22 Ağustos 2014 Cuma

Demokratik Modernitenin Gelişme ve Zafer Kazanma İmkanı Her Zamankinden Fazladır


ABD işbirlikçi, ajan İslam temelinde Ortadoğu'yu kontrol etme politikası izlemiştir. Mısır’da, Tunus’ta, Libya’da bu politikayı yürütmüştür. Ancak bu politikası çökmüştür. Bundan dolayı ABD şimdi önünde engel olan tüm güçleri yıpratacak bir strateji izlemektedir.

Mustafa Karasu
 
Irak'ta yaşananlardan sonra Ortadoğu'daki gelişmeler daha kapsamlı ele alınmaya başlanmıştır. Ortadoğu'daki gelişmeler son on yıllarda çok karmaşık bir karakter gösteriyordu. Ortadoğu'da III. Dünya Savaşının yaşanmasından söz ediliyordu. Gelinen aşamada bırakalım III. Dünya Savaşını, neredeyse bin yılların hesaplaşmasının yapıldığı bir siyasal durum ortaya çıkmıştır.
Ortadoğu'da kelimenin tam anlamıyla bir kaos yaşanmaktadır. Hiçbir güç kendi önünü göremediği gibi, mevcut siyasal koşullarda çözüm gücü olabilecek aktörler de söz konusu değildir. Çözüm gücü olamayanlar şimdi “acaba kaos ve kriz içinde çıkarlarımızı nasıl koruruz” biçiminde politikalara yönelmektedirler. Şu anda Ortadoğu politikasında dikkat çeken en temel konu budur. Kuşkusuz Önder Apo'nun önderliğinde özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten Kürt Özgürlük Hareketi ideolojik, teorik ve toplumsal temel olarak bu gelişmelere çözüm gücü olabilecek bir güçtür. Önder Apo’nun devletçi ve iktidarcı sistemleri tüm tarihi içinde çözümlemeye tabii tutup devlet dışı çözümleri ortaya koyması, güçlü bir ideolojik ve politik hazırlığı ifade etmektedir. Devletçi sisteme karşı alternatif siyasal yapılanmaların nasıl olacağı ortaya konulmuştur. Dolayısıyla devletçi sisteme karşı alternatif güç olma konusunda belli bir hazırlık söz konusudur. Ancak gelinen aşamada Ortadoğu'nun mevcut sorunlarına çözüm getirecek bir pozisyona kavuşmadığından çözüm politikası olmayan güçler bu durumdan yararlanarak kendilerini etkin kılmaya çalışmaktadırlar. 

Şu açıktır ki, Ortadoğu'daki gelişmeleri sadece güncel durumlarla ifade etmek mümkün değildir. Devletçi sistemin toplumlar tarafından kabul edilmemesi yanında, kapitalist modernist sistemin son iki yüzyılda Ortadoğu halklarına yaşattıkları da bugün ortaya çıkması kaosta en temel etkendir. Emperyalist kapitalist  modernitenin Ortadoğu'da yaşanan sorunlara çözüm bulamaması, hatta her müdahalesinin sorunları daha da ağırlaştırması, klasik iktidarcı devletçi güçlerin halklar üzerinde otorite olma gücünü kaybetmeleri, Ortadoğu'da yaşananların daha kapsamlı ortaya konulmasını gerektirmektedir. Her şeyden önce devletçi iktidarcı sistem ilk çıktığı coğrafyada can çekişmektedir. Artık toplumlar binlerce yıldır kendilerine büyük acılar çektiren iktidarcı devletçi sistemin egemenliği altında yaşamak istememektedirler. Bin yıllardır egemen olma ve sorunları kat kat yığan karakterleriyle teşhir olan iktidarcı devletçi sistemi toplumlar artık kaldıramaz duruma gelmiştir. Özellikle de son iki yüzyılda devletçi sistemin ulus-devlet karakterine bürünerek sorunları daha da ağırlaştırması, devletçi sistemi tarihin hiçbir döneminde olmayacak kadar krize sokmuştur. Artık devletçi iktidarcı sistemlerle toplumların siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel sorunlarına çözüm bulmak mümkün olamamaktadır. Ortadoğu'da yaşanan gelişmeler de bunu göstermektedir. 

Kuşkusuz devletçi sistemin krizi yanında insanlığın ilk toplumsallaştığı, daha doğrusu insanlaştığı coğrafyada bu derin toplumsallığın tarih içinde oluşturduğu ahlaki ve kültürel değerler, özelikle de kapitalist modernitenin son iki yüzyılda Ortadoğu coğrafyasına dayattığı toplumsallığın parçalanması üzerinde şekillendirilmek istenen siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel sisteme tepki göstermektedirler. Kapitalist modernitenin bölgede toplumsallığın dağıtılması üzerinden kendini hakim kılmak istemesi, bunun için de bireyciliği ve tüketim toplumunu her türlü yol ve yöntemlerle geliştirmeye yönelmesi, Ortadoğu'nun tarihsel toplumsallığına çarpmış bulunmaktadır. Mevcut durumda yaşanan krizin bir yönü de maddi uygarlıkla manevi uygarlık arasında yaşanan bir çatışmadır. Manevi uygarlığın yarattığı toplumsallığın gücü, kapitalist modernitenin Ortadoğu'ya sokmak istediği bireycilik ve tüketim toplumunu reddetmektedir. Bireycilik ve tüketim toplumunun getirdiği toplumsal çözülmeyi, ahlaki çöküntüyü reddetmektedir. Yaşanan krizin önemli bir boyutunu da böyle görmek gerekmektedir. Toplumsallığın direniş gücünün ne kadar büyük olduğu, toplumsallığın yarattığı kültürel direnişin ne kadar büyük bir  güce sahip olduğu Ortadoğu coğrafyasında çok iyi görülmektedir. 

Ortadoğu’ya dayatılan işbirlikçi İslam
 
Kapitalizm toplumsallığı çözmeden yaşayamaz. Kapitalizm ancak toplumsallığın ölümü üzerinden yaşayan bir güçtür. Nasıl ki kanser hücreleri insan bünyesindeki diğer hücreleri yiyerek yaşıyorsa, kapitalizm de toplumsallığı yiyerek varlığını sürdürmektedir. Bu yönüyle de toplumun tümden ölümünü getirecek bir işlev görmektedir. Ortadoğu'nun tarihsel toplumsallığı, toplumsallığın gücü bunu hissederek, bunu fark ederek, bununla uyuşmazlık ve karşıtlık içinde bir direniş göstermektedir. Eğer bugün bütün müdahalelere rağmen Ortadoğu'da sorunlar çözülmüyorsa, daha da derinleşiyorsa, bunun nedeni, kapitalist modernitenin Ortadoğu toplumsal gerçekliğine ters karakteridir. Toplumsallığı derin bir kült haline getirmiş Ortadoğu halkları kapitalist moderniteyi de ve bu eksende yaşamını sürdürmek isteyen iktidarcı devletçi otoriter sistemleri de kabul etmemektedir. Ortadoğu'da yaşanan siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel sorunlar böyle bir kapsam içinde değerlendirilirse anlaşılabilir ve çözüm yolları bulunabilir.
Ortadoğu'da yaşanan kaos ortamında yeni iktidar ve devlet kurma hevesinde olan çeşitli sapkın güçler Ortadoğu toplumlarının bu toplumsal karakterini, toplumsal kültürünü, toplumsallığın bu gücünü, toplumsallığın bu tepkisini kullanarak kendilerini etkin kılmaya çalışmaktadırlar. Toplumsallığın kapitalist moderniteye gösterdiği tepkiye arızi, sapkın bir toplumsallık anlayışıyla sahiplenip kendilerini Ortadoğu'da güç yapmaya çalışmaktadırlar. Ortadoğu'da mevcut krizi ve kaosu tanımlarken toplumsallıktan sapmayı ifade eden bu güçlerin dayandığı siyasal, sosyal ve kültürel ortamı da iyi görmek gerekmektedir. Kuşkusuz bu güçlerin Ortadoğu'nun sorunlarına bırakalım çözüm bulması, daha da ağırlaştırması gerçeği bulunmaktadır. Demokratik karakterde doğru bir toplumsallık anlayışı ortaya çıkmadığı müddetçe bu tür akımların kendilerini var etme koşulları da bulunacaktır.
Kapitalist emperyalist modernist sistem dinlerin bu toplumsal karakterini ve direncini görerek Ortadoğu halklarının içine ajan bir İslam sokarak ya da işbirlikçi İslam’ı yaratarak kendini Ortadoğu'da etkin kılmak istemiştir. Yaşadığı sorunları ve bölgenin kültürel karakterinin kendisine karşı gösterdiği direnci bir ajan İslam hareketiyle çözebileceğini düşünmüştür. Türkiye'de Fetullahçılar gibi hareketleri on yıllardır desteklemektedirler. Yeşil kuşak politikası ve projesi çerçevesinde soğuk savaş döneminden bugüne kadar belirli İslami çevrelerle ilişki kurmuşlardır. İki kutuplu dünya sisteminin dağılmasından sonra ortaya çıkan boşluktan yararlanan ve kendine radikal İslam diyen güçlerin toplumlar içinde etkili hale geldiğini gören Amerika, işbirlikçi İslam, ajan İslam projesini kendisi açısından daha da gerekli görmüştür. Bu çerçevede ortaya çıkan Arap halkların tepkisini kullanarak, yönlendirerek işbirlikçi ajan İslam temelinde Ortadoğu'yu kontrol etme politikası izlemiştir. ABD Mısır’da, Tunus’ta, Libya’da böyle bir proje doğrultusunda politika yürütmüştür. İşbirlikçi, kendine ajanlık yapacak İslam üzerinden kapitalist modernist hakimiyeti kurmak istemiştir. Ancak kısa sürede bu temelde Ortadoğu'da kendisini hakim kılma isteğinin büyük bir yanılgı olduğunu görmüştür. Ortadoğu toplumlarının tarihten gelen toplumsallığının gücünü görememesi, sorunun şu ya da bu gücün siyasal tepkisi olarak görmesi bu yanılgının temelidir. Sadece bazı güçlerin siyasal tepkisi, güncel ve dönemsel çıkarlarından öte,  Ortadoğu halklarının kapitalist modernist sisteme, tüketim toplumuna karşı toplumsallığın tepkisi söz konusudur. Bu açıdan kendine göre ajan olabilecek, politikasına koşturacağı işbirlikçi güçlerle Ortadoğu'yu kontrol altına alma politikası çökmüştür. İki kutuplu dünya siyasal sisteminin ve bölgedeki iktidarların dağılmasından sonra toplumsallık kültürü daha da canlanmış, daha da dinamik hale gelmiş, bundan da çeşitli güçler yararlanarak ABD'nin düşündüğü işbirlikçi ajan projesini boşa çıkaran hamleler içine girmişlerdir. ABD'nin işbirlikçi ajan projesi tutmadığı gibi, halkların canlanan toplumsal dinamizmini kötüye kullanan sapkın gruplar bu çözümsüzlük ortamında kendilerini alternatif göstererek güç olmaya başlamışlardır. Çözümsüzlük bataklığından beslenmişlerdir. Bunun sonucu da birçok yerde toplumun kapitalist moderniteye, bireyciliğe, tüketim toplumuna, kapitalist emperyalist sistemin on yıllardır Ortadoğu ve İslam halklarına yönelik üstenci, oryantalist bakış açısına tepki duymasını değerlendirmişlerdir. 

ABD bu durum karşısında iki yol izlemiştir. Bir taraftan Türkiye ve Mısır gibi kendisi açısından önemli yerleri sağlam tutmaya, politikalarına destek verici hale getirmeye çalışırken, diğer taraftan halkların kapitalist moderniteye karşı tepkisine dayanarak kendini güç yapmaya çalışan sapkın güçleri de birbirine vuruşturarak, çarpıştırarak güçten düşürme politikası izlemektedir. Bir taraftan onları parçalayıp birbirine vuruşturmak isterken, diğer taraftan mevcut kimi iktidarları bunlarla savaştırarak hem kendi ihtiyaçlarına cevap vermeyen klasik iktidarcı devletçi güçleri zayıflatmayı, hem de yeni ortaya çıkan sapkın bu hareketleri yıpratmayı hedeflemektedir. Ortadoğu'daki etkinliğini yaşanan kriz ortamında bu yol ve yöntemlerle sürdürmeye çalışmaktadır. ABD gelinen aşamada Ortadoğu'da yaşanan sorunlara çözüm bulma yerine, kriz ortamında kriz yönetimi gerçekliği altında önünde engel olan tüm güçleri yıpratacak bir strateji izlemektedir. Şu anda Ortadoğu'da izlenen politikaları esas olarak bu çerçevede değerlendirmek mümkündür.

Türkiye, KDP, IŞİD ortak cephede 

Bu çözümsüzlük ya da hiçbir çözüm politikası olmayan güçlerin birbirlerine karşı yürüttükleri savaş ortamında Ortadoğu halklarına tek bir çözüm gücü Kürt Özgürlük Hareketi’dir, Önder Apo'nun ortaya koyduğu demokratik ulus projesidir. Çözümsüzlüğü esas alan güçlerin bulunduğu bu ortamda böyle bir çözüm alternatifinin varlığı önümüzdeki dönemde Ortadoğu'daki siyasal gelişmelerin boyutunun nerelere varacağını da göstermektedir. Kapitalist modernite önünde engel gördüğü tüm güçleri yıpratan, zayıflatan bir politika izleyecektir. Bu açıdan hem alternatif bir güç olan hareketimizi yıpratacak, hem de halkların toplumsallığına dayanarak kapitalist modernitenin bölgedeki etkinliği konusunda sorun çıkaran hareketleri etkisiz hale getirme politikası izleyecektir.
Bu yönüyle görülmektedir ki Kürt Özgürlük Hareketi gelecek dönemde bölgedeki kriz ortamında halkları yıpratarak Ortadoğu'yu yönetme politikası izleyen kapitalist modernist güçler ve Ortadoğu halklarının toplumsal karakterini kullanarak kendisini etkin kılmak isteyen sapkın güçlerle karşı karşıya gelecektir. Hareketimiz mevcut kaos ortamında tek alternatif güç olduğundan bu güçler bölgede varlıklarını korumak için hareketimizin gelişmesini ve Ortadoğu'da sorunları çözen bir güç olmasını engellemeye çalışacaklardır. Dolayısıyla kendini kriz ortamında etkin kılmak isteyen kapitalist modernist sistemle bu ortamın yarattığı sorunlardan yararlanarak kendini güç etmek isteyen çeşitli gruplar ve örgütlerle Kürt Özgürlük Hareketi'nin karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz gözükmektedir. 

Yakın zamanda ortaya çıkan IŞİD’in hem Suriye'de hem de Irak'ta etkin olmak istemesi ve en son Musul’u ele geçirerek Irak’ın özellikle Sünni bölgelerinin tümüne yakınına hakimiyet kurması, Ortadoğu'da kriz durumunu daha da derinleştirmiş, yeni bir aşamaya ulaştırmıştır. IŞİD adı altında Musul’u ele geçiren güçler tabii ki mevcut siyasal ortamdan yararlanmışlardır. Ancak bu mevcut siyasal ortamdan yararlanırken Türkiye ve KDP ile ilişki içinde olmuşlardır. Türkiye, Irak Sünnileri ve KDP ortak hareket ederek, ittifak halinde Irak’taki Maliki iktidarına karşı bir hamle yapmışlardır. Zaten son aylarda büyük bir çatışma ve çekişme içindelerdi. Bu çatışma ve çekişme içinde Türkiye, KDP ve Iraklı Sünniler böyle bir ittifakla ortak hareket etmişlerdir. Suudi Arabistan, Katar ve Ürdün gibi ülkeler de dolaylı ve dolaysız olarak bu cephe içinde yer almışlardır. Irak'taki Maliki iktidarını zayıflatma ve böylelikle hem Irak'ta, hem de bölge politikalarında etkin olmak için IŞİD şemsiyesi altında Irak'taki bütün muhalif güçleri harekete geçirmişlerdir. Bunun sonucu Musul’da ve Irak’ın diğer yerlerinde olduğu gibi kolay başarılar elde edilmiştir. Musul zaten savaşmadan saf değiştirmiştir. Türkiye, KDP, eski Saddam yanlıları ve IŞİD bir nevi Sünni bir cephe kurarak Irak'taki Maliki hükümetini zayıflatmışlar ve bugünkü çıkmazla karşı karşıya getirmişlerdir. Bu yönüyle Irak’ta yaşananları sadece IŞİD örgütüyle sınırlı görmek yanlıştır. Saddam yanlıları vardır, Tarık Haşimi’nin içinde bulunduğu grup dahil yeni ortaya çıkan Sünni muhalif örgütler böyle bir hareketin içinde yer almışlardır. Bu güçler birleşik hareket etmişlerdir ve sonuçta da Irak’ın fiili olarak üçe bölünmesi durumu ortaya çıkmıştır. 

Kuşkusuz sadece Irak üçe bölünmemiştir, Irak’ta Sünni cephenin etkili olması Suriye politikalarını da yakından etkileyecektir. Nitekim Suriye bu olaydan sonra IŞİD'e karşı saldırılarını arttırmıştır. Daha önce El Nusra, Özgür Suriye Ordusu ve çeşitli muhaliflerin Türkiye, ABD ve diğer güçlerden destek alarak Esad rejimini geriletme, yıkma ve bu temelde Suriye'de etkili olma politikalarına karşı, Esad rejimi IŞİD’le bu güçlerin çatışmasından yararlanarak kendini ayakta tutma politikası izlemiştir. ABD yakın döneme kadar nasıl ki Esad rejimiyle bütün İslami güçleri çatıştırarak her iki gücü yıpratıp kendi politikasına çekmek istemişse, Esad da yakın zamana kadar İslami güçleri birbiriyle çatıştırarak Suriye'de pozisyonunu güçlendirme politikası izliyordu. Bu çerçevede IŞİD’le açık bir savaş içine girmiyordu. Hatta zımni bir çatışmasızlık içindeydiler. Ancak son Irak'taki gelişmelerden sonra IŞİD’e yöneldiği anlaşılmaktadır. IŞİD'in Irak'ta dengeler içinde yer almasının ve Sünni kabarışın Suriye'deki etkisini kırmak açısından bir saldırı içine girdiği görülmektedir. 

Irak’ın 3’e bölünmesiyle sorunlar çözülmüyor 

Mevcut durumda Irak'taki rejim ayakta kalabilir mi, Irak’ın birliğini koruyabilir mi? Şu andaki pozisyonuyla bunu gerçekleştirmesi mümkün değildir. Ancak hem askeri hem de siyasi radikal hamleler yapabilirse kendi konumu güçlendirebilir; Irak’ın dağılmasının önüne geçebilir. Eğer böyle bir performansı göstermez, Sünnileri ve Kürtleri bir arada tutacak daha sonuç alıcı  politikalar izlemezse Irak’ın dağılması kaçınılmazdır. Mevcut ayrılık demokratik bir anlayış ve zihniyetle olmadığından Sünni-Şii çatışması, yine Kürt-Arap çatışması biçiminde ortaya çıkacak yeni gerilim ve çatışma etkenlerini canlı tutan bir parçalanma ve bölünme durumu ortaya çıkacaktır. 

Mevcut durumda öyle üçe bölünmeyle herkesin kendi konumuna razı olacağı bir durum ortaya çıkmayacaktır. Eğer Sünniler Irak’ta bir hamle yaparlarsa Bağdat’ı Şiilere bırakmak istemeyeceklerdir. Çünkü Bağdat kimin elinde olursa Irak coğrafyasında o etkin olacaktır. Bağdat’ın hala böyle bir   konumu vardır. Bu açıdan ya Bağdat üzerinde Şiilerle Sünniler anlaşacaklar, yeni bir Irak siyasi rejimi ortaya çıkacaktır ya da Sünnilerle Şiiler bir nevi İsraillilerle Filistinlilerin Kudüs üzerinde yürüttüğü savaş gibi Bağdat üzerinde de savaş yürüteceklerdir. Bu kesindir. Bağdat konusunda bir uzlaşma olmadan Şiilerle Sünnilerin ne bir arada yaşayacağı yeni bir Irak kurulabilir, ne de Şiiler ve Sünniler ayrılsa bile bu ayrılık çatışmayı durdurabilir. Bu yönüyle Irak'ta önümüzdeki dönemde çatışmaların artacağı beklenebilir. 

Irak'taki mevcut durumun ortaya çıkmasında tabii ki KDP'nin Türkiye ile birlikte Irak'taki Sünni kesimlerle ittifak yapmasının etkisi olmuştur. KDP bu nedenle Musul’da direnmemiş, Kürtlerin tümünün göç etmesine göz yummuştur. Anlaşılıyor ki IŞİD’le, Saddam yanlılarıyla, yine Tarık Haşimi çevresiyle KDP arasında bir anlaşma vardır. Bu anlaşma içinde Türkiye'nin olduğu da anlaşılmaktadır. Bu anlaşma da Musul Sünnilere bırakılacaktır, Kürtler çekilecektir. Irak Sünnileriyle Kerkük konusunda zımni bir uzlaşma yapıldığı, bu çerçevede Kerkük’ün Kürtler tarafından kontrol edilmesine ses çıkarmadıkları anlaşılmaktadır. Her ne kadar Musul’da ve Kerkük’te peşmergeler savaşıyor denilse de bunlar bilinçli olarak abartılan haberlerdir. Öyle KDP alanında peşmergelerle IŞİD'in, Sünni grupların çatıştığı söylemleri doğru değildir. Kuşkusuz Sünni cephe bir olmadığından dolayı farklı grupların çeşitli yerlerde KDP ile gerilimler yaşaması durumu ortaya çıkmış olabilir. Ama esas olarak KDP ile bu güçler arasında bir çatışmasızlık pozisyonu vardır. KDP peşmergeye IŞİD’le çatışma içine girmeme, çatışmadan kaçınma talimatı vermiştir. Bu gerçeklik ortaya koymaktadır, ortaya çıkan kimi çatışmalar, kimi gerilimler mevzi çatışma ve gerilimleridir; bir genel politikanın sonucu ortaya çıkan gerilimler değildir. Genel anlamda ise Musul’la çevresindeki Kürtler arasında zımni bir anlaşma yapıldığı, bu zımni anlaşma çerçevesinde her iki tarafın pozisyon aldıklarını söylemek gerekmektedir. 

Kerkük merkezinin Kürtlerin hakimiyeti altında olması konusunda herhangi bir sorun yok. Ama Kerkük’ün dışındaki Araplarla Kürtlerin birlikte yaşadığı belirli bölgelerde IŞİD’le YNK güçleri arasında kimi çatışmalar olmaktadır. Ama bu çatışmalar da abartıldığı gibi değildir. Oralarda da belirli bir zımni anlaşma vardır, çatışmasızlık durumu vardır. IŞİD, Sünni cephe esas olarak yoğunlaşmasını Bağdat ve Maliki iktidarı üzerinde yapmaktadır. Şu anda KDP ile ya da Güney Kürdistanlı güçlerle bir mütareke durumunu yaşamaktadırlar. Bu gerçekliğin görülmesi gerekir. Ancak ileride durum böyle mi olur, böyle mi devam eder? Kuşkusuz böyle devam etmez.  Çünkü Irak Sünnileri Irak Şiilerinden daha milliyetçi bir karaktere sahiptirler. Çünkü kapitalist modernitenin Ortadoğu'ya girdiği dönemde kapitalist modernitenin, ulus-devletçiliğin, yani milliyetçiliğin Ortadoğu'ya girdiği ve kökleştiği dönemde Irak'ta Sünniler hakim olmuşlardır. Bu açıdan Sünniler içindeki Arap milliyetçiliği Şiiler içindeki Arap  milliyetçiliğinden daha derindir. Bu yönüyle de bugün Irak Sünnileriyle Kürtler arasında belirli bir uzlaşma, zımni anlaşmalar olsa bile bunlar geçicidir, bunun da böyle görülmesi gerekmektedir. 

Irak Sünnileriyle Kürtler arasında uzlaşma geçicidir 

Bu ortamda KDP'nin ve diğer Kürt gruplarının politikaları; Irak’ın demokratikleşmesi temelinde kendilerini ve varlıklarını güvenceye alma yerine, bu tür çatışmalardan yararlanarak,  çeşitli dış güçlerin desteğiyle bir devletçik kurma doğrultusundadır. Bu nedenle bu ortamda Kerkük üzerinde hakimiyet kurmalarını kendileri açısından önemli görmektedirler. Devletçiğe yönelmede önemli bir adım olarak değerlendirmektedirler. 140. Maddenin pratikleşmesi olarak ele almaktadırlar. IŞİD ve Baasçıların hamle yaparak Irak’ın belli bölgesinde etkinlik kurarak Maliki rejimiyle çatışma içine girmelerinden yararlanarak kendi pozisyonlarını güçlendirme politikası izlemektedirler. Kuşkusuz 140. Madde üzerinde gerilim vardı. Aslında Kürtler zaten fiili olarak Kerkük’ü yönetiyorlardı. Kerkük’ün Kürtler tarafından ağırlıklı olarak yönetilmesi konusunda merkezi hükümetin de yapacağı bir durum yoktu. Sadece Kerkük çevresinde bazı noktalarda askeri güçleri vardı. Böylelikle Kerkük’ü kontrolünde tutmak istiyorlardı. Bu durumla birlikte merkezi Irak  hükümetine bağlı askeri güçlerin de varlığı kalmamıştır. Böylelikle Kerkük Kürdistan federasyonuna bağlanmış bir duruma gelmiş bulunmaktadır. Kuşkusuz Kürtlerin Irak'ta bulundukları bütün coğrafyalarda kendi kendilerini yönetmeleri haklarıdır. Bu yönüyle Kerkük’ü yönetmeleri de haklarıdır. Ancak mevcut durum bir demokratik ulus anlayışı içinde bütün etnik ve dinsel toplulukların birbirlerinin farklılığını kabul ederek her grubun kendi bulunduğu bölgede kendi kendini yönetmesi zihniyetinin politikasının sonucu ortaya çıkmamıştır. Gerilimler, çatışmalar sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Bu açıdan da bundan sonra da belirli düzeyde gerilim alanı olmaya devam edecektir.  

Görünüşte Kürtlerin bir kazanç elde ettiği düşünülebilir. Kerkük’e Kürtler hakim olmuştur, ancak bir bütün olarak ve uzun vadeli düşünüldüğünde Kürtlerin Kerkük dahil bulundukları tüm alanlarda kendi kendilerini yönetmelerini sağlayacak, sadece Güney Kürdistan'da değil, Rojava’da, Rojhilat’ta, Bakur’da Kürtlerin yaşadığı bütün coğrafyada, illerde, ilçelerde, hatta köylerde kendi kimlikleriyle, kültürleriyle kendilerini yönetecekleri özgür ve demokratik yaşamı gerçekleştirecekleri doğru stratejisi böyle midir? Bu tartışmalı bir konudur. Çünkü Kürtler İran'da, Irak'ta, Suriye'de, Türkiye'de bu topluluklarla iç içe yaşamışlardır. Bu yönüyle sınır çekmek, sınır çekerek tüm Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamını garantiye almak mümkün değildir. Aslında bütün toplulukların ister Kürt olsun, ister Türk, Fars, Arap olsun kendi kimlikleriyle, kültürleriyle özgürce yaşayacağı tek model demokratik ulustur. Demokratik ulus dışındaki tüm etnik ve ulusal, dinsel etkinlik kurma çabaları mutlaka bir yerlerde birilerinin diğerlerini tasfiye etmesi, etnik ve inançsal soykırım yaratmasıyla sonuçlanır. Çünkü mevcut durumda farklı etnik ve dinsel toplulukların sorunlarını demokratik ulus modeli dışında çözme politikası sürekli gerilim yaratacak ya da etnik ve dinsel toplulukların belirli alanlarda kültürel soykırımlarıma uğratılmaları ve zorla göç ettirilmeleri gibi durumlar ortaya çıkaracaktır. Tüm bunların önüne geçecek; hiçbir kültürel soykırıma, göçertmeye, ötekileştirmeye, baskı ve zulme fırsat vermeyerek özgür ve demokratik yaşamı sağlatacak tek proje demokratik ulus projesidir. Bu proje temelinde Kürtler bulundukları her yerde daha kazançlı çıkacaklardır. Bu proje Türkiye, Suriye, İran ve Irak'ta uygulandığında tüm Kürtler bulundukları coğrafyada özgür ve demokratik yaşama kavuşacaklardır. Ya da Kürdistan coğrafyası gerçek bütünlüğüne, gerçek büyüklüğüne ve birliğine ancak bu temelde ulaşır. Bu gerçekliğin özellikle görülmesi gerekir.
Öte yandan Kürtlerin Ortadoğu'da varlıklarının ve özgürlüklerinin güvenceye  alınmasının yolu herhangi bir dış destek ya da uluslararası ve bölgede yaşanan çelişkilerden yararlanarak kendini var etmek değildir. Ya da bir sınır çekerek kendi varlığını ve özgürlüğünü sağlayacağını düşünmek değildir. Bunlar Ortadoğu'nun binlerce yıllık tarihi ve yakın tarihi siyasal gelişmeleri düşünüldüğünde Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamı açısından kalıcı güvence teşkil edemezler.  Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamının en temel güvencesi, bölge ülkelerinin ve bir bütün olarak Ortadoğu'nun demokratikleşmesi ve özgür yaşam ortamına kavuşmasıyla mümkündür. Özcesi, Ortadoğu'nun demokratikleşmesi, tek tek ülkelerin demokratikleşmesi, bu temelde Kürtlerin özgür ve demokratik yaşam sorunlarının çözümü Kürtler açısından en doğru çözümdür, en fazla kazandıran çözümdür. Özellikle de ezilmiş bir topluluk olarak bütün temel haklarına bulundukları her yerde kavuşmasını sağlayacak olan böyle bir projedir. Bunun dışındaki her proje Kürt’ün bütünlüklü  özgürlükçü ve demokratik yaşamını sağlamayacak, bir parçasında belki bazı imkanlar ortaya çıkacak, ama birçok yerde de Kürt’ün kültürel soykırıma uğraması, asimilasyonla yok edilmesi gibi sonuçlar ortaya çıkaracaktır. 

KDP’nin politikası Kürtleri zayıf düşürüyor 

Nitekim en somut örnek Türkiye! Türkiye neredeyse Güneybatı’yı tümden asimilasyona ve kültürel soykırıma uğratmıştır. Kuzey Kürdistan'ın  Kuzeyi ve belirli bölgelerde bu yönlü politikalar izlemektedir. Türk devleti Kürt’ün kendi kimliğiyle yaşamını bazı yerlerle sınırlı tutmaya çalışmaktadır. Milliyetçi yaklaşımlar, devletçi yaklaşımlar da egemen güçlerin bu yönlü politikalarına hizmet edecek bir karaktere sahiptir. Bu tür anlayışların sonucu Kürtler ancak sınırlı alanlarda kendilerinin kimliğiyle, diliyle, kültürüyle yaşama kavuşurlar. Devletçi ve milliyetçi zihniyet Kuzey Kürdistan'ın yarısının yok edilme durumuyla karşı karşıya gelmesini sağlayacak sonuçlar ortaya çıkarır.

Bu açıdan bir devletçiğin Kürtler açısından doğru bir çözüm olacağı yaklaşımı Ortadoğu'nun tarihsel toplumsal gerçekliğine çok fazla uymamaktadır. Kuşkusuz Kürtler Güney Kürdistan'ın bulundukları her yerinde, Kerkük’te, Xanekin’de sadece buralarda değil, şu anda KDP'nin terk ettiği Musul’da da kendi özgür ve demokratik yaşamlarına kavuşmalıdırlar. Musul’un en azından üçte biri Kürt’tür, çevresi Kürt’tür. Şimdi belli yerlerde hakim olma adına  Musul’daki Kürtlerin haklarının, hukuklarının bir tarafa itilmesi, buralardan neredeyse vazgeçilmesi, özgürlükçü ve demokratik bir yaklaşım değildir. Tamamen belirli alanlardaki hakimiyet kurmaya yönelik milliyetçi, ulus-devletçi bir yaklaşımdır. Kürtlerin tümünün hak ve hukukunu savunan bir yaklaşım olmamaktadır. Bu yönüyle Irak genelinde demokratik ulus çizgisinde her toplumun kendi bulunduğu alanda özgür ve demokratik yaşamını savunacak bir siyasal model ortaya çıkarılsaydı, bunun Kürtlere kazandırdıkları katbekat fazla olurdu. Şu anda KDP belirli güçlerin desteğiyle bir devletçik olma peşindedir. Bu konuda kimlerle anlaşmıştır, nasıl bir sonuç çıkacaktır yakında görülecektir, ama ortada şöyle bir yanlış durum vardır, paradoks vardır: Özellikle KDP şahsında izlenen yanlış politika vardır. Kürtlerin her parçadaki haklarını ve hukuklarını güvenceye alma, her parçadaki Kürtlerin haklarını her yerde savunmak açısından Kürtlerin bir ulusal kongre etrafında ulusal birliğin gücüne dayanması gerekirken, belli dış güçlere dayanarak bir şey elde etme yaklaşımı vardır. Bu durum Kürtleri zayıf düşürmektedir. 

KDP'nin politikası Kürtleri sadece Kuzey Kürdistan'da değil, Doğu Kürdistan'da da, Batı Kürdistan'da da, Güney Kürdistan'da da zayıf düşürmektedir. Kuşkusuz  çeşitli güçlerle ittifak yapılabilir, politika izlenebilir, taktik ilişkiler içine girilebilir, ama stratejinin esasını çeşitli güçlerle bu tür ilişkilere dayandırmak değil de, Kürtlerin birliğine dayanan bir yaklaşımla strateji uygulamak, taktik ilişkilere girmek Kürtlere daha çok kazandıracaktır. Kürtler kendi birlikleri temelinde çeşitli ilişkilere girdiklerinde özgür ve demokratik yaşamlarını güvenceye alma stratejisine daha kolay ve daha etkin ulaşacaklardır. Bu açıdan KDP'nin Kürtlerin haklarını ve hukuklarını savunma konusundaki yaklaşımları yanlıştır. Hep bir yerlere dayanarak kendine yer açmaya çalışmaktadır. Aslında KDP'nin bu tavrı KDP'nin kuruluşu sırasındaki bölge siyasal koşullarına göre şekillenmiştir. O dönemde Kürtler güçsüzdür. Güçsüz oldukları için de KDP ve YNK örneklerinde görüldüğü gibi şuraya-buraya dayanmışlardır, şuraya-buraya dayanarak varlıklarını sürdürmek istemişlerdir, şuraya buraya dayanarak politika izlemişlerdir. Belki o günün koşullarında belli dönemde anlamı olan bu yaklaşımların bugün gerçekten anlamı yoktur. Kürtlerin çıkarını temsil etmeyen, aleyhinde olan bir yaklaşımdır.
Kürtler 40-50 yıldır büyük mücadele vererek Ortadoğu'da güç olmuşlardır, Ortadoğu'da örgütlü güç haline gelmişlerdir. Kürt halkı önemli bir bilinç düzeyine ulaşmıştır. Demokratik toplumcu karaktere kavuşmuştur. Yani elli-altmış yıl öncesinin Kürdistan'ı yoktur. Elli-altmış yıl öncesinin KDP gibi örgütlerin zayıflığı nedeniyle belirli güçlerle ilişki kurma ihtiyacıyla şekillenen politika bugün Kürt gerçeğine uymamaktadır. Bu politika Kürt’ün kırk-elli yıldır yürüttüğü mücadeleye uymayan, Kürt gerçeğini anlamayan, buna dayanmayan, buna dayanarak politika yapmayan bir yanlış yaklaşımın ürünüdür. Bu yanlış ve Kürtlerin bugünkü gerçeğiyle uyuşmayan politik tarzın bırakılması gerekmektedir. Kürt kırk-elli yıl önceki Kürt değildir. Artık askeri gücü de vardır, siyasi gücü de vardır, ekonomik gücü de vardır. Bölgede artık Kürtler var olmadan istikrar sağlanamaz, yeni bir siyasi sistem kurulamaz. Eskiden bunlar olabilirdi, Kürtleri kendine yedekleyebilirlerdi; ama artık Kürtler bu durumda değildir. Bırakalım yedeklenmeyi, Ortadoğu'da inisiyatif alabilecek ve Ortadoğu politikasında en etkili hale gelebilecek bir ulusal-toplumsal gerçeğe ulaşılmıştır.

Kürtlerde demokratikleşme bilinci, demokratik zihniyet çok gelişkindir. Ne Türklerde, ne Araplarda, ne Farslarda olmayacak demokratik ve özgürlük bilinci Kürtlerde vardır. Kürtler buna dayanarak doğru politikalarla inisiyatif alabilir, bütün Ortadoğu'nun politikalarında etkin hale gelebilirler. Türkiye'nin politikalarında, İran’ın, Irak’ın, Suriye’nin politikalarında etkin hale gelebilirler. Kürtler artık böyle bir ideolojik ve siyasi güce ulaşmıştır. KDP hala bu gerçekliği görmeden elli yıl önce babasından öğrendiği politikalarla işleri yürütmeye çalışmaktadır. Bu, Kürtlerin çıkarını savunmak değildir. Bu Kürtlerin  demokratik toplum gücüne dayanmayan, Kürt halkına dayanmayan, sadece dış güçlere ya da bölgedeki denge çatışmalarına dayanan politika yapmaktır ki, bunun güvencesi de yoktur, geleceği de yoktur. Esas dayanılması gereken güç Kürtlerin kırk-elli  yıldır yürüttükleri mücadeleyle ortaya çıkardıkları halk gerçekliği ve Kürtlerin birliğine dayalı ortaya çıkan güç olmalıdır. Bu birliğe dayanılırsa o zaman diğer güçlerle yapılan politikalar anlamlı hale gelir, değerli hale gelir, Kürtlere kazandırır. Kürtlerin birliğine dayanıldığında tüm diplomatik ilişki ve girişimler Kürtlerin etkin olmasında rol oynar. Ama şimdi ortaya çıkan Kürt halk gerçeği dikkate alınmadan yapılan politikalar Kürt’ü zayıf düşürmektedir, politikasız bırakmaktadır ve gelecek açısından tehlikelerle karşı karşıya getirmektedir. 

Ulusal birliğe göre politika üretmek Kürtlere kazandırır 

Öte yandan bugün sadece Güney Kürdistan değil, bütün parçaların özgür ve demokratik yaşamını güvenceye alacak imkanlar ortaya çıkmıştır. KDP şimdi sadece Güney parçasını dikkate alarak, hatta bütün parçalardaki özgürlük ve demokratik yaşam mücadelesini kendi kuracakları küçük Kürdistan’a feda eden politikalar izlemektedir. Bu, çok tehlikeli bir yaklaşımdır. Nitekim Türkiye'nin KDP ilişkileri bu çerçevededir. Türkiye KDP ilişkilerini PKK düşmanlığı üzerine kurmuştur. Bu nedenle Türkiye ile KDP ilişkileri bu kadar sıkıdır. Türkiye hala bütün politikalarını, bütün ilişki ve ittifaklarını Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etme, Kürtleri etkisiz kılma üzerine kurmuştur. KDP'nin kara kaşına kara gözüne hevesli olduğu için değil; KDP üzerinden  Kuzey Kürtlerini, Kürt Özgürlük Hareketi'ni nasıl etkisizleştiririm politikası ekseninde ilişkiler kurmaktadır. Bir nevi 1960’larda KDP'nin Türkiye ile girdiği ilişkiler çerçevesinde Kuzey Kürdistan'daki gelişmeleri engellemesinin bir benzeri yaşanmaktadır. 1960’lı yıllarda dünyanın her tarafında ulusal kurtuluş hareketleri gelişirken, en geri topluluklar bile büyük bir mücadele geliştirirken, hatta ulusal kurtuluş mücadelelerini sonuca ulaştırırken Kuzey Kürdistan'da amiyane deyimle yaprak bile kımıldamamıştır. Her tarafta ulusal kurtuluş hareketleri gelişirken, Türkiye'de devrimci demokratik hareket çok güçlü biçimde gelişirken, Kuzey Kürdistan'da sadece DDKO gerçeğinde olduğu gibi sınırlı bir durum, hareket, kıpırdama ortaya çıkmıştır. Kaldı ki bu kıpırdamaya zemin olan zihniyet dünyasını temsil edenlerden Sait Kırmızıtoprak Türkiye'nin isteğiyle katledilmiştir. Türkiye Sait Kırmızıtoprak ve onun gibi düşünenleri kendisi için tehlikeli gördüğünden KDP eliyle onları saf dışı etmiştir. Türkiye bu politikayı bugün güncelleştirmeye çalışmaktadır. Kuşkusuz eskisi gibi yapmamakta, sadece İstihbarat örgütleriyle kurulan ilişkilerden öte, çok boyutlu yeni ilişkiler kurarak Kürt Özgürlük Hareketi'ni etkisizleştirmek istemektedir. 

 Bu açıdan mevcut KDP'nin Irak ve Ortadoğu genelinde izlediği politika yanlıştır. Türkiye eksenli bir politikanın Kürtlere fayda getirmeyeceği açıktır. Çünkü Türkiye hala Kürt düşmanlığında öncüdür. Kürtlerin sadece Kuzey’de değil, Rojava’da, Doğu’da, her tarafta özgür ve demokratik yaşamını kazanmaması için çaba göstermektedir. Bu konuda gerektiğinde İran’la da Suriye ile de rahatlıkla ilişki kurabilmektedir. Başka konularda çatışsalar bile, sıra Kürt konusuna geldiğinde ortak davranabilmekte, birbirlerinin Kürt politikasını gözetmektedirler. Türk devletinin hala Kürtleri kültürel soykırıma uğratmak isteyen bir siyasi sömürgecilik politikası izlediği gerçeği ortadayken AKP ittifakına dayanan bir politika izlemesi yanlıştır. Bu politika, Kuzey Kürtlerini güçsüz düşürmektedir. Hatta Kuzey Kürdistan'daki Kürt sorununun çözümünü güçlendiren değil, zayıflatan etkendir. Bazen KDP ya da sözcüleri biz de sorunun çözümünü istiyoruz deseler de, KDP ile ilişkileri Türkiye'nin sorunu çözmesine değil, sorunun çözümsüzlük politikasında ısrar etmesine neden olmaktadır. Bu gerçekliğin görülmesi gerekir.

Bu kadar gelişme varken, Ortadoğu'da yeni dengeler kurulmak istenirken mevcut kaos ortamından Kürtlerin güçlü çıkması açısından ulusal birlikleri çok önemlidir. Ulusal birliğe dayanarak politika üretmek; Türkiye'ye değil, Suriye'ye değil, şu bu güce değil, Kürtlerin birliğine dayanarak politika üretmek önemlidir. Ancak öyle olursa o zaman İran ilişkisi, Türkiye ilişkisi, Suriye ile Irak ile ya da Batıyla, Avrupa, ABD ile Rusya ile kurdukları ilişkiler Kürtlere kazandırır. Yoksa mevcut anlayışla kurulan ilişkiler Ortadoğu'da etkin olan, aktör olan güçlerin yedeğine düşme gibi bir durum ortaya çıkarır. Bu da sonuçta Kürtlerin bütün parçalarındaki özgür ve demokratik yaşamına güç kazandırmaz. Belki Güney Kürdistan'daki bazı şehirler KDP'nin ya da bazı grupların, Güneyli siyasi güçlerin kontrolüne girebilir, ama izlenen yanlış politikalar diğer parçalardaki özgürlük ve demokrasi mücadelesini güçlendirmez. Kaldı ki böyle bir durumda da Güney Kürdistan varlığını ne kadar sürdürebilir, özgür ve demokratik yaşamını ne kadar güvenceye alabilir bu da kuşkuludur. Bu açıdan Güney Kürdistan'ın da özgür ve demokratik yaşamının güvenceye alınması ve mevcut kazanımların sürdürülmesi açısından da KDP'nin bütün parçaların çıkarlarını gözeten ve ulusal birliğe dayanan bir politika yürütmesi gerekir. Güney Kürdistanlı siyasi güçlerin böyle bir yaklaşım içinde olmaları hem genel ulusal çıkarlar hem de Güney Kürdistan'ın geleceği açısından önem arz etmektedir. Yoksa bencil, sadece birkaç şehri kontrol etme, petrol gelirlerini elde etme, bunun üzerinden yaşama gibi yaklaşımlar tarih ve toplum karşısında bu güçleri sorumlu duruma düşürür.

KDP-Türkiye ilişkileri ciddi tehlikeler taşıyor 

Türkiye mevcut gelişmelerden doğru sonuç çıkarmıyor. Her ne kadar çözüm süreci açısından bir çerçeve yasasından söz edilse de politikalar esas olarak Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamına saygı duyan, Kürt sorununun demokratik olma temelinde gerçekleşmesi ve kalıcı çözüme ulaşmasını sağlayan bir yaklaşım içinde değildir. Önder Apo ve hareketimiz Türkiye'ye uzun dönemden beri Misak-i Milli’nin güncelleşmesi temelinde bir politika izlenmesi çağrısı yapmaktadır. Yani Kürtlerin tasfiyesi üzerinden, Kürtlerin soykırıma uğratılması üzerinden değil, Kuzey Kürdistan'da Kürt sorununu çözerek bütün Kürtlerle demokratik ittifak içinde bir Ortadoğu politikası izlemesinin daha doğru olacağını vurgulamaktadır. Bu açıdan Kürt sorunun çözümü Türkiye'ye de kazandıracaktır. Ama Türkiye Kuzey Kürdistan'da Kürt sorununu çözerek, bu temelde Güney Kürdistan’la, Rojava’yla, Güney Kürdistan’la, yine Doğu Kürtleriyle ilişki kurarak sınırları değiştirmeden Misak-i Milli’yi güçlendirip demokratik Türkiye temelinde Ortadoğu'da etkin olma politikası yerine, Kürtleri tasfiye ederek otoriter bir Türkiye olmaya çalışmaktadır. Bu temelde Osmanlı ya da yeni Selçuklu diyebileceğimiz otoriter olmaya dayalı yeni bir Ortadoğu perspektifiyle hareket etmektedir. Bu tabii ne Kürtler tarafından ne de demokrasi güçleri tarafından kabul edilebilecek bir yaklaşımdır.
Kuşkusuz Türkiye Güney Kürdistan’la ilişki kurabilir, Güney Kürdistan Türkiye ile ilişki kurabilir; ama bu ilişki Kuzey Kürdistan'da Kürt sorununun çözümü temelinde olduğu takdirde doğrudur ve anlamlıdır. Yoksa tehlikeli bir ilişkidir. Biz Türkiye'nin kendi Kürt sorununu çözerek hem Güney Kürdistan'daki, hem Rojava’daki Kürt siyasi güçleriyle ilişki içinde olmasını, ekonomik, sosyal, kültürel ilişki temelinde sınırlara dokunmadan Misak-i Millinin güncellenmesini doğru buluyoruz. Bu, demokratik bir politikadır, demokratik etki politikasıdır. Demokratik gücüne dayanarak bölgede etkili olma politikasıdır. Böyle etkinlik yanlış değildir. Bu etkinlik demokrasi etkinliğidir, ekonomik, sosyal, kültürel yaşamın demokratikleşmesi etkinliğidir ki, buna karşı çıkmak mümkün değildir. Bu emperyalist yayılmacılık değildir, yeni Osmanlıcılık değildir ya da Selçuklunun hakimiyet alanlarını genişletip bölgeye hakim olma yaklaşımı değildir. Bu, demokratik zihniyet temelinde demokratik bir model temelinde etkide bulunmaktır. Ya da demokratik bir model olarak ortaya çıkan büyük ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeye dayanarak bir etkide bulunmaktır ki, bu da karşı çıkılacak değil, kabul edilecek, bütün Ortadoğu halklarına kazanç ve yarar getirebilecek bir etkidir. Ama Türkiye gelinen aşamada böyle bir perspektifle, böyle bir vizyonla  değil, Kürt Özgürlük Hareketi'ni nasıl sınırlarım, nasıl etkisizleştiririm, nasıl zayıflatırım, böylelikle bu sorundan kurtulup kendimi bölgede güç yaparak siyasi ve askeri alanda nasıl etkili olurum biçimindeki bir yayılmacı, hegemon anlayışı temsil etmektedir ki, bunun Kürtler tarafından da bölge halkları tarafından da kabul edilmesi mümkün değildir. 

KDP'nin geçmişte PKK karşıtlığı üzerinden parlamento açıp Güney’de bir siyasi sistem kurmasına benzer bir durum eğer KDP mevcut politikalarından vazgeçmezse yine gündeme gelebilir. 1992’de PKK karşıtlığı üzerinden Güney’de siyasi bir otorite haline gelme politikası PKK'ye saldırma temelinde devletini kurma biçiminde kendini ortaya koyabilir. Kürtlerin birliğine dayanarak değil de, dış güçlere dayanarak ya da dış güçler arasındaki çelişkilerden yararlanarak kendini güç yapma politikası bu tür tehlikeli ve bütün Kürdistan açısından onarılması zor olan sonuçlar yaratabilir. KDP-Türkiye ilişkileri mevcut durumda böyle bir tehlikenin olasılık dışı olmadığını göstermektedir. KDP-Türkiye ilişkilerine dayanan politikalar sadece Kürdistan’ın geneli açısından değil, Güney Kürdistan’ın geleceği açısından da çok ciddi tehlikeler taşımaktadır. 

Bu politikalar karşısında Önder Apo'nun demokratik ulus projesini her yerde savunmak gerekmektedir. Bölgede yaşanan mevcut gelişmeler ve derinleşen kaos ortamında da hem Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamını korumak, hem de demokratik ulus projesinin, bu doğru projenin bütün Irak, Suriye ve bütün Ortadoğu'da etkin kılınmasını sağlayacak adımlar atılması gerekmektedir. Bu yönüyle Kürtlerin böyle bir ortamda Irak'ta da, Suriye'de de, Türkiye'de de, İran’da da aktifleşmesi gerekmektedir. Rojava’da bunun en doğru yolu, Rojava’daki devrimci demokratik güçlerin Suriye’nin devrimci demokratik güçleriyle birleşerek bir demokratik ulus modeliyle demokratik Suriye’nin yaratılmasıdır. Bu açıdan ancak demokratik bir Suriye'de varlıklarını sürdürebilecek Alevi Araplarla, yine dış güçlerin ve içteki otoriter ve gerici güçlerin baskısı altında bulunan Sünni Arap toplumuyla bir demokratik ittifakta buluşmak önemlidir. Yine İslam’ın toplumsal değerlerine saldıran, tüketici ve bireyci kapitalist modernist politikalara dayanarak Ortadoğu halklarını güçsüz duruma düşüren kapitalist modernizme, emperyalizme, dış güçlere karşı çıkan hem radikal demokratik hem de sol güçlerle Suriye'de bir araya gelmek gerekmektedir. Farklı inanç ve etnik topluluklar olan Süryaniler, Ermeniler, Dürziler, İsmailer gibi toplulukları bir araya getirerek, kadını, özgür ve demokratik yaşam özlemi olan gençliği yanına çekerek Suriye'de demokratik bir ittifak temelinde yeni bir Suriye yaratmak önemlidir. Suriye'de mevcut kriz ve kaostan ancak toplumun istikrarı, özgür ve demokratik yaşamını sağlayacak yeni bir siyasal projeyle çıkılabilir. 

Bu konuda Rojava devrimci güçleri daha aktif olabilir. Rojava devrimini sadece askeri güçle savunarak ya da Rojava’ya kapanarak ayakta tutmak zordur. Rojava devrimini savunmayı, Rojava devrimini güçlendirmeyi devrimi bütün Suriye’ye taşırıp Suriye’yi bu devrim temelinde yeniden şekillendirmekle sağlayabiliriz. KDP'nin Irak'ta olduğu gibi Türkiye ile ittifak yapıp Cizre’nin belirli bölgesini kontrol ederek kuracakları Kürdistan'a dahil etme hesapları ne Rojava halkı açısından ne de Suriye geneli açısından doğru olan politikalardır. Bu açıdan da özellikle de Irak’taki durumlar görülerek Suriye'de gerçekten de demokratik ulus projesini etkili kılmak, güçlendirmek, pratikleştirmek bugün daha da imkanlı hale gelmiştir. Birçok gücü demokratik ulus çizgisinde Rojava devriminin Suriye’ye taşırılması ve demokratik Suriye’nin oluşması konusunda ikna etmek, bir araya getirmek, bunun için bir mücadele gücü ortaya çıkarmak eskisinden daha da olanaklı hale gelmiştir. Bu yapıldığı takdirde sadece Rojava devrimi değil, bütün Suriye halkı kazanacaktır. Suriye'de gerçekleşecek demokratik ulusa dayalı demokratik bir devrim ve bu temelde oluşacak demokratik Suriye sadece Irak açısından değil, bütün Ortadoğu açısından iyi bir model olacaktır. 

Yaşanan kriz İran’ı tehdit ediyor 

Ortadoğu'da yaşanan gelişmeler her zaman İran’ı ilgilendirmiştir. Bölge dengelerinin oluşmasında İran’ın pozisyonu her zaman önemli olmuştur. Hatta İran Ortadoğu dengelerinin kurulmasında her zaman bir köşe taşı niteliği taşımıştır. İran, bölge dengeleri içinde şöyle ya da böyle yer almadan Ortadoğu'da göreceli de olsa istikrar sağlamak mümkün değildir. Bu açıdan İran’ın durumu ve İran üzerindeki politikaları bölgedeki siyasal gelişmeleri her zaman yakından ilgilendirmiştir. İran, yakın zamana kadar Ortadoğu'daki krizlerden ve sorunlardan beslenip kendi varlığını sürdürürken, şimdi Ortadoğu'da yaşanan kriz İran’ı da tehdit eder duruma gelmiştir. 35 yıldır bölge istikrarsızlığından yararlanarak yaşamını sürdüren İran, gelinen aşamada göreceli bir istikrar temelinde yaşamını sürdürme çizgisine gelmiştir. Bu yönüyle kapitalist modernist sistemle belli bir uzlaşı arayışı içine girmiştir. IŞİD’in Irak’taki etkinliğiyle birlikte bir süredir İran’ın siyasi pozisyonunu güçlendiren Irak şimdi siyasi pozisyonunu zayıflatır duruma gelmiştir. Normal koşullarda Irak’ın zayıflamasını kendi çıkarına görebilecek olan İran, mevcut durumda Irak’ın parçalanmasının kendi üzerinde de etkide bulunacağını düşünerek kaygıyla yaklaşmaktadır. Bu nedenle ABD ve Batıyla ilişkilerini düzeltme eğilimi hiçbir dönemde olmadığı kadar İran’da gelişmiş bulunmaktadır. Özellikle Türkiye'nin Ortadoğu'da Sünni mezhep yanlısı politika izlemesi İran’ı rahatsız eder durumdadır. İran, dışarıda kendisine yönelik gelişen yönelimleri Kürtlerle anlaşma ve belli bir demokratikleşme yaşamayla aşabilecekken, bu konumdan uzak olması, İran’ın giderek daha krizli bir siyasal sürece gireceğini göstermektedir. Bu da başta Kürtler olmak üzere demokrasi güçlerinin hazırlıklı olmasını gerektirmektedir. Ya İran’ın demokratikleşmesi temelinde ya da demokratikleşmeyen İran’ın yaşayacağı sorunlar ortamında inisiyatif alarak İran’ı demokratikleştirme temelinde sorunlarını çözeceklerdir.
Türkiye'de Kürt Özgürlük Hareketi'nin ve demokrasi güçlerinin yürüttüğü mücadeleyle önemli bir demokratik birikim ortaya çıkmıştır. Gerçekten de Türkiye'deki demokratikleşme birikimi  bölgedeki birçok ülkeden fazladır. Hem Kürtlerin en büyük parçası olan Kuzey Kürdistan'da Kürtlerin demokratik bilinci bütün parçalardakinden daha fazladır, hem de Türkiye halkının on yıllardır yürüttüğü mücadele Türkiye'de önemli bir demokrasi ve özgürlük birikimi ortaya çıkarmıştır. Eğer bunu doğru değerlendirilirse Türkiye'yi demokratikleştirmek ve Ortadoğu açısından bir model haline getirmek mümkündür. Ama bu modellik Demirel’in ya da Erdoğan’ın modelliği değildir. Bölge ülkeleri üzerinde hakimiyet kurma modeli değildir. Ya da Ortadoğu'ya kapitalist modernite ajanlığı yapacak, kapitalist moderniteyi taşıracak bir model değildir. Kuşkusuz maddi uygarlığın temsilcisi ABD, Avrupa Türkiye üzerinden Ortadoğu'yu fethetmek istemektedirler. Türkiye’yi Ortadoğu'yu fethetmede beşinci kol olarak, koç başı olarak kullanmak istemektedirler. Böyle bir yaklaşım vardır. Gerçekten de Ortadoğu'da Batı için, ABD için bu yönlü rol oynayacak en uygun ülke Türkiye’dir. Diğer yandan da hem Batının, Avrupa’nın bu yönlü hegemonik politikalarına karşı çıkacak, hem de Ortadoğu'da halkların toplumsallığını saptırarak sapkın bir toplumsallık temelinde Ortadoğu'daki kaosun derinleşmesinde rol oynayan güçlere karşı doğru alternatifi temsil edecek ve doğru bir model olacak bir Türkiye gerçeği vardır. Eğer Türkiye'nin demokrasi güçleri ve Kürt Özgürlük Hareketi bu gerçeği iyi görür, HDP somutunda olduğu gibi Türkiye'nin demokratikleşmesinde güçlü bir hamle yapabilirlerse, bu pratikleşebilirse gerçekten Türkiye'nin Ortadoğu'nun kaderini değiştirecek, geleceğini belirleyecek bir rol oynaması söz konusu olacaktır. Tabii bunu söylerken Ortadoğu'nun geleceğini pozitif anlamda belirleyecek bir rolden söz etmekteyiz. 

Tabii bu rolü oynamada da Kürtlerin varlığı çok çok önemlidir. Bugün Önder Apo'nun projesi, düşüncesi kesinlikle Ortadoğu için tek çözüm seçeneğidir. Hem ideolojik olarak, hem toplumsal ve siyasal yapılanma olarak çözüm Önder Apo'nun demokratik ulus ve demokratik özerklik projesinde vardır. Demokratik konfederal temelde bütün toplulukların demokratik özerk yaşaması Ortadoğu'daki sorunların çözümü için tek yoldur. Bu açıdan demokratik ulus anlayışının Türkiye'de, Ortadoğu'da hakim kılınması belirttiğimiz demokratik konfederalizme dayalı demokratik özerkliği sağlatacaktır. Demokratik özerklik ülkelerin, toplulukların birbirinden kopmasını değil, etnik ve dinsel toplulukların, bütün toplulukların  birbirine daha fazla yakınlaşmasını, daha fazla bir bütün hale gelmesini sağlayacaktır. Bütünlük böyle bir demokratikleşmeyle olacaktır. Demokratik topluma dayalı farklılıkların birbirini tamamladığı, kimliğini ve özgürlüğünü tanıdığı, her farklılığın kimliğini ve özgürlüğünü demokratik özerklik biçiminde yaşadığı bir Türkiye'de, bir Ortadoğu'da bütünleşme daha fazla gerçekleşecektir. 

HDP bütün Türkiye’nin partisidir 

Türkiye çözüm sürecine yasal çerçeve olacak tasarıyı meclise bir bütünleşme projesi olarak sunmuş. Bütünleşme  projesi ancak ve ancak Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamını tanımakla mümkündür. Öyle söylenildiği gibi terör sorununu çözeceğiz demek, PKK geldi bu birliği bozdu, PKK'yi tasfiye eder birliği sağlarız demekle bütünleşme sağlanamaz. Kürtleri yine Türkiye içinde etkisiz bir hale getiririz, bütünlüğü böyle sağlarız yaklaşımı sakattır. Bu yaklaşımla ne Kürt sorunu çözülebilir, ne Türkiye'nin birliği sağlanabilir ne de Ortadoğu'da birlik ve bütünleşme sağlanabilir. Ortadoğu'da birlik ve bütünleşme nasıl gerçekleşecek? Türkiye'nin projesi ve anlayışıyla gerçekleşebilir mi? Türkiye Kürt sorununu çözerek birliğini sağlarsa Ortadoğu'da gerçekten sorunların çözülmesi temelinde Ortadoğu halklarının birliği ve dayanışması sağlanabilir. Herkes Türkiye gibi  yaparsa Türkiye'de de savaş ve gerilim devam eder, Ortadoğu'da da  savaş ve gerilim devam eder. Bu bakımdan bütünleşme projelerini de doğru ele almak gerekir. Bütünleşme projeleri, her türlü etnik ve dinsel kimliğin kendi kimliği ve kültürüyle kendini örgütleyerek, her farklı topluluk kendi demokratik toplumuna dayanarak demokratik konfederalizm temelinde demokratik özerk yaşamlarını sağlamayla başarılı olabilir. Böylelikle de  bütün sorunlar çözülecek, hiçbir etnik ve dinsel topluluk diğerinden rahatsız olmayacak, bu temelde tam demokrasi, radikal demokrasi yerleşecek, emekçilerin de kadının da gençliğin de bütün farklı toplumsal kesimlerin de sorunları çözülecektir. Ama bu, belirttiğimiz gibi gerçek anlamda bir bütünleşme zihniyetiyle olabilir. Bu yönüyle Türkiye'de yeni çıkarılmak istenen müzakere çerçevesi yasası doğru ele alınırsa rolünü oynayabilir. Yoksa sorunları derinleştirmekten, ileride daha büyük sorunlara, gerilim ve çatışmalara yol açmaktan başka bir sonuç vermez.

Bu çerçevede Türkiye'deki HDP projesini önemsemek gerekiyor. Sadece Türkiye'de değil, Suriye'de de, Irak'ta da, İran’da da bir HDP projesine ihtiyaç vardır. HDP gibi bütün farklı etnik ve dinsel toplulukları bir arada toplayacak bir genel partiye ihtiyaç vardır. Tabii ki HDP’nin Kürdistan'da, Karadeniz’de, Ege’de farklı örgütlenmeleri bulunabilir. Nitekim Karadeniz’in HDK’si, Ege’nin, Akdeniz’in, Kürdistan’ın, Trakya’nın kendine göre bir HDK’si olur. Yerel HDK’ler HDP’nin toplumsal zeminini sağlayacak kurumlaşmalar ve kongreler olur. Böyle olursa gerçekten de toplumun siyasete, toplumsal yaşama katıldığı radikal demokrasi gerçekleşir. Bu açıdan HDP projesi çok önemsenmelidir. Gerçekten de Türkiye'nin demokratikleşmesini ve Kürt halkının özgürlüğünü isteyen herkes bu projeye destek vermelidir. Kürt sorununun demokratik çözümü bu projenin güçlenmesiyle gerçekleşecektir. Kürt sorununun çözümünün gerçekleşmesinde bu partinin rolünü herkes görmelidir. Bu, geçici bir rol değildir; sadece Kürtlerin partisi değildir, sadece Karadeniz’in partisi değildir, bütün Türkiye'nin partisidir. Bütün Türkiye'ye yönelik siyaset yapacaktır, ama temel sorunlarla yakından ilgilenecektir, Kürt sorunuyla ilgilenecektir, Alevi sorunuyla ilgilenecektir, emekçi sorunlarıyla ilgilenecektir, her türlü etnik ve dinsel toplulukların sorunlarıyla ilgilenecektir, kadın sorunuyla ilgilenecektir, gençliğin sorunuyla ilgilenecektir. Bütün sorunları kendi sorunu olarak görecektir. En başta da Kürt sorunu gibi, Alevi sorunu gibi Türkiye'nin temel sorunu haline gelen toplulukların sorunlarına çözüm bulmak önemlidir. Bunlarla yakından ilgilenmek bir Kürt partisi ya da bir Alevi partisi olmayı gerektirmez. Türkiye'nin hangi partisi olursa olsun Türkiye'nin bu en temel sorunlarıyla ilgilenmek zorundadır. Zaten AKP şimdi sabahtan akşama kadar Kürtlerle, Kürt sorunuyla ilgili değil midir?  Ya da her fırsatta Alevilerle ilgili değerlendirmeler yapmıyor mu? Demek ki Türkiye'nin en temel sorunları bunlar, bunlar hükümetin önüne geliyor. O zaman tabii ki HDP de bu temel sorunları önceliğine alacak ve çözmeye çalışacaktır. Kuşkusuz Türkiye'nin tüm diğer bölgelerinin sorunlarını da kendi gündemine alacak, bu konuda sorunları çözmeye çalışacak örgütlenmeler yaratacaktır. 

Halkların Demokratik Partisi kongresini yaptı, bu önemli bir gelişmedir. Bazı sorunlar olduysa da bunların zamanla aşılacağını düşünüyoruz. Çünkü Halkların Demokratik Partisi radikal demokratik bir partidir. Burada sadece bireyler ve şahsiyetler değil de örgütlü toplumlar da yer alır. HDP, örgütlü toplum gerçeğini de kabul etmek durumundadır. Sadece bireylere dayanan bir kitle partisi değildir. Artık böyle bir kitle partisi anlayışı yoktur. Kuşkusuz toplumunun tümünü kucaklayacak bir parti olmalıdır. Toplumun bütün kesimlerini kucaklayacak bir parti olmalıdır. Azınlık egemenler dışında, birey olarak değil, örgütlü güçler olarak, örgütlü topluluklar olarak örgütlenen bir demokratik toplum partisi olmalıdır. Zaten kitle partisi kavramı yerine, demokratik topluma dayalı parti demek daha doğrudur. Çünkü yeni demokrasi zihniyeti esas olarak örgütlü toplulukları esas alan karaktere sahiptir. Sosyal olabilir, siyasal olabilir, inançsal olabilir ama örgütlü toplulukları esas almak radikal demokrasinin gereğidir. HDP örgütlü topluluklara dayalı bir parti olursa gerçek radikal demokrat olur. Yoksa sadece bireylerin örgütlenmesine dayalı bir parti artık eskide kalmıştır. Radikal demokratikleşmeye dayalı parti bütün toplulukların tabandan örgütlenerek kendi kimliğiyle, kültürüyle farklılığıyla örgütlenerek oluşturduğu demokratik topluma dayalı partilerdir. Bu temelde örgütlenen partiler komünal demokratik partiler olabilir, demokratik sosyalist partiler olabilir. Bu açıdan da HDP'nin önümüzdeki dönemde böyle bir radikal demokratik parti olma gerçeği çerçevesinde çalışması, kendini örgütlemesi ve böyle bir topluma dayanarak etkili siyaset yapması gerekmektedir.

HDP projesine karşı hem Kürt cenahından hem Türkiye cenahından olumsuz yaklaşımlar bulunmaktadır. Aslında her iki cenahtan milliyetçi ve ulusalcı kesimler HDP projesinden rahatsızdır. HDP projesine karşı çıkmaktadırlar. Bu, bir yönüyle devletin halklar arası birliği engelleyerek Kürt sorununu çözümsüz bırakma politikasının parçası olarak gündeme gelirken, diğer yandan halkların kardeşliğine değil de dış güçlere dayanan işbirlikçilikle Kürtlerin haklarının savunulacağını düşünen milliyetçi güçler tarafından gündeme getirilmektedir. Kuşkusuz sol ve sosyalizm düşmanlığı da HDP projesine karşıtlığın diğer bir nedenidir. Bu tür yaklaşımlara karşı nereden gelirse gelsin tutum almak, HDP projesini Kürt sorununun çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından stratejik bir proje olarak görmek gerekmektedir. Önder Apo’nun yeni paradigmansa dayalı Kürt sorununu çözümü ancak böyle bir projeyle gerçekleşebilir.

Demokratik güçler mezhep savaşına karşı durmalı 

Kuşkusuz HDP’dir, Kürt Özgürlük Hareketi’dir, bütün demokratik siyasi güçlerin bu dönemde en temel hassasiyetlerinden biri de mezhepler arası savaşın önüne geçmek olmalıdır. Mezhepçiliğe karşı siyasal tutum takınmamak gerekir. Belirli siyasal tutumların içinde belirli inanç toplulukları yer alabilir; ama bu kesinlikle bir mezhebin diğer mezhebe karşı savaş açması, bir mezhebin diğer mezhebi geriletmesi, zayıflatması biçimindeki bir yaklaşım olmamalıdır. Sadece siyasi programlar ekseninde bir ilişkilenme olabilir. Yoksa mezhepçiliğe ve inanç karşıtlaşmasına dayalı yaklaşımlar karşı devrimci bir yaklaşımdır; insanlık dışı bir yaklaşımdır. Ortadoğu'da şu anda en karşı devrimci yaklaşım mezhep savaşları başlatmaktır, mezhep savaşları içinde yer almaktır. Mezhep savaşları kadar tehlikeli, gerici bir durum yoktur. Mezheplerin gözü kördür. Mezhep savaşlarının olduğu yerde özgürlükçü ve demokratik her türlü eğilim ezilir. Mezhepçilik kadar tehlikeli bir şey yoktur. Milliyetçilik ne kadar tehlikeliyse mezhepçilik de o kadar tehlikelidir. Kuşkusuz mezhepler tehlikeli değildir. Mezhepleri karşı karşıya getirmek tehlikelidir. Etnik çatışmalara taraf olmamak kadar mezhepçilikte de taraf olmamak gerekir. Zaten Ortadoğu'daki bugünkü sorunların bu düzeyde çıkmaz hale gelmesinin nedenlerinden biri de milliyetçilikle mezhepçiliğin iç içe geçmesidir.

Kapitalist modernite Ortadoğu'ya girip mezhepçilikle milliyetçiliği iç içe geçirerek soykırımlara, halkların birbirlerini katletmesine neden olmuştur. Bugün Ortadoğu'daki sorunların en büyük kaynağı mezhepçilikle milliyetçiliğin iç içe geçirilmiş olmasıdır. Mezhepler belirli bir kültürü, farklılığı ifade etmektedir. Bir anlamları vardır. Nasıl ki her dinin bir toplumsal işlevi varsa, mezheplerin de vardır. Mezhepleri yok saymak, ortadan kaldırmak yanlıştır. Ama mezhepçiliğin fanatikleşmesi, milliyetçilikle bütünleşerek diğer mezheplerin ortadan kaldırılması ya da milliyetçiliğin diğer mezhepleri yanına alarak farklı hakları yok etmeye çalışması Ortadoğu halkları açısından çok gerici, çok tahripkar, çok yıkıcı bir durumdur. Bu açıdan özgürlükçü güçlerin, demokratik güçlerin, sosyalist güçlerin mezhepçilik savaşına karşı durmaları, halkların mezhepçilik tuzağı içine  sokulmalarının önüne geçmeleri gerekir. Belki de önümüzdeki dönem demokratların, sosyalistlerin, özgürlükçü güçlerin temel görevlerinden biri bu tür mezhepçi saflaşmaya karşı çıkmaları, mezhepçiliğe dayanan çatışmaların karşısında olmalarıdır. Bu konuda toplumu bilinçlendirerek toplumun mezhepçi ve milliyetçi çatışmalardan uzak tutarak halkların özgürlük ve demokratik yaşamlarına güç vermelidirler. Bu temelde de özgür ve demokratik yaşamın gerçekleşmesini sağlayarak bütün mezhep savaşlarının, bütün etnik savaşların zeminin ortadan kaldırılması gerekmektedir. 

Bütün etnik ve dinsel savaşların zeminin ortadan kaldırılması radikal demokrasi mücadelesinden geçer. Demokratik ulusa dayalı demokratik özerklik sistemini kurmaktan geçer. Toplumsal ve ekonomik yaşamın komünal ekonomik temelde kurumlaşmasından, inşasından geçer. Bu açıdan da Ortadoğu'da kapitalist modernitenin iki yüzyıllık yarattığı tahribatlara, yine tarihten bugüne devletçi iktidarcı modernitelerin toplumlar üzerinde yaşattığı büyük acılar karşısında demokratik modernite çizgisinin alternatif çizgi haline getirilmesi çok önemlidir. Demokratik modernite çizgisi de devletçi ulusa karşı demokratik ulus, kapitalist modernist, bireyci, endüstriyalist, doğayı tahrip eden, doğayı ve toplumu bir sömürü malzemesi olarak gören kapitalist modernist zihniyete karşı eko-endüstriye dayalı demokratik komünalizmi yaşamsallaştırmak, bütün Ortadoğu'da halklarının gerçekleştirmesi gereken görev haline gelmiştir. 

Bu kaos ortamında beklemek Kürtler için tasfiye anlamına gelir 

Türkiye'de mevcut durumda iki gündem var. Birincisi; Kürt Özgürlük Hareketi'nin yürüttüğü şu anda yaşanan çatışmasızlık durumunun ne olacağı konusudur. Kürt Özgürlük Hareketi'nin çatışmasızlık konumu Türk devleti, AKP hükümeti tarafından değerlendirilecek mi? Kürt sorununun çözümü için adım atılacak mı, atılmayacak mı, bu önemli bir gündem maddesidir. Bu konuda Kürtler istim üzerindedir. Ortadoğu'da böyle yoğun gelişmelerin yaşadığı dönemde adım atılmasını beklemektedirler. Ortadoğu'nun bu çatışma ortamında Kürtler önlerini görmek istemektedirler. Özgür ve demokratik yaşamları konusunda adım atılmasını beklemektedirler. Yoksa bu kaos ortamında beklemek Kürtler için ölüm anlamına gelir. Kürtler için tasfiye anlamına gelir. Bu açıdan Kürtler sorunları demokratik siyasal yollardan çözmek istiyorlar. Demokratik siyasal çözüm temelinde Türkiye'nin model olmasını, bir model olarak Ortadoğu'da etkin olmasını istiyorlar. Sadece Türkiye'deki Kürt sorununun çözümünde değil, bütün Ortadoğu'da Kürt sorununun çözümünde öncü, aktif bir rol oynamasını istiyorlar. Ama böyle bir yaklaşım yoksa bu, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin tasfiye edilmesi, yok edilmesi anlamına gelir. Kürtlere yönelik böyle bir politika aynı zamanda Türkiye'nin hegemon, baskıcı bir rejim yönünde tercih kullanması, baskıcı hegemonik karakterini bundan sonra sadece Kürtler üzerinde değil, bütün Ortadoğu halkları üzerinde sürdürmesi anlamına gelir ki, bunun bütün Ortadoğu halkları tarafından da, demokrasi güçleri tarafından da kabul edilmeyeceği açıktır. Böyle bir hegemonik zihniyete karşı Kürtler de demokrasi güçleri de  mücadeleyi yükseltirler. Türkiye’yi demokratikleştirip Kürt sorununu çözme temelinde Ortadoğu’da model olmasını, inisiyatif kullanarak gerçekleştirmeye yönelirler. Çünkü Türkiye'nin de, Ortadoğu'nun da Kürt sorununu çözmüş ve demokratikleşmiş böyle bir Türkiye'ye ihtiyacı vardır. 

Erdoğan ile İhsanoğlu arasında hiçbir fark yok 

Türkiye'deki diğer önemli bir gündem de cumhurbaşkanlığı seçimleridir. Kuşkusuz kimin seçilip seçilmeyeceği önemli değildir. Önemli olan bu seçimlerin demokratikleşmenin  parçası olup olmamasıdır. Yoksa mevcut hegemonik siyasi güçlerin, partilerin birbirleriyle yürüttükleri  kavganın, iktidar kavgasının bir parçası olan cumhurbaşkanlığı seçimi de, cumhurbaşkanı da Kürtleri ve demokrasi güçlerini fazla ilgilendirmez. Kürtler ve demokrasi güçleri bu seçimlerin demokrasi açısından bir anlamı olup olmadığına bakarlar. Şu anda mevcut durumda cumhurbaşkanlığı seçimleri Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü projesinin bir parçası değildir. Kesinlikle bir demokratikleşme adımı, demokratikleşme fırsatı değildir. Bir iktidar mücadelesi, güç gösterisi haline getirilmiştir. Bir taraftan Erdoğan, bir taraftan CHP ve MHP’nin adayının seçime girmesi, Türkiye'deki hegemonik güçlerin, iktidarcı devletçi sömürücü güçlerin kendi pozisyonlarını güçlendirme mücadelesi yürüttükleri dışında başka bir anlam taşımamaktadır. Şu andaki pozisyonları bunu göstermektedir. Bu durum karşısında tabii ki Kürtlerin, Alevilerin, bütün demokrasi güçlerin, farklı etnik ve dinsel toplulukların kendi adaylarını ortaya koyup onun etrafında birleşmeleri gerekir. 

Erdoğan ile İhsanoğlu arasında ne fark vardır! Bu ikisi arasında hiçbir fark yoktur. Kürtler için, demokrasi güçleri için tercih edilecek  bir yanları yoktur. Çünkü aralarında hiçbir fark yoktur. Herhangi bir tercih  kesinlikle hegemonik güçlere yedeklenme anlamına gelecektir. Türkiye'deki herhangi bir hegemonik gücün kendisini daha da güçlendirmesi anlamına gelir. Bu açıdan böyle bir seçimde Kürtler hiçbir hegemonik zihniyeti güçlendirmek istemezler. Bu bakımdan demokrasi güçleri, Kürtler, Aleviler, sol güçler, emekçiler, kadınlar, gençler gerçekten alternatif bir aday ortaya koymalıdırlar. Çünkü AKP'nin ve CHP’nin adayı da aynı zihniyet ve vizyondadır. Zaten Türkiye'deki sorunlar bu nedenle çözülmüyor. Türkiye'nin alternatif bir zihniyete, alternatif bir seçeneğe ihtiyacı var. Bu seçeneğin gösterilmesi gerekir. Bu seçeneğin güçlü bir alternatif olduğu ortaya konulmalıdır. Birinci turda da, ikinci turda da Kürt demokratik güçleri, Aleviler, demokrasi güçleri, solcular, emekçiler, kadınlar, gençler kendi adayları etrafında toplanmalıdır. Birinci turda toplanmalı, hatta ikinci tura kalarak kendi adaylarını seçtirebilmelidirler. Birinci turda ikinci tura kalma mücadelesi verebilmelidirler. İlk önce hedef bu olmalıdır. Kesinlikle şu ya da bu partiye yedeklenecek bir yaklaşım içinde olunmamalıdır. Birinci turda kesinlikle ikinci tura kalınmalı, ikinci turda da hangi aday kalmışsa onunla cumhurbaşkanlığı yarışı olmalıdır. Böylelikle hegemonik güçlerle demokrasi güçlerinin adayı yarışma içinde olur, bu Türkiye'nin demokratikleşmesi mücadelesine güç katar; demokratikleşmenin zeminini güçlendirir. Bu açıdan cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turunda bu aday desteklenebilir, ikinci turunda şu aday desteklenebilir hesapları yapmadan sonuna kadar demokrasi güçleri kendi adayları etrafında çalışmalarını yürütmeli, kendi adaylarını güçlendirmelidirler. Bu tercihin Türkiye'nin güçlü bir seçeneği olduğunu herkese göstermelidirler. Bundan daha değerli bir çalışma olamaz. Bundan daha değerli özgürlük ve demokrasi çalışması olamaz. Bu bakımdan cumhurbaşkanlığı seçiminde de tüm demokrasi ve özgürlük güçleri iradeli bir tutum göstermelidirler. Kendi alternatif ve özgür seçeneklerini muğlaklaştırmamalıdırlar. Başka bir gücün yedeğine sokmamalıdırlar. 

Yıllardır sol CHP’nin yedeğine giriyor. Bundan kurtulmak gerekir. Ya da bazı çevreler AKP'nin yedeğine düşüyor, bundan kurtulmak gerekir. AKP'nin ya da CHP’nin yedeğine düşerek elde edilecek bir kazanım yoktur. Alternatif gücü ortaya çıkarmak önemlidir. Alternatif gücü, duruşu ortaya çıkarmak önemlidir. Bu açıdan da cumhurbaşkanlığı seçiminde Kürtler kimden yana olacak, demokrasi güçleri kimden yana olacak tartışmasının içine girilmemelidir. Kürtlerin, demokrasi güçlerinin şundan, bundan yana olma pozisyonları yoktur, aksine başka güçler gelip demokrasi ve özgürlükçü güçlerden yana olmalıdırlar. Bunların adaylarını desteklemelidirler. Bir yan olunacak durum varsa demokrasi ve özgürlükçü güçlerden yana olma durumu olabilir. Yoksa başka güçlerden yana olma, onların adayını destekleme gibi bir tutumları olamaz, olmayacaktır da.

Hiç yorum yok: