22 Mart 2013 Cuma

Öcalan Antlaşma Değil Program Sundu

Ferda ÇETİN

Dün Amed Newroz’unda Kürt halk önderi Öcalan’ın yaptığı açıklama ile yeni süreç resmen başladı. Açıklamanın taraflara getireceği sorumluluk ve yükümlülükler, izlenecek aşamalar, takvim ve zaman gibi esaslar büyük bir merakla bekleniyordu. Devletin/AKP’nin, PKK’nin ve Kürt halkının açıklamadan önce  tedirgin bir bekleyiş içinde olduğu kesindi.

Şu an itibariyle tedirgin ve huzursuz olan yok. Kürt halk Önderi Öcalan neredeyse herkesin hassasiyetlerini gözeterek ve hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir metin hazırlamış. Ayrıca tarafları mahkum eden keskin ve kesin adımlardan söz etmemesi de şimdilik bir rahatlama yaratıyor. Çünkü sunulan bir antlaşma metninden daha çok birlikte yaşama projesi.

Beklentilerin aksine Öcalan, sayma yöntemi ile tek tek yapılması gerekenleri, “bir adım sizden bir bizden” mantığı ile ele almamış. Metinde, Kürt sorunu, demokrasi sorunu ile iç içe ele alınmış. Sorun demokrasi sorunu olunca bunu inşa etmek sadece PKK ve AKP’nin işi olmaktan çıkarılmış. Öcalan daha evvel yazdığı savunmalarında, özellikle de “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü” adlı savunmasının ruhunu olduğu gibi bu son açıklamaya yedirmiş.

Ulus devlet çözümünün “tek”çiliğine karşılık, çoğulculuğu ifade eden“biz”in sadece Kürtleri değil; tüm halkları, kadınları, baskı altındaki inançları, tarikatları,emekçileri ve sistemden dışlanan herkesi kapsadığı belirtilerek,“çıkışın yeni seçeneği olan Demokratik Modernite Sistemi’nde yer tutmaya,zihniyet ve formunu kazanmaya” çağrı yapılmış. Kürtlerin kendini yönetme ısrarı ve kararlılığı “Demokratik Modernite” kavramı ile ifade edilmiş.

Bilindiği gibi ne zaman siyasal çözüm tartışmaları başlasa, “eve dönüş”ten, “topluma kazandırmak”tan ve dolayısıyla genel aftan söz edilir. PKK’nin Kürt halkının uyanış, diriliş, kimlik ve kişilik kazanma hareketi olduğu tartışmasız bir gerçek iken; mevcut “ev”e de , sakatlanarak felç edilmiş “toplum”a da dönmeyi değil, bunları tepeden tırnağa değiştirmeyi  hedeflediği de başka bir gerçek. Bu durumda ortada “suçlu” veya “pişman” yok iken “kim kimi af edecekti?”. Türk devleti ise henüz tartışma düzeyindeki bu kitlenmeyi “karşılıklı af” yöntemi ile çözmeye şiddetle karşı çıkıyordu. Bu kör düğümü çözmek için, “helalleşme”den daha şık başka bir sözcük bulunabilir miydi?

Öcalan “milyonların şahitliği” ile sadece bir sözleşme kurmak istemiyor. Anadolu ve Mezopotamya halklarının dahili ile gerçek bir demokrasinin kurulabileceğine inanıyor. Öylesine inanıyor ki “yeni mücadelenin zemini” olarak ifade edilen bu zemini fikir, ideoloji ve demokratik siyaset olarak tanımlıyor. Bu noktada Öcalan, son savunmasında önemle üzerinde durduğu zihniyet dönüşümünü ve “entelektüel sorumluluk ve görevler” bahsini yeniden vurgulamış oluyor.

Türkiye ve dünya basını, gerillaların ''sınır dışına çıkma'' bölümünü öne çıkardı. Açıklamanın diğer bölümlerini ise yok saydı. Eğer bundan sonraki süreçte de sadece bu konuya odaklanılırsa bu süreç ilerlemez. Çünkü metin bir projedir ve bütündür. Herkes kendi işine gelen kısımları alır, işine gelmeyen tarafları da bir yana atarsa bu hileli durum çağrıyı boşa çıkarır.

Öcalan’ın bu sürecin asli tarafı ve yürütücüsü konumu ve bu misyonun gereği olan “sağlık, güvenlik ve özgürlük”ten söz edilmemiş. Ancak bunun müzakerelerin ön koşulu olduğu; bir taraftan Öcalan’ı muhatap kabul ederken diğer yandan savaş rehinesi konumunda tutarak ilişkileri bu şekilde sürdürmeye çalışmak PKK’nin ve Kürt halkının kabul edeceği bir durum değildir.

PKK gerillalarının çekilmesinden çok önce hükümet üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmek zorunda. Artık şu “yol temizliği” denen işi yapıp yapmayacağını çok net bir biçimde göstermek durumunda. İyi niyetli açıklamalar demokratik siyasetin şartlarının oluştuğu anlamına gelmiyor. Devletin/hükümetin antidemokratik düzenleme ve uygulamaları oyalama ve erteleme yapmadan derhal kaldırması, onun sorunu çözmedeki niyetinin de göstergesi olacak. Aksi halde mevcut anayasayı, siyasi partiler ve seçim yasasını, ceza yasasını esaslı bir değişiklikten geçirmeden, yine gelecek zamanlara ertelemek, statükoyu olduğu gibi sürdürmek anlamına gelecektir.

Silahlı gerillaların silah bırakarak dönüşü savunulurken, örgütlü siyaset yapan Kürtlerin tutuklanarak yüzlerce yıllık cezalara çarptırılmasını hukuk, yargı diye tanımlamak ipe un sermekten başka bir anlam taşımayacak. Açık-legal siyaset yolunun açıldığının göstergesi, cezaevindeki on binlerce tutsağın salıverilerek açılan davaların lağvedilmesi olacak. Bu noktada hükümetin gerekli düzenlemeleri yapma gücü var, ancak uygulamada bağımsız(!) savcı ve hakimleri ne kadar ve nasıl kontrol edebileceği en kuşkulu konulardan biri olmaktadır.

Devlet/hükümet , BDP’yi engellemek adına yapılan tüm özel düzenlemeleri, siyasi partiler yasasını değiştirmez, seçim barajı gibi engellemeleri kaldırmazsa bu durum siyasi müzakere niyetinin olmadığının açık göstergesi olacak.

Bu kadar ciddi ve sorumlulukları ağır bir konu, Türk devleti/AKP hükümetinin şu anda sürdürdüğü haliyle ve tek taraflı bir tarzda yürüyemez. İlk adım Öcalan’ın örgütü, yol arkadaşları, Kürt kurum temsilcileri, BDP ve görüşlerini paylaşmak istediği kesimlerle doğrudan ve sağlıklı bir ilişki içinde olmasıdır. Bu konu hükümetin tasarrufunda olduğu sürece görüşen tarafların eşitliğinden söz edilemez.

Benzer sorunlar yaşamış ve benzer müzakerelerden geçen ülkeler; barış-müzakere süreçlerinin selameti, denetimi ve hakemliğine de ihtiyaç duymuşlar. Bu görüşmelerde de uluslararası bir gözlemci heyet kadar, tarafların birlikte  kararlaştıracağı gözlemci ve denetleyici komisyonlar, uzlaşma ve akil insanlar komisyonlarına ihtiyaç vardır. Bu adımlar atılmadığı sürece, taraflar bağlayıcı bir sorumluluk altına girmeden mevcut ilişkileri tek taraflı irade ile her an bozabilecektir.

Yol haritası ve atılacak adımlar konusu sözlü mutabakat veya basına yapılan açıklamalarla güvence altına alınamaz. Öcalan bunun için parlamentonun karar almasını, ayrıca bir komisyon oluşturularak denetleyici rolü oynamasını da önermektedir. Bu öneri, toplumun ve parlamentodaki siyasi partilerin de bu tartışmalara dahil olması bakımından gerekli ve zorunludur. “CHP ve MHP bu işi istemiyor, BDP ise taraftır o halde bu işleri hükümet tek başına yürütecek” demek,toplumsal mutabakatı daha başından reddetmek anlamına gelecek.

Sonuç olarak, Kürt halk önderi Öcalan Türkiye halklarının birlikte yaşaması için bir proje sunmuştur. Fakat bu proje toplumsuz veya kendiliğinden gerçekleşebilecek bir proje değildir. Kürt halkı ve demokrasi güçleri bu sürecin izleyeni ve destekleyeni konumunda değil, müzakerelerin asli tarafı olarak gasbedilmiş hak ve özgürlüklerini, bundan sonra nasıl yaşamak istediğine dair taleplerini sokaklarda, meydanlarda, üniversite kampüslerinde, köy meydanlarında, fabrikalarda topluca ve yüksesle dile getirerek, örgütlülüğü, eylemi ve direnişi ile aktif siyaset yürütürse  bu süreç ilerleyecek ve en büyük güvence olacaktır.

Öcalan'ın Mesajı, Yeni Ortadoğu, Dünya ve Çoktan Kazanan Kürdistan










Herkes Öcalan'ın Tarihi Newroz Mesajı'nı anlamaya ve bundan sonrası için sürecin nasıl ilerleyeceğine yönelik yoğun bir analiz içinde. Hele AKP hükümeti bunun en başta gelenlerinden olsa gerek; tabii ki süreci kendi lehine nasıl yönlendireceklerini kara kara düşünme anlamında. Aslında ödleri patlıyor. Anadolu ve Mezopotamya Halkları'nın birleşip AKP'nin ayakta tuttuğu ve yenilemeye çalıştığı sömürgeci sistemi parçalaması olasılığı onların temel korkusu...Ki Öcalan'ın Tarihi Mesajı'nda ana vurgu bu; Anadolu ve Mezopotamya Halklarının Demokratik Stratejik Birliği. Bu yüzden Öcalan'ın açıklamalarını çok yüzeysel ve aslında derin bir hoşnutsuzlukla ''olumlu'' ladılar. Yarım ağızla ve ne anlama geldiklerini kendilerinin de bilmediği 'bakalım görelim' şeklindeki kaçış söylemi, sürecin kendi kontrollerinden çıkacağı endişesinin de aslında bir itirafı. 

Dedik ya ödleri patlıyor. Çünkü, Demokratik bir BARIŞ AKP'nin ölümüdür. Bu yüzden Mezopotamya ve Anadolu Demokrasi Hareketi'nin tasfiyesi veya etkisinin kırılması AKP için stratejik bir varlık-yokluk kavgasıdır. Süreci can havliyle yürütüyor olmaları ve bütün güçlerini seferber etmelerinin atında yatan da budur. Anadolu'da bu güne kadar binbir yalan ve propagandayla sömürgeci sistemin dayanağı ve destekçisi haline getirilen Türk Halk kitlelerinin uyanması ve yalanın perdesini yırtmasının engellenmesi onlar açısından temel meseledir. Yani fırtına Türk Halkı üzerinde kopmaktadır. Türk Halkı hangi cephede yer alırsa geleceği de o cephe belirleyecektir.  

Hakeza 'Barış', 'Reform','Halk Demokrarsisi','Eşitlik','Yeni Anayasa','Özgürlükler','Demokratik Ulus','Kadın Özgürlüğü','Anadil Hakkı','Ekolojik Yaşam','Örgütlü Toplum','Sendikal Haklar','Emek','Özerklik','Seçim Barajının Kaldırılması','Cinsler Arası Eşitlik','İnanç Özgürlüğü','Alevi Toplumunun Hakları','Azınlık Hakları','Düşünce Özgürlügü','Toplantı ve Güsteri Hakkı','Yerinden Yönetim', v.b kavramlar AKP'nin varlık gerekçesine ve var oluşuna ters duruyor. Ki AKP bu demokratik olguları kabul edip topluma yerleştirmek için değil, tam tersine bu taleplerin yeni tarzda reddedilip toplumun binbir yöntemle susturulması-kandırılması için iktidara getirildi ve orada tutuluyor. AKP'yi var eden politik, siyasal ve sınıfsal ideolojik temele bakılınca aslında bu kavramlar, öz itibarıyle içinin boşaltılması ve artık kendi sınıfsal-kapitalist gelişimi adına aşınan sistemin yenidan üretilmesi için güncellenmesi gereken ve halkın inanmasının sağlanacağı 'yeni yalanlar'dan öte bir anlam taşımıyor. Ama öte yandan bu kavramlar, AKP'nin yenilemeye çalıştığı çürüyen Resmi İdeoloji'nin yalanlarına yeniden yedeklenmesi noktasında bu süreçte kilit rol oynuyor. AKP'nin son 10 yıllık iktidar süreci Türk Kapitalizminin ve Sömürgeci TC Devlet sisteminin Yeniden Yapılandırılması sürecidir. AKP'nin temelde asıl politik rakipleri olan Kürdistan Özgürlük Hareketi (ki Öcalan liderliğinde KCK-PKK ve BDP olarak temsilini buluyor) ve Anadolu Halkları Demokrasi ve Sosyalist Hareketi (ana gövdesi HDK'da kendisini ifade eden Türkiyeli Devrimci-Sosyalist Hareketler) ile bu kavramlarının içinin nasıl doldurulacağının savaşını yürütüyor.

İdeolojik ve Kültürel 'Türklük', bugün sistemin üzerinde inşa edildiği temel politik dayanaktır. Geniş Türk Halk kitlelerinin Türk kimliği sömürülmekte, kullanılmakta, içi boşaltılmakta, özünden uzaklaştırılmakta, üzerinde oynanmakta ve Türk halk kitleleri bu yolla kimliğinden dolayı  taraf olmaya zorlanmaktadır. Sömürgeci Sistemin sahipleri 'Türk' olduklarını, onu 'temsil' ettiklerini iddia ederek 'meşruiyet' elde etmekte ve bunu utanmazca, sınırsızca yapmaktadır. Bu 'hak'kın onlarda olduğunu kanıtlamak için her türlü yöntem de kullanılıyor. Ve 'Türk' olmak onlardan sorulurmuşcasına, ellerindeki bu değerli oyuncağı başkasına asla kaptırmamak için aralarında da 'milliyetçilik' kavgası etmeyi ihmal de etmiyorlar. Tabii bu 'Türk olmayanlar'a da ayrı bir mesaj oluyor. 

Anadolu'da bin yıldan fazla bir geçmişe sahip olan Türk kimliği diger ulusal ve etnik kimliklere karşı kışkırtılarak, suni ayrılık ve sorunlar çıkarılarak sömürgeci sistem tarafından  yedeklenmekte; ıkçı, şövenist ve faşist politikalara sosyal destek, toplumsal taban haline dönüştürülmektedir. Bugüne kadar sistem kendini böyle ayakta tutmuş ve artan oranda da bunu korkunç denecek düzeyde kullanmıştır. Ulusal-Etnik kimlik doğuştan ve seçim yapma olanağı olmadan kişinin sahip olduğu toplumsal bir olgudur. Sömürgeci Sistem; 'Türk olmak'ı ırkçılık temelinde kışkırtarak bir üstünlük, yücelik ve gururmuş gibi sunarak kendi politikalarını 'Türküm' diyen milyonlarca halk kesimi üzerinde 'doğallaştırarak' kabul ettirmekte, bu potansiyeli üzerinde oturduğu yalan düzeneğinin ana güç kaynağı halene dönüştürmektedir.

AKP'nin İslam'ın yanında Türklük'le bunca oynaması, onun sömürgeci sistem için geçmişten günümüze gelen tartışmasız öneminden kaynaklanıyor.

DEVAM EDECEK...

Öcalan'ın Mesajı

Cahit MERVAN

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın merakla beklenen mesajı milyonların önünde okundu. Öcalan yeni bir sürecin başladığını resmen ve açıkça ilan etti. Her kelimesi ve cümlesi özenle seçilen mesajın içeriğini doğru anlamak, okumak ve buna uygun tepki vermek bundan sonraki süreci kökünden etkileyecek.

Bir anlamda Öcalan Kürdistan halkı ve çözüm isteyen demokrasi güçleri adına mümkün olan en makul görüş ve önerilerini dünya kamuoyu ile açıktan paylaştı. Hakkını teslim etmek gerekirse çözüm ve onurlu bir barış için politik bir lider olarak eşi ve benzeri görülmemiş bir risk aldı.

Herkes, kamuoyu, kanaat önderleri, siyasi partiler, Kürdistanlı örgüt ve sivil toplum kuruluşları, medya, AB, ABD ve bölge devletleri Öcalan’ın mesajının hem felsefi içeriğini, politik anlamını analiz edecekler, hem de bundan sonraki yolun nasıl yürünmesi gerektiğine ilişkin öngörülerde bulunacaklar.

Ancak PKK lideri Abdullah Öcalan ile aylar öncesinden İmralı’da, daha önce PKK ile Oslo’da müzakere masasına oturan hükümet, onun lideri Erdoğan ve devlet kurumları açısından bu aşama çoktan geçilmiştir.  

Açık ve net olan bir şey varsa, o da Öcalan Türk devleti adına onunla masaya oturanlarla yaptığı, görüşme, toplantı ve nihayetinde müzakere sonucu üzerinde varılan mutabakat metnine uygun bir çağrı yapmıştır.

TÜRK HÜKÜMETİ İÇİN BAĞLAYICI SÜREÇ BAŞLADI

Öcalan mesajının okunmasından sonra artık Türk hükümeti açısından da bağlayıcı süreç resmen başlamıştır.
Bu nedir diye soranlara, kestirmeden şunu söylemek gerekiyor: Öcalan’ın ısrarla dile getirdiği, silahsız bir sürecin başlaması, kalıcı bir barışın tesisi için Türk hükümeti İmralı mutabakat metninde yazıldığı iddia edilen ve üzerinde fikir birliği sağlanan adımları hızla atmalıdır.

Yani:

Bir: Devlet HPG’nin alacağı olası eylemsizlik kararına karşı askeri operasyonlarına hiçbir gerekçe göstermeden son vermelidir. Medya savunma alanlarına yönelik her gün yaptığı hava saldırısını ve tacizi kesmelidir. Yani silahların çift taraflı olarak susması için hiçbir komplekse kapılmadan üzerine düşeni yapmalıdır.  Çünkü çift taraflı ateşkes, silahların susması ancak barış sürecinin olmazsa olmaz koşularından birisidir. AKP hükümeti ‘siyasetle görüşürüm, teröristle mücadele’ gibi ayakları havada politikalarının işe yaramayacağını bilmelidir. Buna uygun davranmalıdır.

İki: Hükümet olarak barış ve çözüm için, içinde bulunduğu zor koşulları azami ölçüde zorlayarak bir çıkış arayan ve bu konuda siyasi-vicdanı risk alan Abdullah Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarını hızla düzeltmelidir. İmralı sürecinde öngörüldüğü gibi Öcalan daha aktif ve direkt olarak sürece katılması için olanaklar oluşturmalı ve hükümet atacağı adımlarla İmralı sistemine artık son verdiğini göstermelidir.

Üç: Newroz’da açıklanan Öcalan mesajı ile birlikte KCK’nin eylemsizlik ve ardı sıra gelecek olan ‘silahlı unsurların sınır dışına çekilmesi’ için alacağı kararın hayat bulması için hükümet tarafından gerekli politik ve yasal güvenceler hızla sağlanmalıdır. Öcalan’ın ‘Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir’ sözü bir sürecin başlangıcı olarak algılanmalıdır. Çünkü bu ‘alan’ hükümet eğer üzerinde anlaşılan ‘mutabakat metnini’ bir oyun ve tuzak olarak algılar ve bunu yapmaya kalkarsa-altını çizerek belirtmekte yarar var- çekilme başlamadan bitecek kadar hassas bir alandır.

Dört: Süreci ilerletmek için hükümet yeni demokratik reformlara hız vereceğinin açık sinyallerini vermelidir. Örneğin KCK adı altında yürütülen ve binlerce Kürt siyasetçinin esir alındığı siyasi soykırım davalarını köktenden, yani esastan düşürmelidir. Rehin tuttuğu DTK eski eş başkanı Hatip Dicle başta olmak üzere BDP’li tüm vekil ve seçilmişleri serbest bırakmalıdır. Ve bu güven verici adımları ikinci aşamanın ilerlemesi ve kalıcı hale gelmesi için diğer köklü demokratikleşme adımları izlemelidir. 

ADIMLAR KARŞILIKLI OLMALI

İmralı süreci kamuoyuna açıklandıktan sonra Kürt tarafı ısrarla mesafe alınması için her iki tarafın sorumluluklarına dikkat çekiyor. Çünkü süreç tek taraflı değil. Üzerinde anlaşılan ve konuşulan mutabakat var. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısına, KCK, DTK, BDP ve hatta ideolojik olarak Öcalan’a yakın durmayan diğer Kürt parti ve örgütlerin açık desteğine rağmen Erdoğan hükümetinden bir iki güzel laf ve ‘bakalım, pratik adımları görelim’ sözlerinden başka bir şey işitilmiyor.

Dahası Türk başbakanı Hasan Cemal gibi Kürt sorununda çözüm ve barış isteyen bir kalemi içte susturmaya çalışıyor, gittiği Danimarka’da ise ROJ TV’yi kovalıyor. Dünyanın gözünün içine bakarak barış sürecine ilişkin soru soran gazeteciyi fırçalıyor. Paris cinayeti orta yerde dururken, Türk rejiminin mağduru Kürt sürgünlerinin Avrupa’da derdest edilip kendisine teslim edilmesini istiyor. Barış ve çözüm kelimesine dahi uzak durmaya çalışıyor. 

Bunlar bile İmralı sürecinin ruhuna uygun hareketler değil. Bu nedenle İmralı’da başlayan ve Newroz günü milyonların önünde Öcalan’ın açık ve net sözlerle deklare ettiği sürecin ilerlemesi için en az Öcalan kadar Erdoğan’ın da barış ve çözüm için açık ve net konuşması gerekiyor. Adımlar atması gerekiyor.

Çünkü PKK lideri Abdullah Öcalan’ın mesajı konusunda çok şey söyleyebiliriz, ama bir cümlenin mutlak suretle altının çizilmesi gerekiyor: ‘Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır.’ 

ÇÖZMEYEN, ÇÖZÜLECEK

Artık bu saatten sonra bütün mesele-Öcalan’ın mesajını canlı ve son dakika haberleriyle izleyicisine ve okuyucusuna duyuran dünya medyası da öyle algılıyor- Erdoğan hükümetinin ‘yeni bir başlangıç’ için ne yapacağında düğümleniyor. Kürdistan ve dünya kamuoyunda merak edilen en önemli husus acaba Erdoğan da Öcalan gibi politik-ahlakı ve vicdani risk alacak mı? Bu cesareti gösterecek mi? Propaganda ve seçim hesaplarını bir tarafa bırakıp Kürtlerle onurlu bir barış arayışına girecek mi? Verdiği sözleri tutacak mı? 

Çünkü bu sürecin nasıl sonuçlanacağı Kürt ve Kürdistan sorununda olduğu kadar Türkiye’nin ve bölgenin geleceğini de etkileyecek. Dahası bilinmelidir ki tarih ve insanlık barış ve çözüm bu kadar yakınken, bu kadar elle tutulur mesafede dururken, onu güncel, bencil ve ikiyüzlü politikalarına alet etmek isteyenleri asla af etmeyecektir.  

Diğer bir deyişle sorunu çözmeyen, çözülecektir. Kürtlere onurlu bir barış sağlamayı beceremeyenler, ondan öncekilerde olduğu gibi nasıl ve hangi araçlarla savaşırlarsa savaşsınlar kaybedecektir.

Öcalan bu aşamada sözünü söyledi. Milyonların şahitliğinde, desteği ve coşkusuyla tarihi yazdı. Şimdi söz ve adım atma sırası Erdoğan ve hükümetindedir.

Erdoğan’da iyi şeyler duymak ve sürece uygun şık adımlar görmek için hiç kimse beklemek istemiyor. Barış için hemen şimdi duymak ve görmek istiyoruz.  

Öcalan'ın Tarihi Newroz Mesajı: Bu Son Değil Yeni Bir Başlangıçtır

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın beklenen tarihi mesajı Diyarbakır'daki Newroz kutlamasında Kürtçe ve Türkçe okundu.
Mesaj ilk olarak BDP'li vekil Pervin Bultan tarafından Kürtçe okundu. Ardından Türkçesi Sırrı Sürreya Önder tarafından okundu.
Öcalan'ın mesajı şöyle:

"MAZLUMLARIN ÖZGÜRLÜK NEWROZU KUTLU OLSUN"

Selam olsun bu uyanış, canlanış ve diriliş günü olan Newrozu en geniş katılım ve ittifakla kutlayan Ortadoğu ve Orta Asya halklarına…

Selam olsun yeni bir dönemin miladı ve gün ışığı olan Newrozu büyük bir coşkuyla ve demokratik bir hoşgörüyle kutlayan kardeş halklara… 
  Selam olsun demokratik hakları özgürlük ve eşitliği rehber edinen bu büyük yolun yolcularına…

Zağros ve Toros dağ eteklerinden, Fırat ve Dicle nehir vadilerine; kutsal Mezopotamya ve Anadolu topraklarından tarım, köy ve şehir uygarlıklarına ANAlık eden halkların en eskilerinden olan Kürtler sizlere selam olsun... 

Binlerce yıllık bu büyük medeniyeti farklı ırklarla, dinlerle, mezheplerle kardeşçe ve dostça birlikte yaşayan, birlikte inşa eden Kürtler için Dicle ile Fırat, Sakarya ve Meriç'in kardeşidir. Ağrı ve Cudi Dağı, Kaçkar ve Erciyes'in dostudur. Halay ve Delilo, Horon ve Zeybek'le hısım-akrabadır. 

Bu büyük medeniyet bu kardeş topluluklar, siyasi baskılarla harici müdahalelerle grupsal çıkarlarla birbirlerine düşürülmeye çalışılmış hakkı, hukuku, eşitliği ve özgürlüğü esas almayan düzenler inşa edilmeye çalışılmıştır.


Son iki yüz yıllık fetih savaşları batılı emperyalist müdahaleler baskıcı ve inkarcı anlayışlar, Arabi, Türki, Farisi, Kürdi toplulukları ulus devletçiklere, sanal sınırlara suni problemlere gark etmeye çalışmıştır.


Sömürü rejimleri, baskıcı ve inkarcı anlayışlar artık miadını doldurmuştur. Ortadoğu ve Orta Asya halkları artık uyanıyor. Kendine ve aslına dönüyor. Birbirlerine karşı kışkırtıcı ve köreltici savaşlara ve çatışmalara dur diyor.

Newroz ateşiyle yüreği tutuşan, meydanları hınca hınç dolduran yüz binler, milyonlar artık barış diyor, kardeşlik diyor, çözüm istiyor. 
İçinde doğduğumuz çaresizliğe, bilgisizliğe, köleliğe karşı bireysel isyanımla başlayan bu mücadele her türlü dayatmaya karşı bir bilinci, bir anlayışı, bir ruhu oluşturmayı amaçlıyordu.
  Bugün görüyorum ki, bu haykırış bir noktaya ulaşmıştır.

Bizim kavgamız hiçbir ırka, dine, mezhebe veya gruba karşı olmamıştır, olamaz. Bizim kavgamız ezilmişliğe, bilgisizliğe, haksızlığa, geri bırakılmışlığa her türlü baskı ve ezilmeye karşı olmuştur. 

Bugün artık yeni bir Türkiye'ye, yeni bir Ortadoğu'ya ve yeni bir geleceğe uyanıyoruz.

Çağrımı bağrına basan gençler, mesajımı yüreğine katan yüce kadınlar, söylemlerimi baş-göz üstüne diyerek kabul eden dostlar, sesime kulak kesilen insanlar;

Bugün yeni bir dönem başlıyor.

Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor.
Siyasi, sosyal ve ekonomik yanı ağır basan bir süreç başlıyor; demokratik hakları, özgürlükleri, eşitliği esas alan bir anlayış gelişiyor.

Biz, onlarca yılımızı bu halk için feda ettik, büyük bedeller ödedik. Bu fedakarlıkların, bu mücadelelerin hiçbiri boşa gitmedi. Kürtler özbenliğini, aslını ve kimliğini yeniden kazandı. 

"Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun" noktasına geldik. Yok sayan, inkar eden, dışlayan modernist paradigma yerle bir oldu. Akan kan Türküne, Kürdüne, Lazına, Çerkezine bakmadan insandan, bu coğrafyanın bağrından akıyor. 

Ben, bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.
Yüreğini bana açan, bu davaya inanan herkesin sürecin hassasiyetlerini sonuna kadar gözeteceğine inanıyorum.

Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır.

Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak, bizim aslımızı ve özümüzü inkar eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalattır.

Kürdistan ve Anadolu tarihine yaraşır şekilde tüm halkların ve Kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşması için herkese büyük sorumluluk düşüyor. Bu Newroz münasebetiyle en az Kürtler kadar Ermenileri, Türkmenleri,

Asurları, Arapları ve diğer halk topluluklarını da yakılan ateşten kaynaklı özgürlük ve eşitlik ışıklarını, kendi öz eşitlik ve özgürlük ışıkları olarak görmeye ve yaşamaya çağırıyorum.

Saygı değer Türkiye halkı;

Bugün kadim Anadolu'yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır. 

Gerçek anlamında, bu kardeşlik hukukunda fetih, inkar, red, zorla asimilasyon ve imha yoktur, olmamalıdır.

Kapitalist Moderniteye dayalı son yüzyılın baskı, imha ve asimilasyon politikaları; halkı bağlamayan dar bir seçkinci iktidar elitinin, tüm tarihi ve de kardeşlik hukukunu inkar eden çabalarını ifade etmektedir. Günümüzde artık tarihe ve kardeşlik hukukuna ters düştüğü iyice açığa çıkan bu zulüm cenderesinden ortaklaşa çıkış yapmak için hepimizin Ortadoğu'nun temel iki stratejik gücü olarak kendi öz kültür ve uygarlıklarına uygun şekilde demokratik modernitemizi inşa etmeye çağırıyorum.

Zaman ihtilafın, çatışmanın, birbirlerini horlamanın değil, ittifakın, birlikteliğin, kucaklaşma ve helalleşmenin zamanıdır.

Çanakkale'de omuz omuza şehit düşen Türkler ve Kürtler; Kurtuluş Savaşı'nı birlikte yapmışlar, 1920 meclisini birlikte açmışlardır. 
Ortak geçmişimizin önümüze koyduğu gerçek; ortak geleceğimizi de birlikte kurmamız gerektiğidir. TBMM'nin kuruluşundaki ruh, bugün de yeni dönemi aydınlatmaktadır.

Tüm ezilen halkları, sınıf ve kültür temsilcilerini; en eski sömürge ve ezilen sınıf olan kadınları, ezilen mezhepleri, tarikatları ve diğer kültürel varlık sahiplerini, işçi sınıfının temsilcilerini ve sistemden dıştalanan herkesi çıkışın yeni seçeneği olan Demokratik Modernite Sistemi'nde yer tutmaya, zihniyet ve formunu kazanmaya çağırıyorum.

Ortadoğu ve Orta Asya kendi öz tarihine uygun, bir çağdaş modernite ve demokratik düzen aramaktadır. Herkesin özgürce ve kardeşçe bir arada yaşayacağı yeni bir model arayışı, ekmek ve su kadar nesnel bir ihtiyaç haline gelmiştir.

Bu modele yine Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasının, ondaki kültür ve zamanın öncülük etmesi, onu inşa etmesi kaçınılmazdır.

Tıpkı yakın tarihte Misak-i Milli çerçevesinde Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş Savaşı'nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz.

Son doksan yılın tüm hata, eksiklik ve yanlışlıklarına rağmen bir kez daha yanımıza, mağdur edilmiş, büyük felaketlere uğramış halkları, sınıfları ve kültürleri de alarak bir model inşa etmeye çalışıyoruz. Tüm bu kesimleri; eşitlikçi, özgür ve demokratik ifade tarzının örgütlenmesini gerçekleştirmeye çağırıyorum.

Misak-i Milli'ye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti'nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkum edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir "Milli Dayanışma ve Barış Konferansı" temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum.

Bu toprakların tarihselliğinde önemli bir yer tutan "BİZ" kavramının genişliği ve kapsayıcılığı dar, seçkinci iktidar elitleri eliyle "TEK"e indirgenmiştir. "BİZ" kavramına eski ruhunu ve pratiğini vermenin zamanıdır.

Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere karşı birleşeceğiz.

Zamanın ruhunu okuyamayanlar, tarihin çöp sepetine giderler. Suyun akışına direnenler, uçuruma sürüklenirler.

Bölge halkları yeni şafakların doğuşuna şahitlik etmektedir. 
Savaşlardan, çatışmalardan, bölünmelerden yorgun düşen Ortadoğu halkları artık kökleri üzerinden yeniden doğmak, omuz omuza ağaya kalkmak istiyor. 

Bu Newroz hepimize yeni bir müjdedir.

Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed'in mesajlarındaki hakikatler, bugün yeni müjdelerle hayata geçiyor, insanoğlu kaybettiklerini geri kazanmaya çalışıyor.

Batının çağdaş uygarlık değerlerini toptan inkar etmiyoruz. 

Ondaki aydınlanmacı, eşit, özgür ve demokratik değerleri alıyor kendi varlık değerlerimizle, evrensel yaşam forumlarımızla sentezleyerek yaşamlaştırıyoruz. 

Yeni mücadelenin zemini fikir, ideoloji ve demokratik siyasettir, büyük bir demokratik hamle başlatmaktır.

Selam olsun bu sürece güç verenlere, demokratik-barış çözümünü destekleyenlere!

Selam olsun halkların kardeşliği, eşitliği ve demokratik özgürlüğü için sorumluluk üstlenenlere!

Yaşasın Newroz, yaşasın halkların kardeşliği!

İmralı Cezaevi 21 Mart 2013

Abdullah ÖCALAN."