16 Ocak 2013 Çarşamba

Neden ABD’nin İsmi Hiç Geçmiyor?

Ferda ÇETİN

Paris’teki cinayet tetikçisi hariç, bilinenleri daha fazla olan bir olay. Bu tür olaylarda bilinen ve açık olanı yok saymak için, projektörü sürekli “bilinmeyen” üzerine tutmak ve bilinmeyenleri çoğaltmaya çalışmak da bilinen bir karartma yöntemidir.

Değerlendirmelerin ekseriyeti bu cinayetle amaçlananın, henüz yeni başlayan ''Türk-Kürt müzakerelerinin provoke edilmesi'' üzerine kurulu. Hükümeti ve PKK’yi, daha başlarken zorda bırakarak, ''savaşın sürmesini isteyen güçlerin işi'' deniliyor.

Bu cinayetle Öcalan ve PKK’ye, Erdoğan ve devlete aynı anda, ortak ve tarafları aynı şiddette etkileyecek bir mesaj falan verilmiş değildir. Mesaj tek taraflıdır; Öcalan’a, PKK’ye ve Kürt halkınadır. Bu açıdan Arınç’ın ve bir kısım yazarın “üzüntü”leri Türk tarafının ortak hissiyatı değildir. Erdoğan, Fetullahçılar ve medyanın derin sevinci, “muhataplarımız bulundukları hiçbir yerde kendilerini emniyet içinde hissetmemeli” duygusudur. Bunu anlamak hiç de zor değil.

Bu cinayetin organizatörleri şöyle düşünmektedir: ''Can derdine düşmüş bir siyasal güçle müzakere daha kolay olacaktır. Çünkü siyasi taleplerin önüne can güvenliği geçecektir.'' Nitekim bu tasarıma uygun olarak, Kürt halk Önderi Öcalan’la görüşmelerin başlamasıyla birlikte, gerilla alanlarına yönelik hava saldırılarında çok büyük bir artış görülmektedir. Sakine Cansız ve arkadaşlarının katledilmesiyle , ''sadece gerilla alanı değil, siyasal faaliyetlerin yoğun olduğu Avrupa’nın da saldırı hedefi olduğu'' gösterilmek istenmiştir.

Türk devletinin, PKK yöneticilerini öldürmek amacıyla, geçmişte ve bugün onlarca deneme yaptığı bilinmektedir. Bu durumu kendisi açısından ''meşru bir hak” saymaktadır. Erdoğan’ın “nerede olurlarsa olsunlar, inlerinde rahat edemeyecekler” açıklaması bu düşüncenin yansımasıydı. İslamcı-Türkçü zihniyet bir tek şartla değişebilir: Kürt siyasetçileri ve komutanlarını öldürmenin pahalıya mal olacağını anladığı zaman…

Tam da bu noktada devreye ABD giriyor. Otuz yıllık gerilla mücadelesi karşısında hiçbir başarı elde edemeyen Türk devletine, her seferinde “bu kez başaracaksın, bir kez daha denemekte yarar var” telkininde bulunan ABD’dir. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone, 16 Ekim 2012 tarihinde, TV kanallarının Ankara temsilcileriyle bir toplantı yaptı. Ricciardone bu toplantıda, ''PKK yöneticilerine karşı Türkiye’ye “Bin Ladin” taktiği önerdiklerini, Türkiye’nin bu öneriyi kabul etmediğini'' (!!!) belirtti. Peki “Bin ladin taktiği” nedir?

Paris’te 7.65’lik tabancayla yapılanı, heronlar, helikopterler, suikast timleri, bombalarla gerçekleştirerek “ölü ele geçirme”nin adıdır.

Bu cinayetten iki gün sonra, 11 Ocak’ta ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Victoria Nuland bir açıklama yaptı. İş olsun mukabilinde; “görüşmelerin genel anlamda pozitif bir gelişme olduğunu düşünüyoruz” dedi. Her konuşmasının sonunu “terör”ü kınamakla bitiren Nuland, her nedense Paris’teki terörist eylemi kınamadı. Eylem bir terörist eylem niteliğinde değilmiydi? Yoksa katledilenler “Ladin taktiği” ile katledilmeyi haketmiş kişiler miydi? Olayın içinde ABD yetiştirmesi Türk Gladyosu olduğu için mi ABD olayı görmezden geliyor?

Bizce öyle… Dünyanın değişik bölgelerinde, askeri diktatörlükleri ve despot yönetimleri açıkça destekleyen bir güç olması itibariyle ABD, dış politikasında devlet terörünü mazur gören ve destekleyen bir konumdadır.

ABD, bugüne kadar Kürt sorununun diyalog ve siyasal yöntemlerle çözümü için bir tek öneri yapmadı. Sömürgeci dört devletle ilişkilerinde, Kürt halkını hep kullanılacak bir malzeme gibi gördü. Kürtlerin haklı ve meşru mücadelesini ayda bir yaptığı açıklamalarla “terörizm”le suçladı.

''Türk gladyosu böyle bir cinayeti işlemez''miş. ''Asala’dan sonra, Türk istihbaratı yurt dışında hiçbir eylem yapmamış''mış… Öyle mi?

Türk devletinin 1998 yılında yurt dışında iki bilinen cinayeti var.

Kürt Halk Önderi Öcalan’ın Suriye’den çıktığı günlerdi. 17 Kasım 1998 günü Rusya’da, Petersburg’da, Rusya Devlet Başkanı Yeltsin’in Azınlıklar Danışmanı Galina Starowojoya, evinin önünde yaylım ateşine tutularak katledildi. Starowojoya Rusya’da, Öcalan’a siyasi statü isteyen siyasetçilerin en önde gelen ismiydi.
Öcalan’a siyasi statü verilmesini kim, hangi ülkeler istemiyordu?

Çok açık: Türkiye Cumhuriyeti ve ABD.
Bir hafta sonra ikinci cinayet 21 Kasım 1998 günü İran’da işlendi. İran Eski Çalışma Bakanı Dariush Forouhar ve eşi Pervaneh öldürüldüler. Forouhar, öldürülmeden birkaç gün önce, İran hükümetine başvurarak, Öcalan lehine bir miting için izin istemişti. İran bu başvuruyu doğruladı. Türkiye gazeteleri bu cinayetleri, “İtalya’ya Gözdağı” haberleri ile sundu. İki cinayetin failleri de yakalanmadı. Rusya ve İran ise bu olayları geçiştirdiler.

İran istihbaratı, değişik tarihlerde, Türkiye içinde onlarca muhalifini katletti. Rusya, çok yakın bir zamanda Çeçen liderlerini Zeytinburnu’nda katletti. Demek ki istihbarat örgütlerinin “sen benimkini görme ben de seninkini” tarzında “mutakabiliyet” anlaşmaları ve görmezden gelme “jestleri” de varmış…

Fransa devleti ve istihbaratı henüz faili tespit edememiş olabilir. Ama şurası kesindir; bu cinayeti hangi ülke istihbaratının işlediğini çoktan biliyor.

Bir hatırlatma ile bitirelim:

MİT Müsteşarı Hakan Fidan 3 Ocak 2012 tarihinde, yurt dışında görev yapan büyükelçiler ile Ankara’da bir toplantı yaptı. Fidan, büyükelçilere MİT’in yeniden yapılanması çerçevesinde dış istihbarata ağırlık verilmeye başlandığını belirtirken, müzakereler sürecinde, Kürtlere ve PKK’ye karşı yurtdışında izlenmesi gereken politika ve yapılması gerekenleri de anlattı.

Son dakika haberi: Belçika Genk’te Kürt Kültür Derneği yakıldı. Moskova’da yaşayan 76 yaşındaki Aslan Usayan isimli bir Kürt işadamı uğradığı silahlı saldırı sonucunda yaşamını yitirdi.

Hiç yorum yok: