14 Ekim 2012 Pazar

Psikolojik Savaşın Araçları-3

Bu bölümde siyasal değerlendirmelerin ağırlıklı olarak tartışılması, özel savaş rejiminin günümüzde almış olduğu boyutun anlaşılması açısından gereklidir.

Din İstismarcılığı ve AKP Çizgisi

Bu bölümde siyasal değerlendirmelerin ağırlıklı olarak tartışılması, özel savaş rejiminin günümüzde almış olduğu boyutun anlaşılması açısından gereklidir. Çünkü bugün Türkiye’de bu temelde oluşmuş bir özel savaş hükümetine karşı bir mücadele geliştiriyoruz. Bu, PKK’ye karşı özel savaşı yürütmekle yükümlü olan, bunun sorumluluğunu üslenmiş bir hükümettir. Bazı çevreler, Türk Genelkurmayı ile AKP arasındaki ilişkileri henüz anlamış değildir. Erdoğan’la Yaşar Büyükanıt’ın seçim öncesi Dolmabahçe Sarayı’nda yapmış oldukları anlaşmaların hangi temelde olduğunun yine İlker Başbuğ ile Erdoğan’ın uzlaştıkları temel noktaların ne olduğunun henüz bilincine varmış değillerdir. Hala Genelkurmay ile AKP’nin uzlaşmasını görmeyen, Genelkurmay’dan medet uman yaklaşımlar var. Bununla beraber tersinden bir yaklaşım da var. AKP ile Genelkurmay’ın uzlaştıklarını görmeyen, hala AKP’nin demokratikleşmeden yana, barıştan yana adım atacağı gibi ham düşünce ve hayallere kapılanlar var. Bunlar çevremizde de, Türkiye’de de var. Türkiye’de bizim çevremizde yer alan birçok kişide hala AKP’den demokratikleşme beklentisi var. Tayip Erdoğan bir açıklama yaptı, AKP yetkilileri de bunu dillendirdiler. ‘Biz İrlanda ve Bask modelini araştırıyoruz’ dedi. İrlanda ve Bask modelini Türk Hükümeti’nin araştırması Kürt sorununa çözüm getirme yönünde değildir. Bask modelini araştıracaksa, Bask dediği zaman Bask’ın varlığını kabul etmesi gerekir. İrlanda dediği zaman, İrlanda’nın varlığını kabul etmesi gerekir. Öyle ki Türk Devleti ‘Kürdistan’ diye bir şeyin varlığını kabul etmiyor. Bask modelini, İrlanda modelini uygulayacaksa bir ülke, bir halk gerçeğini kabul etmesi gerekir. Kürdistan’ın ülke ve halk gerçekliğini kabul etmeyen bir devletin İrlanda ve Bask modelini uygulaması, onu geliştirmesi düşünülemez. Bunlar neyi araştırıyorlar? İngiltere Hükümeti İRA’ya, İspanya Hükümeti ETA’ya kaşı nasıl mücadele etti, tasfiyeyi nasıl gerçekleştirmeye çalıştı, tüm bu konularda neleri yaşadılar, eksikleri neydi? gibi konuları araştırıyorlar ki PKK’ye karşı kullanacakları yol ve yöntemleri daha sonuç alıcı kılsınlar. Yani bu alanlarda kendilerini daha fazla güçlendirmek istiyorlar. 

Türkiye’de özel savaş hükümeti olma gerçekliği, özel savaşın Türkiye’de süreklileşen bir savaş olması ve her hükümetin de buna hizmet edecek şekilde görev alması gerektiği görülmezse, biz karşımızda duran böylesi bir güce karşı gereken bir mücadeleyi de yükseltemeyiz. Biz özel savaşın böylesine süreklileştiği, oluşan hükümetlerin de bu savaşı yürütmekle yükümlü olduğu gerçekliğini bilerek özel savaşı ele almak durumundayız. Eğer böyle ele alırsak, buna göre bir mücadele gelişecektir. 

Bizim sorunumuz AKP Hükümeti’ni yıkmak mıdır ya da yerine CHP’yi getirmek midir? Hayır! Onlar karşısında kendi alternatif sistemimizi oluşturmaktır. Demokratik komünal yaşamın, toplumda temel yaşam biçimi olarak örgütlendirilmesini sağlamaktır. Hükümeti yumuşatma gibi bir sorunumuz da yoktur. Özel savaş sistemi içinde yer alma gibi bir sorunumuz da yok. Aksine özel savaş hükümetine karşı mücadele sorunumuz var. Kendi mücadelemiz sonucunda, kendi yeni yaşam modelimizi pratikleştirme gibi bir sorunumuz var. Sorunu böyle ele almak, bizi özel savaşın günümüzde almış olduğu biçimin doğru kavranmasına ve bizi ona karşı daha güçlü mücadele yürütmeye götürecektir. 

O nedenle özel savaşın süreklileşmiş halini tartışırken siyasal, ideolojik değerlendirmelerin yapılması gerekmektedir. Çünkü o bizi bir çözümlemeye götürecektir. Türk Devleti savaşı tırmandıracaktır. Ona göre hazırlıklarını yapmıştır. Bu hazırlıklarını sadece askeri boyutta mı sürdürüyor? Hayır! Diplomatik, propaganda, ekonomik boyutuyla ve arkasına almaya çalıştığı halk desteğiyle bunu sürdürmeye çalışıyor. Yani özel savaş, bir sistem olarak bir hükümet olarak, topyekûn olarak karşımıza geliyor. Buna karşı mücadele etmek gerekiyor. 

Buna karşı mücadele nasıl yürütülür? Mesela kontrgerilla karşısında gerilla mücadele edebilir. Ama gerilla, her yönüyle üzerine gelen bir savaş karşısında tek başına sonuca ulaşamaz. Bununla beraber halk serhıldanlarının gelişmesi gerekecek. Halk serhıldanları gelişirken, halkın, devlet dışında kendi yaşamını örgütleyebileceği yeni mekanizmalar yaratması gerekecek. Halk devletten, sömürgeci sistemden uzak, kendi yaşamını örgütler hale gelecek. Bir yandan onun örgütlenmesi, diğer yandan serhıldanlar, öbür tarafta gerilla birbirini tamamlayacak. Bunların tamamlayanı ise, propaganda ve ajitasyon çalışmaları olacak. Çünkü özel savaş, içerisine girilen süreçte daha çok kendini psikolojik savaş temelinde var ediyor. Bu temelde toplumu yeniden şekillendirmeye ve siyaseti yönlendirmeye çalışıyor. Basın-yayın organlarına, kültür kurumlarına ve toplumun direkt duygusuna, düşüncesine hitap edecek olan ve böylece toplumun davranışını, eylemini kontrol altına alacak olan kurumlarına stratejik düzeyde bir rol biçiyor. Bu geçeklik her alanda özel savaşın topyekûn saldırısının boşa çıkartılmasını gerekli hale getiriyor. Bu da özel savaşın yeni almış olduğu biçimi, onun süreklileşen sistemsel ve hükümetsel karakterini doğru çözümlemeyi gerektiriyor. 

Bu, doğru çözümlenmezse ne olur? Meşru savunma savaşı daralır ve devlet topyekûn özel savaşı tırmandırarak hasmını boğar.  Yok edemese bile marjinalize eder. O nedenle biz burada özel savaşı AKP boyutuyla, AKP Hükümeti boyutuyla, AKP-Genelkurmay uzlaşmasının ortaya koyduğu sistemsel, rejimsel boyutuyla değerlendirmek durumundayız. Yani AKP’yi, AKP- Genelkurmay uzlaşmasını bu şekilde ele almamız gerekmektedir.    
 
Kısaca toparlarsak; özel savaş bugün itibariyle bir rejimdir. Tüm devletler bir savaş rejimidir. Kapitalizm ciddi anlamda sistem olarak bir kaos süreci yaşamaktadır. Geçmişte daha çok özel ve dönemsel bir uygulama olarak ortaya çıkan özel savaş, bugün bunun ötesine geçmiştir. Bugün devletlerin, hükümetlerin kendisi bir özel savaş rejimi, özel savaşın temel uygulama alanı haline gelmiştir. Çünkü kapitalist modernite, bunların dışında artık kendisini yaşatamaz durumdadır. Yapısal krizi ciddi olarak devam etmektedir. Aslında, kaos süreci denilen budur. Kapitalist sistemin yarattığı tahribatlar tüm çıplaklığıyla gözler önündedir ve tüm toplum kesimlerinde, dünyanın birçok yerinde ciddi rahatsızlıklar yaratmaktadır. Bu rahatsızlık askeri, siyasi, sosyal, ekonomik özgürlüklerden tutalım, doğal çevre tahribatına, sağlık alanından beslenme ve konut alanına, kültür-sanat alanından yaşam alanına kadar hepsine yansımaktadır. Yani bir bütün olarak bu sistemin geldiği kriz aşaması, günlük olarak özel savaş yöntemlerinin toplumun her alanında yürütülmesini zorunlu kılıyor. Eğer bu yapılamazsa, sistem kendisini idame ettiremiyor, toplumu yönlendiremiyor. Toplumsal sorunlar kesinlikle patlak veriyor. Toplum, ayaklanmalara ve isyanlara sürükleniyor. O yüzden özel savaş daimi bir rejim olarak ayakta tutulmaya çalışılmış oluyor. 


Bio iktidar diye tanımlanan yönetim şekli vardır. Bugün Önderlik özellikle AKP Hükümeti’yle birlikte bio iktidar tanımlamasını daha çok kullanıyor. Mikro kredilerle satın almadan bahsediyor, bio iktidarla Türkiye toplumunun ve Kürtlerin yönetilmeye çalışılmasından bahsediyor. 

Türkiye’de de sorunların geldiği aşama, egemenler tarafından toplumun başta Türkler ve Kürtler olmak üzere bir bütün olarak siyasal, sosyal, ekonomik alanda günlük özel savaş politikaları olmadan yürütülemeyeceğini göstermektedir. Onun için AKP Hükümeti, tam bir özel savaş rejimi olarak ortada duruyor. Geçmişin derin devleti, asker, devlet bürokrasisi, temel devlet kurumlarını çok daha aşan bir konumda aktif bir rol alıyor. Ve AKP bugün kendisini bu temelde kadrolaştırıyor. AKP bugün kendisini devletleştirmeye çalışıyor. Adeta geçmişin derin devleti tasfiye edilerek; yeniden bir kadrolaşma ile derin devlete el değiştirilmek isteniyor. Eski devlet yapısı, asker, CHP, Dış İşleri Müsteşarlığı, yargı, Merkez Bankası olmak üzere başka birçok kesim buna direniyor. Ama AKP de bunun karşısında ısrarından vazgeçmiyor.

AKP Cumhurbaşkanlığı’nı da ele geçirdi, önümüzdeki yılları da garantilemek istiyor. Bunu da kendisi için hayati bir düzeyde ele alıyor. AKP’nin bu ısrarlı yaklaşımı aynı zamanda Büyük Ortadoğu Projesiyle bağlantılı olarak gelişiyor. AKP’nin arkasında küresel sermaye var. Dünya Bankası’ndan IMF’ye, ABD’nin birçok finans kurumlarından tutalım, Avrupa sermaye gruplarına kadar birçok finansal güçten destek görüyor. Çünkü bu güçler, Ortadoğu’ya yeni bir siyasi şekil vermek için, yeni bir siyasi akımın yaratılmasını kendi çıkarlarına görüyorlar.

Siyasal İslam, geçmişte ABD’nin Ortadoğu’daki anti-emperyalist mücadelelerin karşısına çıkarılan ‘yeşil kuşak projesi’nden de yararlanarak başta Afganistan’da olmak üzere hem SSCB’ye hem İran’a karşı farklı bir renk olarak ortaya çıkartıldı. Bu durum koşullara uyarlanmış farklı bir dengelemeydi. Fakat bugün itibariyle ‘yeşil kuşak İslamı’ da engel konumuna geldi. Onun için yeni bir versiyonla, daha yumuşak, ılıman, liberal politikalara açık olan, liberalizmin temsilciliğini yapan ama İslami kimliği de elden bırakmayan, bu anlamda Ortadoğu’nun her tarafına açılım yapabilecek, kabul görebilecek bir siyasi yaklaşımla AKP gibi partiler ortaya çıkarılmaya başlandı.

O nedenledir ki, AKP projesini sadece Türkiye ile sınırlandırarak ele almak yetersizdir. Bugün, Cezayir’de de AKP var, hatta sembolü bile lambadır. İsmi de AKP’dir. Yine Kuzey Afrika’nın bazı ülkelerinde yine AKP adıyla kurulan partiler var ve siyasete daha aktif olarak girmeye çalışıyorlar. Bunların aniden mantar gibi ortaya çıkmış olmaları, uluslararası güçlerin bölgeye yönelik projesi ile ilgilidir. Onun için AKP’yi sadece Türkiye açısından değerlendirmek yetersizdir. Bugün Cezayir’de aynı parti niye çıkıyor, niye aynı sembolle çıkıyor? Başka yerde neden çıkıyor? Kuzey Afrika’da bir ülkede yine AKP var. Onun sembolü de lamba değil, gaz lambasıdır. Bu çerçevede AKP, geçmişin yeşil kuşak uygulamasından çıkarılan sonuçlar temelinde yenileştirilerek bugüne uyarlanmış yeni bir siyaset tarzı oluyor.

Bu anlamda Türkiye’ye baktığımızda daha yoğun değerlendirmek gerekiyor. Somutlaştırarak, özgün uygulamalarıyla açığa çıkararak değerlendirmek gerekiyor. Özel savaş, stratejik anlamda İkinci Dünya Savaşı sonrasında gündemleşti. Temel bir tartışma, askeri ve siyasi bir konu haline geldi. Derin devlet, o süreçle birlikte çok daha kullanılır bir hale geldi. Bugün itibariyle özel savaş rejimleri, daha çok tartışma konusu olmaktadır. Tabii özel savaşı temellendirip kökleriyle buluşturmaya çalıştığımızda, bunu devletin çıkışıyla ilişkilendirmeye kadar da götürebiliriz ve bu da yanlış olmaz. Çünkü şunu söyleyebiliriz: Sümer Rahip Devleti’nin ideolojik çarpıtması da özgür insan üzerine bir özel savaştır. Onu köleleştirmek için uyguladığı bir özel savaş yöntemidir, bilinç çarpıtmasıdır. 

Toplumsallığın çözülmesi, bilinç karartılması, inanç çarpıtılması, insanın köleleşmeye alıştırılması devlet aygıtı tarafından sürekli olarak başvurulan özel yöntemlerle geliştirilmiştir. Ama bugün ve İkinci Dünya Savaşı sonrası bunun çok daha açık şekilde dile getirilmesinin sebepleri vardır. Yani İkinci Dünya Savaşı 1945’ler sonrası kapitalizm, büyük bir krizin içine girdi ve ciddi yıkım yaşadı. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonrası, kapitalizme yönelik ciddi bir tartışma ortaya çıktı. Sistemin kendisini klasik yöntemlerle, klasik sömürgecilikle yönlendiremeyeceği; yine disiplin toplumu yaklaşımıyla, toplumun ağırlıklı baskı araçlarıyla disiplin altında tutularak yönlendirilemeyeceği; toplumsal başkaldırıların, uyanışların çok ciddi olarak ortaya çıktığı ve sistemin de bunlara dayanılarak yürütülemez hale geldiği bir süreç yaşandı. Bu anlamıyla devlet aygıtı kendisini ve sömürüyü sürdürebilme açısından çok daha yeni yöntemler geliştirmek zorunda kaldı. Sömürüyü, baskıyı askeri, sosyal, siyasal, ekonomik anlamda daha ciddi derinleştirmek, törpülemek, daha inceltmek, çeşitlendirmek ve toplumun, sosyal alanın her alanına nüfuz ettirmek durumunda kaldı. Bununla kendisini daha da gizlemiş oldu. 

Bununla birlikte devlet kendisini değiştirme, reforme etme ihtiyacı duydu. Kendini yeni bir şekle büründürerek devam ettirmek zorundaydı. Burada bu sonuç ortaya çıkıyor. Devlet eski kaba yöntemleriyle kendisini idame ettiremez hale geldi ve iflas etti. Özel savaşın 1945, 1960’lar sonrası bu kadar yoğunlaşmasının sebebi de budur. 1945’lerden sonra gelişen süreç içerisinde ayaklanmalar yaşanmıştır. Bu ayaklanmalar içersinde 1960’larla birlikte yaşananların özel bir anlamı vardır. ‘1968 öğrenci olayları’ süreci olarak değerlendirilen bu başkaldırılar, ciddi ayaklanmalar olarak değerlendirilmişlerdir. Öyle ki tarih ve sosyal bilimciler 1968 öğrenci olaylarını 1848 Avrupa devrimlerine benzetmişlerdir.  Yaşanan bu gelişmeler karşısında ise kapitalist sistem yeni yöntemler geliştirerek, kendini yeniden organize etme gereğini duymuştur. Bu şekilde giderek özel savaş kullanılan bir yöntem olma sınırlarını aşarak bir rejim haline gelmeye ve tüm devletler açısından dönemsel uygulama olmaktan çıkarak, süreklileşen bir hal almaya başlamıştır. 

Toplumlar, kaba devletin baskı araçlarıyla, aygıtlarıyla zapt-u rapt altında tutulamaz hale gelince, disiplin toplumu düşüncesi, yöntemi, projesi iflas etmiştir. Böylece toplumu, her alanda daha ciddi kontrol etme gerekliliği ortaya çıkmıştır. Günlük yaşamdaki giyimden-kuşama, yeme- içmeden, seyahat etme ve çalışma merakına kadar toplum basitleştirilmeye başlanılmıştır. Böylece toplum kolay yönetilir, günlük ihtiyaçları etrafında koşar hale getirilip etkisizleştirilen bir konuma sokularak, toplumsallık parçalanmaya çalışılmıştır. 

Ortada toplumsallık diye bir şey bırakmak istemeyen kapitalizm, insana yönelik özgün olarak politikalar uygulamaktadır. Özel savaş açısından böyle değerlendirildiği zaman, aslında özel savaş kapitalist süreçle birlikte toplumu parçalayan, toplumsallığı öldüren, bireyi yalnızlaştırıp tüm toplumsal gücünden kopartan, Önderliğin tabiriyle “Maymunlaştıran, günlük tüketen, gün içinde kendi ihtiyaçları peşinde koşan” bir hale getirmektedir. Genel olarak bakıldığında kapitalizmi böyle ele almak gerekmektedir. 

Kapitalizm ve özel savaş mantığıyla değerlendirildiğinde toplumun siyasal ihtiyaçları, tercihleri de yönlendirilmektedir. Bugün itibariyle bakıldığında, Türkiye’de AKP’nin bu kadar ön plana çıkartılmasının sebeplerini bu temelde değerlendirmek ve tartışmak gerekmektedir. Türkiye gibi ülkelerde ciddi siyasal sorunlar ağır olarak yaşanıyor. Ciddi siyasal bunalımlar, krizler vardır. AKP, ciddi siyasal krizlerin olduğu koşullarda ortaya çıkmıştır. AKP parti olarak DSP- ANAP- MHP hükümetinin çöktüğü, ciddi ekonomik krizin, siyasal boşluğun, kaosun yaşandığı, toplumda ciddi çalkantıların oluştuğu ve alternatifsizliğin yaşandığı bir ortamda kuruluşunu ilan etmiştir.

 Bir tarafta açık devletin kendisi, diğer tarafta da Kürt tarafının özgürlük mücadelesi bulunmaktadır. Türkiye’de bu temel iki güç, iki keskin uç biçiminde siyasal süreç üzerinde etkili olmaya çalışırken, ara bir yerde duran ve ciddi bir tercihsizlik yaşayan ama önemli bir güç olan kalabalık toplumsal kesimlerin varlığı söz konusudur. AKP, işte bu kesimlere yönelik olarak, onların önüne büyük bir şişirmeyle çıkarılan bir siyasal tercih olmuştur.

AKP Türkiye’de bu şekilde aniden ortaya çıkartılmıştır. Türkiye’de Osmanlı sürecinden(17.yy’dan) beri, Sebatay Sevi isimli dönme bir Yahudi önderliğinde örgütlenen Sebataycılar vardır. Sebatay Sevi, ölümle tehdit edilerek zorla müslümanlığı kabul etmiştir. Ama bu sözde kabul edişe rağmen Yahudi inancına olan bağlılığını da sürdürmüştür. Bugün de Sebataycılar, resmiyette müslüman görünmelerine rağmen alttan alta, Yahudi geleneklerine göreneklerine, inancına göre yaşayan bir topluluk olarak Türkiye’de hala varlıklarını hem de etkin bir şekilde sürdürmektedirler. Recep Tayip Erdoğan’ın da Sebetaycı olduğu ve bunlar tarafından hazırlandığı söylenmektedir. 

R.T.Erdoğan Milli Görüş Hareketi içerisinde eğitilen bir şahsiyet olarak siyasal alanda adı duyulmaya başlanmıştır. Refah Partisi içerisinde çalışırken, okumuş olduğu bir şiir gerekçe gösterilerek cezaevine alınmıştır. Cezaevinde kendisine biçim verilmeye devam edilerek iktidar için hazırlanmıştır. Daha sonra da cezaevinden çıkarılarak oluşan hükümetin başına getirilmiştir.  Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Recep Tayip Erdoğan için modern Sebataycı denilmektedir.

Burada R.T.Erdoğan için yapılan Sebataycılık iddiası önemli olmaktadır. Çünkü Sebatayistlerin siyonist sermaye ile ilişkisi, yine siyonist sermayenin uluslararası alanda özel savaşın hem askeri olarak hem de siyasal rejimlerin örgütlenmesindeki rolü hesaba katıldığında, bu daha da dikkat çekici hale gelmektedir.     

 R.T.Erdoğan bu şekilde cezaevinden çıktıktan sonra belirli bir siyasetin uygulayıcısı haline geldi. Belirli bir kesimin lideri olarak kabul görmeye başladı. AKP ciddi bir oy alarak Türkiye’de önemli bir siyasal akım haline geldi. Seçimlerde de birincilik kazandı, bugün de bu devam ediyor. AKP’nin ortaya çıkarılışını anlamak gerekiyor. Önderlik görüşme notlarında da belirtiyor. “Milliyetçilik bugün Türkiye açısından, toplum için bir alternatif olamaz. Yani çok ciddi anlamda tükenmiştir. CHP’nin sosyal demokratlığı da çok denenmiş, tükenmiştir. O da artık ne bir tercih ne de bir alternatif olamaz. Türkiye için daha farklı alternatifler gerekmektedir. Türkiye halkı için asıl alternatif olması gereken demokrasi güçlerinin zayıflığı, farklı alternatif arayışlarının çıkış yapmasına fırsat sunmaktadır. O nedenle oluşan bu boşluk içerisinde, kendini daha liberal, daha modernist bir dini akım olarak gösteren AKP’nin Türkiye gibi bir ülkede ciddi bir tercih olarak toplumun önüne konulması ve seçenek haline gelmesi olanak dahiline girmişti.” Zaten sonuç olarak da yaşanan bu gerçekliktir. Topluma sunulan bu kimlik aynı zamanda, uluslararası güçlerin de Ortadoğu açısından öngördüğü bir tercihtir. 

Türkiye’de toplum siyasal anlamda ciddi bir bunalım-kararsızlık yaşamakta ve arayış içerisinde bulunmaktadır. Bu anlamda AKP, ciddi bir yönlendirmeyle toplumun sevk ve kanalize edilebileceği bir kapı haline getirilmiştir. Sonuç olarak da Türkiye’de yaşanan bu gerçeklik olmuştur.

AKP, toplumun dini duygularıyla oynuyor, o kimliğiyle ön plana çıkıyor. Çok namuslu, dürüst, temiz, iman eden insanlar topluluğu havasıyla ortaya çıkıyor. Toplumda da ciddi bir ahlaki çöküş var, kriz var, toplumsal değerlerin hepsinin döküldüğü parçalandığı bir süreç var. İnsanlar bu anlamda yeni bir düzen arıyorlar ve yeni bir arayış içerisindeler. AKP görünürde bunu temsil ediyor, kendini topluma sevimli göstermeye çalışıyor. Ama diğer taraftan da asıl olarak tüccarlara, sermayedar kesimlere hitap ediyor. Çünkü AKP’nin kendisi dini değil tüccar bir partidir. Tam bir pazarlama partisidir. Toplum içerisinde inanç sahibi olanları etkiliyor. Kürtler gibi inanan kesimleri de kendi çevresinde toparlayabiliyor. Recep Tayip Erdoğan AKP’yi nasıl tanımlıyor? “Biz sağın ortasıyız, yani siyasetin merkeziyiz. Biz her kesime yakınız” diyor. Bugün solculardan, milliyetçilerden gelen bakanları var. Önderliğin dediği gibi ”Yedi kocalı Hürmüz” gibi her kesimden almış ve yeni bir akımmış gibi ortaya çıkmış. Tüm bunlar bugün AKP’nin Türkiye’de ciddi bir özel savaş partisi olarak hazırlandığını ve bunun uygulayıcısı olduğunu gösteriyor. O nedenledir ki, AKP bir parti olarak ele alındığında, onun çok iyi bir şekilde değerlendirilmesinin gereği açığa çıkmış oluyor. 


Bugün Türkiye’de derin devlet yeniden yapılandırılmak isteniyor. Tabi derin devlet kendini yeniden yapılandırırken belli kırmızı çizgiler de oluşuyor. Kabul-ret ölçüleri ortaya konuyor. Devletin üzerinde şekillendiği temel dayanaklar ve ilkeler vardır. Aslında AKP ile derin devlet bu temel ilkeler üzerinde sağladıkları mutabakata dayanarak yeniden yapılandırılmaya çalışılan devlete bir biçim vermeye çalışıyor. Ergenekon davaları, ordu, bürokrasi vb. alanlarda yaşanan sorunları da biraz da bu çerçevede ele almak ve anlamak gerekiyor. 

Kürdistan toplumu açısından, tek başına AKP ile özel savaşı tanımlamak yetersiz olur. Özellikle dinin oynadığı rol açısından değerlendirilirse; din, bugün de AKP öncülüğünde çok aktif bir şekilde kullanılan temel bir silahtır. Kürdistan’da Hizbullah, tarikatlar vb aracılığıyla da din kullanılmaya çalışılmıştır. Cunta lideri Kenan Evren konuşmalarında Kuran-ı Kerim’den yaptığı alıntılara yer vermiştir. Uçaklardan, helikopterlerden Kuran’ı Kerim’den Ayetlerin yer aldığı bildiriler dağıtılmıştır. Kürt Özgürlük ve Demokrasi Mücadelesi’nin geliştiği alanlarda din kullanılmak istenmiş ve buna dayalı ajan örgütlenmeler geliştirilmeye çalışılmıştır. Bunlar yapılırken de en fazla tarikatlar kullanılmıştır. Bu şekilde özgürlük ve demokrasi mücadelemizin örgütlenme alanları, tarikatların örgütlenme alanları haline getirilmek istenmiştir. Siirt, Batman vb iller böyle bir konumda tutulmuştur. Bu iller bugün de aynı konumda tutulmaya çalışılmaktadır. Tarikatlar bu illeri merkezleri olarak ele almışlardır. Yine bu iller Hizbul-kontra cinayetlerinin, katliamlarının en çok yaşandığı bölgeler olmuştur. Diyarbakır’a da böyle bir rol biçilmek istenmiştir. Serhat alanına sürekli böyle bir merkez olarak yaklaşılmıştır. Bingöl, Adıyaman, Erzurum vb illere de benzeri bir yaklaşım içerisinde olunmuştur. 

Bugün din, toplumun yönlendirilmesi açısından çok aktif kullanılmaktadır. AKP’nin bu yönlü politikaları devam etmektedir. AKP bir yandan dini kullanırken, diğer taraftan da ‘beni tercih et’ yani ‘bu yola gel’ demektedir. Eğer buna gelinirse, Önderliğin bahsettiği “mikro kredi”lerle toplumu satın alarak, belli yatırımlar yaparak toplumun önüne şöyle bir tercih sunmuş olmaktadır; “ya bu halinle yaşar, Kürt kimliğini kabul edersin ama aç kalırsın, yoksul kalırsın, hep bastırılırsın, şiddete maruz kalırsın ya da bu yeni kimliği kabul edersin. Bunun yanında da aç kalmaktan kurtulursun. Elin iş tutar, miden aş görür.” Recep Tayip Erdoğan resmen topluma yönelik olarak bunun konuşmasını, çağrısını yapmaktadır. Bu şekilde toplum bir yandan açlıkla terbiye edilmek istenirken, diğer taraftan da mikro kredilerle, çok geçici yatırımlarla, makarna, kömür dağıtılarak toplum kendi taraflarına çekilmek istenmektedir. Aslında bu topluma karşı yapılan ağır bir hakaret olmaktadır. Bu, toplumun ihtiyaçlarının, ailelerinin açlıktan ölmemesi için çocukları için istedikleri yemeğin istismar edilmesi, insani değerlerin ayaklar altına alınmasıdır. 

Aslında tüm bu yaşananlar Türkiye’de özel savaşın almış olduğu biçimin ve ulaştığı düzeyin bir göstergesi olmaktadır. Bunun iyi görülmesi gerekmektedir.

Cemal Şerik

Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com - www.lekolin.org - www.lekolin.net – www.lekolin.info

BDP Kongresi’nin Önemi ve Öcalan’a Özgürlüğün Anlamı!

Veysi SARISÖZEN

Bir devlet savaş kararı aldığı zaman, muhalefet ağır bir “milli” baskı altına girer. Tarihte “savaş kararlarına” karşı çıkan parlamenterler “parmakla” gösterilir. Örneğin Birinci Dünya Savaşı eşiğinde, “savaş bütçesine” Almanya Reichstag’ında tek bir vekil “hayır” diyebildi: Karl Liebknecht...

Türkiye’de ise bu şeref BDP’ye ait. Onun açtığı “savaşa direniş” yolu, bu defa öylesine etkiliydi ki, CHP bile “savaş tezkeresine” “hayır” diyebildi.


Bu neyi gösteriyor?


Bu BDP’nin yalnız Kürt halkının değil, aynı zamanda Türk ve diğer etnik kökenli halkların ortak çıkarlarını temsil ettiğini gösteriyor. Şu anda bu savaş karşıtı siyaset, on yıllık bir dönemin sonunda, AKP’yi “azınlığa” düşürmüştür. Halkın yüzde ellisinden çoğu, Hükümetin “savaş” siyasetine karşı çıkıyor. Bu karşı çıkış, hükümetin her hangi bir konudaki tutumuna karşı çıkışa benzemez.


Ve şimdi BDP’nin öncülüğündeki savaş karşıtı hareket ilk defa Türkiye’de büyük kitlelerin çoğunluğu tarafından destekleniyor.


Demek ki, Türkiye’nin barış içinde, mutlu ve müreffeh bir hayata kavuşması için, BDP’ye ihtiyacı var.


Şimdi BDP kongresini yapıyor. Parti yöneticilerinin yarıdan çoğu tutuklanmış bir partinin kongresi bu. 8 bin üyesi hapiste olan bu parti yönetici organlarını seçecek. Öğrendiğimize göre, parti yönetimine aday olanlar tahminlerin de üstünde. Elbette bu “adaylar”, AKP yönetimine talip olan “adaylara” benzemiyorlar. Partiye “aday” için başvurmak, “ikbal kapısını” çalmak değil, “zindan kapısını” çalmaya aday olmak demek. Askeri değil, ama “medeni bir kahramanlık”tır bu... Öyle bir durum doğdu ki, bu partiden meclise gitmek de artık bir “kahramanlık”. Şu anda Sebahat Tuncel 8 yıl hapse mahkum edildi. Yargıtay karar verdiğinde vekil hapiste olacak. Eski vekillerden Sevahir Bayındır’ın durumu, vekilliği bittiğinde şimdiki vekillerin başına nelerin geleceğini göstermekte.


İnsan bu partinin kapısından “ikbal” için girse, tekrar sokağa çıktığında “uzlaşmasız bir militan”a dönüşüyor. BDP, sanki bir tür “ahlak fabrikası”... Herkes onun içinde birbiriyle kaynaşıyor ve halklaşıyor. Her fabrika gibi, bu “ahlak fabrikası”nda da üretim sonucu “cüruf” oluşuyor... Bunlar “milletvekili” olmak için girdikleri bu partiden, “cüruf” olarak atıldıklarında, Cihan Haber Ajansına gidiyor ve “KCK tutuklamaları çok yerinde oldu” diye konuşuyor. Cüruf, yani “atık” böyle konuşur işte.


Kürt halkının programı, Öcalan’ın temellerini attığı bir program. Kürt özgürlük hareketinin bu programı, “Türk milliyetçiliği”nin “ayrıştırıcı, bölücü” etkilerine karşı panzehir. O, “demokratik uluslaşma sürecinin” legal alandaki motor gücü. HDK bu yolda atılmış, küçük, ama önemli bir adım. Bütün etnik, dini, cinsel, kültürel kimliklerin sentezini yaratan bir “demokratik ulus” temelinde, “demokratik cumhuriyet” hedefine yöneliyor. O “demokratik cumhuriyetin” demokratlığı, “adem-i merkeziyetçi” yapısından, “demokratik özerk Kürdistan’ın”, hepsi özerk olan tüm Türk yerel yönetimleriyle birlikte yaşayacak olmasından ileri geliyor. Ve “ütopya” gerçeğin zaman ötesine geçişidir. Kürt halkı, “Ortak Ortadoğu Evi’nin eşit haklı üyesi olmak istiyor. Bu “kapitalist moderniteye” karşı “emeğin birliği” ile, kapitalist sömürgeci paylaşım savaşlarına karşı “halkların birliğini” temsil ediyor. Kürt halkının böyle bir hayali var.


Bu büyük hayal tek bir halkın hayali olduğu zaman “hayal” olmaya mahkumdur. Ondandır ki, bu “hayalin” Türk, Arap, Fars, Ermeni, Yahudi, Rum, Gürcü, Çerkez, Laz diğer sahiplerinin ortaya çıkması gerekiyor. Ortadoğu’nun tam merkezindeki “çok parçalı” Kürdistan’da başlayan devrimci süreç, adım adım, işte bu “hayali”, ya da “ütopyayı” gerçeklik dünyasına doğru taşıyor.


AKP’nin “bölgede hegemonyacı güç merkezi olma yoluyla AB ile entegrasyon” “derin stratejisinin” alternatifi, “Ortadoğunun barışçı, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü, Konfederal Ortak evi” yoluyla, AB ve dünyayla “demokratik bütünleşme” programıdır. Dünyanın da, AB’nin de demokratikleşmesi ve topsulaşmasının var olan en önemli alternatifi budur.


Bu “hayal” aslında gerçekçidir. “Demokratik, Konfederal Ortadoğu Ortak Evi” yalnız içinde “devrimcilerin” devrim yapacakları bir “ev” değildir. Böyle bir evde “herkese” bir “oda” var. Evi yıkmadan bu “odalar” arası mücadelede AKP’liler “bölgesel emperyalist” rüyalar görebilir;  İslamcılar, “Ortak Evi” değil, ama  kendi odalarını “haremlik, selamlık” diye ayırabilir; liberaller bu Ortak evi AB ile birleştirmek için hareketlenebilir. Böylece “şiddet”in bile “eğitildiği”, kanlı kavgaların sona erdiği, yeni bir “politik, sınıfsal kavga” zemini  yaratılabilir... Burada her şey olabilir. Birkaç istisna ile: Ekolojik felakete izin verilmez; cinsiyetçilik yasaktır; ırkçı nefret sahibi “Ortak Evi” terk eder. Gerisi serbest: Gücün yeterse sosyalizmi, yetmezse reformları benimsersin, gözüne kestiriyorsan, Ortak Evi, kendi kapitalist pazarına çevirirsin... Elbette “çevirebilirsen”...


Böyle... Şimdi Öcalan’a özgürlük, onun bu insanlık programına özgürlük anlamına geliyor.


Özgür Gündem

BDP Kongresi'nden İzlenimler




3 yılı aşkın bir süredir "KCK" adı altında yapılan siyasi operasyonların hedefinde olan BDP'nin bugün Ankara'da toplanan olağanüstü kongresinde öne çıkan mesaj: Ulusal Birlik.

3 yılı aşkın bir süredir "KCK" adı altında yapılan siyasi operasyonların hedefinde olan BDP'nin bugün Ankara'da toplanan olağanüstü kongresine, halkın katılımı yoğun oldu. Kongreye, Kürdistan'ın diğer parçalarından temsilcilerin katılımı da yüksekti.

Diğer parçalardan gelen temsilcilerin ortak mesajı, Kürt ulusal birliğinin sağlanması oldu. Temsilciler ayrıca Öcalan'ın özgürlüğünün sağlanmasının çözüm için şart olduğunu da belirtti. BDP eş başkanlarından Demirtaş da, AKP'nin Kürt milletvekillerine seslendi, "Ya sesinizi çıkartın, ya da zulüm kalesini terk edin" dedi.

Kongreye yoğun ilgi nedeniyle, salona girişte izdiham yaşandı, dışarıda kalan yüzlerce kişi, salon önüne konulan dev ekrandan kongreyi izledi. Salonda coşku hiç eksik olmadı.

MİLLETVEKİLLERİNE, BAŞKANLARA YOĞUN İLGİ

BDP ve DTK eş başkanları, milletvekilleri ve belediye başkanları, salondakilerin yoğun alkış ve ilgisi altında salona giriş yaptı. Salondan "Biji serok Apo" sloganları yükseldi.

Kongreye Abdullah Öcalan'ın kardeşi Kesire ve Fatma Öcalan, Murat Karayılan'ın kardeşi Mehmet Karayılan, Mazlum Doğan'ın ablası Asiye Doğan da katıldı. Kongreye, 30 ülkeden elçilik, büyükelçilik düzeyinde katılım oldu.

Roboski katliamında yakınlarını kaybeden aileler, siyah yas elbiseleriyle salonda yerini aldı, Roboski'ye adalet istedi.

Sol-sosyalist siyasi partilerin yanı sıra CHP adına Gülseren Onanç ve Saadet Genel Başkan Yardımcısı Yusuf Yiğital da kongrede hazır bulundu.

REHİNELER MESAJLA KATILDI

Tutuklu BDP Eş genel başkan yardımcısı Fatma Kurtulan, "siyasi operasyonlarda rehin alınan tüm tutsaklar" adına kongreye mesaj gönderdi. Tutuklu milletvekilleri de gönderdikleri mesajla kongreyi selamladı.

MESUT BARZANİ KATILMADI

Divan başkanı Hamit Geylani, Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani'nin yoğun programı nedeniyle kongreye katılamadığını açıkladı, "Aramızda olsaydı, halk olarak, parti olarak, çok sevinecektik. Kongre olarak selamlarımızı gönderiyoruz" dedi.

ROJAVA DEVRİMİ SELAMLANDI

Batı Kürdistan'daki özerklik ilanı, "Rojava devrimini selamlıyoruz" sözleriyle kutlandı. Salonda, "Şemzinan'ın sıcaklığıyla kongreyi selamlıyoruz" pankartı da asıldı. Cezaevlerinde 12 Eylül'den bu yana sürdürülen açlık grevi, "Zindanlarda çözüm için yükselen açlık grevi direnişini selamlıyor ve destekliyoruz" pankartıyla selamlandı. BDP eş başkanları da konuşmalarına başlarken, cezaevlerinde sürdürülen direnişe dikkat çekti, tüm kamuoyu tarafından desteklenmesini istedi.

Salona, Abdullah Öcalan'ın fotoğrafının yer aldığı, "Öcalan'a özgürlük" yazılı büyük bir pankart da asıldı.

Kongrede "demokratik özerlik ve siyasi statü" talepleri dile getirildi. Demokratik özerkliğin, Türkiye'nin demokratikleştirilmesinin de teminatı olduğu belirtildi.

'BÜTÜN SALON ÖCALAN'A SAHİP ÇIKIYOR'


Salonda gençlerin, yüzlerini puşi ile kapatıp, Abdullah Öcalan'ın fotoğrafıyla kürsüye çıkması üzerine, kürsüden, "Yüzümüzü puşi ile kapatıp, böyle şeyler yapmaya gerek yok. Salonda posteri asılı, bütün salon sahip çıkıyor salona" anonsu yapıldı.

Salonda sık sık "PKK halktır, halk burada", "Dişe diş kana kan, seninleyiz Öcalan", "Be Serok jiyan nabe", "Biji serok Apo" sloganları atıldı.

Saygı duruşu sırasında "Çarxa şoreşe" marşı söylendi.

Sinevizyonda yer alan Roboski Katliamı'na ilişkin yer alan görüntüler, katılımcılar tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı.

Bu yılki kongreye ulusal ve uluslararası basının ilgisi de yoğun oldu.


ANF

Yüksekova’da Helikopter, Bingöl’de Karakol Vuruldu

HPG gerillaları Yüksekova’da askeri malzeme ve cephane takviyesi yapan bir helikopteri, Bingöl’de ise bir karakolu vurdu. Her iki olayda ölü ve yaralı asker sayısının tespit edilemediği bildirildi.

HPG Basın İrtibat Merkezi (HPG-BİM) gerillaların Yüksekova, Bingöl, Erzurum, Dersim, Diyarbakır ve Muş’ta gerçekleştirdikleri eylemler hakkında açıklamada bulundu.

HPG-BİM’in verdiği bilgiye göre gerillalar, Hakkari’nin Yüksekova İlçesine bağlı Gire Gipe alanında bulunan “işgalci TC ordu” güçlerine askeri malzeme ve cephane takviyesi yapan 1 skorsky helikoptere yönelik 13 Ekim günü saat 11.00’da bir eylem gerçekleştirdi. İndirme yapan helikopterin etrafında toplanan askerlerin de hedef alındığı eylemdeki ölü ve yaralı askerlerin sayısının tespit edilemediği kaydedildi. Açıklamada Türk ordusunun eylem ardından Çarçela alanına yönelik savaş uçaklarıyla bir bombardıman düzenlediği kaydedildi.

BİNGÖL’DE KARAKOLA EYLEM

Gerillalar Bingöl’ün Yedisu İlçesi’nde ise Dem Karakoluna yönelik bir eylem gerçekleştirdi. 13 Ekim günü saat 19.00’da gerçekleştirilen, 2 nöbet kulübesi ve karakol binasının ‘etkili bir şekilde vurulduğu’ eylemdeki ölü ve yaralı asker sayısının tespit edilemediği bildirildi. Açıklamada ayrıca 14 Ekim günü sabah saatlerinde karakolun yakın çevresinde Türk ordusu tarafından kısmi bir operasyon düzenlendiği kaydedildi.

ERZURUM’DA ASKERİ MALZEME TAŞIYAN TREN VURULDU

Erzurum-Kars seferini yapmakta olan 1 trene yönelik gerçekleştirilen eylemi de üslenen HPG-BİM, trenin askeri malzeme taşıdığını bildirdi. “13 Ekim günü saat 11.30’da Erzurum’dan Kars’a giden ve askeri malzeme taşıyan bir trene yönelik Horasan ve Sarğkamış ilçeleri arasında bir eylem gerçekleştirilmiştir” denilen açıklamada trende maddi hasar meydana geldiği ifade edildi.

DERSİM, DİYARBAKIR’DA YOL KONTROLLERİ

HPG-BİM, gerillaların 13 Ekim günü Muş-Kulp ve Dersim-Erzincan yolu üzerinde gerçekleştirdiği yol kontrol eylemleri hakkında da bilgi verdi.

13 Ekim günü 12.00-13.00 saatleri arasında Dersim-Erzincan yolu Kozmerik mıntıkasında bir yol kontrol eylemi gerçekleştirildiğinin ifade edildiği açıklamada durdurulan araçlarda kimlik kontrolü yapan gerillaların Türk ordusuyla işbirliği halinde çalışan bir şirkete ait 1 adet TIR’ı yakarak imha ettiği kaydedildi. “Eylemde düşmanın asimilasyon politikalarına hizmet eden 1 öğretmen gözaltına alınmış, ilk sorgusunun ardından uyarılarak serbest bırakılmıştır” denilen açıklamada eylem ardından alanda kobra helikopterlerin bombardımanı desteğindeki skorsky helikopterlerle yapılan indirmelerle bir operasyon başlatıldığı duyuruldu.

Muş-Kulp yolu üzerinde 13 Ekim günü 16.00-18.00 saatleri arasında yapılan yol kontrol eyleminde ise durdurulan 60 araçta kimlik kontrolü gerçekleştiren gerillaların toplanan halka süreç hakkında bilgilendirmede bulunduğu ifade edildi. Açıklamada ayrıca eylem esnasında “işgalci TC ordusuyla” işbirliği halinde çalışan ve sivil araçlarla patlayıcı madde taşıyan bir şirkete ait 1 adet aracın da yakılarak imha edildiği bildirildi. 


ANF

Demirtaş: Barışın Muhatabı Öcalan ve KCK’dir

Partisinin 2. Olağanüstü Kongresi’nde konuşan BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Kürt sorununun çözümünde muhatapları ve rollerini tanımladı. “Barışın muhatabı Sayın Öcalan ve KCK’dir” diyen Demirtaş çözümün bir parçası olarak Kürt Halk Önderi Öcalan’ın özgürlüğünü istedi.
BDP 2. Büyük Olağanüstü Kongresi’nde Kışanak’ın ardından BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş konuştu. Demirtaş, Kürtler açısından tarihin akışının değiştiği kritik bir dönemin yaşandığını belirterek, “Bizlere bu onuru bahşeden bütün parti şehitlerine ve emeği geçen bütün arkadaşlarımıza minnetlerimizi iletiyoruz. Hapishanelerde siyasi rehine olarak tutulan bütün arkadaşlarımız şahsında tüm tutuklu milletvekillerine kucak dolusu sevgiler gönderiyoruz” dedi. Kongrenin yapıldığı saatlerde Türkiye’nin bütün cezaevlerinde tutsakların açlık grevi yaptığını söyleyen Demirtaş, tutsakların taleplerinin kendi talepleri olduğunu söyledi. Demirtaş, “Dünyanın temel bütün sorunlarının cereyan ettiği zorlu bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu coğrafyada sırf doğmuş olmakla birlikte hayata borçlu başlıyoruz. Eş Genel Başkan olarak görev yaptığım her saniyenin özeleştirisini halkımıza sunmak boynumuzun borcudur. Böylesine bedel ödeyen bir halka layık olmak elbette ki kolay değildir” dedi.

UNUTULMAYANLAR AYAKTA ALKIŞLANDI

Kürt ve “Kürdistan” gerçeğinin halen inkar edildiğinin bundan dolayı da çözümün uzadığını söyleyen Demirtaş, Salonda bulunan Tahsin Ekinci, Nurettin Yılmaz, Naci Kutlay'ın adlarını saydı. "Onlar, yüzyılın başında Celadet Bedirhan'dan aldıkları umudu büyüterek, bizlere bu umudu taşımanın haklı gururunu taşıyorlar. Onlar Kürtçe nefes almanın bile suç olduğu günlerde, işkencelere, zindanlara teslim olmadılar" dedi.

Demirtaş, konuşmasının devamında Kürtlerin özgürlük mücadelesi ile Türkiye devrimci hareketine öncülük eden isimleri, savaşta yaşamını yitiren Kürt çocukları ve gençlerinin isimlerini saydı: "Mustafa Barzani, Seyit Rıza, Şeyh Sait, Said Kürdi, Ahmedi Xani, Mele Ciziri'yi de unutmayacağız. Denizleri, Mahirleri, Ulaşları, Yusufları, Ömer Ayna'yı, İbrahim Kaypakkaya'yı unutmayacağız. Mazlum Doğan’ı, Agit’i, Rustem Cudi’yi, Ali Şer’i unutmayacağız. Bunlarla birlikte Kemal Pir, Haki Karer, Ceylan Önkol, Halil İbrahim Oruç, Yıldırım Ayhan, Uğur Kaymaz ve Orhan Doğan’ı elbette unutmayacağız. Batman sokaklarında bıraktığı gül teni ile Mehmet Sincar’ı Vedat Aydın’ı unutmayacağız. Sevgi kuşu kanadındadır diyen Hasret Gültekin’i de Hrant Dink’i de unutmayacağız. Celal Talabani'yi unutmayacağız. Mesut Barzani'yi unutmayacağız. 13 yıldır 12 metre bir beton hücrede halkının özgürlüğü için direnen Kürt Halkının Önderi Sayın Öcalan'ı unutmayacağız” dedi. Demirtaş’ın konuşması üzerine salonda bulunanlar ayağa kalkarak, “Biji serok Apo” sloganlarını attı.

SURİYE’DE GERÇEK HALK MÜCADELESİNİN YANINDAYIZ

Demirtaş, "Bizi bu tüm değerlerimizle anlamayanlar, Kürt sorununu çözemezler" dedi. Kürdistan'ın diğer parçalarından kongreye katılan temsilcileri selamlayan Demirtaş, tüm katılımcılara teşekkür etti.“Bizler gücümüzü birleştirirsek Ortadoğu’da yaşanan savaşları durdurma gücümüz olacaktır” diyen Demirtaş, “Suriye’de halkların inlediği bir dönemde Suriye’de yaşanan trajediye elbette ki sessiz kalamayız. Bizim Suriye’de yaşayan halkların kendi iradeleri ile kendini yönetmek isteyen halkların mücadelesini desteklememiz tarihi sorumluluğumuzdur. Suriye’deki demokratik halk muhalefetlerinin bizler tarafından desteklenmesi Suriye’nin kendi kaderini belirleyecek pozisyona gelmesi noktasında etkili olacak. Hükümetin yaptığı gibi çetecilik ile özgürlük mücadelesini karıştıran, halkların siyasi iradesine saygı duymayan grupları desteklemek yerine halkın öz gücü ile oluşmuş muhalefeti desteklemek en önemli olanıdır. Biz orada gerçek halk mücadelesinin yanındayız” dedi.

TEZKERE ÇIKARACAĞINA KÜRT KONSEYİ’Nİ ANKARA’YA ÇAĞIRSAYDIN

“Bizim açımızdan Suriye orda yaşayan halkların tamamının ortak malıdır. Bu nedenle sadece bir mezhebe, etnik kimliğe dayanmamak gerekiyor. Bu yanlıştan geri dönmek mümkündür” diyen Demirtaş, Suriye’de bütün halkların iradesine destek vermeyen ve saygı duymayan politikaların başarılı olamayacağını söyledi. Demirtaş, “Parlamentoda Suriye ile ilgili tezkere çıkarılacağına Davutoğlu Kürt Yüksek Konseyi’ni Ankara’ya çağırsa bu daha akıllıca ve ahlaki bir yöntem olur” dedi.

3 BAŞLIKTA KÜRT SORUNU VE MUHATAPLAR

Türkiye’nin en çok can yakıcı sorununun Kürt sorunu olduğunu belirten Demirtaş, “Temelde Kürt sorunun 3 ana başlığa ayırabiliriz. Bunlardan birisi eşitlik, birisi adalet, birisi de barıştır. Eşitlik önemlidir. Çünkü Kürt sorununun nedenidir. Kürtler dil hakkından yoksundur. Kendi topraklarında kendini yönetme hakkı gasp edilmiştir. Zorla asilime edilmeye çalışılmıştır. Hiç kimse Kürtlerin eşit olduğunu iddia edemez. Bu eşitlik olmadığı için Kürt halkı üzerinde baskılar oluştu. Bu da ikinci başlığı doğurdu. Kürt halkı sürgünlere, işkencelere, zindanlara ve uzun tutukluluklara maruz kaldı. Bütün bunların yarattığı adalet sorunu olmuştur. Bu iki başlığın yarattığı sonuçlardan barış maddesi ortaya çıkmıştır” dedi.

SAĞA SOLA ÇEKMEK YERİNE MÜZAKERE YÜRÜTÜN


Kürt sorununda muhataplık tartışması yapılırken 3 başlığın bir arada ele alınması gerektiğini söyleyen Demirtaş, “Sadece bize yük bindirenler bu 3 maddeyi ele almıyorlar. Bizim karar gücü olarak ortaya çıkmamız imkansızdır. Eşitlik konusunda sorunun çözebilmek için yani anayasal maddeleri elbette ki partimiz ile konuşabilirsiniz. Partimiz bu konuda irade ve muhataptır. Eğer eşitlik konusunda bir irade ortaya çıkarsa adalet meselesi de daha kolaylaşır. Bunun için Hakikatleri Araştırma ve Geçmişle Yüzleşme Komisyonu gerekiyor. Konunu son başlığı barış meselesidir. Ortaya çıkmış savaş sorununun konuşmak istiyorsanız bu konudaki muhatap Sayın Öcalan ve KCK yetkilileridir. Bu konudaki her bir muhatabın çözüm sürecinde rolleri ve konumları vardır. Konuyu sağa sola çekmenin anlamı yok. Bir koordinasyon olarak müzakereler yürütülürse çözümün geleceğini biliyoruz” dedi.

‘ÖCALAN’I BETON ÇUKURDA TUTAMAZSINIZ’

Demirtaş’ın konuşması sırasında sahneye çıkar bir genç Öcalan’ın posterini açtı. Kısa süreli aranın ardından konuşmasına devam eden Demirtaş, “Böylesine önemli bir aktörü siz 13 yıl boyunca dışarı ile ilişkisini kurmayı engelleyecek şekilde beton çukurda tutamazsınız. Devletin militarizmi bir kenara bırakarak akıl ile düşünmesini tavsiye ediyorum. Bizim önerimiz makuldür. Biz Öcalan’a özgürlük derken böyle bir çözümün parçası olarak katkısının olacağı bir ortamın yaratılmasını istiyoruz. Barışı önce vicdanlarımızda inşa edeceksek birbirimizi anlama ve dinlemek zorundayız” dedi.

Kürt sorununda çözüm arayışının siyasi bir cesaret gerektirdiğini belirten Demirtaş, hükümetin de bu bilinç ile hareket etmesi gerektiğini söyledi. Demirtaş, “Biz savaşın da çatışmanın da bir yöntem olarak karşılıklı devreden çıkarılması gerektiğine inanıyoruz. Bu proje ile akan kanı durdurabiliriz. Türkiye’de barış adımlarının Suriye’ye de bir damla su olacağını görmek lazım. Buradan çıkacak istikrarın Suriye’yi etkileyeceğini görmek lazım. Bütün coğrafyamızda insanların huzura kavuşmasına vesile olacaktır. Her birimizin yüreğinden bir parça koparan, bütün zenginlikleri heba eden bu süreci durduramazsak tarihe yazılırız” diye kaydetti.

ÖNERDİĞİMİZ ÖZERKLİK MODELİ SADECE KÜRDİSTAN’A ÖZGÜ DEĞİLDİR

Demirtaş, “Türkiye büyük bir ülkedir. Böyle bir ülkenin tek bir merkezden veya tek bir lider tarafından yönetilmesi demokrasinin genine aykırıdır. Bizler 12-20 bölgeden oluşmuş özerk bölge yönetimleri öneriyoruz. Bizim önerdiğimiz model etnik temelli bir özerklik değildir. Bölge parlamentoları Türkiye’deki bütün partilere bugün olduğu gibi açık olacak. Ama demokratik parlamentolar tarafından yönetilecek. Tek parti diyorsanız bu günkü tabloya bakın. Cumhuriyet tarihinin en yüksek oyunu alan iktidar var. Ama aldığı oy yüzde 50 yönettiği kesim ise yüzde 100’dür. Bölge parlamentoları anadilde eğitim de olmak üzere, birçok politikada yetki sahibi olabilirler. Resmi dilin yanında arzu edenler ikinci bir resmi dili kullanabilirler. Ankara’nın çıkaracağı anayasa bağlı olarak Türkiye’nin birçok bölgesi demokratik hakkını kullanabilir. Biz bu hayata geçtiğinde bu özerk bölgelerin bazılarında iktidar olursak o bölgede azami demokrasiyi kurumsallaştırmak için uğraşacağız. Elbette ki doğaya, emeğe ve cinsiyete saygılı olacağız. Bizim karşı çıkacağımız şey yoksulluk, işsizlik ve haksız rant olacaktır. Ekonomik modelimiz ile bütün bölgelerde seçime gireceğiz. Bazılarının söylediği gibi bir parti bütün bölgeye hakim olmak istiyor söylemi yanlıştır. Biz başarılı olamazsak halk başkasını seçecektir. Bu kabul görmez ise sadece Kürdistan bölgesine özgü bir özerkliği de tartışabiliriz. Bütün bunların olmadığı seçenekler Kürt halkı tarafından kabul görmeyecektir” dedi.

Projelerini tartışacak cesur bir muhatap bulamadıklarını söyleyen Demirtaş, bugüne kadar kimseden çözüm önerisi duymadıklarını söyledi. “Bizim projemizi görmezden gelenler proje koymak zorundadır” diyen Kışanak, Kürt halkının artık “tek devlet”, “tek millet” söylemlerine karnının tok olduğunu kaydetti. Demirtaş, “Kürdistan’ın en kadim milletlerinden birine tek millet ve tek dil dayatması haksızlıktır. İslamiyet’te var mı böyle bir şey. Bu yok ama hadislerde ümmetin farklılığından söz edilir. Bu söylemlerin adı faşizmdir. Bu da İslamiyet ile birlikte olamaz. Senin o okuduğun beyitleri Ehmede Xani yazabiliyorsa Kürtçe aldığı eğitimdendir. Sen daha yokken o anadilinde eğitim yapıyordu” dedi.

AKP’DEKİ KÜRTLERE ÇAĞRI

“Türkiye’de yaşayan herkes bilmelidir ki barış bize yakındır” diyen Demirtaş, “Bütün Türkiye toplumunu bu konuda HDK’yi desteklemeye çalışıyoruz” dedi. AKP’de siyaset yapan Kürtlere seslenen Demirtaş, “Bu zulmü yapanlar size dayanarak yapıyorlar. Ya buna karşı çıkın ya da orayı bırakın gidin” dedi. Demirtaş, “Yaşamını yitiren insanların arkasından ağlama erdemini gösteremeyenlerden olamayacağız. Ölen gerillaya da askere de ağlayacağız. Bu gün her birisi için ağlayacağız ki yarın güleceksek hep birlikte gülebilelim” şeklinde konuştu. Alevi yurttaşların kendi kültürlerinin yok eden partilerde yer almaması gerektiğini vurgulayan Demirtaş, “Gelin Kürt halkı ile el ele verelim ve hep birlikte özgürleşelim” dedi.

Demirtaş, anadillerinden ve barış dilini konuşmaktan asla vazgeçmeyeceklerini söyledi. Konuşmasının devamında Adnan Yücel’in şiirini okuyan Demirtaş, “Bu kadar tarihi bir dönemde gerçekleşen bu kongrenin barıştan yana herkese hayırlı olmasını temenni ediyorum” diyerek konuşmasını tamamladı. 


ANF

YNK’li Baxtiyar: Öcalan da Ülkesinin Başkanı Olacaktır

BDP kogresine katılan YNK Polit Büro Sorumlusu Mele Baxtiyar, tarih boyunca terörist olarak gösterilen liderlerin bugün devlet yönettiklerini belirtti, "İnanıyorum ki, Türkiye de kendi iç sorununu çözecek, Öcalan ülkesinin başkanı olacaktır" dedi. Baxtiyar Kürt sorununda çözüm için Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü istedi.

Ankara'da devam eden BDP kongresi katılım ve konukların konuşmaları ile devam ediyor. YNK Polit Büro Sorumlusu Mele Baxtiyar konuşmasına "Kürdistan'ın selamını getirdim" diyerek başladı. Salondakileri ve Kürt halkını selamlayan Mele Baxtiyar, Arafat, Castro gibi tarih boyunca "terörist" olarak kabul edilen liderlerin devlet başkanı olduğunu hatırlattı, "Türkiye de kendi iç sorununu çözecek, Öcalan ülkesinin başkanı olacaktır" dedi.

85 yıldır Kürt halkının ölüm ve katliamlarla bitirilemediğini vurgulayan Mele Baxtiyar, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü istedi. "Kürt sorununda Öcalan çözümde rol oynayacaksa serbest bırakılmalıdır. Bundan ne çıkar" diye sordu.

"Zindanlar küçüktür. Çünkü insanların kafalarındaki zindanlar yıkıldı" diyen Baxtiyar, "Zindanlarla bu iş halledilmez" diye konuştu.

Kongrede gördükleri manzaranın kendilerine umut verdiğini belirten Baxtiyar, "Ben 1977'de 15 yaşındayken, peşmergeydim. Ancak bugün bir ülke yönetiyoruz" dedi. Mele Baxtiyar, "Kürt gençleri bugün parti yönetiyor ve kongresini yapıyor. İnkarla bu iş olmuyor. Suriye de özgürleşiyor" dedi.


ANF

Şemdinli'deki Çatışmaların Sonuçları Açıklandı: 28 Asker Öldü, 30 Asker Yaralı

HPG, Şemdinli'de Cuma günü yaşanan şiddetli çatışmaların sonuçlarını açıkladı. Salara Tepesi'ndeki çatışmalarda 28 asker ölürken, 30 askerin de yaralandığı kaydedildi. Çatışmalarda bir gerillanın da yaşamını yitirdiği bildirildi.

Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Salara Tepesi’nde geçtiğimiz Cuma günü HPG gerillaları ile Türk ordusu askerleri arasında şiddetli çatışmalar meydana gelmişti. HPG Basın-İrtibat Merkezi (HPG-BİM) bugün yaptığı bir açıklama ile söz konusu çatışmanın sonuçlarını açıkladı.

Açıklamaya göre Hakkari’nin Şemdinli, Yüksekova ve Çukurca ilçelerindeki gerilla hakimiyetine müdahale amacıyla Eylül ayı başlarında düzenlenen operasyon ardından Türk ordusunun konumlandığı Şemdinli’ye bağlı Salara tepesine yönelik 12 Ekim günü 14.00-18.00 saatleri arasında gerillalar tarafından bir eylem gerçekleştirildi.
Salara tepesine gerillaların 3 koldan girdiği ve birçok mevziiyi imha ettiği bildirilirken, eş zamanlı olarak tepe etrafında bulunan mevziilerin de etkili bir şekilde vurulduğu kaydedildi. HPG-BİM, 4 saat süren eylemde Salara tepesinde 27 Türk askerinin öldürüldüğünü, 30 askerin de yaralandığını bildirdi.

Açıklamada eylem alanına takviye amacıyla Bêsosin karakolundan harekete geçen askeri bir konvoyun da Basya suyu vadisiyle, Bêsosin karakolu arasında vurulduğu belirtildi. 1 kirpi aracın tahrip edildiğinin ifade edildiği açıklamada bu eylemde tespit edilebilen 1 Türk askerinin öldürüldüğü kaydedildi.

HPG-BİM, gerillaların söz konusu eylemlerde ele geçirdiği silah ve malzemeler hakkında da bilgi verdi. Buna göre gerillalar eylemlerde, 2 yedek namlusu ve 100 mermisiyle birlikte 1 adet A6 ağır makineli tüfek, 1 yedek namlusu ve 100 mermisiyle birlikte 1 adet BKC tam otomatik silah, 20 şarjörüyle birlikte 1 adet HK33 melez tipi silah, 20 mermisiyle birlikte 1 adet G3 silah, 3 raxt, 1 Nicon dürbün, 1 gece dürbünü, 2 telsiz, 1 bilgisayar, 2 çanta, 1 yağmurluk ve ölen askerlere ait 2 kimliğe el koydu.

Açıklamada gerillaların ayrıca 2 kutu A6 ağır makineli tüfek mermisi, 1 adet BKC ve 1 adet termal cihazı da imha ettiği bildirildi.

Salara tepesine gerçekleştirilen saldırı esnasında Sozdar Derik isimle bir gerillanın da yaşamını yitirdiğini belirten HPG-BİM, yaşamını yitiren gerillanın kimlik bilgilerinin en kısa zamanda kamuoyuyla paylaşılacağını aktardı. 


ANF
 

Karayılan: Türkiye Saldırdıkça Eylemlerimiz Devam Edecek


El Cezire Televizyonuna konuşan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Kürt tarafı olarak Türkiye ile barışçıl çözüm ve diyaloga açık olduklarını belirterek, “Eğer demokratik çözümle gelmezlerse, biz mücadelemizi sürdüreceğiz ve gerginlik artacaktır” dedi. Suriye rejimi ile ilişkilerinin olduğu yönündeki suçlamaları reddeden Karayılan, Esad yönetiminin eninde sonunda yıkılacağını söyledi.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Kandil’de El Cezire televizyonu muhabiri Hoda Abdel-Hamid’in sorularını yanıtladı. Türkiye’nin, PKK’nin Suriye ve İran’dan destek gördüğü yönündeki iddialarına “Bu büyük bir yalandır” diyen Karayılan, yakın zamana kadar Türkiye’nin İran ve Suriye ile işbirliği içinde kendilerine saldırdığına dikkat çekti.

TÜRKİYE YILLARCA İRAN VE SURİYE İLE İŞBİRLİĞİ YAPARAK BİZE SALDIRDI’

Gerilla eylemlerindeki artışın bu dönemde artmasının nedenlerini soran El Cezire muhabirine Karayılan şu cevabı verdi:

“Aslında hem rastlantı hem de değil. Türkiye Ortadoğu’yu yeniden dizayn edilmesi projesine dahil olarak, ABD ve AB desteğiyle bize saldırdı. Hepsi birbiriyle bağlantılı. Geçen yıl Eylül ayına kadar biz bu dağlarda İran’la mücadele ediyorduk. Türk devleti bize karşı yıllarca İran ve Suriye ile işbirliği yaparak saldırdı. Türkiye 2011 yılının ortalarında stratejisini tamamen değiştirerek, yüzünü batıya döndü, İran ve Suriye ile ilişkilerini yok etti. Türkiye şimdi batı güçlerine PKK’nin Suriye ve İran tarafından desteklendiğini söylüyor. Bu çok büyük bir yalandır.”

‘TÜRKİYE SALDIRDIKÇA MİSİLLEMEDE BULUNMAYA DEVAM EDECEĞİZ’

Yaşanan çatışmaların neye yol açacağı yönündeki soruyu yanıtlarken, “Süreç her türlü gelişmeye gebedir” diyen Karayılan, barışçıl çözüm ve diyaloga açık olduklarını belirterek şunları söyledi:

“Biz Türkiye’de Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle çözülebileceğini düşünüyoruz. Biz Kürt tarafı olarak diyaloga açığız. Ancak biz barış için Türk devletinden ön koşul kabul etmeyiz. Eğer demokratik çözümle gelmezlerse, biz mücadelemizi sürdüreceğiz ve gerginlik artacaktır. Mevcut durumda tutumlarında her hangi bir yumuşama görmüyorum. Türkiye saldırdıkça biz misillemede bulunmaya devam edeceğiz.”

‘TAMPON BÖLGENİN GERÇEK NEDENİ KÜRTLER’

Türk başbakan Erdoğan’ın yakın zamanda "PKK’nin Suriye ile işbirliği yaptığı" yönündeki suçlamalarını reddeden Karayılan şunları kaydetti:

“Her şeyden önce şunu belirteyim. Suriye’de PKK savaşçıları yoktur. Türkiye Suriye Kürtlerinin haklarını elde etmelerini istemiyor. Haklarını elde etmelerini engellemeye çalışıyor. Bundan dolayı Türkiye BM yolu ile bir tampon bölge oluşturmak istiyor. Tampon bölgenin gerçek nedeni Türkiye’nin sahada Kürt varlığını yok etmek istemesidir. Bundan dolayı biz Türkiye’nin Suriye müdahalesine karşıyız.”

PKK VE KÜRTLER ORTADOĞU’DA TEMEL BİR AKTÖR’

Suriye’de ayaklanmanın başlamasından bu yana Esad rejimi ile PKK arasında görüşmelerin olup olmadığı yönündeki bir soruyu yanıtlarken Karayılan, Suriye ile geçmişte temaslarının olduğunu ancak mevcut durumda bir ilişkilerinin olmadığını söyledi. Karayılan, “Bugün PKK ve Kürt halkı Ortadoğu’da temel bir aktördür. Bölgedeki tüm devletlerle şu veya bu düzeyde temasları olabiliyor. Çünkü Kürtler, Suriye’de, Türkiye’de, Irak’ta ve İran’da temel bir güçtürler” dedi.

Birçok kişinin yanlarına gelerek ilişkide bulunduğunu belirten Karayılan, bu konuda temel yaklaşımlarının değişmediğini kaydederek, “Biz Ortadoğu’da özgürlük, demokrasi, tüm ülke ve halkları ile kardeşçe ilişki istiyoruz” dedi.

‘ESAD REJİMİ ENİNDE SONUNDA YIKILACAK’

Karayılan, son olarak Beşar Esad’ın hayatta kalıp kalmayacağı yönündeki soruya ise şu cevabı verdi:

“Artık bu tür rejimlerin aşınma dönemidir. Eninde sonunda yıkılacaklardır. Salt güç kullanımı bugün ve sonrası için daha fazla yıkıma yol açacaktır. Ancak değişim şarttır. Beşar Esad iktidarda kalmada ısrar etmemeli.”


ANF