12 Ağustos 2012 Pazar

Neoconlar ve ‘Arap Baharı’: Savaşa Dönüş

Ramzy BAROUD / Çeviren: Aynur Kaş


Neoconlar intikam için geri döndü. Tunus, Mısır, Yemen ve diğer Arap ülkelerindeki halk ayaklanmaları onların bölgeyle ilişkilerini kısa bir süreliğine kesmiş olsa da, Libya’daki Batı müdahalesi yeni bir fırsatın sinyallerini verdi. Hâlihazırda Suriye, Ortadoğu’da hüküm süren savaşa Neoconların da tamamiyle geri dönmesine yönelik vaatlerde bulunuyor.
Amerikan Girişim Enstitüsü’nde dış siyaset ve savunma politikası çalışmaları başkan yardımcısı Daniella Pletka, “Washington, Suriye ile ilgili siyasetinde Türklere, Suudilere ve Katarlılara taşeronluk vermeye artık bir nokta koymalıdır. Şüphesiz bunlar Esad karşıtı mücadelenin birer parçasıdır, ancak ABD, Suriye’nin bir başka bölgesel güç için vekil devlet olmasına göz yumamaz” şeklinde yazmıştı (Washington Post, 20 Temmuz).


Neo-muhafazakâr, İsrail yanlısı ‘beyin takımı’nda yer alan birçok akranı gibi Pletka da, neo-muhafazakâr aklın ve siyasetin bir sonucu olarak Ortadoğu’nun mahkum olduğu yıkımın ne derece olduğunun iyice farkında olan Arap habercilerin aşina olduğu bir isim. Ancak Suriye’deki karışıklık haberlere yansıdığında -bölgenin jeopolitik haritasını tekrar çizmekten sorumlu olan başlıca güçler bir anda önemini yitiriyormuşçasına-, bu gibi utanç verici isimlerden nadiren bahsedilir.


Pletka, 1990’larda “Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın güvenilir bir üyesi ve Saddam Hüseyin’i yerinden etme amaçlı başarısız darbenin önemli bir aktörü olarak” tanımladığı ve şu an sürgünde bulunan Iraklı Ahmed Çelebi’nin en büyük destekçisiydi. (LA Times, 4 Haziran 2004). Çelebi, yanlış bir biçimde Irak’ın gerçek ulusal bir girişimi olarak gösterilen Irak Ulusal Kongresi’ni yönetti. Çoğunluğu CIA ve diğer Batılı istihbaratlarla bağlantısı olan Iraklı sürgünlerden oluşan konsey üyeleri en nihayetinde dümeni istedikleri yöne çevirdiler ve böylelikle Irak yıkıma uğratıldı.


Neoconlara kalırsa bir Arap ülkesinin yıkılışı ahlâki bir mesele değilse de, 2003’teki ABD savaşını takiben yaşanan kaos ve şiddet olayları, iddialarını her zaman kullandıkları dille öne sürmeleri için ‘entelektüellerle’ savaşmayı imkânsız kıldı. Artık bir müdahale gerekliydi. Saygınlığını yitirmiş kuruluşlar kapatıldı ve yerlerine derhal yenileri kuruldu. Böyle platformlardan biri de, kurnaz bir tavırla eski sloganları yeni sözcüklerle dile getiren neo-muhafazakârlar tarafından kurulan Dış Politika İnisiyatifi’ydi. Matt Duss, Dış Politika İnisiyatifi’nin Mart 2009’da Afganistan’da gerçekleştirilen açılış konferansı hakkında ThinkProgress.org’da şöyle yazmıştı: “Konuşulanların ne kadar küçük bir kısmının tartışmalı olduğu beni dehşete düşürdü. Asıl mesele de budur -neoconların yaygın ve haklı bir şekilde sorumlu tutulduğu Irak’ın çöküşünün ardından bu durum, Amerika’nın askeri aşırılığına destek olmayacaktır. Biraz daha düzenbaz olmalı ve bu çocuklar, düzenbaz değilse bile hiçbir niteliğe sahip değil.”

 

Suriye’deki katliam sadece Suriye halkını perişan etmekle kalmadı, Arap toplumlarında düzenlenen ve barış çağrısında bulunan toplu kampanyalara da bir son verdi. Suriye’deki sürüncemeli karışıklık ve çeşitli bölgesel aktörlerin müdahalesi, neoconlar için yeni markalarının arkasında durmayı dayanılmaz kıldı ve yavaşça bir geri dönüşün önünü açtı. Onlar için ya şimdi ya da hiçbir zamandı...
Aslında neo-muhafazakârlara, şu an Suriye’de kendi usulleriyle oynamak istedikleri final maçında dalavere peşinde olduklarından düzenbaz denebilir. İsrail lobisi, ABD medyası ve sürgündeki Suriyeli liderlerle doğrudan bağlarını verimli bir biçimde kullanan bu kesimin çabaları büyük ölçüde odaklanmış ve iyi koordine edilmiştir. ‘Uzmanlıkları’ ülkeleri yıkma ve daha sonra istedikleri gibi tekrar kurmakla -ki bunlar da tam anlamıyla fiyaskodur- sınırlı olmasına rağmen bu kişilere ‘dış politika uzmanları’ olarak bakılıyor.

Elise Labott CNN’in internet sayfasında kaleme aldığı yazıda, neo-muhafazakârların Suriye’de Amerikan müdahalesini arttırmak için yakın zamanda uyguladığı baskıya dikkat çekti: “Dış politika uzmanları Çarşamba günü (1 Ağustos), silahlı muhalefete desteği arttırması için Obama hükümetine baskıda bulundu.” Söz konusu ‘uzmanlar’ arasında Washington’ın İsrail yanlısı bir başka kanalı olan Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü (WINEP) üyesi Andrew Tabler da vardı. Enstitü 1985 yılında, nüfuz sahibi İsrail lobi grubu AIPAC için bir araştırma bölümü olarak kuruldu, ancak o zamandan bu yana, kendini “Amerika’nın Ortadoğu’daki çıkarlarını dengeli ve gerçekçi biçimde anlamayı” daha da ilerletme ile ilgilenen bir Amerikan kuruluşu olarak yeniden markalaştırmayı başarmıştır.


Obama elbette ki ‘uzmanların’ baskısı nedeniyle istediklerini yapmak zorunda kaldı. CNN’e göre, “CIA ve diğer ajansların gizli desteğine fırsat veren bir istihbarat ‘buluşu’ olarak gösterilen” gizli bir sözleşme imzaladı.


Yine de neoconlar çok daha fazlasını istiyor. Suriye’deki katliam sadece Suriye halkını perişan etmekle kalmadı, Arap toplumlarında düzenlenen ve barış çağrısında bulunan toplu kampanyalara da bir son verdi. Suriye’deki sürüncemeli karışıklık ve çeşitli bölgesel aktörlerin müdahalesi, neoconlar için yeni markalarının arkasında durmayı dayanılmaz kıldı ve yavaşça bir geri dönüşün önünü açtı. Onlar için ya şimdi ya da hiçbir zamandı.


AIPAC 31 Temmuz’da, Kongre’nin bütün üyelerine, Ileana Ros-Lehtinen ve Howard Berman tarafından sunulan bir tasarıyı imzalamaları için baskı uyguladı. Ulusal Menfaat Konseyi’ne göre “İran Tehdidinin Azalması ve Suriye İnsan Hakları Yasası (H.R 1905)” başlıklı tasarı geçerlilik kazanırsa “İran’la gerçek bir savaş durumuna girilecektir.” Suriye, İran ve müttefikleri arasında kaçınılmaz bir bağlantıyı savunan eski neo-muhafazakâr anlayış artık azami seviyede sömürülüyor.


Bu yaşananlardan birkaç gün önce, 27 Temmuz’da, önde gelen elli altı ‘muhafazakâr dış politika uzmanı’ Obama’yı doğrudan Suriye’ye müdahale etmesi konusunda sıkıştırdı. “Amerika Birleşik Devletleri ipleri eline alıp harekete geçmezse, bireysel olarak ya da benzer düşünceli uluslarla uyum içinde, binlerce Suriyeli sivil daha ölecek ve Suriye’de belirmekte olan iç savaş Ortadoğu’da daha fazla istikrarsızlığa neden olacaktır.”


Mektubun kısmen Dış Politika İnisiyatifi tarafından düşünülen zamanlaması tesadüfi değildi. Mektup, Tunus’ta ‘Suriye’nin Dostları’ temas grubuyla yapılan ilk toplantıdan bir gün önce yayımlandı, ki bu da mektubun Amerika’nın Suriye ile ilgili gündemini tanımlamaya yardımcı olmasının amaçlandığını ima ediyordu. İmza sahipleri, Paul Bremer, Elizabeth Cheney, Eric Edelman, William Kristol ve elbette Daniella Pletka gibi, Irak savaş anlatısıyla ilişkilendirilen tanıdık isimleri de içeriyordu.


ABD’nin Suriye ile ilgili net bir stratejisinin olmaması nedeniyle, organize durumdaki neo-muhafazakârlar net ancak tehlikeli bir plana sahip tek kesim olarak görünüyor. Washington Post’ta yazdığı yazıda Pletka’nın müdahale, köprü ülkeler, halklar, her çeşit hizip ve grup hakkındaki görüşleri -Ortadoğu hayali ancak ısrarcı hırslarca yönetilen bir satranç oyunuymuş gibi- açığa vurulmuş. Tek bir paragrafında İran, Hizbullah, İran Devrim Muhafızları Ordusu, Irak’ı istikrarsızlaştırma amacındaki teröristler, “Beyrut’taki kukla hükümetler” ve “İsrail’in yıkımına adanmış Filistinli terörist gruplar”dan bahsediyor.


Ne var ki, yaklaşık yirmi yıldır ABD’nin Ortadoğu’daki dış politikasını yöneten şey bu tarz bir ‘siyasi uzmanlık’ olmuştur. Artık kısa paydos sona erdiğine göre, neo-muhafazakârlar garip haritaları, sevimsiz hayalleri ve daimi bir karışıklık için hazırlanmış planlarıyla geri döndüler.




Ruhsal Ekolojik Yıkım: Toprağın Nazileşmesi


Veysi Sarısözen


Artık “değişim sürecinden” söz eden kalmadı. Şimdi “ırkçılaşma süreci” yaşanıyor. Önce özet:

Türk liberal, demokrat ve hatta “liberal sol” aydınlarının önemli bir kesimi AKP hükümetinin AB yolunda yürüyeceğine ve onun önünün askeri vesayet güçleri tarafından kesildiğine inandı. O nedenle AKP’ye destek verdi.

Bu öyle bir destek oldu ki, AKP’nin “gerçek suratı” sisler gerisinde kaldı; Tayyip Erdoğan’ın “ırkçı, kindar, fanatik İslam fundamentalisti” suratını, bu liberal aydınların suratı gizledi. Herkes Erdoğan’a baktığında, örneğin Mehmet Altan’ı, Ali Bayramoğlu’nu, bu arada Taraf yazarlarını gördüğünü sandı. AKP böylece “liberal” bir parti hüviyetiyle, aslında “vesayete son verme” yolunda değil, ABD’nin 1 Mart tezkeresinin öcünü ordudan alma operasyonunda “aracı” rol oynadı. Ülkeye egemen oldu.

Şimdi bu egemenliğin yükselen boğucu kokusunu duymayan kalmadı. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, “yazıyı bombayla” eşitliyor; Başbakan köşe yazarlarını “deftere kaydettiğini” ilan ediyor; polis ve istihbarat unsurlarının cirit attığı “İslami fundamentalist” Akit Gazetesi de Cengiz Çandar ve Hasan Cemal’i, tıpkı 28 Şubat’ta olduğu gibi Şemdin Sakık’ın “mektubuyla” PKK “yanlısı” olarak hedefe koyuyor.

Şu anda Türk dış politikası “Şii-Sünni savaşlarına” angajedir. Kendisi demokrat olmayan Türk devletinin Suriye’de demokrasi için “Sünni silahlı gruplara” yardım ettiğine dünyanın hiçbir yerinde hiç kimse inanmıyor. AKP hükümeti Suriye’de “Şii-Sünni savaşına” katılmış bulunuyor. Hatay’da Usame Bin Ladin’in adamları boy gösterdi bile...

Ve bu ırkçı AKP siyasetinin iç yüzü tüm Avrupa devletleri için ibret verici örnekleriyle de ortaya çıkmaya başlamış bulunuyor. Mavi Marmara Gemisi baskınıyla birlikte ortaya çıkan “Yahudi düşmanlığı”nın, aslında derin köklere sahip olduğu ve AKP’nin gizli ajandasında “anti-semitizmin” önemli bir yer tuttuğu artık açıkça dile geliyor.

Dün, Taraf yazarı Roni Marguiles bunun çarpıcı ve bir o kadar mide bulandırıcı örneğini mükemmel bir yazıyla dile getirdi.

Uludağ Üniversitesi’nin İlahiyat Fakültesi Dergisi’nde Dinler Tarihi hocası Yrd. Doç. Dr. Süleyman Sayar’ın “Yahudi Karakteri (Tarihî ve Sosyo-Psikolojik Bir Yaklaşım)” başlıklı “bilimsel” makalesinde dile getirilen anti-semitik hezeyanları gözler önüne serdi. Marguiles, Süleyman Sayar’ın makalesinden şu alıntıları yapıyor:

“Araştırmamıza göre, Kur’an terminolojisi bakımından... Yahudi karakterinin belirleyici kavramları şu şekilde sıralanabilir:

1. İnkâr (‘küfr’), 2. Allah’a eş koşma (‘şirk’), 3. Yalanlama ve yalancılık (‘tekzîb’ ve ‘kezib’) 4. Üstünlük taslama (‘istikbâr’), 5. Cinayet (‘katl’), 6. Döneklik (‘tevellî’ ve ‘iërâd’), 7. Aşağılık duygusu ve korkaklık (‘zillet’ ve ‘meskenet’). 8. Hâinlik ve ikiyüzlülük (‘hıyânet’ ve ‘nifak’), 9. Bozgunculuk (‘fesâd’), 10. Haksızlık (‘zulüm’), 11. İsyan ve serkeşlik (‘isyân’, ‘i’tidâ’, ‘tuğyân’, ‘isrâf’, ‘fısk’, ‘dalâlet’, ‘hevâ’), 12. İhtilâf ve tartışmacılık (‘ihtilâf’ ve ‘muhâcce’), 13. Kıskançlık (‘hased’), 14. Katı yüreklilik (‘kasvet’), 15. Dünya hayatına düşkünlük (‘hırs’), 16. Cehâlet ve beyinsizlik (‘cehl’ ve ‘sefeh’), 17. Sözü değiştirme (‘tebdîl’ ve ‘tahrîf’), 18. Hakkı gizleme (‘ketm’), 19. Gazap ve lânet (‘ğadab’ ve ‘lâ’net’).”

“Öğretim üyesi” denilen adam şöyle sonuca varıyor:

“Bu kavramlarla tasvir edilen karakter yapısına Yahudi millî karakteri olarak bakılamaz mı? Bize göre, bu soruya müsbet cevap vermek gerekir.”

“Hitler” taslağı devam ediyor:

Bu paragraflardaki her satır “ırkçılık ve nefret suçu”dur. Marguiles haklı olarak şöyle diyor:

“Bu makaleyi yayımlayan Fakülte Dergisi’nin Yayın Kurulu, dergiyi yayımlayan İlahiyat Fakültesi’nin dekanı, Uludağ Üniversitesi’nin Senato üyeleri ve rektörü ırkçıdır.

Türkiye’de yaşadıklarına şükretsinler. Başka ülkelerde bunların yeri üniversite değil cezaevi olurdu.”


Şimdi görelim bakalım, anlı şanlı Özel Yetkili Mahkemeler, Bursa’da kurulmuş bu “anti-semitik, Nazi taslağı” “örgütü” ortaya çıkaracaklar mı? Hükümetin emrindeki YÖK, Fakülte Dergisi Yayın Kurulu’nu, dergiyi yayımlayan İlahiyat Fakültesi dekanını ve Uludağ Üniversitesi rektörü ve Senato üyelerini görevden alıp, yargı önüne çıkartacak mı?

Kürt halkına karşı “ırkçı” saldırı, Türkiye’nin manevi hayatını işte böyle zehirliyor. Uludağ Üniversitesi’ndeki “anti-semitizm” aslında “Kürt düşmanlığıyla” gübrelenmiş toprakta boy veriyor.

İşte size örnek:
 

El Cezire Türkiye’de Kürtlere karşı trend” başlığı altında verdiği haberde, “En iyi Kürt ölü Kürt’tür kampanyasının tepkiyle karşılandığını” duyurdu.

El Cezire, trend yapan ırkçı söyleme katılanlardan bazılarını şöyle aktardı:

-BOB adlı kullanıcı ‘en iyi Kürt ölü Kürt’ ifadelerini tekrarlayarak katılım oranını yükseltmeye çalışıyor.

-ydillek: En iyi Kürt ölü Kürt. Her Kürt potansiyel bir PKK’lıdır..! ben bugüne kadar iyisine denk gelmedim!!

-Kimsinkim: ‘En iyi Kürt ölü Kürt’ yazmak bile yürek işi ben yüz kere yazarım.”

Evet. “Türk toprağı” zehirleniyor; manevi ekolojik yıkım kapımızdadır.
Kaynak: Özgür Gündem

Jerusalem Post: Türkiye Kürt Baharından Korkuyor



İsrail’in öde gelen gazetelerinden Jerusalem Post, Türkiye’nin Ortadoğu’da Kürtlerin stratejik pozisyonunun gelişmesinden endişe duyduğunu ve bir Kürt Baharından endişe ettiğini yazdı.

Kürdistan’da Şemdinli çatışmalarına değinilen analizde Türk hükümetinin Suriye ve Irak’ta Kürtlerin güçlenen pozisyonlarının Türkiye’deki Kürtleri cesaretlendirmesini engellemeye çalıştığı vurgulandı.

Türkiye’deki yayınların aksine Suriye’de nihai bir iç savaş yaşanmadığının altının çizildiği anlizde Güneybatı Kürdistan’daki Kürtlerin bu ülkedeki çatışmalardan uzak kalmak istediği öne sürüldü. Suriye ordusunun direnişçilerle mücadele için askere ihtiyaç duyması nedeniyle Güneybatı Kürdistan şehirlerinden çekildiğini iddia eden gazete şehirlerin kontrolünün ağırlıklı bir şekilde Demokratik Birlik Partisi’nde bulunduğunu yazdı.

Türkiye’nin uzun vadeli stratejik perspektiften bakıldığında bu durumdan endişe etmesi gerektiğinin belirtildiği analizde Ortadoğu’da Osmanlı’nın çöküşünün ardından çizilen sınırların tartışıldığını ve bu durumdan en çok Kürtlerin faydalandığı kaydedildi.

Türkiye’nin Arap ülkelerinin bütünlüğünün en çok tehlikede olduğu dönemde iki yarı bağımsız Kürt topluluğuyla sınır olacağının altının çizildiği analizde Kürt bağımsızlığının hayaleti ve Türklerin bundan korkusunun görülebilir olduğu ifade edildi.

Bu açıdan Türkiye’nin PKK’nin Şemdinli’deki hamlesine bu kadar ağır bir karşılık vermesinin anlaşıldığının kaydedildiği analizde Ankara’nın ülke nüfusunun neredeyse yüzde 25’ini oluşturan Kürtlerin, Kürt Baharının etkisine girmesini engellemek için elinden gelen herşeyi yapacağı belirtildi. 


ANF

Rus Basını: Ortadoğu’da Kürtler Oyuna Girdi

Rusya’da yayın yapan çeşitli gazete ve siteler Kürtlerin yükselen mücadelesini değerlendirerek Ortadoğu’nun dördüncü büyük ulusunun oyuna girdiğini ve gelişmelerde kilit bir rol oynadıklarını yazıyor. “Kürt baharına hoş geldiniz başlığı atan news BCM, Kürtlerin Türk paronayasına karşı birleştiklerini ve bölgenin denetimini ele aldıklarını yazdı.

“Savaş beklendiği gibi Türkiye’nin kapısına dayandı” diye yazan digitalmetro.us PKK’nin Kuzey Kürdistan’da başlattığı hamleye dikkat çekerek PKK militanlarına terörist demenin yanlış olduğunun altını çizdi. Gazete, Suriye’de muhalefetinde paralı ve çok sayıda adi suçlular olduğu halde Kürt militanların kendi toprakları için savunduğunu yazdı.

fincake.ru sitesinde bir yazı kaleme alan Elena Leonova ise “Suriye ve Irak yerine bağımsız bir Kürdistan olabilirdi ama birinci dünya savaşından üstün çıkan devletler bunun tersine karar verdiler. Kürtler çok önemli bir askeri gücü ifade ediyor” dedi.

fincake.ru sitesinde “petrol nasıl bir rol oynuyor ve yatırımcılar nelere dikkat etmeli” başlığıyla bir yazı kaleme alan Elena Leonova Suriye’de olanlar son on yıldır Ortadoğu ve Arap Dünyasında yaşanan değişimlerin bir halkası olduğunu yazdı. Bölgedeki güç dengesinin temelden değiştiğini savunan Leonova yazısını şöyle sürdürüyor “Bu ABD ve Fransa İngiltere’nin yoğun katılımı, Arap Türk ve Fars çelişkileri üzerinden sürdürülüyor.

Belki de gelecekteki tüm olayların fitilini çekip sadece bölgede değil farklı devletleri de etkileyecek olan yüzlerce yıldır bekleyen yavaş ve tesirli mayın var. Dünyanın hâkimleri onları gizli bir güç olarak beklettiler ama bu gizli bir silah, aşiret ya da tarikat değil söz konusu olan bir halktır. Yani 35 milyonluk Ortadoğu’nun dördüncü büyük halkı Kürtlerdir. Bunlar sayısal olarak sadece Farslar Araplar ve Türklerden azdır ve bu devletler tarafından parçalan haldeler. Artık geleneksel üçlü çelişkiye dördüncü çelişki olan Kürtlerde katılıyor bu kartların yeniden dağıtılmasına yol açabilir.

Kürt sorunu esas olarak büyük bir halkın devlet olmamasıdır. Bu halk esas olarak kendi özgün kimliği, tarihi, dili, ulusal eliti, ve politik çıkarları bulunmaktadır. Yani diplomatik bir dille ifade edersek Kürt sorunu birkaç yönden; hukuksal, politik, askeri, hümaniter sorunlar içeriyor ve bu sorunlar bir Kürt devletinin oluşmasına imkân tanıyor.

Tarih olarak Kürdistan bölgesi yani Kürtlerin etnik olarak % 90’ın bu topraklarda çok eskiden beri yaşarlar. Suriye ve Irak yerine bağımsız bir Kürdistan olabilirdi ama birinci dünya savaşından üstün çıkan devletler bunun tersine karar verdiler. Kürtler çok önemli bir askeri gücü ifade ediyor. Tarih boyunca çok sayıda askeri birlikler barındırırlar, 13 yaşına gelmiş her Kürt askeri bir kişiliktir. Bunlar güçlü sosyal bağlarla örgütlüdürler. Şu anda orda PKK hareketi radikal bir şekilde Kürtlerin özgürlüğünü savunuyor.”


KÜRTLER TÜRKİYE’NİN PARONAYASINA KARŞI BİRLEŞİYOR


News BCM sitesi Suriye ayaklanmasının ön görülmeyen en önemli noktanın Kürtlerin politik talepleri olduğunu yazdı. “Kürt baharına hoş geldiniz” başlıklı yazıda şunlar söylendi: “Kürt ulusal konseyi ve PYD arasında çelişkiler ortaya çıkabilir ama onların ortak bir noktası var. Suriye Kürdistan’ın Suriye savaşının içine sürüklenmemesi gibi ortak bir amaçları var. Onlar ne Esat’ı nede muhalefeti destekliyorlar Kardeş Irak Kürtleri gibi olmak istiyorlar. Oldukça rahat bir biçimde bölgelerini denetimlerine aldılar. Onlar Türk paranoyasına karşı birleşiyorlar. Oysa Kürdistan Türklerin olabilirdi ama bu paronaya izin vermedi.”

PKK MİLİTANLARINA TERÖRİST DENEMEZ

Savaş beklendiği gibi Türkiye’nin kapısına dayandı diye yazan digitalmetro. us PKK’nin Kuzey Kürdistan’da başlattığı hamleye dikkat çekerek PKK militanlarına terörist demenin yanlış olduğunun altını çizdi. Gazete Suriye’de muhalefetinde paralı ve çok sayıda adi suçlular olduğu halde Kürt militanların kendi toprakları için savunduğunu yazdı.

Site yazısını şöyle sürdürdü “ Suriye’de kiralık insanlar savaşıyorlar bu savaşçılar para karşılığında savaşıyorlar ki bunlar burada her hangi bir şey talep etme hakkına da sahip değiller. Oysa Türkiye’de devlete karşı savaşanlar o toprakların sahipleridir. Yani çok farklıdır. Tam bu noktada Türkiye hükümeti kendi halkına karşı yaptıklarından suçludur. Türkiye’deki bu durum yakın zamanda büyük bir gündem yaratabilir.

Avrupa topluğu yakın zamanda birkaç rahatsız edici nokta ile karşı karşıya gelecek Esat ile Erdoğan’ın kendi vatandaşlarına yaptıklarının yarattığı çelişkilerle yüzleşmek zorunda kalacaklar.

Peki ya Rusya nasıl yaklaşacak? Eğer Rusya Türkiye’nin pozisyonunu desteklerse o zaman geleneksel olduğunu söyleyebiliriz ki zaten bunun için Esatı destekliyor. Eğer Rusya Kürtleri desteklerse Rusya’yı ilerici olarak değerlendirebiliriz ve dünyanın yeniden oluşmasındaki katkısını ve payını yükseltir. Bu Rusya ile ABD’yi de yakınlaştırır. Ama bazı şeyler ( Çeçenistan ve diğer Kafkas halklarının politik mücadelesini kast ederek)Rusya’nın kendi içinde bazı sorunlara yol açabilir ve kendi içinde de bazı dayatmalar ortaya çıkabilir. Bunun için dengeli olmalı. Burada şöyle bir nokta ortaya çıkıyor, eğer Rusya uluslar arası politikanın objesi ise o zaman bizim dediğimiz gibi yapmalı, eğer Rusya kendisini uluslar arası politikanın subjesi olarak görüyorsa o zaman istediği gibi davranabilir. Yani birincisinde Kürtleri destekleyebilir, ikincisinde ise kendi konumundan dolayı Kürtleri görmezden gelebilir.

Türkiye’ye gelince şunu anlamalıyız, bundan sonra Washington ve Avrupa Suriye’deki şeyi destekleyip Türkiye’deki Kürtlere karşı çıkamaz, bu yürümez ve tutarsızlık olur. Tüm bu yeni yaşananlara şunu eklemeliyiz bu iki ülke arasında Suriye’ye karşı savaşanlar uluslar arası çöp gibi kaçaklar ve para karşılığında savaşıyorlar. Bunlar kendi aralarında bile birlik değiller. Bunların arkasında Müslüman kardeşler var ama öne çıkmıyorlar. Buna rağmen ABD’den büyük destek alıyorlar. Ortada büyük bir rant var. “


Rusya’nın büyük gazetelerinden Gazeta. ru için “Türkiye’nin manevraları” adlı bir makale kaleme alan “Rusya’nın Küresel ilişkiler “ dergisi editörü Fiyodr Lukyanov Suriye’de yaşanan olayların Türk dış politikası stratejisini gömdüğünü yazdı. Lukyanov Türkiye’nin Suriye’de yaşanacakları sağlıklı bir şekilde analiz edemediği için İran Arap ülkeleri ve Ruslarla karşı karşıya geldiğini yazdı. Gazete “Suriye’deki durum Türkiye’yi çok etkileyebilir. Eğer senaryo olumsuz bir şekilde gelişirse Türkiye diğer dış oyunculardan daha fazla şey kaybeder. Şu anda gündem de olan etnik gruplar var önemli rol oynayabilirler. Türkiye Şam’ın kontrolünden çıkan Kürt oluşumundan korkuyor. Bu Türkiye sınırında otonom bir yapı olarak belirdi ve bu PKK denetiminde. Oysa Türkiye onlarla onlarca yıldır çatışıyor.” diye yazdı. 


ANF

Gerilla Türk Ordusunun Ikmal Hatlarını Kesiyor

HPG gerillalarının Hakkari’nin Yüksekova ilçesi ile Şitazin arasında bulunan ve Türk ordusu tarafından yeniden inşa edilen bir köprüyü imha ettikleri bildirildi. Eylem nedeniyle Şitazin ve Oramar karakollarına karadan ulaşamayan Türk ordusunun havadan yapmak istediği ikmal ise gerillalar tarafından engellendi.

HPG Basın İrtibat Merkezi tarafından son günlerde HPG gerillaları tarafından gerçekleştirilen eylemlere ilişkin bir açıklama yayınlandı. Açıklamada özellikle Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde yaşanan çatışmalara ilişkin bilgiler verildi.

HPG gerillalarının 10 Ağustos günü saat 21:30 sıralarında Yüksekova ilçe merkezinde bulunan Tümen komutanlığı karargahına yönelik bir eylem gerçekleştirdiğinin belirtildiği açıklamada bu eylemde Türk ordusunun ölü ve yaralı sayısının netleştirilemediği ifade edildi.

ASKERİ MALZEME TAŞIYAN TIR ŞOFÖRÜ GÖZALTINDA

11 Ağustos günü Yüksekova-Oramar yolu üzerinde HPG gerillalarının yol kontrolü gerçekleştirdiğinin duyrulduğu açıklamada burada Şitazin karakoluna erzak ve askeri malzeme taşıyan bir tırın gerillalar tarafından ateşe verildiği ve şoför Abdübasit Aydın’ın da gözaltına alındığı ifade edildi.

Gerillalar ayrıca dün gece yarısı Yüksekova ile Şitazin arasında bulunan daha önce imha edilen bir köprünün yeniden inşa edilmesinin ardından bir eylem gerçekleştirdi. Aynı köprüyü ikinci defa havaya uçuran HPG gerillaları bu şekilde Şitazin ve Oramar karakollarıyla ilçe merkezi arasındaki karayolu bağlantısını koparmış oldu.

HELİKOPTERLER DE İKMAL YAPAMADI

Açıklamaya göre karadan Şitazin-Oramar karakollarına ulaşamayan Türk ordusunun bu sabah saat 9 sıralarında bu karakollara erzak ve askeri malzeme götürmek amacıyla helikopterlerle alana girme girişimi gerillalar tarafından engellendi. Helikopterlerin gerilla ateşi nedeniyle karakollara sevkiyatı yapamadığı bildirildi.

Türk ordusunun ayrıca bölge yakınlarındaki Çarçela dağını 11 Ağustos günü saat 17’den 12 Ağustos sabahı saat 3’e kadar obüs ve havanlarla bombaladı. 12 Ağustos sabah saat 6’da ise bu kez Çarçela’nın Gıre Remo ile Deriye Derya alanları hedef alındı.

SİLOPİ’DE ÜÇ ASKER ÖLDÜ

HPG ayrıca 10 Ağustos günü saat 15 sıralarında Şırnak’ın Silopi ilçesindeki Kelikê Sînor karakoluna yönelik gerçekleştirilen eylemde 3 Türk askerinin öldürüldüğünü duyurdu. Eylemin ardından Türk ordusunun Gümrük, Bezenike, Dereşişe ve Sınaht alanlarına yönelik obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman düzenlediği ve bunun sonucunda alandaki köylülerin kaçmak zorunda kaldığı bildirildi. Bombardımanın ardından bir yangın çıktığı da haber verildi.

HATAY’DA ÜÇ İŞ MAKİNESİ YAKILDI


HPG açıklamasında Hatay’ın Dörtyol ve Amed’de gerçekleştirilen bir dizi eylem konusunda ise şu bilgiler verildi: “11 Ağustos günü saat 19.30 sularında Hatay'ın Dörtyol ilçesi Payas beldesinde bulunan İskenderun Demir Çelik Fabrikası’na ait bir şantiyeye yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Eylem sonucunda şantiyede bulunan 3 iş aracı gerillalarımız tarafından yakılarak imha edilmiştir.

11 Ağustos günü 17.30 ile 20.00 saatleri arasında Amed’in Piran ilçesiyle Şıngırık karakolu arasında gerillalarımız tarafından bir yol kontrolü gerçekleştirilmiştir. Durdurulan araçlarda kimlik kontrolü gerçekleştiren gerillalarımız toplanan halka süreç hakkında bilgilendirmede bulunmuştur. Kontrol esnasında düşmanla işbirliği yaptığı tespit edilen bir şahıs toplanan halk önünde mahkemeye çıkarılarak yargılanmıştır. Mahkeme ardından halkın da talepleri üzerine bir daha düşmana çalışmaması şartıyla bu şahıs serbest bırakılmıştır.

5 Ağustos günü Amed merkez Batıkent’te bulunan 7. Kolordu Komutanlığı’na yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Eylemdeki ölü ve yaralı asker sayısı tespit edilememiştir.

9 Ağustos günü Amed'in Yenişehir ilçesi karakoluna gitmekte olan özel harekat polislerine yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Eylemdeki ölü ve yaralı özel harekatçı sayısı tespit edilememiştir. 


ANF
 

Batı Kürdistan Halk Meclisi’nden Yeni Kararlar

Batı Kürdistan Halk Meclisi 2. Daimi Meclis Toplantısını gerçekleştirdi. “Elele özerk bölgelerimizi inşa edelim” çağrısında bulunan Daimi Meclis üyeleri, çok eşliliğe karşı yaptırım kararı da aldı.

Ocak 2011’de kurulan Batı Kürdistan Halk Meclisi 2. Daimi Meclis Toplantısını gerçekleştirdi. 10 Ağustos’ta Dirbesiye kentinde gerçekleştirilen toplantıda Batı Kürdistan’ın çeşitli kentlerinden 63 daimi meclis üyesi hazır bulundu. Halep ve Afrin Meclis üyeleri ise, bölgede devam eden çatışmalar nedeniyle toplantıya katılamadı.

Halk Meclisi ve bağlı komitelerin örgütlenme düzeyine dönük tartışmaların yürütüldüğü toplantıda, Batı Kürdistan siyasi güçleri arasındaki birliği ifade eden Hewler Anlaşması da resmi olarak kabul edildi.

Ayrıca Halk Meclisine bağlı olarak çalışan Sivil Savunma Komitesi’nin bundan böyle “Asayiş” adıyla örgütlendirilmesi, Asayişin Batı Kürdistan’da halkın savunmasından sorumlu olması,

Halk Meclisi Başkanlığının diplomatik çalışmalara ağırlık vermesi gibi kararlar da alındı.

Çok eşlilik gibi cinsiyetçi uygulamaların karşısında olduğunu kaydeden Halk Meclisi Üyeleri, “ çok eşliliğe karşı yaptırım kararı aldı. Ve “ikinci evlilik yapanların Meclis üyeliğinin düşürülmesi”ni karara bağladı.

Daimi Meclis Üyeleri, önümüzdeki dönemde çalışmaların “el ele özerk bölgelerimizi inşa edelim” şiarıyla yürütüleceğini duyurdu.

16 Ocak 2011'de yapılan seçimler ardından Batı Kürdistan ilk kez bir Halk Meclisine kavuştu. Derik'e bağlı Til Cema köyünde 335 temsilcinin katılımıyla gerçekleşen Kuruluş Kongresi ardından kısa bir zamanda Batı Kürdistan’ın tümünde komiteleşmelere gidildi.

Sağlık, Örgütlenme, Toplumsal uzlaşı ve adalet, İnanç, Ekonomi, Kürt Şoförler Komitesi gibi birçok komite ile şimdiye kadar yüzlerce soruna çözüm üretildi.


ANF

Clinton ve Davutoğlu, PKK'yi Görüştü

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Türkiye’ye yaptığı ziyaret sırasında Suriye’nin PKK için “bir tapınak haline gelmemesi gerektiğini” söyledi.

İstanbul’da mevkidaşı Ahmet Davutoğlu ile birlikte ortak basın toplantısı düzenleyen Clinton, bu konuda Türkiye’nin endişelerini paylaştığını söyleyerek,
Suriye´nin, ister şimdi ister Başkan Beşar El Esad rejiminin gidişinden sonra olsun, PKK’lierin tapınağı haline gelmemesi gerektiğini” söyledi.

Clinton,"PKK’ya karşıyız. Biz bu konuda endişeleniyoruz. Teröristlerin şu anda Suriye’de süregelen Suriye halkının meşru mücadelesini kullanarak kendi gündemlerini oluşturmalarına ve boşluklar bularak buradaki şiddeti kışkırtmaları bizi endişelendiriyor" diye ekledi.

Yapılan ortak açıklamada ise, “Türkiye’nin PKK’yla olan mücadelesini destekliyoruz. PKK’nın Suriye’de konuşlanmasını istemiyoruz. Türkiye bölgede bir lider konumundadır. Zorlukları biliyoruz, hazırlamamız gereken B planı var. Suriye için olabilecek bütün senaryoları görüştük. PKK’ya karşı Türkiye’nin yanındayız. Türkiye’ye destek vermeye devam ediyoruz” denildi. 


ANF

HPG: Gerilla Karşısında Hiçbir Karakol Duramaz

HPG Anakarargah Komutanlığı, 4 Ağustos’ta Çukurca’da başlayan “devrimci harekata” katılan gerillaları kutlayan bir mesaj yayınladı. HPG, bu operasyonla “gerilla karşısında dayanabilecek hiçbir düşman tekniği ve kale gibi korunan karakolunun olmadığının” gösterildiğini belirtti.

“Şehit Arjin Garzan ve Mahir Başkale Devrimci Harekatı” olarak adlandırılan Çukurca’daki gerilla operasyonuna ilişkin bir “kutlama” mesajı yayınlayan HPG Anakarargah Komutanlığı, "Devrimci Halk Savaşı süreci temelinde geliştirdiğiniz Arjîn Garzan ve Mahir Başkale Devrimci Harekatı’nda göstermiş olduğunuz yüksek başarıdan dolayı sizleri kutluyor, başarılarınızın devamını bekliyoruz” dedi.

Mesajda, şu ifadelere yer verildi: "Zalim AKP’nin yürüttüğü zulüm politikalarına karşı gerillanın gücü ve kabiliyetini sergilediği bu başarılı operasyon, planlamada daha incelikli ve yaratıcı, uygulamada daha disiplinli ve örgütlü olunduğunda, gerillanın karşısında dayanabilecek hiçbir düşman tekniğinin ve kale gibi korunan karakolunun olmadığını göstermiştir.

Yüksek saldırı ruhu, Apocu cesaret ve kararlılıklarıyla bu anlamlı direnişin başarılı olmasında büyük rol oynayan kahraman şehitlerimiz Delil, Zınar, Jîn, Viyan, Brusk, Evîndar, Argeş, Fırat, Baran, Botan, Zerdeşt, Karwan, Şahin ve Şiyar yoldaşları büyük bir saygıyla anıyor, bu kahramanların anısına sonuna kadar bağlı kalacağımızı bir kez daha vurguluyoruz.

Mücadelemizin bu önemli aşamasında başarılarınızın artarak gelişmesi, tüm şehitlerimizin ruhunu şad edeceği ve halkımıza moral kaynağı olacağı gibi içinde bulunduğumuz Devrimci Halk Savaşı temelinde Önder Apo’nun ve halkımızın özgürlüğünün yolunu da açacaktır. "


ANF

Foça Eylemini TAK üstlendi

9 Ağustos günü İzmir’in Foça ilçesinde askeri araca yönelik gerçekleştirilen bombalı eylemi Kürdistan Özgürlük Şahinleri – Teyrênbazên Azadîya Kurdistan (TAK) adlı örgüt üstlendi.

Örgüt tarafından ANF’ye e-posta yoluyla gönderilen açıklamada Foça eyleminde Jandarma Özel Harekata bağlı asker ve subayları taşıyan servis aracının hedef alındığı ve aracın "yakın mesafeden etkili bir şekilde vurulduğu" belirtildi.

Olay yerine müdahale etmek isteyen güçlere yönelik ikinci bir bombalı eylem yapıldığının ifade edildiği açıklamada “Bu eylemde düşmanın en az iki ölüsü, çoğu ağır olmak üzere otuzdan fazla yaralısı vardır. TAK savaşçıları sağlam bir şekilde üstlerine ulaşmışlardır" dendi.

Açıklamada devamında şunlar belirtildi: “On üç yıldır Başkan Apo şahsında Kürt Halkına karşı yürütülen dünyanın en acımasız tecrit-izolasyon ve işkence sistemini parçalamaya yemin etmiş olan TAK Fedaileri olarak, faşist Türk rejimine ve onun sürdürücüsü AKP terör örgütüne yaşama hakkı tanımayacağız.

Daha öncede belirtmiştik; faşist-işkence rejiminin olduğu her yer bizim için eylem sahası, tüm unsurları bizim hedefimiz olacaktır. Bu vesileyle tekrar belirtmek isteriz ki; TAK savaşçıları Türkiye’nin her yerinde üzerlerine düşeni yapmaya hazırdırlar.”


ANF