2 Ocak 2013 Çarşamba

Bahoz Erdal:‘Gerilla 2012’de Taktik ve Stratejik Üstünlüğü Elinde Tuttu’

HPG Komuta Konsey Üyesi Dr. Bahoz Erdal, 2012 yılında geliştirdikleri ‘Devrimci operasyonlarla’ AKP hükümetinin kendini inandırdığı ‘Tamil’ imha planını tümden boşa çıkardıklarını belirterek, “Gerilla gücümüz 2012 yılında taktik ve stratejik üstünlüğü elinde tutmuştur” dedi.

Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de 2012 yılı HPG gerillaları ile Türk ordusu arasında son yılların en büyük çatışmalarına sahne oldu. Türk devleti ile AKP hükümetinin ‘bitireceğiz’ dediği gerilla güçleri başta Hakkari bölgesi olmak üzere bir çok alanda ‘vur-kal’ taktiği ile geliştirdikleri ‘alan hakimiyeti’ büyük yankı uyandırdı. HPG Komuta Konsey Üyesi Dr.Bahoz Erdal, siyasi ve askeri açıdan birçok dengenin altüst olduğu 2012 yılındaki savaşla ilgili ANF’nin sorularını yanıtladı.

HPG olarak 2012 yılına nasıl bir havada girdiniz?

Ortadoğu’da süren çatışmalı durum ve mevcut sistemin yıkılış sürecinin 2012’de de derinleşerek devam edeceği, Türkiye ve Kürdistan’da da aynı paralelde çatışmaların tırmanacağı öngörülüyordu. Çünkü Türk sömürgeci devleti ve AKP hükümeti bölgede yaşanan çatışma ve karışıklıkları Kürt halkını ve öncülüğünü yapan hareketimizi tasfiye etmek için kendince avantajlı bir süreç olarak öngördü ve kendisi için bunu bir fırsata dönüştürmek istedi.

Orduyu, yargıyı, medyayı ve sermayeyi ele geçiren ve 12 Haziran 2011 seçimlerinde de yüzde elli oy alan AKP’nin, Türkiye’de Erdoğan hegemonyasını tam olarak sağlaması için önündeki tek engel Kürt halkı ve yürüttüğü mücadele kalmıştı. Onun için kendilerince sıra artık önlerindeki bu engeli de kaldırmaya ve yok etmeye gelmişti. Böyle bir kararı alan ve buna uygun bir planlama yapan AKP hükümeti, 2011 sonbahar-kış sürecini bu planın pratikleşmesi ve sonuç alması için en uygun dönem olarak görüyordu. Bu hedefini gerçekleştirmek için de Sri Lanka hükümetinin Tamillere uyguladığı planın bir benzeriyle sonuca gidebileceğini hesapladı. Son seçimlerden 2012 baharına kadar Türk medyasında çok yoğun bir biçimde Tamil örneği boşuna tartışılmadı.

Tamiller hangi plana dayalı olarak, nasıl tasfiye edilmişti?

Birincisi gerilla güçlerini imha amaçlı operasyonlar, ikincisi halka yönelik katliamlar, üçüncüsü ise uluslararası kamuoyunun buna seyirci kalmasını sağlayan bir diplomatik faaliyet. Kış boyu Kürdistan’da AKP hükümetinin uygulamaya çalıştığı da buydu. Bir gün bile durmaksızın gerilla güçlerimize yönelik her türlü uluslararası savaş kurallarını ihlal ederek gerilla güçlerimizi imha etmeyi hedefleyen operasyonlar Botan’dan Dersim’e, Serhat’tan Amanoslara kadar yapıldı. Diğer taraftan terör estiren polis şebekeleriyle, savcıları, mahkemeleriyle ve zindanlara atılarak baskı altında sindirilmeye çalışılan halkımız Roboski katliamıyla iradesi kırılmaya ve teslim alınmaya çalışıldı.

Böylelikle Newroz’a kadar kuzeydeki gerilla güçlerimizi önemli oranda imha etmiş, güneydeki güçlerimizi önemli oranda darbelemiş, güçten düşürmüş; halkımızın örgütlülüğünü dağıtmış ve teslim almış bir noktaya getirip Newroz’da hiç kimseyi meydanlara çıkartmayarak zaferini ilan etmeyi düşünüyordu. Bütün bu saldırıların merkezinde ise Önderliğimize yönelik ağırlaştırılmış tecrit ve psikolojik işkence tüm ağırlığıyla sürdürüldü.

Yine bütün Türk medyası Kürt halkına yönelik yürütülen imha savaşının önemli bir silahı olarak yoğun dezenformasyon ve psikolojik savaş yürütmeye çalıştı. Kürdistan, Kürt halkı ve biz, hareket olarak böyle eşi görülmemiş, vahşi bir saldırıyla karşı karşıya kalarak 2012’ye girdik.

Roboski’den söz ettiniz, katliamın birinci yıldönümünde halen faillerinin kim olduğu, saldırı emrinin kimden geldiği gibi sorular soruluyor, diğer taraftan yargı sürecinin beklenmesi gerektiği yönlü beyanlar var. Siz Roboski katliamını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hemen şunu belirteyim; “bu katliamın failleri belli olsun” çağrıları farkında olmadan, iyi niyetle söyleniyor olsa da Roboski katliamının faillerini gizlemeye hizmet etmektedir. Çünkü bu katliamın failleri açık ve nettir, bellidir. Failler, Tayyip Erdoğan, genelkurmay başkanı ve hava kuvvetleri komutanıdır. Bunların emri veya onayları dışında hiç kimse sınır ötesine savaş uçağı gönderme emrini veremez. Zaten bu üç isim de bunu yalanlayacak herhangi bir açıklama yapmamıştır. Doğru olan, faillerin belli olmasını istemek değil, belli olan bu faillerin hesap vermesini ve yargılanmasını sağlamaktır.

Yine bu katliama ilişkin dillendirilen kimi düşünceler var. Birisi özür dileme hususudur. Şimdi Erdoğan bir sözcükle “özür diliyoruz” dese, sorun çözülmüş mü olacak? Vicdanlar rahatlamış ve sorun çözülmüş mü olacak? Dillendirilen diğer bir husus da bu katliam “kaza mıdır yoksa bilinçli mi yapılmıştır” sorusudur. Bu katliamı kaza olarak değerlendirmek veya böyle bir tartışmaya girmek, gerçekten de şehit düşen 34 Kürt gencine hakarettir. Çünkü bu katliamın planlı bir biçimde yapıldığı hiçbir kuşkuya yer vermeyecek kadar nettir.

Biraz daha açalım; AKP ve yardakçıları kış boyu boşuna mı Tamil örneğini yazdılar, söylediler? Tesadüf müydü bu kadar Tamilleri gündemleştirmeleri? Roboski katliamının nasıl gündeme geldiğini öğrenmek isteyenler Tamillere neler yapıldığına baktıklarında anlayacaklardır. Bu katliam o kadar kasıtlı ve planlıydı ki diğer hava saldırılarından farklı olarak keşif uçağının saldırı esnasında oradan hiç ayrılmayarak ilk bombalamadan kurtulan, sağa sola kaçan gençleri termalle takip ederek suikastla hedef almışlardır. İki saat boyunca keşif uçağı, savaş uçaklarına hedef göstererek koordinat vererek tek tek o gençleri suikastla vurmuştur.

Hükümet yetkilileri de bu katliamı bilinçli bir şekilde yaptıklarını inkar etmiyorlar. İçişleri bakanı denen zat, “özür dilenecek bir olay değil” dememiş midir? Erdoğan “bunlar niye mayına basmıyor, bunların sivil olduğu şüphelidir” demedi mi? Genelkurmayı katliamdan hemen sonra tebrik etmedi mi? En son hava kuvvetleri komutanı ödüllendirilmedi mi? Bunların hepsi katliamın kasıtlı bir biçimde yapıldığının anlaşılması için yeterli değil midir? Gerçek bu kadar açık iken hala yürütülen savcı soruşturmalarından veya bu hükümetten, Türk yargısından adil ve doğru bir tutum beklemek bu soykırım politikasına farkında olmadan alet olmak anlamına gelir.

Hem kış mevsiminde hem de bahar aylarında Türk ordusunun yoğun imha operasyonlarıyla AKP hükümeti Mart ayına kadar gerillanın bitirileceğini iddia etmişti. Fakat gelinen aşamada hükümet ve ordunun başarısız olduğu birçok çevre tarafından dillendiriliyor. Sizce AKP hükümeti gerillayı küçümsedi mi yoksa hesapları mı tutmadı?

Aslında AKP hükümeti böyle bir imha planının sonuç alabileceğine kendini inandırmıştı. Kış boyu bu katliamı açık bir biçimde sahiplenerek ve övünerek yoğun propaganda konusu yapıyordu. Hatta birçok çevreyi de buna inandırmıştı. Öyle ki daha kış aylarında PKK’nin bitirileceğine kesin gözle bakılmış PKK’den sonraki sürecin nasıl gelişeceği, sıradaki adımların neler olacağı konuları tartışılmaya başlanmıştı.

Ancak AKP hem bölgedeki gelişmeleri yanlış okuduğu hem de gerilla güçlerimizin gücünü küçümseyerek ciddi hesap hatası yaptığı ortaya çıkmıştır. Önderliğimizin ve hareketimizin siyasi çözüm çabalarıyla geçen –ki bu yılların çoğu ateşkes veya kontrollü savaşla geçmiştir- dokuz yılını AKP yanlış değerlendirmiştir. Gerillanın savaş kapasitesinin ancak bu kadar olduğu, bundan ötesini yapamayacağı yanılgısına düşerek elde ettiği gelişkin savaş teknolojisi ve on binlerce özel harekat ve paralı asker ordusuyla sonuç alacağını hesaplamıştır. Ancak daha o zor kış koşullarına ve Türk ordusunun vahşi saldırılarına karşın kış aylarında Garzan’da Arjin arkadaşın komutasında Erzurum’da Mahir arkadaşın, Cudi’de Rubar ve Sadık arkadaşların komutasında sergilenen eşsiz fedai ruh ve direniş Kürdistan gerillasının kolay bir lokma olmadığını ve gerillanın 2012’nin bahar aylarında başlatacağı hamlenin nasıl bir cevap vereceğinin de habercisiydi.

2012 yılına damgasını vuran temel gelişmelerinden birisi de gerillanın ‘devrimci operasyonları’ oldu. İlk defa vur-kal taktiği uygulandığı görüldü. Bu taktik eylemlerle sonuç aldığınıza inanıyor musunuz?


Şüphesiz Tayyip Erdoğan’ın komutasındaki Tamil planına karşı seyirci veya sessiz kalamazdık. Bu konsepti boşa çıkartmak, tersine çevirmek, misliyle karşılık vermek bizim açımızdan en temel insani ve yurtseverlik görevi, tarihsel bir sorumluluk ve boyun borcuydu. Yıl boyu gerilla güçlerimizin büyük cesaret ve kahramanlık örneği göstererek çizdiği strateji ve taktikler, gerçekleştirdiği devrimci harekat ve eylemler bunun ispatı olmuştur. Tabii ki yıl boyu süren çatışma ve eylemlerin ortaya çıkardığı askeri ve siyasi sonuçlar vardır ve bunları değerlendirmek mümkündür.

Sizce 2012’de ortaya çıkan askeri sonuçlar nedir?

Başta Erdoğan komutasındaki özel ordunun, özel harekat ve modern tekniğe dayalı Tamil planını boşa çıkartmış, kış boyu Tamil örneğini yazıp çizenleri artık bu örnekten söz edemez hale getirmiştir. Diğer bir sonuç ise Erdoğan ve AKP’nin çok umut bağladığı özel harekat ve paralı askerlerin gerilla güçlerimiz karşısında etkisiz kaldığı, bırakalım araziye çıkarak saldırmayı, üslerinden çıkamaz noktaya getirildiğidir. Üçüncü bir sonuç ise savaş inisiyatifi ve arazi/coğrafya denetiminin ağırlıklı olarak gerillanın eline geçtiğidir.

Bize pratik, somut örnekler verebilir misiniz?

Örneğin, yıl boyu 184 uçak ve 140 kobra saldırısı düzenlenmiştir. Her hava saldırısına en az 4, bazen yirmiden fazla uçağın katıldığı hesaplanırsa toplamda ortalama 1104 uçak harekete geçmiş demektir. Bu, önceki yıllarla ve dünyadaki diğer örneklerle kıyaslanırsa savaşta normal olmayan bir duruma tekabül ettiği görülecektir. Mali külfeti bu denli yüksek bir taktiğe başvurmasının nedeni ordunun güçlü olması değil, kırsaldaki savaş hakimiyetini kaybetmesi ve karadan ilerleyememesidir. Hatta şunu da söylemek gerekir; sadece kırsalda da değil, en son, askerin geliş gidişlerinin bile hava yoluyla yapma kararını almak zorunda kalmışlardır. Artık sadece kırsalda ve dağda değil, karayollarında da askerlerin büyük oranda geçiş yapamadığı gerçeği ortaya çıkmıştır. Ancak havadan saldırabileceği, havadan gelip gidebileceği bir durumda bırakılmış veya başka bir deyişle ayakları yerden kesilmiştir.

Gerilla direnişi karşısında başarısız kalan ordu, bu süreçte gerekçe olarak karakolların eskiliğini, yerlerinin uygunsuzluğunu göstermiş ve çokça övündükleri Kalekolları geliştirmeye başlamışlardır. Geliştirmeye çalıştıkları kalekollar bir askeri üstünlük göstergesi olmadığı gibi askerler açısından F tipi cezaevinden beter bir tasarımdır. Askerler, güneş yüzü göremiyor, dışarıya çıkamıyor, penceresi bile olmayan binalarda ve yer altında yaşamak zorunda kalıyorlar. Verdiğimiz bu iki örnekle de rahatlıkla görüleceği üzere Türk sömürgecilik sistemi ve ordusu Kürdistan’da artık kol gezemeyeceği ve bir günü bile rahat yaşayamayacağı bir noktaya getirilmiştir.

Tabii askeri olarak en önemli sonuç ise Kürdistan gerillasının başarısıdır. Direnişçi fedai ruhla, eylem ve çatışmalarda elde ettiği başarılarla sarsılmaz, yenilmez bir güç olduğunu gösterdiği gibi büyük cesaret, manevra kabiliyeti, keskin vuruş tarzıyla her türlü saldırıyı başarısız kılabilecek ve her türlü zalimden hesap sorabilecek bir güç olduğunu ispatlamıştır. Bu anlamda gerilla güçlerimiz faşist AKP hükümetine ve Erdoğan komutasındaki özel ordusuna unutamayacakları bir ders vermiştir.

Peki, bu gerilla direnişinin siyasi sonuçları hakkında neler söylenebilir?

Halkımıza yönelik imha ve teslim alma planı başarısız kılındığı gibi halkımızın Newroz ve 14 Temmuz’da gösterdiği görkemli direniş ve gerillalarımızın geliştirdiği yaz hamleleriyle birlikte sömürgeci hükümet artık ne yapacağını bilmez, hiç hazırlıklı olmadığı ağlamaklı bir pozisyona sokmuştur. Bunun yanı sıra artık Türk sömürgeci sistem ve kurumlarının Kürdistan’da kolay kolay hüküm süremediği ve birçok alanda işlevsiz kaldığı ortaya çıkmış, Kürt halkının da özgür Önderlik ve Özgür Kürdistan dışında farklı bir seçeneği kabul etmediği ortaya konulmuştur.

2012’de dikkat çeken eylemlerden biri de AKP’li yöneticilerin tutuklanması oldu. AKP’lilere yönelik tutumunuzda yeni yıl açısından bir değişim olacak mı?

Aslında AKP’nin imha konsepti tutmadığı gibi başarı şansı da yoktur. Hem askeri hem de siyasi cephede bu böyledir. Her gün halkımıza tehditler savurarak kendilerini güçlü bir pozisyonda göstermeye çalışsalar da bu hedefi gerçekleştireceklerine dair güvenleri yoktur. Ellerinde kullanabileceği tek malzeme Kürt işbirlikçiliği ve ihanetidir. Her gün Erdoğan, Kürdistan’da “şu kadar vekilim, şu kadar teşkilatım var” demesi bundandır.

Bir Kürt atasözünde söylendiği gibi “kurmê darê ne ji darê be, fena darê nîne.” Kürt işbirlikçiliği ve ihanetine dayanarak acaba Kürtleri bölerek bir sonuç elde edebilir miyiz peşindedir. Kürdistan’da AKP yöneticiliği yapan Kürtler, bu soykırım politikasının temel araçları konumundadırlar. AKP, Kürdistan’da binlerce sivil Kürt’ü zindanlara atan, durmadan Kürdistan gerillasını imha etmeye çalışan Ceylan Önkol’u, Yahya Menekşe’yi, Diren Basan’ı, Enver Turan’ı ve onlar gibi onlarca Kürt çocuğunu öldürme emrini veren, Roboski katliamını gerçekleştiren hükümettir. Kürdistan’daki AKP’li yöneticiler de AKP’nin bu politikalarının sahipliğini yaparak katliamlara ortak olmaktadırlar. Roboski katliamından sonra kendine yurtsever Kürt veya samimi Müslümanım diyenler AKP içinde kalmamalı, istifa etmeliydi. Fakat Kürdistan’da bazı AKP yöneticileri tipik ihanet profilini sergileyerek bir aferin, veya siyasi/maddi rant karşılığında Kürdistan’a ve Kürt halkına açıkça düşmanlık yapmaktadırlar. Hatta bu kesimler yüzlerce yurtsever Kürt’ün isim listelerini emniyete vererek tutuklanmalarını sağlamıştır.

Bazıları da daha sinsice aynı durumu yaşamaktadırlar. Örneğin, Amed milletvekili Galip Ensarioğlu diye bir var. Erdoğan ne kadar Ankara’da konuşuyorsa, o da o kadar Amed’te konuşuyor. Psikolojik savaşın bir sözcüsü gibi davranıyor. Erdoğan, içişleri bakanı ve diğer hükümet yetkilileri Kürtlere ve Kürdistan değerlerine hakaret edip saldırırken, “aslında öyle demek istemedi, kasıt o değildi, yanlış anlaşıldı” diyerek Kürtlerde ve Kürdistan’da gelişecek tepkileri deşarj etmeye ve AKP’nin soykırım politikasını meşrulaştırmaya çalışıyor. Kürdistan’da soykırımı AKP’den daha fazla savunuyor. Bununla da yetinmeyerek “Kürt’üm” ve “yurtseverim” de diyor. Açık belirtmek gerekir ki Kürdistan’da hem yurtsever hem de AKP’li olunamaz. Çünkü AKP her gün Kürtleri öldürüyor, işkence ediyor ve eşi görülmemiş bir zulüm yapıyor. Filistin’de nasıl bir Filistinli Kadima veya Likud partisine üye olduğu zaman vatana ve halka ihanet sayılıyorsa Kürdistan’da da AKP’ye üye olmak aynı anlama gelmektedir.

Bu kesimlere yönelik bir çağrınız var mı?

AKP Kürt sorununu çözecek umuduyla bugüne kadar AKP içinde kalanlara şunu belirtmek istiyoruz; AKP, Kürtleri bir millet olarak, ulus olarak kabul ediyor mu? Bu milletin vatanının Kürdistan olduğunu kabul ediyor mu? Ve eğer Kürtler bir millet ise bu milletin haklarını kabul ediyor mu? Daha dün yine Erdoğan, tek millet, tek vatan demedi mi? Gerçekten eğer yurtseverlikten, Müslümanlıktan AKP’ye katılanlar var ise bu kadar net bir biçimde ortaya çıkan gerçekler karşısında istifa etmeliler. Yoksa ellerini Roboski’de katledilen masum Kürt çocuklarının kanlarından temizleyemezler.

Türk medyası yalan-yanlış haberler ile Kürdistan’da yoğunlaşan savaşı hem gizlemeye hem de kamuoyunda ters bir algı yaratmaya çalıştı. Türkiye kamuoyu savaştan bihaber tutulmak istendi. Türk devleti ve AKP hükümeti neden savaşı gizlemeye çalışıyor?

Şunu bilelim, eğer savaşta bir taraf gerçekleri gizliyorsa bu, o tarafın başarısız ve kaybeden taraf olduğunun kanıtıdır. Savaşta kendine güvenen, güçlü ve başarılı olan taraf gerçekleri gizlemeye ihtiyaç duymaz. Kürtler ve Kürdistan söz konusu olduğunda Türk medyası her zaman devletin elinde Kürtleri kandırmaya, morallerini bozmaya ve iradelerini kırmaya dönük kullanılan en etkili silah olmuştur. Türk medyasından doğruyu söylemesini beklemek Kürdistan’daki sömürgeci sistemi ve devleti anlamamak anlamına gelmektedir. Kürdistan’da biraz tarih bilinci olan ve gerçekleri gören birinin yalan ve kandırmayı iş edinmiş Türk medyasından doğruyu söylemesini de bekleyemez.

Devletin diğer kurumlarının konumu da benzerdir. Bir Türk savcısından, mahkemesinden adaleti veya adil bir karar beklemek, aptallıktır. Bir Türk polisinden insani davranış beklemek körlüktür. Bir Türk kaymakamından, valisinden iyi niyet beklemek cahilliktir. Çünkü Türk devleti her zaman Kürdistan’a sömürgeciliği en iyi biçimde savunacak ve Kürtleri en başarılı biçimde bastıracak valileri, kaymakamları, polisleri, savcıları, hakimleri göndermiştir.

‘Devrimci operasyonlar’ hem gerilla hem de Kürt halkı üzerinde nasıl bir etki yarattı? Kürt gençlerinden gerilla saflarına yoğun bir katılım olduğu doğru mu?

Gerilla güçlerimiz sergilediği 2012 yılı direnişiyle bir kez daha Kürdistan halkının yegane savunma gücü olduğunu, her zaman olduğu gibi Önder Apo’ya, şehitlere ve halka bağlılıkta halkımızın güvenine layık çıktığını gösterdi. Şüphesiz bu büyük kahramanlık, direniş, fedakarlık başarılı bir pratik yaratmış, bu da halkımıza güç ve moral kaynağı olmuş, halkımızın ulusal birliğini güçlendirmiştir. Gerilla güçlerimiz de kendi gücünün farkına vararak öz güvenini arttırmış, Önder Apo ve şehitler çizgisinde yüründüğü müddetçe başarının mümkün olduğunu yaşayarak, derinliğine kavramıştır.

Şüphesiz bu görkemli direniş sürecinden en fazla Kürdistan gençliği etkilenmiştir. Kürdistan gençliği bu direnişi sahiplenmiş, üzerine düşeni yaparak, sorumluluğunun gereği olan gerillaya katılımı rekor düzeyde sağlamıştır.

Ortadoğu yeniden dizayn edilmek isteniyor. Tabii bu dizayn kanlı ve silahlı bir şekilde yapıldığı görülüyor. Bu karmaşa içinde Kürt halkı da kendi statüsünü elde etmek için kendini örgütlü kılmaya çalışıyor. Ama birçok çevre hareketinize yönelik olarak sürekli silah bırakma çağrısında bulunuyor. Yine Türk başbakanı da birçok sefer konuşmasında ‘silahı bıraksınlar ondan sonra operasyonlar durur’ diyor. Siz Kürt halkının silahsız bir şekilde statü kazanabileceğine inanıyor musunuz?

Türk devleti ve AKP hükümeti silahlanmaya her yıl milyarlarca dolar harcarken, yeni silahlar üretmeye, satın almaya çalışırken, on binlerce özel harekatçı, özel ordu oluşturarak Kürdistan’a sürerken bize silah bırakma çağrılarının yapılması Türk sömürgeciliğinin bildik yaklaşımından başka bir anlam ifade etmiyor. Ortadoğu’nun genelinde yoğun bir çatışma sürecinin yaşandığı ve herkesin her türlü savunma aracı ve silahlanmaya giriştiği bu dönemde; halkımıza yönelik en tehlikeli planlar geliştirilirken, halkımız bu savaşta ayaklar altında ezilme tehlikesiyle yüz yüzeyken, halkımızın tek savunma aracı olan gerillasının silahsızlandırılmasını istemek bir yana tartışmaya koymak ya da sormak bile bilerek ya da bilmeyerek sömürgeci politikalara hizmet etmektedir.

Hükümet ve Türk medyasının bu konuyu bu süreçte gündeme koyması halkımızın kafasını karıştırmak ve gerillaya katılımları durdurmak amaçlıdır. Görüşmeler olsa da olmasa da bu süreçte gerillayı büyütmek, gerilla katılımını teşvik etmek, Kürdistan için büyük bir savunma gücü oluşturmak, Kürtler ve Kürdistan için en acil görev olarak bütün tehlikeleri bertaraf etme ve Kürdistan’ın özgürleşmesinin tek garantisidir. Özgür ve özerk Kürdistan’ın başkenti olan Amed’te Önderliğimiz halkla buluştuğu zaman bu soruyu gelin ve bizden sorun.

Son aylarda Türkiye metropollerinde ve şehirlerinde Kürt halkına, Alevilere ve yurtsever, devrimci öğrenci kesimlere yönelik ırkçı, faşist saldırılar geliştirilmekte. Bu saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürt atasözünde söylendiği gibi “Mala xalkê, ji mirov germ nake”. Bunun anlamı şudur; İstanbul gibi metropollerde Kürtler için özgür yaşam şansı yoktur. İstanbul, Kürtleri en fazla asimile eden, Türkleştiren, Kürdistan ve Kürdistani değerlerden kopartan ve Kürtleri yutan bir kenttir. Bu anlamıyla Kürtlere dönük en büyük beyaz katliamın yapıldığı yerdir İstanbul. İstanbul ve diğer metropollerde yaşanan beyaz katliam ve asimilasyon Roboski katliamından bin kat daha derin ve tehlikelidir. Artık metropollerdeki Kürtlerin de Kürdistan’a dönmelerinin zamanı gelmiştir.

Metropollerde yaşayan Kürtlere de, yine üniversiteli Kürt gençliğine yönelik saldırıların arttığı doğrudur. Özellikle üniversite ve mahallelerdeki Kürt gençleri için belirtiyorum. Artık Kürtler dövülen, kafası kırılan, acınacak durumda olan olmamalıdır. Her mahallede, her okulda, her üniversitede, her iş yerinde üçer üçer, beşer beşer hatta yüzlerce kişi bir araya gelerek, kendilerini örgütleyerek kendilerinin ve halkının savunma tedbirlerini almalıdırlar. Hangi araçlarla kendilerini savunabiliyorlarsa, temin ederek kendilerini donatmalıdırlar. Şunu bilelim, Türk sömürgeci zihniyetine karşı boyun eğildikçe, sessiz kalındıkça daha fazla hırçınlaşarak saldırganlaşmaya devam edecektir.

2013 yılına girerken gerilla olarak hazırlık düzeyiniz nedir? Bize 2013 yılı hedeflerinizden bahsedebilir misiniz?


2013 yılında da sömürgeci AKP hükümeti ve Türk devleti bir taraftan oyalama politikası ve yoğun psikolojik savaş yürüterek bizi ve halkımızı beklentiye koymaya çalışacak, diğer taraftan daha şimdiden Kürdistan’a yönelik askeri sevkiyatı yoğunlaştırdığı göz önüne alındığında tasfiye amaçlı imha operasyonlarını geliştirmeye çalışacaklar.

Buna karşın biz de yoğun bir hazırlık süreci içindeyiz. 2012’de Kürdistan gerillasının sergilediği direniş 2013’te de neler yapabileceğini, nelere muktedir olduğunu, ne yapacağının ipucunu vermektedir.

Bizi zayıf, güçsüz göstermeye çalışanlara ve final, minal yapamazsınız diyenlere söylemek istediğimiz ise şudur; Kürdistan’da tek bir savcınız, hakiminiz, kaymakamınız, valiniz olduğu, işgalci ordunuz Kürdistan’da konumlandığı, faşist polis sürüleriniz Kürdistan’da terör estirdiği müddetçe sizi rahat uyuyacağınız bir geceye hasret bırakacağız. Her gece bunlara kabus yaşatacağız. Kürdistan’ı onlara yaşanmaz hale getirecek, cehenneme dönüştüreceğiz. Bu sömürgeciliğin ve faşizmin faturasını ağır ödeteceğiz.

Erdoğan, bir Kürdistan şehrine geldiğinde binlerce asker, polis ve zırhlı araç eşliğinde gelebilecek, her saatte, her gün ve vesilede buranın Kürdistan olduğunu gözlerine sokarak, yaşatarak hissettireceğiz. Sömürgecilere ve işbirlikçilere gölgeleri kadar yakın olacağız. Erdoğan’ı Amed veya Hakkari’ye binlerce koruma ve zırhlı araç olmadan ziyaret etmeye hasret bırakacağız. Sonuç olarak sömürgeci Türk devleti azdıkça ve saldırıları arttıkça direnişimiz de güçlenerek devam edecek ve karşılık verilecektir. Her zaman olduğu gibi HPG, Önder Apo’nun, hareketimizin ve halkımızın emrinde olacak, üzerine düşeni layıkıyla yapmaya çalışacaktır.

Yeni yıl vesilesiyle kamuoyuna vermek istediğiniz bir mesajınız var mı?


Yeni yıl vesilesiyle başta Önderliğimiz olmak üzere tüm Kürt halkının yeni yılını kutluyorum. Halkımız bilmeli ki eğer sömürgecilerin katliamları boşa çıkarılmışsa, daha fazla Roboskiler meydana gelmemişse ve Kürtler her zamankinden daha fazla bir güç olarak ortaya çıkmışsa bu, başta Önderliğimizin büyük öngörüsü ve fedakarlığıyla, yine her türlü zorluğu ve imkansızlığı göze alan ve büyük fedakarlıkla kahramanca direnerek şahadete ulaşan genç Kürt erkek ve kızları sayesinde olmuştur.

Yine tüm Türkiye ve Kürdistan cezaevlerinde Kemal ve Hayrilerin, Mazlum ve Ferhatların direnişlerinin izindeki tutsak yoldaşlarımızın mücadeleleriyle olmuştur. Direnişleriyle yoldaşlarımız devrimci mücadelenin temel alanlarından birinin zindanlar olduğu gerçeğini bir kez daha göstermiştir. Bu vesileyle tüm zindandaki esir yoldaşlarımızı da selamlıyoruz.

2012 yılının Kürdistan ve Kürtler açısından gelişme, büyüme ve başarı dolu bir yıl olduğu kesindir. Bu başarı, Mehmet Goyi, Rojin Gevda, Xebat Derik öncülüğünde şahadete ulaşan Kürdistan’ın en cesur, en bilinçli, en seçkin genç ve kızları sayesinde olmuştur. Onun için halkımız her zamankinden daha fazla Önderliğimizi, şehitlerimizi ve gerillasını sahiplenmeli, Kürdistan gençliği de gerillaya katılmayı en temel yurtseverlik görevi bilerek geliştirmelidir. 


ANF

Silah Bırakma’ Tartışmaları

Günay ASLAN

Kürt sorunu söz konusu olduğunda Türkiye'nin malaasef, çoğu siyasetçileri gibi, çoğu yazar çizerinin de paçasından cehalet akıyor!

Cehalet ve bayağılık bunların temel özelliği haline gelmiş bulunuyor.

Kaldı ki bu sorun Türkiye'nin yaşamsal önemi olan; bir varlık-yokluk sorunu olarak ortada duruyor!

İnsan bu durumda karşı taraftan sorunun yakıcı önemine uygun ciddiyet, en azından sorunu anlama çabası görmek istiyor.

Ama nerde? Her aşamada karşımıza cehalet, sıradanlık, ciddiyetsizlik ve hamaset çıkıyor. Bu da sorunu derinleştirmekten başka bir sonuç vermiyor.

Kürt ve Kürdistan sorunu hakkında az çok bilgisi ve tecrübesi olan biri, içinden geçmekte olduğumuz ortalığın yangın yerinde döndüğü kritik bu süreçte PKK'nin silah bırakmayacağını ve Kandil'den ayrılmayacağını bilir.

Ancak buna rağmen önceki günden bu yana AKP Hükümeti ve onun manipüle ettiği basın, PKK'ye hem silah bıraktırıyor hem de onu Avusturalya'ya (!) gönderiyor.

AKP, çözüm adına bula bula PKK'yi ülkeleri ellerinden alınmış Aborjinlerin yanına göndermeyi buluyor. Egemen medya da bunu ciddi ciddi tartışıyor.

Bu durumda aslında söz söylemek bu ciddiyetsizliğe prim vermek anlamına geliyor ama, insan sessiz de kalamıyor. Zira sessiz kalmak psikolojik savaşı görmezden gelmek gibi bir sonuç yaratabiliyor.

Önceki günden bu yana servis edilen PKK'nin silah bırakacağı ve Avusturalya'nın yolunu tutacağı haber ve yorumlarının psikolojik savaş amaçlı olduğunu söylemem gerekiyor.

Bu da herşeyden önce olası bir çözüm çabasını baltalamak, süreci zora sokmak anlamına geliyor.

Başbakan Erdoğan ve danışmanları ''İmralı'da görüşmeler yapıldığını'' söylüyor ve oradan aldıkları 'ışıkla' bu görüşmeleri sürdürdüklerini, yakında oradan bir 'takvim' açıklanacağını iddia ediyorlar ama, acaba herşey onların söyledikleri gibi mi oluyor?

İmralı'dan 'PKK'ye silah bıraktırma ve Avusturalya'ya yollama' kararı çıkacağını söylemek için kişinin cahil olması yetmiyor, bir parça da aptal olması gerekiyor.

Zira, Öcalan'ın böyle bir öneri yapmayacağı, PKK'nin böyle bir şeyi duymak istemeyeceği, Kürt ve Kürdistan sorununun gelmiş olduğu aşamanın buna izin vermeyeceği biliniyor.

Aksine nesnel süreç Türkiye'yi zorluyor.

Süreç Türkiye'nin Kürt halkına karşı uyguladığı çıplak şiddete son vermeyi, zulümden vazgeçmeyi, asker ve polisini geri çekmeyi ve Kürtlerle geniş katılımlı açık müzakereler başlatmasını zorunlu kılıyor.

Önce devlet ölüm kusan silahlarını susturacak, ardından da Kürtlerle bir masa etrafında oturup uzun uzun konuşacak ve ortak gelecek amacına uygun bir biçimde onlarla ortak bir çözüm bulacak.

Dolayısıyla Kürt halkı üzerindeki devlet terörü sona ermeden, yüzleşme ve adalet bekleyen Kürtler tatmin edilmeden, geçmişte işlenen suçlar nedeniyle Kürt halkından özür dilenmeden, İmralı sistemine son verilmeden, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü hayata geçirilmeden, seçim barajı düşürülmeden, Kürtçe eğitim ve öğretim hakkına anayasal güvence verilmeden, tutsaklar özgürleşmeden, Kürdistan için özel kalkınma projeleri üretilmeden, toplumu bir bütün olarak varılması gereken çağdaş amaçlar etrafında birleştirecek yeni bir anayasa kabul edilmeden, yeni bir idari model düzenlenmeden ve bölgesel özerklik ilan edilmeden, ayrıca Batı Kürdistan halkı başta olmak üzere Kürdistan'ın diğer parçalarının kendilerini yönetmesine saygı gösterilmeden PKK'den silah bırakmasını istemek abesle iştigal etmek anlamına geliyor.

Varsın Türkiye'nin paçalarından cehalet akan gazetecileri ve siyasetçileri bilmesin ama, kimse de İmralı'da böyle hesaplarının yapıldığı ve bu yönde bir kararın çıkacağını düşünmesin.

Çünkü, onun zemini yok. Şartlar bunu değil, çözümü dayatıyor. Dolayısıyla bu İmralı'dan çözüm çıkmayacağı anlamına da gelmiyor.

Dediğim gibi süreç Kürtlerden ziyade Türk devletini zorluyor ve asıl onun sorun daha ağırlaşmadan bir çözüm yolu bulması gerekiyor.

Psikolojik savaş amaçlı haberler bir yana, Başbakan Erdoğan'ın sözünü ettiği görüşmelerin bu amaç doğrultusunda yapılması gerekiyor. Belki de öyledir ve AKP perdeleme yapıyor, orasını bilemem.

Ancak İmralı'dan gelecekse bir öneri şayet, Oslo Protokolü çerçevesinde gelecektir.

2012 yılını 'PKK'nn tasfiye yılı' ilan eden AKP'nin konsepti çökmüştür. Hükümet bu yüzden yeniden İmralı'nın kapısını çalmıştır. Şimdi orada bir çare, bir çıkış yolu aramaktadır.

Hükümetin yukarıda saydığım adımlardan bazılarını atması, bazıları için de 'takvim' açıklaması halinde İmralı'dan çözüm paketi çıkacaktır.

Bu çıktığında ise hem İmralı sistemi aşılmış olacaktır hem de kalıcı çözümün yolu açılacaktır.

Bakalım, Newroz'a kadar çok şey netleşeceğe benziyor...

Özgur Politika

Afyon’da Kürtlere Kaymakamlık Oyunu

Kaymakamlık ve “Vatanseverler” adlı grubun kışkırtması ile Kürt mahallelerine yönelik linçin yaşandığı Afyon’da, Sultandağı İlçe Kaymakamlığı, Kürtleri sürgün etmenin yolunu buldu!

Afyon'un Sultandağı ilçesinde iki grup arasında "yol verme" nedeniyle çıkan tartışma sonrasında yaşanan bıçaklı kavgada Antalya Akdeniz Üniversitesi öğrencisi Orhan Şahin (18) adlı kişinin yaşamını yitirmesi ile başlayan olaylar ilçede devam ediyor. Pazaraltı Mahallesi’nde bulunan Kürtlerin evlerine yönelik saldırılar yaşanırken, 8 haneden oluşan Kıran ve Demir ailelerinin evleri ise polis ablukasında tutuluyor. Kürtlerin evleri polis ablukasında tutulurken, saldırıyı gerçekleştiren “Vatanseverler” adı gruba yönelik ise şimdiye kadar herhangi bir şey yapılmaması dikkat çekiyor.

KÜRT İŞÇİLERE İŞ VERİLMİYOR

Linç edilmek istenen ailenin çocukları okullarına gidemezken, aileler ihtiyaçlarını ise ilçede bulunan diğer Kürt ailelerin yardımları ile sağlıyor. Sultandağı ilçesinde bulunan Kürtlerin büyük çoğunluğu inşaat işlerinde çalışırken, yaşanan linç olayının ardından Kürt işçilere inşaatlarda iş verilmediği öğrenildi. Aileler ise yaşananlara tepkisiz kalınmasını eleştirerek, linç ile bölgeden sindirilmek istendiklerini söyledi.

OTOPSİ SONUCU NEDEN AÇIKLANMIYOR?

Olay basına gençler arasında yaşanan kavgada Orhan Şahin’in yaşamını yitirdiği şeklinde yansımıştı. Şahin’in bıçaklandığı ileri sürülürken, Şahin’in cenazesi olay sonrasında Afyon’da bulunan Adli Tıp Kurumu’na kaldırıldı. Olayın görgü tanıkları Şahin ve akrabalarının sarhoş olduğunu ve Şahin’in olay sırasında bıçaklanmadığını sadece fenalık geçirdiğini söylerken, yapılan otopsiye rağmen Adli Tıp Kurumu’nun otopsi sonuçlarını açıklamaması ise derin provokasyon olarak yorumlanıyor.

KAYMAKAMLIĞIN UYANIKLIĞI!

Öte yandan olayların ardından durumu fırsat bilen Sultandağı İlçe Kaymakam Vekili Mevlüt Şekerci, Kürt aileleri ile yaşamını yitiren Orhan Şahin’in ailesi arasında görüşmeler gerçekleştirdi. Şekerci’nin görüşmeler sonrasında Kürt ailelerden ilçeyi terk etmelerini istediği ve buna karşılık ilçede bulunanların, Kürt ailelerin daireleri için toplamda 300 bin TL toplayarak ailelere vereceği vaadinde bulundu. Kürtler ise kaymakamdan bunlarla uğraşması yerine sorunu çözmesini istedi. 


ANF

‘Akım’ Derken ‘Şeyim’ Demenin AKEPECE’si

Veysi SARISÖZEN

Kendinizi AKP’nin “başı” olan Erdoğan’ın, hatta, belki en iyisi, Danışman Akdoğan’ın yerine koyun. Ve başlayın düşünmeye...
Ortadoğu kaynıyor. İran, Irak ve Suriye ile doğrudan, Rusya ve Çin ile dolaylı karşı karşıya gelmişsiniz. Tek “dost ülke” Kürdistan Bölge Yönetimi. Onun da Kürdistan olduğunu bir türlü kabul etmiyorsunuz. O da PKK ile savaşmıyor.

En güvendiğiniz ülkelerin medyasında, uzun suskunluk döneminden sonra Kürt sorunuyla ilgili yayınlar hızla artmaya başlamış. Ağır eleştiriler AB raporları haline gelmiş.

İçeride her gün masanızın üzerine MİT raporları konmakta. MİT’ten beter istihbarat işlevli “kamuoyu araştırma merkezleri” günde iki defa gözünüzün içine araştırma sonuçlarını sokmakta. Bunlardan anlıyorsunuz ki, partiniz bölgede artık basit bir “işgal” gücü haline gelmiş. Siz geriliyorsunuz, BDP ilerliyor...

Bazı ilçelerde neredeyse ilçe nüfusu kadar polis yığılmış. Gösteri yapanlara vahşice saldırdığı halde gösteriler devam etmekte. Kitlesel tutuklamalar yapıldığı halde, her tutuklanının yeri anında doldurulmakta. Kürtleri “sokağa çıkamaz” hale getirmek mümkün olmamış.

Dağa gelince... Geçen kış “PKK’yi bitirdik, bitiriyoruz” demişsin. O da ne? PKK dağdan “duble yola” inmiş. Gazetelerde, “Kürdistan’da trafik canavarı iş yapamıyor, çünkü HPG trafik denetimi yapıyor” alt yazılı karikatürler yayınlanmış. Daha beteri, “paralı askerler ölünce, ölümleri duyurulmayacak” anlaşması açığa çıkmış. Verdiğin asker ve polis kayıplarını duyurmama cingözlüğün iflas etmiş...

Ve şimdi ortalık yine kış. Lakin sen de bilmektesin ki, “kış” hep kış olarak kalmaz. Bugün Ocak’ın 2’si. Newroz’a topu topu 77 gün var. Sonrasında dağlardan kar örtüsü kalkar, ortaya bir hakikat çıkar. Önünde savaşın kronolojisi duruyor. Eğer karşılıklı “ateşkes” yoksa, savaşın her yıl, bir öncekinden daha yıkıcı olduğu görülüyor.

İşte bütün bunları bilen bir Erdoğan ya da Akdoğan, haydi diyelim ikisi de değil “kerdoğan” olsan, sen ne yaparsın?

“Müzakereden başka yol kalmadı” demez misin?

Dersin.

Ama dedikten sonra, başlarsın kara kara düşünmeye... On yıldır kendi tabanını nefretle kışkırtmışsın, ırkçı sloganlarınla delirtmişsin. MHP’nin “müzakereciler” diyerek saldırmasından ölümüne korkuyorsun. O zaman, bu “müzakere” işini hayata geçirmek için, sen olsan, ne yaparsın?

Bir gözünü belertip MHP’ye, öteki gözünü kaydırıp tabanına bakarsın ve dersin ki, “PKK hezimete uğradı, geçen yıl 1400 HPG’li öldürüldü”. Böyle olunca da “müzakere şartları doğdu.” Yani “biz galip geldik, o nedenle masaya oturduk” diye tek ayak üstünde bin yalan söylersin.

Bu da yetmez elbette. Müzakere etmek zorunda kalışını kışkırtılmış tabanına ve MHP’ye, hatta CHP’ye kabul ettirebilmek için, “müzakereyi ‘çözmek’ için değil, PKK’yi silahsızlandırmak için yapıyoruz” dersin...

Evet, kendinizi Erdoğan’ın, ya da Akdoğan’ın, ya da bu ikisi değil de “kerdoğan”ın yerine koyduğunuz zaman işte bu tür bir cambazlık, hokkabazlık, madrabazlık, hilebazlık yaparsınız.

Zaten o da böyle yapıyor. Bakın NTV’de Akdoğan neler diyor:

“Bu yıl içinde 1450 öterör örgütü mensubu etkisiz hale getirildi; ölü ya da teslim olan örgüt üyesi sayısı bu. Bu büyük bir hezimettir.”

Bu palavranın sebebi, “yendik o nedenle masaya oturacağız” diyebilmek. “Yenemedik, o nedenle masaya oturduk” diyecek değiller elbette.

Ve devam:

“Başbakan Erdoğan görüşmelerin devam ettiğini söyledi. Silahların susması değil, bırakılmasına yönelik her türlü çalışma bizim için önemli.”


Kendi tabanını ve MHP ile CHP’yi ahmak sanıyor. İsyancıların silahları bırakmasını nasıl sağlarsın? Ya isyancıları yenilgiye uğratırsın, silah bıraktırır, teslim alırsın; ya da isyancıları yenilgiye uğratamazsın, bu durumda onlarla masaya oturur, isyanın nedenlerini ortadan kaldırırsın, isyancılar da silahlarını bırakır... Başka yol yok! Ve Erdoğan’ın ya da Akdoğan’ın “isyancıları teslim alıp da silahsızlandırma müzakeresi yaptığına dair” bir işaret var mı? O da yok. İşte kanıtı; Danışman söylüyor:

“Bugün basına, birkaç ay içerisinde netice alınacağına (yani PKK’nin silahsızlanacağına) dair haberler yansıdı. Bu tür haberlere ihtiyatlı yaklaşılmalı. Aşırı beklenti hayal kırıklığı doğurur.”

Hey gidi!.. Madem masaya oturacaksın, adabınla otursana...

Apê Musa’ya sormuşlar: Hayrola hocam, “Erdoğan müzakere filan demekte, Kürdistan’da ne oluyor?” Apê Musa yanıt vermiş: “Bir şey olduğu yok, herkes işinde gücünde... Birisi saldırıyor, ötekisi direniyor...”

Zamanın Durduğu Acının Derinleştiği Yer: Roboski-Uludere

Abdurrahman GÖK / DİHA

Roboski’de 28 Aralık 2011 tarihinde TSK’ye ait savaş uçakları tarafından çoğunluğu çocuk, 34 sivil yurttaşın katledilmesi üzerinden bir yıl geçti. 365 gün boyunca Roboski katliamı konusunda binlerce sayfalık açıklama ve raporlar yayınlanmasına rağmen, katliamın kim tarafından gerçekleştirildiği konusu ve faillerin yargılanması mevzusunda bir arpa boyu dahi yol alınmadı. Demokrasinin olduğu bir ülkede hükümetlerin düşmesine neden olacak böylesi bir katliama ilişkin Türkiye’de, Başbakan Erdoğan başta olmak üzere hükümet yetkilileri, Roboskilileri ve insani duyarlılığı olan her kesimi yaralayıcı açıklamalar yaptı ve yapmaya devam ediyor. İşte bu gerçeklik üzerinden “zamanın 28 Aralık 2011 tarihinde durduğu, acıların ise her geçen gün derinleştiği” Roboski’ye ilişkin bir yıl boyunca Başbakan Erdoğan, AKP’li yetkililer, Uludere Alt Komisyonu, MHP, BDP, CHP, sivil toplum örgütlerinin açıklamaları, Roboskilililerin girişimleri ve yaşadıklarını bir dosya ile sunuyoruz.
Tarih 28 Aralık 2011. Şırnak’ın Uludere (Qilaban) ilçesine bağlı Roboski (Ortasu) köyünde saat 21.20 sularında karakolun bilgisi dahilinde Federal Kürdistan Bölgesi’ne geçerek sigara ve mazot getiren çoğu çocuk 34 sivil Kürt yurttaş, dönüş yolundayken Diyarbakır’dan kalkan F-16 Türk savaş uçakları tarafından yüzlerce kiloluk kazan bombalarıyla bombalandı. Katliam saat 01.52’de Dicle Haber Ajansı’nın (DİHA) abonelerine duyurduğu “Savaş uçakları köylüleri vurdu: 20’ye yakın ölü” başlığını taşıyan ilk haberle duyuruldu. Haberde yaklaşık 50 köylünün grup içerisinde olduğu ve ölü sayısının artabileceği ifade ediliyordu. Katliam, sağ kurtulan ve yanı başında 34 arkadaşı ve akrabası vurulan Servet Encü’nün köye gelerek olayı köylülere anlatması ile duyulmuştu. Servet Encü, “Geri döndüğümüz sırada jetler bizi bombardımana tuttu. Bombardıman sırasında acı bir koku etrafı sardı. Birden insanlar yanarak can verdi. 5-6 kişi bombardımandan kaçarak kayalıkların arasına saklandı. Uçaklar orayı da bombaladı. Hepsi kayalıkların altında can verdi” demişti.  Hiçbir yetkilinin gitmediği katliam yerine giden köylüler, kendi çabaları ile çocuklarının parçalanmış cesetlerini toplamaya çalıştı. Yaklaşık 50 köylü sabah saat 05.30 sularında katliamda yaşamını yitiren 28 kişinin cenazesine ulaştı. Dakikalar ilerledikçe katliamla ilgili detaylar da netleşmeye başlamıştı. Görüştüğümüz BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, köylülerin askerler tarafından durdurulduğunu ardından savaş uçaklarının bombardımanına tutulduğu bilgisine ulaştıklarını belirtmişti.

DİHA, Roj Tv ve ANF katliam görüntülerini servis etti
Saat 07.00 sıralarında ise köylüler katliamda yaşamını yitiren 34 kişinin cenazelerine ulaşmıştı. Cenazeleri yolun hemen kenarında yan yana dizen köylülerin görüntüleri DİHA, Roj Tv ve ANF tarafından bütün dünyaya yayılmıştı; ancak Türk basınında tek bir habere bile rastlamak mümkün değildi. Duruma isyan eden gözü yaşlı yurttaşlar, Türk basınının sessizliğine “Gelin bu katliamı görün” sözleriyle tepki gösteriyordu. Her bir katırın sırtına battaniyelere sarılmış 2 cenazenin yüklendiği görüntülerde, kimisinin çıplak ayakları kimisinin de mekap içinde kömürleştiği belli olan ayaklarının battaniyeye sığmadığı görünüyordu. Kimisinin ise parçalanmış uzuvları katırların sırtlarındaki çuvaldan yapma heybelere konulmuştu; ancak buna rağmen en ufak bir gelişmeyi bile “Son Dakika” diye duyuran haber televizyonları ve haber ajansları sessizliğini sürdürdü.

Katliamın habercisi açıklamalar!
Fethullah Gülen’in basına yansıyan “Onların altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir” sözleri, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın “mücadele koordineli yürütülüyor” demeçleri, 24 Aralık’ta Şırnak Valiliği’nin Cudi Dağı’nda HPG’lilere yönelik başlattığı operasyonun ardından yaptığı “Halkın sağladığı bilgiler doğrultusunda operasyonun gerçekleştirildiğini belirtmesi ve halkın devletin yanında yer aldığı” şeklindeki açıklaması ve katliam günü (28 Aralık) Milli Güvenlik Kurulu’nun 5 saat 20 dakikalık toplantısının ardından katliamın gerçekleştirilmesi ve basının “görmedim, duymadım, bilmiyorum, bunlar PKK’li mi köylü mü belli değil” gibi haberleri herkesin kafasında “katliamın planlı ve koordineli olduğu” gerçeğini pekiştirdi.

Nitekim saldırıdan kurtulan Servet Encü’nün “Asker önümüzü kesti, uçaklar bomba yağdırdı” sözleri de bunun planlı olduğunu gerçeğini daha da pekiştirdi. Katliamda 14 kişilik gruptan tek sağ kurtulmayı başaran yurttaş da şunları kaydediyordu: “Biz 14 kişilik bir gruptuk. Bizim önümüzde bir grup daha vardı. Önce önümüzdeki grup durdurulmuştu. Onlardan biri bizi aradı ve olduğumuz yerde kalmamızı istedi. Etrafları askerler tarafından kapatılmış ve bizi uyarıyordu. Biz de katırlarımızdaki eşyaları indirdikten sonra bir şey olmaz diye gitmeye karar verdik. Bir süre bekledikten sonra bir top atışı sesi duyduk. Olay yerine gittiğimizde cesetleri gördük. Biz de sağlam bir kayanın altına saklandık. Heronlar üzerimizden geçiyordu. Biz heronların gittiğini sandık ve çıktığımızda bizi de bombalamaya başladılar. Bombardımanda bir ben kurtuldum benimle birlikte olan 13 arkadaşım yaşamını yitirdi.”

Türk basınının sessizliği
28 Aralık’ta saat 21.20 sıralarında meydana gelen katliamı Türk basını 29 Aralık’ta saat 11.00 sıralarında daha yeni yeni “iddia” düzeyinde vermeye başladı. Katliama ilişkin atılan başlıklar ise “pes” dedirten cinstendi. Olay yerinden çekilen fotoğraflar ve görüntüler merkezlerine ulaşmasına rağmen yayınlamaya cesaret edemeyen basın, ilk haber olarak Şırnak Valiliği’nin ‘’Sadece 20’nin üzerinde kişinin öldüğü yönünde bilgi var. Konuyla ilgili valilikte kriz merkezi oluşturuldu” demecini verdi. Türk basınının olaya ilişkin attığı başlıklarla, olayın sanki bir çatışmada yaşandığı ve yaşamını yitirenlerin ''HPG’li olduğu'' algısı yaratmaya çalışması dikkat çekiyordu.

Kürtler her yerde ayağa kalktı!
Katliamın duyulması ve BDP’nin çağrısından hemen sonra Türkiye ve Bölge’nin  neredeyse bütün il ve ilçelerinde ve Avrupa’nın birçok merkezinde Kürtler, sivil toplum örgütleri, meslek odaları ve sol siyasal partiler sokaklara çıkarak katliamı kınadı. Türkiye’deki cezaevlerinde kalan PKK’li ve PAJK’lı tutuklular adına açıklama yapan Deniz Kaya da, katliamı kınayarak 1 Aralık’tan itibaren başlattıkları dönüşümlü süresiz açlık grevini dönüşümsüz süresiz açlık grevine dönüştürdüklerini duyurdu. Diyarbakır ve Yüksekova başta olmak üzere polis de hemen devreye girerek gösterilere müdahale etmeye başladı. Eylemler gittikçe yayıldı ve günlerce hemen hemen her yerde gösteriler yapıldı, yüzlerce kişi gözaltına alındı ve onlarcası tutuklandı, yaralananlar oldu.

2 oğlunu yitiren anne: Hangisinin yasını tutayım
Katliamın üzerinden 15 saat geçmesine rağmen tek bir açıklama bile yapmayan; ancak daha sonra katliamın ilk dakikasından itibaren haberdar olduklarını itiraf eden AKP’li Bakanlar, Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) için toplandıklarında dahi açıklama yapmaktan kaçındı.   Katliamda 18 yaşından küçük olan 2 oğlu Şervan ve Nevzat Encü’yü yitiren anne Mercan Encü, “Oğlum Nevzata mı yanayım, yoksa Şervan’a mı? Hangisinin yasını tutayım. Çocuklarımı yaktılar” feryadında bulunuyor, diğer anneler de çocuklarının planlı bir şekilde katledildiğini belirtiyordu. Ailelerin tamamı cenazelerin otopsi için Malatya’ya götürülmesine karşı çıktı. Bunun üzerine saat 14.00 sıralarında 34 yurttaşın cenazesi ambulanslarla otopsi işlemleri için Uludere Devlet Hastanesi’ne götürülürken, cenazeler için köyde de mezar kazma işlemi başlatıldı. Cenazeler ilçe girişinde on binlerce kişi tarafından, “İntikam”, “Şehîd namirin” ve “Katil Erdoğan” sloganlarıyla karşılandı.

Aynı saatlerde Roboski köyüne vekillerle gelen BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Genelkurmay Başkanı ‘PKK kamplarını bombaladık’ açıklamasında bulundu. Gidelim görelim PKK kampları mı yoksa yurttaşlar mı bombalandı görelim” diyerek, bombardımanın yapıldığı noktaya gitti. Demirtaş, “Halkımız güçlü bir duruş sergilemeli, aksi takdirde üstü örtülecektir” diyerek, “Başbakanın vicdanı varsa çıkıp özür dilesin” şeklinde konuştu.

Tamam içeride gazeteci yok! Dışarıda da mı yok?
Saatler ilerledikçe katliama tepkiler de artıyordu. DTK Eşbaşkanları Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk ile HDK katliamı kınadı. Federal Kürdistan Bölgesi Parlamentosu İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Salar Mahmud, İran meclisindeki Kürt Milletvekilleri Fraksiyonu Başkanı İkbal Muhammedi,  Kürdistan Parlamenterler Birliği Başkanı Nimet Abdulla yaptıkları açıklamalarla katliamı kınayıp Kürt halkına desteklerini ortaya koydular.  CNN Türk televizyonunun programına konuk olan gazeteci Can Dündar ise, “ Gece saat 11.00’de olduğunu öğreniyoruz. Şu an saat 12.00. 12 saatten fazla olmuş. 30 kişi öldüyse, ülkenin İçişleri Bakanı’nın şu ana kadar açıklama yapmış olması gerekiyor. Yabancı ajanslar geçiyor. Katırlarla mazot taşıyan köylülerin bombalandığı söyleniyor. Ölenlerin çoğu genç. Şu ana kadar 12 saattir televizyonlarda olayın haber olmaması da beni korkutuyor. Tamam resmi açıklama beklenebilir; ama internette bu kadar şey yazılırken, Vali’nin resmi açıklaması varken, ölenlerin fotoğrafları görüntüleri varken, olayın olduğunu nereye kadar gizleyebiliriz ki. Adalet Bakanı ‘içeride gazeteci yok’ diyor da dışarıda da mı yok gazeteci? Var, haber yapıyorlar ama biz duymuyoruz” sözleri ile ana akım medyayı sert bir şekilde eleştirdi.

19 saat sonra Hükümet’ten değil AKP’den ‘kaza’ açıklaması!
Katliamın üzerinden 18 saat geçmesine rağmen ne Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ne Başbakan Erdoğan, ne AKP yetkilileri ne de MHP hiçbir açıklama yapmazken, CHP de, Roboski’nin AKP’nin 33 kurşunu olduğunu belirterek, General Mustafa Muğlalı tarafından 1943’te katledilen 33 Kürt köylüsünü hatırlattı. Cenazelerin otopsileri yapılırken, 19 saat sonra nihayet ilk açıklama geldi; ama bu açıklama da Hükümet adına değil AKP adına yapıldı. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, MKYK toplantısı sonrasında katliama ilişkin, hayatını kaybedenlerin orada neden bulunduklarının açığa çıkmadan kesin bir yargı yapılmaması gerektiğini belirterek, katliamı ise “operasyon kazası olabilir” diye nitelendirdi. Çelik’in, “Hantepe baskınında da malzeme katırlarla taşınmıştı” izahatı daha sonra Başbakan Erdoğan ve bakanların sık sık dile getireceği ve AKP’ye yakın medyanın katliama meşruluk kazandırmak için kullanacağı bir argüman halini alacaktı.

30 Aralık tarihli gazetelerde medyanın ağız birliği etmişçesine katliamı örtme çabası dikkat çekti. İHD ve MAZLUMDER’in ön izleme raporunda “Olay yargısız infaz ve toplu katliamdır” denilmesine rağmen, neredeyse 20 saat sessizliğini sürdüren AKP’ye yakınlığı ile bilinen medya, tek bir elden çıkmışçasına “Bahoz Erdal gelecek istihbaratı” haberlerini verdi. Kimi gazeteler ise “PKK’nin daha önce katır kullandığı” ve “Silah taşıyorlardı” gibi gerçekliği olmayan bilgiler vermesi katliama meşruiyet kazandırma uğraşı olarak yorumlandı.

3 gün boyunca kepenkler kapandı
Gece boyunca 8 Adli Tıp Uzmanı’nın katıldığı otopsi işlemlerinin ardından cenazeler 30 Aralık’ta sabah saatlerinde Yeşilova Camisi’ne getirilerek yıkandı. Bölgede yas havası vardı. Bölge esnafının neredeyse tamamı 3 gün boyunca kepenklerini açmadı. 30 Aralık’ta katliamın soruşturması Uludere Cumhuriyet Savcılığı’ndan alınarak Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı’na verildi.

Başbakan Erdoğan’ın ilk açıklaması da Hüseyin Çelik’in “Hantepe hatırlatması” mahiyetindeydi. Erdoğan, “Bu ana kadar da benim edindiğim bilgiler bu tür kaçakçılıkları 3-5 kişilik, bilemedin 10 kişilik gruplar yapar. Katırlar fazla olur. Burada 40 kişilik bir grubun olması Gediktepe ve Hantepede’ki alınan talihsiz neticelerde de silahlar bu tür hayvanlarla taşınmıştı bunu akıllara getiriyor. O zaman ‘Niçin müdahale edilmedi’ diye herkes bunu eleştirmişti” dedi. Erdoğan o gün gerekli incelemelerin hızlı bir şekilde yapılacağını, ellerinde 4 saatlik bir görüntü olduğunu, gerek TSK’nin gerekse ilgili kurumların gerekli görüntüler üzerinde gerekli incelemeyi yapacaklarını söylemesine rağmen aradan geçen bir yıllık sürede bir arpa boyu yol bile kattedilemedi.
 
Türk: Bu soykırım değil de nedir?
Bütün bu açıklamaların arasında 30 bini aşkın yurttaş da Roboski köyünde yan yan açılmış 34 mezarda 34 canı toprağa veriyordu. 34 tabutu yan yana gören Ahmet Türk, “Bu soykırım değil de nedir” diye sorarken, Selahattin Demirtaş ise, “Türk medyası büyük bir kahramanlıkla burada yapılan katliamı saklamıştır. Eğer böyle bir acıda ortaklaşmayacaksak, ‘yaşanan acı Kürdün acısıdır’ deniliyorsa asıl bölücülük şu anda olmuştur” dedi. Toprak altından el ele çıkarılan cenazelere işaret eden Demirtaş, “El ele tutulmuş vaziyette cenazeleri çıkarıldı. İşte bu bize verilen bir mesajdır. Cenazeler el ele tutuşmuşsa eğer, dirilerimiz de el ele verecek bu topraklarda onurluca özgürce yaşayacağız” diyerek birlik mesajı vermişti. Cenazeler yan yana toprağa veriliyordu ancak basın da gerçeği saptırmak için sürekli hedef şaşırtmaya çalıştı. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), bazı basın kurumlarında çıkan haberlerde katliamın istihbaratının MİT’den kaynaklandığı haberlerini yalandı.

Kaymakam ‘tepki ölçmek için’ köye gönderildi
Katliamın üzerinden 3 gün geçmesine ve taziye çadırı açılmasına rağmen herhangi bir Hükümet yetkilisinin uğramadığı Roboski’ye Uludere Kaymakamı Naif Yavuz gönderildi. 3 gün sonra gelen Yavuz’a, yaşamını yitiren yurttaşların aileleri tepki gösterdi. Taziye yerine gelen Yavuz ile beraberindeki AKP’li Şenoba Belde Belediye Başkanı Sabri Babat, çok sayıda kişi tarafından yuhalanıp darp edildi. Hemen hemen bütün kesimler halkın Hükümet’e tepkisinin ölçülmesi için Kaymakam Yavuz’un “yem” olarak köye gönderildiği yorumları yaptı. Nitekim 4’üncü gününde bölgeye gelen Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak ve AKP’li vekiller, acılı ailelerin taziye çadırı yerine yaşamını yitirenler arasında birinci dereceden yakını bulunmayan Alihan Özhan’ın evine giderek taziyede bulundu. ''Başbakan’ın da katledilenlerin ailelerini arayarak başsağlığı dilediği'' belirtildi; ancak sonradan bunun gerçek olmadığı aileler tarafından açıklandı.



Henüz katliamın üzerinden 3 gün geçmişken ve 34 can yan yana dizilmiş mezarlara yeni defnedilmişken, yılbaşı gecesi Türkiye metropollerinde havai fişekli, geri sayımlı, şaşaalı ve bol eğlenceli kutlamalar yapıldı. Roboski’yi görmeyen televizyon kanalları da onlarca kamera ile İstanbul, İzmir ve Ankara metropolleri başta olmak üzere birçok noktadaki kutlamaları saniye saniye büyük bir heyecanla “izleyicilerine” aktarıyordu. Anlaşılan 2011 “büyük bir zaferle” 2012’ye “öfke” devrediyordu.
1 Ocak’ta Fethullah Gülen’in katliamla ilgili açıklamaları ajanslara düştü. Gülen, mesajında “Güvenlik güçlerinin terörle mücadelede topyeün mücadele ettiği ve şekâvete aman verilmediği bir dönemde bu ahengi baltalamak isteyen odaklar boş durmuyor” diyerek katliamı ''provokasyon'' olarak değerlendirdi. Gülen’in açıklamanın devamında, “Yeri geldiğinde askerimizle birlikte teröre karşı mücadele eden korucu vatandaşlarımızın mukim olduğu Ortasu Köyü’nün vatanperver halkının acısını istismardan geri durmayanların, vatan evladını birbirine kırdırtmaktan ve akan kanın üzerine kendi saltanatlarını kurmaya çalışmaktan vazgeçmeyeceği hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir” demesi ise dikkat çekiciydi.

Keklik yavrusu gibi el ele tutuşmuşlardı
 

Hepsi keklik yavrusu gibi el ele tutuşarak katırların altında saklanmaya çalışmışlardı. Ben olay yerine gittiğimde çocukların parçalanmış kafasını gördüm. Kendim 7 kişiyi toprak altından çıkardım. Toprak altından çıkardıklarım önce el ele tutuşmuşlardı ve toprak altında da öyle duruyorlardı
Ancak bütün bunlar bir yana hiçbir şey 34 canın hikayeleri kadar dikkat çekici değildi. Her birisinin ayrı ayrı hayalleri vardı ve her birisi bu hayalleri gerçekleştirmek için katırların ardına takılıp ölüm yolunda yol almıştı. İlk bombardımandan sonra kayalığın altına sığınarak kurtulan; ancak ikinci bombardımanı hesaba katamayan genç yüreklerin ölmeden önce el ele tutuştukları ortaya çıkıyordu. Adem Ant (18), Yüksel Ürek (17), Mehmet Encü (15), Serhat Encü (17), Şıvan Encü (14), Erkan Encü (13) ve Seyit Enç’in (22), “belki görmezler diye” katırların arkasına saklanmışlardı ve bombardımandan korunmak için el ele tutuşmuşlardı, cesetlerin toprak altından çıkarılırken de ellerinin kenetli olduğu ortaya çıktı. Olay yerine ilk giden görgü tanıklarından Teyfik Encü, “Hepsi keklik yavrusu gibi el ele tutuşarak katırların altında saklanmaya çalışmışlardı. Ben olay yerine gittiğimde çocukların parçalanmış kafasını gördüm. Kendim 7 kişiyi toprak altından çıkardım. Toprak altından çıkardıklarım önce el ele tutuşmuşlardı ve toprak altında da öyle duruyorlardı” diyerek gördüklerini aktarıyordu.
Türkiye ve dünya kamuoyu 3 Ocak Salı günü Meclis’te yapılan partilerin grup toplantılarına kilitlenmiş, özellikle Başbakan Erdoğan’ın konuşmasını bekliyordu. Meclis’teki ilk grup toplantısını gerçekleştiren MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Roboski katliamını görmezden gelerek, ''oranın gümrük noktası değil örgüt güzergahı olduğunu ve ölen yurttaşların PKK ile bağlantılı olacağı'' savunması yaparak, tıpkı Hüseyin Çelik ve Başbakan’ın daha önce ayaküstü yaptıkları açıklamalardaki gibi, “Aktütün, Dağlıca ve Gediktepe baskınlarından sonra yapılan ithamlar hepimizin gözü önünde yaşanmıştır. Yüzde 1 bile ihtimal olsa bu bir tehdit olarak algılansa bile devlet gereğini yapmalıdır ve bu son olayda da yapmıştır” diyerek hükümetten de katliamı açık açık savunmasını istiyordu.

Başbakan’dan Genelkurmay Başkanı’na ‘Özel’ teşekkür
Nitekim Başbakan Erdoğan da aynı yönde açıklama yaparak Roboski Katliamı için Genelkurmay’a teşekkür etti. Katliamın neden yapıldığı konusuna girmeyen Erdoğan, olayı en çok protesto eden BDP’ye yüklendi. 12 saat sonra medyanın Roboski katliamını görmesinden dahi hoşnut olmayan Erdoğan’ın, “Medyaya rağmen Genelkurmay’a teşekkür ediyorum” demesi dikkat çekti. Medyanın olayı “katliam”, “kirli savaş”, “devlet halkını bombalıyor” diye görmesini eleştiren Erdoğan, bunların TSK’yi yıpratma çabaları olduğunu savundu. Erdoğan, “Biz Uludere’de 35 insan hayatını kaybetmiştir diyoruz. Böyle bakıyoruz” diyerek “Kürt” kelimesinden rahatsızlık duyduğunu açıkladı. Erdoğan, “Terörle mücadele kararlılıkla sürecek. Terörün uzantıları ile mücadele edilecek. Dağlarda, mağaralarda ne pahasına olursa olsun etkisiz hale getireceğiz. Meydanı terörün uzantılarına bırakmayacağız. Onların tahriklerine boyun eğmeyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun bu meseleyi çözeceğiz, istismar girişimlerini çiğneyip geçeceğiz” dedi.

Demirtaş: Bu çocukları katlettiğin için hesap vereceksin
BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ise grup toplantısında, Başbakan Erdoğan’a “Biz senin meşruiyetini, Başbakanlığını tanımıyoruz. Sen kendini ne zannediyorsun. Bu halkın çocuklarını katledeceksin, kanlı ellerinle de BDP’den hesap soracaksın. Haddini bileceksin. Çıkıp bu çocukları katlettiğin için hesap vereceksin” dedi. Demirtaş konuşmasının devamında Türk halkına da çağrı yaparak, “Şu anda duygu düzeyinde 2 ülke var. Kimse kimseyi kandırmasın. Marmaris’in bir köyünde 35 yurttaş bombalansa ey kardeş Türk halkı, tepkiniz bu mu olurdu? Bu ülkenin Cumhurbaşkanı 2 gün sessiz kaldı. AKP adına bir Kürt’ü çıkarıp temizlemeye çalıştılar. Bir ülkenin 35 evladı bombalanacak o ülkenin Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı kendine milliyetçiyim diyen ırkçılara sessiz kalacak.” diye seslendi. Demirtaş, hükümetin katliamı kapatma çabasına karşın bütün mekanizmaları kullanacaklarını, BM’ye ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvuracaklarını söyledi.

‘Yapılan yargısız infazdır,toplu katliamdır’
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da “Bu insanlar niye öldü? İstihbarat aldık, pilotlar gitti, 35 vatandaşımızı imha etti.  35 yurttaşımız öldü. Aradan 24 saat geçti hükümetten ses yok! Bu istihbaratı size kim verdi ve siz kimin istihbaratıyla 35 yurttaşımızı gidip öldürdünüz?” diye sordu.

Bu arada Uludere’de incelemede bulunan MAZLUMDER, İHD, ÇHD, TİHV, Türkiye Barış Meclisi, KESK, TTB ve DİSK’ten oluşan heyet “Yapılan bir yargısız infazdır ve öldürülenlerin sayısı itibariyle bu toplu bir katliam niteliği taşımaktadır” diyerek, olay sonrası yaralılara yardım etmek için giden ambulans ve sağlık ekiplerine izin verilmediği, yaralıların bazılarının donarak öldüğünü açıkladı. Katliamla ilgili Şırnak Valiliği de idari soruşturma başlattı.

Katliamda yaşamını yitirenlerin akrabaları tutuklandı
Meclis Genel Kurulu’nda konuşan Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Roboski’de ''kaymakama tepki gösterenlerin köylüler olmadığını, Cizre’den getirilen militanlar olduğunu'' iddia ederek, ''askeri operasyonların tam hız devam edeceğini'' belirtti; ama daha sonra gözaltına alınıp tutuklananların hepsi katliamda yaşamını yitirenlerin akrabaları ve kardeşleriydi. Katliamı “gizli” soruşturan savcılık 5 Ocak’ta katliamda yaşamını yitirenlerin ailelerinden 8 kişiyi gözaltına aldırdı. 3 gün sonra Uludere Kaymakamı Nafiz Yavuz’a yapılan saldırıya ilişkin gözaltına alınan 8 kişiden Serbest Encü, Nihat Encü ve Nezir Encü serbest bırakılırken, Mehmet Altürk, Faris Kaya, Ferdi Alma, Faruk Encü ve Özcan Encü ise “Kasten adam öldürmeye teşebbüs” iddiasıyla tutuklanarak, Şırnak Kapalı Cezaevi’ne gönderildi.

Meclis’te oturma eylemi
3 Ocak’taki Meclis Genel Kurulu’nda konuşan BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak “Hükümet, devleti ile medyası ile bu vicdan muhasebesinde zaten sınıfta kaldı. Ben kendisine insanım diyenlere sesleniyorum. Buralarda trilyonluk vurgunlardan söz etmiyorsunuz. Bu memleketin yarısı kayıt dışıdır. Budur kaçakçılık işte. Bir ekmek parası için kendi köyünün 2 kilometre uzağına gitmek mi kaçakçılık. İnsan önce yaşanan acıyı paylaşmayı bilir ama biz bu hükümetten 20 saat sonra ‘operasyon kazası’ sözünü duyduk. Kimsiniz siz. Nasıl 35 kişinin ölümü karşısında bu kadar umursamaz, bu kadar haddini bilmez oluyorsunuz. Önce çıkacaksınız özür dileyeceksiniz, af dileyeceksiniz insansanız eğer. Kendinizden utanın” şeklinde konuştu.

BDP milletvekilleri ile Barış Anneleri, Başbakan Erdoğan’ın Meclis’teki makam odasının önünde öğlen saatlerinde oturma eylemi yapmıştı, o günün akşamı (3 Ocak) da BDP ve Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloğu milletvekilleri, Roboski katliamını protesto etmek için Meclis Genel Kurulu’nda oturma eylemi başlattı.

Roboski Katliamı’na gizlilik kararı
Roboski’ye bölgeye giden 715 bölge sivil toplum örgütü, yaşanan olayın hükümetin şiddet politikalarında ısrarını gösterdiğini belirterek, “Sıkılan her kurşun, atılan her bomba öfke ve ayrışma getiriyor” açıklamasında bulundu. Aynı gün AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, gazete, televizyon ve haber ajanslarının haber müdürleriyle kahvaltılı toplantıda biraraya gelerek, “Başbakan, sivillerin gösterdiği, AKP’nin gösterdiği hassasiyeti onlar da gösterdiği için teşekkür etti. TSK, ‘Biz onları terörist zannıyla bombaladık’ diyor. Kasıt varsa, hata varsa, ihmal varsa gereğini yaparız. Kimsenin yanına kalmaz. İster istihbarat hatası deyin, ister beceriksizlik deyin. Bu tür kazalar geçmişte de yaşandı. Hukuk devletiyseniz, bir gemide 9 cani, bir masum bile olsa o gemiyi batıramazsınız” diye konuştu ancak aradan bir sene geçti hala “hukuk devletinden” eser yok. Başbakan’ın teşekküründen sonra Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, Milliyet Gazetesi’nden Fikret Bila’ya bir mülakat verdi ve ''kararlı bir şekilde PKK ile mücadele ettiklerini ve başarılı olduklarını'' ileri sürerek, “PKK’nin adını gündemden sileceğiz” iddiasında bulundu. 5 Ocak’ta ise Uludere Cumhuriyet Başsavcılığı, Roboski katliamına ilişkin yürütülen soruşturmada ‘’gizlilik kararı’’ aldı.
 
BDP Roboski katliamı için Meclis araştırması istedi
BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan, Uludere’de 34 sivilin yaşamını yitirdiği Roboski katliamının tüm boyutlarıyla incelenmesi ve sorumluların tespiti için Meclis’e araştırma önergesi verdi. BM belgelerine ve TCK 76-77 maddeler ile Anayasa’nın 90. maddesine göre ortada planlı, kararlaştırılmış taammüden işlenmiş toplu bir katliam olduğunu ifade eden Kaplan, “İnsanlığa karşı suç bulunmaktadır. İstihbarat zaafı, hükümetin aldığı karar, kararı uygulayanlar, sorumlu yetkililer konusunda bir Meclis Araştırması açılması zorunlu olmuştur” dedi.

Gündem en iyi Başbuğ’un tutuklanmasıyla değiştirilir!
Hükümet kamuoyunu katliamın planlı yapılmadığı yönünde bir türlü tatmin etmezken, 6 Ocak’ta bir anda gündemi değiştirmeye dönük bir olay yaşandı. Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ, sevk edildiği İstanbul Nöbetçi 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nce “terör örgütü yöneticiliği” suçlaması ile tutuklandı. Roboski Katliamı tartışmalarının yürütüldüğü bir dönemde Başbuğ’un tutuklanması bütün kamuoyunun nezdinde “gündem değiştirilmek istendi” şeklinde yorumlandı.

‘Ey insanlık sıfatını yitirmiş vicdansız caniler...’
Ancak hiçbir çaba ve hiçbir girişim katliama dönük öfkeyi dindirmeye yaramıyordu. Katliamda yaşamını yitiren Serhat Encü’nün ağabeyi Velat Encü’nün, kardeşi ve yaşamını yitiren çocuklar için kaleme aldığı mektup direk vicdanlı yüreklere hitap ediyordu. Mektupta şunlar kaydediliyordu: “Ey insanlık sıfatını yitirmiş vicdansız caniler. Ey eli kanlı katiller, öldürdüğün canlarına kıyarak katlettiğin gencecik kardeşlerimi tanıtayım sana.

Serhat Encü: Daha 17 yaşındaydı, babası yaşlı çalışmadığı için ve üniversite okuyan iki ağabeyine harçlık göndermek için gitmişti.
Cemal Encü: 16 yaşındaydı, lise son sınıf öğrencisiydi cebine harçlık koyabilmek için ve okul kantinine borcunu ödemek için gitmişti.
Hamza Encü: 21 yaşındaydı, önce askerliği bitirdi, ailesine maddi destek çıkmak için gitmişti
Şerafettin Encü: 16 yaşındaydı, lise son sınıf öğrencisiydi yetimdi annesini 5 yıl önce kaybetti babasından para isteyemiyordu cebine harçlık alabilmek için gitmişti.
Bedran Encü: 14 yaşındaydı, ortaokul öğrencisiydi ailesinin en büyük erkek evladıydı yaşı küçüktü babası diğer kardeşlerine emanet etti. Oğluma yardım edin dedi ve kardeşleriyle beraber gitti.
Şivan Encü: 16 yaşındaydı, lise öğrencisiydi babasından ayrıydı, Annesine evine bakmak için gitmişti.
Aslan Encü: 17 yaşındaydı, Babası yaşlıydı 6 sene önce ağabeyi mayına basmıştı. Ağabeyinin hastane masrafını karşılayabilmek için gitmişti.
Calal Encü: 18 yaşındaydı, Gururluydu babasından ağabeylerinden harçlık istemeyecek kadar gururluydu.
Hüseyin Encü: 19 yaşındaydı, ailesinin en büyük erkek evladıydı seneye askere gidecekti, babasının borçları vardı, babasına destek çıkmak için gitmişti.
Selam Encü: 22 yaşındaydı, Beraber liseden mezun olduk. Üniversiteyi yeni bitirmişti. Sınavlara girecekti, cebinde yol parası olmadığı için gitmişti.
Fadıl Encü: 19 yaşındaydı, ailesinin en büyük erkek evladıydı. Diğer kardeşleri gidiyor diye o da güle oynaya beraber yola koyularak gitmişlerdi.
Roboski katliamında ağabeyi Celal ile kuzeni Ferhat’ı kaybeden 14 yaşındaki Şükran Encü de kaleme aldığı mektupta, “Nasıl rahat girebiliyorsunuz yatağınıza? Nasıl vicdanınız bu kadar rahat? Ben geceleri sabaha kadar abimin yolunu gözlüyorum. Gelecek çay içecek, yemek yiyecek diye bekliyorum. Ama gelmiyor. Aldınız benden ağabeyimi” diyordu.

Roboski’yi örtbas etmeye çalışan Hükümet Kortek’i itiraf etti!
Bir katliamı örtbas etmeye çalışan Hükümet inkar ettiği başka bir katliamı da itiraf ediyordu. 6 Ocak’ta Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, katliamla ilgili soruşturmanın gizli olarak yürütülmesinin nedeninin “şeffaflık” olduğunu ileri sürdü. Ordunun bugüne kadar yanlışlık yapmadığını iddia eden Atalay’ın “Ağustos’tan beri devam eden operasyonlarda Uludere’den önce bir tek hata oldu. O da Irak bölgesindeydi” diyerek Solin bebekle beraber 7 kişinin hayatını kaybettiği ve o dönem kabul etmedikleri olayı da itiraf etti.

Her şey bir arada yürüyordu. Bir yandan katliamın örtbas edilmesi uğraşı bir yandan giderek artan halkın tepkisinin dindirilmesi, bir yandan da uluslararası örgütlerin devreye girmesini önleme adına kimi göstermelik adımlar da atılıyordu. 6 Ocak’ta Şırnak Valiliği, yürütülen soruşturma kapsamında, 23. Sınır Jandarma Tümen Komutanlığı’na bağlı Gülyazı Tugay Komutan Yardımcısı Jandarma Albay Hüseyin Onur Güney hakkında uzaklaştırma istedi ve 2 gün sonra (8 Ocak) Albay Hüseyin Onur Güney’in görevden uzaklaştırıldığı belirtildi. 9 Ocak’ta Meclis İnsan Hakları Komisyonu, katliamla ilgili Alt Komisyon kurma kararı aldı.


28 Aralık’ta Roboski’de TSK’ye ait savaş uçaklarının bombalaması sonucu 34 yurttaş katledildiğinde “Ulusal Yas” ilan etmeyen AKP hükümeti, 14 Ocak’ta Rauf Denktaş’ın ölümü için “Ulusal Yas” ilan etti. Başbakanlık, açıklamasında “Denktaş’ın vefatı dolayısıyla, 14 Ocak 2012 tarihinden itibaren Denktaş’ın naaşının toprağa verileceği günün bitimine kadar bütün yurtta ve dış temsilciliklerde bayrakların yarıya çekilmesi ve ulusal yas ilan edilmesinin uygun görüldüğünü bildirdi” dedi. Hükümetin bu girişimi, “Devlet nezdinde 34 sivil yurttaşın bir Denktaş kadar kıymeti yoktur” yorumlarına neden oldu.
‘Bir ara kendime geldim ayağa kalkamıyordum’
12 gün boyunca Uludere’de incelemelerde bulunan İçişleri Bakanlığı’nın görevlendirdiği 3 müfettiş 14 Ocak’ta soruşturmayı tamamladıktan sonra Ankara’ya döndü. Aynı gün katliamda yaralı kurtulan ve Şırnak Devlet Hastanesi’nde tedavisi tamamlanan Hasan Ürek taburcu oldu. Ürek, daha sonra DİHA’ya verdiği röportajda, “Katırlarımızı mazot yükleyerek yola çıktık, tepeye varınca askerler yolumuzu keserek havaya ateş açtılar ve geçmemize izin vermediler. Askerlerle aramızda fazla mesafe yoktu. İlk gelen gurupta yer alıyordum. Bizim grup 11 kişiden oluşuyordu, hemen arkamızda bir grup daha vardı. Onlar da 17 ila 18 kişi idi. Daha sonra uçaklar bombardımana başladı. İlk vurulan yer tepe oldu ardından bizim üzerimize bombalar yağdı arkadaşlarımı imha ettiler. Ben grubun 20 metre arkasındaydım kaçtım çeneme isabet eden bir parçayla yaralandım. Ayaklarımdan yaralanmıştım. Bir parmağım kopmuştu. Bombalardan çıkan seslerden dolayı bir kulağım duymuyordu. Çok uzun bir süre karın üstünde yaralı kaldım, bombadan çıkan alevlerden dolayı saçımın tamamı yandı. Daha sonra bombardıman ne kadar sürdü nasıl oldu bilmiyorum. Bir ara kendime geldim ayağa kalkmak istedim kalkamadım, ondan sonrasını da hatırlamıyorum.”

Roboski’de adaletin terazisi şaşırdı: Yaralılar hakkında soruşturma
Bütün bu anlatılanlar Hükümet için hiçbir şey ifade etmiyordu. Katliamı gerçekleştirenlere dokunulmuyor; ancak Kaymakam’ın darp edilmesi bahane edilerek, neredeyse bütün Roboskililer ve katliamda yaralı kurtulanlar hakkında yargılama kararı çıkarılıyordu. 16 Ocak’ta katliamda sağ kurtulanlardan Davut, Servet ve Hacı Encü, “Pasaport kanununa muhalefet”, “Sınırı yasadışı yollarla ihlal etme” ve “Ülkeye sınırdan kaçak mal sokma” iddiasıyla Gülyazı Alay Komutanlığı’na ifade vermeye çağırıldı. Yine Kaymakam olayı ile ilgili 70 kişi hakkında yakalama kararı çıkarıldığı ortaya çıktı. Arananların tamamının Roboski köyünde oturanların olduğu ve katliamda yaşamını yitirenlerin akrabaları olduğu biliniyordu. Köye giriş çıkış yapan herkes kimlik kontrolüne tabi tutulduğu için Roboskililer köylerinden dışarı çıkamıyordu.

AKP, 150 bin TL ile Uludere’yi kapatmaya çalıştı
16 Ocak’ta Bakanlar Kurulu toplandı. Toplantının ardından Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın, ''katliamda yaşamını yitirenlerin ailelerine tazminat verileceğini, ayrıca ailelerin AİHM’e başvurarak ayrıca tazminat kazanabileceklerini'' ifade etmesi büyük tepkilere neden oldu. Daha sonra Bakanlar Kurulu toplantısında tartışılan konular basına sızmaya başladı. Buna göre AKP hükümeti Bakanlar Kurulu toplantısında Uludere’de verilecek tazminat için 100 bin TL’lik bir tazminat ön gördü. Buna, “Terör ve Terörden Doğan Zararların Karşılanmasına Dair Kanun” çerçevesinde 50 bin TL de eklenince AKP Uludere’nin üstünü 150 bin TL tazminat ile kapatma kararı aldı. Ancak aileler bu paraya tenezzül etmemesini rağmen daha sonra basında yalan haberlerle tazminatların alındığı yönünde haberler yapıldı. Aileler tarafından bu haberler yalanlanınca, bu kez de AKP’li bakanlar, “PKK’nin aileleri tazminatları almamaları konusunda tehdit ettiği” yönünde açıklamalarda bulundu. Ancak aileler bu açıklamaları da yalanladı. 24 Aralık’taki Meclis grup toplantısında Başbakan Erdoğan, Roboski katliamında hayatını kaybedenlerin ailesine 123 bin TL tazminat ödeneceğini “övüne övüne” anlatarak, “Bu para mağdur vatandaşlarımızın analarının ak sütü gibi helaldir” dedi. “Bizim satılık çocuğumuz yoktur” diyen aileler ise Başbakan Erdoğan’a faillerin bulunması çağrısını yineleyerek, “Heron görüntülerini ortaya çıkarmadığına göre bu işin içinde kendi parmağı var” sözleri ile Başbakan Erdoğan’ı fail olarak işaret ediyordu.
 
BDP, Roboski’yi uluslararası arenaya taşıdı
BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ne BDP tarafından yapılan başvuruda, katliamın Uluslararası Adalet Mahkemesi’ne getirilmesi için Türkiye’ye heyet gönderilmesi ve incelemelerde bulunulması talep edildi.  BDP ayrıca BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ne ekteki dosyalarla birlikte daha teknik bir rapor da gönderdi. Meclis Genel Kurulu’nda, BDP’nin Roboski katliamına ilişkin Meclis Araştırma önergesi görüşüldü; ancak AKP ve MHP’nin oyları ile öneri reddedildi.

27 Ocak’ta BDP, katliamı fotoğraf ve görüntüleriyle birlikte Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) taşıdı. Başvuruda, bombardımanın sınır ötesi tezkereye dayanarak yapıldığı kaydedildi.

Roboskililer Vali ve komutanın yüzüne kimlik fırlattı
Meclis’te partiler grup toplantılarını yaparken Şırnak Valisi Vahdettin Özkan da 28 gün sonra, askeri komutanlarla birlikte Roboski’ye gitti. Toplantı öncesi askerler gıda kolileri dağıttı; ancak köylüler “Aç da kalsak sizin yemeğiniz bize haramdır bugünden sonra” diyerek erzakı döktü. Toplantıda bir köylü vali ile komutanlara kimliğini fırlatarak, “Ben artık ülkenizin vatandaşı değilim, oğlumu öldüren bir devletin vatandaşı olmaktan utanıyorum” tepkisinde bulundu. Toplantıda Vali Özkan’ın görevden uzaklaştırılan Albay Hüseyin Onur Güney’in “suçsuz” olduğunu belirtmesi de dikkat çekmişti. Bir genç, “Kardeşimi öldürdünüz, hangi yüzle buraya geliyorsunuz? Bu da yetmiyor hepimizi tutuklamayı düşünüyorsunuz, buyurun gelin, benim de adım var listenizde. Tutuklayabiliyorsanız gelin beni de alın” diyerek tepki göstermiş Vali Özkan gence sarılmak isteyince genç, “Kardeşimin kanına buladığınız ellerinizi sürmeyin bana” tepkisinde bulunmuştu. Köylüler “devletin temize çıkarılmaya çalışıldığı konusunda” hemfikirdi.

AKP’nin medyası da hiç boş durmuyordu. Sabah Gazetesi’nin, Roboski’de yaşanan katliama ilişkin bir istihbarat raporuna dayanarak hazırladığı haberde katliamı perdelemek için ''olay günü 6 HPG’linin de orada yaşamını yitirdiği, cenazelerinin ise Haftanin’e kaçırıldığı'' şeklindeki yalan haberini neredeyse cemaate yakın bütün medya ve televizyonlar yer verdi. Gülen Cemaati’ne yakınlığı ile bilinen Zaman Gazetesi de, “Uludere’nin sır perdesi aralanıyor” başlığıyla verdiği haberde ''Roboski’de yaşanan katliama ilişkin Heron görüntülerinden oluştuğunu iddia ettiği bilgiler ile katliamı PKK’nin organize ettiğini'' savundu. Tabi katliamda ABD’nin rolü de sık sık tartışılıyordu. 27 Ocak’ta ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone, bazı gazetelerin Ankara Temsilcileri’ne ABD’nin Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarıyla hiçbir ilgisi olmadığını söyleyerek, “Uludere’de hedef seçimi konusunda hiçbir şey yapmadık. Biz PKK’ya karşı istihbarat desteği sağlıyoruz. ABD, Türkiye’nin hedef seçimi sürecine dahil değildir.  Hedef belirleme tamamıyla Türkiye’ye bağlı bir konudur. Türkiye, hedef belirlerken kendi yeteneklerini kullanıyor. Biz de eksik bilgi nedeniyle hata yapıyoruz. Bu normal. Geçmişte bu yüzden özür dilemiştim. Bu durum da trajik bir hataydı” dedi.

‘Katliam talimatı Ankara’dan geldi’
1 Şubat’ta Milliyet gazetesinde “Uludere’de istihbarat Heron’dan ‘vur’ talimatı Ankara’dan geldi” başlıklı haberde, Heron görüntülerinin 6 merkezden “an be an” izlendiği ve katliam emrinin Ankara’dan verildiği belirtildi. Gazetenin haber kaynağı, operasyonla ilgili şunları kaydediyordu: “Ankara, Malatya, Diyarbakır, Şırnak, Van ve Uludere’nin Şenoba beldesindeki Tugay Komutanlığı’nda Heron görüntüleri saniye saniye izlendi ve hava harekâtı Ankara’nın talimatı üzerine gerçekleşti. Ankara’dan gelen talimat doğrultusunda Şenoba Tugay Komutanlığı sınıra yönelik top atışlarına son veriyor ve savaş uçakları devreye giriyor.” Yetkilinin verdikleri ile katliamdan yaralı kurtulanların anlatımları birebir örtüşüyordu.

‘Bir resim çizeceğiz, fantezi yapmayacağız’
Daha önce Roboski’ye ziyareti erteleyen Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Uludere Alt Komisyonu 5 Şubat’ta Gülyazı köyüne gitti. Komisyon Başkanı Ayhan Sefer Üstün, BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, komisyonun AKP, CHP ve MHP’li üyeleri, bir komisyon uzmanı ile mülkiye başmüfettişinin yer aldığı heyet, katliamda oğlunu yitiren Sadık Alma’nın evine geldi. Ellerinde, olayın aydınlatılmadığı sürece devletin vereceği tazminatı kabul etmeyeceklerine dair dilekçelerle bekleyen yurttaşlara kısa bir konuşma yapan Komisyon Başkanı Ayhan Sefer Üstün, olayı aydınlatmak için geldiklerini ve Uludere’de geniş çaplı bir araştırma inceleme yapacaklarını söyledi. Ancak o gün olayı aydınlatmak için Roboski’de bulunan heyetin AKP’li üyeleri aradan geçen zamanda “Bir resim çizeceğiz fantezi yapmayacağız” şeklinde beyanlarda bulundu. Kardeşini kaybeden Serhat Encü’nün ablası Hanım Encü, görüşme sonrası “Bu olayın katili Erdoğan’dır, buraya gelenler onu savunmaya gelmişler. Biz onların parasını pulunu istemiyoruz” tepkisinde bulundu. Üstün ise görüşme sonrası “ailelere teminat verdik” demişti.

6 Şubat’ta Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, Roboski katliamı sonrasında başlatılan soruşturmaya ilişkin Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e mektup yolladı. Mektup’ta soruşturmanın güvenilir olmadığı vurgulanarak, soruşturmayı hem kamu soruşturmasına hem de mağdurların ailelerini temsil eden avukatlara kapatan “gizlilik kararı”nın neden alındığına dair yetkililerden bir açıklama talep etti.

8 Şubat’ta Türkiye’nin ve bölgenin birçok il, ilçe ve beldesinde katliamda yaşamını yitirenler için mevlitler verildi. Roboski’deki binlerce kişinin katıldığı mevlitte konuşan BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “42 gündür burada ne yaşandığını bir analar bilir, bir de içerisinde insan sevgisi olan insanlar bilir” dedi. Roboski’nin sorumlusunun AKP olduğunu ifade eden Demirtaş, Başbakan Erdoğan’a “Bu katliamın hesabını sormazsan bu halk senden hesabını soracaktır” diyerek seslendi. Katliam yerinde inceleme yapan insan hakları savunucuları, siyasi parti ve demokratik kitle örgütü temsilcileri, aydın ve akademisyenlerden oluşan 100 kişi katliam sorumlularının açığa çıkarılması için 9 Şubat’ta Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, Roboski Köyü’nde bombalama için istihbarat sağlayanlar, bombalama emri veren tüm askeri ve sivil yetkililer ve Roboski bombalama emrini uygulayan tüm askeri personel hakkında suç duyurusunda bulundu.

Uludere Komisyonu en kısa sürede demişti ama...
Roboski ve Şırnak’taki incelemelerin ardından Uludere Alt Komisyonu Roboski katliamına ilişkin yol haritasını belirledi. Alt komisyon Başkanı AKP Ordu Milletvekili İhsan Şener, Heron görüntülerinin izlenmesi için karar aldıklarını, izleme işlemini ise Aselsan’dan 3 uzman talep ederek onlarla birlikte yapacaklarını belirtti. Şener, ayrıca Genelkurmay Başkanlığı’ndan ayrıntılı bilgi isteneceğini söyledi. Şener, ‘’Elimizdeki bilgiler derlendikten sonra komisyon üyelerince yine açık kalan bir konu varsa ek bilgi talebi, ilgili kurumlardan söz konusu olabilir. Bu kararların takibini yaparak raporumuzu en kısa sürede tamamlamayı planlıyoruz’’ dedi; ancak bir sene geçmesine rağmen hala ortada rapor yok.

Görüntüler çok net!
Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz 10 Şubat’ta NTV yayınında Roboski’ye ilişkin Heron görüntülerini izlediğini belirterek, “Görüntüdeki kişilerin kadın mı, çocuk mu olduğunu anlayamazsınız. ‘Terörist’ mi, kaçakçı mı olduğunu anlayamazsınız” dedi. Ancak 15 Şubat’ta Uludere Alt Komisyon üyeleri görüntüleri inceledikten sonra görüntülerin net ve anlaşılır olduğunu açıkladı. “Tüylerimiz ürperdi” diyen CHP’li komisyon üyeleri, katırların ve gidiş gelişlerde alışverişle ilgili bazı araçların, yine katırların ayaklarına kadar her şeyin net şekilde göründüğünü söyledi. CHP Ankara Milletvekili Levent Gök, “Çıplak gözle Türkiye hududundan Suriye hududuna binek hayvanı ve insan hareketi olduğunu tespit ettik. Görüntüler çok net. Görüntülerde binek hayvan ve insan olduğu açık” dedi. Gök, “Bu görüntüler Batman’a da Genelkurmay’a da gidiyor” dedi. Ancak bu açıklama da Komisyon Başkanı Üstün’ü rahatsız etti. Üstün, görüntülerden bir şey anlaşılmadığını ileri sürdü.

Katliam protestolarına gözaltı ve tutuklama
BDP 16 Şubat’ta, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, Kara Kuvvetleri Komutanı Hayri Kıvrıkoğlu, Hava Kuvvetleri Komutanı Mehmet Erten ve bombalamayı yapan Predatörlerin kontrolünü sağlayan yetkililer hakkında Ankara Adliyesi’nde suç duyurusunda bulundu. Devlet, hükümet ve Meclis kanadında bunlar yaşanırken, Roboski katliamını protesto edenler hakkında açılan davalar da dikkat çekiciydi. Katliamı yürüyüş ve basın açıklaması ile protesto eden Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde okuyan 24 öğrenci hakkında attıkları sloganlar nedeniyle, “devleti ve devlet organlarını yıpratma” gerekçesiyle soruşturma açıldı. Yine başta Urfa ve Adana olmak üzere birçok il ve ilçede gözaltına alınan yüzlerce kişiden onlarcası tutuklandı.

Roboski tazminatı medyanın kursağında kaldı!
Katliamın 3’üncü ayında medya hala ''köylülerin tazminatları aldığı'', “valiliğe başvuruda bulunduğu” şeklinde haberler geçmeyi sürdürüyordu. Ancak Roboski katliamında yaşamını yitirenlerin aileleri, medyada “tazminat için valiliğe başvurdular” şeklinde çıkan haberlerin asılsız olduğunu belirterek, “Adalet arayışımız manipüle ediliyor” demiş, maddi ve manevi zararlarının tazmini ile ilgili başlatılan hukuki sürecin sağlıklı işlemesi ve diğer hukuki boyutlarda dava açma hakkına sahip olmak için valiliğe başvurduklarını açıklamıştı.


7 Mart’ta İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan rapor, Uludere Alt Komisyonu’nda görüşüldü. 200 sayfalık “gizli” damgalı rapor milletvekillerine verilmezken, sadece inceleme yapmaları için okundu. Raporda, dikkat çeken nokta ise yaşananların “operasyon” olarak değerlendirilmesi oldu. Raporda, operasyonun sınır ötesi harekat olduğu, Meclis’in hükümete verdiği yetki doğrultusunda Genelkurmay tarafından icra edildiği belirtildi. Raporda, AKP’ye yakın medyanın sık sık işlediği ölen ya da yaralananlar arasında PKK’lilerin bulunduğu bilgileri de yalanlanarak, “28 Aralık tarihindeki insansız hava aracı görüntülerinde grup içinde PKK’li olup olmadığı konusunda spesifik bilgi olmadığının anlaşıldığı” kaydedildi.
34 köylünün katledildiği yere giden köylülere para cezası
 

Bunu unutun. Kazaydı. Devlet kaza yaptı. Kapatın. Diyelim ki ben yaptım, n’olcak? Siz devlete karşı ne yapabilirsiniz ki? Ben öldürdüm, Roboski’de yaşayan her kim kaçakçılık yaparsa gerekirse bir daha öldürürüm. 50 lira için kaçakçılık yapıyordunuz, bakın devlet sizlere 120 bin TL veriyor almıyorsunuz
Katliamın üzerinden 100 gün geçmesine rağmen failler bulunmadığı için, yakınlarını kaybeden aileler, “Roboski için adalet” sloganı ile 10 Nisan’da Ankara’ya geldi. Meclis’te grubu bulunan siyasi partiler ile görüşen aileler, katliamın faillerinin bulunmasını istedi. Roboskililerin adalet arayışını hazmedemeyen yetkililer sık sık verdikleri cezalarla da köylüleri yıldırmaya çalıştı. 12 Nisan’da hazırladığı şiir kitabı için Uludere’nin Roboski köyüne giden ve 4 köylü ile birlikte olay yerini ziyaret eden Şair Abdurrahman Adıyan ve köylüler, dönüşte askerler tarafından gözaltına alındı 5 kişiye toplam 10 bin TL para cezası verildi.
Katliamda üç maymun oyunu!
26 Nisan’da Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün, Uludere alt komisyonunun gerçekleştirdiği toplantının ardından basın toplantısı düzenledi. Üstün, “Önemli olan raporun 1-2 ay önce olması ya da olmaması değil, aydınlatıcı olmasıdır. Meclis tatile girene kadar biter. İstediğimiz bilgi ve belgeler yarın gelse, raporu yarın bitirmeye hazırız’’ diye konuştu. İçişleri Bakanlığı’nın Komisyon’a sunduğu raporun detayları 30 Nisan’da ortaya çıktı. Raporda, 15 kişinin yaşamını yitirdiği son bombalama öncesinde ''Heron görüntülerinde kayma olduğu'' iddia edildi. Raporda, şu tespitler yer aldı: “Bu operasyonun sınır ötesi bir hareket olduğu, Genelkurmay Başkanlığı tarafından icra edildiği anlaşılmıştır. Operasyon ve İHA talebinin, 23. Jandarma Tugay Komutanlığı’ndan gelmediği, talebin yetkili olan komutanlıklardan (Malatya veya Genelkurmay) öğrenilmesi gerektiği düşünülmektedir. Ateş emri verilmeden önce yerel komutanlıklardan bilgi alınmadığından, yerel komutanlıkların sorumluluğu olmayacağı, üst komutanlıkların, sorumlu olabilecekleri düşünülmüştür.”

‘Ben öldürdüm, gerekirse bir daha öldürürüm’
11 Mayıs’ta Roboskili korucular, Gülyazı Tugay Komutanı Abdullah Paşa ile yaptıkları toplantıda kendilerinin tehdit edildiğini söyledi. Korucular, Paşa’nın kendilerine “Bunu unutun. Kazaydı. Devlet kaza yaptı. Kapatın. Diyelim ki ben yaptım, n’olcak? Siz devlete karşı ne yapabilirsiniz ki? Ben öldürdüm, Roboski’de yaşayan her kim kaçakçılık yaparsa gerekirse bir daha öldürürüm. 50 lira için kaçakçılık yapıyordunuz, bakın devlet sizlere 120 bin TL veriyor almıyorsunuz” dediğini söyledi.

Wall Street Journal: Katliam istihbaratını ABD verdi
Wall Street Journal (WSJ) gazetesi, 16 Mayıs’ta Roboski katliamının istihbaratını ABD’nin verdiği yönünde haber yaptı. Gazetenin ABD Savunma Bakanlığı yetkililerine dayandırdığı haberinde yetkili “Kararı Türkler verdi. (Operasyon) ABD’nin kararı değildi” dedi. WSJ ayrıca, ABD’li yetkililerin Türk yetkililere insansız hava aracını yaklaştırarak, konvoyu daha yakından görmelerini sağlayabileceklerini söylediğini; ancak Türklerin aracı daha uzak bir noktaya yönlendirmelerini istediğini belirtti.  Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün, WSJ haberinin İngilizce orijinalini bulup Türkçeye çevirisini yaptırdığını belirterek, ‘’Haberin aslında, ABD’nin istihbarat verdiği konusunda bir iddia yok’’ savunmasını yaptı. Üstün, “Görüntülerin kendisi ile alakalı ihtilaf ve tereddüt yok. Görüntü, Türkiye’nin sahip olduğu heronlardan geldi” diye konuştu.

‘Özür dilenecek bir şey yok, vurulanlar figüran’
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin 23 Mayıs’ta  bir programda, Uludere’de 34 sivil yurttaşın yaşamını yitirdiği bombardımanın emrini görüntüleri izleyen komutanın verdiğini söyledi. Uludere’de özür dilenecek bir şeyin olmadığını söyleyen Şahin, suçluluk psikolojisi de taşımadıklarını belirtti. Şahin’in, katliamın sorumlusu olarak da adeta yaşamını yitirenleri ve BDP’yi göstererek, “O gençlerimiz orada olmamalıydı. Kaçakçılık emrini bizzat BDP veriyor” demesi dikkat çekti. Şahin, köylülerin kaçakçılık yaparken vurulduklarını ve sağ yakalanmış olmaları durumunda da kaçakçılıktan yargılanacaklarını söyledi. Şahin, “Kaçakçılık olayı gölgede kaldı. O bölge KCK’nın kontrolünde bir bölgedir. Bölücü terör örgütünün sıktığı kurşun, giydiği giysi, ayakkabı parayla alınıyor. Bu gençler figüranlardır. Filmin baş aktörleri vardır” dedi.  

Şahin’in açıklamalarına en sert yanıt ise Roboski’den gelmişti. Oğlu Erkan Encü’nün mezarı başında İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’e öfkesini dile getiren anne Felek Encü, “İdris Naim Şahin oynak mıdır nedir? Bir dansöz kıyafeti giysin gitsin Amerika başkanı karşısında oynasın. Biz özür falan istemiyoruz ondan” tepkisinde bulundu.

Roboski’de askerlerin ifadesi alınmamış
24 Mayıs’ta Uludere Cumhuriyet Savcılığı’nın, Roboski katliamında 34 yurttaşın katledilmesinde yer alan askerlerin ifadesine başvurmadığı ortaya çıktı. Soruşturmayı yürüten Uludere Cumhuriyet Başsavcılığı’nın saldırının ardından sadece olayın oluş şekli ve ölenlere ait kayıtların tutulduğu ve bölgedeki komutanlar dahil hiçbir askerin olaya ilişkin ifadesine başvurulmadan dosyayı Diyarbakır Özel Yetkili Savcılığa gönderdiği öğrenildi.  

Erdoğan, Roboski katliamını kürtaja benzetti
26 Mayıs’ta AKP Kadın Kolları 3. Olağan Kongresi’nde konuşan Başbakan Erdoğan, “Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Bu ifademe karşı çıkan bazı çevrelere sesleniyorum. Yatıyorsunuz kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz, her kürtaj bir Uludere’dir” dedi. Bir sonraki gün ise AKP İstanbul İl Örgütü Kongresi’nde konuşan Başbakan Erdoğan, “Uludere üzerinden yürütülen kampanya, sadece ulusal değil, uluslararası bir karalama kampanyasıdır. Uluslararası istismar kampanyasının içinde PKK, BDP, CHP ve bazı medya kuruluşları var” iddiasında bulundu.

Başbakan Erdoğan, 7 Haziran’da ATV’de katıldığı programda Roboski katliamının farklı zeminlere çekildiğini savunarak, yeniden katledilenler hakkında imalarda bulundu. Erdoğan, “Bu olay saf bir kaçakçılık olayı değil. Bu kaçakçılıktan terör örgütünün faydalanması var. O köyün gençleri, o köyün insanı bu işte maalesef kullanılmıştır” diyerek İdris Naim Şahin’in söylediği “Onlar figürandır” sözlerini savundu. Erdoğan, “Unutmayalım ki biz bir Hantepe, Gediktepe yaşadık. Katırlarla taşınan silahlar bombalanmadığı için günlerce köşe yazılarında yer aldı. Bundan dolayı birçok yazılar yazıldı. Güvenlik güçlerimizin elinde önemli bir delildi. Ben mesela görüntüleri izledim. Görüntülerde ne olduğunu anlamanız mümkün değil. Giyim kuşam hemen hemen aynı. O mudur, yoksa başka bir şey midir bilemezsiniz’’ dedi.

Roboski’ye adalet nöbeti
27 Haziran’da DTK öncülüğünde sivil toplum örgütleri Roboski köyünde “Roboski’ye Adalet Nöbeti” başlattı. Diyarbakır, Siirt, Mardin, Batman, Hakkari ve Şırnak gibi il ve ilçelerinden gelen yüzlerce kişiyi, Roboskililer köy meydanında “Erdoğan’ın 33 kurşunu, 38 Dersim, Zilan, Ağrı, bugün Qilaban, katil Erdoğan”, “Katiller hesap versin”, “Acımız devam ediyor” pankartları ile yaşamını yitiren 34 yurttaşın fotoğrafları ile karşıladı.

‘Uludere Komisyonu, katliamı unutturmaya, kapatmaya çalışıyor’
2 Temmuz’da 34 yurttaşın aileleri, Şırnak Adliyesi’ne gelerek, 34 sivil yurttaşın arasında PKK’lilerin de olduğunu ileri süren Genelkurmay Başkanı Necdet Özel hakkında suç duyurusunda bulundu. Aileler, “Olayın aydınlatılması için Meclis’te kurulan Uludere Komisyonu da yapılan katliamı zamana yayarak unutturmaya ve kapatmaya yönelik bir tutum içindedir” dedi. 12 Temmuz’da Meclis Hakları Uludere Alt Komisyonu Başkanı İhsan Şener, “BDP ve CHP Uludere olayında NATO ve Kuzey Irak Bölgesel Yönetiminden raporlarının incelenmesini istedi, dolayısı ile çalışmamız Meclis’in kapanmasına yetişmedi” açıklamasında bulundu.

‘Talimat gelir, biz görevimizi yaparız’
9 Ağustos’ta geleceğin Hava Kuvvetleri Komutanlığı için adı geçerken Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararıyla emekli edilen Diyarbakır 2. Hava Kuvvet Komutanı Korgeneral Veysi Ağar, Roboski katliamının sorumluları ile ilgili “sınır ötesi operasyon kararı verenleri” işaret etti. “Uludere olayının benimle ilgisi yok. Talimat gelir, biz görevimizi yaparız. Beni hedef tahtasına koydular, gelen giden vurdu. Bu iddialardan sonra emekli oldum ve hayatım tehlikede” dedi.

Çocukları katledilen anneler, askerleri kurtardı
21 Ağustos’ta Roboskililer günlerce konuşulacak insani bir hayat kurtarma operasyonuna katıldı. Gülyazı Köyü Karakolu’ndan sivil bir minibüsle Uludere’ye giden ve askerleri taşıyan aracın şarampole yuvarlanması üzerine hemen olay yerine giden Roboskililer, hurdaya dönen aracın içindeki askerleri can havliyle çıkarmaya çalıştı. Roboski’de TSK savaş uçakları tarafından yakınları katledilen yurttaşlar kazaya ilk müdahaleyi yaparken, yaralı askerleri hastaneye taşıdıkları görüntüleri bütün televizyonlarda yayınlandı. Katliamda evlatlarını yitiren annelerin askerler için verdiği uğraş ise günlerce konuşuldu.

AB ilerleme raporunda katliam vurgusu
Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlanan Türkiye’nin İlerleme Raporu’nda Roboski katliamına da vurgu yapıldı. 10 Ekim’de basına yansıyan raporda katliamın ardından Türk yetkililerin sivil toplum kuruluşlarının bölgeyi ziyaret etmesine izin vermediği ve soruşturmanın etkinliği ve şeffaflığı konusunda ciddi endişeler taşındığı belirtilerek, ne askeri ne de sivil yetkililerinin bu konuda kamuoyu önünde özür dilemediği vurgulandı. Raporda katliam konusunda siyasi sorumlularla ilgili herhangi bir tartışma yapılmadığı da ifade edilirken olayın bir istihbarat hatası ya da operasyonel ihmal sonucu gerçekleşip gerçekleşmediğinin de açıklığa kavuşturulamadığı kaydedildi.

Roboski dosyası askeri mahkemeye gönderildi
17 Ekim’de ise Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı tarafından yürütülen soruşturma dosyası, Adalet Bakanlığı’nın “yetkiniz yok” yazısı üzerine askeri savcılığa gönderildi. Soruşturma Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından yürütülmeye başlandı. Katliamın üzerinden 11 ay geçmesine rağmen sorumluların kim olduğu konusu bile netlik kazanmazken, Roboski’de tutuklamalar devam etti. 7 Kasım’da katliamda kardeşi Vedat Encü’yü yitiren Fikret Encü, “Örgüte eleman kazandırdığı” iddiasıyla tutuklandı. 21 Kasım’da Roboski’de gözaltına alınan 3 kişiden Cevher Ürün ve Behlül Ağman sevk edildikleri nöbetçi hakimlikte tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Ne rapor çıktı, ne de sorumlular
Daha önce raporda “vur emrini verenin de raporda yer alacağını” duyuran Uludere Alt Komisyonu 15 Kasım’da yaptığı toplantıda AKP’li üyeler katliamın sorumlularının tespit edilemeyeceğini savundu. Toplantının ardından açıklama yapan komisyon başkanı AKP’li Şener, “Bir hafta 10 gün içinde taslak olarak rapor hazır olacak. Raporumuz bilgi ve belgeler ışığında hazırlanacak. Aralık ayı başında rapor üst komisyondan da geçer” dedi. 18 Kasım’da ise Uludere Alt Komisyon Başkanı Şener, Roboski katliamına ilişkin hazırlanan raporun, Aralık ayında tamamlanarak üst komisyona sunulacağını söyledi.

Roboski katliamının emrini veren biliniyor!
2 Aralık’ta Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesindeki Uludere Alt Komisyonu Başkanı AKP’li İhsan Şener, Roboski katliamında bombalama emrinin kimin verdiği konusunda tahmin yürütmeyeceklerini söyleyerek, “Önceki operasyonlar nasıl yapılmışsa şimdi de aynı usulle yapılmıştır, o zaman emri kim verdiyse, şimdi de o vermiştir. Bu bilinmez bir şey değildir” dedi. Şener, “Komisyon olarak sadece fotoğraf çekeceğiz. Bizim ‘Mehmet tetiği çekmiştir, Hüseyin ateş etmiştir, Ali yanlış yorumlamıştır’ gibi fantezi yapacak halimiz yok” dedi.

Komutana madalya!
Roboski katliamındaki sorumluluğuyla gündeme gelen Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Mehmet Erten’e 7 Aralık’ta başarı madalyası verildiği ortaya çıktı. Daha sonra açıklama yapmak zorunda kalan Genelkurmay Başkanlığı, madalyanın verilmesinin “rutin” bir işlem olduğunu savundu.

Roboskililer yıldönümü öncesi tehdit edilmeye başlandı
Katliamın birinci yıl dönümü yaklaştıkça Roboskililer üzerindeki baskılar da artmaya başladı. 13 Aralık’ta katliamın yıldönümün yaklaşmasıyla askeri yetkililerin köyün önde gelen bazı kişilerle bir dizi görüşme yaparak, 28 Aralık’ta yapılacak etkinlikleri boşa çıkarma gayreti içerisinde olduğu belirtildi. Şırnak Tümen ve Gülyazı Tugay Komutanlığı’nda iki toplantı gerçekleştirildiğini söyleyen köylüler, askeri yetkililerin özellikle köy muhtarı ve korucubaşlarını çağırdığını ve 28 Aralık’ta ne olacağı, nasıl önlem alınabileceğine ilişkin tartışmaları yürütüldüğünü vurguladı.

Erdoğan Roboski’de katledilenler sivil değil imasında bulundu
Daha önce Aralık ayının ortasında raporun açıklanacağı belirtilmesine rağmen açıklanmayınca CHP Ankara Milletvekili Levent Gök, 17 Aralık’ta Uludere Alt Komisyonu’nu 2 defa toplanamaması üzerine “derhal” toplantıya çağırdı. Onca açıklama rapor, incelemeden sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yaklaşan katliamın yıldönümü öncesi bu kez katliamda yaşamını yitirenlerin sivil olmadığı imasında bulundu. Başbakan Erdoğan, NTV’de canlı yayında yaptığı konuşmada, Roboski’de katledilen 34 sivil yurttaşın hepsinin sivil olmadığını ileri sürerek, “Orada sivil yurttaşlar öldürüldü” sözüne de tepki göstererek, “Burada 34 kişi deyip bunların sivil olduğuna karar vermek için yargı kararlarını beklemek lazım. Bırakalım bunlar sonucunu açıklasınlar. Bunlar hep sivil olarak gösteriliyor. Ortada netice çıkmadan kalkıyorlar bize özür dileyeceksin diyorlar” diye konuştu. Erdoğan, devletin böylesi bir olayda ödemesi gereken paranın olduğunu bunu da kendilerinin yaptığını söyledi. Erdoğan, olayın hemen ardından Roj Tv’nin bunu duyurmasının kuşku verici olduğunu ileri sürdü.


BİTTİ