13 Kasım 2012 Salı

Türk Askerleri Denetiminde Birlikler Serekaniye'ye Girmeye Çalışıyor

Suriye'de yaşanan iç savaş sürerken Türkiye'nin de silah ve para desteğinde bulunduğu Özgür Suriye Ordusunun , Genelkurmay ve MİT denetiminde Hatay'dan Ceylanpınar ilçesine sivil araçlarla getirilerek Serekani ilçesine girmeye çalıştığı iddia edildi.

Alınan bilgilere göre, Türkiye tarafından desteklenen "Özgür Suriye Ordusu"na bağlı yaklaşık 600 kişiden oluşan bir tabur büyüklüğündeki bir kuvvet, Genelkurmay ve MİT tarafından Hatay'dan Türkiye topraklarına sokulduktan sonra, sivil araçlarla Türk subaylar denetiminde gizlice Ceylanpınar ilçesine getirildi.

Ceylanpınar'da sınır bölgesinde bekletilen bu özel birlik, Türk subaylarının denetiminde 3 ayrı noktadan Suriye topraklarına girerek Serekani ilçesinin hemen dışında konuşlandı. Burada Suriye askerleri ile çatışan birliklerin ilçeye girmeye çalıştığı bildirilirken, Türk subayların da yerel giysilerle Resulayn'da oldukları ileri sürüldü.


ANF

Demirtaş: Biz Bu Meydanda Başkan Apo’nun Heykelini Dikeceğiz

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş Mardin’in Kızıltepe ilçesinde konuştu. Polisin halka saldırmasına tepki gösteren Demirtaş "Kürtlerin katili Kenan Evren’in heykelini dikebiliyorlar da, bir halk önderinin posterini mi açamaz. Bu halkın katilini, Kürtleri diri diri yakanları, iktidar adına sahipleniyorlar da, milyonlar önder olarak gördüğü iradesini mi sahiplenemeyecek. Biz bu meydana Başkan Apo'nun heykelini dikeceğiz heykelini" dedi.

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ve beraberindekiler, Derik ilçesinden yüzlerce konvoyluk araçla Kızıltepe ilçesine doğru yola çıktı. Polisin saldırısı sonrasında BDP seçim aracının kente girmesiyle birlikte halk Özgürlük Meydanı'na doğru yürüdü. "Bijî Serok Apo", "Bijî berxwedana zindanan", "Direne direne kazanacağız", "Tutsakların direnişi direnişimizdir" sloganları atan kitle, kısa sürede yaklaşık 10 bin kişiye ulaştı. Alanda, "Zindan direnişini selamlıyoruz" pankartı ve "Şov değil ölüm orucu", "Zindan direnişçilerinin talepleri taleplerimizdir" dövizleri açtı. Halk, PKK bayrakları, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın posterlerini açarak, alkış ve zılgıtlarla konvoyu karşılandı.

Büyük alkış ve zılgıtlar arasında, "Serhildanın öncüsü kahraman Qoser gençliği, fedakarlığın cesaretin timsali Kürt anaları sizleri selamlıyorum. 63. gününde bu kritik aşamasında kendi evlatlarını sahiplenen, alanlarda, meydanlarda direnen tüm halkımızı selamlıyoruz" diyen Demirtaş, "Alana gelmeden önce bir müdahale olmuş, demişler ki; 'Öcalan posterini asamazsınız.' Onu diyenlere açıkça sesleniyoruz; Kürtlerin katili Kenan Evren’in heykelini dikebiliyorlar da, bir halk önderinin posterini mi açamaz. Bu halkın katilini, Kürtleri diri diri yakanları iktidar adına sahipleniyorlar da, milyonlar önder olarak gördüğü iradesini mi sahiplenemeyecek?" sorusunu sordu. Ne yapılırsa yapılsın halkın önderine sahip çıkacağını belirten Demirtaş, "Siz ne diyorsunuz be, Biz bu meydana Başkan Apo'nun heykelini dikeceğiz heykelini. Kürt halkı artık önderiyle, partisiyle, çocuğuyla, yaşlısıyla, genciyle, Ortadoğu'nun en onurlu halkından biridir. Artık copla, suyla, panzerle tank ve topla bu halkı yıldıramazsınız. Bu halkın evlatları 63 gündür yemiyor, içmiyor ne için işte bu meydanda posteri açılan önderi için, işte 'yaşasın zindan direnişi' anadili için. Onun için bu halk bu evlatlarına sahip çıkıyor, onun talepleri olan önderliğin özgürlüğü için. Neymiş poster açamazmış, bal gibi de açar sen de gel engelle" dedi. Türkiye'de ıslık çalmanın bile yasak olduğu dönemden bugüne gelindiğine vurgu yapan Demirtaş, "Zulüm ettiniz, gözaltında işkence yaptınız, asit kuyulara attınız, zindanlara attınız, katliamlardan geçirdiniz, binlerce köy yaktınız, yıktınız, milyonlarca kişiyi göç ettirdiniz, bu halk size teslim olmadı, şimdi İdris Naim'in iki kıytırık copuyla, panzeriyle mi teslim alacaksınız" diye sordu.

‘MEYDANLAR FAŞİST ZİHNİYETE DAR EDİLMELİ’

Cezaevlerindeki açlık grevlerine sahip çıkılması gerektiğini belirten Demirtaş, Kürt gençliğine de şu çağrıyı yaptı: "Genç yoldaşlarımıza çağrımızdır; her zaman meydanlarda olmalısınız, madem ki, bu alanları meydanları bize dar etmeye çalışıyorlar, siz de bu alanları direnişinizle faşist zihniyetlilere dar etmelisiniz. Sadece bugün değil, her gün her saate bu alanlarda olmalısınız. Bu halk evlatlarının ölümüne izin vermemeli. Her geçen dakika her geçen saniye canımızdan can gidiyor. Eğer zindanlardaki yoldaşlarımız bu halkın özgürlüğü için bedenlerini ölüme yatırmışlarsa bu halkın yıllardır verdiği direniş ve mücadelesine güvendiği içindir. Açlık grevini AKP hükümeti başlattı, ama bitirecek olan sizlersiniz, sizin direnişiniz olacaktır. 63 gündür hükümette anlatmaya çalışıyoruz, onlar anadilinde savunma, eğitim yapmak istiyorlar diyoruz. Tüm anlatmalarımıza rağmen, anlamıyorlar, kulaklarını kapatmışlar dinlemek istemiyorlar. Belki birçok kişi anlıyor, ama anlamayan bir tek kişi var o da Kasımpaşalıyım diyen Başbakan. Duymuyor, anlamıyor. İşte siz direnişinizle, ona yoldaşlarınızın sesini duyuracaksınız, anlatacaksınız, hatırlatacaksınız" diye konuştu.

‘YEMEĞE SEVDALI OLSAYDIK, BAŞBAKAN OLURDUK’

Erdoğan’ın açlık grevi eylemleri için "Şov yapıyorlar, şantaj yapıyorlar" açıklamalarına da sert tepki gösteren Demirtaş, "Kürt halkının özgürlüğü için canını veren arkadaşlara 'şov yapıyorlar, şantaj yapıyorlar' diyenlere Kızıltepe Meydanı'ndan sesleniyoruz, eğer şov, şantaja, yemeğe sevdalı olsaydık, senin gibi Başbakan olurduk, konforlu olurduk, ama biz bunu seçmedik. Biz özgürlük için bedel veriyoruz. Sen daha Başbakan olmak için, belediye başkanı olmak için, cemaatten, Pelsivanya'dan izin almamışken, bu halk alanlardaydı. Sen daha Kemal Pir'i, Hayri Durmuş'u, Mazlum Doğan'ı, Ali Çiçek'i bilmiyorsun, tanımıyorsun. Onlar da direnirken 'şov mu' yapıyordu. O dönemin direnişin sembolü olan Mazlumların yoldaşları, zindanda açlık grevinde ama bir fark var, milyonlarca yoldaşları dışarıda onlara destek veriyor" dedi.

Demirtaş'ın konuşmasından sonra, konvoy Nusaybin ilçesine doğru yolla çıktı. Bu sırada Nusaybin yolunu tutan polisler, gaz bombası ve tazyikli su ile kitleye saldırdı. Kitlenin taşlarla karşılık vermesi üzerine çatışmalar ara sokaklara yayıldı. Polis BDP seçim aracına da gaz bombası atarken, aracın arka camları kırıldı. İlçede uzun süre çatışmalar devam etti. Polis müdahalesi sırasında bir gencin kafası kırıldı. İsmi öğrenilmeyen genç, hastaneye kaldırıldı.


ANF

KCK: Tek Yol Kaldı, Direnişi Yükseltmek

Açlık grevleriyle ilgili tüm yapıcı girişimlere rağmen Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın zindanlarda ölümlere kendini yatırdığını kaydeden KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, “karşımızda ölümlerden vicdanı sızlamayan ve siyasal kazanç elde etmek isteyen sadist bir Başbakan ve tek adamla yönetilen bir diktatörlük sistemi bulunmaktadır. Tehlikeli bir hal alan bu gidişata dur demek için, tek yol direnmek ve mücadele etmek kalmıştır” dedi. KCK, Kürt halkını, Kürdistan’daki tüm parti ve kuruluşları direnişi toplumsal düzeyde yükseltmeye, demokratik kesimleri Kürt halkıyla eylem birliğini geliştirmeye çağırdı.

KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, cezaevlerindeki süresiz dönüşümsüz açlık grevlerinin ölüm sınırına ulaşmasıyla ilgili yazılı açıklamada bulundu.

Hareket olarak ölümler yaşanmadan makul taleplerin karşılanarak açlık grevinin sonlandırabileceği şeklinde bir yaklaşımın sahibi olmalarına rağmen Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın zindanlarda ölümlerin yaşanmasına kendini yatırdığına dikkat çeken KCK, gerek cezaevlerinde gerekse dışarıda yaşanacak ölümlerden ve olaylardan bizzat Başbakan Erdoğan’ın kendisinin sorumlu olacağını belirtti. Tüm yapıcı girişimlerin sonuçsuz kaldığı yerde tek yolun direnmek olduğunu vurgulayan KCK, tüm demokratik kesimlere de daha aktif devreye girme çağrısında bulundu.

KCK’nin açıklaması şöyle:

“Son derece insani, haklı ve meşru taleplerle süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemi başlatan zindan direnişçileri 63. gününü doldurarak ölüm sınırına dayanmıştır. Başbakan Erdoğan, eylemin başından 63. gününe kadar açlık grevi eylemcilerinin direniş ve taleplerine ilişkin her türlü gayri insani ve siyasi ahlaktan uzak tutumunu sürdürerek adeta ölümleri teşvik eder bir duruma girmiştir. Erdoğan ve hükümeti, halkımıza ve Kürt siyasetine karşı izlediği saldırgan-faşist politikalarla, suçlu olmasına rağmen zindan direnişçilerini karalamaya, suçlamaya çalışarak ortamı germeyi esas alan bir siyaset üslubunu izlemiştir. Ancak halk ve kamuoyu vicdanı bu egemen ve sömürgeci zihniyet ve faşizm karşısında direniş bayrağını yükselterek insani değerlere, demokrasi ve özgürlük değerlerine sahip çıkmıştır.
FAŞİSTLERİN LÜGATINDA ŞANTAJ, HALKLARIN LÜGATINDA DİRENMEK!

Bedeniyle, düşüncesiyle direnmenin dışında kendisine başka bir yol bırakılmayan Kürt siyasetçilerinin, demokrat ve aydınların, yurtseverlerin eylemini şov ve şantaj olarak nitelemek Başbakan Erdoğan’ın akıl, vicdan, ahlak ve siyasi anlayışını ortaya koymaktadır. Her gün adım adım ölüme yaklaşmak nasıl bir şantaj olabilir? Faşistlerin lügatında bunun adı şantaj; halkların lügatında bunun adı direnmek, insanlık onurunu yaşamı pahasına korumaktır. Elbette ezilenlerle ezenler, hükmedenlerle mazlumlar, diktatörlerle halk, faşistlerle demokratlar, vicdansızlarla vicdanlılar, sömürgeci egemen güçlerle sömürge olanlar halklar ve kesimler aynı dilli kullanamazlar. Ancak sözcüklerin taşıdığı anlam üzerinden hiç düşünmeden sadece kin, intikam kusmak için konuşuyor olmak bir duruma öyle yapıştırıverince tutacağını sanmak Erdoğan siyasetinde olduğu gibi sapır sapır dökülmeyi getirir.

İdam tartışmalarını yeniden gündemleştirerek Kürt halkını ve özgürlük hareketini idam şantajıyla ölümle tehdit etmeyi bir politika olarak belirleyen kendisidir. Cumhuriyet tarihi boyunca zaten Kürtlere Dersim, Ağrı, Zilan, Hani, Sivas, Maraş katliamlarıyla soykırım uygulanmış ve bir gecede ileri gelenlerin boynuna idam ipi geçirilmiş ve mezarları bile bilinmektedir. Buna rağmen Kürt halkı boyun eğmemiş ve tam tersine PKK ve Önderliği, bu zulme, inkarcılığa karşı örgütlü bir başkaldırı hareketi olarak tarih sahnesine çıkmıştır. AKP hükümeti idam, soykırım politikalarıyla Kürt halkına boyun eğdiremeyeceğini, teslim alamayacağını yakın tarihine bakıp ders çıkarmasını bilmelidir.

AKP hükümeti, Kürt halkının demokratik, siyasal haklarına günlük olarak saldırarak tamamen siyaset alanını Kürtlere kapatıp demokratik eylem ve demokratik örgütlenme çalışması yürüten on binlerce kişi hakkında düşünceleri ve siyasi faaliyetlerine ilişkin düzmece iddianamelerle haklarını gasp ederek cezaevlerini doldurmuştur. AKP hükümeti, siyasi yöntemleri devre dışı bırakarak iktidarının zorba gücüyle sonuç alacağını zan etmektedir. Oysa tarihin tüm insanlığa öğrettiği yegane ders; gözünü iktidar hırsı bürümüş, zulümle iktidarını sağlamlaştırmak isteyen, akıttığı kanlar üzerinden kendini güç yapan nice zorba, zalim, diktatör ve faşistlerin hazin sonu hep aynı olmuştur. Tarihin karanlık sayfalarında lanetli yerlerini almanın ötesinde yüce insanlık ailesinde hiçbir yer edinememişlerdir.

‘KARŞIMIZDA ÖLÜMLERDEN VİCDANI SIZLAMAYAN BİR DİKTATÖR VAR’

Açlık grevi eylemcilerinin makul taleplerinin karşılanabileceği, hükümetin bu konuda adım atarak direnişin, ölümlere yol açmadan sonlandırılabileceği yönünde bir yaklaşım sahibi olduk. Sorunun çözülmesi konusunda Hareketimizin ortamı yumuşatma çabalarına ve başta BDP olmak üzere tüm duyarlı kesimlerin, Türkiyeli aydın ve demokratların çabasına zerre kadar değer vermeyip gerçekten zindanlarda direnenlerin ölmesine, ağır sakatlanmasına kendisini yatırmıştır. Başbakan Erdoğan bizzat eylemin ilk gününden ve bugüne değin ağır hakaret ve tahriklerle ortamı germiş, çıkmazı dayatmıştır.

Karşımızda ölümlerden vicdanı sızlamayan ve siyasal kazanç elde etmek isteyen sadist bir Başbakan ve tek adamla yönetilen bir diktatörlük sistemi bulunmaktadır. Tek dil, tek millet ülküsü tek adam ülküsü olarak şimdi de Türk usulü Başkanlık sistemiyle yasal hale getirilmek istenmektedir. Başbakan Erdoğan bu çizgisiyle, Kürt halkının öncü kadrolarını zindanlarda şahadete ulaşmalarını sağlamak, dışarıdaysa imha operasyonlarıyla özgürlük militanlarını tasfiye ederek sonuç almayı yeğlemektedir. Oysa zindan direnişçilerinin canları pahasına ortaya koyduğu tutum, çatışmayı durdurma ve yeni barışçıl demokratik çözüm sürecinin başlamasına dönük ortam hazırlayan çok insani bir tutumdur. Kürt halkının en değerli evlatlarının uğruna yaşamını feda ederek barış yolunu açmak için kendi öz iradeleriyle başlattıkları bu direnişe Erdoğan’ın sömürgeci faşist şiddeti dayatması AKP’nin Kürt sorununa yaklaşımını ortaya koymaktadır. Böylece AKP’nin gerçek yüzü zuhur etmiş, vicdan, hukuk ve ahlaktan yoksun tamamen zulümle sonuç almak isteyen bir zihniyeti temsil ettiği açığa çıkmıştır. Geçmişte de çokça denenen bu yolun hiçbir sonuç almayacağı ortadayken, bundan sonra gerek cezaevlerinde ve gerekse de dışarıda yaşanacak ölümlerden, şahadetlerden ve olaylardan bizzat Başbakan Erdoğan’ın kendisi sorumlu olacaktır. AKP’nin bu zulüm siyasetine karşı özgürlük hareketimiz ve halkımız her biçimde direnecek ve gereken cevabı vermesini bilecektir. Kanla beslenen bu zulüm iktidarının halkımızın iradesi karşısında başarısız kalacağı kesindir.


‘DİRENİŞ TOPLUMSAL DÜZEYDE YÜKSELTİLMELİ’


Tüm yapıcı girişimlerin, çağrıların sonuçsuz kaldığı ve tehlikeli bir hal alan bu gidişata dur demek için, tek yol direnmek ve mücadele etmek kalmıştır. Tüm yurtsever halkımız bilmelidir ki, öz evlatları olan zindan direnişçileri Kürt halkının da kendi dili ve kültürüyle insanca bir yaşama kavuşmaları için hayatlarını ortaya koymuşlardır. Egemen güçler tarafından Önderliği ve öncüleri imhaya tabi tutulan bir halkın özgür olması asla mümkün değildir. Tarihin bu aşamasında Kürt halkı, Önderliği ve öncüleriyle ancak ve ancak onurlu bir yaşam olanağına sahip olabilir. Bu gerçekten hareketle dağlarda, şehirlerde başlayan direniş halkasına zindanlardan katılan yoldaşlarımızın ortaya koyduğu iradeyle bütünleşmek, direnişi toplumsal bir düzeye çıkarmak temel bir yurtseverlik görevi haline gelmiştir. Zindanlarda yaşanacak şahadetlerin önüne geçmek ve şiddet, soykırım politikasına dur demek için başta Kürdistan gençliği ve kadınları olmak üzere tüm halkımız, Kürdistan’daki tüm parti ve demokratik kurum-kuruluşları harekete geçmelidir. Kürt özgürlük hareketinin en değerli kadrolarının adım adım şahadete gittiği böylesi bir süreçte yurtseverlerin ve kadroların tüm Kürdistan’da ve yurt dışında cevap olması gereken bir dönemdeyiz. Direniş her yerde toplumsal düzeyde yükseltilmelidir.

Türkiye’nin birliğinden bütünlüğünden ve halkların kardeşliğinden yana olan demokratik-devrimci tüm kesimleri, vicdan sahibi tüm insanları daha aktif devreye girmeye, Kürt halkıyla omuz omuza faşizme karşı eylem birliğini geliştirmeye çağırıyoruz! Kazanan halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesi olacaktır.”


ANF

Demirtaş: Copları, Panzerleri Dinlemeyeceğiz, Direneceğiz

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Mardin'in Derik ilçesinde yaptığı konuşmada, "Dilimizi kabul etmeyen, yok sayan, bu halkın önderine saygı göstermeyen zihniyete, faşist zihniyetlere direnişimizle Kürdistan'dan defol diyeceğiz" dedi. Gençlere ve metropollerde yaşayan Kürtlere seslenen Demirtaş, “İdris Naim Şahin copları, panzeri karşımıza dikebilir; ama biz bunları dinlemeyeceğiz, direneceğiz” dedi.

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, PKK'li ve PAJK'lı tutsakların öncülüğünde PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın güvenlik, sağlık ve özgürlük koşullarının sağlanması ile anadil önündeki engellerin kaldırılması için  yürütülen süresiz-dönüşümsüz açlık grevlerine dikkat çekmek için, Mardin M Tipi Kapalı Cezaevi önünde yapılacak mitinge katılım için ilçeleri gezdi.

Demirtaş ve beraberindeki Mardin Milletvekili Erol Dora, BDP PM üyeleri, belediye başkanları ve çok sayıda kişi, onlarca araçlık konvoyla ilk olarak Mazıdağ ilçesinde BDP İlçe Örgütü binasına geldi. Burada partilileri selamladıktan sonra Demirtaş ve beraberindekiler, geçtiğimiz hafta polisin attığı gaz bombasıyla başından yaralanan Emanet Eneş'i Kocakent (Teznê) köyündeki evinde ziyaret etti. Demirtaş, Eneş'in ailesinden sağlık durumu ile ilgili bilgi aldıktan sonra onlarca araçlık konvoyla Derik ilçesine geçti.

İlçe girişi ve çarşı merkezinde halk, BDP'nin seçim otobüsüyle beraber, Kelah Mahallesi Kaniya Guzê mevkiinde açılan "Direniş Çadırı"na kadar yürüdü. Binlerce kişi sarı kırmız yeşil flamaları açarak, otobüsü karşıladı. Karşılamada "Ölümlere izin vermeyeceğiz, taleplere yanıt verilsin, açlık grevi direnişçilerini selamlıyoruz, anadilde eğitim talebi kabul edilsin, Öcalan'a özgürlük" pankartı, "Zindan direnişçilerinin kutsal direnişini selamlıyoruz talepleri taleplerimizdir" dövizi ve 14 Temmuz 1982 tarihinde Diyarbakır Cezaevi'nde başladıkları ölüm oruncunda yaşamını yitiren PKK'nin öncü kadrolarının fotoğrafları ile Öcalan'ın posterleri taşındı.

Sık sık "Bijî berxwedana zindanan", "Öcalan", "Bê serok jiyan nabe", "Direne direne kazanacağız" sloganları atan kitle, alkış ve zılgıtlarla otobüsten çalan marşlara eşlik etti. Toplanan kitleye hitap eden BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, böylesine kritik bir dönemde direnişin sürdüğü günde, Derik'in her köşesinde ortaya çıkardığı direnişi selamladığını belirterek, "Ama bunu da çok iyi bilmemiz gerekir ki zindanlarda büyük bir kararlılıkla o kutsal direniş devam ediyor. Bizler için, Kürt halkı için, sizler için, ortaya çıkan onurlu değerler için, özgürlük, Kürt sorunun çözümü için bedenlerini ölüme yatıran, kahramanca direnişi ortaya koyan tutsak yoldaşlarımızı Derik'ten selamlıyoruz" ifadesinde bulundu.

GENÇLERE ÇAĞRI

Açlık grevlerinin AKP'nin faşizan politikalarına karşı başlatıldığını; ancak bunu bitirenin de halkın evlatlarını sahiplenmesi ve onurlu duruşu ile olacağının altını çizen Demirtaş, "63'üncü gününe giriyoruz, kritik aşamanın eşiğini aştık, ölümler an meselesi, onun için nasıl ki ilk günde sizler Kürt halkı ayakta, kararlılığını gösterdiyse bu saatten sonra daha da çok, saat saat, dakika dakika, saniye saniye direnişlerini yükseltmelidirler. Çünkü artık saniyeler büyük önem taşıyor. Bu halk 'şantajdır, blöftür, tehdittir, şovdur' laflarına aldırmadan sokaklarda, elinden ne geliyorsa onun yapılması gerekiyor. Özellikle gençlere çağrı yapıyorum, sadece Derik'te değil tüm Kürdistan gençliği saniye saniye alanlarda zindandaki direnişe direniş katalım. Bugünler evde oturma günü değil, biz direnişimizle 'şov yapıyorlar, şantajdır' diyenlere meydanlarda direnerek, direnişle nasıl kazanıldığını göstereceğiz" şeklinde konuştu.

FAŞİSTLERE KÜRDİSTAN’DAN DEFOL DİYECEĞİZ

"Anadilde savunmayı, eğitimi, kabul etmeyen zihniyette, bu halkın önderine, Kürt halkının önderine saygı göstermeyen zihniyetlere, faşistlere, meydanlarda, Kürtlerin olduğu her yerde Kürdistan'dan defol diyeceğiz" diyen Demirtaş, "Kürt halkının önderine saygı gösterilmesi gerektiğini, anadilde savunma ve eğitimini kabul ettireceğiz" dedi. Zindanlarda bulunan Kürtlerin anadilde savunmayı kabul edeceklerse sadece bununla kalınmayacağını dile getiren Demirtaş, "Biz sadece bununla kalmayacağız, niye onları zindana attın, bu yoldaşlarımızı niye hukuksuz bir şekilde cezaevlerine koydunuz, belediye başkanlarımızı, milletvekillerimizi, çocuklarımızı, siyasetçilerimizi, analar ve babalarımızı niye hukuksuz bir şekilde zindanlara attıklarını sorgulayacağız ve sonuna kadar da takipçisi olacağız" diye kaydetti.

ZINDAN DUVARLARI YIKILMIŞTIR

Onurlu direnişte olan tutsakların yalnız bırakılmaması gerektiğine vurgu yapan Demirtaş, şunları söyledi: "Birlikte, omuz omuza mücadele vereceğiz. Analar özellikle analar en büyük bedeli verdiler, evlatlarını vermeye devam ediyorlar. O analar ki evlatları 63 gündür açlık grevindedir, direniyor. Şimdi sesleniyoruz, kendi geleceği için değil, ihale, makarna, kömür, cezaevi koşulları için değil, zindan kapılarında direnen evlatlarınız için, hangi Kürt rahat uyuyabilir, hangi Kürt rahat yemek yiyebilir. Benim tanıdığım onurlu bir Kürt evinde duramaz. Evlatlarını unutmaz, yalnız bırakmaz. İşte biz sizin vekilleriniz olarak da, biz de onlara bu direnişlerinden dolayı canımız feda olsun diyeceğiz ve onlarla birlikte, sizinleyiz varız diyeceğiz." Kürtlerin eski Kürt olmadığını herkesin bilmesi gerektiğine işaret eden Demirtaş, "İşte Hayri Durmuş, Ali Çiçek, Kemal Pir, Mazlum Doğan; tüm Kürtleri ezmek isteyen güçlere gösterdiler. Kürtlerin nasıl direneceğini, zindan direnişini nasıl var ettiğini bir halk olduğunu gösterdiler. Tüm zindanlarda görkemli bir direniş ortaya koyuyorsak, bu yoldaşların sayesinde olmuştur. Artık herkes bilsin ki biz ve zindanlar arasında duvar yoktur. Zindanlardaki direnen yoldaşlarımızla halk buluşmuştur. Zindan duvarları yıkılmıştır" dedi.

Kürt halkının özgürlüğünün, zindanlardaki açlık grevinin sonlanmasının Başbakan Erdoğan'ın iki dudağının arasından çıkacak söze bağlı olmadığına vurgu yapan Demirtaş, özgürlüğü getirecek olanın zindanlardaki direniş, halkın gösterdiği görkemli direniş olacağını söyledi. Özellikle metropollerde yaşayan Kürtlere seslendiğini dile getiren Demirtaş, "Metropollerde yaşayan Kürt halkımıza sesleniyoruz, sizin ortaya koyacağınız direniş, tavır, belirleyici olacaktır. Herkes, elinde ne imkan varsa, kullansın. İdris Naim Şahin copları, panzeri karşımıza dikebilir; ama biz bunları dinlemeyeceğiz, direneceğiz. Çünkü bu taleplerin kabul edilmesi bu ülkenin geleceğinin aydınlatılması demektir. Onun için ne zahmetler karşımıza çıkarsa çıksın direneceğiz" dedi.

Demirtaş'ın konuşmasından sonra seçim otobüsü yoğun ilgiden dolayı alandan güçlükle çıkarken, kitle PKK ve PKK Lideri Öcalan lehine sloganlar atarak ilçe çıkışına kadar yürüdü.

Demirtaş, yüzlerce araçlık konvoyla Kızıltepe'ye doğru yola çıktı.


ANF

Seydi Fırat: Açlık Grevleri Bir Manifestodur

1 Ekim 1999 yılında Şemdinli’den Türkiye’ye giriş yapan 8 kişilik birinci Barış Grubu’nda yer alan ve bugün Demokratik Çözüm ve Barış Meclisleri’nde çalışmalarını sürdüren açlık grevindeki DTK Daimi Meclis üyesi Seydi Fırat, Türk cezaevlerinde 63 gündür sürdürülen açlık grevlerinin bir manifesto olduğunu ifade etti. AKP Hükümeti tarafından açlık grevlerine yönelik geliştirilen tutum ve açıklamaları hakaret olarak değerlendiren Fırat, “Bu ahlak dışı bir durumdur. Hükümetin geçmiş zihniyeti tekrar tekrar eylemcilere uygulaması son derece çirkindir” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlük koşullarının sağlanması ve Kürt dili üzerindeki engellerin kaldırılması talepleriyle Türk cezaevlerinde bedenlerini ölüme yatıran PKK ve PAJK’lı tutsaklar öncülüğünde başlatılan süresiz dönüşümsüz açlık grevinde 63’üncü güne girildi. Siyasi tutsakların 12 Eylül’de başlattıkları açlık grevlerine katılım her gün artarken dışarıda ise 13 DTK Daimi Meclis üyesi, BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak ve BDP’li vekiller ile Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir süresiz dönüşümsüz olarak açlık grevlerini sürdürüyor. 1 Ekim 1999 yılında Şemdinli’den Türkiye’ye giriş yapan 8 kişilik birinci Barış Grubu’nda yer alan ve bugün Demokratik Çözüm ve Barış Meclisleri’nde çalışmalarını sürdüren DTK Daimi Meclis üyesi Seydi Fırat, açlık grevlerine ilişkin ANF’ye konuştu.

‘TUTSAKLARIN AÇLIK GREVLERİ MANİFESTODUR’


Açlık grevleri Kürt halkının mücadelesi ve Türkiye’deki demokrasi mücadelesi açısından son derece önemli ve kuşatıcı bir eylem olduğunun altını çizen Fırat, “Böylesine kırılgan bir dönemde ağır koşullar altında ortaya konulan açlık grevlerine herkesin saygı duyması ve destek vermesi gerekiyor. Böylesi bir eyleme güç vermeyen, bu eylemden yana tavır koymayan güçler anlama yetisini yitirmiş güçlerdir. Bugün Türkiye’deki siyasal rejim aslında aptallaşmayı yaşıyor. Otoriterleşmenin, baskının keyfiyeti içerisinde hareket ediyor. Bugün kendisini bu şekilde tatmin edebilir, açlık grevindekilerin taleplerine karşı ciddi bir düzeyde şovmenlik yapabilir. Büyük bir iştahla bunu kamuoyuna servis ediyor. Bu son derece çirkin bir yaklaşımdır. Kürt tutsaklarının açlık grevi eylemi, bu eylemin amacını anlamamaları yönündeki yaklaşım tehlikeli bir yaklaşımdır. Biz bu yaklaşım çözümsüzlük yaklaşımıdır. Ve siyasi tutsakların açlık grevleri bir manifestodur” diye konuştu.

‘TUTSAKLARIN YÜCE SESİNİ HÜKÜMET İSTESE DE KISAMAZ, BU EYLEMİ ENGELLEYEMEZ’

Fırat, Türk cezaevlerinde bulunan siyasi tutsakların 63 gündür sürdürdüğü açlık grevlerini deklarasyon olarak yorumlayan ve bu deklarasyona başta Türkiye’deki demokratik, siyasi çevreler ile aydınlar olmak üzere herkesin sahip çıkması gerektiğini ifade etti.

Fırat sözlerini şöyle sürdürdü: “Son derece ağır koşullar ve zulüm altında bu eylem konuluyor. Açlık grevindeki tutsakların yüce sesini hükümet ne kadar istese de kısamaz, bu eylemi engelleyemez. Bu sesin ne Türkiye kamuoyuna ne Kürt halkına ne de uluslararası kamuoyuna ulaşmasını engelleyemez. Eylemcilerin yüce sesi bugün, hem gök kubbenin altında hem de gök kubbenin kuşaklarında yankılanıyor. Hükümetin buna karşı her ne kadar manipülasyon yapıyorlarsa engelleyemedikleri de görülüyor. Bu mümkün değildir. Çünkü öncelikle eylemcilerin yöntemi son derece etkindir. İkincisi, eylemcilerin perspektifi, amacı son derece insani ve çözüme yöneliktir. Bu açıdan eylemcilerin duruşu tüm çözümsüzlük duruşlarını dize getiren bir duruştur. Hükümet kendini ne kadar güçlü hissederse hissetsin başarılı olamaz. Hangi araçları kullanırsa kullansın, hangi şiddet yöntemine başvurursa vursun başarı şansları son derece zayıftır.”
HÜKÜMETİN AÇLIK GREVLERİNE KARŞI YAKLAŞIMI AHLAK DIŞIDIR

Türk cezaevlerinde bedenlerini ölüme yatıran PKK ve PAJK’lı tutsaklar öncülüğünde 12 Eylül’de başlayan açlık grevlerine daha fazla sahip çıkılması gerektiğini vurgulayan Fırat, “Bu eyleme bir biçimde destek vermek hepimizin boyun borcu ve sorumluluğundadır” dedi.

AKP Hükümeti tarafından açlık grevlerine yönelik geliştirilen tutum ve açıklamalara da işaret eden Fırat, bunu eylemcilere karşı bir hakaret olarak yorumladı ve “Bu ahlak dışı bir durumdur. Hükümetin geçmiş zihniyeti tekrar tekrar eylemcilere uygulaması son derece çirkindir” ifadesini kullandı.

Fırat, AKP Hükümeti’nin Kürt halkını ve taleplerini anladığını ancak anlamazdan geldiğinin altını çizerek, “Hükümet anlamazdan gelmeyi çok seviyor. Aslında anlıyor ancak anlamamak bir siyaset tarzı olmuş. Bu geçmişte de çok uygulandı, adeta kronikleşmiş bir tarz oldu. Her sıkıştıklarında buna başvuruyorlar. Ancak bu çare değil” dedi.

‘AÇLIK GREVLERİ SORUNUN ÇÖZÜMÜNDEKİ EN DOĞRU YÖNTEMİ ORTAYA KOYUYOR’

Kürt halkının eskisi gibi olmadığını, hakları doğrultusunda sesini daha güçlü yükselttiğini belirten Seydi Fırat, “Bir taraftan sorunları çözmedeki zayıflığı bir taraftan otorite, güç olmadaki yoğunluğu hevesi aslında siyasi iktidarda bir yarılma yaratıyor. Ve siyasi iktidar bu yarılmayı demagoji ile manipülasyon ile aşmak istiyor. Ancak bu mümkün değildir. Bu esas itibarıyla onların çıkmazıdır. Bizim içeride ve dışarıda sürdürdüğümüz özgürlük, demokrasi mücadelemiz aslında bir biçimiyle onların bu çaresizliğine yeni bir yaklaşım gösteriyor” diye kaydetti.

Hükümetin Kürt halkına karşı onur kırıcı yaklaşımlar sergilediğini ifade eden ve hiç kimsenin buna boyun eğmeyeceğini söyleyen Fırat, “Sayın Öcalan üzerinde işkence düzeyinde olan ağır bir tecrit vardır ve bunu kabul etmek mümkün değildir. Cezaevlerindeki siyasi tutuklularda buna karşı tavır ortaya koyuyor. Bu tavır aslında sorunun çözümünde en doğru yöntemin ne olduğunu ortaya koyan bir yaklaşımdır” dedi. Fırat, Türk cezaevlerindeki siyasi tutsakların gösterdiği bu hayati yaklaşıma herkesin sahip çıkması gerektiğini söyledi.

Siyasi tutsakların güçlü bir irade göstererek bir halkın taleplerini dile getirdiklerini ifade eden Fırat, eylemi sahiplenmenin artık dışarının sorumluluğunda olduğunu kaydetti.

BARIŞ ELÇİLERİNİN MÜCADELESİ TARİHE NOT OLARAK DÜŞTÜ

Barış Grubu olarak Türkiye’ye giriş yaptıktan sonra cezaevlerine konulan Barış Grubu üyelerine de dikkat çeken Fırat, Aysel Doğan’ın durumunun ağırlaştığını belirtti. “Onlar zaten barış için yola çıktılar, mücadele verdiler. Ancak ne yazık ki hükümet bu barış yaklaşımlarını bir şekilde etkisizleştirdi. Ve önemli bir kısmını ağır cezalar vererek cezaevlerine koydu ama onların onurlu mücadelesi devam ediyor. Ve onların barış elçisi olarak gelişleri, amaçları, mücadelesi tarihe bir not olarak düştü. Şimdi onlar cezaevlerinde ben de burada eyleme katıldım. Bu aynı zamanda onlara karşıda bir sorumluluğumdur.”

Fırat son olarak, içinde bulunulan kritik sürece dikkat çekerek, hükümetin tutsakların haklı ve meşru taleplerini duymazdan gelerek adım atmamasına karşı halkı sokağa direnişe çağırdı.


ANF

Arınç 'İyi', Erdoğan 'Kötü Polisi' Oynuyor

Türkiye ve Kürdistan cezaevlerinde süren açlık grevleri karşısında hükümetin aldığı tavır yabancı basının gözünden kaçmıyor. Avusturya’nın Der Standard gazetesi, ‘Bülent Arınç iyi polisi, Erdoğan kötü polisi oynuyor’ değerlendirmesinde bulundu. Fransız l’Express dergisi de açlık grevlerinin Kürtlere karşı baskıcı politikaları nedeniyle eleştirilen Ankara’yı zora soktuğunu yazdı.

Ülkenin önde gelen gazetelerinden Der Standard’ın İstanbul muhabiri Markus Bernath tarafından kaleme alınan ‘Erdoğan Kürt hükümlülere zorla yedirmek istiyor’ başlıklı haberde, 150 kadar tutuklu ve hükümlünün sağlık durumlarının tehlikeli aşamaya girdiği belirtildi. Markus Bernath, bir taraftan Başbakan yardımcısı Bülent Arınç’ın Kürt politikacılarla sorunun çözümüne yönelik görüştüğünü, diğer taraftan ise Başbakan Erdoğan’ın ‘şov ve şantaj’ gibi kelimeler kullandığını hatırlattı.

‘ARINÇ İYİ, ERDOĞAN KÖTÜ POLİS’

Erdoğan ve Arınç için ‘iyi polis-kötü polis’ tespitinde bulunan Avusturyalı gazeteci, “Hükümetin iki aydır yaklaşık 700 kadar Kürt tutuklunun sürdürdüğü açlık grevine karşı yaptığı manevra dahilindeki rol paylaşımı böyle olmalı” dedi. Bernath, Erdoğan’ın yine bu amaçla iç siyasete yönelik bir tartışma konusu açmak için idam cezasının geri getirilmesini öne attığını kaydetti.

ERDOĞAN KIZARMIŞ TAVUK BUDU YERKEN…

Markus Bernath, Erdoğan’ın gerekirse açlık grevindeki tutsaklara müdahale edileceğine yönelik sözlerinin de özellikle ‘aydın Türklerde’ kötü anıları tekrar yeşerttiğinin altını çiziyor. 2000 yılındaki 'Hayata Dönüş Operasyonu’nu tırnak içerisinde veren Bernath, operasyonda onlarca tutsağın yaşamını yitirdiğini hatırlattı.

Gazetenin Erdoğan’ın “kızarmış tavuk budu” yerkenki bir fotoğrafını kullanması dikkat çekti. Erdoğan, açlık grevlerine tepki gösterirken BDP’lileri “kebap” yemekle suçlamıştı.

‘AÇLIK GREVİ TÜRK OTORİTELERİ ZORA SOKTU’

Öte yandan Fransa’nın önde gelen haftalık dergilerinden l’Express de açlık grevleri ve idam tartışmalarına yer ayırdı. İdam tartışmalarının Ankara’nın Kürt sorununda giderek sertleştiği bir dönemde geldiğine dikkat çeken l’Express, tutsakların açlık grevinin ikinci ayına girdiğini de hatırlattı.

Cumartesi’den bu yana BDP’den milletvekillerinin de tutsakların ‘hareketi’ne destek verdiği kaydedilen l’Express’in haberinde, Erdoğan’ın şantaj ve şov benzetmelerine yer verildi. Bu sözlerin hemen akabinde ise, açlık grevlerinin ‘Kürt azınlığa karşı baskıcı politikası’ nedeniyle çokça eleştirilen Türk otoriteleri oldukça zora soktuğu yorumu yapıldı. 


ANF

İp Sallanmaya Görsün...

Cahit MERVAN

Türk başbakanı Tayyip Erdoğan ilk önce partisinin Kızılcahamam toplantısında, daha sonra Türkiye’den kilometrelerce uzak turistik Bali adasında ve en son Skorsky tipi helikopter de ölen askerlerin cenaze töreninin ardından idam ipini sallamaya başladı.

Türk başbakanı idam sehpası kurmak istiyor. Bir cellat başı gibi bu sehpada muhaliflerini sallamak istiyor. Ancak Erdoğan bir gerçeği unutuyor. Tarih bir cellat başı gibi ortaya çıkan giyotin ve idam sehpaları kuran ve daha sonra bizzat kendisi ‘kurban’ edilen kişilerle doludur.

Osmanlı tarihinde hiçbir padişah, sadrazam, vezir eceliyle şöyle ‘ağız tadıyla’ yatağında ölmedi. Öldürüldü. Ya zehirlendi, ya başı baltayla vuruldu, ya boğularak bir çuval içinde İstanbul boğazının serin ve derin sularına bırakıldı, ya da halkın gözleri önünde kurulan bir idam sehpasında can verdi. Hepsi bir öncekini infaz ederek iktidara yürüdü. Bir gün zehirli bir yiyeceğin, keskin bir balatanın ya da yağlı bir urganın kurbanı olacaklarını düşünmemişlerdi herhalde.

Osmanlı padişahları gibi Fransız Maximilien Robespierre de binlerce insanı giyotine gönderirken o yağlı, keskin bıçağın bir gün kendi boynuna da ineceğini hiç düşünmemişti. Robespierre mahkemeler aracılığıyla sayıları bugünde dahi tespit edilemeyen, kimi kaynaklara göre 40 bini bulan her meslek grubundan, kadın ve erkeklerin boynunu büyük bir soğukkanlılıkla giyotinde vurdurttu. Bunu sözde ‘terörün yükselişini’ önleme adı altında yaptı. Ancak giyotin o keskin bıçağını bir gün de onun için biledi. Ve 28 Temmuz 1794’te başını gövdesinden koparıp aldı.

Robespierre’den yaklaşık 140 yıl sonra Almanya’da Adolf Hitler peş peşe girdiği seçimlerde partisinin oyunu hızla artırdı. 1933 yılının Mart ayında Potsdam Garnizon Kilisesi'nde düzenlenen bir törenle başbakanlık görevini ‘üstlendi’, daha doğrusu gasp etti. Bu ‘muhteşem’ Nazi törenine Hitler frak giymiş halde katıldı. Dönemin Alman cumhurbaşkanı Von Hindenburg'a oldukça nazik davrandı. Belki o salonda olan hiç kimse bu Avusturya asıllı Alman’ın ve ekibinin çok hızlı bir şekilde tarihte eşi benzeri görülmemiş bir kıyım tezgahı kuracağını bilmiyordu. Tahmin bile edemezlerdi.

Hitler, Fransa’nın Robespierre’si gibi giyotin kurma işiyle zaman öldürecek değildi elbet. Öldüreceği, infaz edeceği insan sayısı milyonları bulduğu için tek tek, daha sonra toplu olarak kurşuna dizmekten vazgeçti. Gaz odaları kurdu. Yüz binlerce insanı gaz odalarında diri diri öldürdü. Ve Krematoryum fırınlarında yaktı.

Hitler’in can dostu, ülküdaşı ve müttefiki namı değer Duce Benito Mussolini ise, aynı tezgahı İtalya’da kurmuştu. İktidarının çöktüğü ve bir Alman subayının üniformasını giyerek İtalya’dan kaçmak istediği zaman, kurduğu faşist mahkemelerde idama mahkum ettiği insanların sayısını artık bilmiyordu. Dahası bir gün kendi hakkında da bir mahkemenin ölüm kararı alacağını hiç düşünmemişti. Çünkü o İtalya’nın ölümsüz ve sonsuza kadar yaşayacak olan biricik Duce’siydi.

Ama hayat acımasızdı. ‘Rüzgar eken fırtına biçer’ misali, o da ektiğini biçecekti. İkinci Dünya Savaşı sona doğru giderken diktatörlüğü çökmüş ve kendisi bir grup Partizan tarafından saklandığı saman yüklü bir arabanın içinde bulunmuştu. Hakkında ‘devrim mahkemesinin’ verdiği idam kararı orada uygulandı. Ve İtalya’yı titreten, idam sehpaları kuran Duce ibreti-alem olsun diye ayağından bir iple Milano meydanında asılarak teşhir edildi. İp bu kez gelip Mussolini’yi bulmuş ve onu ayaklarından Milano meydanında sallamıştı.

Cesedi ipte sallanan Mussolini’nin akıbeti en çok ülküdaşı Hitler’i ürkütmüş olsa gerek. Hitler ele geçmemek için, yargılanmamak, daha sonra bir ipte sallanmamak veya bir askeri birlik tarafından kurşuna dizilmemek için savaşın son saatlerinde, Berlin’de saklandığı ininde eşiyle birlikte intihar etti. Cesetleri ise birkaç asker tarafından yakıldı. Halbuki dünyanın en güçlü ‘führeri’ idi. Dudağının arasından çıkan her kelime yüzünü dahi görmediği, adını dahi bilmediği yüz binlerce, milyonlarca insanın kaderini değiştiriyordu. Bir söylentiye göre ayaklarından Kızıl Meydan’da ipte sallandırılmasın diye cesedinin yakılmasını kendisi istemişti. Her halde Hitler öldükten sonra da ipin onu rahat bırakmayacağını düşünüyordu.

Peki neredeyse Hitler’den Mussolini’den bir çeyrek yüz yıldan sonra sayısız idam sehpası kuran, infaz mangalarını harıl harıl çalıştıran, soykırımcı Saddam Hüseyin’in iple olan buluşmasına ne demeli? İdam kararı imzalamaktan, öldürmekten yorgun düşmüş Saddam’da, her halde bir gün iple bu kadar yakın bir kader paylaşacağını düşünmemişti. Çevresinden hiç kimse onun yağlı urganın boynuna dolandığını anlattığı bir rüyasını duymamıştı.

Ama oldu. Yağlı urgan onu da geldi buldu. Hem de daha önce onun emriyle başkalarını salladığı için, bu kez onu salladı. Saddam’da Robespierre’nin, Mussolini’nin, Hitler’in yazgısını paylaştı.

Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte şimdi Ankara’nın başkent, Erdoğan’ın ise başbakan olduğu ülkede idam sehpaları sık sık kuruldu. İstiklal mahkemelerinin verdiği kararlar doğrultusunda muhalifler, Kürt liderler ve taraftarları topluca idam edildi. Cellatlar o kadar titiz çalışıyordu ki, Kürdistanlı lider Seyit Rıza’yı idam etmek için yaşını küçülttüler, oğlunun ise yaşını büyüttüler.

Devlet bu geleneğini bozmadı. Kendi başbakanını da ipte salladı. Daha sonra idam sehpası üç fidan için kuruldu. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan için. Onlar korkusuzca davaları uğruna cellada iş bırakmadan sehpalarını devirdiler. Dönemin ‘balyoz’ lakaplı başbakanı Nihat Erim aradan dokuz yıl sonra bir deniz kulübünün kapısının önünde otomobilinden indiği sırada öldürüldü. Artık ‘erim erim eriyesin’ türküsüne gerek kalmamıştı.

12 Eylül 1980’de yönetime el koyan generaller de idam sehpasını kurmakta gecikmediler. Önlerine gelen kararnameleri imzaladılar. Erdal Eren tıpkı Seyit Riza’nın oğlu gibi yaşı küçük olmasına rağmen, büyütülerek idam edildi. Çünkü generaller ‘asmayalım da, besleyelim mi’ fikrine sıkı sıkıya bağlıydılar. İdam kararı alan generallerin bir kısmı tıpkı İstiklal mahkemelerini kuran Atatürk ve arkadaşları gibi onlarca, yüzlerce, binlerce hatta yüz binlerce insanın, farklı inanç ve etnik topluluğun, farklı dillerde ve inançlarda bedduasını ve lanetini alarak ‘ecelleriyle’ bu fani dünyayı terk ettiler. Kenan Evren ise halen yaşıyor. Adına yaşamak denirse eğer.

Şimdi bu lanetli yoldan Türk başbakanı Tayyip Erdoğan yürümek istiyor. Yürüyor da. İktidar hırsı gözlerini kör etmiş. Kalpsiz ve akılsız bir diktatöre dönüştürmüş onu. Rehin aldığı binlerce insanın ölümünü seyretmekten zevk alacak kadar da vicdansız bir diktatör. Kürtler için idam sehpaları kuracağını söylüyor. Bir zindancı başı gibi, bir cellat gibi ip elinde ha bire bir o tarafa, bir bu tarafa sallayıp duruyor. Bununla yükseleceğini, büyüyeceğini düşünüyor.

Halbuki tarih bu zindancı başlarının küçüldüğü, idama gidenlerin ise büyüdüğü anlarla yazılıyor.

Örneğin 14 Nisan 1925 sabahı Bitlis'te Kürt liderlerden Yusuf Ziya Paşa, Cibranlı Halit Bey, Teğmen Ali Rıza Bey, damadı Faik Bey ve Molla Abdurrahman ile birlikte idam edildiği zaman ‘ne mutlu benim gibi birisine sizin gibi alçaklara böylesine yüksek bir yerden bakıyorum’ diyecekti.

Veya TBMM 1. dönem Lazistan vekili Ziya Hurşit 1926 yılında 13 arkadaşıyla birlikte Atatürk’e suikast düzenlemekten idam sehpasına yürürken ‘beni o kadar yükseğe asın ki, beni asanlar ayaklarımın altında kalsın’ diyecekti.

Geçmişte idam sehpaları kuranlar lanetle anıldı. İdam edilenler ise rahmetle. Bu kural değişmedi. Bir şey daha değişmedi: Nasıl ki giyotin en çok onu kullanan Robespierre’nin boynunu vücudundan ayırdıysa, nasıl ki bir ip Mussolini’yi Milano meydanında ayağından salladıysa ve nasıl ki o yağlı urgan Saddam Hüseyin’i gelip bulduysa, zulüm zulmedenin yanında kar olarak kalmadı.

Bir gün, hatta öldükten sonrada onu gelip buldu. Çünkü ip sallanmaya görsün, kimin boynuna kimin ayağına takılacağı hiç ama hiç belli olmaz. 


ANF

Açlık Grevleri ve Genel Durum

İlk açlık grevi başlayalı iki aydan biraz fazla zaman geçti. Bu zaman içinde açlık grevine katılanların sayısı arttı, ülkenin neredeyse her yanındaki protestoların yanı sıra Kürtlerin ve Türklerin bulunduğu neredeyse tüm ülkelerde gösteri yürüyüşleri ve dayanışma grevleri yapıldı. Çeşitli partiler ve uluslar arası kuruluşlar açlık grevcilerinin isteklerinin dikkate alınması için hükümete çağrıda bulundular.

AKP de tutumunu bazen ikircikli de olsa belirledi: idamla tehdit etti, müdahale ederiz dedi, Kürtçe savunma serbest bırakılacak dedi ve ne yaparsanız yapın dedi…

Yoğun olaylarla dolu geçen iki ayın üzerine genel bir değerlendirme yapılacak olursa:

Birincisi: Eski bir deyimle söylenecek olursa, Mısır’daki sağır sultan bile Kürt halkının anadilde eğitim ve Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırılması isteğini duydu ve buna hak verdi.

İkincisi: Henüz kesin karara bağlanmamış olmakla birlikte mahkemelerde Kürtçe savunma yapmanın sağlanacağı açıklandı. Bu açıklamadan geri adım atabilmeleri zor görünüyor. Hemen uygulamayabilirler, biraz direnebilirler ama bunu fazla sürdüremezler.

Mahkemelerde Kürtçe savunma yapılabileceğinin kabul edilmesi (bu konuda herhangi bir şart söz konusu değil, Türkçe bilenler de Kürtçe savunma yapabilecek) Kürtçe eğitim yönünde atılmış önemli bir adımdır. AKP bunu bildiği için bugüne kadar mahkemede Kürtçe savunma yapmayı ya Türkçe bilmemek şartına bağlamış ya da tümden reddetmişti.

Mahkemelerde Kürtçe savunma yapılabilmesinin kabul edilmesi, öncelikle bu dilin kamusal alanda kullanılmaya başlanması anlamına gelir.

Ek olarak, çok sayıda Kürtçe çevirmenin eğitilmesi gerekecektir.

Kürtçe bilen herhangi bir kişiyi mahkemeye getirip çevirmenlik yaptıramazsınız. Kürtçe-Türkçe ya da tersi yönde çeviri yapacak olanların iki dili de iyi bilen yeminli çevirmenler olması gerekir. Bunların eğitilmesi ve ilgili sınavlardan geçirilerek görevlendirilmeleri gerekecektir.

Almanya’da yeterli Almancası olmayan bir Türk ya da Kürt için mahkemenin görevlendirdiği çevirmen hangi kıstaslara göre yetişmiş ise, bizde de aynısı olacaktır.

Bu uygulama Kürtçe eğitimin yolunu açacaktır.

Bu yolun kendiliğinden açılmayacağı, çeşitli gerekçelerle engellemeler yapılacağı bellidir. Bu konuda eskisi kadar direnilemeyeceği de bellidir.

Yirmi yılda “Kürtçe diye bir dil yoktur” anlayışından bugüne gelinmiştir ve bundan sonrasının da gelmesi eskisi kadar zor olmayacaktır.

Bu ülkede her şey direnerek elde ediliyor.

Hükümetler her hak isteğine karşı çıkıyor, doğal bir hakkı bile tanımamak için ısrar ediyor, direniş sonucu kabullenmek zorunda kalıyor ve bu kez henüz gerçekleşmemiş başka isteklere hayır demeye başlıyor.

Mahkemelerde Kürtçe savunma yapılmasını kabul ettiğiniz ya da kabullenmeye çok yaklaştığınıza göre, bu konuda neden bu kadar direndiniz?

Kendisine hukukçu denilen bazı kişiler neden böyle bir hakkın olamayacağı konusunda açıklamalar yaptılar?

Yirmi-otuz yıl önce de bazı profesörler Kürtçe diye bir dil olmadığı konusunda açıklamalar yaparlardı.

Rezalet sürekli olarak kendini tekrar ediyor, sadece konu değişiyor.

Talep önce reddediliyor, ısrarlı direniş sonucu kabul ediliyor, ardından “o halde biz bu talebe karşı neden direndik” diye sorulmuyor ve başka bir konudaki talep reddedilmeye başlanıyor.

Yirmi yıl önce federasyondan söz eden kişi zamanın Türk Ceza Yasası’nın 159. maddesi gereğince “bölücü propaganda” yapmaktan yargılanırdı.

Şimdi kulaklar ve beyinler bu kelimeye alıştı; konuşuluyor ve tartışılıyor.

Yıllardan beri kendini tekrar eden bu süreci yaşıyoruz.

Süreç aynı, sadece ön plandaki konu değişiyor.

Görünen odur ki, bundan sonra da yaşayacağız.

Uzun bir yol gelindi, ama önümüzde daha uzun bir yol var.

Eskiden ancak hayal edilebilen kazanımlar yavaş da olsa gerçek oluyor ya da en azından gerçek olabilecekleri görülüyor.

Bu çerçevede dikkat edilmesi gereken birkaç önemli nokta öne çıkıyor:

1. Bilinen bir şey olmakla birlikte sürekli tekrarlanması gerekecek derecede önemlidir: hiçbir zaman sadece kendinle meşgul olma, sürekli olarak karşıdakinin ne yaptığına dikkat et.

Türk halkı psikolojik olarak savaştan yorgun düşmüş durumda ve bu yorgunluk kendini aldırmazlık olarak gösteriyor. Hiçbir şeye aldırmıyor. Ölümler kanıksanmış durumda ve savaş uzadıkça bu yorgunluk artıyor.

2. AKP bunu gördüğü için süreci kısaltmak ya da kısa sürede kendine uygun sonuç almak istiyor. Bu amaçla kışkırtıyor, tahkir ediyor ve sürekli olarak Kürt özgürlük hareketini ve Türkiyeli sosyalistleri kendi istediği alana çekerek orada savaşmaya zorlamak istiyor. Bir yöntem tutmazsa vazgeçiyor, başkasını deniyor.

3. Recep Tayyip Erdoğan’ın hemen her konuda görülen tipik bir yöntemi var: her konuyu tırmandırmaya ve kesin bir çatışmaya götürmek istiyor. Anlaşılabilir bir psikoloji çünkü insanlar artan oranda bu savaştan yoruluyorlar. Bıkkınlık her tarafa yayılıyor, “çözün artık bu konuyu” sesleri yükseliyor, ama nasıl çözüleceği konusunda somutluk bulunmuyor.

4. Bu durumda yapılması gereken gücümüzü olabildiğince rasyonel kullanmak, kesin çatışmalara girmekten, gücü bir alana yığmaktan kaçınmak ve bu şekilde ilerlemektir.

Gerilla savaşının bilinen kuralıdır ve bu kural sadece kır gerillasında uygulanmaz. Genel olarak politikanın da gerilla savaşı vardır:

Rakip kesin çatışma istiyorsa, ona bu fırsatı vermeyeceksin; rakip acele ediyorsa, sen etmeyeceksin; rakip yorulacak, sen diri kalacaksın.

Hiçbir zaman gücü tek konuda, tek alanda yoğunlaştırmayacaksın.

Karşımızdaki politika açık: hemen o konuda kesin çatışma aranıyor.

Arasınlar, biz onların istediklerini yapmak zorunda değiliz.

Politikanın çok önemli bir kuralıdır:

Sadece senin ne yaptığın önemli değildir, karşı tarafı ne yapmaya mecbur bıraktığın da önemlidir.

Bu yapılabildiği oranda genel politik alan hakimiyeti sağlanır.

Hükümet açmazdadır. Şu veya bu alanda ilerde sürekli olarak kullanabileceği bir başarı kazanmak istiyor. Bu nedenle sürekli olarak gerginliği tırmandırma politikası izliyor.

Ona bu fırsatı vermemeliyiz.


ANF