26 Eylül 2012 Çarşamba

Yanılıyorsun Recep Teknoloji de Seni Kurtaramaz!!!

Faşizmiyle ünlenen AKP-Erdoğan-Fetullah Koalisyonu, Kürdistan Gerillaları karşısında aldığı yenilgiyi, yeni savaş teknolojisine trilyonlar akıtarak, iflas eden klasik devlet mantığıyla 30 yıllık inkar ve imha politikasının yeni yürütücüsü olacağını ilan ediyor.
Gerillalar karşısında ağır kayıplar veren Türk devleti, çareyi en son teknolojik silahları almakta buldu. AKP Hükümeti, Süper Kobralar, dijital karakollar ve güdümlü füzeler alarak Kürt Özgürlük Mücadelesi’ni yenebileceğini zannediyor. 

Türk medyası, dün yine ''Kürdistan gerillasının yenilmesini sağlayacak üç haberi'' sundu. ABD’den beklenen silahlı Predatörler gelmemişti, ama nihayet üç Süper Kobra imdada yetişmişti. İkinci haber ise İdris Naim Şahin ile birlikte askeri operasyonları anlık izleyen ve Şahin’in “Öldürülenler arasında İrfan Amed de var mı?” heyecanına ortak olan Yeni Şafak’ın Ankara Temsilcisi Aldulkadir Selvi’nin kaleminden. Selvi’ye göre; ''TOKİ‘nin yaptığı Kale-kol’lar da baskın yemekten kurtulamayınca ABD’nin Afganistan deneyimine dayanarak Digital/akıllı karakollar dönemi başlayacak''. Selvi, sadece karakollarla yetinmemiş, ''Kandil’i yerle bir edecek formülü'' de eklemiş. ''2500 kilometre menzili güdümlü füzeler (üstelik yerli) Kandil’in tepesine inecek!''

Süper Kobralar


Türk medyası (Taraf gazetesi), ''Türkiye’nin satın almak için uğraştığı üç AH-1W tipi Super Kobra saldırı helikopterinin, hafta sonu, Amerikan C-5 tipi dev nakliye uçağıyla Türkiye’ye getirildiğini'' duyurdu. Gazeteye göre, ''Türkiye’nin envanterine ilk kez giren Super Kobra saldırı helikopterlerinin PKK ile savaşta Türkiye’nin caydırıcılığını arttırmasını bekliyor.''

6 Kobra var


1990’lı yıllarda Amerikan Bell firması yapımı 10 adet Kobra saldırı helikopteri satın alan Türkiye’nin, kazalar sonucu kayıplar vermesi nedeniyle şu anda envanterinde kullanımda olan 6 Kobra saldırı helikopteri bulunuyor. Dolayısıyla Taraf’a göre ''Super Kobralar, Türk ordusunun Kürdistan gerillasına karşı daha etkin mücadele etmesini sağlayacak.''

Füze kalkanı kolaylaştırdı


Amerikan Kongresi, uzun süren pazarlıklar sonrasında geçen kasım ayında Türkiye’ye, stoklarında bulunan üç Super Kobra helikopterinin 111 milyon dolara satılmasını onaylamıştı. ABD ordu stoklarından başka bir ülkeye silah verilmesi nadir görülen bir durum. Ancak, Türkiye’nin, topraklarında ABD’nin öncülüğündeki füze kalkanı projesi çerçevesinde balistik füzelere karşı radar sistemini konuşlandırmayı kabul etmesi, Washington’ın, Super Kobra satışına onay vermesini kolaylaştırdı.

12 tane istiyorlardı


ABD, envanterinde yeterli sayıda üçüncü ülkelere satılacak helikopter bulunmadığı için Türkiye’nin 12 olan saldırı helikopteri talebinin ancak üçünü karşılayabildi. Çift pilotla uçan, çift motorlu Super Kobralarda, TOW ve AGM-114 Hellfire (Cehennem ateşi) füzeleri ile AIM-9 Sidewinder uçaksavar füzelerinin yanı sıra etki gücü yüksek mühimmat taşıyan toplar, roket fırlatıcıları gibi güçlü silah sistemleri bulunuyor.

Bilgi verilmiyor


ABD’nin, Türkiye’nin talebiyle bu helikopterlere ek saldırı yeteneği kazandırdığı bilinse de, teknik detaylar hakkında fazla bilgi yok. Helikopterlerin, planlanandan birkaç ay sonra gecikmeli olarak Türk ordusuna teslim edilmesinde Ankara’nın, ek talepleri etkili oldu.

Güdümlü füzeler


Yeni Şafak gazetesinin Ankara Temsilcisi Abdulkadir Selvi ise, yerli ve yabancı ortak yapımı projelerle sevincini paylaştı! Bir önceki İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile birkaç gün bölgeyi gezdiğini, bir gün helikopterlerle karakolların üstünden uçtuklarını belirten Selvi, “Bazen bir iki tur atıp, karakollara tepeden baktık. İndiğimizde hepimizde, ‘Güvenliği sağlamak için karakol kurmuşuz, sonra karakolların güvenliğini sağlamak için üs bölgeleri oluşturmuşuz’ kanaati oluştu. Beşir Bey’le de bunu paylaştık. Karakollar teröre hedef olacak şekilde vadilerin oyuklarında geçiş yollarına göre, sarp yamaçlardan kolayca hedef haline gelecek şekilde inşa edilmişti” diye tespitini aktarıyor. ''TOKİ‘nin yaptırdığı,’Kale-Kol’ların dahi caydırıcı bir unsur olamadığı''ndan yakınan Selvi, “Türkiye’nin birikimi bu değil” diye kızıyor ama hemen toparlıyor. Türk Başbakan’ın talimatının meyvesini izah ediyor: “Yerli füze sistemi.''


Tamamı Türk mühendislerin yazılımı ve yerli imkanlarla üretilen, helikoptere monteli ‘Cirit’ üretildi ve şimdiden sipariş alıyor.Şimdi sırada Diyarbakır ya da Adana’dan düğmeye basıp, Kandil’in, Hakurk’un tepesine inecek olan, 2500 kilometre menzilli yüzde yüz yerli, ‘Güdümlü Füze’ var.”

Modüler karakol


Burada ''Savunma Sanayii Müsteşarlığı uzmanları tarafından yapılan, Aselsan ve özel sektör işbirliği ile gerçekleştirilen, karakol sistemleri hakkında gelişmeleri'' paylaşmaya geçen Selvi, bu yılın başında savunma sanayii uzmanları tarafından, Genelkurmay’a kapsamlı bir sunum yapıldığını hatırlatıyor. 


Selvi’nin sözünü ettiği sunumda, ‘Yüksek Güvenlikli Karakol’ sisteminin esas alındığı çalışmada, karakolların kurulacağı, ‘hakim noktalar’ yeniden belirleniyor, arazi özelliği ve tehdide göre, A,B ve C şeklinde karakol inşası öngörülüyordu. Elektronik sistemleri, etkin bir şekilde kullanmayı öngören; roket ve top mermisinin atışına karşı korunaklı yüksek duvarlarla çevrilmiş bir karakol sistemiydi bu.' İktidar kalemlerinden Türk-İslamcı Abdulkadir Selvi, devam ediyor: “2 kilometrelik bir alana yerleştirilmiş olan sensörler ve nöbet kuleleri yerine, termal kameralar ve içeriden kumanda edilen dürbünlerle donatılmış, dayanıklı çelikten inşa edilmiş, ‘Güvenlik kuleleri’ söz konusuydu. Afganistan’daki operasyonu Kanada’daki üsten yöneten ABD’den esinlenerek, 360 derece dönebilen optik sistemlerin tespit ettiği görüntüleri, karakolun içindeki ana kumanda merkezinden kontrol eden eğitilmiş personelle yürütülecek bir sistemdi. Genelkurmay o gün bu sisteme pek sıcak bakmamıştı ama bir çalışma yapılması için Aselsan görevlendirilmişti. Aselsan yerli firmalarla bir çalışma yaptı. Beklenenden öte başarılı olan, ‘Modüler Karakol’ sistemi ortaya çıktı.”


İç İşleri Bakanı İdris Naim Şahin ile birlikte Amed’de yürütülen bir operasyonu makamında takip eden ve gerilla komutanlarından İrfan Amed’in öldürülmemesi karşısında hafıylanan ‘gazeteci’ Abdulkadir Selvi, yazısını alaturka bir vuruşla tamamlıyor: “Buna, ‘Türk, teknolojiyi keşfetti’ diyebiliriz.''


Ya da önceden türküler, ‘karakolda ayna var, ayna var’ diye söylenirdi artık, ‘Karakolda teknoloji var’.”


Savaşa ne kadar harcadın ?

BDP, Türk Başbakan Recep T. Erdoğan’a savaşa ayrılan bütçeyi sordu. Erdoğan’dan “Çatışmalı sürecin 2012 yılı maliyeti nedir? Zamların gerçek nedeni savaşa ayrılan bütçe midir?” sorularına yanıt istedi. 


BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, son 30 yılda savaşa ayrılan bütçenin maliyeti ile 2012-2013 yıllarında savaşa ayrılan bütçe giderlerine ilişkin Türk Başbakan Erdoğan’ın yanıtlaması istemiyle Meclis Başkanlığı‘na yazılı soru önergesi verdi. Önergede Türkiye’de 30 yıldır süren çatışmalı ortamdan dolayı savaşa ayrılan bütçenin bedelinin yoksullara, emekçilere yüklendiğine dikkat çekildi. Erdoğan’ın “savaş için 300 milyon Dolar ayrılmıştır” açıklamasına atıfta bulunularak, ”Savaşa ayrılan bütçeden dolayı yoksullar daha da yoksullaşmakta, insanlar en temel eğitim, sağlık haklarından mahrum kalmaktadır. Her yıl benzer tablo yaşanmaktadır, halkların bütçesi savaşa gitmektedir. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre, 2012 yılında sadece Türkiye’deki savaşa değil aynı zamanda muhaliflerin desteklenmesi amacıyla Suriye’de yaşanan savaşa da bütçe ayrılmıştır” denildi. 



Asıl neden savaş harcaması

Resmi söylemde bütçe açığının ‘olağan şüphelileri’ olarak gösterilen personel harcamaları ile sosyal güvenlik transferlerinin, zammın tek gerekçesi olmadığının Maliye Bakanlığı’nın verilerine bakıldığı zaman anlaşıldığını belirten Tuncel, soru önergesinin gerekçe kısmında şunlara değindi: “Temmuz ve Ağustos aylarında savaşa bütçeye ayrılan giderleri Sekiz aylık bütçe rakamlarına bakıldığında son iki ayda (Temmuz ve Ağustos 2012) bütçeden silah araç ve gereçlerine yapılan harcamalarda eşi görülmemiş bir artış yaşanmıştır. Temmuz ve Ağustos aylarında, bütçeden silah, araç gereç ve mühimmata yapılan harcamalar, yılın ilk altıayında yapılan toplam harcamanın üzerine çıkmıştır. Ocak-Hazirandöneminde, ‘Güvenlik ve savunmaya yönelik mal, malzeme ve hizmet alımları’ tutarı, toplam 732.7 milyon lira’yı, bu harcamalar temmuz ayında 473.5, ağustosta ise 372.4 milyon lira’yı bulmuştur”


Bütçede, ‘gizli hizmet giderleri’ kalemi altındaki örtülü ödenekte Ocak-Haziran döneminde toplam 431 milyon lira olan örtülü ödenek harcamasının, son iki ayda yapılan 156.5 milyon liralık harcamayla, 587.7 milyon liraya yükseldiğine dikkat çekti.

Cevap bekleyen sorular


 Tuncel, Erdoğan’ın yanıtlaması talebiyle şu soruları sordu: 


-  1990’dan itibaren yıllara göre güvenlik ve askeri harcamalara ayrılan bütçe nedir? 


- Bu çatışmalı sürecin 2012 yılında Türkiye’ye maliyeti nedir?


- Maliye Bakanlığı’nın rakamları dışında örtülü ödenekten ne kadar bir bütçe savaşa ayrılmıştır? 


-  Güvenlik ve askeri harcamalara ayrılan bütçenin kalemleri nedir?


- Yapılan zamların gerçek nedeni savaşa ayrılan bütçenin maliyetini vatandaşlara yüklemek midir? 


- Kürt sorununun çözümü ve müzakere yönünde adım atılarak, güvenlik ve askeri harcamalara giden Türkiye bütçesinin eğitime ve sağlığa gitmesi için bir projeniz var mı? 


-  Türkiye, Suriye’de muhaliflere yaptığı destek ne kadardır? Bu bütçenin kaynağı nedir? 


- 2013-2014 yılında savaşa ne kadar bütçe ayırmayı planlıyorsunuz?



Yargı silahlanıyor!


Türk Adalet Bakanı Sadullah Ergin, NTV Ankara Temsilcisi Nilgün Balkaç’ın sorularını yanıtladı. Türk savcı ve hakimlerinin korunmasıyla ilgili soruya Bakan Ergin, şöyle yanıt verdi: “Hakim-savcı lojmanlarının güvenliğinin tamamlanmasıyla ilgili çalışmalar saldırıdan önce başlamıştı. Savcıya hakime silah yok tartışması doğru değil. Hakim ve savcılara ruhsatlı silah bulundurma hakları mevcut. Maliyet nedeniyle bakanlık üzerinden edinme talepleri geliyor. Hakim ve savcılarımıza uygun fiyatla silah temin edilecek. Satış fiyatının üçte biri olacak.


YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

FLASH: Nuçe TvV'ye 2 Aylık Yayın Durdurma Cezası


KOPENHAG - Danimarka Radyo ve Televizyon Kurulu, Mesopotamia Broadcasting şirketine bağlı Nuçe TV, MMC televizyonu ile METV’nin (Mezopotamya TV) yayınlarını 2 ay kapatma cezası verdi. Kurul cezayı, ‘yayınladığı programları kaydetme ve saklama sorumluluğunu yerine getirmediği’ ve ‘kurulun gözetim sorumluluğunu yerine getirmesini engellediği’ gerekçesiyle verdiğini ileri sürdü. Kurul bununla birlikte, şirket tarafından yayınlarla ilgili sunulan kayıtlarda Roj TV’nin ‘şiddete teşvik suçunu' işlediğine dair bir bulguya rastlanmadığına vurgu yaptı. 

Danimarka Radyo ve Televizyon Kurulu, Ocak 2012’de Mesopotamia Broadcasting şirketine bağlı yayın kuruluşlarıyla ilgili başlatmış olduğu incelemeyi tamamlayarak kararını verdi. Kurul, bugün yaptığı bir açıklamada, şirkete bağlı ROJ TV, Nuçe TV, MMC, Mezopotamya TV yayınlarına 2 ay kapatma cezası verdi. Cezaya gerekçe olarak, Mesopotamya Broadcasting şirketinin “yayınladığı programları kaydetme ve saklama sorumluluğunu yerine getirmeme” ve “Kurulun gözetim sorumluluğunu yerine getirmesini engelleme” gösterildi. 

Kurul yaptığı açıklamada, şirket tarafından kendilerine sunulan program görüntüleri üzerinde yapılan incelemede ise Roj TV’nin “doğrudan nefrete tahrik suçu” işlediğine dair bir olguya rastlanmadığına vurgu yaptı. 

Kurul, ''görüntülerin eksik olması nedeniyle kanaldaki diğer programlarda nefrete teşvik olup olmadığının inceleme imkanı bulamadığını'' kaydetti.

Danimarka Radyo ve Televizyon Kurulu, Danimarka mahkemesinin Roj TV ile ilgili davada verdiği karar ardından Ocak ayında Mesopotamia Boradcasting şirketinden, bağlı yayın kuruluşlarının 28 Ekim 2011 ile 26 Ocak 2012 tarihleri arasındaki tüm yayın akışının kopyalarını istemişti. Kurul açıklamasında, ''şirketin, 4 yayın kuruluşunun programlarının bir kısmının kendilerine sunduğunu'' belirtti. Kurul, ''yayın kuruluşlarının, lisans kanunu çerçevesinde tüm yayın kayıtlarını en az 3 aylığına kayıt altına almakla mükellef olduklarını'' kaydetti. 

Radyo ve Televizyon Kurulu, ancak şirketin bu sorumluluğunu yerine getirmediğini belirterek 2 aylık kapatma cezası verdiklerini vurguladı. 

Mesopotamia Broadcasting şirketine bağlı Nuçe TV, MMC, Roj TV ve METV yayınlarına dönük 2 aylık kapatma cezasının 3 Ekim Çarşamba günü saat 24.00 itibariyle yürürlüğe gireceği öğrenildi.


BestaNuçe

HPG: Dersim'de 9 Özel Harekatçı Öldürüldü

HPG, Salı günü Dersim’de düzenlenen bombalı saldırıda, 6 değil ikisi uzman çavuş 9 jandarma özel harekat askerinin öldürüldüğünü bildirdi. HPG, bir sivilin nasıl hayatını kaybettiği konusunda ise net bilgiye ulaşılamadığını belirtti.

Dersim merkeze bağlı Kanoğlu mahallesinde gerçekleştirilen eylemde içinde 9 askerin içinde bulunduğu minibüsün tümden imha edildiğini bildiren HPG-BİM, 2’si uzman çavuş 9 özel harekatçının öldürüldüğünü kaydetti. HPG-BİM, eylem ardından şehrin stratejik tepelerinde konumlanan Türk askerlerinin ve 15 dakika sonra olay yerine gelen kobra helikopterlerin eylem yeri ve çevresini rastgele taradığını bildirdi.

Eylem sonucunda hayatını kaybettiği belirtilen bir sivile ilişkin ise HPG-BİM açıklamasında “Eylemde söz edilen sivil kaybının gerçekleştirdiğimiz eylemden mi yoksa düşmanın rastgele gerçekleştirdiği tarama nedeniyle mi olduğu konusunda şu ana kadar güçlerimiz net bir bilgiye ulaşamamıştır” denildi.

JİTEM ELEMANI AĞIR YARALANDI

HPG-BİM açıklamasında ayrıca gerillaların 19 Eylül günü Dersim merkeze bağlı Kurna köyünde bir Jitem ajanıyla çatışmaya girdiğini duyurdu. Jitem’le çalışan Haydar Çığlı isimli şahsın köyde bir görev amacıyla bulunan HPG gerillalarına ateş açması sonucunda bir çatışma yaşandığı bilgisini veren HPG-BİM, bu çatışmada ağır yaralanan Jitem çalışanının skorsky helikopterle Malatya’ya kaldırıldığını kaydetti. 


ANF

İspanya'da Halk Parlamentoyu İşgal Etmek İstiyor

Madrid - İspanya’nın başkenti Madrid’de parlamentoyu işgal etmek isteyen göstericiler ile polisler arasında şiddetli çatışmalar yaşandı, en az 74 kişi yaralanırken, 38 kişi de gözaltına alındı. Eylemciler parlamentodakilere yönelik “Dışarı çıkın! Siz bizi temsil etmiyorsunuz!” diye haykırdı. Zengin Katalonya bölgesi ise bağımsızlık istiyor.

Kemer sıkma politikasına karşı yapılan gösterilerde Salı akşamı parlamento önünde çatışmalar yaşandı. 6 bin aşkın kişi gösteriye katıldı. En az bin 500 kadar polis eylemcileri durdurmak için harekete geçirildi. Parlamento etrafında geniş güvenlik önlemeleri alındı. Polis coplarla eylemcilere saldırırken, eylemciler de taş ve şişelerle karşılık verdi.

Kent merkezi eylemden dolayı bloke oldu. “Dışarı çıkın! Siz bizi temsil etmiyorsunuz! Kovun onları!” sloganı ile yürüyüşe geçen eylemciler, parlamentoya 250 metre kadar yaklaşabildi.

Hükümetin Perşembe günü 2013 bütçesi ve bir dizi reform açıklaması bekleniyor. Ertesi gün de uluslar arası bir şirket İspanyol bankalarına yeni bir “stres testi” uygulayacak. Ülke, yüzde 25’e varan işsizlik oranı ile son üç yılda ikinci kez resesyon aşamasında bulunuyor. Bu durum karşısında zengin Katalonya bölgesi de Kasım ayında genel seçimlere gidilmesini isterken, kendi kaderini tayin hakkının da zamanının geldiğini savunuyor. Bölge başkanı geçtiğimiz günlerde bu yönlü bir açıklama yaptı.

DEMOKRASİ GASPEDİLDİ

Madrid’de yapılan gösteri sosyal ağlar üzerinden örgütlendi. Sağcı hükümetin dayattığı kemer politikasına tepki artarken, 80 kolektif Ağustos ayından bu yana Parlamentoyu işgal etmeye veya sembolik olarak kuşatmaya çağırıyor. Bununla aynı zamanda “halkın egemenliğini gasp eden üçlü (Avrupa Merkez Bankası, Uluslar arası Para Fonu ve Avrupa Komisyonu) ile mali pazarlar” protesto ediliyor. Kolektifler, mali pazarlar için demokrasinin gasp edildiğini belirtirken, “Ocupa el Congreso" çağrısına Facebook üzerinde 50 bin kişi yanıt verdi.

HÜKÜMET KORKU İÇİNDE

Hükümet de gösterilerin büyümesinden endişe ediyor. Bu nedenle 15 Eylül günü “25-S Yürüyüşü” (25 Eylül) pankartını asmak isteyen dört kişiyi gözaltına alarak pankartı kaldırdı. Sonraki gün gösterinin hazırlığı için Madrid’deki Retiro park alanına girmek isteyen 40 kişi kimlik kontrolünden geçirildi. 20’yi aşkın kişinin ''bildirim yapmadan toplanması'' buna gerekçe olarak gösterildi. Polis göstericilerden 8’ini gözaltına aldı.

İHBARCILIK DAYATMASI

Şiddetli gösterilerin yayılması gerekçesiyle Ulusal Polis 25 Eylül’deki gösteriden beş gün önce anonim ihbar hattı kurdu. Vatandaşlara çağrı yapan polis, ''vandalizm eylemlerinde bulunanların ihbar edilmesi'' için bir mail adresi açtı.

İktidardaki Halk Partisi (PP), “25-S” eylemine karşı öfkeli. PP’nin Genel Sekreteri Maria Dolores de Cospedal, gösteri çağrısını kınayarak ''1981’de askerler tarafından yapılan darbe teşebbüsüyle'' kıyaslayacak kadar ileri gitti. Madrid Valiliği de bir açıklama yaparak ''parlamentonun işgalinin 6 aydan 12 aya kadar hapis cezalandırılacağı'' tehdidinde bulundu.

KATALONYA BAĞIMSIZLIK İSTİYOR

25-S göstericileri hükümetin “baskı” ve “kriminalize” etme politikasına tepki gösteriyor. Madrid’de hükümet sosyal bir krizle karşı karşıya kalırken, zengin Katalonya bölgesinde de sular ısınıyor. 11 Eylül günü 1,5 milyon kişi Barselona sokaklarına çıkaran bağımsızlık istedi. Katalonya bölge başkanı Artur Mas, Salı günü yaptığı açıklamada 25 Kasım’da genel bölgesel seçimlere gidilmesini istedi. Mas, Katalonya bölgesi için “kendi kaderini tayin hakkını icra etmenin zamanı geldi” dedi.

Mas, “Eğer Katalonya bir devlet olsaydı, dünyanın en büyük 50 ihracatçısı arasında olacaktık” diyerek, bu bölgenin İspanya’nın birinci ihracatçı ekonomisi olduğunu kaydetti. İspanya’nın eski motor ekonomisi olan 7,5 milyon nüfuslu Katalonya, bugün yurt için gayrı safi milli hasılanın yüzde 22’sine denk gelen yaklaşık 44 milyar euro ile en borçlu bölge haline geldi. Bu nedenle merkezi devletin 17 bölge için ayırdığı yardım fonundan 5 milyar euro mali yardım için Ağustos sonunda talepte bulundu.

Öte yandan İspanyol sivil toplumun büyük bir kesimi de Anayasa’nın gözden geçirilmesi ya da parlamentonun feshedilmesini isterken, Başbakan Mariano Rajoy’u istifaya çağırıyor. 


ANF

Nafile Direnmek

Engin ERKINER

Direniş bizde sadece iyi anlamda yorumlanır.

Size karşı bir şey yapılmaya çalışılıyor, bir şey dayatılıyor ve siz de bunu kabul etmiyor ve direniyorsunuz.

Direnişin negatif yanı da vardır.

Direniş, adı üzerinde, negatif bir eylemdir ya da duruştur.

İnisiyatif sizde değil, karşıdakindedir.

Sizin yaptığınız karşınızdakinin saldırısına ya da dayatmasına karşı direnmektir.

Bu nedenle uzun süren direnişler, sadece direniş olarak kalırlarsa insanı bitirir, en azından önemli oranda yıpratırlar.

Direnen aynı zamanda üretmek zorundadır.

İnsanı geliştiren, zenginleştiren üretimdir; kendi başına direniş değil…

Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve hükümetlerinin Kürt halkıyla ilgili olarak son 30-35 yıl ve hatta daha gerisindeki performansına baktığımızda, negatif anlamda direnişi görürüz.

En basit taleplerden başlayarak sürekli bir direniş gösteriliyor. Başka bir deyişle sürekli çarpışarak geriye çekiliniyor. Bir talepte direnmekten vazgeçiliyor, bir sonrakinde direniliyor.

Bugün Kürtçe diye bir dil var mıdır diye kimse sormuyor.

30 yıl öncesinde durum böyle değildi.

Kürtçenin sözünü etmek bile Türk Ceza Kanunu 125. maddeden (bölücülük maddesi) ceza almak için yeterliydi.

Dil konusunda uzman olduğu iddia edilen bazı profesörler Kürtçe diye bir dilin bulunmadığı, bu dilin Osmanlıca-Farsça-Arapça karışımı uydurma bir dil olduğu konusunda uzun açıklamalar yapıyorlardı.

Aziz Nesin, “Bu ülkede bir profesör, bir de pürüfüsür vardır” sözünü boşuna söylememiştir.

1980’li yıllarda Almanya’daki durumu hatırlıyorum.

O sırada Türkçenin seçmeli ders olması için değişik eyaletlerin kültür bakanlıklarına başvuru yapılıyor, dernekler bu konuda kampanyalar açıyordu.

Kürtçenin seçmeli ders olması için de kampanya açılması gerektiği konuşulduğunda, zamanın Türkçe öğretmenlerinde yaygın olan itirazla karşılaşıyorduk: Kürtçe diye bir dil yoktur. Kürtçeden söz etmek bölücülüktür.

Aylar ve hatta yıllar bu saçma tartışmayla geçti.

Bir bölüm insan Kürtçenin de öteki diller gibi bir dil olduğunu kabul etmiyordu.

Bugün kimse böyle bir şey düşünmüyor.

Kürtçe diye bir dil var mıdır yok mudur değil, Kürtçe eğitim konusu konuşuluyor.

Kürtçenin varlığı tartışması geride kaldı.

Kürtçe seçmeli ders değil, eğitim dillerinden birisi olsun konusu konuşuluyor.

Eski korkular, itirazlar, direnişler bu kez “Bu ülkenin tek anadili vardır, o da Türkçedir” üzerinden kendini yeniden gösteriyor.

Ve hiç kimse de şunu sormuyor:

Yıllarca Kürtçenin gerçekte var olmayan bir dil olduğunu savundunuz.

Bu konuda direnebildiğiniz kadar direndiniz ve sonunda vazgeçmek zorunda kaldınız.

Bu kadar inadın, direnişin anlamı neydi?

Kürtçeyi yok etmeye, en azından ciddi oranda sınırlandırmaya çalışırken, Türkçeye iyilik mi yapmış oldunuz?

Türkçenin büyük sorunları var.

Yıllardan beri üniversite mezunlarının bile Türkçeyi düzgün yazamadıkları bir ülkede yaşıyoruz.

İki ayrı imla kılavuzu olan ve bu kılavuzları da sürekli değişen bir dil olabilir mi?

Türkçe de Kürtçe de dünyanın önde gelen dilleri arasında değildir.

Türkçenin böyle bir özelliği olsaydı, yasaklasanız bile herkes bir yolunu bulup Türkçe öğrenirdi.

Ermeni kökenli dilbilimciler Türkçeye önemli hizmetlerde bulundular. Örneğin bu dilin epistemolojik sözlüğü onları eseridir. Türk kökenli dilbilimcilerin bir bölümü ise bu katkıyı kabul etmemek ya da en azından geri planda göstermek için ellerinden geleni yaparlar.

Neden, çünkü onlar Ermeni kökenlidir.

Yapılanın değeri kabul ediliyor, sadece köken kabul edilmiyor.

Bu insanlar, bırakın Kürtçeyi, Türkçeyi de sevmiyorlar.

Almanya’da yapıtlarını farklı bir Almanca ile yazdığı için Feridun Zaimoğlu takdir edilir, ödül bile alır; ama bizde böyle bir şey düşünülemez.

Dile katkı yapan değil, onun kökeni önemlidir.

Korkulardan, komplekslerden kaynaklanan anlamsız direnişlerle yıllar geçiyor.

Binlerce insan hayatını kaybettikten sonra eski direniş çizgisinden vazgeçiliyor, yerini yenisi alıyor.

Kimsenin de aklına “Bunca zaman neden direndik, ne elde ettik?” diye de sormak gelmiyor.

Büyük olmanın iki yolu vardır:

Birincisi: kendiniz büyürsünüz.

İkincisi: başkasını küçültmeye çalışırsınız ve böylece görece olarak büyük görünürsünüz.

İkincisi sonuç alamayacak sahte bir yoldur.

Kürtçeye bu kadar baskı yapılması Türkçe için iyi olmadı.

Kürtçe küçültülmeye çalışılınca Türkçe büyümedi, gelişmedi.

Bu direnişin korku ve çaresizlikten, üretememekten kaynaklandığını söylemek abartma olmaz.

Türkçenin büyük bir dil olduğunu iddia ediyorsan, bunu göstermenin yolu başka dilleri yıllarca yasaklamak, bunu yapamayınca da kısıtlamaya çalışmak değildir.

Büyük kentlerde mağaza isimlerinin bile genellikle Türkçe olmadığı bir dönemdeyiz, ama kimin umurunda?

Kürtçe isim görünce kıyameti koparanlar aynı tepkiyi İngilizce için göstermiyor.

Bu anlamsız, yıpratıcı, sonuçsuz direnişin bitmesi daha da zaman alacak…

Sorun dil değil, sorun Türklerin korkularıdır.


ANF