15 Eylül 2013 Pazar

YPG Komutanı Sipan Hemo: Kürtler Kaybetmeyecek(YPG'nin Dünü Bugünü)

YPG Genel Komutanı Sipan Hemo, son dönemde Rojava'ya yönelik yoğunlaşan saldırıları ve gelinen aşamayı değerlendirdi. ANF'nin sorularını yanıtlayan Hemo, yapılan saldırıların temel amacının Kürtlerin Rojava'da oluşacak statüsünün önüne geçip boşa çıkarmak olduğunu beli

rterek Kürt toplumunun örgütlü yapısı ve halk savunma gücü YPG'nin başarılı operasyonları sayesinde bu saldırıların amacına ulaşamayacağını söyledi.
 
Rojava gündemiyle ilgili Sipan Hemo ile yaptığımız röportaj şöyle:

Öncelikle bize Rojava devriminin gelişim sürecini kısaca anlatabilir misiniz? 

19 Temmuz devrimi sadece Rojava halkı için değil, bütün Kurdistan halkı için en önemli dönemeçtir. Belki Kurdistan tarihinde şimdiye kadar ulaştığımız en önemli, en somut aşamadır. Tabi bunun birçok etkeni vardı. Rojava 34 yıllık bir devrim mücadelesinin mirasına sahip. Bir de Rojava halkı hiç bir dönemde kendi kültüründen, kendi kimliğinden vazgeçmedi. Şoven, milliyetçi Arap politikaları her zaman büyük bir baskı uygulayarak Kürtleri ayrıştırarak parçalama politikaları uygulamasına rağmen vazgeçmedi. Bu, Sykes-Picot ittifakından tutalım Fransız sömürgeciliğine, daha sonra gelişen Arap milliyetçiliğine kadar hepsi bir tek şeyi hedefledi: Kürtler kendi sistemlerini kuramasınlar. Ama Rojava Kürdü hiçbir zaman kimliğinden uzaklaşmadı. Bu temelde 1980 sonrası Kuzey Kurdistan'da gelişen Kürt özgürlük hareketine bir serhıldan ruhuyla katıldı Rojava halkı. Sadece uzaktan destek olmakla yetinmedi, bizzat katılarak omuz omuza mücadele etti. Adeta kuzey devrimi Rojava devrimiymiş gibi katıldı. Bu mücadelede binlerce şehit de verdi. Diyarbakır nasıl katıldıysa Efrin'de, Qamıslo'da öyle katıldı. Bu mücadele sonucu Rojava halkında bir örgütlülük gelişti. PKK hareketiyle birlikte ciddi bir zihniyet devrimi de gerçekleşti. Bu anlamda Başkan Apo'nun toplantısına katılmayan, onunla konuşmayan, ondan etkilenmeyen neredeyse bir Rojavalı aile yok gibi. Suriye'deki en örgütlü halk Kürtlerdir. Bu bir gecede olan bir şey değil, 34 yıllık bir mücadelenin mirasıydı.

Suriye'de serhıldana kalkan Arap halkı örgütlü olmadığı için kısa sürede dağıldı, birlik olamadı ve devrim havasından uzaklaştı. Ama Kürtler öyle değildi, örgütlüydü. Kendi bölgesinde sağlam adımlarla harekete geçerek kendi sistemiyle yeni oluşuma gitti, yönetimlerini kurdu. Biz de örgütlü olmasaydık Arap halkı gibi kısa sürede parçalara ayrılıp dağılabilirdik. Ama şimdi Rojava bölgesi, şehirleri çok güvenli, özgür bir şekilde yaşıyoruz. Yani yılların mücadesinin mirası olmasıydı şimdiki kazanımlarımız olamazdı. Çok kötü bir durumda olabilirdik. Kürtlerin yürüttüğü akılcı politika bizi bugünlere getirdi.

Bu örgütlülük sayesinde devrimin sağlam temellere dayandığını söylüyorsunuz ama burada askeri gücünüz YPG'nin önemini de unutmamak lazım. Biraz da YPG'nin kurulma sürecini, bu kadar kısa sürede nasıl bu kadar etkili bir aktör haline gelebildiğini anlatabilir misiniz?

YPG, Suriye'deki olaylardan sonra oluşmuş bir güç değil. Öncesine dayanıyor. 2004'de Qamışlo'da Kürtlere yönelik yapılan katliam o dönemde artık Kürtlerin sadece kültürel ve zihinsel değil fiziksel olarak da hedeflendiğini ortaya çıkarmıştı. Artık halkın kendi öz savunma birliklerini kurmanın önemi anlaşılmıştı. 2005'de öz savuma birlikleri adı altında Efrin'de, Qamışlo'da, Şam'da, Halep'te çok gizli hücrelerle askeri örgütlenmeye gittik. Kürtlere saldırılar söz konusu olduğunda bu saldırılara karşılık verecek şekilde oluşturuldu. Bu askeri örgütlenme 2007'de rolünü müthiş oynadı. O dönemde Rakka'da Kürtlere yönelik bir saldırı oldu ve o zaman bu birimler her yerde ortaya çıktı ve çok ciddi eylemlerle cevap verdi. O zaman devlet de anladı ki Kürtlerin gizli askeri birimleri vardır. Tabi bunun üzerine bize yönelik ciddi saldırılar başladı, tutuklamalar başladı. Askeri çalışmalar gündemimize girmişti artık. 2010 yıllında ise Ortadoğu'ya bir dış müdahalenin olacağını tespit etmiştik ama bu İran mı, Suriye mi daha belli değildi. Daha sonra Tunus ile başlayıp bölgeye yayılan müdahalenin Suriye'yi de kapsayacağını anlamıştık. Bu temelde hemen hızlı bir askeri yapılanmaya gittik. Daha Suriye'de serhıldanlar başlamamıştı. Şubat 2011'de askeri örgütleme için çalışmalara başladık. Gizli askeri savunma takımları oluşturduk. Efrin, Qamışlo, Kobani ve Halep'te dört ayrı askeri takım kurduk. 2011 yazında ise artık Rojava'da YXG (Yekineyin Xwepartastına Geleri) Öz Savunma Birlikleri adı altında savunma güçleri olduğunu resmen ilan ettik. Halkımıza yönelik yapılacak saldırılara karşılık vereceğimizi duyurduk. Halkımıza bunun sözünü verdik. Tabii o zaman Suriye rejimi bölgemizde vardı ve güçlüydü. O dönemde çok gizli bir yerde ilk kampımızı Efrin'de kurduk ve 3'er aylık eğitimlerimizi verip daha sonra eğitimini alan her timi başka şehirlere aktardık. Bu hamle ile birlikte artık 30 kişilik birlikler oluşturduk. Temel felsefemiz Kürtlere karşı saldırılar kimden ve nereden gelirse gelsin savunmaktı. Ve belli bir siyasi akıma bağlı olmadan tüm Kürtleri savunacağız dedik. O dönemde Efrin'de Yekiti Partisi'ne üye bir doktor bazı gruplar tarafında katledilmişti. Bunun üzerine YXG, o katillerin peşine düştü. Katilleri buldu ve onları getirip mezarının başında doktorun ailesinin gözleri önünde cezalandırdı. Bu YXG'nin ilk eylemiydi. Belki siyasi olarak bize yakın değildi ama Kürt'tü o doktor. YXG onun intikamı aldı. ilk adımdı ve çok doğru bir adımdı. Ondan sonra yine Kobani'de devlet güçleri Suriye Kürtleri İlerici Demokratik Birlik Partisi'nin (Partiya Peşveru) bir kadrosunu öldürmüştü. Bunun üzerine YXG güçleri karakolu basıp o subayı öldürdü. Bu, YXG'nin devlete karşı yaptığı ilk eylemdi. Artık halk anladı ki YXG bu felsefeyle onları savunabilecek. Daha sonra ise Derik'te Enverko diye bir devlet görevlisi infaz edildi halkın gözleri önünde. O şahıstan 30 yıldır Derik'te işkence görmeyen Kürt kalmamıştı. Onu da ortadan kaldırdık. Bu üç eylem YXG'nin ne için oluşturulduğunu ve neler yapabileceğini ortaya koymuştu. Bununla birlikte YXG'ye karşı düşmanların da saldırıları başladı. YXG'nin güçlenmemesi için saldırılara başladı. O dönemde Qamışlo'da YXG'nin çok önemli komutanı Şehid Xebat'a saldırı gelişti. YXG'ye vurulan en büyük darbe de buydu. Bu işin başındaki komutanı, bu işi yürüten komutanı vurmak kolay iş değildi. Bu darbe, bu işi durdurabilirdi, dağıtabilirdi. En başındaki komutanı vurmak YXG'ye geri adım attırabilirdi. Bu olmazsa bile halkın gözündeki itibarı zedelenebilirdi. Bunun üzerine hemen harekete geçtik. Şehid Xebat daha yaşamını yitirmemişti, komadaydı. Hemen bir tim oluşturduk ve o saldırıda yer alan herkesi alıp cezalandırdık. Sadece iki kişi kaçabildi, biri Türk MİT'ine sığındı diğeri de Suriye istihbaratının yanına kaçtı. Xebat arkadaşın vurulmasından sonra hatırlıyorum Qamışlo'da halk bize selam vermiyordu. Daha kendi komutanını koruyamayan bir örgüt bizi nasıl savunacak diye bize tavır aldı. Eğer o cezalandırmayı yapmasaydık halk bize itibar etmeyecekti. Daha sonra Xebat arkadaşın cenaze törenine yüzbinlerce insan katıldı. O serhıldan gösterdi ki artık Rojava'da devrim gerçekleşecek. Xebat arkadaşın intikamı zamanında alınmasaydı askeri güçlere güvenme, sahiplenme, katılım olamazdı. O eylemden sonra artık katılımlar çok hızlı artıyordu. Xebat arkadaşın anısına sahip çıkmak için artık var olan gücümüzü ordulaşma yönünde karar aldık. Qamışlo'da 2012 Şubat ayında yapılan bir toplantıyla YPG'yi, tüzüğüyle, programıyla, cezai kanunlarıyla, sancağıyla, felsefesiyle, hareket tarzıyla resmi bir güç olarak ilan ettik. Bir yıl dolu dolu devrimle geçti. Kobani'den başlamak üzere Efrin, Derik, Serékani ile devam eden yönetime el koyma operasyonları başlatarak kurumları özgürleştirerek sivil Kürt yönetime teslim ettik. Bununla birlikte artık bizim alanlarımıza saldırılar da başladı. Bu süreçte zaman zaman devlet güçleriyle de çatıştık. Kobani'de Qamıslo'da, Derik'te çatışmalarımız oldu. Kayıplarımız da oldu. Çok değerli arkadaşlarımızı kaybettik.

Peki size karşı çete gruplarının saldırıları ne zaman ve neden başladı?

Bu gruplarla ilk çatışmamız Halep Eşrefiye mahallesinde oldu. Onlar o zaman devlete karşı savaşırken 'koca devlet bizimle baş edemiyor, tek hakim biziz' düşüncesiyle bize saldırdı ama bizim gücümüzün farkında değildi. Saldıran grubu hiç kayıp vermeden ortadan kaldırdık ve bütün cephanelerine el koyduk. O zaman anladılar ki karşılarında ciddi bir güç var. Tabii saldırıları farklı bir boyut kazandı. Sonrasında Efrin'de bize saldırdılar. Ve bu saldırıyı tamamen Türkiye subaylarının planlamasıyla, koordine etmesiyle yaptılar. Ama Efrin'de de büyük bir bozguna uğradılar. Halkımız da iyice anladı ki YPG her koşulda kendisini savunabilir bir güçtür ve güveni bir kat daha arttı. Bu saldırılar bir süre durdu. Sonrasında Serekani süreci başladı. O zaman devlet güçleri vardı. Serékani'deki Kürt mahallelerinde biz vardık ama gruplarla devlet güçlerinin çatışmasına taraf olmuyor, tarafsız olarak izliyorduk. Sadece halkımızı savunacağız düşüncesindeydik. Gruplar bir kaç günde devlet güçlerini çıkardı ve hakim oldular. Böyle olunca bu kez tüm Serekani'de hakimiyet kurmak istediler ve bize yöneldiler. Biz çatışmadan yana değildik, ortak yönetimden, diyalogdan yanaydık. O zaman onlarla konuşmak için yanlarına giden sivil Kürt meclisin üyesi olan Abit Xelil' i vurdular. Bunun üzerine aramızda ilk çatışma başladı. YPG'nin ilk gün gösterdiği direniş çok görkemliydi. Bu grupların devleti bir kaç günde yendiği bir ortamda Serékani halkı 'devleti yenen bu gruplar bizim YPG'yi çok kolay yener, devletin baş edemediğine bizim çocuklarımız nasıl dayanır' diye çantalarını toplayıp oradan kaçmaya karar vermişlerdi. Ama bir iki günde YPG'nin o grupları dağıtıp Serékani 'den çıkarması halkı şok etti. Ertesi gün kendi gözümle gördüm, o kaçmaya hazırlanan halk ellerinde yemeklerle, erzaklarla, silahlarla YPG'yi mevzilerine ziyarete, destek olmaya geldiler. Herkes o zaman 'bu savaşı kim yaptı, YPG'liler mi yaptı, bizim çocuklarımız bu kadar iyi savaşır mı, bu savaşçılar başka yerde mi geldi' diye kendi aralarında konuşuyordu. Sonra çatışmalarda kaybettiğimiz şehitlerin cenazeleri gelince bir baktılar ki kendi çocuklardır, o savaşanlar kendi çocuklarıymış. O zaman anladılar ki savaşan YPG'miş. Bunun üzerine daha fazla onların yanında durdular. Ne zaman bir çatışma olsa kaçmayı düşünmüyorlar gelip destek oluyorlar.

Serékani'nin sizin açınızdan stratejik önemi nedir? Savaş neden bu bölgede yoğunlaşıyor?

Serékani bizim için çok önemli, stratejik bir yerdir. Rojava'nın Stalingradı'dır. Kürtlerin bir statüye kavuşması için çok önemliydi. Herkes artık Serékani'den sonra 'Kürtler' dedi. Bu askeri başarımızdan sonra ilk kez dışarıdan resmi olarak Suriye muhalefeti benimle konuşmaya geldiler. Ki o zamana kadar Kürtleri dikkate bile almıyorlardı. Bana 'gelip sizinle görüşmek istiyoruz' dediler. Onlara cevap olarak 'ben askeri bir komutanım, siz ise siyasisiniz, gidin bizim siyasetimizin oluşumu olan Yüksek Kürt Konseyi ile konuşun' diyerek onlarla görüşmeyi redettim. İlk kez bizim Kürt Yüksek Konseyi'ni fiili olarak kabul etmek zorunda kaldılar. Konuştular, karar alıp anlaşma imzaladılar.. Bu önemli bir adımdı. Ondan sonra Hewler'de görüşmeleri oldu, sonra Ruslar Kürt siyasilerini davet ettiler, Avrupa ülkeleri Kürtlerle konuştu. Cenevre toplantısına katılabileceğimizi söylediler. En önemlisi de halkın sahiplenmesi oldu. Ondan sonra Efrin'e yönelik saldırılarda halk artık elinde kazma küreklerle YPG'lilere meviz kazmaya koşuyordu. Bu durum, aslında kendi içinde devrimdir. Bir YPG'li savaşıyor, iki sivil köylü gelip 'sana bir şey olmaması için mevzi kazacağım' diyor. Onlarca kadın cepheye gelip savaşçılara yemek yapıyor. Serékani'de çatışmalar başlayınca kaçmaya hazırlanan halktan ziyade artık cephede çocuklarının yanına koşan bir halk var. Bu tamamen Serékani destanından sonra gelişen bir sahiplenmedir.

Bugünkü Rojava'da Kürtlere yapılan saldırılara gelecek olursak bu saldırıların temel amacı nedir? Son durumu anlatır mısınız? 

Bugün alanlarımıza yapılan saldırıların iki temel sebebi var. Birincisi Kürtlerin oluşabilecek bir statüsünü hazmedememektir. İkincisi ise bu statüsünü resmileşmesini önüne geçip boşa çıkarmaktır. Bu devrim sürecinden sonra ortaya çıkan sonuç temelinde artık resmi olarak herkes Kürtleri muhatap alıyor. Hatta kimi projeler sözkonusu olduğunda yani masa oturulduğunda 'Kürtler nerede' diye soruluyor. Bunu boşa çıkarmak için bize saldırıyorlar. Bu saldırıların arkasında kim var? Aslında bizim çok tanımadığımız, çok bilmediğimiz, buralı olmayan, El Kaide'nin Çeçenistan'dan, Afganistan'dan, Arap ülkelerinden, Avrupa'dan gelmiş örgüt üyeleri gelip buralı olan biz Kürtlere saldırıyor. Neden? Aslında onların esaslarına baktığımızda bunların Kürtlere saldırması için herhangi bir sebebi yok. Neden El Kaide Kürtlere saldırsın? Üstelik Kürtler emperyalistlerin mağduruyken. Kürtleri bu hale getiren emperyalistler değil mi? Var olan bugünkü Kürtler emperyalistlere karşısı, sömürgeciliğe karşı bir cephedir. Hatta onların Ortadoğu'ya yönelik projelerini boşa çıkaran yine Kürtlerdir. O halde El Kaide bağlantılı örgütler, sözüm ona Amerika karşısında olan bu örgütler neden Kürtlere saldırıyor? Ama esas mesele böyle değil. Radikal İslam örgütlenmesi esasında şimdiye kadar işbirlikçi ajan, emperyalist güçlere hizmet eden bir oluşumdur. Öyle söyledikleri gibi İslamcı falan değil, tam tersine islamı sınırlandıran, islamı çok aşırı radikalleştiren, marjinalleştirerek islama zarar veren bir projedir. El Kaide'nin tabanının dayandığı Vahabilik nedir? İngiliz ajanlarının Arabistan'da Muhammed Vahap anındaki kişi üzerinde oluşturduğu bir yapılanmadır. Arabistanlı Lawrence bölgeye geldiğinde Osmanlılara karşı Araplardan oluşturduğu bir yapılanmaydı. Önce Osmanlı'ların yayılmasına karşı oluşturuldu daha sonra ise aynı yöntem ve amaçla Sovyet coğrafyasında komünizmin yayılmaması için bu kez Amerikalılar tarafında Afganistan'da geliştirildi. El Kaide'nin yapısı işte bu temele dayanıyor. Bugün bize karşı saldırılarda bulunan bu örgütlerin karargahları Çeçenistan'dadır. Çeçenistan'daki bu islami gruplar tamamen Türk MİT'nin denetimdedir. Bunu yeni değil, eskiden beri biliyoruz. Tüm Çeçen gruplar Türkiye'de oluşturuluyor, örgütleniyorlar, eğitiliyorlar ve Çeçenistan'a gönderiliyorlar. Tabiki Türkiye'nin amacı ve kendi politikaları var. Kafkasya'da etkili olması açısında böyle bir yol yöntem izliyorlar. Türki cumhuriyetlerin olmasından sonra islami cumhuriyetlerin gelişmesi Türkiye açısından önemlidir. Ve Çeçenistan bunlardan biri. Onun için Türkiye bu grupları çok destekledi, destekliyor. Türkiye ve Rusya arasında bu konu sürekli tartışma konusu olmuştur. Türk devletinin Rojava'ya yönelik tüm kozlarını kullanması ve tüm hamleleri boşa çıkmasından sonra bu kez Çeçenistan merkezli islami grupların buraya gelmesi tabi ayrı bir amacı vardı. Ki daha önce islami gruplarla herhangi bir sorunumuz, çatışmamız yoktu. Gelir gelmez hemen Türk destekli gruplarla uzlaştılar. Burada mesela Fethullah Gülen tugayı var.

Yani Fethullah Gülen adına bir tugay mı var? Nerede? 

Evet evet, Fethullah Gülen adına tugay var burada. Bab ve Cerablus üçgeninde faaliyet gösteren askeri bir tugayı var. Bu tugay ilginçtir. Bize karşı gelişen her saldırının altında ben bu tugayı görüyorum. Serekani'de bile bize karşı savaşmaya gelmişti. Bunun yanısıra Fatih Sultan Mehmet Taburu da var. Bunların silahları çok yeni, pırıl pırıl temiz, imkanları büyük. Bunlar Arap gruplarını yönlendirebiliyor. Tabii bunların içinde Türk subayları var. Bunları tespit ettik. Yıllarca Kuzey Kurdistan'da PKK'ye karşı savaşmış subaylar var ve biz bunları tanıyoruz artık. Hatta birisi açık açık 'Ben Güneydoğu'da bilmem ne kadar kelle aldım' söyleminde bulunmuş bir toplantıda. Gizleme gereği bile duymuyor. Bize çok bilinçli şekilde saldırıyorlar. Mesela, Abdulcabbar Egidi'nin başında olduğu Liva Tevhid grubu var. Bunlar Özgür Suriye Ordusu bünyesinde bulunuyor ama ilk günden beri Türk istihbaratının denetimindedir ve bize ve Arap bölgesindeki Kürt köylerine saldırıyor.

Şu anda çatışmalar daha çok hangi bölgede yaşanıyor? 

En yoğun alanlarımız Derik, Tırbespiyê, Serêkani, Tel Hasıl, Tel Aran ve Tel Ebyad ve Halep'te yoğun ve şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Ancak saldırılara rağmen konumumuz çok iyidir. Kürtler bu saatten sonra kaybetmeyecektir. Şimdiye kadar girdiğimiz her çatışmayı çok az kayıplarla kazandık ve saldırgan grupları etkisizleştiriyoruz. Şimdiye kadar YPG'nin geri adım attığı tek bir çatışma olmadı. Tam aksine gün gün gelişiyoruz, büyüyoruz, güçleniyoruz ve hakim oluyoruz. Ara bölgeler hariç ana bölgelerimizde çatışmalarımız var ama halkımız güven içinde. Mesela Derik'te yoğun çatışmalarımız var ama Derik'deki halkmız çatışma sesi bile duymuyor. Bu durum diğer bölgelerde de aynıdır. Şuanda halkımız normal yaşamını devam ettiriyor, biz de askeri savunma gücü olarak onları koruyoruz. Tek sıkıntı yaşadığımız alan Kurdistan coğrafyası dışında yer alan Kürt köyleri olan Tel Hasıl, Tel Aran ve o ara bölgede kalan Kürt köyleri ile Tel Ebyad ve Halep kentidir. Bu yerler dışında duruma tamamen biz hakimiz. Ve hatta ilerde Derik ve Serékani'de çok ciddi kazanımlarımız olacağı da kesindir. Yüzyıldır kaybettiğimiz kimi topraklarımızı da geri alacağız. Açık söylüyorum; Tel Koçer bölgesi Kurdistan toprağıdır. Zamanla Araplaştırılmış ama orası Kurdistan'dır. Tabii bizim orada yaşayan halklarla hiçbir sorunumuz yok, hatta o halkları korumak bizim görevimizdir ve onları koruruz. Kurdistan toprağında yaşayan her halkın güvencesi biziz, onları her şekilde koruruz.

Tel Hasıl ve Tel Aran köylerinden bahsedince hemen orada yaşanan katliamı sorayım. Katliam yaşandığını siz açıkladınız. Biz de gazeteciler olarak olaydan kurtulan tanıklarla görüştük. Bir katliam olduğu çok açıkken KDP yönetimi neden 'katliam yaşanmamıştır' açıklamasını yaptı? O köylerde tam olarak ne yaşandı? 

Bununla bağlantılı olarak şöyle söyleyim. Ben daha önce KDP'nin politikalarının yanlış olduğunu söylüyordum. Yaptıkları politikaların düşmanlarımıza cesaret verdiğini söylüyordum. Ama şimdi yüksek sesle diyorum ki; Güney Kurdistan yönetimi değil ama KDP yönetimi bu saldırıların bir parçasıdır. Bu söylediğimi verilerle ortaya koyayım ki tüm Kürt halkı gerçeği bilsin. Birincisi; Efrine saldırı başladığı gün, Serikani'de de paralel olarak bir saldırı başladı ve yine aynı gün Semalka kapısı kapandı. Bütün bölgemiz hem içten hem dıştan ambargo altındayken Kürt kapısı neden kapanıyor? Ve bugüne kadar o kapı kapalıdır. En önemlisi de biz dış saldırılara karşı savunma yaparken içte ise KDP ile bağlantılı partiler içte karışıklık çıkarmak için yapmadıkları provakasyon, sabotaj kalmadı. Ne zaman bir dış saldırı olduysa buna paralel olarak içte de bu partiler Kürt toplumuna karşı bir hamleye giriştiler. Halkın moralini bozmak, halkı YPG ile karşı karşıya getirmek, cepheye bu ülke için savaşmaya giden YPG araçlarının önünü kestirip taşlattırmak hangi Kürtlükle açıklanabilir? Sürekli anti-propaganda faaliyetleri içinde bulundular. Başta Abdul Hakim Beşar'ın El Partisi olmak üzere sürekli halkı YPG'ye karşı örgütlemek için yapmadıkları provakasyon kalmadı. Bütün bu politikalarını boşa çıkardık. Doğrudur, bölgemiz savaş halindedir. Savaş koşulları var, ekonomik sıkıntılar var, yönetim eksikliği, idare eksikliği var, sonuçta bir devrim sürecindeyiz ama halkı tatmin eden tek nokta var: Güvenlik. Halkın güvenlik sorunu yok. Bu konuda en ufak bir sorun yok. Bu, oluşturduğumuz güvenlik şeridiyle alakalıdır. Suriye'de en güvenli, en huzurlu bölge Kurdistan bölgesidir. Böyle olunca bu partiler güvenlik anlamında halkın huzurunu bozmayı denediler. Halkın arasında kargaşa yaratmaya çalıştılar. Rojava'nın içinde düşmanın yapamadığı bombalama eylemlerini bu partiyle bağlantılı kişiler yaptılar. Bunun iki amacı var: birincisi; güvensizlik oluştuğunda bize saldırmak, ikincisi de halkı göçe zorlamak. Çünkü bu halkı buraya bağlayan tek neden buranın güvenli olmasıdır. 'Güvenliği bozarsak halk göç eder' diye düşünüyorlar. Bunun için bombalama eylemleri yaptılar. Tabii Asayiş'in ciddi çalışmaları sonucu bu bombalamayı yapanların hepsi yakalandı ve suçunu itiraf ettiler. Bu kişiler, A.Hakim Beşar'ın El Partisi ile bağlantılı çıktı. Bu partililerin bu konuda bir açıklama yapmaları lazım. Şimdiye kadar sustular. Eğer bu bombalamayı yapan şahıslar onlarla irtibatlı değilse çıkıp açıklasınlar. El Parti neden susuyor? Eğer susuyorlarsa demek ki bu bombalama olayları partisinin temel politikasıdır. Aynı şekilde Qamışlo'da, Kürt siyasetçi İsa Hıso'ya yapılan suikast! Olaya baktığımızda aynı bombalama şeklini görüyoruz. Birbirine çok benziyor. Peki olayların perde arkasında ne var? En önemli etken Demokratik Özerklik yapılandırılmasının başarılı olup Kürtlerin birinci temsilci konumuna gelmesini KDP'nin istemediği artık açığa çıkmış durumda. Hatta KDP yönetiminin Derik'te petrol alanlarıyla ilgili Amerikalılarla projelere giriştiğini de biliyoruz. Böyle bir çalışmanın olduğundan haberdarız. Rojava'nın bu taraflarında ise KDP'ye yakın partilerin hakim olması için Azadi gibi partiler silahlanıp ÖSO ile hareket ettiler. ÖSO'yu Kürt bölgesine çekerek bizi tasfiye etmeyi planladılar. Daha önce diyordum ki KDP'nin politikaları yanlıştır ama şimdi ise 3-4 aylık pratik çalışmalarını gördükten sonra artık bize karşı gelişen olaylarda yer alarak bu temelde politika geliştirdiklerini anladım. Bu verilere dayalı olarak diyorum ki, KDP bu saldırıların bir parçasıdır. Eğer bu söylediğime hayır diyorlarsa, Kürt halkının geleceğini düşündüklerini iddia ediyorlarsa herşeyden önce Rojava halkının kazandığı statüyü tartışmadan kabul etmeleri gerekirlerdi. Ulusal duruş bunu gerektirmiyor mu? Kurdistan'ın diğer parçalarındaki oluşumlar, partiler, PKK olsun, KDP olsun, Rojhelat'daki oluşumlar olsun, herkesin hiç düşünmeden buradaki statüyü sahiplenmeleri gerekirdi. Herkes sahipleniyor ama KDP yönetimi hala 'Rojava'nın statüsünü kabul edelim mi, etmeyelim mi' diye tartışıyor. Eğer sen Rojavalı'nın projesini desteklemiyorsan demek ki senin farklı bir projen vardır. Düşmanlarla bir projen var çünkü düşmanların projesi bize saldırı şeklindedir. Bizim geliştirdiğimiz sistemizi Kürt sistemi olarak görmüyor KDP. Tam tersine bu sistemi tasfiye etmek için elinden geleni yapıyor. Bu nedenle KDP, Til Hasıl ve Tıl Aran'daki katliamı katliam olarak görmüyor. O köylerde yüzden fazla kişinin kafasını kestiler. Yüzlerce kişiden hala haber alınmış değil. Onlara göre o katlettikleri PKK'liydi. Ama o insanların hepsi sivildi. Başı kesilenlerin içinde Araplar bile vardı. Arap'ın PKK ile ne ilgisi olabilir? 'İki tarafın çatışması' diye açıklama yapanlar eğer saldırıların içinde değilse neden böyle diyebilir ki? Demekki iki taraftan biri de o açıklamayı yapanlardır. Zaten olayı yapan Abdulcabbar Egidi 'bizim yanımızda Kürtler de vardı' diye açıklama yaptı. Peki kimdi bu Kürtler? Azadi Partisi'nin silahlı üyeleriydi. Zaten köyde görüştüğümüz kişiler, saldırı yapanların elinde Güney Kurdistan yönetiminin bayrağı olduğunu söylediler. Yani yaptıkları o 'katliam yok' açıklamasını normal buldum çünkü onlar da o saldırıda yer almışlar. Farklı bir açıklama, öyle ulusalcı bir açıklama yapılsaydı o zaman şaşırırdım.

Askıya alındığı açıklansa da bir ara gündemde olan ABD'nin Suriye'ye yönelik olası hava saldırısını sormak istiyorum. Böyle bir saldırıyı nasıl değerlendiriyorsunuz? Rojava bölgesi böyle bir olaydan nasıl etkilenir, sizin için ne değişecek? 

Rojava devriminin ilk gününden beri bir yaklaşımımız var: Suriye'ye yapılacak her türlü dış müdahaleye karşıyız! Her zaman dış müdahalenin iç dinamikleri zayıflatacağını ve çözüm getirmeyeceğini söylüyoruz. Gerçek çözüm iç dinamiklere dayalı olduğunu düşünüyoruz. Yani ABD'nin dış operasyonlarının özgürlük getirebileceğine inanmıyoruz, düşünmüyoruz. Dış yardımlar olabilirdi, çözüm konusunda iç dinamikleri yana yana getirmek, onların önü açılabilirdi. Bu da Birleşmiş Milletler elliyle yapılabilirdi. Ama istihbarat örgütleri elliyle dış operasyon yapmak çözüm getirmez. Suriye'ye müdahale oldu zaten, hem de bin kere müdahale oldu ama çözüm olmadı. Herşey denendi ama başarılı olamadılar. Çünkü iç dinamiklerine dayanmıyordu. Şimdi ise hava saldırılarından söz ediliyor. Bana göre ciddi bir saldırı olmayacaktır. Hedef bataklığı biraz daha derinleştirmek istiyorlar. Herhalde bunların projelerinin gerçekleşmesi için ortam yeterince karışık değil. Bunun için kimyasal silahı gerekçe yapıyorlar. Suriye ilk kez kimyasal silah kullanmadı ki! Suriye'de ilk kez kimyasal silah kullandığını ilk kez biz açıkladık. Suriye, Halep'te Araplara karşı kimyasal kullandı, biz de YPG olarak gittik kanıtlarını topladık, yaralıları Türkiye üzerinde dışarıya gönderdik. Verileri de toplayıp Avrupa'ya gönderdik ama o zaman hiçbir devletten ses çıkmadı. Sonra bu Şam'daki olay gerçekleşti ve bunun üzerine yaygara kopardılar. Bize göre bu yeni bir durum değildi. Aslında ABD'nin Suriye vururuz söyleminin altında 2.Cenevre mi yoksa 1.Washinton mu zirvesinin oluşturulması zemini yaratmaktır. Bir aydır vuracağı üsleri açıklamış. Suriye de eli kolu bağlı onun vurmasını mı bekleyecek? Tabi ki tedbirini alacak. Ve dönüp muhalefe 'bak Şam'ı vurduk, zayıflattık' demesi içindir de. Ve bence bu plan ABD ve Rusların danışıklı dövüşüdür. Belki siyasi bir çözümü artık güçlendirmesi, farklı bir yönetim projesidir. Peki bu saldırı Rojava bölgesini nasıl etkilecek? Kürtler artık Suriye'de irade sahip oldular. Suriye'de ne proje olursa olsun bundan sonra Suriye'de Kürtler kendi iradeleriyle varolacaktır. Kürtsüz bir projenin Suriye'de yaşam bulması mümkün değil artık. Batının, Rusların geliştireceği her projede biz de üçüncü çizgi felsefesimizle müdahil olacağız, dışında kalmayacağız. Ama bize yönelik şöyle bir müdahale oluyor: Rusya ve İran bizi kendi taraflarına çekmek için 'ne istiyorsanız hazırız, tartışabiliriz' diyorlar. Bizim istediğimiz üçüncü çizginin güçlendirilmesidir. Yine aynı şekilde diğer taraf da bize 'ne istiyorsanız kabul ederiz' diyorlar, onlara da aynı cevabı veriyoruz. Yani ne Suriye rejiminin politikaları faydalı olabilir ne de şimdiki muhalefetin projeleri. Asıl çözüm bizim savunduğumuz üçüncü çizgide olduğunu söylüyoruz. Suriye muhalefetinde de bizim projemizi destekleyen bir kesim var. Suriye'ye dönük yeni bir sistem, yeni bir yapılanma, yeni bir anlayış kesin çözüm getirebilir.

ABD'nin Suriye'ye olası bir hava saldırısıyla birlikte aynı zamanda bir NATO üyesi olan Türkiye'de kendi güvenliğini gerekçe gösterip Rojava bölgesine hava saldırısı yapma ihtimali var mı? Bu konuda bir kaygınız var mı?

Tahmin etmiyorum. Türklerin bahaneleri tabiki vardır ama ne yapabilir ki? Sonuçta bizim Suriye gibi ne ağır füzelerimiz, ne askeri üslerimiz, ne de kimyasal silahlarımız vardır. Bizim sistemimiz, gerillacılıktan gelen bir örgütlenmeyle gelişen bir askeri sistemimiz vardır. Eğer Türkiye'nin böyle bir düşüncesi varsa birbirimize yabancı değiliz. Sözkonusu gerilla savaşı olduğunda Türklerle birbirimizi iyi tanırız. Şimdiye kadar Rojava halkı olarak Türkiye'ye en ufak bir zararımız olmamıştır. Türkiye'nin şimdi en güvenli sınırı bizim kontrolümüzdeki alanlardır. Mesela ÖSO, Hatay ve benzeri yerlerde Türklerle sorun yaşadı ama bizim Türklerle hiç sorunumuz olmadı şimdiye kadar. Ama Türkler de tabii şimdiye kadar bizim statümüzü kabul edip hakimiyetimizi hazmetmediler. Eğer Türklerin Rojava'ya saldırı gibi bir planı varsa dediğim gibi YPG'nin felsefesi gerillacılığa dayan bir felsefedir ve gerilla savaşını çok rahat yürütebilir. Böyle bir saldırı Türkiye'nin yararına olmayacaktır, sadece kendisine zarar verir. Her zaman diyoruz, Rojava Kürtlerinin özgürleşmesi, demokratik bir sisteme kavuşması, bu, Türkiye demokrasinin gelişmesine de katkı yapacaktır. Artık Türkiye'nin bileceği bir iştir, biz her türlü gelişmeye hazırız.

KCK'nin, gerillanın çekilmesini durdurma kararını nasıl oıkuyorsunuz bu paralelde? Kuzey Kurdistan'da tekrar gelişebilecek olası bir savaş Rojava'yı nasıl etkiler? Bu kararı siz nasıl değerlediriyorsunuz? 

Bizi bir yönüyle etkiler. Önder Apo'nun geliştirdiği ve sonuca götürmek istediği süreç bizi moral açısından etkiler. Her şeyden önce biz Önder Apo'yu destekleriz ve o projenin gerçekleşmesi bizi çok sevindirir. Ama Önder Apo şu uyarıyı da yapmıştır: Herşey olabilir. Çünkü süreç dış müdahalelere açık bir süreçtir. Önderlik kendi tedbiri almıştır ve KCK'nin de kendi tedbirlerini alıp hamlelerini ona göre yapmasını istemiştir. Doğal olarak KCK buna göre davranıyor. Türkiye'nin kapasitesi, zihniyeti bunu karşılayacak düzeyde değil. Önderlik bu hamlelerle belki bu projesini olgunlaştırmak istiyor. Ama bize yönelik etkisi fazla olacağını sanmıyorum. Kuzeyde 30 milyonluk bir Kürt nufüs vardır. Herhalde oturup seyirci kalmayacaklardır. Devrim havasına girip devrimi gerçekleştirebilirler. Bu potansiyel vardır ve değerlendirmek lazım. Türkiye'de başlatılan süreç bizi, Rojava'yı nasıl etkiledi? Kötü etkiledi çünkü Türkiye'den gelen saldırılar arttı. Bize karşı yapılan tüm saldırılar Türkiye üzerinde gelişti. İhtimal vermiyorum ama dış müdahalelerle süreç bozulursa HPG meşru savaşını başlatabilir.

Size yönelik saldırıların Türkiye üzerinde geliştiğini söylediniz. Bu söylediğiniz yer Kuzey Kurdistan coğrafyasıdır. Bu anlamda Kuzey'deki Kürt halkının Rojava devrimine olan yaklaşımından, desteğinden, yardımlarından bahseder misiniz? Yapılan destekler Rojava devrimini sahiplenerek ortak devrim ruhuyla mı yapılıyor yoksa sadece insani boyutta mı sınırlı kalıyor?

Açıkçası Kuzey Kurdistan halkının Rojava devrimine pek bir desteği olmadı. Yani kuzeydeki halkımız bunu iyi bilsin. Bazı yardımlar yapıldı, sanki yabancı, savaş mağduru başka bir halka insani yardımda bulunur gibi süt, makarna, çocuk bezi gönderiyorlar. Kuzey halkımızda bir duyarlılık gelişmedi, devrime katılmadı. Rojava'ya yapılan bütün saldırı kararları Kuzey Kurdistan kentlerinde alınıyor. Antep'te, Urfa'da alınıyor. Hatta Efrin'e yapılan saldırı kararı Antep'te bir otelde alındı. Buna rağmen Kuzey halkında tek bir tepki olmadı. Halbuki 100 kişi toplanıp o otelin önüne gidip ' siz ne yapıyorsunuz' diye sorulsaydı bize karşı olan bu saldırılar da bu kadar yoğun, açık ve pervasızca olamazdı. Ama hiç bir tepki gelişmedi. Yine Serikani'deki bütün savaş Urfa'da planlanıyor, her türlü destekle bize yönelik saldırı gerçekleşiyor. Bu çeteci gruplar, Urfa'da açık açık toplanıyorlar, örgütleniyorlar gelip bize saldırıyorlar, yaralanıp tekrar Urfa'ya gidip tedavi ediliyorlar. İnsanlarımızda ise hiçbir hareket yok, sanki hiç savaş yokmuş gibi davranıyorlar. İnsanlarımız bunlara tepki gösterseler bu saldırıyı yapanlar geri çekilir saldırmaz. İnsanlarımızın tepkisiz kalması saldırganları daha da cesaretlendiriyor. Biz buradan yapılan toplantıları görebiliyorsak kuzeydeki halk nasıl görmüyor? İnsanlarımız toplanıp protesto edebilirdi. Türkler de kuzey halkının serhıldanlarından korkup Rojava'ya yapılan saldırılara yataklık yapamaz duruma gelirdi. Çete grupları gelip MİT'in denetiminde Kurdistan'ın üst bölgesinde örgütlenip bir kaç metre ötedeki başka bir Kurdistan parçasına saldırabiliyor. Bu nasıl bir trajedidir? Sahiplenme öyle salça makarna göndermek değil! Oysa kuzey halkı serhıldanlarla onlara dünyayı dar etmeliydi. Bizim salçaya, makarnaya ihtiyacımız yok ki, bizim özgürlüğe ihtiyacımız var. Siz bize manevi destek verin biz salçasız makarnasız da devrim yapabiliriz. Başkan Apo bir kaç kere 'bırakın makarnayı, salçayı kendi öz savunma sisteminizi güçlendirin, bu tür şeylerin peşine düşmeyin, savunmanızı, örgütlenmenizi geliştirin' uyarılarına rağmen maalesef kuzey halkı Rojava devrimini ciddi anlamda sahiplenmedi, anlamadı. Rojava'da gerçekleşen bir devrim eğer Diyarbakır'da yankılanmıyorsa o devrim boştur, öyle bir devrime de gerek yok zaten. Bu anlamda kuzey halkının devrim ruhuyla değil sadece insani bazı yardımları oldu.

ANF

Hiç yorum yok: