10 Şubat 2013 Pazar

Erdoğan Savunmada İnisiyatif Öcalan’da

Veysi SARISÖZEN

Siz bakmayın hükümet yanlısı medyanın afrasına tafrasına... AKP’nin burnundan kıl aldırmayan edasına tavrına...
İmralı sürecinde inisiyatif PKK Önderi Öcalan’da. TBMM’de inisiyatif BDP’de. Hükümetin sabahtan akşama kadar “sınır dışına çekilirseniz şöyle iyi olur, böyle iyi olur” dediğine ve “çekilmezseniz topunuzu yok ederiz” demediğine bakılırsa, “dağda” da durum farksız.

Hükümet şu anda Kürt sorunuyla ilgili “meydan savaşını” Rojava’da veriyor.

Veriyor ama, işi her geçen gün zorlaşıyor. Rojava’da da inisiyatif PYD’de...

Bütün bunlar somut bölgesel koşullarla bağlı. “Arap baharı” denilen şey tersine sonuçlar verdi ve şimdi hem AB, hem de ABD yeni bir durum muhasebesi içinde. Ve işte gördüğünüz gibi ABD Büyükelçisi ansızın Türkiye’yi azarlamaya başladı ve Türkiye’nin tepkisine ABD Dışişleri Bakanlığı, “biz de elçinin dediğinin aynısını söylüyoruz” diye yanıt verdi. Avrupa Parlamentosunun yeni “konuğu” Selahattin Demirtaş ve ev sahipleri “AB’nin yolu İmralı’dan geçer” demekte.

Kısaca Türk devleti ve hükümeti, Kürt özgürlük hareketiyle uzlaşmak zorunluluğuyla yüz yüze geldi. Bunu anlamak için şu soruyu hükümete sormak yeterlidir: “Siz, PKK’yi ve PKK’ye müzahir çevreleri yok etmek istemez misiniz?”

Bu soruya “hayır istemeyiz, onları bağrımıza basarız” diyecek tek bir hükümet yetkilisi bulamazsınız. Ama onlar size, “isteriz, ama yok edemiyoruz” diyeceklerdir. Uzlaşmayı zorunlu kılan budur.

Kürt tarafı hiç kuşkusuz başından beri “uzlaşmadan” yanadır. Bugüne kadar “uzlaşmaya” karşı olan devlet iken, onun tutumunda değişiklik olmuştur. Yeni olan bu.

Bu neyi gösteriyor? Bu, inisiyatifin Kürt tarafından olduğunu gösteriyor. Hükümet uzlaşmaya yanaşmadıkça, önümüzdeki birkaç ay içinde çok ağır askeri yenilgilerle yüz yüze gelir. Bunun işareti geçen bahar ortaya çıktı. Demek ki, İmralı sürecinde “çatışmasızlık” durumu hükümet için hayatidir. Kürt tarafı ise bu konuda uzlaşmayı reddetmiyor. O “çatışmaya da, uzlaşmaya da hazır” olduğunu söylüyor. İnisiyatif demek bu zaten.

Kürt tarafı çatışmasızlığı bırakalım, vaktiyle “sınır dışına çekilme” esnekliğini bile göstermiş bir hareket. Rojava’nın tanınması durumunda, Türkiye’deki çatışmalı sürece son verme konusunda inisiyatif Kürt tarafında. Bunu yapabilir de, yapmayabilir de. Ama hükümet hem Rojava’da daha fazla ileri gidemez, hem de o savaşı daha fazla göze alamaz.

AKP, kendi başını kendisi derde soktu. “Askeri vesayeti” kaldıracağım derken “polis, yargı vesayetine” neden oldu. Şimdi yakasını bunlardan kurtarmak ve ileride kendisine karşı rövanşist bir saldırıyı bertaraf etmek için yeni bir anayasaya şiddetle ihtiyaç duymakta. Oylarında ciddi bir azalma olduğu anda, AKP’nin hızla irtifa kaybedeceğini ve kışlalardaki “öfkenin” başına bela olacağını biliyor Başbakan.

Şimdi BDP parlamentoda “anahtar” güçtür. Kapıyı ister açar, ister açmaz. Hükümet anayasayla başkanlık rejimine gitmek istiyor. CHP ve MHP’den medet yok. BDP’nin “eyalet” benzeri bir “idari reform” karşılığında Başkanlık rejiminden korkması söz konusu değil. Demek ki inisiyatif BDP’de... Başbakan’ın “referandum ittifakı” sözlerini Demirtaş o nedenle çok rahat bir havada yanıtladı.

Bir kere daha şunun altını çizelim: AKP’nin önünde bir “referandum”, bir Cumhurbaşkanlığı seçimi, bir de yerel ve genel seçimler var...

AKP “seçim yenilgisi” görmemiş bir parti. Başını orduyla, cemaatle, poliste yuvalanmış “yeşil ergenekonla”, yargıdaki yapılanmalarla belaya sokmuş bir parti ilk seçim başarısızlığında akıl almaz bir paniğe yuvarlanır. Daha şimdiden başlayan “hesap sorma” tehditleri, “kolay zafere, imtiyaza ve koltuğa” alışmış bir partide, sanılandan çok daha fazla “endişelere” neden olur. Aslında olmaya başlamıştır: Başbakan Orgeneral Saygun’un “kızını” boşuna aramıyor, “benim Genelkurmay Başkanım” laflarını laf olsun diye etmiyor.

Kürt tarafının başı her zaman beladaydı. Onun bağışıklık sistemi sağlam. Ama hükümet AİDS’li hasta gibi her türlü belaya karşı zaaf içinde bir parti. Öcalan’a daha fazla baskı yapılamaz. BDP’liler daha fazla tutuklanamaz. İmralı’ya karşı daha “kahhar” bir teknik bulunamaz. Ama AKP bir şeyler kaybedebilir. Bir kaybederse, hepten bitebilir.

Onun geleceği bile Kürt özgürlük hareketiyle uzlaşmasına bağlı...

O halde söyleyin: İnisiyatif kimde?

Ama yine de şöyle diyelim: Ne de olsa hükümettir, buyursun “önden” yürüsün!

Noam Chomsky: Suriye Bölünme Yolunda

Noam Chomsky
Jovana Vukotic - Çeviri: Öznur Karakaş

Suriye bir tür intihar yolunda, bundan kolayından çıkış yolu varmış gibi görünmüyor. Türkiye, Suriye’de Kürt otonom bölgesinin yükselişinden, bunun Türkiye’deki devasa Kürt sorununu ne şekilde etkileyeceğinden son derece kaygılı.
 
‘Ne olursa olsun Esad’ın sonu ölüm’
Magnitsky Yasası’nın uygulanması ve ABD-Rusya ilişkilerinde gerginlik, NATO’nun Türkiye’nin Suriye sınırını savunmak üzere Patriot füzesavarlarının konuşlandırılmasını onaylaması, Suriye’de şiddet olaylarının azalması yönünde yapılan geçici anlaşma, kimyasal silah mevzusu, AB’de ekonomik kriz... Bütün bu gelişmeler üzerine ünlü Amerikalı felsefeci, dilbilimci ve siyasi activist Noam Chomsky ile görüştük. Chomsky ayrıca ABD’nin Rusya sınırı yakınına füze sistemi yerleştirmesinin son derece provokatif bir eylem olduğunu belirtti.

ABD-Rusya İlişkileri
 İlk sorum Magnitsky Yasası ve Rusya ve ABD arasındaki gerginlik üzerine olacak. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu yasadan önemli bir sonuç çıkacak mı?

 - Bana kalırsa, Rusya açısından en doğru tepki Rusya Dış İlişkiler Ofisinin ABD’deki insan hakları istismarcılarının listesini elde ederek, bunların varlıklarını dondurmak üzere bir yasayı meclisten geçirmek olurdu. Mesela, Başkan Obama’dan başlayabilirler, sonuçta kendisi en büyük insan hakları ihlalcisi. Kendisi büyük bir vahşete imza atan bir suikast kampanyasını yönetiyor. Demek istediğim, böyle bir şeyi Rusya yapmış olsaydı, insanlar Rusya’ya karşı nükleer savaş açmaktan bahsediyor olurlardı. Rusya buradan yoluna devam etmeli. Mesela, ABD tüm dünyada, Gazze’de daha birkaç hafta önce olduğu gibi, korkunç insan hakları istismarlarını destekliyor ve aslında bunlara bizzat dahil oluyor. Dünyanın en berbat insan hakları istismarcılarından biri olan Suudi Arabistan’a devasa miktarlarda silah tedariği yapıyor. Mesela buradan devam edebilirsiniz. Yani, Rusya açısından doğru tepki bu olacaktır ama elbette böyle bir şey yapmaz.

Gerçekten de bunun Rusya-ABD ilişkilerinde gerginliğe sebebiyet vereceğini düşünüyor musunuz? Yoksa bir kağıt parçası olmaktan öteye geçmeyecek mi?
 - Bu durumun nasıl ele alındığına bağlı. Herhangi bir sonuç doğurmayacak sembolik bir jest olarak kabul edilirse, bu yalnızca bir fikir olarak kalacaktır. Öte yandan, politikalar üzerine etkisi olursa, bundan daha fazla anlam taşıyabilir. ABD’nin kendi insan hakları bilançosunu göz önünde bulundurduğumuzda böyle bir şey yapmayacağını düşürsek, şu anda epey bir amaç yüklenmiş durumda. Elbette, ABD’de bunu anlamıyorlar, basın bundan bahsetmiyor. Ne kadar doğru olursa olsun, diyelim ki New York Times’e verdiğim bir röportajda, Obama’nın dünyanın en büyük insan hakları ihlalcisi olduğunu söylesem, neden bahsettiğimi anlamazlar bile.

Obama’nın yeniden başkan olarak seçilmesi üzerine neler düşündüğünüzü söyler misiniz? Bu bilhassa Avrupa’da birleştirilmek üzere olan, ya da en azından öyle olduğunu düşündüğümüz ABD füze savunma sistemi söz konusu olduğunda, Rusya için ne ifade etmektedir?
 - İlk olarak, her açıdan stratejisler ve muhtemelen siyasi liderler için füze savunma sisteminin ilk vuruş silahı olarak görüldüğünü aklımızda tutmamız lazım. Füze savunma sistemleri, çalıştıklarında bile, ki mesele de bu aslında, ama diyelim ki çalışıyor olsalar dahi ilk vuruşu durdurmayı başaramayacaktır. Muhtemelen, bir misilleme saldırısını önleyebilirler; bu da onların ilk vuruş silahı olduğu anlamına gelmektedir. Elbette Rusya da, ABD planlamacıları da, diğer herkes gibi bunu biliyor.

Yani, Rusya sınırlarına yakın bir yere füze sistemi yerleştirmek, ki planlanan da bu, son derece provokatif bir eylem. Rusya, diyelim, Kanada’da bunu yapmaya kalksa, savaş çıkar. Böyle bir şeyin hoşgörülmesi mümkün olmaz. Obama, Bush’un bıraktığı haliyle füze sistemlerinde hafif ayarlar yaptı, ama sistemi Rus ordusunun ve Rus stratejistlerinin yine de son derece tehditkar bulacakları şekilde bıraktı, ki ABD’de Rusya aynını yapsa benzer bir algıya sahip olurdu. Bir kaç ay önce, Obama’nın seçimler sonrasında bu konuda geri adım atabileceğine dair kayda alınmamış yorumlarda bulunduğunu anımsarsınız. Bu burada ciddi mesele olmuştu ve elbette insanlar bu açıklamayı hatırladılar. Ama böyle bir şey yapar mı, şüpheliyim.

Rusya-ABD ilişkileri hakkında ne düşünüyorsunuz? Ne yönde ilerleyecekler?
 - Aslında bundan biraz bahsettik. Rusya’nın yeterince iç sorunu var, bunlarla nasıl başa çıkacağı belli değil. Rusya ve ABD arasındaki doğrudan ihtilaflar ABD Çin arasındakiler kadar keskin olmayabilir. Çin ABD söz konusu olduğunda, ortada ciddi ticari ilişkiler var. Aslında, Çin ABD borçlarının ciddi bir miktarına sahip, bu miktar Japonya’dan biraz daha fazla. Elbette ABD ve Avrupa, Çin mallarının esas tüketicileri. Rusya söz konusu olduğunda, böylesi bir tüketim daha az. Yani, ortada çok farklı bir ilişki mevcut.

Rusya ve AB
AB’de yaşanan mali kriz ve dünya çapında ekonomik kriz üzerine önümüzdeki yıl için beklentileriniz nelerdir? Daha genel olarak da Rusya-ABD ve Çin-ABD ilişkilerinde neler olacak?
 - Cevap verilmesi gereken çok fazla soru var. Pek çok şey şu anda muğlak durumda. Mali krizle başlayalım. Mali kriz banka istikrarından sorumlu İngiliz bankalarından birinin müdürü tarafından “felaket döngüsü” tabir edilen durum sonucu ortaya çıkmıştır. Bu bir “felaket döngüsüdür” çünkü ABD ve İngilitere’de, belli ölçülerde diğer ülkelerde, büyük yatırım şirketlerin riskli işlemler üstlenmelerini teşvik eden bir sistem mevcuttur. Adı üstünde riskli oldukları için, bu işlemler vasıtasıyla ciddi karlar elde edebilirler. Eninde sonunda böylesi işlemler söz konusu risk yüzünden çökerler ve bu noktada devreye vergi mükellefleri girer ve onları kurtarırlar. “Felaket döngüsü” işte budur.

Büyük bankalar için hükümet sigorta poliçesi bulunmaktadır. ABD’de bu bankaların itibarları çökemeyecek kadar mühimdir; başları belaya girdiğinde onları kurtarmak durumundayız yani. Bu esasen hükümet sigorta poliçesi. Büyük bankaların onlara daha yüksek kredi notları vs. vermesi için euro bazında yılda aşağı yukarı 50 milyar olduğu tahmin ediliyor. Kredi ajansları notlandırmalarını yaparken işler sarpa sararsa vergi mükelleflerinin onları kurtaracağını göz önünde bulundururlar. Bütün bunlar aslında riskli işlemlerden ibaret döngünün teşvik edilmeye devam edilmesi anlamına gelmektedir. Kârlar, kurtarma operasyonları.... Reagan yıllarından beri bu böyle gelmiş böyle gidiyor. O zamanlar, Yeni Düzen’in düzenleme aygıtları yürürlükten kaldırılmış; yerine bu sistem teşvik edilmişti.

Şimdi bu sistemi belli ölçülerde kısıtlamak için bir mevzuat, Dodd-Frank Yasası çıkarıldı. Ancak lobilerin doğru dürüst işlemesin diye bunu kırpma yönünde gösterdikleri muazzam çabalar sonrasında Dodd-Frank Yasası’ndan geriye ne kalacak muamma. Uygulandığı ölçüde bile, çoğu sorunun üzerine eğilmiyor. Yani muhtemelen başka ve bu sefer daha büyük bir mali kriz yaratıyoruz. Bu arada Avrupa da bildiğiniz gibi Troyka...
 - Evet. Onlar da ekonomik bir felakete yol açacağı neredeyse kesin olan politikalar yürütüyorlar. Yalnızca ekonomik düşünerek, durgunluk anında kemer sıkma politikaları dayatmanın hiç bir anlamı yok. Misal Yunanistan’ın borçları arttıkça artıyor. Büyümeden kesiyor, yani bu işten çıkış yolu yok. Ülkelerin, bilhassa İspanya ve Yunanistan’ın kendi para birimleri üzerine kontrolü yok. Bu yüzden, ABD’nin ya da kendi parasını kendisi basan diğer ülkelerin yaptığını yapamıyorlar. Para birimlerinin değerini düşürüp krizden çıkış yolu arayamıyorlar, bunu yapamıyorlar çünkü euro kullanıyorlar. Yani kapana kısılmış durumdalar. Kemer sıkma politikaları durumu daha da kötü yapacak.

Yunanistan’da yeterince iç sorun var, ama İspanya örneği bilhassa çarpıcı çünkü mali sistemin çökmesinden evvel, ki bu hükümet değil İspanyol bankalarının ve borç veren Alman bankalarının kabahatiydi, 2007 yılında gerçekleşen bu çöküş öncesi, İspanya devletinin bütçesi oldukça iyi durumdaydı. Aslında İspanya sosyal hizmetler vs. bakımından Avrupa’nın en düşük masraflara sahip ülkelerinden biri. Yani mesele hükümet harcamaları değil, mesele bankaların hatası ve işler daha da kötüye gidiyor.
Ticari ve mali yayın organları bile bunu eleştiriyor. Aslında, IMF bu politikalardan geri adım atmaya başladı çünkü bunların ekonomik olarak nereye varacağı o kadar aşikar ki. Yine Avrupa Merkez Bankası’nın ABD’deki tekabülü Merkez Bankası’ndan çok daha tepkisel olduğunu anımsamak gerekir. ABD Merkez Bankası’nın iki yetkisi var. Bunlardan biri enflasyonu kontrol altında tutmak, içeride enflasyon emaresi yok. Diğer bir yetkisi ise tam istihdamı sağlamak. Elbette bu konuda pek de bir şey yaptığı yok, ama en azından belli jestlerde bulunuyor. Avrupa Merkez Bankası’nın ise tek bir yetkisi var: enflasyonu kontrol altında tutmak. Bundesbank tarafından dayatılan %2 gibi düşük bir rakam üzerinden enflasyonu kontrol altında tutması gerekiyor, ki bu ekonomiler için son derece zararlı. İstihdam için bir şeyler yapma yetkisi yok.

Yani bu kurumun politikaları ABD Merkez Bankası’nınkilerden bile beter. Sonuçları Avrupa’da kendini gösteriyor. Bunun sonuçlarından biri bizzat Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi tarafından ifade edildi. Wall Street Journal’a bir röportaj verdi ve bu minvalde Avrupa toplumsal sözleşmesinin istikrarsız olduğunu, çoktan ölmüş olduğunu, refah devletlerinden vazgeçmemiz gerektiğini söyledi. Elit ve refah içindeki sektörler için sorun yok, zaten bunlar hiçbir zaman refah devletinden hazetmemişlerdi. Ancak refah devletlerinin çökmesi felaket olur. Avrupa’nın muazzam bir değişim olmazsa gittiği yön de burası.

 
Suriye, NATO, Türkiye

NATO Türkiye’nin Suriye sınırını korumak üzere Patriot füzesavarlarının konuşlandırılmasını onayladı. Bu konu üzerine ne düşünüyorsunuz? Şimdi ne olacak?

 - Bu sorunun cevabını bilen birinin olduğunu sanmıyorum. Suriye bir tür intihar yolunda, bundan kolayından çıkış yolu varmış gibi görünmüyor. İşler daha da sarpa sardı, siz de görmüşsünüzdür Kürt kuvvetleri ve isyankar kuvvetler arasında bir savaş yaşandı. Bu durumu daha da karıştırıyor ve elbete Türkiye’yi de ciddi şekilde etkiliyor. Türkiye tabi olarak Suriye’de Kürt otonom bölgesinin yükselişinden, bunun Türkiye’deki devasa Kürt sorununu ne şekilde etkileyeceğinden son derece kaygılı. Ancak Suriye’de de durum, içeride hiçbir uygulanabilir çözüm olmaksızın büyüyen korku filmini andırıyor. Pek çok öneri var. Bunlardan biri sanırım Dublin’de, El-Ahtar İbrahimi, Rusya ve ABD temsilcileri arasında tartışıldı. Ancak, ülkenin yıkımından gayri bir sonuç elde edecek şekilde bu durumdan bir çıkış yolu bulmak son derece güç.

Ne olursa olsun Esad’ı suikast bekliyor, demem o ki, ülkeyi terketmeyi kabul edecek olsa, onları bilinmez bir kadere terk ettiği için muhtemelen Alevi ortakları tarafından öldürülür. Ülkeyi terk etmezse, er ya da geç ortadan kaldırılır. Pek çok öneri yapıldı; daha bir kaç gün önce, Nicolas Noe adında ciddi bir uzman bir öneride bulundu. Buna göre ülkede bir tür geçici bölünme olacak, Şam civarındaki bölge Esadın kontrolüne verilirken ülkenin geri kalanı isyancıların kontrolüne verilecek, şiddetin azalmasına hatta belki de sulhname çıkarmaya yönelik geçici bir anlaşma yapılabilecek mi görülecek. Tabi bu zor bir ihtimal, ama bundan daha iyi bir öneri de şimdiye dek duymadım.

Diğer bir sorun da kimyasal silah meselesi. Suriye çoktan Obama’nın kırmızı çizgi tabir ettiği sınırı aştı. Kimyasal silahlar söz konusu olduğunda, ABD geri adım attı ve kırmızı noktalarını biraz geriye çekti, ama er ya da geç bu ciddi bir sorun halini alacak. Kimse de buna yanııt vermedi. Onları bombalayamazsınız!

AKP ve Erdoğan'ın Barış'tan Anladığı...


Bozan Tekin: ‘İmralı Sürecini Psikolojik Operasyona Dönüştürüyorlar’

İmralı sürecini değerlendiren KCK Yürütme Konseyi Üyesi Bozan Tekin, Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın İmralı’ya gidecek BDP heyetini bile kendisinin belirlemeye çalıştığına dikkat çekerek Erdoğan’ın “Kürtleri özünde bir taraf olarak görmediğini” söyledi. Tekin, “Herkes sussun sadece AKP’liler konuşsun” yaklaşımıyla İmralı görüşmelerinin psikolojik operasyona dönüştürüldüğünü de ifade etti.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Bozan Tekin, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın uluslararası komplo ile Türkiye’ye teslim edilişinin 14. Yıldönümü ve İmralı görüşmeleriyle ilgili ANF’nin sorularını yanıtladı.

Türk devletinin çözüm yönünde hiçbir adım atmadığının altını çizen Tekin, “Erdoğan dünyanın hiçbir yerinde olmamış ve olmayacak bir şeyi Kürtlere dayatıyor. Öyle ki ‘heyetinizi de biz belirleyeceğiz’ demektedir. Şimdi bütün bunlar ortadayken hangi çözümden hangi adımdan ve hangi iyi niyetten bahsedilebilir?” diye sordu.

15. yılına girerken uluslar arası komplonun tümden etkisizleştirilmediğine vurgu yapan Bozan Tekin Kürt halkına ulusal birliğini güçlendirmesi, Batı Kürdistan’la dayanışmayı yükseltmesi çağrısında da bulundu.

AKP hükümeti ve Başbakanı, Kürt Halk Önderi ile görüşmeleri kullanarak kamuoyunda bir beklenti yarattı. Diğer yandan imha operasyonları ve siyasi soykırım operasyonlarını sürdürüyor. Gelişen bu durumları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Görüşmelerin anlamına ilişkin görüşlerimi açıklamadan önce, bu görüşme durumuna nasıl gelindiği üzerinde kısaca durmakta yarar var.  Bilindiği gibi 27 Temmuz 2011 tarihinden bu yana Önder Apo üzerinde ağırlaştırılmış tecrit uygulanıyor. Ve tecridin kaldırılmasına dönük tüm çağrılara sömürgeci AKP hükümeti olumsuz yanıt vermiştir. Fakat birden bire sömürgeci AKP hükümetinin başbakanı kendi müsteşarını Önder Apo ile görüşmeye göndermiştir. Neden görüşmelerin başlatıldığı hususu anlaşılmadan ve bu sorunun cevabı ortaya konulmadan diğer konular da anlaşılamaz. Önder Apo ile yeniden görüşmelerinin başlamasını nedenlerini birkaç başlık altında izah edebiliriz. Birincisi, Önder Apo İmralı’da ağırlaştırılmış tecride rağmen gösterdiği yüce direniş tutumunun Kürdistan’da ve Kürt ulusunda ve bireylerinde “Önder Apo mezar kadar bir yerde olsa bile direniş sergileyebilmiş ise dışarıda, işte, sokakta, okulda, dağda, yurtdışında Kürt halkının ve Kürdistan’ın özgürlüğü için neden daha iyi mücadele etmeyeyim”, diye sorgulamaya başlamıştır. Bunun ulusal bilinç, örgütlülük ve kararlı mücadele etmede etkili ve hatta belirleyici bir motivasyon sağladığını belirtmek gerekir.

İkincisi, sömürgeci Türk devleti 2011-2012 yılını Sri Lanka modeli temelinde gerillayı tasfiye etmeyi önüne hedef olarak koymuştu. Türk devletinin bu hesabı Eriş ve Andok yoldaşların fedai eylemiyle başlatılan ve Kuzey Kürdistan’ın diğer sahalarında geliştirilen eylemleriyle paramparça olmuştur. Gerillayı bitirme ya da darbeleme şurada kalsın, ABD, AB, NATO ve İsrail’in başta askeri ve siyasi olmak üzere çok yönlü desteğine rağmen Sri Lanka modeli sadece başarısızlığa uğramadı, birçok alanda gerilla hakimiyeti Şemzinan, Çukurca, Beytüşşebap hattı olmak üzere, Kuzey Kürdistan’da gerilla hakimiyet alanları ortaya çıkmıştır.

‘PANİĞE KAPILAN AKP GÖRÜŞME YOLUNA GİTTİ’

Üçüncüsü, Kürt siyasetini ezip sindirerek tasfiye etmek amacıyla halkta korku panik, umutsuzluk yaratmak için on bine yakın yurtsever Kürt insanının esaret altına alınmasına rağmen Kürdistan halkı eylemliliklerini çeşitli düzeylerde ortaya koymaktan geri durmamıştır. Eylemlilikler belli bir süreklilik kazanmıştır. 

En önemlisi Batı Kürdistan’da 19 Temmuz devrimi ile beraber yeni bir süreç başlamıştır. Rojava devrimi ile Kürdistan halkı bir parçasında, başta Türk sömürgeciliğine onun ittifakı, Suriye muhalefetine ve rejime rağmen bu devrim gerçekleşmiş ve kendi demokratik özerklik sistemini adım adım kurmaya devam etmektedir. Rojava devrimi ile sömürgeci AKP devletinin Ortadoğu hesapları, planları bir daha dirilmemecesine ölümcül bir darbe yemiş ve çökmüştür. Rojava devrimini bastırıp tasfiye etmek için besleyip semirttiği, silahlandırıp harekete geçirdiği çetelerin tüm saldırıları boşa çıkartılmıştır. Halep’te Afrin’de ve en son Serêkani’de yenilen sadece çeteler değil, sömürgeci Türk devleti ve onun liderliğini yapan T.Erdoğan’ın ta kendisidir. 

Özellikle de 68 gün boyunca süren açlık grevi eyleminin giderek kitleselleşmesi karşında paniğe kapılan AKP hükümeti,  Önderlikle görüşme yapmak durumunda kalmıştır. Önder Apo’nun açlık grevini bitirmesiyle, bir kez daha Önder  Apo’nun çözümleyicilikteki belirleyici gücü açığa çıkmış ve bu tüm Kürdistan, Türkiye ve dünya kamuoyunda da büyük taktir toplamıştır.

Bir de, sömürgeci AKP devletinin başbakanını Önder Apo ile görüşme yapmak zorunda bırakan Türkiye’deki iç siyasi hesapları eklemek gerekir. Bilindiği gibi önümüzde başarısızlığa uğramış bir anayasa yapım süreci vardır. Kendilerine göre bir anayasa yapma hesabının yanısıra yerel, cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler hesabı da vardır. Özellikle Batı Kürdistan başta olmak üzere Suriye’deki gelişmeler ve bölgenin yaşadığı alt-üst oluş sürecinde sömürgeci Türk devletinin inisiyatif kaybetmesi, bölge hesaplarının tutmaması gibi durumlar da, böyle bir görüşmenin yapılmasının nedenleri arasında sayılabilir.

‘AKP KRİZİ NASIL LEHİME ÇEVİRİRİM HESABINDA’

Diğer önemli bir neden de, gerek Kürdistan gerekse de Türkiye toplumu ve gerekse dünya Kürt ulusal sorununun çözümünde muhatabın Önder Apo olduğu gerçeğini iyi gördü. Siyaseten böyle bir durumda Önder Apo ile görüşmemek halkların çözüm beklentilerini görmezden gelmek sömürgeci hükümete büyük kaybettirirdi.

Sömürgeci AKP devleti bütün bunlardan hareketle Önder Apo ile görüşme yapmak durumunda kalmıştır. Belirtilen nedenlerden hareketle bir kriz durumuna giren AKP, ''böyle bir kriz durumunu nasıl kendi lehime çeviririm'' hesabını yapmış, öyle de davranmıştır. ''Sorunu nasıl çözerim'' değil ''bu durumu nasıl kendi lehime dönüştürürüm, yani krizi nasıl yönetirim ve bu kriz durumunu nasıl kendi hesabıma çeviririm'' zihniyetiyle hareket etmiştir.

Peki AKP Hükümeti görüşmelerle nereye varmak istiyor?

Sömürgeci devletin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın gizlice kamuoyu araştırması yapmaksızın, neyin kendisine oy kazandıracağını görmeden, emin olmadan hareket etmediğini herkes bilir. Böylesine olumlu, böylesine çözüme odaklanmış bir kitleyi kendi lehine dönüştürmenin en uygun yolu Önderlikle görüşme olabilirdi ve nitekim bunu da yapmıştır. T. Erdoğan’ın geçen yılın son günlerinde “İmralı’da görüşmeler vardır” konuşmasından bu yana nelerin olduğuna bakarsak,  sorunuzun cevabını da vermiş oluruz.

Yapılanların medya ayağına bakalım, sarf edilen sözlere bakalım. Öncelikle bir taraftan yandaş medyası ve yeni dönemin parlatılan sözde gazetecileri yoluyla kendi lehinde bir kamuoyu oluşturmaya başlanmıştır. Görüşmelerin anlamını ve adını, “terörden kurtulmak, terör belasından kurtulmak, PKK’ye silah bıraktırmak, PKK’nin ülkeden çıkışını sağlamak, terörle mücadele, siyasetle müzakere, terörle mücadelede en ufak bir gevşeme olmayacak, tek bir terörist kalmayıncaya kadar bu devam edecektir”  biçiminde ifade etmişlerdir. Yine bizzat sömürgeci sistemin başbakanı tarafından “anadilde eğitim olmaz, Kürt sorunu yok, terör sorunu vardır” vb. ifadeler yoğunca ve sıkça kullanılmıştır. En önemlisi ise, bizzat sömürgeci sistemin başbakanı, Kürdistan halkının bayrak ve sembollerine “ paçavra” demek suretiyle alçakça bir saldırıda bulunmuştur. Yine Önderlikle görüşecek BDP heyetini kendisinin belirlemeye çalışması vb. DTK eşbaşkanı Ahmet Türk’ün sözlerine yönelik hakaret içeren sözleri ve daha birçok şey söylenebilir. Şimdi bunlar işin söz boyutudur. Ve bu sözler gerçekten de sorunu çözmek isteyen bir tarafın sözleri olabilir mi? İçinde inkar, küfür, hakaret, aşağılama her şey vardır!  Sözleri alt-alta ve yan yana dizip baktığımızda sömürgeci devletin başbakanının önceki sözlerinden farklı olmadığı, aynı zihniyetin ifadesi olduğu kendiliğinden anlaşıyor. Yine her fırsatta, bizzat Başbakan ve yardımcısı Bülent Arınç, “biz görüşmüyoruz, hükümet olarak görüşmemiz, muhatap almamız mümkün değil. MİT görüşüyor” denilmesi bir başka konu.

Söz böyle de, pratik daha mı farklı? Hayır, pratikte farklı değildir.  Birincisi, gerillaya yönelik operasyon hız kesmeden sürdürmektedir. Özellikle Lice’de içinde Ethem Karabulut yoldaşın bulunduğu grubun imhası. Hem de yılbaşı günü gerçekleşen bu imha tesadüf değildir. Silvan’da yaşanan çatışmayı günlerce işleyen Türk basını adeta bunu çok normal bir şeymiş gibi görmüş ve üzerinden geçmiştir. Demek oluyor ki, Türk devletinin hakkıdır, vurur, öldürür!  Peşi sıra medya savunma alanlarına dönük hava kuvvetlerinin askeri operasyonları ve yaşanan şahadetleri herkes biliyor. Botan’da, Amed’de,  Mardin’de, Nusaybin’de süren operasyonlar. Ve şuan beşinci gününe giren Dersim operasyonu. Şemzinan - Gever hattında yoğun askeri yığınak yapılmaktadır. Siyasi soykırım operasyonlarında en ufak bir gevşeme olmamıştır. Bu süre zarfında onlarca insan ''KCK operasyonu'' adı altında esaret altına alınmışlardır.

‘PARİS KATLİAMININ SORUMLUSU AKP HÜKÜMETİDİR’

Paris’te Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez yoldaşlar bu süreçte AKP devleti tarafından, alçakça katledildiler. Tüm bilgiler, veriler ve başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere M. Ali Şahin ve Hüseyin Çelik olmak üzere AKP’lilerce yapılan açıklamalar ve Ömer Güney’e ilişkin ortaya çıkan bilgiler, bu olayın sorumlusunun Recep Tayyip Erdoğan olduğunu gözler önüne sermektedir. Tam bir suçüstü yakalanmış olmanın ruh haliyle, ortada henüz tek bir bilgi-belge, açıklama yokken, Kürdistan özgürlük hareketini suçlaması bunun en somut kanıtıdır.

Batı Kürdistan devrimini bastırmak, Kürt kazanımlarını tasfiye etmek için habire kendisine bağlı çeteleri harekete geçirmektedir. Onlar eliyle her türlü kötülüğü Kürt halkına yapmaktadır. Sözü ve pratiği böyle olan bir sömürgeci hükümetin, Önder Apo ile görüşmeleri iyi niyetli, çözüm geliştirmek amacıyla yapılan görüşmeler olduğunu söylemek, kendini kandırmaktır. Sömürgeci AKP gerçeğinden bihaber olmaktır. “Acaba zaman kazanabilir miyim, acaba kafa karıştırabilir miyim, acaba bir beklenti yaratarak, özellikle kitle eylemliliklerini, serhıldanları gevşetebilir miyim? Gerillada bir beklenti yaratarak, hazırlıklarında bir gevşeme yaratabilir miyim?” hesabı içindedir.

Hele hele AKP hükümetinin, BDP’nin İmralı’ya gidecek heyetini bile kendisinin belirlemeye çalışması, aslında Kürtleri özünde bir taraf bile görmediğini ortaya koymaktadır.

‘İMRALI SÜRECİNİ PSİKOLOJİK OPERASYONA DÖNÜŞTÜRÜYORLAR’

Önder Apo’nun diyalog ve müzakereyi gerçekten de sonuca götürebilmesi için elinde Kürdistan Özgürlük hareketine, gücüne, örgütlülüğüne ve halkın durumuna ilişkin elinde ayrıntılı bilgilerin olması gerekir. Ama ne yazık ki henüz Önder Apo’ya bu bilgilerin ulaşması için gerekli zemin yaratılmaktan uzaktır. BDP’lilerin görüşme talepleri ise işkenceye ve hakarete dönüşmüştür. İş öyle bir noktaya varmış ki, “görüştürürüm, görüştürmem, seni görüştürürüm, onu görüştürmem, görüşmeden sonra neden Ahmet Türk böyle açıklama yaptı” türünden düzeysiz seviyesiz açıklamalar ortaya çıkmıştır. Bir taraftan da herkese ''sussun konuşmayın'' diyerek adeta ''süreç bozulur'' korkusunu tam bir psikolojik operasyona dönüştürerek herkesi dilsiz sessiz ve eylemsiz kılmaya çalışırken kendisi, yardımcıları ve yandaş basını ile bin bir senaryo yaratıp üzerinde tartışmalar yürütmektedir.

Sömürgeci devletin temsilcilerinin ve yandaş medyasının ortak ifadesi şudur: “Terörü bitirmek, PKK’yi silahsızlandırmak, teröristleri yurt dışına çıkarmak, terör belasından kurtarmak, bunun için elimizi değil bedenimizi taşın altına koymuşuz.”  Erdoğan “Kürt sorunu yoktur benim Kürt vatandaşlarımın ekonomik sosyal sorunları vardır” demiş yine en önemlisi Kürt halkının şehitlerine sardığı göklerde bayrağımıza ''paçavra'' diyecek kadar alçalmıştır. Sömürgeci devletin başbakanı Erdoğan söz konusu Kürt ulusu, hakları ve özgürlük hareketi olunca, çok üstten ve çok kibirli davranmaktadır. Sanıyorum kibri İmam-ı Şafi’ den daha iyi tarif eden çıkmamıştır. Şöyle diyor İmam-ı Şafi; " Kibir, alçakların ahlakındandır." Bir taraftan askeri operasyon yapacaksın, bir taraftan Paris’te üç arkadaşımızı katledeceksin, bir taraftan siyasi soykırım operasyonlarına devam edeceksin! Bir taraftan Önder Apo’nun kendi örgütüne, yoldaşlarına, dostlarına ulaşmasına ve kimsenin Önder Apo ile görüşmesine izin vermeyeceksin ama öte yandan tam bir psikolojik operasyon mantığıyla tek taraflı bilgilendirme ile “İmralı şöyle dedi yurt dışına çıkmaya hazır, silahları bırakmaya hazır “ diyerek kamuoyunu şartlandırmaya çalışacaksın, diğer yandan ise bunları inkar edenleri veya farklı konuşanları Ahmet Türk meselesinde olduğu gibi azarlayacaksın. “Taşları bağlayıp itleri salmak” diye buna derler herhalde.

Bugüne kadar olduğu gibi Kürtleri susturup tutuklamak yetmiyormuş gibi şimdi de “barış süreci” adı altında ve onun için yapıldığını söylemeye başladılar. Şimdi bütün bunların barışla, çözümle ne alakası var? Bu tasfiye için, mücadele motivasyonunu dağıtmayı, bölüp parçalamayı, kafa karışıklığı yaratmayı, beklenti içine sokmayı ve oyalamayı hedefleyen bir psikolojik savaş operasyonundan başka bir şey değildir.

‘ERDOĞAN DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE OLMAYAN BİRŞEYİ DAYATIYOR’

Öncelikle halkımız Kürdistan Halk önderinden doyurucu bir açıklama gelmeden başta R.T. Erdoğan ve ekibi, yandaş ve yalaka basının söylediklerinin hiçbirini dikkate almamalıdırlar. Bütün bu söylenenlerin bir psikolojik savaş operasyonu olduğunu bilerek hareket etmelidirler. Atalarımızın “ Bextê Romê nine” sözünü hiç unutmadan hareket etmelidirler.  Kimseyi önderlikle görüştürmeyeceksin, avukatlarını, örgütünü görüştürmeyeceksin, diplomatlarını, savaşçılarını görüştürmeyeceksin ama diğer taraftan sanki Önderlik söylüyormuş gibi yalan yanlış haberleri servis edeceksin. Bu nasıl barış çalışması veya girişimidir?  Görüşmeleri de entegre stratejinin bir parçası haline getirdikleri çok açıktır. Bu nedenle de Kürdistan halkı, dostları bunları ciddiye bile almamalıdır.  Çünkü Kürt ulusunun varlığını, haklarını ve ülkesi Kürdistan’ı tanıyan, yapılan katliamlardan dolayı özür dileyen, Kürt ve Kürdistan gerçekliğini anayasal güvenceye kavuşturmaya yönelik tek bir söz ve davranış yoktur. Dolayısıyla ortada ciddiye alınacak bir durum yoktur. R.T. Erdoğan dünyanın hiçbir yerinde olmamış ve olmayacak bir şeyi Kürtlere dayatıyor. Öyleki “heyetinizi de biz belirleyeceğiz” demektedir. Şimdi bütün bunlar ortadayken hangi çözümden hangi adımdan ve hangi iyi niyetten bahsedilebilir? Sömürgeci Türk devletinin başbakanı adeta “ bana güvenin, gerisini merak etmeyin” demeye getiriyor! Kürdistan’da Kürt halkına hep katliam yapmış, sömürgeci ordu birliklerini çekeceğini mi açıkladın,  işgale son vereceğini mi açıkladın? Önder Apo’nun özgürlüğünü mü açıkladın? Tam tersine, sen hala, Kürdistan özgürlük savaşçılarını nasıl tasfiye edeceğini ilan ediyorsun, Kürt diliyle eğitimin olmayacağını ilan ediyorsun! Bayrağına, sembollerine hakaret ediyorsun! Bu halk sana neden güvensin? Barış adı altında yürüttüğün imha saldırıları, entegre stratejin ortadayken Kürtler sana neden güvensin!

15 Şubat uluslararası komplonun 15. Yılına giriyoruz. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki esaret devam ediyor. Bugün gelinen düzey açısından komployu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle, Önder Apo şahsında Kürdistan halkına karşı gerçekleştirilen uluslar arası komplocu güçleri olanca nefretimle protesto ediyor ve kınıyorum. Uluslararası komplo karşısında Güneşimizi Karatamazsınız” şiarıyla bedenlerini ateşe veren tüm şehitlerimizi saygıyla anıyor, anılarını yaşatacak ve mücadeleye Önder Apo’nun özgürlüğünü ve Kürdistan’ın özgürlüğünü sağlayıncaya kadar devam edeceğiz.

Önder Apo’ya karşı gerçekleştirilen uluslar arası komplo, Önder Apo’yu etkisizleştirip, anlamsızlaştırma, PKK’yi bölüp-parçalama, Kürdistan özgürlük gerillasını tasfiye etme ve Kürdistan halkının PKK ile birlikte yeşeren özgürlük umutlarını kırmayı ve bölgeyi kapitalist modernite için dikensiz bir gül bahçesi haline getirmeyi amaçlıyordu. Uluslararası komplonun 15. Yılına girerken, Önder Apo geliştirdiği eşsiz direnişi, çözümleyiciliği ve yeni paradigmasıyla,  sadece Kürdistan halkının değil, bölge halkının da önderliği olarak kabul görmektedir. PKK her zamankinden daha güçlü ve örgütlüdür. Kürdistan özgürlük gerillası, komplocu güçlerin Türk ordusuna yapmış olduğu tüm desteğe ve yardıma rağmen 2013 yılında yenilmezliğini kanıtlamış ve zaferi getirebilecek güçte olduğunu ortaya koymuştur. Kürdistan halkı daha fazla Önder Apo ile PKK ve gerillasıyla birliktedir, ayaktadır, serhıldandadır. Özgürlüğünü sağlayabilecek, zaferi kazanacak kadar kendine, öz örgütlülüğüne güvenmektedir. Bu bilinç ve kararlılıktadır. Rojava devrimi, Uluslararası komploya vurulmuş en büyük darbedir. Kürdistan halkına karşı gerçekleştirilen uluslararası komplonun başlangıcı niteliğindeki Lozan anlaşmasının, anlamsızlaşması anlamına gelmektedir. Özellikle 2012 yılı içinde Önder Apo’nun özgürlüğü, sadece Kürdistan halkının bir talebi olmaktan çıkmış, bölgenin ve dünyanın ilerici insanlığının bir talebi haline gelmiştir. Burada kazanan bir kez daha Önderlik ve PKK, kaybeden uluslar arası komploculardır.

‘ABD BÜYÜKELÇİSİNİN SÖZLERİ TESADÜF DEĞİL’

Uluslararası komplo ittifakı büyük bir darbe almış ve önemli oranda bir dağılmayı ve çözülmeyi yaşamaktadır. Ancak uluslararası komplocu güçler, henüz tümden etkisizleştirilmiş değildirler. Bugün başta hareketimizin yönetimini hedef alan saldırılar devam etmektedir. Sömürgeci Türk devletinin kirli-kanlı eliyle gerçekleşse de, arkasında-yanında uluslararası güçlerin olduğu çok açıktır. ABD Türkiye büyük elçisinin Kandil’e ilişkin açıklamasının tesadüf olmadığı, uluslar arası komplonun yıldönümünde sarf ettiği sözler bunu açıkça ortaya koymaktadır. Kandile yönelik operasyon kapasitesinin arttırılmasından söz etmesi, uluslararası komplocu güçlerin kirli hesaplarını ortaya koymaktadır.  Yine Batı Kürdistan devriminin kazanımlarına yönelik saldırıları da bu kapsamda ele almak gerekir. Ancak artık, Kürdistan halkı ve özgürlük hareketinin ulaştığı bilinç, örgütlülük düzeyi bütün hesapları bozacak düzeyi yakalamıştır.  

Kürdistan tarihinde de görüldüğü üzere Halk olarak Önder Apo’nun tarihi çıkışına kadar kaybetmemizin esas nedeni, çağdaş bir Önderlikten yoksun olmamız gerçeğidir. Doğru bir önderliğe ulaşamayan hiçbir halkın varlığı ve geleceği güvence altında değildir. Bunun için de Önder Apo Kürdistan halkı için, varlığının kesinleşmesi, özgürlüğün ve geleceğinin garanti altına alınması anlamına gelir.  Kürdistan halkının ilk günden başlayarak yediden yetmişe Önder Apo’yu sahiplenmesi Kürdistan halkının bu tarihi bilincinden gelmektedir. Uluslararası komplonun ilk gününden başlayarak Kürdistan halkı aralıksız olarak Önder Apo’ya sahip çıkmıştır. Ancak artık bu çıkış yeterli gelmemektedir. Artık Kürdistan halkı bir gün dahi olsa, Önder Apo’nun İmralı’da esaret altında tutulmasına izin vermemelidir. Halkımız bugüne kadar yürüttüğü mücadele ile Önder Apo’nun tecrit altında tutulmasına, etkisizleştirilmesine ve unutturulmasına izin vermedi. Artık görev, Önder Apo’nun özgürlüğünü kesinleştirmektir.

Bunun için de uluslararası komplonun 15.yılında, halkımız ve dostları, Önderliğin özgürlüğü ve Kürdistan’ın özgürlüğü için, serhıldana kalkmalı, sonuç alınıncaya kadar bu serhıldanlarını daha bilinçli, daha örgütlü bir biçimde sürdürmelidir. Uluslararası komploya hizmet eden, Kürtlerin katillerini sevindiren, umutlandıran hiçbir Kürt kalmamalıdır. Özellikle AKP ile şu veya bu nedenle ilişki kurmuş Kürtler, kendilerini bu lanetli konumdan kurtararak ulusal birlik içindeki şerefli yerini almalıdırlar. Özellikle Batı Kürdistan’daki halkımızla dayanışma en ileri düzeye çıkarılmalıdır. Bunun için ulusal birliğini her zamankinden daha fazla güçlendirmelidir. Uluslararası komplo her ne kadar Önder Apo’yu ve Kürdistan özgürlük hareketini hedef aldıysa da, bu aynı zamanda başta Türk, Fars, Arap ve bölgedeki diğer halkların özgürlük iradelerinin de hedef alınması anlamına gelir. Bu nedenle de,  başta Türk, Fars, Arap, Ermeni ve Asuri halkını Kürdistan halkıyla dayanışmak amacıyla uluslararası komployu protesto etmeye çağırıyoruz.

ANF