bir çatışmasızlık var, onu da biz sürdürüyoruz. Aslında çatışmasızlığa son vermek için nedenimiz çok fazla. Daha doğrusu çatışmasızlığı sürdürecek hiçbir neden kalmamıştır. Çünkü AKP'nin yaptığı bir şey yok. Daha önce Önderlik Erdoğan’ın Çiller’den hiçbir farkı yoktur dedi. HDP’ye de “siz savaş, silah ve gerilla işlerine karışmayın” dedi. Sizin göreviniz sadece demokratik siyasetle uğraşmak, benimle birlikte diyalog sürecini yürütmektir, dedi. Çünkü her savaş, silah, gerilla değerlendirmesinde boylarını aşan biçimde konuşuyorlar ve hareketi zor durumda bırakıyorlar; devleti ve AKP'yi rahatlatıyorlar. Çünkü gerillanın da bir baskı gücü var. Hatta müzakere gücüdür. Ama buna yanlış yaklaşımlar var. Geçen dönemde de oldu. Bunların olmaması lazım. Bunlarla uğraşmayı bırakıp toplumu mücadeleye hazırlayan, mücadeleye sevk eden bir yaklaşımın olması lazım. 


Diğer yandan mücadelenin bir boyutu da toplumu eğitme, inşa etmedir. Önderlik hep dokuz boyuttan söz ediyor. Bu konularda da bir şey yapılmamıştır. Basınımız bu konularda hiçbir şey yapmamıştır. Ekonomik, sosyal, kültürel konularda nasıl inşa edilecek, neler yapılacak, neler yapılmalı konularında rolünü oynamamıştır. Daha çok siyasal mücadele konusunda bir rol oynamaktadır. Bu artık mücadelemizin ihtiyacını karşılayamamaktadır. Kuşkusuz bu konuda belirli düzeyde rolünü oynuyor ama bu konuda da yetersizlik vardır. Mücadelenin inşa yanı, yani demokratik topluma dayalı mücadele etmede zayıflık olmuştur. Demokratik toplum örgütlü toplumdur. Yürüyüşe gelen, mitinge gelen, her şeye gelen, fedakarlık yapan toplumu örgütlü hale getirmemişiz. Bu da tabii  geçen dönemde siyasal mücadelemizi zayıflatan etken olmuştur.  Bunu böyle görmemiz lazım. 


Örgütlü topluma dayanmadan, ya da süreklileşen bir örgütlenme ve ona dayalı toplumsal gücü göstermeden toplumun mücadelesini ve serhıldanları da süreklileştiremeyiz. Böyle olunca da Önderliğin çabalarını destekleme, gerillayla bütünleşme, gerillanın mücadelesiyle bütünleşerek mücadeleyi yükseltme sağlanamaz. Örneğin 2012’de gerilla savaştı ama toplum bu savaşla bütünleşerek daha etkili sonuçlar alınmasını sağlayamadı. 


Savaşta da, demokratik siyaseti yaparken de devrimci olacaksın 


Kuşkusuz mücadelenin gelişmemesinin en temel nedeni örgüt sorunudur, örgütlenmenin zayıflığıdır. Bunun nedeni de kadro ölçülerinin düşmesidir. Kadro ölçüleri düşmüştür. Bu nedenle PKK çizgisinde güçlü geliştirilmesi gereken mücadelede zayıflıklar ortaya çıkmaktadır. Savaşta da devrimci olacaksın, demokratik siyaseti yaparken de devrimci olacaksın, demokratik sosyalist olacaksın. Her yöntemin devrimci tarzı var. Reformlara da devrimcilerin bir yaklaşımı vardır. Bizim de bir reform anlayışımız vardır. Ama bu yaklaşım gerilemiştir; devrimci yaklaşım gerilemiştir. Onun için hareketimizin kendi gerçeğine dönmesi lazım. Apoculuğun, PKK’nin devrimci çizgisini, yaklaşımını, duruşunu gösterme zamanıdır. Bu yapılırsa her yerde sonuç alınır, Türkiye'de de Kürt halkı özgür ve demokratik yaşama kavuşur. Eğer mücadele Türkiye'de geliştirilirse sonuç almaya yakın bir noktadayız. Kuşkusuz bunun için mücadele gücümüzü geliştirmek, Ortadoğu'daki etkinliğimizi korumak gerekmektedir. Türkiye bu etkin olma durumumuzu görürse, bu PKK bizi de çözer der ve demokratik çözüme yanaşabilir.


HDP, Önderliğin projesinin Kuzey Kürdistan ve Türkiye'de pratikleşmesinin önemli bir aracıdır. Bu açıdan HDP projesini ciddiyetle ele almak ve geliştirmek gerekmektedir. Bu konuda yüzeysel ve havai yaklaşımların aşılması gerekir. Çünkü HDP sadece belli bir siyasi güç olma projesi değildir. Kürt sorununun çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesini sağlamada devrimci bir organ olacaktır. Ancak Halkların Demokratik Kongreleri, yani HDK’ler güçlendirilmeden de HDP rolünü oynayamaz. HDK’ler demokratik özerkliğin temelidirler. Bu açıdan DTK’yı geliştirmek kadar HDK’lerin de tüm Türkiye'de gelişip güçlenmesi önemlidir. HDP, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde önemli bir oy aldı. Bu yükseliş toplumdaki eğilimi göstermektedir. Buradan şu sonucu çıkarmak lazım; Türkiye toplumunun önemli bir kesimi giderek AKP politikalarının, devlet politikalarının çözümsüzlük olduğunu, devlet politikalarının yanlış olduğunu, PKK çizgisinin çözümleyici gücünün Türkiye ve Ortadoğu siyasetinin doğru olduğunu düşünmektedir. Aydınlarda böyle bir eğilim gelişiyor. CHP’nin de alternatif olamadığı görüldüğünden Türkiye'nin demokratikleşmesi için HDP’nin tek seçenek olduğu eğilimi gelişiyor. Aydınlar ve bilinçli insanlardaki bu eğilim giderek topluma yayılır. Şimdi böyle bir eğilim var. HDP’nin yüzde on oy almasının anlamı budur. Özellikle düşünen insanlar önemli düzeyde HDP'ye oy vermişlerdir. Zaten İstanbul’da, İzmir’de, Mersin’de, Adana’da, Antep’te oyları yükselmesi bunu göstermektedir. İşçi ve aydının, okuyan kesimlerin, yani üniversitelerin yoğun olduğu yerlerde bu eğilimin yükselmesi gelecek açısından çok önemli işaretlerdir. Eğer doğru temelde ele alınır, örgütlenme geliştirilir ve bu güçlü bir demokratik siyasal mücadeleye dönüştürülürse Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü çok yakındır. 

Kaynak:  http://www.serxwebun.org/index.php?sys=naverok&id=407

Hiç yorum yok: