21 Temmuz 2012 Cumartesi

Üçüncü Yol : Kürt Baharı

XWE METİN AYÇİÇEK

Her ülke, ama özellikle diktatoryal sistemlerle yönetilen ülkeler, her zaman büyük çatışmalara gebedir. Diktatoryal sistemin varlık nedeni de bir anlamda toplumsal iç çatışmaların egemenler lehine bastırılarak sistemin korunması amacı değil midir zaten?

Ve böyle olduğu içindir ki bu tür yönetimlerle yönetilen ülkeler patlamaya hazır barut fıçısı konumundadırlar. Ama böyle anlarda toplumun kendiliğinden yaşanan iç çatışmalarla kendini yiyip bitirmesini engellemek amacıyla (Hegel) sistemlerin istikrarını ve sürekliliğini koruyan bir toplumsal yasa vardır: Sistemler, kendiliğinden başlayıp gelişebilecek toplumsal hareketlerden yara almamak için örgütlenirler. Kendiliğinden gelişen bir toplumsal tepki anında sistem güçlerinin derli toplu savunma yapabilmeleri bu sayede mümkündür.


***


“Arap Baharı” muhabbetleri içerisinde, “devrim” sözcüğünün sihrine kapılmış birçok yazar toplumsal yasaları görmezlikten geldikleri içindir ki, eylemlerin anlamını tamamen manipülatif ve dezenformasyon amaçlı uyduruk haberlerin yarattığı keyifli gürültü içinde kaybettiler. Eylemlerin diktatörlere karşı yapılıyor olması, bizi bunların demokratik bir öze sahip oldukları otomatik sonucuna ulaştırmaması gerekir. Önemli olan eylemlerin kendi içeriklerinin, politik muhtevalarının hak ve özgürlükler bağlamında neyi ihtiva edip etmediğidir.


Bugün Esad’lı Suriye yönetimi ile arkasına Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, İsrail ve ABD’yi almış bir “Özgür Suriye Ordusu” oluşumu arasında, hak ve özgürlükler bağlamında düşünce farklılıklarının ne olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Tam tersine gerek sloganları, gerek bileşenleri ve gerekse uyguladıkları yöntemlerle birbirinin aynısı olduklarını kanıtlamışlardır. 


Başlangıçta bir takım tereddütler yaşamış olsa da, bölgenin bütününde olduğu gibi Suriye’de de Kürt Özgürlük Hareketi’nin Üçüncü Yol’u yarattığını söyleyebiliriz. Kürtler, esas olarak egemenler arası çatışmanın yansıması olan bu iç çatışmayı bir Özgürlük Savaşı konumuna dönüştürmeyi Suriye’de de başardılar: “Batı Kürdistan’daki Kürtler Kobani’nin tamamı ile Efrin’in bazı bölgelerinde yönetime el koydu. PYD Başkanı Salih Müslim, ‘Halk yönetime el koyarak çatışmaların Kürdistan’a yayılmasını önlemeye çalışıyor’ dedi.”


İşte faşist AKP-Devleti’nin de, onun Führer’i Tayyip Erdoğan’ın da, ABD’nin de, İsrail’in de, hepsinin özeti olan İç İşleri Bakanı ve Diyarbakır Valisi’nin de ortak korkusu olan şey, onların zulümlerine rağmen adım adım gerçekleşiyor. Kürt halkı Suriye’deki egemenler arası çatışmada yer almak yerine Üçüncü Yol olarak kendi programıyla durmayı başarıp, sadece Kürt halkı için değil, bölge bütününde demokrasi ve özgürlüğün taşıyıcısı olma misyonunu sürdürmeye devam etti.


***


Zamanında “Vatansever” Mehmet Ağar’ın “devlet için” ektirdiği biçtirdiği mahsule bu yıl el konuldu. Hint keneviri tarlaları helikoptere bindirilen gazetecilerin tanıklığı nezaretinde sökülmeye başladı. Bu kez “uyuşturucu tarlaları PKK’nindir” diyemedikleri için “PKK’nin etkili olduğu alanlardaki milislerin (köy korucularının), kenevir ekimi için PKK’den de izin alabilmek için haraç ödedikleri…” falan haberleri kapladı ortalığı. Böylece gazetecilerin başarılı operasyonu sonrasında PKK olaya dahil edilmeye çalışıldı, gazeteciler haber başlıklarında dolaylı da olsa PKK’yi akla getirecek manşetler yaptı.


Çünkü, failleri, “sıktık kafasına bebeğin” dedikleri halde ısrarla sürdürülen “bebek katili” iftirasında olduğu gibi, tersini bildikleri halde “PKK’nin uyuşturucu tarlaları” demeyi vatan görevi sayan soğukkanlı ve yetenekli gazetecilere de ihtiyacı vardı bu devletin. Uludere’de katledilen “terörist-kaçakçılar”, devlet erkanından farklı olarak “ekmek paraları için ve uyuşturucu dışında şeyler” taşıyorlardı satmak için. Katliam sonrası tartışmalarda vicdanı kurumuş Batı’nın bile “ahlaken” eleştirdiği bu devlet politikası AKP’yi sarstı. Daha önce ANF Haberlerinde dünyaya açıklanan “Hint Keneviri Hasat Sezonu” haberleri yazılı olarak ortada dururken, bugün aynı kenevir üzerinden PKK’yi çıkarmak hokkabazın şapkadan bozkurt çıkarması gösterisinden farklı bir şey değildir. 


Hokkabazı hünerli bulabilirsiniz. Ama bunun bir hile olduğunu bildiğiniz halde “waavvv!” diye hayret nidası atanları tanımlamak için günümüz Türkçe sözcüklerinde “salak” sözcüğünden daha hafifini bulmak mümkün değildir artık.


***
 “Bugün 15 Ağustos, size ne hatırlatıyor çocuklar?”


O, Kürtlerin yeniden var oluş için toprağı gümbür gümbür çatlattığı gündür hocam! 


“14 Temmuz size ne hatırlatıyor çocuklar?”


Bence 10 yıl sonra sorduğunuzda bu sorunun yanıtını alacaksınız?
Ve muhtemel şöyle bir yanıtla ışıldayacak çocukların gözleri:
“Kürt özgürlük kavgası tünelin ucundaki ışığı gördü hocam,
ve dört bir yana haber salma rüyası gerçekleşti katliam ağıtlarının,
ve dört bir parça selamladı Amed’in yüreğiyle özgürlüğü!”


YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Her Faşist Rejime Bir İdris Naim Lazım


AHMET KAHRAMAN
 
İdris Naim Şahin, TC’nin baş Zaptiyesidir. Halkın malı ve canını korumakla görevli olduğu söylenen polis ve jandarma ordularının baş komutanı.

Ağzından kaçırıp, koyverdiği kelimelerin ne anlama geldiğini kavrayamadığı için karikatürcülerin baş malzemesi, ama abuk, sabukluğuyla her ırkçı rejime lazım bir zaptiye. Boşluk yok, yola devam yani…


Onun cinsinden zaptiye geleneği, Türk ırkçılığının başlangıcı İttihat ve Terakki'den müdevir. İttihatçıların İdris Naim tipi, Talat Paşa'ydı. O kadar derin, haşin ve zalim bir Türk milliyetçisiydi ki, zararlı unsur gördüğü Ermenilerin kesilip, biçilmesini yönetti. İttihatçılarla başlayan bu Zaptiye geleneği, daha sonra hep kapatıldı.


Atatürk’ün Zaptiyesi Recep Peker’di. O, 1925’de başlayan Kürt kırımında baş roldeydi. Roma’ya gidip Faşizmi yerinde inceledikten sonra, yazdığı raporda ''yerli arı ırkın elde edilmesi için Faşist konseylerinin kurulmasını'' öneren...


Süleyman Demirel “Zehir Hafiye" lakaplı Faruk Sükan tekmil iç düşmanların nefesini dinlemekle ünlenmişti.


Özal’ın Zaptiyesi Diyarbakır’ın Çınar’ında doğmuş, 12 Eylül'ün polisi Abdülkadir Aksu’ydu. Hizbullah, JİTEM gibi tekmil katil taburları onun zaptiyelik günlerinde türedi.


Sonraki Zaptiye, bir araya getirdiği kelimeleri şiir sanan İsmet Sezgin’di. Devlet çeteleri Kürt avındayken, onları “yani 70 yaşındaki adam terörist olamaz mı?" diye savunan…


Bütün Zaptiyelerin ortak özelliği Devşirme Türk olmalarıydı.


Recep Tayyip’in Zaptiyesi İdris Naim de kendisi gibi göçmen, ama sadakatiyla, Türk milliyetçiliğini çekirdekten, ta İmam Hatip orta okulunda ona ispatlayandır. O günden beri, “kader ve kazancın kısmeti"nde Recep Tayyip nerede, o Zaptiyesi olarak oradadır.


İkisi de, asla “benim çıkarım"  naraları atmamaktadır. Servetleri her gün biraz daha şişmekle birlikte, onlar Türk halkını büyük bir sevdayla sevmekle meşgul görünmektedir. Biri, ötekinden daha hızlı olarak…


Recep Tayyip, daha Müslüman birader Ahmet Davutoğlu ile Osmanlı imparatorluğunu diriltme projesi (Yeni Osmanlı hayalleri dolayısıyla) üstünde çalışmadan çok önce, İdris Naim Asya içlerine hamle edip, cihanda Türk imparatorluğunu inşa çalışmalarına başlamış, bu amaçla Türkistan'ı kurtarma cemiyeti başkanlığına geçmişti.


Devlet tetikçisi, eski katil Abdullah Çatlı, bu dönem mi oralarda keşif gezileri yapıyordu, bunu tesbit edemedim.


İkili milliyetçi geçiniyor, ama, mahkemede halkın parasını çalmak için çete kurmak ve kalpazanlık, sahtekarlık yapmakla suçlanıyordu.


Savunmalarına göre suçlamaların hepsi, ''düşmanlarının iftirası'', ama hikaye şöyle:


Recep Tayyip, İstanbul Belediye Başkanıyken İdris Naim Genel sekreter yardımcısı, bugün yandaş medyanın ana damar gazetesi Yeni Şafak’ın patronu Albayrak da Belediye’nin dikeceği çiçeği, ağacından, yol işlerine kadarki bütün ihalelerine koşandı. Koştukça kazanç kazanı fokurduyor, gazete ve televizyon kuracak para birikiyordu.


Recep Tayyip ve adamları halkın vergilerini Albayrak’a aktarmak, kibarcası yolsuzluk olan hırsızlık yapmaktan yargılanacak, ama “tarafsız ve de bağımsız, adil Türk yargısı"nın kararıyla ellerini, alınlarını yıkayıp, temize çıkacaklardı..


Bir başka olay, “Akbil vurgunu" ve “trilyonluk yolsuzluk“ çığlıklarıyla gazete manşetlerine çıkacak, müfettiş raporlarından sonra, 1999’da İstanbul Üsküdar'daki 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde Recep Tayip- İdris Naim ikilisinin de içinde bulunduğu bir kalabalık hakkında ceza davası açılacaktı. Savcı yüzlerine karşı okuduğu iddianamede onları, “halkın parasını zimmete geçirmek (hırsızlık), kalpazanlık, sahtekarlık ve suç örgütü kurmak"la suçluyordu.


Ne kadar ayıp. ''Büyük Türk büyükleri'' ve hırsızlık, kalpazanlık suçlaması…


Tabii ki bu suçlama karşısında intihar etmediler. Onlar, ''Türk oğlu Türk''tü. ''Türk hırsızlık yapmaz, kalpazanlığa karışmaz''dı, evvel Allah. Aslanlar gibi “hepsi iftira, müfettiş raporlarına düşmanların icadı" dediler.


Sonra dava, yıllara yayılarak AKP iktidarına uzandı. Recep Tayyip rejimin muktediri Başbakan, İdris Naim, henüz halkın parası ve canından sorumlu baş zaptiye değil ama dokunulmazlığı olan milletvekiliydi. 


Radikal gazetesinin 2 Aralık 2003 tarihinde yazdığına göre mahkeme, delil yetersizliğinden 29 sanığı beraat ettirmiş, dokunulmazlıkları nedeniyle yargılanamayan Recep Tayyip ile İdris Naim’in dosyasını da ayırmıştı.


Şekilde görüldüğü gibi Recep Tayyip ve İdris Naim, birbirini tamamlayan iki yakışandır. Kazanç beraberlikleri, nimetleri derme yolculukları ta çocukluktan.


İş bilen iki kafadar onlar. Beyinlerin ırkçılıkla sulandığı, ırkçılığın din diye yüceltildiği bir yerde, Kürtlere zulmün kazanç getirdiğini iyi biliyorlar. Bu nedenle, ırkçı rejime İdris Naim kafasının gerektiğini de biliyorlar.


Recep Tayyip’in Zaptiyesi İdris Naim, görev başı açılışını, boş yere İstanbul’da Ermenileri hedef alan ırkçı mitingde yapmadı. Irkçılık oy getiriyor, TC’de. Mevki makam sağlıyor.


 Türk mahkemesi, daha iki gün önce, Kürtleri bombalayıp katletmek üzere kurulmuş asker-sivil çeteyi, “aslında siz çete değilsiniz" kararıyla akladı.


Roboskî katliamını örtme gayretleri, bu yüzdendir.


''Türk halkının fetih ruhuna şerbet verme'' adına, Suriye  içlerine bombalar yollanıyor.


Zaptiyesi İdris Naim olan rejim, Kürtleri dolduracak hapishane tedarik edemiyor. Polis, İstanbul’da kimlik kontrolünde, belirlediği Kürtleri (Ahmet Koca’dan sonra Niyazi Buldan olayı) bayıltıncaya kadar işkence ediyor, Silopi'de asker Kürt çocuklarını sıra dayağından geçiriyor.


 Kürt kadınları, çocuklarını gaza tutup, üniformalı, sivil giyimli adamlarına coplatmayı, toplu tutuklatmaları savaş kazanma, dolayısıyla ''Kürdistan’ın fethi'' sanıyordu.


Kendi halkını soyanlar orada dursun, bütün iftira, karalama yol ile yöntemi ellerinde, İdris Naim sopaları olmasına rağmen, bunlar Kürtleri kalpazanlıkla, halkının parasını çalmakla suçlayamıyorlardı.


YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Dortmund'daki Kürtlerden 'Özerklik' Kutlaması

Dortmund - Batı Kürdistan’da halkın şehirlerde yönetime el koyarak demokratik özerkliği hayata geçirmesi, Almanya’nın Dortmund kentinde yaşayan Kürtler tarafından konvoylu bir şekilde kutlandı.

Onlarca araçla Dortmund sokaklarına çıkan Kürtler zafer işaretleri yaptı, Öcalan lehine sloganlar attı. PKK lideri Abdullah Öcalan posterleri ve KCK bayrakları ile donatılan araçlar, şehrin en işlek caddelerinden geçerken yoğun ilgi uyandırdı. Kent sakinleri de konvoyun geçişi sırasında zafer işaretleri ile destek gösterisinde bulundu.


ANF

FLAŞ: Derik'te Kürt Halkı Yönetime El Koydu








Derik - Kobani ve Afrin’den sonra Batı Kürdistan halkı Derik ketinde tüm devlet kurumlarına el koyarak yönetimi ele geçirdi.

Alınan bilgilere göre bu sabah saatlerinde Derika Hemko halkı yönetimi ele geçirmek için harekete geçti. Sokaklara inen kitleler devlet kurumlarına yöneldi. Halk başta valilik olmak üzere çok sayıda devlet kurumlarına el koyarken, kentte olayların sürdüğü öğrenildi.

Derik, halkın son üç günde yönetimine el koyduğu üçüncü kent oldu. 19 Temmuz günü Kobani kentinde halkın 40 yıldır iktidarda olan Baas rejimine ait tüm kurumları ele geçirmesi ardından, 20 Temmuz’da Efrin kenti ile Cinderês ilçesinin yönetimi tamamen Kürtlerin eline geçti.

20 Temmuz günü ayrıca bölge genelinde “Özgürlüğe Doğru” sloganı ile gösteriler gerçekleşirken, Batı Kürdistan’ın en büyük kenti Qamişlo’da Suriye devlet güçleri, yeni kuruluşu ilan edilen Halk Savunma Birlikleri’ne (YPG) bağlı devriyeye saldırıda bulundu, bir YPG üyesi yaralandı.


EK HABER

Batı Kürdistan’ın Dêrka Hamko kentinde halkın yönetimi ele geçirdiği sırada devlet güçlerinin ateş açması sonucu Bawer adlı bir Kürt genci hayatını kaybetti.

Bu sabah saatlerinde Dêrka Hemko halkı yönetimi ele geçirmek için harekete geçti. Sokaklara inen kitleler devlet kurumlarına yöneldi. Halk başta valilik olmak üzere çok sayıda devlet kurumlarına el koydu.

Bu sırada devlet güçlerinin ateş açması sonucu Halk Savunma Birlikleri (YPG) üyesi Bawer isimli bir genç ağır yaralandı. Kürt gencinin tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadığı bildirildi.


ANF

FLAŞ: Kürtlerden Suriye Halklarına Birlik Çağrısı: Sizi Koruruz





Halep - Batı Kürdistan Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM), “Geleceğimizi yeni bir temel üzerinden yeniden inşa ediyoruz” diyerek, henüz her şeyin bitmediğini ifade etti ve provokasyonlara karşı Kürdistanlıları “örgütlü olmaya” çağırdı. TEV-DEM, Arap, Ermeni ve Asuri-Keldani halklarını da Kürtlerin yanında yer almaya çağırarak, kendilerini koruma sözü verdi.

Bölgenin en büyük partisi PYD’yi de içinde barındıran çatı örgütü TEV-DEM, 19 ve 20 Temmuz günleri Kobani ve Afrin’inin yönetimlerinin halkın eline geçmesi ardından yazılı bir açıklama yaptı.

Son günlerde yaşanan gelişmeleri değerlendiren, çağrı ve uyarılarda bulunan TEV-DEM’nin ANF'ye ulaşan açıklaması şöyle:

“Batı Kürdistan ve Suriye halklarının demokratik ve özgür bir gelecek için verdikleri mücadeleleri kader tayin eden günlerden geçmektedir. Başta Kürt halkı olmak üzere Suriye halklarının uzun yıllardır gerici BAAS rejiminin baskılarına karşı verdikleri mücadeleleri son bir buçuk yılda yeni bir düzey kazandığını yaşayarak görüyoruz. Bu tarihi sürecin Cenevre ve Kahire konferanslarından sonra yeni bir aşamaya geçtiğini daha önce değişik vesilelerle belirtmiştik.

Bu kader tayin edici dönemde batı Kürdistan halkı 19 Temmuzda Kobanê’de, 20 Temmuzda da Afrin’de halk meclisi komiteleri öncülüğünde yönetime el koyarak tarihi bir adım daha atmıştır. Kürt halkının demokratik Ulasal haklarını kabul etmeyen, Kürt halkını 20.yydaki statü içinde tutmak isteyen çevrelerin karşıtlıklarına ve saptırmalarına rağmen, atılan bu adımlar Suriye’nin geleceğini belirleyecek temel bir gelişmedir. Kuşkusuz ki Kürtlerin iki il ve bir belde de kendi öz yönetimlerini devreye koymaları aniden ya da bir tek olayın ardından gelişmemiştir. Batı Kürdistan halkı on yıllardır demokratik bir Suriye mücadelesi vermektedir. Bu yolda verdiği büyük bedeller olmuştur. Son 15 aylık zaman zarfında da kendi öz örgütlülüğünü geliştirmek için yoğun ve disiplinli bir ideolojik örgütsel emek ve mücadele vermiştir. Halkımızın bu direniş geleneği ve mücadelesi görülmeden son dört günlük gelişmeler tam ve doğru anlaşılmaz.

PROVOKASYONLARA KARŞI ÖRGÜTLÜ OLMAYA ÇAĞIRIYORUZ

Geleceğimizi yeni bir temel üzerinden yeniden inşa ediyoruz. Böylesi anlar tarihin en heyecanlı, en dinamik, en yaratıcı anları olmaktadır. Devrimin zafer günlerini yaşıyoruz. Böyle süreçlerde mücadelede kontrolü kaybetmemek her şeyden daha çok önemlidir. Devrim dönemlerinde devrimi karşıtları da boş durmazlar. Birçok yol ve yöntem kullanarak kontrollü, planlı disiplinli ve sonuç alıcı tarzda yürüyen mücadeleyi provoke etmek isteyeceklerdir. Bunun için tüm Kürdistanlıları örgütlü olmaya çağırıyoruz. Bu tarihi anlarda kazandıracak olan halkın demokratik örgütlülük düzeyi olacaktır.

KÜRTLER PARÇA PARÇA ÖZ YÖNETİMLERİNİ DEVREYE KOYUYOR


Batı Kürdistan halkı parça parça kendi öz yönetimlerini devreye koymuş bulunmaktadır. Bu ülkemizde çok yeni bir durumdur. Tüm Kürdistanlıları bu tarihi süreçte kendi görev ve sorumluluklarını her zamandan daha fazla yerine getirmeye çağırıyoruz. Halkımız son günlerde baskıcı, faşist ve milliyetçi rejimin elinden zorla aldığı haklarını ve kurumlarını kendi özgücü ile yeniden ele geçirmektedir. Şu çok önemli noktaya dikkat çekmek istiyoruz ki her şey henüz bitmiş değildir. Doğru ve olması gereken yaklaşım daha işin başında olduğumuz bilinciyle hareket etmektir. Halkımızı, ülkemizi demokratik yönetim tarzı ile yönetmenin kendisinin yönetime dahil olması ile mümkün olacağını bilerek daha örgütlü katılmaya davet ediyoruz. Başta kazanımlarını korumak olmak üzere tüm hizmet kurumlarının kendi görev ve sorumluluklarını hiçbir boşluk yaratmadan sürdürmesi tarihi önemdedir. Ele geçirdiğimiz maddi tüm değerlerin, kurum ve kuruluşların her zaman gerekli olacağını bilerek halkımızın hizmetinde kullanmayı esas almalıyız. Bu vesile ile başta Kobanê'deki halkımız olmak üzere Afrin ve Cindrese halkımızın sorumlu, disiplinli ve örgütlü devrimci duruşlarından ötürü kutluyor, bu tarzlarının diğer Kürdistan il ve ilçelerinde de örnek alınmasını istiyoruz.

ŞAM VE HALEP’TEKİ KÜRTLER ÖRGÜTLENMELERİNİ BÜYÜTMELİ

Kürdistanlıların birliklerini daha da güçlendirmeleri gerekir. Başta Şam ve Halep olmak üzere Kürdistan dışında ve Suriye şehirlerinde yaşayan Kürtlerin örgütlülüklerini büyüterek bir biri ile daha fazla dayanışma içinde olmaya çağırıyoruz. Demokratik Özerk Kürdistan ve Özgür Suriye çizgimize göre Öz Savunmalarını geliştirerek daha örgütlü tutum almalarını bekliyoruz.
ARAP, ERMENİ VE ASURİ-KELDANİLER KÜRTLERİN YANINDA YER ALMALI

Batı Kürdistan'daki tüm Kürt siyasi yapıları arasındaki birlik anlaşmasına TEV-DEM olarak katıldığımızı bu birlik anlaşmasının gereklerine uyacağımızı daha önce kamuoyu ile paylaşmıştık. Kürt halkını, Partiler ve meclisler arasında yapılan bu birlik anlaşmasının gereklerine her zamandan daha fazla uymaya davet ediyoruz. Yer yer kendi başına, örgütsüz, düzensiz hazırlıksız ve zamansız harekete geçen kişi ve gurupların bu yaklaşımlarının Kürt halkına ve zarar vereceğini bilerek daha sorumlu davranmaya çağırıyoruz. Kürdistan'da yaşayan Arap, Ermeni, Asuri Keldani halklarının da kendilerini hızla daha güçlü örgütlülüklere kavuşturarak Kürdistan halklarının demokratik birlik mücadelesine kendi renklerinde her zamandan daha etkili katılmaya çağırıyoruz. Bu vesile ile bir kez daha belirtmek istiyoruz ki TEV-DEM olarak Suriye halkları arasında hiçbir ayrım yapamamak ilkesel yaklaşımımızdır. Suriyeli tüm halklarla birlik ve beraberlik içinde demokratik bir Suriye'de ortak yaşamaktan yanayız. TEV-DEM olarak Suriye'nin birliğinden yana olan yaklaşımımızı halkların kardeşliği ile gerçekleştirmek için üstümüze düşen her türlü fedakarlığı yapamaya hazır olduğumuzu bir kez daha belirtmek istiyoruz.

TÜM HALKLARI KORUYACAĞIZ

TEV-DEM olarak bir süre önce kuruluşunu ilan eden halk savunma birlikleri YPG’nin kuruluş bildirisinde dile getirdiği yaklaşımlarını kabul ettiğimizi de ifade etmek istiyoruz. Batı Kürdistan halkının meşru savunması için üstümüze düşen her türlü desteği vermeye hazır olduğumuzu belirtiyoruz. Başta gençler olmak üzere batı Kürdistan halkını YPG’ye destek vermeye çağırıyoruz. YPG’nin sadece Kürtlerin değil Kürdistan'da yaşayan Arap Asuri ve Ermeni halklarını da koruyacağını ve askeri örgütlülüğünü tüm halklara açık bir yapıda tutacağına inanıyoruz. Kürdistan'da yaşan tüm halkların ve örgütlerin savunma güçlerine katılmaya ve destek olmaya çağırıyoruz. Biz bu gücün Kürdistani ve halkları savunma güçleri olduğuna inanıyoruz.”


ANF

Avrupa'da 'Sosyal Patlama' Uyarısı


İspanya ve Yunanistan’da toplumsal tepkiler devam ederken, Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Martin Schulz, Avrupa’daki işsizliğin en büyük kurbanları olan gençlerin öfkesinin yayılabileceği uyarısında bulundu.

Ekonomik kriz giderek derinleşirken, sokaklar da hareketleniyor. İspanya’da bu cumartesi gününe kadar da sosyal tepki devam etti. Ülkenin tüm bölgelerinde işsizler bugün Madrid’e akın ediyor. Sosyal tepkinin Avrupa’nın diğer kalanına da yayılabileceği belirtiliyor.

Alman Bild gazetesine konuşan AP Başkanı Martin Schulz, “Avrupa’da sosyal patlama” uyarısında bulunuyor. Schulz, “İspanyadaki eylemler, büyük genç işsizliği nedeniyle sosyal bir patlamanın Avrupa’yı tehdit ettiğini gösteriyor” dedi.

EURO BÖLGESİNDE 3.4 MİLYON GENÇ İŞSİZ

Uluslar arası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından yapılan araştırmaya göre Euro Bölgesi’nde aktif nüfusun yüzde 22.6’sı, yani 25 yaş altı 3.4 milyon genç işsizden oluşuyor. İş pazarına giremediklerinden dolayı “bunalımlı bir kuşak” uyarısında bulunan ILO, bir kuşağın kaybedilebileceğini belirtiyor.

Gençlerin iğreti işlerin mahkumu olmaması için çalışma yapılmasını isteyen ILO, bu konuda Avusturya, Belçika ve Hollanda’nın izlediği iş politikalarının takip edilmesini öneriyor.

İspanya hükümeti ise Cuma günü yaptığı açıklamada 2012 yılı için işsizliğin yüzde 24.6 olacağını belirti.

ILO yürütme kurulu müdürü José Manuel Salazar-Xirinachs’a göre, ''tek çözüm gençleri işe alan şirketler için vergilerin hafifletilmesi ve başka teşvikler ile tecrübe uyumsuzluğunun azaltılması için çaba gösterilmesi, kalifiye formasyon içeren programlar hazırlaması, sermayeye erişim ve sosyal korumanın iyileştirilmesi.''

NOBEL ÖDÜLLÜ KRUGMAN: KEMER SIKMA POLİTİKASI ANLAMSIZ

Paris Match gazetesine konuşan Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Paul Krugman da İspanya’yı vuran ve Avrupa’yı titreten krizi değerlendirdi. Paul Krugman, İspanya konusunda “Endişeliyim. Ekonomi iyileşmiyor. Ve yeni Rajoy hükümetinin açıkladığı yeni kemer sıkma programının hiçbir anlamı yok” dedi.

Borç konusunda İspanya hükümet politikasının hiçbir belirgin etkisinin olmayacağını vurgulayan Krugman, “Buna karşın, zaten yüzde 25 olan işsizliğin artmasına, ücretlerin dondurulması hatta düşürülmesine yol açacak. Yani, Rajoy programı, bir hiç için ya da pek de büyük olmayan bir şey için kan ve gözyaşıdır” dedi.

“Eğer siz İspanyol Başbakanı olsaydınız ne yapardınız?” şeklindeki bir soruya Krugman, şöyle yanıt veriyor: “İtalya Başbakanı Mario Monti ile ittifak yapar ve Almanları görmeye giderek onlara şunu söylerdim: Toplumsal düzeyde ekonomik politikalar değişmezse Euro ölecek.

ROMA İMPARATORLUĞU CANLANDIRILMALI

Krugman, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’a ise şunu öneriyor: “Çok da manevra alanı yok. Kamu harcamaları yolu ile ekonomiyi canlandıramaz, aynısını İngiltere ve ABD’ye de öneriyorum. Yapabileceği tek şey, Avrupa’daki güçler dengesini düzenlemektir. Fransa’nın, acı çeken ülkelerin yanında olması gerekiyor. İtalya-Fransa-İspanya olarak Roma İmparatorluğu’nu canlandırmak gerekiyor. Euro ancak Avrupa düzeyinde kurtarılabilir.”


ANF

Anonymous'tan Fethullah Gülen'e Operasyon


Sanal aktivist hareketler RedHack ve Anonymous, Gülen Cemaati’nin resmi internet sitesi www.herkul.org adresine erişimi engelledi.

AKP rejiminin hedefindeki RedHack’a destek amacıyla son bir hafta içinde Ankara Emniyet Müdürlüğü, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve KPSS’deki yolsuzlukları protesto etmek için Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖYSM) sitesini çökerten Anonymous, bu kez Fethullah Gülen’i hedef aldı.

Gülen cemaatinin resmi sitesi sitesi herkul.org’a gece saat 03.00'te operasyon düzenleyen Anonymous, siteye erişimi durdurdu.

RedHack Twitter’daki sayfasında, “F.Gulen'in cemaatinin 1. Numaralı sitesi http://www.herkul.org/ Anonymous tarafından RedHack'e destek amacıyla çökertildi” duyurusunu yaptı.

Gülen Cemaati’nin çok sayıda insanı hapse attırdığına dikkat çeken Kızıl Hackerlar, Gülen’in ne dinler arası diyalog masalı, ne de Ortadoğu’yu “büyük” ve “yeşil” yapma hayalinin tutmayacağını yazdı.

RedHack, Anonymous’a teşekkür ederken, “Sanırız bu hack olayı ‘samimi’ Müslümanlara hediye” dedi.


ANF

Kürtler Kobani'den Sonra Afrin'de de Yönetime El Koydu





Afrin - Batı Kürdistan halkı Kobani kentinden sonra Afrin kentinde de yönetime el koydu. Bu arada kuruluşunu ilan eden Halk Savunma Birlikleri (YPG), Batı Kürdistan’ın güvenliğini üstlendi.

Batı Kürdistan’da tarihi gelişmeler yaşanıyor. Alınan bilgilere göre halk ve savunma birlikleri bugün Afrin kenti ve Cidêris ilçesinde Baas rejiminin tüm kurumlarına baskın yaparak el koydu. Halkın kurumlara el koyma operasyonunun sabah saatlerinde başladığı öğrenildi.

Bu arada bölgenin en büyük kenti Qamişlo’da tüm internet ve telefon hatlarının Baas rejimi tarafından kesildiği ve kentle bağlantı kurulamadığı öğrenildi.

19 Temmuz’da Kobani şehrinin yönetiminin denetimi tamamen Kürt halkının eline geçmişti. Mart 2011’deki ayaklanma ardından anadil okulları açan, halk meclislerini kuran, savunma komitelerini oluşturan, sivil toplum ağını genişleten, partiler ve örgütler arası birliği güçlendirerek, tek çatı altında buluşturan Kürtler, Suriye’de şiddet olaylarının derinleştiği bir dönemde, kendilerini tüm bölgede koruyacak bir savunma gücünün ilanını da yaptı.

Bölgede “Halk Savunma Komiteleri” olarak örgütlenen ve güvenliği sağlayan savunma güçleri, Kobani şehrinin yönetimini ele geçirdikten sonra kendilerini “Halk Savunma Birlikleri (YPG)” olarak ilan etti. 


ANF

‘Hint Keneviri’ Tarlası, Helikoptere Bindirilen Gazeteci

Türk Basınından herzaman ki yalan bombardımanı...
 Veysi Sarısözen

TV’leri izlediniz. Hepsi, utanmadan, sıkılmadan, başında 14 Temmuz zorbalığının “başkomutanı” Diyarbakır Valisi’nin bulunduğu “PKK’ye karşı büyük operasyon” haberini verdi. Tıpkı 1990 başlarındaki gibi. O zaman da bazı gazeteciler, işte böyle helikopterlere bindirilip, savaş alanlarında gezdirilmiş, arkasından da iç bulandıran sözde “izlenimlerini” tek tip bir metin halinde okurlara iletmişlerdi.

Şimdi de aynı şeyler olmaya başladı.

Önce haberi okuyalım: “Diyarbakır Valiliği tarafından koordine edilen operasyona, Jandarma ve Polis Özel Harekat timleri ile geçici köy korucularının da aralarında bulunduğu 55 timden oluşan 1700 devlet görevlisi katıldı. 16 zırhlı aracın kullanıldığı operasyona 4 helikopter de havadan destek verdi. Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak, ‘PKK’nin finans kaynaklarına ve bu alanda kullandığı terör bağlantılı milis ve terörist yapılanmasına darbe vurulmasının planlandığını’ ileri sürdü.”

Haberi veren ANF bülteninde, ayrıca şu haberler de yer alıyordu: “ANF, 28 Haziran tarihinde “Diyarbakır’da esrar hasadı başladı” manşet haberiyle esrar ekimine dikkat çekmiş ve esrar hammaddesi olan Hint keneviri hasadının başladığını duyurmuştu. Amed başta olmak üzere devlet eliyle boşaltılan köylerde, binlerce dönüm araziye asker ve korucu gözetiminde yapılan esrar ekiminde her yıl on milyonlarca rant sağlanıyor. Mart ayında ekimi yapılan esrar, 70-80 santimetreye ulaşınca Haziran ayı sonuna doğru hasadı yapılmaya başlanıyor.”

Demek ki, medyanın “PKK’nin yarı resmi haber ajansı” diye tanıttığı ANF, 28 Haziran’da şimdi “ansızın keşfedilen” bölgede “esrar hasadı başladı” haberini vermiş. Ve devletin boşalttığı köylerde, bizzat devletin, bir kısmını koruculara bırakmak üzere bu “Hint keneviri ekimini yaptığını” açıklamış. ANF, PKK’yi “ihbar” etmeyeceğine göre, belli ki, devlet hakkında “suç duyurusunda” bulunmuş.

Devam edelim. ANF şu haberi de vermiş:

“KCK şu açıklamada bulundu: “Türkiye’nin ve Kürdistan’ın çeşitli yerlerinde esrar, eroin gibi uyuşturucu maddelerin yapımında kullanılan ekimlerin yapıldığı bilinmektedir. Biz hareket olarak tüm uyuşturucu maddelerin ekimine, imalatına, ticaretine ve kullanılmasına karşı şiddetle mücadele yürütmekteyiz. Buna rağmen dün Türk basınına da yansıyan Diyarbakır’ın Lice ve Hani ilçelerinde Hint keneviri ekimine karşı yapılan bir operasyonda ele geçirilen ekimler hareketimize aitmiş gibi yansıtılmıştır. Bu, gerçeğin tamamen çarpıtılmasıdır.”

Biliyorum, “sırıtanlar” var. Elbette KCK “esrar tarlaları bizimdir demeyecek” diye, pis pis suratımıza bakanlar mebzul. Haydi bir de onlara yine ANF haber bülteninden bir haber gönderelim:

“Almanya İçişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich tarafından bugün açıklanan iç istihbarat kurumu Anayasayı Koruma Örgütü’nün 2011 yılı raporunda ‘PKK’nin örgütlü yapısının uyuşturucu ticaretiyle bağlantısı olduğuna dair hiç bir delil yok’ bilgisi yer aldı.”

Alman MİT’i böyle diyor.

Bu kadarı yeter. Şimdi, gazeteci sıfatı taşıyanlara soralım:

Sizi helikoptere bindirenlere siz şu soruyu sordunuz mu? “kışın, karlar altında, hiçbir eylem hazırlığı olmayan 15 kadın gerillayı on bin metreden gözetleyip, yok eden devlet ve onun valisi, üstelik ANF’nin yıllardan beri sürekli gündeme getirdiği bu ‘esrar tarlalarını’ nasıl oldu da, ANF’nin 28 Haziran haberinden sonra ‘keşfetti’? 14 Temmuz’da “derin istihbarat” alabilen bu vali, burnunun dibinde yıllardan beri yapılan Hint keneviri ekimini neden daha önce istihbar edemedi? Lice-Hani-Kocaköy ilçelerinde, her bir evde kimlerin oturduğunu, ne iş yaptığını, kimin kaç şehidi, kaç tutuklusu, kaç gerillası olduğunu ezbere bilen devlet, nasıl oldu da şimdiye kadar bu “esrar tarlalarını” göremedi? Gerillayı kuş uçmaz kervan geçmez granit kayalar arasında “görebilen”, gördüğü gerillayı “nokta operasyonuyla” katledebilen devlet, Mustafa Toprak’ın burnunun dibinde “kimlerin Hint keneviri ektiğini” ekim sırasında suçüstü yaparak neden saptamadı?

Bu soruları sormadan helikoptere binene gazeteci denmez.

Bu soruları sorsaydınız; o tarlalarda yapılan “kenevir ekiminin” iç yüzünü anlardınız. Devletin adamları Kürdistan’da uyuşturucu ticareti yapıyorlar ve bu ticaretten kimi koruculara pay veriyorlar, onların “uyuşturucu ekimine, satışına” göz yumuyorlar.

Şimdi neden “baskın” yapıyorlar?

İlk neden Kürt özgürlük hareketini karalamak. İkinci neden, ANF’nin 28 Haziran haberi, devletin suçunu teşhir edince, panik başladı.

Üçüncü neden ise, şu: Düne kadar “kaçakçılık” yapmalarına, “kenevir ekmelerine” PKK’ye karşı korucu olmak şartıyla “izin” veren devlet, artık “kaçakçılık” ya da “uyuşturucu” karşılığında kendisine hizmet edenlere bile “güvenmiyor”. Kürt olan herkesi artık düşman sayıyor. O nedenle Uludere’de kaçakçı kafilesini imha etti. O nedenle şimdi “kenevir” ekenlere göz dağı verdi...

Hükümet, tüm Kürdistan’ı, yalnız yurtsever ve namuslu halkı, yalnız “sınır ticareti”ni illegal yapan kaçakçıları ile değil, artık “kırık”larıyla, uyuşturucu çeteleriyle, hırsızları ve tüm marjinal unsurlarıyla birlikte, tümden kaybetmiş bulunuyor...


Kaynak: Özgür Gündem

14 Temmuz Amed Direnişinin Sonuçları


CAHİT MERVAN
 
 
BRÜKSEL - 14 Temmuz günü BDP ve DTK öncülüğünde yüz binlerce insanın katılacağı Öcalan’a ve Kürdistan’a özgürlük buluşmasının Türk hükümeti tarafından yasaklanması ve ardı sıra gelen Kürtlerin görkemli direnişi, ortaya önemli sonuçlar çıkardı

KÜRTLER İÇİN MEŞRUİYET ÖNEMLİ

Her şeyden önce 14 Temmuz Serhildanı yasal alan ile meşruiyet alanı arasına çok kalın bir çizgi çekti. AKP’nin temsil ettiği sömürgeci devleti ‘kanun alanına’ hapseden bu direniş, Kürtlere hem içte ve hem de dışta daha çok meşruiyet alanı açtı. 14 Temmuz direnişiyle birlikte Türk yasalarının Kürdistan’daki ‘geçerliliği’ kalmadı. Devlet yok hükmünde sayıldı.

Bundan sonra devlet yasa ve kanunlarını uygulamak için her zamankinden daha çok polis-asker gücüne ve şiddete ihtiyaç duyacaktır. Kürtler ise her zamankinden daha çok kendileri için Ankara’nın çizdiği sınırı, koyduğu yasayı tanımayacaktır. Halk değimiyle iplemeyecektir.

Çünkü AKP rejiminin Kürdistan’da uyguladığı şiddet ve terör politikasının dozu, devletin Kürdistan’da meşruiyetini ‘yeniden üretmeye’ ağır bir darbe indirdi. AKP uyguladığı terör politikasıyla Kürtlere diz çökertemediği gibi kısmen ‘açılım’, ‘demokratikleşme’ demagojileriyle, ‘halkla ilişkiler’ çalışmasıyla sağladığı meşruiyet zeminini de yitirmiş oldu. Artık Kürtler için yasal olan değil, meşru olan önemlidir. Meşru olan ise Kürtlerin kendi geleceğini belirlemesini kendi ellerine almasıdır. 14 Temmuz direnişinin ortaya çıkardığı en önemli sonuç bu olmuştur.

14 TEMMUZ BİRLİĞİN MENİFESTOSUDUR

14 Temmuz’da Amed’in kepenklerini tümden indirmesi terör rejime ağır bir darbe vurdu. Kitleler binlerce polisinin işgali altındaki İstasyon meydanına ‘toplanamadılar’, ama kitleler sokak, sokak, cadde, cadde direnerek bütün parçalardaki Kürtlerin, diasporanın ilgi ve sempatisini kazandılar. Sadece BDP ve DTK’nin değil, diğer Kürt parti ve gruplarının da teveccühünü kazanan öncü bir güç haline geldiler.

Bu nedenledir ki, 14 Temmuz’un sloganı ‘Direne direne kazanacağız’ bir grubun, bir partinin sloganı olmaktan çok bir toplumun hem birlik, hem de özgürlüğe giden yoldaki manifestosuna dönüştü. Bundan sonra Kürtler arası ruh ve düşünce birliğinin olduğu kadar, eylem ve kazanımları koruma, güçlendirme, nihai özgürlüğü elde etmenin yolu ve yöntemini de açığa çıkardı. İkinci sonuçta budur.

AKP KÜRDİSTAN’A AİT DEĞİL

14 Temmuz direnişi şiddet ve terör tekelinin devletin, AKP’nin elinde olduğunu net olarak ortaya çıkardı. Onu çıplak gözle görünür kıldı. AKP’nin, dolayısıyla Türk devletinin izlediği Kürdistan politikasının şiddet ve terör üzerine şekillendiğini, esas olarak ta Kürtlerin özgürlük talebini ortadan kaldırmaya, bertaraf etmeye yönelik olduğunu görünür kıldı.

Doğrusu her türlü vicdan ve ahlak ölçüsünü bir tarafa koyarak ‘Türk Mahallesi’nde dış kapının mandalı olan bazı ‘Kürt kökenli’ yeni üretilen tipler hariç, 14 Temmuz direnişi AKP’nin bütün Kürtler için ‘iyi şeyler’ düşünmediğini, sömürgeci bir parti olduğunu, taktik veya dönemsel değil stratejik olarak Kürtlerin statü elde etmesine karşı statükonun, sömürgeciliğin son kalesi olduğu gerçeğini daha net ve berrak bir şekilde anlaşılır kıldı. 14 Temmuz direnişi, AKP’nin-‘Kürt kökenli’ vekillerine rağmen- onu Kürdistan’a ait olmadığını herkes tarafından tesciline yol açtı. AKP’yi Kürdistan’da bir ‘yaban otu’ olduğunu ilan etti. Ortaya çıkan üçüncü sonuç budur.

KÜRDİSTAN ARTIK STATÜSÜZ KALAMAZ

14 Temmuz’da Kürtlerle, AKP’nin temsil ettiği devlet arasında ‘yasal alan’ ile ‘meşruiyet alan’ arasındaki çekişmenin bu kadar net olarak açığa çıkması, bu netlikte görünür olması çözüm içinde hayırlı oldu.

Bir paradoks gibi görünse de bu netlik çözümü uzaklaştırmıyor, daha yakın, elle tutulur, gerçekçi bir alana taşıyor. Devlete Kürtlerin meşru taleplerini bir kez daha hatırlatmakla kalmadı, bu taleplerin karşılanmaması halinde Kuzey Kürdistan’ın tıpkı Güney ve şimdi de Batı-Kürdistan gibi ‘de facto’ tek yanlı adımlar atabileceğinin güçlü işaretlerini verdi. Milyonlarca Kürt, örgütlü gücü ile politik temsilcileriyle barikatlarda bunu kararlıca ortaya koydu. Artık Kürdistan’ın, Ankara tarafından yönetilemeyeceği gerçeği netlik kazandı. Tıpkı Şam, Bağdat ve Tahran’ın Kürdistan’ı yönetemeyeceği gibi. Dördüncü sonuç ise budur.

DİRENİŞ BİRLİK RUHUNU GÜÇLENDİRDİ

Saddam rejiminin çökmesi Kürdistan’ın geleceği açısından kader değiştiren stratejik bir öneme sahipti. Ankara rejimi en önemli müttefikini yitirdi. Kürdistan’ı kölelik zincirine vuran Lozan’ın önemli bir ayağının çökmesine, tarihsel olarak geçersizliğine neden oldu.

Şam rejiminin çökmesi ise, hem Güney-Batı Kürdistan’da statü oluşumuna yol açıyor, hem de Ankara rejimini Kürt ve Kürdistan’ı yok sayan tarihsel politikalarında yalnızlığa itiyor. AKP’nin ‘dostları’ ve Erdoğan’ın can-ciğer ‘kardeşleri’ tarih sahnesinden çekilirken, Kürtler ‘Hewler ittifakı’, 14 Temmuz Amed direnişi ile, Güney-batı Kürdistan’da ‘de facto’ özerklik ilanlarıyla tarih sahnesine çıkıyor. Ankara’nın ret ve inkar politikası Amed’te polis barikatı olmaktan öteye geçemiyor. Kürtlere karşı şiddet ve terör sonuçsuz kalıyor. Kürtler Ankara’ya adeta ‘gerçeğin dünyasına hoş geldin’ diyor.

Bu nedenledir ki, Güney Kürdistanlı tecrübeli siyasetçi Dr Mahmut Osman ‘sınırın iki yakasındaki Kürtleri’ AKP politikalarına kanmayın diye uyarıyor. Geleceğinizi kendi ellerinizle kurun diyor. Ayrıca Kuzey Kürdistan’da HAK-PAR, KADEP, ÖSP, Azadi İnisiyatifi, Dicle Fırat Diyalog Grubu, Kürt Devrimci Demokrat Hareketi gibi birçok parti ve çevrenin 14 Temmuz direnişinin öncülerinin yanında olduklarını açıklamaları Kürtler arası birlik ruhunun güçlenmesine katkı yapıyor.

Hiç kimsenin yanlış okumasına gerek yok. 14 Temmuz direnişi öncesi Hewler’de Güney-Batı Kürdistan güçlerinin ittifakı aslında Kürdistan Ulusal Kongre’sine giden yolda ve açıktan Karayılan-Barzani görüşmesi öncesi son duraktır. Bu nedenledir ki, 14 Temmuz bölgesel çapta ortaya çıkan yeni Kürt birliğine büyük bir destektir. Moral ve motivasyondur. Türk devletinin Güney-Batı Kürdistan’daki olası işgal planlarına şimdiden güçlü bir itirazdır. Ortaya çıkan beşinci sonuçta budur.

AB KÜRT SORUNUNDA HAREKETLENİYOR

14 Temmuz direniş ruhu aynı zamanda Avrupa Birliği’nin Kuzey Kürdistan politikası üzerinde ciddi etkiler yaratmaya adaydır. AB çevrelerinin Kürt sorununun çözümü konusunda yeniden hareketlenmelerine ivme kattı. En son Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Türkiye raportörü Josette Durieu’un, ANF’ye yaptığı açıklamada Kürt sorununda çözüm yolunun “yazılı bir metin veya sözleşme ile sonuçlanacak olan müzakereler” olduğunu söylemesi tesadüfi değildir.

Çünkü Durieu yaptığı açıklamada , “Bunun başka çaresi yok. Kürtler hak taleplerinde o kadar ısrarlılar ki, bunu daha da ötelemek daha fazla ölüm ve daha fazla acı demektir” diye eklemeyi unutmamıştır.

Dahası Türkiye raportörü alışılmışın dışında bir adım daha ileri giderek taraflar konusundan “Kürt hareketine gelince; benim ismini vurgulamakta hiç sakınca görmediğim; Sayın Öcalan var” demesi hiç ama hiç tesadüfi değildir. AB çevrelerinin bu noktaya gelmesinde, esas olan 14 Temmuz direniş ruhudur. Ortaya çıkan altıncı sonuç budur.

ÖCALAN’IN ÖZGÜRLÜĞÜ KAÇINILMAZ HALE GELİYOR

Ve en önemli sonuç ise, bu saatten sonra Türk hükümetinin PKK lideri Abdullah Öcalan’ı İmralı’da esir tutamayacağı gerçeğinin ortaya çıkmasıdır. Son bir yılda devlet uyguladığı terör ve şiddet politikasına, Kazan vadisi ve Roboski katliamlarına rağmen Kürtlere diz çökertemedi. Çökertemezde.

Federal Kürdistan bölge başkanı Mesut Barzani ile KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın güçlü etkisiyle şekillenen ‘Hewler ittifakı’, 14 Temmuz büyük Amed direnişi, Avrupa Konseyi’nden gelen açıklama ve en son Kobani’de Kürtlerin yönetime ‘el koyması’, hepsi ama hepsi sonuç olarak İmralı’nın kapısını açmayı zorunlu kılıyor. 14 Temmuz bu konuda çok güçlü bir mesaj taşıyor. Türk devleti, 15 Şubat 1999 günü Öcalan’ı esir aldığından bu yana ilk kez İmralı’nın kapısını sonsuza dek açmakla, Öcalan’ı özgür ‘bırakmakla’ karşı karşıyadır. Bu talep, bu istem artık ertelenemez bir hal almıştır. Türk devletinin Öcalan’ın özgürlüğünü engellemesi ve bundan kaçması neredeyse imkansız hale gelmektedir. Yedinci ve son sonuçta budur. 


ANF

Türkiye-İsrail’le Ekonomide ''One Minut'' Dinlemiyor


Türkiye’de iktidardaki AKP hükümeti Mavi Marmara olayında vatandaşlarının ölümü konusunda sorumlu tuttuğu İsrail’e karşı sert söylemler kullanadursun bu ülkeyle ekonomik ilişkiler büyümeyi sürdürüyor. Türkiye ile İsrail arasındaki ticaret hacmi 2011 yılında rekor kırdı.

Mecliste verilen bir soru önergesine cevap veren Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan İsrail ile Türkiye arasındaki 2011 yılındaki ticaret verilerini ortaya koydu. 2011 yılında Türkiye’nin İsrail’den ithalatı 2 milyar 57 milyon dolar oldu. Bu rakam 2010 yılında 1 milyar 359 milyon civarındaydı. Yani İsrail’den ithalatta yüzde 151 oranında bir artış gerçekleşti.

2011 yılında ihracat rakamlarında da ciddi bir artış görüldü. İsrail’e ihracat 2011 yılında 2 milyar 291 milyon dolara çıktı. Bu kalemde ise bir önceki yıla oranla yükseliş yüzde 114 oldu.

Türkiye’nin İsrail’e ihracat kalemlerinin arasında en büyük kalemi 437 milyon dolarla demir çelik oluşturdu. 2011’de Türkiye İsrail’e 344 milyon dolarlık kara taşıtı sattı.

2012’nin ilk beş aylık rakamları baz alındığında ise Türkiye’nin İsrail’e ihracatı yüzde 1,5 oranında arttı. İthalatta ise 1,6 oranında düşüş gözlendi. 


ANF

Chevron Güney Kürdistan’la Anlaşma İmzaladı

HEWLER - Irak’ta Güney Kürdistan ile merkezi Bağdat hükümeti arasındaki kriz büyüyor. Son olarak ABDli petrol devi Chevron’un yeni yataklar bulmak için Güney Kürdistan idaresiyle bir anlaşma imzalaması Bağdat hükümetinin son dönemdeki tüm baskılarını boşa çıkaran bir adım niteliğinde.

Kaliforniya merkezli Chevron’dan yapılan açıklamada Güney Kürdistan’ın Hewler şehrinin kuzeyindeki Rovi ve Sarta havzalarında petrol arama konusunda anlaşma yapıldığı bildirildi. Bölgedeki halihazırda arama çalışmaları yürüten Hindistanlı bir şirketin yerini alacak olan Chevron, Avusturyalı OMV AG şirketiyle ortak çalışma yürütecek. Chevron’un bu ihaledeki payı yüzde 80 oranında.

Rovi ve Sarta havzaları 1,123 kilometrekarelik bir alanı kapsıyor. Alanda geçtiğimiz yıllarda yüksek kaliteli petrol bulunmuş ve petrol damalarının tespiti için çalışmalar başlatılmıştı.

2003 yılından bu yana Kürtler küçük ve orta ölçekli şirketlerle 50 kadar benzeri petrol arama ve işletme anlaşmalarına imza attı. Ama geçtiğimiz Ekim ayında Exxon ve şimdi de Chevron’un Güney Kürdistan’da devreye girmesi oyunun kurallarının değişmeye başladığına işaret ediyor.
Irak’ın 2003 yılından sonra iktidarda olan hükümetleri enerji kaynakları üzerinde tam hakimiyet ilan etmiş ve Güney Kürdistan idaresinin yabancı şirketlerle petrol anlaşmaları imzalamasını yasadışı olarak nitelendirmişti.

Bağdat hükümeti uzun süreden bu yana Güney Kürdistan’da faaliyet gösteren şirketleri Irak’taki ihalelere almıyor var olan anlaşmalarını ise iptal ediyor.

Ancak Exxon gibi bir dev şirket söz konusu olduğunda Bağdat hükümeti radikal karar almaktan kaçındı. Maliki Exxon’un Mayıs ayındaki ihaleye girmesini engellemeisne rağmen Shell ile Exxon’un Batı Kurna havzasında 8,6 milyar dolarlık kazanılmış petrol ihalesine ise karışmadı.

Exxon’un aksine Chevron’un Bağdat hükümetiyle herhangi bir anlaşması bulunmuyor. Bu nedenle Bağdat’ın şirkete herhangi bir baskı uygulaması söz konusu değil.

Dün öğle saatlerinde ise Maliki’nin bürosundan ilginç bir açıklama geldi. Maliki’nin yazılı olarak yayınladığı açıklamada ABD Başkanı Barack Obama’dan Exxon Mobil’in Kürt bölgesindeki faaliyetleri konusunda olumlu bir mektup alındığı ifade edildi.

Maliki’nin açıklamasında mektuptan direkt bir alıntı yapılmadı. Açıklamada Exxon’dan ülkedeki faaliyetler konusunda Irak hükümetinin tavsiyelerine uyması istendi.

Irak’ta petrol üretimi ve satışını düzenleyen yasa konusunda yıllardan bu yana parlamentoda bir uzlaşma sağlanabilmiş değil. Bu konuda bir anlaşmanın kısa bir süre içinde gerçekleşmesi beklenmiyor. Kürtler de bu yasama boşluğunu değerlendiriyor.

Kürtlerin avantajlı olduğu diğer bir konu ise şirketlere sunulan kar oranları. Irak hükümeti büyük ihalelerde şirketlere düşük kar marjı tanırken Kürdistan’da ise bu kar oranları oldukça yüksek. Hatta kimi ihalelerde Irak’ın üç katına yakın kar marjı konuluyor. 


ANF

Qamişlo'da Çatışma!

Qamişlo - Batı Kürdistan’ın en büyük kenti Qamişlo’da bugün Suriye devlet güçleri, yeni kuruluşu ilan edilen Halk Savunma Birlikleri’ne (YPG) bağlı devriyeye saldırıda bulundu, bir YPG üyesi yaralandı.

Alınan bilgilere gore YPG üyeleri Qamişlo’da devriye gezerken, Suriye devlet güçlerinin saldırısına uğradı. Siyahi mahallesinde düzenlenen saldırı sonucunda adı öğrenilemeyen bir YPG üyesi yaralandı.

Bu saldırı 19 Temmuz günü Kobani kentinde halkın 40 yıldır iktidarda olan Baas rejimine ait tüm kurumları ele geçirmesi ardından yaşandı. Bugün de bölge genelinde “Özgürlüğe doğru” sloganı ile gösteriler gerçekleşti ve Efrin kenti ile Cinderês ilçesinin yönetimi tamamen Kürtlerin eline geçti.
Perşembe günü de Kobani’nin denetiminin Kürt halkı tarafından ele alınması ardından bugüne kadar “Halk Savunma Komiteleri” olarak faaliyet yürüten savunma güçleri, “Halk Savunma Birlikleri (YPG)” adıyla kuruluşunu ilan etti. 


ANF