11 Şubat 2013 Pazartesi

Eylemsiz Söz ile Edepsiz Söz

Veysi Sarısözen


AKP’de bir “baş”, bir de “ayak” takımı var. Bu fark şu son günlerde yavaş yavaş taazzuv ediyor. Elle tutulur, gözle görülür hale geliyor.

Dün NTV’de Adalet Bakanı vardı. Yani Türkiye’nin siyasi standartlarına, geleneğine, göreneğine göre, ve zındanların, mahkemelerin ve tutuklamaların şu anki görünümüne bakılırsa, en saldırgan, en kaba bakanı olması gereken Sadullah Ergin ekranda çok farklı konuştu. Biliyorsunuz, İmralı’ya gidecek olan BDP heyeti ile ilgili top, şeklen de olsa onda görünüyor. Bu pek topa da benzemiyor; daha ziyade “sıcak kestane” demek uygun düşüyor. Bakanın eli yanmış. Ve şöyle diyor:

“Bu süreci 'adaya kim gitsin, şu mu gitsin, bu mu gitsin'  gibi son derece teferruat sayılabilecek bir noktada kesintiye uğratmak... Meselelerin büyüklüğü karşısında, ortaya çıkacak sonucun azameti karşısında bu ülkenin menfaaatlerinin büyüklüğü karşısında bana göre teferruattır. (…) Bu sadece BDP tarafına telkinim değil, hepimiz bulunduğumuz noktada, büyük engelleri aşarak geldiğimiz noktada, küçük bariyerlere, psikolojik bariyerlere takılmamamız gerekiyor.”

Burada asıl vurgunun “sadece BDP tarafına telkinim değil” sözlerinde olduğu çok açık. Çünkü BDP, başından beri “adaya kim gitsin, şu mu gitsin, bu mu gitsin” konusunu “teferruat” saymakta. Eşbaşkanlar, “bütün arkadaşlarımız temsil yeteneğine sahiptir” derken, bunu kastetmekte. Ve burada esas olan “adaya gidiştir", yani Hükümetin PKK Önderi Öcalan’ı artık resmen, milyonların önünde açıkça muhatap olarak kabul etmesidir. O halde, BDP “küçük bariyerlere” takılmamakta, Hükümet “denizi aşarken, derede boğulmak üzere”dir. O nedenle Bakan, “sadece BDP tarafına telkinim değil” derken, belli ki, kendi tarafının İmralı sürecini kesintiye uğrattığının farkındadır.

Devam edelim:

Adalet Bakanı dediğin, işin alışılmış biçimine göre, “şehitler ölmez, vatan bölünmez, ezanlar susmaz, bayraklar inmez, terörle mücadele dinmez” falan diye konuşmalı. Şimdiki Bakan, şu sıralar hiç de öyle konuşmuyor. Örneğin, “devletimizin denediği bütün yöntemleri tek bir pakette ‘entegre’ edip, aynen uygulamaya devam ederek, mülkümüzün temelini teşkil eden adaleti sağlayacağız” da dememekte. Ne demekte? Buyurun okuyun:


“Geçmişten bu yana yaklaşık 90 yıllık bir sürece baktığınızda öngürülmüş tedbirler, uygulamaya konulmuş tedbirler, hepsini yan yana koyun. Atılmamış, denenmemiş adım kalmamış. Bu atılan adımlar bizi nereye getirdi? Bunlara bakarak, bunlardan bir çıkarım yapmazsak bunların sonuçlarından istifade ederek bir takım yenilikçi tarzları, üslubu ortaya koyamazsak, Türkiye bundan sonra daha iyiye gitmez. Devlet aklı, 90 yıl uğraşıp bu noktaya gelen bir sorunda, 90 yıldır denediği ve doğru noktalara taşımadığı bir sorunu, aynı yöntemlerle bir 90 yıl daha taşıma yönünde adım atmaz.”


Ben hükümetlerin “adalet ve içişleri” bakanlarından oldum bittim hazzetmemişimdir. Onlara bakınca, birinin şahsında “polisi”, ötekinin şahsında da “gardiyanı” görmüşümdür. Ve hayatımda ilk defa bir Adalet Bakanı’nın sözlerine kelimesi kelimesine katılıyorum. Yukardaki sözler çok ciddi sözlerdir. Yıllardır söyleye söyleye dilimizde tüy bitmesine neden olan sözlerdir. Ve çok doğru sözlerdir. 


Ama henüz “sözlerdir”. Eyleme geçmemiş, halkı ikna etme gücüne o nedenle henüz sahip olmamış “güzel ve doğru” sözlerdir. 


Böyledir diye, bu sözlerin anlamı yok mudur? Vardır. Bundan böyle yapılacak olan tartışmalarda Adalet Bakanı’nın bu sözleri barış ve çözüm talep eden her insan için, bir referans olacaktır. 



Bundan böyle herkes şöyle konuşacaktır: 



“90 yıldır Kürt sorununu yok saymak, Kürt kimliğini yok saymak, Kürt dilini yok saymak, Kürtlerin kendi kendilerini yönetme hakkını yok saymak amacıyla, kısaca inkar ve imha için, Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin’in dediği gibi, ‘atılmamış, denenmemiş adım kalmamıştır’, Şeyh Sait ve Seyit Rıza asılmış, Dersim’de zehirli gazla soykırım yapılmış, son otuz yıl boyunca, uygulanmadık şiddet, silah ve baskı türü kalmamış, tüm dünya harekete geçirilmiş, 15 Şubat günü PKK Önderi Öcalan’a karşı uluslararası komplo gerçekleşmiş, her şey yapılmış, bir tek ‘barış ve çözüm’ yolu denenmemiştir; o nedenle Kürt sorununu kabul etmek, Kürt kimliğini kabul etmek, Kürt dilini kabul etmek, Kürtlerin kendilerini yönetme hakkını kabul etmek için, yine Sayın Bakanın dediği gibi, ‘yenilikçi tarzlara ve üsluba’ ihtiyaç vardır, bu da barış ve çözümde uzlaşma ihtiyacıdır”… 


Öyledir ama, bu sanıldığı kadar kolay da değildir. Çünkü AKP zihniyetinin, ne İslamın ağır başlılığı ile, ne de şimdi yaşanan kritik “müzakere” sürecinin hassasiyeti ile bağdaşmayan “lümpen” özellikleri de var. 


Beşuş, matruş, sırıtkan bir suratla, sürekli “espri” yaptığını sanan, bu marifetini yalnız bizim önümüzde değil, her türlü uluslar arası toplantıda gösteren bir Bakan’ın şu sözlerini Adalet Bakanlığının önündeki “terazide” bir tartalım bakalım:


“Geçen BDP'den sayın Gültan Kışanak, bir yerde eğilmiş Türk bayrağını kaldırmış. Bu, takdir edilecek bir harekettir. Kendisini tebrik ediyorum. Ama şunu da bilsin, bunu İmralı'ya gitmek için bir vesile olarak kullandıysa, onu da yemezler. Biraz daha samimiyetlerini göstermeleri gerekir.”


Şu “yemezler” lafındaki kerih koku burnumuzun direğini kırıyor. Kim bu “lümpen” diye dönüp bakınca, karşımıza bir bakan çıkıyor; hem de ne Adalet Bakanı, ne İçişleri Bakanı, ne “terörle mücadeleden sorumlu entegre işler” Bakanı, düpedüz Avrupa Birliği’nden sorumlu Bakan”Yemezler” lafı Bakan’a ne kadar yakışıyor. “Uyanık” bir bakan bu bakan…


Gültan Kışanak’ın tarihi, bu bakana on ölçü fazla gelir. O Kışanak ki, Diyarbakır Zındanı’nın en kanlı günlerinde, “Türk bayrağı”nın önünde dayatılan işkencelere göğüs germiş bir insandır. Bu bayrağın gölgesinde insanlık dışı işkencelere direnen bir insanın, “İmralı’ya gitmek için yere düşen bayrağı eğilip yerden alacağını” düşünen adam, “yemezler” dese de, aklını peynir ekmekle yemiş olmalıdır. 


Avrupa Birliği’nden sorumlu Bakan’ın, Diyarbakır işkencecilerinden hiçbir farkı yok. Onlar da Gültan Kışanak’a bayrak gölgesinde işkence yapmışlar, “suçsuzluğunu ispat et” demişlerdi. bu da “eğilip bayrağı almak da yetmez, biraz daha samimiyetini göster bakalım” demekte. Diyarbakır'da nasıl Gültan Kışanak "suçsuz", devlet "suçlu" idiyse, İmralı sürecinde de Kışanak ve Partisi "samimi", Hükümet ise "samimiyetini kanıtlamak zorunda" olan taraftır.



"Bayrak" edebiyatına meraklı bu Bakan nasıl bir Bakanlıkta oturduğunun bile farkında değil. Başarıya ulaştığı gün, onun “bayrağı”, “tek” bayrak olmaktan çıkacak, Avrupa Birliği’nin çok yıldızlı mavi bayrağı, onun burnunun dibinde “ikinci” bayrak olarak dalgalanacak. Ve madem ki “ikinci bayrak” olabiliyor diyen Kürtler, Türk bayrağını “herkesin” bayrağı saydıktan sonra, “özerk bölgelerde” “ikinci bayrak” olarak kendi renklerini dalgalandıracak. Ve böylece, “çok etnili, çok kültürlü, çok dinli, çok mezhepli, çok bölgeli, çok bayraklı” bir Türkiye’de insanlar müreffeh ve mutlu bir hayat yaşayacak.


Egemen Bağış adındaki zata bakanlık koltuğu fazla gelmiş gibi görünüyor. Bu Bakan, Bakanlığı “yemiş” ama hazmedememiştir. Bu her halinden bellidir ve bu gibi Bakanlarla İmralı Süreci’ni güvenceye almak çok zor olacaktır.

Karasu: Hükümetin Çözüm Yaklaşımı Yok

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, İmralı'daki görüşmelere ilişkin "hükümetin çözüm yaklaşımı yok" derken, Türk devletinin Batı Kürdistan'a yaklaşımını da "açık bir Kürt düşmanlığı" olarak değerlendirdi.  Karasu, çetelerin Serêkaniyê'ye geçişi karşısında Ceylanpınar'ın tavrını da eleştirerek, "Çeteler o kadar saldırdı, o Ceylanpınar ayağa kalkmadı. Ayıptır" dedi.

İmralı'da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile Türk devleti arasında yapılan görüşmeleri değerlendiren Mustafa Karasu, "Biz her zaman siyasal çözümden yanayız. Sorun yaratan da Türk devletiydi, çözümsüzlüğü dayatan da Türk devletiydi" dedi.

Karasu, "İmralı'ya gidip, iyi niyet ortaya konulunca, en azından müzakereciler bir şeyler yapmak istiyoruz gibi bir yaklaşım gösterince, önder Apo da buna olumlu cevap vermiştir. Burada olumlu yaklaşım içinde olan hareketimizdir" şeklinde konuştu.

"Hükümetin politikası çözümden yana mıdır, bu belli değil" vurgusunu yapan Karasu, AKP'nin 2006'da da 2008'lerde de böyle bir yaklaşım içine girdiğini hatırlatarak, "Hiçbir zaman da somut bir adım atmadı" diye belitti.

2012'DE KAYBEDEN AKP OLDU

Karasu, "Şu ana kadar da yapılan görüşmelerde herhangi bir somut gelişme yok. Bize yansıyan ciddi bir durum yok. Erdoğan'ın söylemlerinde ciddi bir durum yok" dedi.

Bu noktaya nasıl gelindiğini sorgulayan Karasu, hükümetin KCK operasyonları, askeri operasyonlar ve dış güçlere dayanarak PKK'yi ezmeyi planladığına işaret etti ve ekledi: "2012'de kaybeden AKP oldu. Ordusu nerdeyse bozguna uğradı.  Özel ordusu nerdeyse darmadağın oldu." 

Karasu şöyle devam etti: "AKP sıkışınca, bölgedeki politikaları da iyiye gitmeyince, böyle bir görüşmeye başvurdu. Tamam Türkiye kamuoyu çözüm istiyor, biz de istiyoruz, aslında koşullar da müsait. Fakat AKP'nin çözüme ne kadar hazır olduğu belli değil. Hatta hazır olmadığı konusu daha fazla ortada."

HAREKETİMİZLE HERHANGİ BİR GÖRÜŞME YOK

"Söylendiği gibi hareketimizle bir görüşme yok" diyen Karasu, Hewler'de (Erbil) görüşmeler yapıldığı ve bazı adımlar atılacağı yönünde Türk medyasında çıkan haberleri de yalanladı:  "Bunlar hepsi yalan. Hepsi özel savaş haberleri. Hiçbir gerçekliği yok."  

AKP hükümeti için "Çözme isteği varmış gibi bir hava yaratılmak isteniyor. Sonra herhangi bir şey olmayınca da herhalde birilerini suçlayacak. Herhalde böyle bir strateji izliyor" diyen Karasu, mevcut durumda tek taraflı bir yaklaşım olduğunu ve bununda Öcalan'ın geliştirdiği yaklaşım olduğunu kaydetti.

Karasu, "Biz de önderliğin tutumunu destekliyoruz.  Ama Türk devleti önderliğe de doğru yaklaşmıyor, önderliğin ortaya koyduğu talepleri var. Önderlik böyle tecrit ortamında, hiç kimseyle görüşmeden,  demokrasi güçleri ile görüşmeden, çeşitli çevrelerle görüşmeden, örgütüyle diyalog içinde olmadan hiçbir şey yapar mı? Önderliğimiz demokrat bir liderdir. Yanındakilerin bile görüşünü alır, herkesin görüşünü alır. Önderliğimiz örgütüyle düşüncelerini paylaşır, BDP'yle paylaşır, Türkiye kamuoyu ile paylaşır" diye konuştu.

HÜKÜMETİN ÇÖZÜM YAKLAŞIMI YOK

Hükümetin "Ortada henüz herhangi bir çözüm yaklaşımının olmadığını" ifade eden Karasu,  "Ama Kürt sorununu, ezerek, başka türlü yöntemlerle çözemedi. Ya gerçekten çözecek, ya ezecek ya da oyalayacak. Bunlardan hangisini yürütecek kısa sürede belli olur. Ama şu anda bize yansıyan şu an andaki yaklaşımlar, çözüm yaklaşımları olmadığını ortaya koyuyor. Bu açıdan çok fazla umutlu olmak, yanlıştır" ifadelerini kullandı.

"Ortada hiçbir şey yokken, bir şeyler oluyormuş beklentisine hiç kimse girmemeli. AKP sıkıştı, şimdi böyle bir politikaya yöneldi" diyerek sözlerini sürdüren Karasu,  "Kürt sorunu çözülmüyorsa, Türk devletinin yaklaşımlarından kaynaklı. Bunu herkesin bilmesi gerekir. Bugün de yarın da eğer bir çözümsüzlük varsa, bu Kürtlerden gelmez" vurgusunu yaptı.

Karasu AKP'nin neden bugün görüşmelerde bulunduğunu şöyle özetledi: "AKP sıkışmıştı, aydınlar tepkiliydi, liberaller bile tepkiliydi. Düne kadar AKP'ye destek verenler de AKP'den kopmuştu. AKP çok zor duruma düşmüştü. Şimdi bunları tekrar, kendine göre, bu tür yöntemlerle toparlamaya çalışıyor."

"Yakın zamanda gelişmelere bakacağız" diyen Karasu, "Önderlikle gerçekten önemli görüşme olsaydı, sorun BDP ile görüşüp görüşme değildi. Bu o kadar basit bir mesele değil. Görüldüğü gibi ortada çok da ciddi bir durum yok" diye belirtti.

AKP'NİN ROJAVA'YA YÖNELİK YAKLAŞIMI AÇIK KÜRT DÜŞMANLIĞIDIR

Suriye ve Batı Kürdistan'daki gelişmeleri de değerlendiren Karasu, "Türk devleti kendi Kürt sorununu çözmediği müddetçe, diğer parçalardaki Kürt sorunlarının da çözülmesini istemez. Kuzey Kürdistan'daki Kürt sorunu çözülmediği müddetçe Güney Kürdistan'daki kazanımlar da tehlikededir. Türkiye İran'daki sorunun da çözülmesini istemez. Rojava'da (Batı Kürdistan) da istemez" dedi.

Karasu şöyle devam etti: "Şu anda Türk devletinin pozisyonu, Rojava'da Kürtlerin hak kazanmamaları üzerinedir. Bu kadar muhaliflerle ilgilenmesinin nedeni ne Esad ne de Suriye'de halkın durumunun ne olacağı değil. O aslında bir Esat gitsin başka bir Esat gelsin istiyordu. Kürtleri kontrol altında tutacak otoriter, demokratik olmayan bir rejim istiyordu. Ama Suriye'de artık her şey dağıldı. Türkiye bundan korkuyor. Bu yüzden  muhaliflerle ilişki geliştiriyor. Onları destekleyerek, Kürtlerin kazanım elde etmesini engellemeye çalışıyor."

Karasu, Türk devletinin silahlı gruplara yaptığı yardımları ve Kürtler yönelik saldırılarına dikkat çekerek, "Bu açık Kürt düşmanlığıdır. Rojava'daki durum sadece oradaki halka değil, bütün Kürtlere düşmanlıktır. Bunu bütün Kürtlerin görmesi gerekiyor. AKP'ye yakın bütün Kürtlerin görmesi gerekiyor" dedi.

CEYLANPINAR'IN AYAĞA KALMAMASI AYIP!

Batı Kürdistan'daki yaşam sorunlarına da işaret eden Karasu, "Esas sorun o halkın özgürlük mücadelesine destek verme sorunudur. Çeteler o kadar saldırdı, o Ceylanpınar ayağa kalkmadı. Ayıptır. Ciddi bir tepki göstermediler. Hepsi orada fedai olmalıydılar. Hepsi göğsünü siper etmeliydiler. O çeteleri oraya koymamalıydılar. Bunu açıkça biz de eleştiriyoruz. Tamam , manevi bir destek var. Ama daha farklı olmalıydı. Yürüyüşler de oldu, yardım da gönderiyorlar, aslında kapılar açık olsa Kuzey Kürdistan halkı çok fazla yardım gönderir, ama biraz daha geniş bakmalı. O çeteler oradan saldıramamalı. Bir daha öyle bir şey olmamalı (...) Türkiye'nin çeteleri saldırtmasına karşı açık tavır koymaları gerekir. Sadece sınırdakiler değil tabi. Doğubayazıt'tan Muş'a, Bingöl'den Dersim'e kadar herkesin Rojava'daki halkın özgürlük mücadelesine katkı sunması gerekir. Çünkü orda halk gerçekten direniyor. Bir devrim var. Yediden yetmişe ayağa kalkmıştır. Bir halk devrimidir. Dünyada böyle devrimler azdır. Bundan daha büyük halk devrimi yoktur."

SOLA ROJAVA ELEŞTİRİSİ

Batı Kürdistan'daki gelişmelere solun ilgisizliğini de eleştiren Karasu, "Solun ilgisi bile az. Başka yerde olsa ayağa kalkarlar. Orada halk büyük bir devrim yapıyor, kendi sistemini kuruyor, özgürlük sistemini kuruyor, kendi meclislerini kuruyor, demokratik temelde yapıyor, bu açıdan Rojava'ya hem Kürt halkının hem de demokrasi güçlerinin desteğinin daha fazla olması gerekiyor" ifadelerini kullandı.

KOMPLO BOŞA ÇIKARILDI

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a yönelik 15 Şubat uluslararası komplosunun 14. yıldönümünde değerlendiren Karasu, "Uluslararası komplonun amacı Önderliğimizi İmralı'ya esaret altına alıp, hareketimizi tasfiye etmekti. Çünkü hareketin karargahı önderliğimizin bulunduğu yerlerdi. Ama bugün önderliğimiz etkisizleşmemiştir. En son İranlı Kürt Abbas Vali, Ezgi Başaran'a verdiği röportajda Abdullah Öcalan'ın eskiden siyasi bir lider olduğunu şimdi, hem siyasi hem de toplumsal bir lider olduğunu söyledi. Eskisinden daha etkili bir liderliğe ulaştığını söylüyor." şeklinde konuştu.

Karasu, "Bu açıdan komplo aslında başarısızlığa uğratılmıştır. Komployu yaratan güçler parçalanmıştır. Komployu o dönemde yapan ittifak şu anda yoktur. Ama Türk devleti inkarcı olduğu için yeniden yeniden  komployu diriltmek itiyor" diye belirtti.

"Suriye'de şimdi çetelerle bunu yapmaya çalışıyor" diye ekleyen Karasu, "Apo ayrı Kandil ayrı" şeklinde yapılan ayrımlara da şöyle yanıt verdi: "Öyle bir şey yok. Aksine daha da bütünleşmiş bir güç vardır. Bunu herkes görmektedir. İşte Önderlik yakalandı. Önderlik bir söz söylüyordu: Ben mezarda da olsam rolümü oynarım. İşte Rojava'yı ayağa kaldıran 20 yıllık çalışmasıdır. Demek önderlik etkisizleştirilememiş. Oradaki gelişmelerin bizimle, hareketle doğrudan organik bir ilişkisi yok. Yaşlıları, meleleri, kadınları, gençleri, kızlarI, herkes önderliği tanımıştır. Onun için önderliğin özgürlükçü duruşunu, fırsatını buldukları zaman harekete geçerek örgütlemiştir. Onun için meydanlar, sokaklar önderlik posterleriyle doludur. Bu da komplonun boşa çıkması değil midir?"

Karasu, "Hareketimiz de eskisinden daha güçlü haldedir. Bunu herkes kabul ediyor. 2012'de dünya gördü" vurgusunda bulundu.

"Hareketimiz büyük direnerek komployu boşa çıkardı.  Şehitlerimiz boşa çıkardı" diyen Karasu sözlerini şöyle noktaladı:  "Eğer o fedailerimiz olmasaydı komplo boşa çıkmazdı. Tabi ki komployu boşa çıkaranlara minnet borçluyuz. O direnişten bu güne, tüm fedakarlık gösterenleri, şehitleri minnetle anıyoruz. Halkımızı burada selamlıyoruz. Hareketimizi ve önderliğimizi sahiplenerek boşa çıkardığı için. Komplocuları boşa çıkarmak demek,özgürlüğe tutkunluğu göstermek demektir. Haklarına sonuna kadar sahip çıkacağını göstermek demektir. Kürt halkı 15 yıldır komploya karşı mücadele ederek, özgürlüğüne de demokrasiyi de, haklarınız da isteyeceğini göstermiştir. Hiç kimse artık "alavere dalavere Kürt mehmet nöbete" diyemez.  Komploya karşı mücadele eden, bu komployu boşa çıkaran halk özgürlüğünü de kazanacaktır. Bunu Türk devleti de bilmeli, arkasındaki güçler de bilmeli. Türk devletinin işbirlikçileri de bilmeli."

ANF