23 Ekim 2012 Salı

Öldükçe Çoğalan Adamlar

Kürt halkının özgürlüğü için düşmanla en acımasız hesaplaşmaların geçtiği yerdir zindanlar ve tarihin en sadık tanığı olacak. Çünkü tarihi yaratan kahramanlardır.

Özgürlük uğruna bedenini ölüme yatıran tutsak bedenler. Kürt halkını yaratan zindan direnişçileri değil miydi… Şimdi miras yine devam ediyor ve binlerce PKK’li zindanlarda yaktıkları ateşin düşmanı yakması için bedenlerini ölüme yatırıyor. Diyarbakır 5. Nolu Zindanında yükseltilen direniş bayrağını yere indirmek kolay değil. Amed zindanlarında Mazlumlar, Kemaller, Hayriler, Eşrefler direniş bayrağını gelecek nesillere devrederken bile borçlu olduklarını söylediler. Evet şimdi borç ödeme vaktidir. Dörtler ile başlayan bu direniş bu gün binlere döndü. O zamanlar üç maymunları oynayan kör ve sağır yürekler bugün binlerin direnişi karşısında istemeseler de görmek zorunda kalıyorlar. Kendine köşe yazarı, gazeteci ve aydınım diyenlerin özgür yarınlar ve çocukların mavi düşleri için direnenleri görmek istememeleri de vicdanların faşist zihniyetler tarafından ne kadar köreltildiğini gösteriyor. Ancak şunu da belirtmek gerekir Mazlumların yaktığı bir kibrit çöpü bu gün volkan olmuş sakladınız da ne oldu. Görmezden gelmeler sistem içindeki sorunları daha da ağırlaştırıyor ama Kürtlerin direniş ve kararlılığını daha da yükseltiyor.

 Kürt halkının özgürlüğü için düşmanla en acımasız hesaplaşmaların geçtiği yerdir zindanlar ve tarihin en sadık tanığı olacak. Çünkü tarihi yaratan kahramanlardır. Ölüm ve kalım zamanıdır, bir halkın var oluşudur. Ölüm aslında yok olmamaktır onlar için ve yaşamı anlamlı kılabilmek anlamlı yaşamın içinde ölümsüzleşmektir. Uzun yıllar geçse de öyle anlar vardır ki kimse bunu unutmaz, unutturulamaz. Bu düşman bile olsa işte o anlar an’a dönüştürdü tekrar kendini. Geçmişte Beyaz Türk faşizminin bütün zülüm ve işkencelerine karşı Amed zindanında nasıl ki büyük bir direniş gösterilerek bugünler yaratıldıysa işte yine ve yeniden bu tarih aynı direnişçi bendelerle yazılıyor. 12 Eylül’de beyaz Türkçü faşizmine bedenlerini ölüme yatıranlar bugün AKP’nin yeşil-Türkçü faşizmine karşı aynı direniş ruhuyla direnişe geçiyor. Tutsakların verdikleri mücadele, davalarına olan inançları ve umutları ile daha da güçlenerek büyüyor. 

Bu güç 14. Yılına giren İmralı direnişi ile davaya olan bağlılığı da kendisiyle birlikte güçlendiriyor. Dile kolay 14 yıl yalnız başına ölüm kuyusunda yaşamak ama dedik ya tutsak olan sadece bedenlerdir diye. Cezaevlerinin gerçekliğinin çok iyi anlaşılması gerekiyor. Cezaevlerinde verilen direniş tarihin en onurlu direnişidir ve bu her zaman böyle olmuştur. Faşist AKP bunu çok iyi bilmelidir eğer geçmişte bütün zülüm, işkence ve baskılara büyük bir direniş sergilenerek bu tarih bugüne kadar geldi. Temelleri sağlam olan bu direniş ruhu yeniden binlerle devam ediyor, edecektir de… 

Bedenlerini ölüme yatıran binler, kendileri için hiçbir hak talebinde bulunmuyor. Cezaevi koşullarının iyileştirilmesi, açık görüş, telefon hakkı, yemeklerin düzeltilmesi… belki tarihte ilk defa zindanlarda barış için, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması, müzakerelere başlanması için 39. gününde bedenlerini ölüme yatırıyorlar. 


Kürt halkının 30 yılı aşkın büyük mücadelesi her yerde mücadele ile doruk noktasına gelmiştir.  Bugüne kadar faşist ve egemen güçlerin yaptığı bütün zülüm, işkence, baskı, imha ve inkar politikalarına dimdik ayakta durarak ve her yerde düşmanına meydan okumuştur. Bu kadar büyük bedellerin ardından bu mücadeleden de kimse Kürt halkının direngen evlatlarından geri bir dönüş beklemesin. Çünkü onlar bu serhildan ruhunu hiçbir çıkar düşünmeden Kürdistan’ın bütün topraklarına kanını akıtan “biz yaşamı uğrunda ölecek kadar çok seviyoruz” cümlesinin sahiplerinden almıştır. Günden güne eriyen bedenler gün gelecek düşmanı sağır eden bir çığlık olacak ve bu özgürlük çığlıdır…
Yazımızı Apê Musa’nın güzel bir dizesi ile bitirelim 

Cellat uyandı yatağından bir gece
Tanrım dedi bu ne zor bilmece
Öldükçe çoğalıyor adamlar
Ben tükenmekteyim öldürdükçe…


Jînda Roj

Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi

www.navendalekolin.com - www.lekolin.org - www.lekolin.net – www.lekolin.info

Demirtaş: Herkes İşini Gücünü Bırakıp Sokağa Çıksın

Cezaevlerinde 42. gününe giren açlık grevlerine dikkat çekmek için Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi'nde partililer ve belediye başkanları ile birlikte basın açıklaması yapan BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, "Bizim için saniyenin, dakikanın bile önemi var. Ülkenin her bir yerinde yapılan eylem çağrılarında insanlar işini gücünü okulunu bırakarak katılmalı. Yüz binler alana çıkmalıdır. Başka türlü bu vicdansızlığı durduramayız. Ya hep birlikte durduracağız, ya da içerdeki arkadaşlarımızla öleceğiz" dedi.

Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi önünde partililer ve belediye başkanları ile birlikte toplanan yüzlerce kişiye açıklamada bulunan BDP Eş Genel Başkanı Demirtaş, açlık grevleri için çaba gösterdiklerini ancak hükümetten bu konuda ses çıkmadığını söyledi.

Hükümetin vicdanını yitirdiğini ve söyleyecek tek haklı sözünün olmadığını kaydeden Demirtaş, "Açlık grevlerinin ortaya çıkardığı talep konusunda ne diyebilirler. Biz hukuku, Anayasayı açıkça ihlal ederek 453 gündür İmralı'da 'koster, hava bozuk' diyerek kesintisiz tecrit uyguluyoruz mu diyecekler. 42 gündür üç maymunları oynuyorlar. Dışarıda asker polis ölmesin diye bedenini ölüme yaratanlarda bilinç kaybı ve hayati tehlike başlamıştır. İçerdekiler insanlar ölmesin diye bedeninin ölüme yatırıyor, dışarıda AKP bütün bunları polisle durdurmaya çalışıyor. Engellemeye çalıştığınız barış girişimidir. Çözümün önünü açmak için ölüme yatanlara sessiz kalırsanız dışarıda ve içerdeki ölümlerden sorumlu olursunuz. Hükümet bizi durdurmaya çalışacağına kanun dışı tecridi kaldırsın. Arkadaşlarımızın talepleri hukuk dışı değil. Kimse ihale, kredi almak için açlık grevi yapmıyor. Bu ülkeye barış gelsin akan kan dursun diye ölüm oruçları yapılıyor" dedi.

KÜRT HALKI TALİMAT BEKLEMEDEN SOKAĞA ÇIKMALI

Açlık grevlerinde kritik noktanın aşıldığını ve Kürt halkının her yerde eylem talimatı beklemeden sokağa çıkması gerektiğini kaydeden Demirtaş şunları söyledi: "Partimizin planlaması doğrultusunda her yerde mitingler yürüyüşler var. Körelmiş vicdanlara duymayan kulaklara karşı sokağa çıkma dışında şansımız yok. Bu savaşta yitirdiğimiz her insan için vicdan azabı çekerken birileri daha fazla insan ölsün diye politikalarını bize dayatamazlar. Bayram boyunca miting ve yürüyüşlerimiz sürecek. İçerde ölümler bu kadar yaklaşmışken biz bayram yapamayız. Bayram bize haramdır. Böyle bir ortamda bayram sevinciyle kurbanı karşılayamayız."

"Bu ülkenin başbakanı içişleri bakanı Suriye'de kan akmasın diye ülke, ülke dolaşıp çağrı yaparken ülkemizde kan akıyor. Buraya neden ateşkes çağrısı yapmıyorsunuz. Neden ölüm oruçlarını ve taleplere kulak kapatıyorsunuz. Aynı duyarlılığı kendi ülkeniz içinde göstermeniz gerekir" diyen Demirtaş, Cumhurbaşkanı ve TBMM Başkanı'na seslenerek, "Suriye'ye yapılan ateşkes çağrısı için neden ülkenizde göstermiyorsunuz. Başbakanın tüm hayali Çankaya koltuğudur. Ona inancımız yok. Ama devletin diğer yöneticileri sizde vicdan kalmışsa artık bu yangına su dökün. Bu halk gece gündüz sizin polisinizin gazına copuna rağmen sokakta barış istiyor. Siz cenazelerin arkasına dizilip sahte gözyaşlarıyla intikam narası atarken burada evladını toprağa gömenler barış diye haykırıyor” dedi.

‘ADALET BAKANI BUGÜN AÇIKLAMA YAPMALI’

İçerdeki olası yaşanabilecek ölümlerin sıradan ölüm olmayacağını kaydeden Demirtaş, "Ya hep birlikte durduracağız ya da gerekirse arkadaşlarımızla birlikte öleceğiz. Adalet bakanı bugün açıklama yapmalı ölüm oruçlarıyla ilgili taleplerin dikkate alındığını belirtmeli. Araya bayram giriyor. Aksi takdirde sorumluluktan kurtulamazsınız. Bugün bekliyoruz açıklamayı bunun şakası yoktur. İçerdekiler ölüm orucu kararını kendi iradeleriyle aldılar. BDP yaptırtmadı. Biz onların iradesine sahip çıkıyoruz. Geri adım atmaları yok. Son derece kararlılar" şeklinde konuştu.

‘HERKES İŞİNİ GÜCÜNÜ BIRAKIP SOKAĞA ÇIKMALIDIR’

Artık her saniyenin, her dakikanın bile önemli olduğunu kaydeden Demirtaş, "Ülkenin her bir yerinde yapılan eylem çağrılarında insanlar içini gücünü okulunu bırakarak katılmalı. Yüz binler alana çıkmalıdır. Hükümet engelleyecekse varsın engellesin. Neyse bedeli biz önde olacağız. Bedelini öderiz. Başka türlü bu vicdansızlığı durduramayız. Bu işin kaybedilecek saniyesi yoktur. Hükümet bu çığlığı duyana kadar, gece gündüz demeden herkes demokratik gösteri hakkını kullanmalı. Gerekirse sokaklardan evine dönülmemelidir. Partimiz bunun öncülüğünü yapmaya hazırdır. Bunun dışında başkada gündemimiz olmayacaktır. İçerdeki arkadaşlarımızı kurtarmak halkımıza bağlıdır" şeklinde konuştu.


ANF

Kalkan: 30 Yılın En Büyük Çatışmaları Yaşandı

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan, gerillanın ‘devrimci harekat hamlesi’ adını verdiği geçen dört ayda son 30 yılın en büyük operasyonları ve çatışmalarının yaşandığına dikkat çekti. Gerillanın alan hakimiyetinin kışın da süreceğini, ancak biçim ve yöntem değiştireceğini belirtti.

HPG gerillalarının 19 Haziran’da Oramar-Şitaza eylemiyle başlattığı, 23 Temmuz’da Şemdinli’de alan hâkimiyetiyle yeni bir aşamaya evirilen eylemsellik süreci dördüncü ayını doldurdu. ‘Devrimci Harekât’ adı verilen bu süreç Eylül ayı itibarıyla Ağrı, Bingöl, Dersim gibi Kuzey Kürdistan’ın tüm alanlarına yayıldı.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan, dördüncü ayını geride bırakan ‘Devrimci Harekat Hamlesi’ni ve sonuçlarını Yeni Özgür Politika gazetesine değerlendirdi.

Gerillanın, zindanlardaki tutsakların ve Kürt halkının tek bir amaç etrafında, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a özgürlük noktasında birleştiğini ifade eden Kalkan, bu konuda tam bir kararlılık olduğunu söyledi. “Hiçbir saldırı, oyun, hile başta gerilla olmak üzere Kürt halkının başlattığı bu büyük özgürlük yürüyüşünü durduramıyor. Dört aylık gerilla hamlesiyle gelinen nokta, ulaşılan düzey işte bu” dedi.

‘YAŞANAN ORTA ÖLÇEKLİ BİR SAVAŞ DURUMU’

Duran Kalkan, “gerillanın demokratik özerklik çözümünü sağlamak üzere geliştirdiği bir hamle” olarak nitelendirdiği 4 aylık eylemsellik sürecini şöyle değerlendirdi:

“Bu büyük hamle içerisinde çok gelişme oldu. Şemzînan, Oramar, Çelê, Beytüşebap önemli ölçüde gerilla denetimi altına girdi. Büyük çarpışmalar yaşandı. 30 yılık Kürdistan savaşının en büyük operasyonları, çatışmaları, devrimci hamleleri bu dört aylık süre içerisinde oldu.

Yaşanan orta ölçekli bir savaş durumudur. Ortada gerçekten de bir ölüm-kalım direnişi var. Taraflar açısından son derece yıpratıcı, zorlayıcı bir savaş. Bunu iyi bilelim.”


‘ALAN HÂKİMİYETİ KIŞIN DA SÜRECEK, ANCAK YÖNTEM DEĞİŞTİRECEK’

Kalkan, kış koşullarında gerillanın alan hâkimiyetini nasıl sürdüreceği sorusunu da, “ kuşkusuz gerilla yürüttüğü savaşta coğrafya ve mevsim koşullarını dikkate alıyor. Kış boyunca mücadelenin süreceği tartışmasızdır. Elbette tarzda, taktikte, yönteminde değişiklikler olacak. Alan hâkimiyeti biçim, yöntem değiştirecektir. Bu kış her zamankinden daha fazla mücadelelere sahne olan bir kış olacak. Gerillanın buna hazırlıkları var” şeklinde yanıtladı.

‘PARALI ORDUNUN BEL KEMİĞİ KIRILDI’

Türk devletinin gerillaya karşı tekniğe dayanan bir savaş yürüttüğünün altını çizen Kalkan, ancak ne paralı orduyla ne tekniyle sonuç alamadığını söyledi.

“Teknik ve para zafere ulaştırmıyor” diyen Kalkan’ın açıklamaları şöyle:

“Türk ordusu savaşamaz duruma geldi, büyük zayiat verdi. AKP’nin örgütlemeye çalıştığı paralı ordunun da belkemiği kırıldı. Kısaca ordu, birçok alanda denetimini kaybetmiş, kendini savunmaya almış, doğru dürüst operasyon yapamaz bir konuma gelmiş bulunuyor. Diğer yandan ölü ve yaralıları çoktur. Bu bakımdan devlet ve hükümet siyaseten de ciddi bir biçimde sıkışmayı, zorlanmayı yaşıyor.

Tecrübesi de olmayan, son derece menfaatçi daha çok mevki düşkünü, çıkarcı, para için bu işi yapan bir topluluk kalmış durumda. AKP'nin ordusu bunu ifade ediyor. Bu ordu doğru dürüst çatışmaya da giremiyor. Birçok general ve subay görev de kabul etmedi. Bu zayıflık, teknikle doldurulmaya çalışılıyor. AKP Hükümeti Türkiye'nin bütün imkânlarını savaşa seferber ediyor. Maliyesinin hepsi aslında savaşa aktarılmış durumda. Dikkat edilirse zamlar peş peşe geliyor.

AKP Hükümeti en ileri tekniğe ulaşarak bu insan zayıflığını aşabileceğini sanıyor. Son dönemdeki savaşta bu tür silahların hepsi de kullanılıyor. Buna rağmen başarılı olunamadı. Teknik ve para zafere ulaştırmıyor.”


‘AKP’Yİ ABD KIŞKIRTIYOR’

AKP’yi daha çok savaşa teşvik eden, modern savaş tekniği almaya teşvik eden bazı çevrelerin olduğunu, bunun başında da ABD’nin geldiğini ifade eden Kalkan, ABD Büyükelçisi Ricciardione’nin PKK’ye karşı ‘Bin Ladin Modeli’ yönündeki sözlerini de değerlendirdi.

Bu tür girişimlerin beyhude çabalar olduğunu belirterek “birkaç kişiyle yürümüyor bu mücadele. Bir halk direniyor. Önderlik düzeyine de böyle yaklaştılar ama sonuçlar ortadadır. PKK, bambaşka bir örgüt, bambaşka bir hareket. Kürt halkının gücüyle, imkanlarıyla bilinç ve örgütlülüğüyle gerçekleşen, direnen, mücadele eden bir hareket. Halkın ta kendisi. Bu bakımdan da PKK’lileri söylenenler gibi sıkıştırmak, kıstırmak, alt etmek de öyle kolay değildir” şeklinde konuştu.

Kalkan, “gerilla tezkerenin Meclis’ten geçmesini nasıl okuyor” sorusuna da yanıt verdi.

“Bu altıncı tezkere oluyor. Geçen beş yıldaki sonuç bu önümüzdeki altıncı yılın da nasıl geçeceğini bize gösteriyor. Değişik bir durum kesinlikle söz konusu olmayacaktır. Hükümet ve ordu zayıfladı, gerilla ise daha çok güçlendi” diyen Kalkan yeni olanın Suriye’ye dönük ikinci tezkere olduğuna dikkat çekti.

‘SURİYE KÜRTLERİNİ TEHDİT SAVAŞI BÜTÜN ALANLARA YAYAR’


Bu tezkerenin, Batı Kürdistan'ı işgal etmeyi, insansızlaştırarak bir askeri alan haline getirmeyi hedeflediğini kaydeden Kalkan şu uyarılarda bulundu:

“Suriye'de savaş olur mu olmaz mı, Türkiye girer mi girmez mi, onun için bir şey demeyeceğiz, ama eğer Türk ordusu Suriye Kürtlerini tehdit ederse, onlara saldırmaya kalkarsa, Batı Kürdistan'ı tampon bölge yapmak gibi bir amaç doğrultusunda işgal etmeye, insansızlaştırmaya yönelirse buna karşı dört parçada ve yurtdışındaki Kürt halkı ölümüne direnecektir. Kürdistan özgürlük gerillası bu direnişe öncülük edecektir. Bunu herkes bilmelidir. Türk-Kürt savaşı bütün cephelere, bütün alanlara yayılacak, daha çok derinleşecektir. Herkes bunu bilmeli, bu gerçeği görmeli, dikkate almalıdır.”


ANF

Kürdistan Halk İnisiyatifi ‘Büyük Serhildan’a Çağırdı

Kürdistan Halk İnisiyatifi, PKK lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ile cezaevlerinde buna karşı 42. Gününe giren tutsakların açlık grevine dikkat çekerek Büyük Serhildan Çağrısında bulundu. İnisiyatif, “Yoldaşlarımız zindanlarda canı pahasına dirhem dirhem erirken, bize kalan tek şey büyük serhildana kalkmaktır. Serhildanlarımızla düşmanı Kürdistan’dan söküp atalım” dedi.

Kürdistan Halk İnisiyatifi, yaptığı bir açıklama ile Kürt halkına ‘Büyük Serhildan’ çağrısında bulundu. Açıklamada, Ortadoğu ve dünya genelinde yaşanan büyük değişim ve mücadeleye dikkat çekilerek, kapitalist sistemin tekelci ve hegemonik güçlerinin mevcut kaosu kendi lehine kullanarak yeni modellerle varlıklarını devam ettirmek istedikleri belirtildi.

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın bu durumu ‘3. Dünya savaşı’ olarak tanımladığına vurgu yapılan açıklamada şöyle dendi:

“Şüphesiz bu savaş hegemonik güçler ve statükocu güçler arasında geçiyor gibi gösterilmek istense de özünde bu güçler madalyonun iki ayrı yüzünü ifade etmektedir. Biri bölge statükocusudur diğeri ise dünya hegemonudur. Bu güçlerin birbirileriyle çelişkileri olsa da halklara karşı birleştiği cephe aynıdır. İkisinin amacı da halkları sömürmek ve halk üzerinde iktidarını kurmaktır. Asıl büyük savaş Önder Apo’nun dediği gibi halklar ile Hegemonik-Statükocu güçler arasındadır. Ortadoğu halkları toplumsal tarihte nasıl öncü rol oynamışsa günümüzde de adeta tarihi rolünü oynamak istemekte ve öncülük yapmaktadır. Özellikle Önder Apo ve PKK öncülüğünde gelişen 40 yıllık Kürt Özgürlük Mücadelesi sadece Ortadoğu halklarına değil bütün dünya halklarına umut vermekte ve önderlik etmektedir.”

Öcalan’ın gelişmeleri ve değişen dengeleri çok önceden öngördüğü ve tarihe müdahale etmek istediği için uluslararası komplonun hedefi haline gelerek esaret altına alındığı belirtilen açıklamada, ardından yaşananlarla ilgili şöyle dendi:

“Bu uluslararası en büyük operasyondan sonrada Ortadoğu’da kapitalist sistem çocuğu Büyük Ortadoğu Projesi(BOP)’u yaşamsallaştırmaya çalıştılar. Uluslararası komployla Önderliğimizi ve Kürt Özgürlük Mücadelesini engellemek istediler. Daha sonra ki süreçlerde görüldü ki: Önder Apo Demokratik Modernite ve Demokratik Konfederalizm projeleriyle Kapitalist güçlerden tarihsel intikam alarak, İmralı işkence sistemini alternatif bir dünya yaratma merkezine dönüştürdü. Artık Ortadoğu’da APO’cu politika ve felsefe bütün toplumları etkileyen ve yönlendiren bir güce erişmiştir. Artık PKK, Ortadoğu ve dünyada bütün güçlerin hesaba katmak zorunda kaldığı bir aktördür. Önder Apo ve PKK öncülüklü Kürt Halk Mücadelesi Ortadoğu kaosunda Kürdistan halkını adım adım Özgür Kürdistan’a ve zafere götürmektedir. Kürdistan tarihinde Kürt halkı hiçbir zaman günümüzdeki kadar bir birlik oluşturmamıştır. Hain ve işbirlikçi birkaç kişi dışında dünyadaki bütün Kürtler Önderlik etrafında adeta kenetlenmiş durumdadır. Kürt Halkının düşmanları Önder Apo, PKK ve Halkımızın mücadelesi karşısında her zamankinden daha aciz, çaresiz ve büyük bir yenilginin paniği içerisindedir. Önder Apo’nun İmralı’daki tarihsel direnişi, Gerillanın Devrimci operasyon ve kuşatmaları, zindanlarda PKK ve PAJK’lı yoldaşlarımızın canı pahasına sürdürdüğü büyük ölüm orucu eylemi karşısında düşmanın stratejik derinliği kalmamış, yüzeysellik bile diyemeyeceğimiz bir hale gelmiştir.”

Kürdistan tarihi boyunca hiç ulaşamadıkları ve gelecekte zor ulaşılabilecek büyük fırsatları içinde barındıran tarihi bir süreçten geçtikleri kaydedilen açıklamada, “Tarihin hiçbir kavşağında böylesi büyük bir güç ve birliğe erişemedik. Eğer bu süreci zaferle taçlandırmazsak gelecekte de biz Kürdistan Halkını bırakın zafer kazanmayı büyük katliamlar, soykırımlar ve toplumkırımlar beklemektedir” denilerek devamla şunlar belirtildi.

“1-Reber Apo 453 gündür ağır işkence ve tecrit altındadır. Önderliğimizden haber alamıyor, ne durumda olduğunu bilmiyoruz. Önderliğimizin sağlık ve güvenlik durumuyla ilgili ciddi endişelerimiz var. Uluslararası güçlerin taşeronu Devlet-AKP-Gülen üçlüsü Önderliğimize intikam alırcasına saldırmaktadırlar. Kürt Halk Önderi Reber Apo’yu diğer Kürt isyanlarının liderleri gibi tasfiye etmek istiyorlar.

2- Amed zindanında yaşanan zulme karşı 14 Temmuzda PKK’nin öncü kadroları olan Kemal Pir, Mehmet Hayri durmuş, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz yoldaşların öncülüğünde başlatılan ölüm orucu direnişi düşmana büyük kaybettirerek, zindan direnişini yükselterek zaferle taçlandırmıştır. Bu büyük kazanımların karşısında biz Kürt halkının temel görevi, zindanın büyük kazandıran direniş tarzını ve 14 Temmuz ruhunu yaşama ve yaşatmak olacaktır. Zindanlardaki PKK ve PAJK’lı yoldaşlarımız 42 gündür ölüm orucu direnişi ile bu geleneği sürdürmektedirler. Yoldaşlarımız neredeyse şahadet sınırına ulaşmış durumdalar. Bu büyük eylemin temel amacı Önder Apo’nun Sağlık, Güvenlik ve Özgürlüğünün sağlanması ve Kürdistan’ın özgürlüğüdür. Bu talepler doğal ve meşrudur. Dolayısıyla bu sürecin tek sorumlusu devlet olan AKP faşizmidir. Kürdistan halkı olarak faşist AKP’yi uyarıyoruz.

3- Devlet-AKP faşizmi Kürdistan’ın bütün dağlarına askeri operasyon yapmakta ve insan ahlakına sığmayan kimyasal da dahil bütün teknikleri namertçe ve hunharca kullanmaktadır. Kürdistan’ın doğası tahrip ediliyor, ormanlar ateşe veriliyor, baraj ve ocaklarla ekolojik denge yerle bir ediliyor.

4– Yine yeşil Ergenekoncu AKP ve Gülen çetesinin birlikte organize edip pratikleştirdiği siyasi soykırım operasyonları hızından bir şey kaybetmeden devam etmektedir. Bu operasyonlarla beraber halkımıza baskı yapılmakta ve sindirme politikalarıyla sonuç alınmak istenmektedir. Tayyip Erdoğan zatı Kürt halkının bütün değerlerine küfür ve hakaret etmektedir. Halkımıza karşı her alanda ahlak gözetmeksizin topyekun savaş yürütmektedirler.

5– Önder Apo ve Kürdistan Özgürlük Mücadelesi karşısında çaresiz kalan faşist T.C Devleti çıkmaza girdikçe diyaloglardan ve müzakerelerden bahsetmektedir. Aslı astarı olmayan böyle bir diyalog ve müzakereden bahsederek, halkımızın direnişçi Serhıldan refleksini yumuşatmak ve durdurmak istemektedir. Bugün AKP faşizmi zorlandığı için müzakere ve diyaloğu malum medya aracılığıyla gündemleştirmektedir. Mücadelemiz karşısında zorlandıkları için halkımızı oyalamak istemektedirler. Böyle bir şey katiyen ve külliyen yalandır. Halkımız böylesi yalanlara aşinadır ve itibar etmeyecektir.

6– Kürdistan düşmanları T.C Devleti öncülüğünde uluslararası güçleri arkasına alarak, nerede bir Kürt varsa saldırmakta ve hak talep eden pozisyondan çıkarmak istemektedirler. Rojava’daki Halkımızın kazanımlarını savaş gerekçesi görerek, tehdit etmektedirler.”


Kürdistan Halk İnisiyatifi, açıklamanın devamında Kürdistan halkına şu çağrılarda bulundu:

“Önderliğimiz İmralı işkencesi ve tecridi altındayken Gerillalarımız fedaice savaşırken, yoldaşlarımız zindanlarda canı pahasına dirhem dirhem erirken, bize kalan tek şey büyük serhildana kalkmaktır. Serhildanlarımızla düşmanı Kürdistan’dan söküp atalım. Türkiye’yi cehenneme çevirelim.

Başta Gençlik ve Kadın olmak üzere yediden yetmişe tüm Kürdistan Halkına Devrimci zafere katılmaya çağırıyoruz. Kürt halkının bütün dostlarına Kürdistan’ın devrimci mücadelesine katılmaya insan olma sorumluluklarını yerine getirmeye davet ediyoruz.

Bütün Kürdistan halkının düşmandan hiçbir olumlu beklenti içine girmeden, sömürgecilerden yılların intikamını almaya çağırıyoruz. Soykırımcısının dili yerine kendi Anadilimizle konuşalım. Faşist T.C’nin askerliğine kesinlikle gitmeyelim. İstiklal Mahkemelerinden farksız günümüz AKP’nin Özel Yetkili Mahkemelerine gidip boynumuzu ipe geçirmeyelim. İnsanı köksüzleştiren kendi insani varoluşuna yabancılaştıran soykırım okullarına asla gitmeyelim. Emeğimizin bize zulüm olarak geri döneceğini bildiğimiz halde, vergi olarak gaspçı devlete vermeyelim.

Kürdistan Halkı olarak geri dönülemeyecek bir sürece girmiş bulunmaktayız. Tereddütte girip düşünecek zamanımız bile kalmamıştır. Her geçen gün bekleyip izlemek yarın gelebilecek Kürt katliamlarının önünü açmak olacaktır. Kuzu gibi boynumuzu bıçağa uzatmaktan başka anlam taşımayacaktır. Zaferle katliamı bu kadar yakın hissettiğimiz bir anda neden zaferi seçmeyelim?

Önderliğimiz üzerinde uygulanan ağırlaştırılmış tecrit devam ederken, yoldaşlarımız zindanlarda bedenlerini ölüme yatırmışken bayram bizim için güçlü sürece sahiplenme ve Önder APO etrafında kenetlenmeyle anlamlı olabilir.

Gün ayağa kalkma günüdür. Gün Önder Apo’yu özgürleştirme, Konfederal Kürdistan’ı inşa etme günüdür. Zindandaki yoldaşlarımızı zincirlerden kurtarma günüdür. Fedai Gerilla savaşına paralel Serhıldan geliştirme günüdür. Bunun dışında kalmak sonsuza kadar lanetlenip onursuzca bir yaşamı seçmektir.”


ANF

Karayılan: Yumuşama İsteniyorsa Yapılacaklar Ortada

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, yeni bir yumuşama süreci yönündeki söylemlerin gerçeği yansıtmadığını belirterek, “yumuşama deniyorsa cezaevi direnişçilerinin ortaya koydukları talepler var, bunlar üzerinde durulsun” dedi. Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın ‘PKK’nin stratejisi çöktü’ sözüne de “eğer PKK’nin stratejisi çökmüş olsaydı bu kadar yalana sarılmazlardı. PKK’nin stratejisi yükseliyor, bunun karşısında sömürgecilik çırpınıyor. Gerçek budur” şeklinde yanıt verdi.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, ANF’ye verdiği mülakatın ikinci bölümünde yumuşama söylemleri, Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın ‘PKK’nin stratejisi çöktü’ sözü, Kurban Bayramı’nda ateşkes koşulları ve ABD Büyükelçisi Ricciardone’nin açıklamalarını değerlendirdi.

‘Yumuşama ortamı oluyor, yeni bir açılım olacak’ sözlerinin gerçeği yansıtmadığını belirten Karayılan, “devlet veya yumuşamadan yana olan bir takım demokratik çevreler böyle bir sürecin gelişmesini istiyorlarsa, cezaevi direnişçilerinin ortaya koydukları talepler üzerinde durmalıdırlar” şeklinde konuştu.

Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın PKK’nin stratejisi çöktü sözlerine de yanıt veren Karayılan, “eğer PKK’nin stratejisi çökmüş ve gerçekten denetim dışı bir karış toprak bile yok ise neden uçaklarınız Türkiye sınırları içerisindeki dağları saatlerce ve günlerce bombalıyor? “ diye sordu.

Karayılan, Kurban Bayramı’nda ateşkes yapılabilme koşullarının da AKP hükümetinin politikaları nedeniyle ortadan kalktığını, ancak HPG güçlerinin mübarek günlere saygı gereği bayramda sivil alanlarda konuşlanan devlet güçlerine karşı herhangi bir eylem yapmayacağını açıkladı.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Karayılan, ABD Büyükelçisi Ricciardone’nin “PKK’ye karşı Bin Ladin yöntemi” şeklindeki açıklamalarının ellerindeki istihbarat bilgilerini doğruladığını kaydetti. ABD’nin çıkarları gereği çatışmanın sürmesinden yana olduğunu belirtti.

‘SÖMÜRGECİLİK AKP İLE KENDİNİ YENİLEMEK İSTEDİ AMA OYUN TUTMADI’

Türkiye Başbakanı Erdoğan geçtiğimiz hafta içinde yapmış olduğu bir konuşmada “akan kanı durduracaksa görüşmeleri hemen başlatabiliriz, gerekirse MİT müsteşarını hemen İmralı’ya gönderirim” anlamına gelecek kimi sözler sarf etti. Bahsi geçen bu konuşmanın hemen ardından, Cumartesi günü yapmış olduğu konuşmasında ise PKK’nin stratejisinin çöktüğünü ve bir karış toprağın bile Türk ordusunun denetiminden çıkmadığını iddia etti. PKK’nin stratejisi çöktü mü?

Erdoğan’ın yaptığı şey, TC Devleti’nin 1925’ten bu yana yaptığı şeylerin aynısıdır; onun bir tekrarıdır. Türk devleti 97 yıldan bu yana Kürdistan’a ve Kürtlere ilişkin hiçbir zaman doğruları söylememiş, her daim yalan söyleme temelinde siyaset yürütmüştür. Her şeyden önce “Kürdistan” adını inkar ettiler, “böyle bir şey yok” dediler. Halkın gelişen direnişlerini hep dışarıya bağladılar. “Dış mihrak var” dediler. Halkın en doğal talepleri karşısında katliamlar gerçekleştirdiler, “eşkıyadır” dediler, “şakidir” dediler, “bebek katilidir” dediler, “teröristtir” dediler. Oysa kendileri Kürdistan’da hep terörizmi geliştirdiler ve katliamlar yaptılar. Anaların karnındaki bebeleri bile süngülere taktılar. Bütün bunlarla birlikte sürekli yalan söyleyerek Türkiye toplumunu yanlış empoze ettiler. Tarihin en büyük dezenformasyonu, Türk devletinin Kürdistan’da gerçekleştirdiği dezenformasyondur. Sürekli yalana dayalı siyaset yürüttüler ve bunu bugün de hiç utanmadan devam ettiriyorlar.

İşte Türk sömürgeciliği katı inkara ve yalana dayalı olan bu politikasının sonuna geldiği bir aşamada, büyük bir çıkmazla yüz yüze iken AKP zihniyeti buna imdat gibi yetişip, “siz yanlış yaptınız, her şeyi inkar ettiniz, bazı şeyleri söyleyip Kürtlerin sırtını sıvazlamak gerekiyordu, Osmanlı döneminde böyle yapılıyordu, siz böyle yapmadınız, ben böyle yapıp aynı şeyi gerçekleştireceğim” diyerek devreye girdi. Yani Türk sömürgeciliği AKP yoluyla kendisini yenilemeye çalıştı.

Halkımızın dini duygularını kullanarak, “size Kürt kardeşlerim diyorum, daha ne istiyorsunuz” diyerek ve bazı işbirlikçi aileleri de para-pula boğarak sonuç alacaklarını sandılar ama halkımızın geliştirdiği mücadele, AKP eliyle oynanmak istenen bu oyunu da açığa çıkardı. Sömürgecilik aynı sömürgeciliktir; inkar aynı inkardır. “Tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek vatan, tek dil” söylemi 19. yüzyılın bir söylemidir ve kaynağını ırkçı-faşist bir zihniyet yapılanmasından almaktadır. Tekçilik, toplumları zorla kalıba sokma tutumudur. Bu faşizm değil de nedir? Toplumun geleneklerini, dilini ve kültürünü yasaklayarak biçimlendireceksin, tek bir millet yaratacaksın. Bu, insanlığa şiddetin dayatılmasıdır. Tekçilik şiddettir.

Şimdi AKP olarak ortaya çıkacaksın, bir taraftan “tek millet” diyerek Kürt halkının her türlü doğal haklarını zorla engelleyeceksin, bunun için şiddet uygulayacaksın. 10 bin kişiyi cezaevine atacaksın, yüzlerce kişiyi katliamdan geçireceksin, sonra da kalkıp, “ülkede terör var, silahla kimse hak arayamaz silahla hak arama dönemi geçmiştir, elde silah hak istenemez” diyeceksin! El insaf derler. Sen şiddet ve silahla bir toplumu ortadan kaldırıyorsun ama bunu görmeyip doğal bir biçimde var olmak için kendini savunan o topluma “silahlısın” diyorsun.

En büyük silahlanmayı Türk ordusu ve Türk polisi gerçekleştirmiştir. Elindeki en ileri teknolojinin acımasız silahlarıyla Kürdistan dağlarını bombalayıp, bu coğrafyanın ve bu tabiatın tüm doğal güzellikleri yok edilirken şiddet uygulamış olmuyor da, Kürt halkının öz evlatlarının ellerine almış oldukları kleşle kendilerini savunmalarına şiddet diyor. En büyük silahı siz kullanıyorsunuz, en büyük vahşeti ve katliamı siz yapıyorsunuz! Ama onlar bunu görmez. Devlet oldukları için, sömürgeci egemen güç oldukları için bu onlara mubahtır. Bu zihniyetle yaklaşıyorlar.

‘BİR KARIŞ DENETİM DIŞINDA DEĞİL SÖZÜ YALANDIR’

Hukuk diyorlar. Senin hukukun sömürgeci hukuktur. Sen o hukukla özgür kimlikli Kürt insanlarını suçlu görüp içeri atıyorsun. Bugün 8 bin kişiyi KCK adı altında içeri atmanın başka ne gibi bir izahı olabilir? Onların ne suçu var? Şiddete bulaşmışlar mıdır? Hayır. Ne yapmışlar? Kültür faaliyetini yürütmüşler. Ne yapmışlar? Basın faaliyetini yürütmüşler. Sanat faaliyeti yürütmüşler. Siz sanatçıları içeri atmışsınız. İcra ettiği sanat Kürt sanatı oldu mu “KCK’lidir” diyerek içeri atıyorsunuz. Yani Kürt halkına dönük bir zulüm vardır ve bu zulme karşı halkımız direniyor, direnecektir. Halkımızın bu zulme karşı direnişi, gayet tabii ki meşru bir direniştir.

O zaman ben de sorarım: Eğer PKK’nin stratejisi çökmüş ve gerçekten denetim dışı bir karış toprak bile yok ise neden uçaklarınız Türkiye sınırları içerisindeki dağları saatlerce ve günlerce bombalıyor? Başbakan bunu izah etsin. Uçaklar daha önce Güney Kürdistan’ı bombalıyorlardı. Doğrudur, Güney Kürdistan’ı şimdi de bombalıyorlar ama Kuzey Kürdistan’ı daha fazla bombalıyorlar. Bu yüzden öncekilere artı olarak 75 tane savaş uçağı Kürdistan’a kaydırıldı. Bunun nedeni bombalanan yerlerin artmasıdır. Artık sadece Kandil ve Zap değil, artık Şemdinli, Gever, Çelê, Colemêrg, Beytüşşebap, Şırnak ve Siirt’e bağlı Herekol dağları bombalanıyor. Bütün bu yerler Türkiye sınırları içerisinde değil midir?

Bir ordu gidebileceği yere uçak göndermez. Hadi diyelim önden uçak gönderdi ama bu durumda sonradan kendisi de gider. Eğer sen kendin gitmiyorsan, sadece uçakla bombardıman yapıyorsan o zaman orası senin denetiminde değildir. Dolayısıyla Başbakan’ın o sözünü ettiğiniz, “bir karış toprağımız bile denetim dışında değil” sözü bir yalandır. Daha önceki bir röportajda “eğer doğru söylüyorsa, 2 yıl önce ziyaret ettiği Şemdinli-Gediktepe’yi bir kez daha ziyaret etsin” demiştik. Geldi mi? Hayır. Şurası bir gerçek ki, gerillanın denetim sahaları olmasaydı, gerilla bu kadar gücüyle içeride yaşayamazdı. Ama ısrarla bu gerçeği gizlemeye çalışıyorlar.

‘ÖĞRETMENLER TUTUKLANMIYOR, UYARILIYORLAR’

AKP devleti topluma ilişkin de çok çeşitli dezenformasyon faaliyeti geliştirmektedir. Iğdır’ın Bulakbaşı Köyü’nde yaşanan olaya ilişkin, Türk basını, Türk siyaseti, MGK ve en son da bizzat Başbakan’ın kendisi büyük bir dezenformasyon yapmış bulunmaktadır. Gündüz vakti herkesin gözü önünde gerçekleşen bir şeyi tersine çevirerek bu biçimde kullanmaları çok ilginçtir. Bu, Türk sömürgeciliğinin gerçeğini yansıtan çok çarpıcı bir örnektir. Uyumlu bir koro olarak, tüm basın manşet attı, “günün fotoğrafıdır” dedi.

Peki, o fotoğraf nasıl oluşturuldu?

Neymiş efendim; gerillalar gelmiş 6 öğretmeni götürmüş, köylüler de, kadın, çoluk, çocuk, ihtiyar demeden bir bütün olarak gerillaların önüne geçmiş ve öğretmenleri kurtarmış. Bu bir çarpıtma.

Gerillaların köye geldiği doğru. Öğretmenleri gözaltına da alıyorlar, bu da doğru. Ancak öğretmenler gözaltına alınıp köyün dışında daha kırsal bir alana götürüldükten sonra gereken konuşmalar ve uyarılar yapılıyor, ardından ise bu öğretmenler bırakılıyorlar. Bırakılan öğretmenler köye girerken köy halkı onların geri döndüğünü görünce herkes önüne çıkıp “geçmiş olsun” diyor. Yani doğru, sevinç var ama bu sevinç, öğretmenler geri gelmiş, sağlam bir şekilde döndüğü için yaşanan sevinçtir. Ama burada köylülerin gerillaya karşı gelmesi ve tepki göstermesi gibi bir şey yoktur.

Bir de şunu belirteyim; Nerede öğretmenler kaçırılmış da birkaç saatten fazla tutulmuşlardır? Hiçbir yerde. Çünkü öğretmenler tutuklanmıyorlar. Öğretmenler uyarılıyorlar. Birkaç saat gözaltında tutulup ifadeleri alınıyor ve kendilerine bir takım uyarılar yapılıyor. Bu faaliyet orada da icra edilmiştir. Diğer başka yerlerde de yapıldığı gibi burada da aynı şey yapılmıştır, herhangi bir engellemeyle karşılaşılmamıştır. Gereken işlemler yapıldıktan birkaç saat sonra orada öğretmenler salıverilmiş, öğretmenler köye girerken köyün girişinde köylüler de onları karşılamıştır. Yaşanan olay budur.

‘PKK’NİN STRATEJİSİ YÜKSELİYOR, SÖMÜRGECİLİK ÇIRPINIYOR’


Başbakan ise bunu PKK’nin stratejisinin çöktüğüne belge olarak gösteriyor…

Eğer PKK’nin stratejisi çökmüş olsaydı onlar bu kadar yalana sarılmazlardı ve bu kadar telaş içinde olmazlardı. Durum öyle değildir. PKK’nin stratejisi yükseliyor, başarı kazanıyor, bunun karşısında sömürgecilik ise çırpınıyor. Gerçek budur. Bu konuda yaşanan gerçek ortadadır. Kimse bunu gizleyemez. Kürt halkı kendisine dayatılan sömürgeci inkar siyasetini kabul etmiyor ve etmeyecektir.

AKP’nin sömürgeciliği yenileme çabası başarısız kalmıştır ve zaten başarısız kalmaya mahkumdur. Sömürgecilik çağ dışı bir uygulama biçimi olarak yenilmeye mahkumdur. Bunun anlaşılması ve görülmesi gerekmektedir. Türk devletinin ve AKP yetkililerinin bu gerçeği görerek gittikleri yolun yol olmadığını bilmeleri gerekiyor. 21. yüzyılda bir halka zorla başkalaşımı dayatmak artık mümkün değildir. Asimilasyonu başaramadınız, o zaman biçim değiştirerek asimilasyonda daha fazla ısrar etmenizin bir anlamı da yoktur. Kürt çocuklarına zorla, “Türküm, doğruyum, çalışkanım” dedirtmenizin gerisi yoktur, bununla bir yere varamazsınız. Siz onlara orada zorla bunu söylettirebilirsiniz ama onları böyle Türk yapamazsınız. Zorla Türkleştirmekten vazgeçmelisiniz. Kürt halkının temel haklarını tanımak zorundasınız. Eğer Kürt halkının haklarına kavuşmasını Güney’de meşru görüyorsanız Kuzey’de de meşru göreceksiniz. Güney’de meşru görüp Kuzey’de terör saymak ve karşı çıkmakla bir yere varamazsınız. Şimdi AKP’nin yaptığı budur.

‘BAŞBAKAN ERDOĞAN HER AYAĞA OYNUYOR’

Bunun için mi Başbakan’ın tüm sözleri çelişkili?

Evet. Mesela bir gün diyor ki, “gerekirse İmralı’yla görüşme olur, gerekirse Oslo’yla görüşme olur”, ancak öbür gün yok etme fermanlarını ilan ediyor.

İşte sizin az önce belirttiğiniz gibi, gerekirse bir gün öncesinden MİT Müsteşarı’na “git, gerekeni yap diyeceğim” diyor. Artık bu neyse müsteşarı gidip gerekeni yapacak?

Bu sorun, bir müsteşarın halledeceği bir sorun değildir. Bu Türkiye’nin en temel sorunu olan Kürt sorunudur. Eğer siz devlet olarak bu konuda karar vermişseniz projenizi ortaya koyarsınız, o zaman memurlarınız mı gelir, müsteşarınız mı gelir, kendiniz mi gelirsiniz, yani gelir, Kürt Halk Önderliği’yle görüşüp bu sorunu çözme tartışmaları geliştirilebilir. Ama bu, bir müsteşarın gidip halledeceği bir şey değildir. Kökleri tarihin derinliklerine dayanan bir sorundan bahsediyoruz. Bu sorun, bir istihbarat sorumlusunun gidip halledeceği bir sorun değildir. Bunun için karar almanız gerekiyor. Eğer siz çözüm için karar almışsanız Kürt tarafı çözüme vardır. Ama yok tasfiye etme, yok etme, ezme kararında ısrar ediyorsanız ve oyalama için gelecekseniz buna karşı Kürt Halk Önderliği’nin ve Kürt halkının tutumu bellidir. Zerre kadar sonuç almanız da mümkün değildir.

İşte bu gerçeğe rağmen Başbakan bazen böyle söylüyor, öbür gün çıkıyor halka çağrı yapıyor, “teröre karşı çıkın” diyor, bilmem ağza alınmayacak kırk çeşit küfür savuruyor, hakaret ediyor. Kürt siyasetçilerinin şahsında Kürt halkına hakaret ediyor. Çelişkilerle dolu böyle bir üslup kullanılmasının temel nedeni doğru yola girmemeleridir. Yani, bir kesim kamuoyunu oyalama, kandırmaya çalışma, esasta ise özgürlük güçlerini ezme politikalarında ısrar etmeleri nedeniyle böyle oluyor.

Bu konuda MHP’nin ve Bahçeli’nin çelişkili hiçbir tutumu yoktur, nettir. O, yok etmeyi açıkça savunan bir siyasi anlayışı temsil ediyor, dolayısıyla muğlak hiçbir şeyi yoktur. AKP de aynı şeyi savunuyor ama üslupta kendini farklı gösteriyor. Her ayağa oynuyor. Onun için söylemleri çelişkili oluyor. Dolayısıyla Başbakan’ın o söylediği “gerekirse görüşürüz” söylemi de anlamsız oluyor. O da psikolojik savaşın bir parçası olarak sarf edilen sözler olarak işlev görmüş oluyor. Başka da bir anlamı yoktur.

‘BAYRAM ÖNCESİ TÜRK DEVLETİ ORTAMI DAHA DA GERİYOR’

Türk devleti bir çözüm projesiyle gelirse…

Bizim açımızdan durum nettir. Eğer Türk tarafı, belirttiğim gibi, proje sahibi olursa biz çözüme varız ama bunun dışındaki dayatmalara Kürt halkının ve hareketimizin vereceği cevap nettir. Biz bu konudaki görüşlerimizi daha önce de kamuoyuna deklare ettik. Burada aynı şeyleri tekrardan ifade etmekte olduğumuzu belirtiyorum.

Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, yaklaşan Kurban Bayramı nedeniyle Suriye’deki savaşta ateşkes yapılması için çağrıda bulundu. Ancak Kürdistan’daki savaşın durmasına dönük ise herhangi bir çağrı durumu söz konusu değil. AKP hükümetinin Kürdistan’daki savaşı görmezden gelen ve ateşkes istemeyen bu tutumu ne anlama geliyor?

Evet. Ahmet Davutoğlu, “ben TC Devleti adına taraflara çağrı yapıyorum” diyerek, Suriye devletine ve muhalefet güçlerine “hiç olmazsa bayram günlerinde ateşkes yapılması gerekir” dedi. Yani bayram günlerinde çatışmanın durdurulması ve ateşkes yapılması çağrısını yaptı. Bu çağrıyı yapan Türkiye Dışişleri Bakanı. Ama Suriye’deki çatışmaların hemen hemen aynısı Kürdistan’da, yani kendi sınırları içerisinde de vardır. Türk devleti, Kürt Özgürlük Hareketi’yle bir savaş içerisindedir. Bu çağrıyı yapan Davutoğlu’nun kendisi, ülke ülke dolaşarak yürüttüğü bu savaşa destek bulmaya çalışmaktadır. Komşudaki savaşın durması için çağrı yapıyor ama kendi ülkesindeki savaşın durması için çağrı yapmıyor. Burada yine Türk devletinin çifte standartlı bir şekilde, Kürt halkını görmeyen politikasıyla karşılaşıyoruz. Ülke içerisinde yüzlerce kişi açlık grevine girmiş, bu açlık grevi 40. gününe ulaşmış; yine ülke içerisinde her tarafta operasyon, çatışma ve savaşlar var. Adam bunları görmüyor ve kalkıyor, Suriye’deki savaşın durması için çağrı yapıyor. İşte Türk sömürgeci zihniyeti budur. Bu, Kürt halkına dair hiçbir şeyi görmeme tutumudur.

Dışişleri Bakanı böyle görmezden gelirken bayramın yakınlaştığı bugünlerde Başbakan da yok etme fermanlarını yayınlıyor. Hatta toplumun Özgürlük Hareketi’ne karşı tavır alması için de çağrılar yapıyor. Yumuşatma yerine daha fazla germeye çalışıyor.

‘NE İMRALI’DA NE BAŞKA YERDE GÖRÜŞME YOK’

Geçtiğimiz hafta BDP’lilerin Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı ile görüştüğü de kamuoyuna yansıdı. Bazı çevreler, “bir yumuşama ortamı oluyor, yeni bir açılım olacak, vb.” değerlendirmelerde bulundular. Bu değerlendirmelerin doğruluk payı var mı?

Hayır. Öncelikle şunu belirteyim: Hareketimizle herhangi bir biçimde bir temas durumu kesinlikle söz konusu değildir. Kimseyle görüşme yapılmış değildir. Bildiğimiz kadarıyla İmralı’da da herhangi bir görüşme yoktur. Yani ne İmralı’da ne de başka bir yerde kimseyle herhangi bir görüşme yapılmış değildir. Böyle bir durum yoktur. Doğrudur, BDP’lilerin bir çabası vardır. Biz ona anlam veriyoruz. İşte Cumhurbaşkanı’nı ziyaret etmeleri, Meclis Başkanı’yla görüşmeleri, hatta bazı AKP’lilerle de görüşmüş oldukları basına yansıdı. Bu tür çabalar söz konusu, ama Türkiye’de tek adam sistemi vardır; her şeyi tek adam belirlemektedir.

Yani Erdoğan’ın ne düşündüğü ve ne yaptığı önemli…


Evet, önemli olan Erdoğan’dır. O görüşmeler sonrası Erdoğan ne dedi, siz ona bakın. Erdoğan ateş püskürdü ve dolayısıyla Cumhurbaşkanı ile Meclis Başkanı’nın söylediği şeyler gölge altında kaldı. Sanırım “her konuda tek ben karar veririm” mesajını vermek için basına yansıyan o görüşmeler ardından hem “gerekirse müsteşarımı İmralı’ya gönderirim” hem de üslubunda bir sertlik yeniden gündeme geldi. Açık ki Erdoğan, kendinden gayrı diğer devlet kurumlarının devreye girmesini de istemiyor.

“Gerekirse” diyor, bu gereklilik ne zaman olacak belli değil. Kendisi belirleyecek, yani “ben gerekli görürsem müsteşarımı gönderirim, git gerekeni yap derim, bunun dışında kimse bir şey söyleyemez” demeye getiriyor. Her şeyi kendisinde merkezileştirdiği için tek söz sahibinin kendisi olduğunu ima etmeye çalışıyor. Türkiye’de mevcut durumda işin gerçeği de odur. Her şey Başbakan’a bağlı durumdadır. Dolayısıyla BDP’nin ve daha değişik çevrelerin yaratmak istediği yumuşama ortamı mümkün olamıyor. Çünkü Başbakan sert üslubuyla araya girerek kesiyor. Mevcut durumda yapılan budur. Herhangi bir yumuşama durumundan ziyade, Başbakan’ın en son verdiği ferman hareketimizi yok etme fermanıdır. Dolayısıyla herhangi bir yumuşama ortamına olanak bırakılmış değildir.

Yumuşamanın somut göstergesi olarak devlet veya farklı çevreler ne yapmalı?

Devlet eğer gerçekten yumuşama yaratmak istiyorsa veya yumuşamadan yana olan bir takım demokratik çevreler böyle bir sürecin gelişmesini istiyorlarsa cezaevi direnişçilerinin ortaya koydukları istekler vardır. Onun üzerinde durmaları gerekiyor. O isteklerin gerçekleşmesi gerçek anlamda bir yumuşamayı yaratır, demokratik çözüm sürecini gündeme koyar. O zaman çatışmanın durma koşulları da gündeme gelir. Esas halka budur. Yani yumuşamadan ve barıştan yana olan tüm kesimler bu halka üzerinde yoğunlaşırlarsa sonuç alıcı olabilirler.

Bu belirttiğim adımlar dışında devletten yana herhangi bir adım atılmadan bizden adım beklemek büyük bir adaletsizlik olur. Biz saldırı altında olan, baskı altında olan, hakkında her gün tehdit ve yok edilme talimatları verilen bir halkız. Bizden adım beklemek doğru değildir. Evet, devlet bizden adım bekliyor ama hangi adımı bekliyor? Teslim olma adımını bekliyor. Biz bunu yapamayacağımıza göre, adım atması gereken tarafın biz değil devlet olduğu açık ortadadır.

‘BAYRAMDA ATEŞKES KOŞULLARINI AKP ORTADAN KALDIRDI’

Kurban Bayramı’nda tarafınızdan yapılacak herhangi bir ateşkes durumu söz konusu mu?

Önümüzdeki Mübarek Kurban Bayramı günlerinde herhangi bir ateşkesin yapılabilme koşullarını AKP ortadan kaldırmıştır. Dışişleri Bakanı kendisi Suriye için çağrı yaptı, Kürdistan’daki savaşı görmezden geldi. Bu, savaşın sürdürüleceği anlamına geliyor. Başbakan da çıkıp ateş püskürdü. Ayrıca her gün operasyonlar ve saldırılar var. Dolayısıyla her türlü yumuşama koşullarını zorlayan ve ortadan kaldıran bir yönelim söz konusu. Bu ortamda kimsenin yapacağı herhangi bir şey olamaz.

Ama mübarek günlere saygı gereği bayram günlerinde HPG güçlerinin sivil alanlarda konuşlanan devlet güçlerine dönük herhangi bir eylemsel faaliyet geliştirmeyeceklerdir. Bu, sadece sivil yerleşim alanlarındaki gerilla hedeflerine yönelmeme biçiminde bayram günlerine özgü bir durumdur. Bayram günlerinde tümüyle ateşkes yapma gibi bir durum söz konusu değildir. Türk devleti, Kürdistan halkına karşı geliştirdiği sindirme ve yok etme saldırılarını sürdürdüğü müddetçe Kürt halkı da kendini her zeminde savunmak zorunda kalacaktır. Bu, bayram günleri için de geçerlidir.

RİCCİARDONE’NİN AÇIKLAMALARI

Geçtiğimiz haftanın diğer bir önemli konusu ise ABD Ankara Büyükelçisi Ricciardone’nin yapmış olduğu açıklamalardı. Ricciardone, yapmış olduğu açıklamada Türk devletine, sizin ve hareketinizin diğer üst düzey yöneticilerinin etkisizleştirilmesi konusunda Bin Ladin modelini önerdiklerini belirtti. Sizce gerçekten böyle bir planları var mı?

Evet. ABD Ankara büyük elçisi Ricciardone, belli ki hareketimizle çok ilgilidir. Çünkü bundan bir süre önce de hareketimize ilişkin dezenformasyon içerikli bir takım bilgileri basına vererek hareketimizi hedef göstermeye dönük bir çaba ortaya koymuştu. Şimdi de sizin belirttiğiniz sözleri söylemiş oldu. Ben yaklaşık 4-5 gündür hem Türk basınının hem de Kürt basınının bu konuda yaptığı tartışmaları izliyorum. Özellikle Türk basın-yayın çevrelerinin geliştirdiği panellerde birçok görüş ortaya atılmakta ve tartışılmaktadır. Ama ne yazık ki hiçbirisinde gerçeğe isabet eden bir değerlendirme görmedim. Genellikle yüzeysel, içerikli olmayan, dolayısıyla da işin esasına fazlaca dokunmayan değerlendirmeler durumunda kaldı. Gerçekten hayret etmemek mümkün değil. Yani “koskoca bir süper devlet temsilcisi böyle bir şeyi ortaya atmakla neyi hedefliyor? Hangi amacı taşıyor” konusunda bir derinlik yok. Bu konuda ciddi bir yetersizlikten bahsetmek mümkün.

Şimdi işin aslı nedir? Öncelikle şunu belirteyim: Burada sorun bireylerin sorunu değildir. Yani bizim yaşamımızdan herhangi bir biçimde ürkme, korkma durumu söz konusu değildir. Biz böyle korku ve kaygıları aşmış bulunmaktayız. Kendisini davaya adamış insanlar olarak, bu yolda yürürken her bir şeyi de göze almış ve olası tehlike durumlarını artık içselleştirmiş durumdayız. Bu açıdan ortada korkma gibi bir durum söz konusu değil. Ama ortada halkların geleceğiyle ilgili durumlar söz konusudur.

Şimdi konuyla ilgili elimizde daha önceden mevcut olan bilgiler vardır. Evet, biz bir hareketiz ama kendimize göre istihbarat elde etme olanaklarımızın olduğu bilinmektedir. Bu hususa ilişkin bizim elimizde net ve doğruluğuna inandığımız bazı bilgiler vardır. Nitekim Ricciardone’nin belirttikleri de bizim elimizdeki bilgileri tamı tamına doğrulamaktadır.

‘ABD İRAN’A KARŞI TÜRKİYE’Yİ YANINDA GÖRMEK İÇİN ÇATIŞMA İSTİYOR’

Nedir bu bilgiler?

Bu çok önemli. Şimdi ABD ve İsrail önümüzdeki süreçte İran’a karşı bir hamle hazırlığı içerisindedir. Çünkü başta bu iki devlet ve esasta Batı dünyası İran’ın nükleer silah elde etmesini kendisi için büyük bir tehlike olarak görmekte. Dolayısıyla bunun önüne geçmeyi de kendileri açısından vazgeçilmez görmektedirler. İran’a karşı hamlede Türkiye’nin kendilerinin yanında yer alması başarı açısından büyük önem taşıyor. Doğru, Türkiye genelde ABD’nin ve Batı’nın yanındadır; bu konuda kararını vermiştir ama İran gibi ezelden beri bölgede rakip ve komşu olan bir devlete karşı yapılacak saldırıda Türkiye aktif yer almada tereddüt yaşayabilir. İşte böyle bir tereddüdün olmaması için ve Türkiye’nin tam olarak bu saldırıya katılabilmesi için Türkiye’nin Kürtlerle savaş halinde olması gerekli görülüyor. Çünkü eğer Türkiye, PKK ve Kürtlerle savaş halinde olursa hem elde ettiği teknolojik ve istihbari destek açısından hem de siyasi destek açısından her zaman ABD’ye ve Batı’ya muhtaç olacaktır. Bu konu, Türkiye için can alıcı bir konu durumunda. Dolayısıyla Türkiye’nin PKK ve Kürtlerle savaş halinde olması durumunda hep Batı’ya muhtaç olacak ve onların istemleri doğrultusunda hareket etmek zorunda kalacaktır.

‘ABD, PKK İLE TÜRK DEVLETİNİN GÖRÜŞMESİNİ İSTEMİYOR’

Ama adı geçen güçler, Türkiye’nin PKK ile görüşüp bu sorunu çözme olasılığını da görmektedirler. Bunu planları açısından tehlikeli görmektedirler. İşte bu plana göre, bu tehlikeyi ortadan kaldırmak ve Türkiye’nin en az birkaç yıl daha PKK ve Kürtlerle çatışır durumda olması için bizden birinin Türkiye devleti tarafından vurulması gerekiyor. Hatta bu konuda belirlenen 2 isim vardır. En azından belirlenen isimlerden birinin bir biçimde Türk devleti tarafından vurulması halinde Kürtlerle Türk devletinin arası açılacak, düşmanlık derinleşecek, dolayısıyla çatışma ve savaş da derinleşecektir. Türk devleti de ABD ve İsrail’e daha fazla muhtaç hale gelecektir. Bu durumda, gelişecek olan İran hamlesine de Türkiye’nin daha güçlü katılma koşulları olmuş olacaktır. İşte bu koşullarını güçlü kılmak için istihbarat imkanlarını Türkiye’ye sunma, Türkiye’ye suikast yapma kolaylıklarını sağlama, yol, yöntem, TTP (Teknik-Takip-Proje) diye adlandırdıkları stratejileri Türkiye’ye aktarma, yani bu konuda Türkiye’yi yönlendirme ve cesaretlendirme faaliyetinin olduğunu biliyoruz. Çünkü amaç Kürt sorununun çözümünün önüne geçmek ve Kürtlerle Türk devletini çatışır halde tutmaktır.

Türkiye’nin gerçek yurtseverleri ve aklıselim insanları bu gerçek üzerine iyi düşünmeli. Ama ne yazık ki bu konuda yürütülen tartışmalarda kimse işin bu yönüne parmak basmadı.

Başbakan’ın bu konuda verdiği cevap, “konunun gerçeğiyle ilgili acaba bir şeyler biliyor mu” hissini insanda yaratıyor. Yani Başbakan doğrudan onaylamadı, “bizdekilerin koşulları değişik” diyerek bir nevi cevaplamış oldu. Perde arkasında dönen dolabın gerçeği konusunda, farkında mı, değil mi, bilemiyorum ama ben pek farkında olduğunu sanmıyorum. Belki de gizli şeyleri deşifre ediyor diye böyle cevaplamıştır. Çünkü onun yakın çevresi olan yazar-çizerler var. Onların hiç birisi de buna yakın bir şey ifade etmiş değil. O kesim hep, “PKK’yi nasıl dize getiririz, nasıl birilerini vururuz” havası içerisinde. Bu konuda Kürt sorununun dış bileşenlerinden hep bahsederler. Dış güçlerin hep bizim arkamızda olduklarını, bilmem ne olduklarını söylerler. Halbuki işin gerçeği öyle değil.

İşin gerçeği, biz Kürt sorununun dış güçler tarafından kullanılmaması ve bunun içinde Türk devleti tarafından çözülmesi gerektiğini söylüyoruz. Evet, dış güçler Kürt sorununun varlığından yararlanmak ve Türkiye’yi kendilerine muhtaç kılmak istiyor. Bunun için de sorunun çözümünü istemiyorlar.

Bundan bir yıl kadar önce ben Avrupa’nın Kürt sorununu çözmek istemediğini söylemiştim. Geçenlerde baktım, Başbakan da söylüyor. Evet, madem onlar çözüm istemiyor, o zaman sen gel çözüme. Ama Başbakan’ın istediği çözüm o değil. Diyor ki “niye PKK’ye yönelmiyorlar?” Yani onun bahsettiği çözüm, PKK’nin çökertilerek sorunun çözülmesidir.

Buna gelmemiş olabilirler, oraya bir şey demem ama Batı dünyasının Kürt sorununun çözülmesini istemediği kesindir. Bu konuda hiçbir tereddüt yoktur.

‘TÜRK DEVLETİ ULUSLAR ARASI GÜÇLERİN OYUNUNU GÖREMİYOR’

ABD ve Batı güçleri neden Kürt sorununun çözümünü istemiyorlar?

Biz ABD’nin ya da Batı’nın çıkarlarına herhangi bir zarar vermiş değiliz. Fakat çizgimizden çekindikleri anlaşılıyor. Diğer yandan onlar bunu Türkiye’nin kendilerine hep muhtaç olması için istemiyorlar. Yani bize karşı tutumları var ama bu politika, bize karşı olup olmamalarıyla ilgili olmaktan ziyade Türkiye ile ilgili bir şeydir. Bunu Türkiyeli yöneticilerin anlaması gerekiyor. Fakat anlamaları için daha derinlikli ve stratejik bir yaklaşıma ihtiyaç vardır.

Bakın bu konuda geçmişi hatırlayalım: Geçmişte Önderliğimiz ABD ve bilinen bağlantılı güçler tarafından uluslararası bir komployla kaçırılarak Türkiye’ye teslim edildi. O zamanın Başbakanı merhum Ecevit, bir söyleşisinde, “ben halen ABD’nin Öcalan’ı niye bize teslim ettiği konusunu anlamış değilim” dedi. Çünkü o zamanki amaç da benzer bir şeydi. Ortadoğu’ya müdahale projeleri vardı. Bizi engel görüyorlardı ve bu projelerde Türkiye’yi yanlarında tutmak için Türkiye’nin Kürtlerle on yıllar sürecek, katliamlarla dolu bir çatışmaya girmesini sağlamayı amaçlamışlardı. Ama Önder Apo o zaman bunu gördü ve “biz buna yol vermeyiz, alet olmayız” diyerek tutum aldı ve tek taraflı olarak savaşı durdurdu. Eğer 1999’da Önder Apo savaşı durdurmamış olsaydı o zaman belki de on yıllar sürecek kıran kırana bir savaş gelişir, derinleşir ve boyutlanırdı. Fakat o zaman Önder Apo, Türkiye halklarına karşı duyduğu büyük sorumluluk gereği tavır aldı ve tek taraflı olarak savaşı durdurdu; bu oyuna yol vermedi.

Şimdi de benzer bir oyun sahnededir. Türk devlet yetkilileri buna ne kadar yol verir, ne kadar vermez o ayrı bir şey. Ama şimdi şunun görülmesi gerekiyor: Bu uluslararası güçler, masanın üzerine kurulu bir satranç tahtası gibi dünya güçleriyle oynamaktadırlar. “Kimi kiminle çatıştıralım, kimi hangi pozisyona koyup da yanımıza çekebiliriz, kimi şu şekilde karşımıza alıp da bu biçimde çıkarlarımızı daha iyi sağlayabiliriz” gibi hesaplar yapmaktadırlar.

Şimdi Türk devlet yetkilileri bunu ne kadar düşünüyor, onu doğrusu çok merak ediyorum. Yani bunları akıl ediyorlar mı? Çünkü pratikte görülen bir yeni silah aldıklarında, bir destek aldıklarında hemen alkışlıyorlar. Evet, sana silah veriyor da ne için veriyor? Senin PKK’yi vurman için. Neden? Çözüme gelmemen için. Yani senin şiddet elini güçlendirip farklı siyasi çözüme gitmemen için onu sana veriyor. Çünkü bakıyor ki, sen çözüme girebilirsin, yani Kürtlerle sorununu barışçıl yollarla çözebilirsin. Bunun önüne geçmek için sana bir destek veriyor. Sen de bunu alkışlıyorsun. Böylece kendini aptal yerine koymuş oluyorsun. Yani sorunun özünü yakalamak bu konuda çok önemli. Umarım Türk devlet yetkilileri de bu gerçekleri görür ve soruna nasıl yaklaşmaları gerektiğini anlarlar.

Biz kendi cephemizde bu dünya denklemini çözmüş bulunuyoruz. Yani bu konuda bizim yanlışlıklara düşmemizin herhangi bir zemini yoktur veya çok azdır. Biz Türkiye ve bölge halklarının öz çıkarları için ilkesel yaklaşan ve bu konuda sorumlu davranan bir hareketiz. Tarihin bu aşamasında sorumluluğumuzun da farkındayız. Kürt sorununda şunun bunun kullanması değil de, sorunun halkların kardeşliği temelinde çözümü için çaba sergileyeceğimiz, açık ortadadır. Önderliğimizin bu konuda geliştirdiği protokoller, tamamen bu eksene dayalı protokollerdir. Bu nedenle biz önderliksel bir hareket olarak Kürt sorununun eşit-özgür birlik temelinde, Demokratik Özerklik perspektifiyle çözümünü önemsiyoruz. 


ANF