4 Şubat 2013 Pazartesi

Hewler’de 'BDP'ye Rakip' Parti Hazırlığı!


Güney Kürdistan’dayız. Uzun süredir hazırlıkları yapılan Kürt gazetecilerin ilk toplantısı yapılıyor. Dört parçadan gazeteciler Kürt basınının mevcut durumunu, sorunları ve ihtiyaçlarını tartışıyor. Bu toplantı daha evvel yapılan edebiyat, sağlık, gençlik ve kadın konferanslarının bir parçası ve devamı niteliğinde. Dörde bölünmüş Kürdistan’ın basın yayın faaliyetleri sınırlara, yasak ve engellemelere rağmen güçlü bir iletişim içinde. Herkes birbirinden haberdar. Gördük ki ‘kardeşler’ birbirlerini büyük bir dikkat ve titizlikle izliyormuş. Sonuçta onlarca Kürt televizyonu, günlük gazetesi, radyo ve dergi kendi özgünlüklerini de koruyarak ortak çalışma alanları yaratma, yardımlaşma, tecrübeyi ve olanakları birleştirme gibi son derece olumlu bir çaba içinde. Bu çalışmalar periyodik bir plan çerçevesinde devam edecek.

Bu arada başka bir toplantının yapıldığını duyuyoruz.
Kuzey Kürdistan’da faaliyet yürütmek iddiasında, ancak kuruluş çalışmalarını Hewler’de sürdüren siyasi bir parti için geçen günlerde bir toplantı yapılmış. Kurulması düşünülen parti Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da örgütlenmek ve seçimlere girmek üzere hazırlanıyor.

Hewler’deki toplantıya Nusaybinli Derweşe Sado, Kozluklu Yunus Altan, Amedli Melle Arif, Nusaybin’in bilinen şahsiyetlerinden Ramazan Haşimi’nin oğlu, Silvanlı Şefik Kutlu ve Sertaç Bucak katılıyorlar.


İlk toplantı öncesinde PKK’den ayrılan Nizamettin Taş, Sait Çürükkaya, Ebubekir, Sarı Sadun, Serhat, Ekrem ve Doktor Ali ile görüşülüyor. Grup adına Nizamettin Taş ile KDP politbürodan temsilciler, geçen ay Sofi Mall’da kapsamlı bir toplantı yapıyorlar. Grup adına Nizamettin Taş, kurulması planlanan yeni partiye katılım ve aktif destek sözü veriyor.


Doktor Süleyman ve Doktor Ali, ‘bu çevrelerle siyasi parti örgütlenmesi başarılı olamaz’ diyerek oluşumda yer almayacaklarını belirtiyorlar. 


KDP’nin sponsorluğu ve garantörlüğü altında gerçekleştirilen bu ‘yeni parti’nin ilk toplantısında, PKK’den kopan grubun, daha resmi ilan yapılmadan kurucular arasında zikredilmelerinin yanlış bir izlenim yaratacağı düşüncesiyle katılımları sonraya erteleniyor.


Önemli bir değişiklik olmazsa, bu oluşum önümüzdeki bir ay içinde, kamuoyuna açık bir toplantı ile parti kuruluşunu ilan edecek.


Eski KDP’liler ve eski PKK’lilerin ortaklığından ‘yeni parti’ çıkar mı? Hep birlikte göreceğiz.


Paris katliamı nedeniyle Kürt halkıyla dayanışma mesajı gönderen Latin Amerikalı bir kadın; ‘Özgürlük savaşı ancak yarıda bırakılırsa kaybedilir’ demişti.


Erzurumlu Sümmani Baba da; ‘Bir menzile sona kadar varmazsan, sen o yola kervan olsan fayda ne?’ diye sormuş çok eskiden. 


‘Bu referansların yeni parti ile alakası ne?’ dediğinizi duyuyorum.


Bal gibi de alakası var…


Kaynak: Yeni Özgür Politika

Serêkaniyê Saldırılarının Arka Planı


Batı Kürdistan Halk Savunma Birlikleri, kurulduğu günden beri, AKP yönetimindeki Türk Devletinin örgütleyip silahlandırdığı çetelerin Batı Kürdistan'a yönelik saldırılarına karşı büyük bir başarıyla karşı koydu. Türk Devleti'nin, her türlü silah, lojistik, para v.b desteğine rağmen, çeteler her defasında ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldılar. AKP'nin Batı Kürdistan'da Kürtlerin Demokratik Özerklik Statüsünü geliştirip anayasal güvenceye almalarını kendi ölümü gibi gören Kürt düşmanı zihniyeti çatışmaların ana nedenini oluşturuyor.
Kasım ayında başlayan ve son günlerde giderek şiddetlenen saldırı ve çatışmalarla gündeme gelen Serêkaniyê’de, neler olduğunu herkes merak ediyor. Biz de Serêkaniyê giderek, kentte yaşananları ve arka planını sizlere aktarmak istedik.

Serêkaniyê'de halklara, onların kurmak istedikleri Demokratik Özerklik sistemlerine yönelik saldırılar belli aralıklarla da olsa üçüncü ayına girdi. Serêkaniyê’ye yönelik saldırıların bir anda ortaya çıkmış ve bazı silahlı grupların saldırısı değil, uluslararası arka planı olan bir saldırı olduğu görülüyor. Amacı ise; 19 Temmuz 2012 tarihinde, Kürtlerin beraber yaşadığı halklarla birlikte Rojava kentlerini ele geçirerek inşa etmeye başladıkları Demokratik Özerklik sistemlerini ortadan kaldırmak. İki gün önce Halep’teki Kürt mahallesi Eşrefiye’ye yönelik gerçekleşen saldırıda yaşanan katliam da bu planların ortak bir merkezde hazırlandığı ve uygulamaya konulduğunu gösteriyor. Ancak neden Serêkaniyê’den bu plan uygulamaya konuldu, Serêkaniyê’den önce bu planın ayakları olan ve izlenen politikalar nelerdi gibi birçok soru akla geliyor.

SALDIRILAR EKONOMİK AMBARGOYLA BAŞLADI

Rojava’ya yönelik gerçekleştirilen saldırılar, uluslararası güçler, Türkiye, Suriye Devleti, Hür Suriye Ordusuna (HSO) bağlı güçler ve Güney Kürdistan Hükümeti’nin fiili olarak yürüttükleri ekonomik ambargoyla birlikte başladı. Ardından silahlı çete grupları Serêkaniyê’ye çekildi. Kirli ittifak YPG'nin direnişinin ardından, yaşamın her alanında kendini hissettirmeye başladı. Ekonomik ambargo uygulanmasıyla eş zamanlı başlatılan silahlı çete gruplarının saldırılarının amacı Rojava halklarını canlarından bezdirmek, kendi elleriyle kurdukları sistemlerinin kurumlarına, yönetimlerine karşı inançsız düşürmekti. Rojava halkı buna karşı büyük bir direnişle karşılık verince çete gruplarının silahlı saldırıları daha fazla ön plana çıkarıldı.

Serêkaniyê saldırıları, devlet güçleri ile HSO güçleri arasında çok şiddetli çatışmaların olduğu propagandası sıkça yapılan, oysa gerçekte ise bir zımni uzlaşma içinde oldukları Halep’te Kürt mahalleleri olan Şeyh Maksut ve Eşrefiye'ye yönelik saldırılarla paralel başladı. Suriye devlet güçleri, HSO güçlerini vurma adı altında Kürt mahallelerini bombaladı katliamlar gerçekleştirdi. O mahallelerde HSO’ya bağlı güçler yoktu. Kürtler oluşturdukları halk savunma birlikleriyle kendilerini koruyorlardı.

Halep’ten çıkan ise HSO’ya bağlı olduklarını söyleyen bazı silahlı çete grupları oldu. Çekildikleri yer ise Serêkaniyê oldu.

CEPHE GERİSİ DEDİLER 3 GÜN SONRA SALDIRDILAR

HSO güçlerinin Halep'ten Serêkaniyê’ye çekilmelerinin nedeni gerçek amaçlarını gösterdi. Serêkaniyê’ye çekildikleri günlerde halk temsilcileri çekilen gruplarla görüşme yaparak, neden oraya geldiklerini soruyor. Grup sorumluları 'oraya Kürtlerle savaşmak için gelmediklerini, alandaki devlet güçlerini vurmak için geldiklerini ve orayı bir cephe gerisi olarak kullanmak için geldiklerini' belirtiyorlar. Serêkaniyê temsilcileri devlet güçlerinin kentlerinde olmadığını, başka yerlerdeki devlet güçlerini vurmak için de oraya(Serekaniye'ye) gitmelerinin doğru olmadığını söylüyorlar. Aradan üç gün geçtikten sonra yani 11 Kasım’da, ağırlıklı olarak Arapların yaşadıkları Mahattê mahallesinden Kürtlere saldırmaya başladılar.

Bu grupların Halep ve çevresinden Serêkaniyê’ye çekilmelerinin birkaç amacı vardı. En önemli amaçları ise başından beri her türlü desteği aldıkları Türkiye’ye dayanarak savaşı Kürdistan’a yani Rojava’ya taşımaktı. Çünkü Suriye’de birçok uluslararası ve bölge gücünün elinin içine girdiği savaş ikinci yılını geride bırakmak üzereydi. Ama Rojava kentlerinde halk ele geçirdikleri kentlerinde kendi sistemlerini oluşturarak, kendilerini savaşsız bir ortamda yönetmeye başlamıştı.

Rojava’da Serêkaniyê’nin stratejik bir yeri var. Serêkaniyê çok kültürlü, çok halklı bir yer. İçinde Ermeni, Süryani, Asuri, Çeçen, Türkmen, Arap ve Kürtler gibi halklar ve azınlıklar yaşıyor. Bu halkların bir arada barış içinde ortak bir sistemde buluşması Türkiye ve uluslararası güçlerin bölgeye yönelik halkların düşmanlığı temelinde geliştirmek istedikleri projelerine darbelenmesi anlamına geliyor.

Serêkaniyê’ye getirilmelerinin diğer bir amacı da, Kürtlerle Araplar arasında bir çatışma yaratmak. Zira Arapların yoğunlukta yaşadıkları mahallelere yerleştirilen HSO güçleri, Kürtleri karalama propagandasıyla bu düşmanlığı geliştirmek istediler. Ancak Serêkaniyê’de yaşayan hiçbir halk bu oyuna gelmedi. Çünkü grupların Türkiye’ye dayandıklarını gözleriyle gördüler ve amaçlarını anladılar…

Suriye’deki Baas rejimine karşı özgürlük talebiyle başlayan olaylar iki yılı geride bıraktı. Ancak muhalif güçlerin başlangıç şiarlarından bir hayli uzaklaştığı herkes tarafından değerlendiriliyor.

Uluslararası ve bölgesel güçlerin hepsinin hedefinde bölgedeki enerji kaynakları vb diğer zenginlik olduğu artık tartışma götürmez bir olgu. Suriye’deki mücadele de bu çıkar politikaları üzerine oturtuldu. Suriye’nin enerji kaynaklarının başında enerji yani petrol geliyor. Suriye’deki petrolün ise çoğu Kürdistan’da. Suriye petrolünün yüzde 82’si Rumeylan’dan karşılanıyor. Başta ABD, Türkiye, Fransa gibi uluslararası güçler olmak üzere Güney Kürdistan bölgesel yönetimi de bu kaynaklar üzerinde hesaplar yaptı ve bu kaynakları ele geçirmek için çeşitli politikalar üretti.

AMAÇ PETROLÜN ELE GEÇİRİLMESİYDİ

Serêkaniyê’ye yönelik son saldırılar, YPG güçleri tarafından Gir Ziro’nun kuşatılmaya başlanmasından sonra yoğunlaşması, uluslararası güçlerin bu arka plandaki amaçlarını ortaya koydu.

Gir Ziro çok fazla adı bilinmeyen Girkê Legê kasabasına bağlı bir Rojava köyü. Ancak stratejik bir öneme sahip bir yerdir. Gir Ziro, Cizre alanındaki yaklaşık iki kaynaktan çıkan petrolun Suriye ve ihraç edilen yerlere pompalandığı yerdir. Gir Ziro tesisleri olmadan Rumeylan’da işlenen petrolün hiçbir anlamı kalmıyor. Gir Ziro’nun ele geçirilmesi petrollerin ele geçirilmesi anlamına geliyor. Gir Ziro’nun Rojava halkı ve Savunma birlikleri tarafından kuşatmaya alınıp devlet güçlerinin oradan çıkarılması girişimi, uluslararası güçlerin hepsini yeniden harekete geçirdi. Çünkü Gir Ziro’nun ele geçirilmesi petrollerin Kürtlerin eline geçmesi demekti. Kuşatmanın üçüncü gününde Baas Rejimi bölgede yaşayan Arap Şarabi aşiretinden bazı kişileri silahlandırarak kuşatmayı yapan YPG güçlerine saldırttı.  Aynı gün silahlı çete grupları daha Tıl Temir’deki çiftliğe girerek işgal ettiler. Ve iki gün sonra da on beş gün aralıksız süren Serêkaniyê savaşı başladı.

URFA TOPLANTISINDA SALDIRI PLANI HAZIRLANDI

Bu planların hayata geçirilmesi için yaklaşık bir ay önce Türkiye’nin ev sahipliği yaptığı Urfa toplantısında rol verilen güçler ve ülkelerce belirlenmişti. Planın uygulamasının koordinatörlüğünü Türkiye üstlendi. Saldırıyı gerçekleştirecek olan güçler ise açık olarak silahlı çete grupları olurken, perde arkasında ise Türkiye’nin kontra güçleri yer alacaktı. On beş günlük Serêkaniyê çatışmalarında YPG güçlerinin eline geçen belgeler ile yine öldürülen Türkiye kimlikli bazı Türkiyeli militanlar bu gerçeği ispatladı. Uygulayıcı gücün şefliğine ise bir dönem Suriye Baas Rejiminin azılı tetikçisi olan ve halen rejimle ilişkileri olduğu söylenen ancak aynı zamanda HSO’ya bağlı olduğunu açıklayan Newaf El Beşir’e verildi. Zaten o toplantıda Beşir yaptığı konuşmada petrol bölgesi olan Rumeylan ve dağıtım merkezi olan Gir Ziro’yu işaret ederek ''oraya kadar güçlerinin olduğunu, o bölgeden vazgeçmeyeceklerini'' söylüyordu.

Bu açıdan bakıldığında -ki doğru açı budur- Serêkaniyê savaşının Kürdistan’ı yani Rojava’yı yeniden işgal ve petrol bölgelerini, zenginlik kaynaklarını ele geçirme savaşı olduğu grülüyor.

Serêkaniyê’de büyük bir direnişle karşılaşan ve bu direniş karşısında büyük bir yenilgi alan silahlı çete grupları, Suriye’nin birçok ilinden güç aktardılar. Şam, Halep, Idlıp, Drazor, Hama, Humus, Raka gibi yerlerden çete gruplarının Serêkaniyê’ye güç aktarmaları, Suriye ile sözde savaşmaları bir anlamda durma noktasına geldi. Bu da aslında iki güç arasında Kürtler üzerine bazı konularda uzlaşma içinde olduklarını gösteriyor.

GÖZDEN ÇIKARILAN GRUPLAR

Yeni yıla girmeden önce BM özel temsilcisi Axhdar El Brahimi Suriye devlet yetkilileri ile bir dizi görüşme yaptı. Bu görüşmelerin ardından Rusya ve ilgili diğer bazı ülkelerle de görüşmeler gerçekleştirdi. Bu görüşmelerde bazı konularda anlaşmaya vardıklarını kamuoyuna açıkladı. Ancak asıl anlaştıkları konular kamuoyuna çok fazla yansımadı. Ki bu konuların başında ise ''kontrol dışına çıkan bazı silahlı gruplardan desteğin çekilmesi ve bir biçimde tasfiyelerinin gerçekleştirilmesi''dir. Serêkaniyê saldırılarının gerçekleşmesinin bir nedeni de buydu.

Serêkaniyê’de Kürtlerle bu gruplar çatıştırılarak her ikisinin de güçten düşürülüp, zayıflatılarak denetime alma politikaları izlendi. Böylelikle bu savaşın sonunda kazanan ne Kürtler olacaktı ne de bir zamanlar ABD ve batılı ülkelerin kullandığı ancak, şimdi başlarına bela olan bu silahlı çete grupları kazançlı çıkacaktı. Kazançlı çıkacak olan yine ABD ve batılı ülkeler olacaktı. Ancak yapılan hesaplar tutmadı. Çeteler zayıfladı. Kürtler ise direnerek daha fazla güçlendiler.

 Savaşta ağır darbeler alan silahlı çete grupları çeşitli siyasal aktörleri devreye sokarak savaşın durdurulmasını istediler. Aracı olarak devreye girenlerden biri de Suriye Muhalefeti Koalisyon’u başkanı Maaz El Hatip’ti. Maaz El Hatip böyle bir dönemde ortaya çıkarak, hakları için savaşan güç olarak Rojava Kürtlerinin kendi siyasi iradelerini muhatap alacağı yerde Güney Kürdistan Bölge başkanı ile !!! görüşerek savaşı durdurmasını istedi.

El Hatip’in bu yaklaşımı takkeyi düşürüp keli gösterdi. Çünkü bu görüşme ve bu görüşmede talep edilenle aslında Rojava’da halkın kendi iradesiyle gerçekleştirdiği devrime bir başkan atanmak isteniyordu. Oysa Rojava halkı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği halkların birlikte ve kardeşçe yaşayacakları adına da Demokratik Özerklik sistemi dediği toplumsal sisteme göre devrimini gerçekleştirmişti. Ve ardından adım adım sistemini örmeye, içini doldurmaya başlamıştı. El Hatip’in bu adımı çete gruplarının savaşla elde edemediğini siyasi yollarla yapılması anlamına geliyordu. El Hatip’in muhatap alması gereken yer Rojava Kürtlerinin siyasi iradesini temsil eden Yüksek Kürt Konseyi olmalıydı. Zira savaşın bir tarafı olan YPG yetkilileri yaptıkları tüm açıklamalarda ateşkes ya da savaşın durdurulması isteyenler Yüksek Kürt Konseyi ile görüşmesi gerektiğine özenle dikkat çekmişti.

SERÊKANİYÊ’DEN HALEP KATLİAMI’NA

Serêkaniyê’deki çatışmalar daha tam bitmeden Halep’te Baas rejiminin savaş uçakları, havan ve top mermileriyle Kürt mahallerine saldır düzenlemeye başladı. Bu saldırılar da aslında birbirileriyle çatışma halinde dahi olsalar söz konusu Kürtler ve kazanımları olunca düşman güçlerin bile ittifak yapabileceklerini bir kez daha kanıtlıyor. Zira şu an Kürtler her iki güçle çatışır hale gelmiş durumda. Aslında bu noktaya gelmelerinden çok uygulanmaya çalışılan uluslararası planla bu noktaya getirilmeye çalışıldıklarını söylemek daha doğru olur. Ancak bu katliam da uygulanmak istenen planın bir parçasıdır. Zira uluslararası güçler hakimiyetlerini kurmak için Suriye'de var olan üç gücün de zayıf düşmesi gerektiği kanısındadırlar.

O yüzden politikalarının gereği zaman zaman iki gücü, zaman zaman her üç gücü de birbiriyle -ki istemleri her üç gücün de sürekli çatışır halde olmasıdır- çatışmasıdır.

ANF

Binici: Bu Ülkede Milletvekilinin Can Güvenliği Yok!



BDP Urfa Milletvekili İbrahim Binici, Viranşehir ilçesinde dün yaşanan olaylarda polisin hedef göstererek gaz bombası ile kendilerine saldırdığıın belirterek, "Benim üzerimde 24 saat silah var. Can güvenliğimi sağlayamıyorum bu ülkede" dedi. 

Binici, partisinin Grup Başkanvekili Pervin Buldan ve Kars Milletvekili Mülkiye Birtane ile Meclis'te basın toplantısı düzenledi. Viranşehir'deki olaylarda polise silah çekmek isterken basında fotoğraflarının yayımlandığına ilişkin bir soruya, Binici, şu cevabı verdi:

"Güvenlik güçleriyle görüşmeye giderken üzerimize gaz bombaları atıldı. Benim orada refleksim oldu, doğrudur. Ama silah çekmedim. Çektiğim takdirde, hedef gözeterek atardım. Çünkü nefsi müdafaaya giriyor. Eğer orada bile bile gaz bombalarına karşı dikilip ölmeyi beklersem, o benim için çok büyük bir eksikliktir. Ne demek oluyor- Halkın seçilmiş iradelerine polis durup dururken gaz sıkacak. Silaha yeltenmedim. Ancak silaha yeltenseydim, çıkarır, hedefi de gözetler, gözünün ortasına da çakardım. Çektiğim an vururdum, hiç göz yaşına da bakmazdım. Benim üzerimde 24 saat silah var. Can güvenliğimi sağlayamıyorum bu ülkede."


BDP Grup Başkanvekili Pervin Buldan da Belediye Kültür Merkezi'nin bahçesinde halkla bir araya geldiklerini belirterek, bu arada polisin, hiçbir neden yokken, özellikle milletvekillerinin bulunduğu bölüme gaz bombası atığını söyledi. Bunun üzerine halkın dağıldığını ve kendilerinin de binaya girdiklerini anlatan Buldan, binanın içine de gaz bombaları atıldığını ifade etti. Bir süre sonra, BDP Genel Başkan Yardımcısı Gültan Kışanak ile birlikte "neden müdahalede bulunduklarını sormak için" güvenlik güçlerine yaklaşmaya çalıştıklarını belirten Buldan, Kışanak ve diğer milletvekillerinin hedef alınarak yine gaz bombası atıldığını belirtti. 

Etkinlik öncesinde İçişleri Bakanı Muammer Güler de dahil olmak üzere yetkililere, böyle bir etkinliğin yapılacağına dair bilgi verdiklerini, buna rağmen müdahale edildiğini ifade eden Buldan, kendilerine atılan bir gaz bombasını da göstererek, "Eş Başkanımız ya da herhangi bir milletvekili dün yaralanmış olsaydı, bugün bu ülkede hiç kimse rahat hareket edemeyecekti. Bu ülke bir kan gölüne çevrilecekti" dedi.

Buldan, olayla ilgili olan yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi. Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Buldan, İmralı ziyaretine ilişkin kendilerine resmi bir bilgi iletilmediğini, bu konuda Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile görüşmelerde bulunduklarını, heyetin içinde Eş Başkanlarının olmasını istediklerini belirtti.

Buldan, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın, İmralı görüşmeleri için, "Sürecin içinde hükümetimiz yok" şeklindeki ifadesinin hatırlatılması üzerine, "Görüşmeyi sağlayan, heyetlerin oluşmasına karar veren merci Adalet Bakanı ise demek ki hükümet bu işin içinde" dedi.

ANF

Kürtler, Ulusu da Devleti de İstemiyor ki...


SELAMİ İNCE 

Dikkat ettiyseniz, CHP Milletvekili Birgül Ayman Güler’in, sözüne Kürt siyasal hareketi temsilcileri ve genel olarak Kürtler çok ciddi bir tepki vermedi. Hayır, sadece Birgül Ayman Güler’i ciddiye almadıkları için değil,  artık milleti ve devleti ciddiye almadıkları için bu tartışmaya daha mesafeli duruyorlar.  Buna rağmen Kürt “milliyetçiliği” Türk “ulusçuluğu” tartışmasının tam da Kürt siyasal hareketinin çoktandır terk ettiği “ulus, millet, milliyetçilik, ulus devlet” gibi bir yerden patlaması olukça manidar. 
Kürt hareketi 2000li yıllardan bu yana  “millet” veya “ulus” siyasetini tamamen terk edip bunun yerine  “kimlik siyaseti ya da radikal demokrasi kavramlarıyla da açıklanabilecek, bu bölgeye oldukça yeni bir siyasi yaklaşım geliştirdi. Kürt sorunu üzerinde etraflıca duranlar bile meseleye  “devlet söylemi ve güvenlik politikası” açısından yaklaştığı için Kürt siyasal hareketinin ne dediğine pek bakılmıyor. Millet, milliyetçilik, Kürt sorunu üzerinde konuşanların önemli bir kısmı, PKK’nin son döneminde bir özne olarak Kürtlüğün rolünün en aza indirildiğinden bihaber. Çünkü, PKK üzerine çalışmalar, resmi ideoloji öyle emrettiği için hala “PKK’den bir anlam çıkarmak yerine onu bir anomali olarak görme'' eğiliminde. Kürtlerin ve Türkiye’nin kaderini belirleyen PKK hakkında çok az bilgi sahibi olunarak, hem PKK ve Kürtler üzerine konuşmak dahası Kürt sorununu çözmeye kalkmak da sonuçta devlet söylemi ve güvenlik politikaları kısır döngüsü içinde boğulmayı getiriyor. Türkiye’deki son tartışma da PKK’yi ve Kürt siyasal hareketini asla ilgilendirmeyen, Kürtlerin çoktandır terk ettiği “milli devlet” gibi bir kavram üzerinden yürüyor.
Abdullah Öcalan, İmralı’da milliyetçiliği ve devleti reddeden Kürt hareketinin teorisini yeniden kurdu ve Öcalan’ın yeni Kürt siyasetini belirleyen bu metinleri,  savunma metinleri, ‘hapishane notları’  olarak yayınlandı. Yine PKK kongre raporları, resmi kararlar ve Mustafa Karasu gibi kadroların yazıları (Radikal Demokrasi kitabını bu yazının sonunda verilan linkten okuyabilir veya e-kitap olarak indirebilirsiniz)  “yeni PKK”yi ve PKK’nin milliyetçiliği ya da devleti reddedişini etraflıca anlatıyor. Hayır, bütün bunları okumanıza gerek yok. Geçtiğimiz yılın son günlerinde İstanbul’da Vate yayınlarından çıkan  “PKK Üzerine Yazılar “ adlı bir kitap bunların hepsini elden geçirmiş ve bilimsel bir analizi yapmış durumda. 
Kitap PKK’nin nereden gelip nereye gittiğini, devletçi veya propagandif olmayan bir biçimde analize tabii tutuğu gibi son milliyetçilik tartışmasında Kürt hareketi konusunda önünü görmek isteyen herkese kılavuzluk edebilecek nitelikte bilimsel veriler de sunuyor. Kitabın son bölümündeki makaleler, özellikle de “Siyasal Olanın Yeniden Düzenlenmesi: PKK ve Radikal Demokrasi Projesi” adlı makale sanki günümüzdeki “Ulusçululuk – Milliyetçilik – Kürtler” tartışması düşünülerek yazılmış.
DEVRİMCİ DÜŞÜNCE KİMLİKTEN KAÇMAZ

Makalede Öcalan’ın etkilendiği yeni teorilerden söz ediliyor ve örneğin Hardt ve Negri’nin teorisinin “yeni PKK” teorisi üzerindeki etkisine değiniliyor. PKK’nin etkilendiği Hardt ve Negri’nin “kimlik siyaseti” İmparatorluk’tan yapılan şu uzun alıntıyla daha iyi anlaşılır:   
“Devrimci siyaset kimlikten başlamak zorundadır, ama orada sona eremez. Mesele, kimlik politikası ile devrimci politika arasında bir ayrım yapmak değil, tersine, kimlik siyaseti içinde birbirine koşut olarak yer alan ve belki de paradoksal olarak kimliğin ortadan kaldırılmasını amaçlayan devrimci düşünce ve pratik akışlarını izlemektir. Başka bir deyişle devrimci düşünce kimlik siyasetinden kaçmamalı, onun içinden çalışmalı, ondan öğrenmelidir.”
Makale Hardt ve Negri’nin kimlik siyaseti yoluyla gerçekleşecek bu işleyişte üç önemli görevi şöyle tanımlamakta: “Bunlardan birincisi, kimliğin yeniden edinilmesi anlamına gelmek üzere kimliğin kendisinin nelere tabi olduğunun görünür kılınmasıdır. İkincisi, tabi kılınan kimliği özgürlük arayışında bir silah olarak kullanarak egemenlik yapılarına karşı başkaldırıdır. Üçüncüsü ise kendi kendini ortadan kaldırma uğraşıdır.  Hardt ve Negri bu üç görevi birbirinden ayrılmaz saymakta ve “devrimci anı belirsiz bir geleceğe ertelemeden üçü için aynı anda mücadele edilmesi’ gerektiğini savunmaktadır”.
Dolayısıyla, Kürtlerin anadil talebi ve en son savunmada anadil kullanımının kazanılması, milliyetçilik içinde değil, kimlik içinde değerlendirilebilecek gelişmeler. Öcalan’ın yeni PKK tezlerinde de milliyetçilik ve ulus, “takiyye” yapılmadan reddedilmektedir.
Büyük oranda Hardt ve Negri’nin yaklaşımını olumlu değerlendiren Öcalan –daha önceleri mücadelenin ana amacı olan– bağımsız devlet taleplerine karşı çıkmış yeni ve ‘gerçekten’ demokratik bir cumhuriyet önermiştir. Demokratik cumhuriyet kavramı Türkiye Cumhuriyeti’nde bir reform öngörmektedir. Bununla demokrasi milliyetçilikten ayrışacak, böylece “demokrasinin erken modern dönemlerdeki kavranışına” ve bunun radikal dönüştürücülüğüne geri dönülecektir.
AİHM Büyük Dairesine sunulan savunma metinlerinde Öcalan kuramsal düşüncelerini radikal demokrasi kavramsallaştırmasına dönüştürmüştür. Bu radikal demokrasi fikri, demokratik cumhuriyet, demokratik özerklik ve demokratik konfederalizm olmak üzere birbiriyle bağlantılı üç proje bağlamında geliştirilmiştir. “Bu üç siyasal proje bir ‘stratejik belirleyen’ olarak işlev görmektedir; başka bir deyişle bunlar, Kürtlerin siyasal taleplerinin (yeniden) tanımlandığı ve (yeniden) düzenlendiği fikirler ve araçlardır. Bunların hiç birisi bir ulus devlet ya da devlet inşasına ait değildir. “
DEVLETİN ÖTESİNDE SİYASET: SOL DAMAR

Yazarlar, kitabın bu bölümüyle ilgili önsözde şunları söylüyor: “2000'lerde PKK’nin geçirdiği değişimi değişik açılardan tartışıyoruz. Birinci makalemiz PKK’nin 2000'lerde yaşadığı değişimin anlaşılması için genel bir çerçeve sunumunu hedefliyor. Bu amaçla, PKK’nin bu süreçte yaşadığı değişimi ideolojik, örgütsel ve siyasi-askeri mücadele boyutları ile ele alıyoruz. İkinci ve üçüncü makalelerimizde ise asıl olarak PKK’nin bu süreçte geliştirdiği ve ‘radikal demokrasi’ kavramı içinde ifade ettiği siyasal projesini tartışıyoruz. İç içe geçen demokratik cumhuriyet, demokratik konfederalizm ve demokratik özerklik olarak adlandırılan projeleri farklı perspektiflerden irdeliyoruz. … Sonuçta, PKK’nin ortaya koyduğu ve hayata geçirmeye çalıştığı bu projelerin ‘devletin ötesinde siyaset, partinin ötesinde siyasal örgütlenme ve sınıfın ötesinde siyasal öznellik’ öngörme anlamında bir ‘radikal demokrasi’ projesi olduğunu ileri sürüyoruz. Bu bağlamda da PKK’nin oluşumunda belirleyici olan ‘sol’ damarın yeniden üretildiği, bunun da tarihsel evrimi açısından çeşitli kopmalar/kopuşlar içerse de bir sürekliliğe/devamlılığa işaret ettiğini belirtiyoruz…”
Joost Jongerden ve Ahmet Hamdi Akkaya’nın daha önce Avrupa’nın bilimsel dergilerinde yayınlanmış ya da bilimsel toplantılarında sunulmuş makalelerinden oluşan “PKK Üzerine Yazılar “ı Türkçeye Metin Çulhaoğlu çevirmiş. Hollanda Wageningen Üniversitesi Kalkınma Sosyolojisi ve Antropolojisi bölümünde Yardımcı Profesör olarak çalışan Joost Jongerden Avrupa’da Kürt sorunu konularında önemli bir uzman olarak tanınıyor. Ahmet Hamdi Akkaya ise, hem gazeteci hem de akademisyen olarak Kürt sorununu ve bölgeyi çok iyi bilen bir isim. Gent (Belçika) Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden ‘Irak Kürdistan’ındaki Ulus-İnşa Sürecinin Kürt Diasporasına Etkisi’ başlıklı tezi ile Yüksek Lisans derecesini alan Akkaya, aynı üniversitede Siyaset Bilimi doktorasını sürdürüyor. 

BirGün

NOT: Mustafa Karasu'nun Radikal Demokrasi kitabını aşağıdaki linkten okuyabilir veya e-kitap olarak indirebilirsiniz;

http://tr.scribd.com/doc/34893883/Radikal-Demokrasi-Mustafa-Karasu