1 Temmuz 2012 Pazar

Erdoğan Çıldırdı: WSJ, PKK Namerttir!



Kayseri’de AKP İl Kongresi’nde konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Suriye’nin Türk uçağını kendi hava sahasında düşürdüğünü yazan Wall Street Journal gazetesini namertlikle suçladı. Kürt sorununa ilişkin sağduyudan dem vuran Erdoğan, ‘Zerdüşttür’ dediği PKK’ye hakaretler yağdırmaktan geri durmadı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti Kayseri İl Kongresi’ne katıldı. Erdoğan Türk savaş uçağının Suriye hava sahasında düşürüldüğünü yazan Amerikan Wall Street Journal gazetesini namertlikle suçladı.

Gazetenin Roboski Katliamıyla ilgili yayınladığı, ABD’nin katliamdaki rolünün raporlarla deşifre edildiği habere atıfta bulunarak, “Aynı gazete farklı yayın yaptı, haber yalandı” iddiasında bulunan Erdoğan, gazetenin aynı şekilde doğru olmayan yayınlar yaptığını ileri sürdü.

Gazetenin yayınladığı haberleri ABD’deki seçimlere bağlayan Erdoğan, “Bu gazete bir siyasi hareket adına hareket eden bir gazete. Orada başkan Obama'ya karşı takınılan tavır bu. Bu gazetenin burada da uzantıları var. Bizim verdiğimiz diplomatik, teknik bilgilere dayalı değil, oradan çıkan gazetedeki habere dayalı haber yapıyorlar. "Güvenilir kaynak" diyorlar kimmiş o kaynak açıkla. Namertlik kapının arkasından dolaşmaktır. Bu gazete namert. Bu iddiaya itibar edenler de namerdin izinden gidiyor“ dedi.

Erdoğan konuşmasının devamında 25 Mayıs’ta Pınarbaşı’nda polis karakoluna düzenlenen eyleme değinerek, PKK’nin eylemle ‘Kardeşlik ve huzurun şehri’ olarak tanımladığı Kayseri’de kardeşliği hedef aldığını ileri sürdü.

PKK için ‘Zerdüşttür’ söylemini tekrarlayarak WSJ gibi ‘namert’ olmakla suçlayan Erdoğan, BDP’ye de hakaretlerde bulunmayı ihmal etmedi. İsim vermeden 'PKK gölgesinde siyaset yaptığını' söylediği BDP’ye “terörle arasında mesafe koyma” çağrısında bulunan Erdoğan, yine isim vermeden, “Bu parti içinde yanlışları görenler terörün kanlı yüzünü görenler çıkıp cesaretle doğruları söylüyor” dedi.

“Biz süreçlere sağduyunun hakim olmasını istiyoruz” diyen Erdoğan, “Biz bu ülkede kardeşliğin yücelmesini sorunların tek tek çözülmesini arzu ediyoruz” iddiasında bulundu. 


Ek Haber

WSJ: 'F4 Uçağı Suriye Hava Sahası'nda vuruldu'

Wall Street Journal, ABD'li yetkililere dayandırdığı haberde Türkiye'ye ait istihbarat uçağının büyük ihtimalle Suriye Hava Sahası'nda uçaksavarla vurulduğunu iddia etti.

Wall Street Journal'ın ABD'li yetkililere dayandırdığı habere göre, “ABD istihbarat kaynakları Türk savaş uçağının, büyük ihtimalle Suriye'nin sahil kesimindeki uçaksavar bataryaları tarafından Suriye hava sahası içerisinde vurulduğunu gösteriyor” dedi.

Adının açıklanmasını istemeyen üst düzey bir güvenlik yetkilisi, Wall Street Journal’a yaptığı açıklamada, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ait düşürülen RF-4E keşif uçağının vurulduğu sırada Suriye hava sahasında olduğunu öne sürerek, “Uçağın karadan havaya füzelerle vurulduğuna dair bir işaret görmedik” dedi.

Kendilerine ulaşan istihbaratın kaynağını açıklamak istemeyen yetkililer, olayla ilgili birçok şeyin bilinmezliğini koruduğu yönünde uyarıda bulundu.

Üst düzey bir askeri yetkili, uçağın füzeyle vurulmuş olmasının, bu eylemin Şam tarafından onaylandığı anlamına geleceğini, ancak uçaksavar ateşi kullanılmasının yerel bir komutanın kendi inisiyatifiyle hareket etmiş olduğu anlamına gelebileceğini belirtti.

Türkiye, uçağın uluslararası hava sahasında vuruludğunu iddia ederken Suriye Dışişleri Sözcüsü Cihad Makdisi uçağın 2,5 km menzilli uçaksavarla vurulduğunu açıklamıştı.


ANF

DÖKH’ten Zana’ya Sert Tepki

Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH)
Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH), Diyarbakır Bağımsız Milletvekili Leyla Zana'nın Başbakan Erdoğan ile yapmış olduğu görüşmeye sert tepki göstererek, "DÖKH, sayın Leyla Zana'nın 'bağımsız milletvekili' sıfatı ile AKP hükümeti ile geliştirdiği diyalogu gayri meşru ve anti demokratik bulmaktadır. Binlerce kadının ağır bedeller ile kazandığı yüzde 40 cinsiyet kotası, seçim sürecinde esas emek sahibi olan ve şuan KCK operasyonları sonucu cezaevinde bulunan binlerce parti kadrosunun iradesi ve halkın meydanlarda oyladığı siyasi talep ve doğrultusuna aykırı bulmaktadır" dedi.

Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH), Diyarbakır Bağımsız Milletvekili Leyla Zana'nın Başbakan Recep Erdoğan ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamaya ilişkin yazılı açıklama yaptı. Açıklamada, siyasal statünün, bir halkın kendi kaderini belirleme ve kendini yönetme hakkının sağlanması olduğu belirtilerek, Kürt halkının demokratik siyaset felsefesi ve demokratik ulus paradigması çerçevesinde ortaya koyduğu projenin demokratik özerklik olduğu ve bu temelde kendi kaderini belirleme iradesini defalarca deklere ettiği kaydedildi. "Kürt halkı ve Kürt kadınları kendini yönetme hakkını Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan'a özgürlük ve PKK'nin demokratik siyaset alana katılımı ve yönetim gücü olması temelinde görkemli bir direniş temelinde talep etmiş" denilen açıklamada, bunun dışındaki tüm alternatiflerin "Ya özgürlük ya ölüm" netliğinde karşılamış ve kamuoyunun bunun direnişçiliğine tanıklık ettiği aktarıldı.

"AKP hükümeti bu gelişme düzeyinin ve ruhun yakıcılığının farkındadır. Ancak, temsil ettiği faşizm ruhu ve siyasal karakteri imha ve inkar siyasetinde ısrarı getirmektedir. Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan'a uygulanan bir yıllık tecrit, siyasi soykırım operasyonları ile Kürt halkının siyasal, sosyal, kültürel kurum kadro ve çalışanlarından oluşan 10 bine yakın tutsak, Roboski katliamı, askeri operasyonlar ile halkın özgürlük savaşçılarına dayatılan imha konseptinin tek amacı vardır. Kürt halkının kendi kaderini tayin etme ve kendini yönetme hakkını gasp etme, gelinen bu düzeyi imha etme ve yerine bir Kürt çocuğunun bile kanmayacağı gülünç kendi çözümünü dayatmak" denilen açıklamada, şöyle devam edildi:

"Seçmeli ders, bir-iki Kürdoloji bölümü gibi ortaya atılan önermelerde dahi resmi olarak yaşayan diller tanımı yapılmakta, Kürt tanımının resmileşmesinin bir şark kurnazlığı ile nasıl engelleneceği formüle edilmektedir. AKP hükümetinin bu minvalde esas tehlikesi Türkiye ve Kürdistan kamuoyunun ulaştığı demokratik çözüm olgunluğunu ve tarihsel gelişmenin vardığı demokratikleşme çağı ile bir savaş içine girmesidir. Tecrit, katliam, binlerce tutuklama ve imha operasyonlarına hız kesmeden devam eden AKP hükümetinin oluşturmaya çalıştığı çözüm algısı bir zihinsel yozlaşma ve demokrasiye tecavüzden başka bir anlam ifade etmemektedir. Unutulmamalıdır ki Kürt halkı ve Kürt kadınları devrimci bir halktır ve son derece ciddidir. Bu ciddiyeti dikkate almayanlar bunun sonuçlarını da hesaplayabilmelidirler."

Açıklamada, PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın özgürlüğünün sağlanmadan ve siyasi önderi olarak çözümün tek adresi olarak muhatap alınmadan, özgürlük hareketi Kürt halkının siyasi organizasyonu, kendini yönetme hakkının resmi temsili olarak görülmedikçe Kürt kadınları ve Kürt halkının hiçbir girişimi, tutumu onaylamamakta ve bu tür tutumları itibarsız gördüğü belirtildi.

"AKP hükümetinin kendi Kürdünü yaratma projesine ve sömürgeciliği güncelleme oyunlarına alet olmak günümüzde bir trajedi değildir, gülünç bir hal almaktır" denilen açıklamada, "DÖKH, Sayın Leyla Zana'nın 'bağımsız milletvekili' sıfatı ile AKP hükümeti ile geliştirdiği diyalogu gayri meşru ve anti demokratik bulmaktadır. Binlerce kadının ağır bedeller ile kazandığı yüzde kırk cinsiyet kotası, seçim sürecinde esas emek sahibi olan ve şuan KCK operasyonları sonucu cezaevinde bulunan binlerce parti kadrosunun iradesi ve halkın meydanlarda oyladığı siyasi talep ve doğrultusuna aykırı bulmaktadır. Halkın, demokratik siyaset kadrosunun ve kadın hareketinin siyasal temsiliyeti seçkinci tasarrufa açık değildir. Bu zemin ile tartışılmadan, halkın onayı alınmadan elit siyaset alışkanlıklarını tüm Kürtleri ilgilendiren konularda devreye sokmak Kürt sorununun çözümünü bilmemektir" diye kaydedildi.

Açıklamada, Erdoğan'ın kendisi ile görüşmeden önce Kürtleri kendi siyasi iradesine karşı ayaklanmaya çağırmasını, görüşmeden sonra da Kürt halkının siyasi iradesine hakaretlerde bulunmasını nasıl bir vicdana sığdırdığının anlaşılmasının mümkün olmadığına dikkat çekildi. "Kürt halkının duyguları ile oynanmasın" denilen açıklamada, Kürt kadınlarının ortak irade ve ortak aklına davet edilerek, hiç kimsenin bu iradeden bağımsız olmadığı kaydedildi. 


ANF

"Kükreyen Türkiye"



Türkiye ile Suriye bağlamındaki koşullar son derece ciddi, hassas ve kırılgandır. Böyle bir durumda, bir savaş uçağı her yerde ve her zaman, tek anlam ifade edebilir: Saldırı, kışkırtma, risk, husumet, ölümcül tehlike... Devletler kükreyen aslancıklarla oyun oynamazlar.

Türkiye, Suriye havasahası içinde suçuştü yakalanmış ve cezasını bulmuştur.

Şimdi "Kükreyen Türkiye" iki şeyin peşinde.

Birincisi, neden olduğu duruma bahaneler uydurmaya çabalıyor; "çevir kazı yanmasın" komikliği içinde sahte uzmanların psikolojik savaşına sığınıyor; "burnundan kıl aldırmadan" "Türkün Türk'e propagandası" ile halkı dolandırmaya çalışıyor, ortalığı velveleye veriyor, NATO'yu toplantıya çağırıyor, savaş naraları atıyor, yani kükrüyor.

İkincisi, alışık olduğu ve uzun süredir sürdürdüğü kışkırtmadan sonuç çıkartmaya çalışıp savaş çığırtkanlığını ayyuka çıkartıyor, provokasyonlarına kalıcı bir bahane bulmanın hazzını kusuyor, yani kükrüyor.

Böyle 'aslan'cıkların boşa kükrediğini elbette biliyoruz...

Savaş çağrıları

Yine de durumun ciddi bir analizini yapmak gerek. Gerek, çünkü cahil profesörler, sahte uzmanlar, kulağı kesik psikolojik savaş uzmanları, maaşlı gazeteciler televizyon ekranlarında, gazete sütunlarında yalan yanlış yorum kirliliğiyle ortamı zehirlemekteler.

Örneğin, geçen gün, bunlardan biri, bir profesör, Suriye'yi, Türk savaş uçağını "önceden ikaz etmeden, onunla telsiz teması kurmadan, yanlış rotada seyrettiğine dair uyarıda bulunmadan, onu Suriye havasahası dışına çıkartmak için refakat ederek yardımda bulunmadan ya da en yakın havaalanına inişe geçmesini sağlamadan vurması"'uluslararası hukukun ihlali' !!! olarak niteledi.

Yanındaki "uzman" da "aynen hocamın dediği gibi" diyerek cehalete peşrev çekerken spiker hanım kızımız da yılışık sırıtmasıyla tabloyu tamamlayıverdi. Uzman profesör, bir de "çay kahve ısmarlamalıydılar" deseydi komedi tamamlanmış olacaktı... Tabii muazzam analizinin ardından profesörümüz de, uzmanımız da kükredi. Kükremek ne demek, onlar  da alenen savaş çağrısında bulundular.

Militarizme hizmeti kariyer yolu yapan profesör cehaletinden, "uzman" ise görev kağıdından, TV kanalı da hinliğinden böyle bir tablo çizdiler ve kuşkusuz Türk halkını büyük ölçüde ikna ettiler.
Dışarıda ise, Türkiye'ye ya kıs kıs ya da aleni kahkahalarla gülüyor elalem. Ne de olsa komik kükreyen aslancık...

Uluslararası hukukun gözüyle

Uluslararası hukuk, bu tür konularda önce temel bir ayrım yapar: Havasahası ihlaline konu olan uçakları "sivil" ve "devlet" (State), yani (askeri) olmak üzere ikiye ayırır.

"Sivil" kategorisine örneğin askeri de olsa ambulans uçaklarını filan da ekleyebilirsiniz belirli durumlarda. "Sivil" uçaklardan kastedilense örneğin sivilleri taşıyan ticari havayollarına ait yolcu uçaklarıdır. Bunların havasahasına girdikleri durumlarda, sayın profesörümüzün dediği kadar, "çay-kahve ikramı" olmasa da, belirli uyarılar, refakat ederek yasal rotasına döndürmek ya da ateş etmeden inişe zorlamak beklenir.

Ne var ki, uluslararası hukukta, iki şey mutlaktır: hava sahasında egemenlik ve askeri uçakların hedef olması. Buralarda öyle "çay-kahve ikramı" olmaz ve savaş kuralları geçerlidir.

Yine de, esneklik payları yok değildir. Gerçekten de, pek çok bu türden olayda, ihlalde bulunan jetler vurulmaz ve olayın üstü örtülür ya da diplomasiye havale edilir. Elbette bunun şartları vardır.

Devletler hukukunda, bu konuda, iki temel kavram öne çıkar: "zaman" ve "koşullar." Yani, zaman, zemin ve koşullar uygun olursa, şiddetten imtina edilebilir.

Savaş uçağının anlamı

Türk uçağının uçtuğu yerde, Cumhurbaşkanı Gül'ün altını çizdiği "jet hızı" dışında, mesafelerin görece kısalığı ve stratejik noktaların, örneğin hava üslerinin, askeri limanların, askeri hareketliliğin, vb. varlığı "zaman" meselesini, ne yazık ki, profesörümüzün istediği "çay-kahve ikramı"na olanak tanımayacak bir  "kritik eşikte" tutuyor.

Bir iç savaş yaşamakta olan Suriye topraklarının özellikle de bu kesimindeki  "koşullar" ise malum; Türkiye, aylardır Suriye'ye karşı organize bir kışkırtıcılığın başını çekiyor, isyancıları barındırıyor, onlara silah sağlıyor, açıktan Suriye rejimine karşı savaş açmış durumda ve emperyalizmin saldırısında koçbaşı görevini üstlenmiş halde canhıraş çırpınıp duruyor. Böyle bir durumdaki bir ülkenin "sivil" uçakları dahi şüphe konusudur ve hedef durumunda kabul edilebilirler.

Herkes biliyor ki, Türkiye ile Suriye bağlamındaki "koşullar" son derece ciddi, hassas ve kırılgandır. Böyle bir durumda, bizim naçiz profesörün kendisine bile Suriye'den "çay-kahve ikramı" herhalde sözkonusu olamaz. Bir savaş uçağı ise, böyle bir durumda her yerde ve her zaman, tek bir anlam ifade edebilir: Saldırı, kışkırtma, risk, husumet, ölümcül tehlike... Devletler kükreyen aslancıklarla oyun oynamazlar.

Rus ruletinde taraflar

İşin özeti şu: Suriye rejimi, kendisine karşı oluşmuş emperyalist zincirin en zayıf halkasını tespit etmiş ve cüretkar Türkiye'ye dersini vermiştir. O rejim de, halkını ezen kulağı kesik bir dikta rejimidir ve bu işlerde uzmandır.

Üstelik Türkiye'nin arkasında Amerikan "aklı" varsa, onun da gerisinde ipleri eline geçirmiş Rus kuklacı vardır. Bir ipte iki cambaz oynadığında da işte böyle sonuçlar çıkar ortaya.

Bu ölümcül "Rus ruleti"nde iki taraf da şimdi kazançlarını tahkim etmek peşindedirler.

Suriye rejimi, kazandığını sandığı psikolojik üstünlüğü halkına karşı kullanmaya kalkacaktır kuşkusuz. Bu arada daha alttan alma lüksüne de sahiptir ve böyle de davranmaktadır.

Kendi tuzağına düşen aslancık

Ruslarla Batılılar "tavşana kaç tazıya tut" oyununu oynarken kükreyen figüran Türkiye ise, Erdoğan'ın açıkladığı "önleyici darbe-savaş" (preventive strike-war) numarasıyla Suriye'ye karşı daha kalıcı bir kışkırtıcı bahane bulmanın hararetiyle oyalanacak ve bu arada çok kolaylıkla "milli hislerini galeyana getirebildiği" halkını yeni gündem peşinde dolandırıp duracak, arada oluşan puslu hava içinde Kürt'e vurkaçın da yeni bir zeminini oluşturmaya koyulacaktır.

Yine de, Türkiye ofsayta düşmüştür ve sadece boş gürültü çıkartmaktadır...

Kısacası, kendi tuzağına düşen aslancık kükremektedir.

Acı çığlık veya aslancık kükremesi

Erdoğan'ın açıkladığı ve buram buram evlat Bush ve neo-con Rumsfeld kokan "önleyici angajman" ise, ABD emperyalizminin bile boyunu aşmış ve tam bir fiyaskoyla tarihin hurdalığına terkedilmişken Türkiye'nin bu gidişinin sonunu tahmin edebiliriz.

Türkiye ya çılgınca bir kör kuyuya dalacak ve onu oradan kimse kurtaramayacaktır ya da çaresizliğin bu hamasi hezeyanı Türk halkına "büyük devlet" davranışı olarak satışa sunulacaktır. Yani, ya acı bir çığlığa dönüşecek ya da bir aslancık kükremesi olarak kalacaktır.

Emperyalizmin piyonlarının kaçınılmaz halidir bu.

Filler ve çimen

Bütün bunlar, ayrıca, yeni Ortadoğu'da ayağa kalkmış halklara karşı mevzilenmeye, kendilerini tahkim etmeye, mezarlık sessizliğinde iç disiplin sağlamaya koyulmuş zalim rejimlerle durumdan vazife çıkartıp güçlendirdiği işbirlikçilik zemininde her şeyi talana yönelmiş emperyalist haydutların ortaklığının ne denli gözü kara, ne denli hain, ne denli tehlikeli olduğunu da açıkça göstermektedir.

"Filler tepişirken çimenlerin ezilmesi" gibi Baasçılıktan Türk militarizmine, Batı emperyalizminden Rus-Çin kaba oportünizmine, örgütlü savaş makinaları çatışırken birbirlerine düşmanlaştırılmış/kandırılmış halklar kimvurduya gitmektedir.

Kimi emperyalizmin peşine düşmüş ondan kurtuluş beklemekte, kimi zalim rejimlerin arkasında şovenizmin ve militarizmin vurucu gücü olmaya soyunmuş ölmeye, öldürmeye hazır, kimi de Kürtler gibi dörtbir yandan kuşatılmış ateşe atılmak üzere... (HG/YY)

http://bianet.org/bianet/dunya/139352-kukreyen-turkiye

İhsan Eliaçık’tan Başbakan’a Sert Suriye Mesajları

Başbakan Erdoğan, Erzurum'da partisinin il kongresinde yaptığı konuşmada, “Sınırlarımız söz konusu olduğunda, hak, adalet söz konusu olduğunda tıpkı İstiklal Marşımızın emrettiği gibi kükremiş sel olur, bendimizi çiğner aşarız. Biz büyük bir devletiz. Onurlu bir milletiz. Biz tarihimizle olduğumuz kadar bugünümüzle, geleceğimizle büyük bir devletiz. Kendi halkına vahşice zulmeden, halkına ait silahları acımasızca halkına çeviren, çevre ülkelere hukuksuz saldırganlık yapan her kim olursa olsun hiç tereddüt etmeden haddini bildiririz” dedi.

Başbakan'ın, Suriye'ye sert mesajlar verdiği konuşmaya aynı sertlikle bir yanıt da İhsan Eliaçık’tan geldi.

İslami camianın muktedirlerinden uzak duran muhalif yazar ve düşünür İhsan Eliaçık, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a “İstiklal Marşı kime karşı yazıldıysa onlara gürle de görelim!” diye seslendi.

Twitter’dan yaptığı değerlendirmelerde “Kurtlarla saldırıp kuzularla meleşmek dış politika değildir” diye Eliaçık’ın mesajları şöyle:

“Başbakan Suriye'ye esip gürlüyor: "Bendimi çiğner..." İstiklal Marşı kime karşı yazıldı? Kime karşı yazıldıysa onlara gürle de görelim.

Zayıfa gürlemek yiğitlik değildir. Suriye'ye zulmedene değil; dünyaya zulmedene karşı gürle. 'Tek dişi kalmış canavara' karşı oku Akif'i.

İstiklal Marşı'na göre Suriye de yurttur. Çünkü üzerinde 'şehadetleri dinin temeli olan ezan' okunmaktadır. Oraya saldıramazsınız.

Suriye'nin geleceğine Suriye halkı karar verir. 'Tek dişi kalmış canavar' ve onun taşeronluğunu yapanlar değil.

Başbakan askeri hava estirip eleştirene 'hain' diyecek güya. Eskiden paşalar yapardı bunu. Onlara teslim olmadım bunlara da olmam. Yok öyle.

Suriye ile savaşa iktidarın besleyip büyüttüğü müteahhitler gitsin. Belki o zaman mücahitliğe dönmüş olurlar. (!)

Obama'nın zülüm var dediği yerde zulmün var olduğuna inanıyorlar. Dünya kan gölüne dönmüş haberleri yok.

Kurtlarla saldırıp kuzularla meleşmek dış politika değildir.

Libya görüntüleri ile Suriye haberleri yapıyorlar. Uluslararası planın oyuncağı haline geldiler. Niyetleri zulme karşı çıkmak değil. İnanmıyorum.

Zulümse dünyanın her yerinde zülüm var. En büyük zalim de ABD. Ona niye tıs yok?”

Mehmet Göcekli / Demokrat Haber İstanbul

Duran Kalkan: Askeri Çözüm Sürecindeyiz

Behdinan - KCK Yürütme Konseyi üyesi Duran Kalkan, PKK’yi bitireceklerine inandırmaya çalışan AKP hükümetinin PKK karşısında yenildiğini ve istifa etmesi gerektiğini söyleyerek, bundan böyle “askeri çözüm sürecinde” olduklarını belirtti. “PKK AKP’yi silahla yenilgiye uğratamaz” diyenler için “avuçlarını yalasınlar” diyen Kalkan, Kürtlerin artık kendi kendisini yönetmesi, başka hiçbir yönetimi tanımaması gerektiğini vurguladı.

ANF’ye konuşan Duran Kalkan, önemli değerlendirmelerde bulundu. Kalkan, “AKP yönetiminin istifa etmesi gerekiyor. Çünkü yenilmiştir, başarısız kalmıştır” derken diğer bazı satır başlıkları şöyle:

-Artık AKP’den bir şey beklenmemeli. Faşist celladı saldırgan kılacak, umutlu kılacak söz ve davranışlardan herkes kaçınmalı.

-'PKK, AKP’yi silahla yenilgiye uğratamaz', böyle diyenler avuçlarını yalasınlar. Onlar kendi niyetlerini gerçekmiş gibi ortaya koyuyor. PKK niye AKP’yi yenilgiye uğratamaz? İşte geçen bir yıl içerisinde bal gibi yenilgiye uğrattı. Şimdi AKP tam bir çıkmaz ve çözümsüzlük içine girdi.

-AKP yöneticileri 21 Haziran 2011 genel seçimlerinde aldıkları yüzde elli bir oy oranını doğru değerlendirememişlerdir.

-Geçen bir yıl içerisinde Kürtlere, Kürt özgürlük hareketine karşı yürüttüğü savaşta AKP hükümeti yenilmiştir.

-Öyle PKK silah bıraksınla veya çift yanlı ateşkes yapalımla böyle bir çözüm süreci gelişmez. Bunların zamanı geçti artık.

-Çözüm isteyenler her şeyden önce Çözüm Projelerini ortaya koyarlar. Bu konuda ciddi, tutarlı, samimi olduklarını gösterirler. Bunun için Öcalan’ın hazırladığı Protokollere önem verirler.

-Biz şimdi Devrimci Halk Savaşı çizgisinde Kürt sorunun çözümünü gerçekleştirmek istiyoruz.

PKK lideri Abdullah Öcalan üzerinde bir yıla yakındır süren tecrit durumu nasıl aşılacak? Neler oluyor orada?

Ben öncelikle tarihin ten büyük özgürlük duruşu olan İmralı direnişini selamlıyorum. İmralı direnişiyle ruhunu, duygusunu, yaşamını bütünleştiren her türlü tutum ve davranışı özgürlük mücadelesi açısından çok anlamlı ve değerli buluyorum. Abdullah Öcalan’a Özgürlük Komitelerinin yürüttüğü bütün çalışmaların, ülke içinde ve dışında geliştirilen direnişlerin hepsinin tarihin en anlamlı ve güçlü direnişleri oldukları netçe ifade ediyorum. Önder Apo’nun özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü için ben insanım diyen, bilinç ve vicdan sahibi olan, özgür yaşam tutkusuna sahip olan herkesin gücü neye yetiyorsa, elinden ne geliyorsa bulunduğu her yerde gerekeni yapması gerektiğini düşünüyorum. Yani bütün gönüller İmralı direnişiyle birlikte Önder Apo’nun ruhu ve duygularıyla birlikte olmalıdır diyorum. Hiçbir şey yapamayan gönül birliği etmeli; istekte bulunmalı, dua etmeli. Gücü yeten İmralı sistemini ve buna karşı Önder Apo’nun yürüttüğü direnişi kamuoyuna taşırmak için propaganda yapmalı. Yine miting, gösteri yapabilenler, İmralı’daki baskı ve tecridi kınama gücüne, direnicine sahip olanlar gece gündüz demeden bu eylemliliklerini sürdürmeli. Bu anlamda gönlünü ve çabasını İmralı direnişiyle birleştiren, Önder Apo’ya özgürlük ve Kürt sorununun çözümü uğruna elinden gelen bütün çabayı harcayan, her türlü zorluğa karşı mücadele eden herkesi, Kürt halkını, gençlerini, kadınlarını, emekçilerini, demokratik Türkiye çevrelerini, özgürlük ve demokrasiden yana olan tüm dostları bu büyük çabalarından dolayı kutluyorum, selamlıyorum. Özgürlük mücadelelerinden üstün başarılar diliyorum.

Bu temelde gittikçe artan bir direnişin geliştiğini görmek, Önder Apo’ya özgürlük direnişinin ülke sınırlarını aşarak dünyanın dört bir yanına gittikçe daha fazla yayılmakta olduğunu gözlemek insana büyük bir güç veriyor, heyecan veriyor, mutluluk ve coşku veriyor. Demek ki insanlık ölmemiş, diyor insan. Özgür yaşam tutkusundan vazgeçmemiş, direncini kaybetmemiş, ruhunu, varlığını bir tas çorba için cellatlara, hainlere, emperyalist sömürgecilere satmamış. Bu insanı mutlu eden, güç veren bir durumdur. Bu mücadelenin Önder Apo’ya özgürlük mücadelesi etrafında birleşiyor olması tabii ki büyük anlam ifade etmektedir. Çünkü gerçekten de insanlığın kalbi İmralı’da atıyor. Özgürlük direnci İmralı’da yaşıyor ve gelişiyor. Özgürlük arayışı teorik ve pratik olarak kendini en yetkin biçimde İmralı’da ortaya koyuyor. İmralı direnişi gencin, kadının, emekçinin, bütün ezilen ve sömürülenlerin ruhu oluyor, kalbi oluyor, nabız atışı oluyor. Bu kadar Kürt halk gerçekliğiyle ve özgür insanlıkla kendini birleştirmiş bir gerçeklik İmralı’da bulunuyor. Orada kendisini halklaştırmış, toplumsallaştırmış, insanlık haline getirmiş bir gerçek var. İşte Önder Apo gerçeği günümüzde tam da bunu ifade ediyor. Böyle bir karaktere sahip olduğu için de herkes bu gerçeği az-çok görüyor, anlıyor. Dolayısıyla sahip çıkıyor. Bilinci olanlar bilinçleriyle anlıyorlar. Duygusu olanlar hislerle, duygularla görüyorlar. Eylemciler oradaki büyük duruşu ve direnişi fark ediyorlar. Kısaca özgür olmak ve yaşamak isteyen herkes İmralı gerçeğinde kendine ait bir şey buluyor, kendi gerçekliğini görüyor ve direnişe geçiyor. Bu temelde özgür insanlık yürüyüşünün kalbinin İmralı’da atıyor olması, İmralı merkezli olarak gerçekleşiyor olması tesadüf olmadığı gibi büyük anlam da ifade ediyor. Bu anlamda da İmralı direnişiyle kenetlenen ve özgürlük için mücadele eden herkesi bir kere daha selamlıyorum. Avrupa’da geliştirilen süresiz özgürlük eylemini kutluyor ve başarılar diliyorum. Eylemcilere selam ve saygılarımı sunuyorum. Büyük bir tutum içinde olduklarını, bu çabalarının asla boşa gitmeyeceğini, özgür insanlık geleceğinin yaratılmasının buradan geçtiğini açıkça belirtmek istiyorum. Bu kadar çok gücü içine alan, çok yoğun eylemlilikle gelişen ve dünyanın her tarafına yayılan bir direniş nerden gelişiyor. İşte herkes gerçekten de insanlığın İmralı’da katledilmeye çalışıldığını, buna karşıysa Önder Apo’nun insanlığı var etme ve özgür kılma direnişini her türlü baskı ve zulme karşı büyük bir duyarlılıkla, hisle ve iradeyle geliştirdiklerini görüyorlar. Dolayısıyla kendilerini İmralı’da görüyorlar. Özgür duruşlarını ve geleceklerinin İmralı’da yaşadığını hissediyorlar. Gerçekten İmralı’da tarihin en büyük baskı ve zulmünün yaşandığını, insanlığın katledilmek istendiğini görüyorlar, anlıyorlar. Bunun için karşı duruyorlar, mücadele ediyorlar. Gönüllerini ve çabalarını Önder Apo ile artan oranda kılıyorlar.

İMRALI’DA İNSANLIK KATLEDİLMEK İSTENİYOR

İmralı’da bir tecrit uygulanmıyor. İmralı’da aslında insanlık katledilmek isteniyor, toplumsallık katledilmek isteniyor, özgür yaşam katledilmek isteniyor, özgür kişilik katledilmek isteniyor. Dünyada eşi bulunmayan, tarihte benzeri olmayan bir baskı, izolasyon ve zulüm sistemi İmralı sistemi olarak yaratılmış ve Önder Apo üzerinde uygulanıyor. Bunun başka bir örneği yoktur. Hiç kimseye bu tarz bir psikolojik zulüm uygulanmamıştır. On dört yıldır gerçekten de her türlü şeyden kopartılmaya, adeta yaşam unutturmaya çalışılıyor. Bunu sadece dar bir tecrit olarak tanımlamak da artık yeterli değildir. Dün iyiydi de şimdi İmralı’daki durum kötü olmuş da değildir. Öyle yaklaşmak da yetersiz kalıyor. Zaman dilimlerini ayırıyor. Bir dönemdeki baskı ve zulmü hafifletiyor. Öyle düşünmemek gerekli, on dört yıldır kesintisiz uygulanan baskı ve zulüm düzeni var. En ağır tecrit ve izolasyon burada yaşanıyor. Adeta insan düşünemez, çalışamaz, yaşayamaz, kırılmak isteniyor. Sadece basit şantaj politikalarından taviz koparmaktan öteye adeta özgür insanlıktan ve özgürlük mücadelesinden intikam alınmak isteniyor. İmralı zulüm düzeninin karakteri ve amacı budur. İşte bütün bunları çok iyi bildiği için, derinden anlayıp hissettiği için de Önder Apo baskı ve zulüm ne kadar arttırılıyorsa, bilincini, duyarlılığını ve direncini o oranda daha fazla geliştirerek her türlü baskı ve zulmü boşa çıkartacak, yenilgiye uğratacak bir insanlık direnişini İmralı’da sergiliyor. İşte kutsal insanlık duruşu bu, büyük insanlık duruşu bu, özgür insan duruşu bu. Bu herkes için bir örnektir, öncülüktür, önderlik duruşudur. Bu gerçeği herkesin böyle görmesi gerekli.

TAM BİR ZULÜM GERÇEĞİ ORTADA

Dolayısıyla da tabii ki İmralı zulüm sistemini kuranlar ve bugün de sözde ileri demokrasi adına bunu daha da farklı yöntemlerle ağırlaştırarak sürdürmeye çalışanlar tarihin en büyük zalimleri, insanlık katilleri oluyorlar. AKP gerçeğini böyle anlamak ve değerlendirmek lazım. Tam bir yalan, demogoji. Zulüm gerçeği ortada. Kendini hangi görüntüyle ortaya koyarsa koysun, nasıl pazarlamaya çalışırsa çalışsın Kürt halkı, özgür insanlık bu faşist duruşu, zulmü çok iyi görüyor, anlıyor. Çünkü tarihte örneklerini, benzerlerini biliyor. Hitlerleri, Saddamları, Evrenleri çok gördü. Tayyipleri de şimdi görüyor ve tanıyor. Hiçbir yalan ve demagoji insanlığın bu bilinç hazinesini karartamıyor, saptıramıyor. Onun için de bu bilinçte olan herkes Önder Apo etrafında birleşerek, AKP’de temsiliyetini bulan günümüzün baskı ve zulüm düzenine karşı direnç geliştiriyor. Özgürlük için mücadele ediyor, demokrasi için mücadele ediyor, kurtuluş için mücadele ediyor. Kürt halkının ve insanlığın kurtuluş mücadelesi burada yürütülüyor. Bunu öyle gelip geçici bir olgu olarak görmemek lazım. Bir yanılgı ya da basit bir baskı ve onun karşısındaki direniş olarak algılamamak lazım. Bu gerçekten de bir tarihsel hesaplaşma, köklü bir mücadele. Tarih boyunca baskı ve zulüm güçlerinin en katmerli toplamının saldırganlığına karşı tarihin özgürlük bilinç ve direncini Önder Apo gerçeğinde somutlaşarak güçlü bir direniş eylemine dönüşmesi yaşanıyor. Tarihin büyük özgürlük direnişçileri varlıklarını şimdi İmralı’da Önder Apo gerçeğinde yaşatıyorlar, sürdürüyorlar. Gerçeklik bu kadar açıktır. Dolayısıyla da bu durumun çok iyi kavranmasına, anlaşılmasına ihtiyaç var. Baskı ve zulmün insanlık dışı katliam ve faşist karakterini görmek kadar buna karşı Önder Apo karşısında geliştirilen direnişin de özgürlükçü karakterin yüceliğini görmek, dolayısıyla bu direnişle daha güçlü, daha derinden birleşmek büyük önem taşıyor. Ben bilinçliyim, özgür yaşamak istiyorum, gericiliğe, emperyalizme karşıyım diyen herkesin yapması gereken bu. Bu yapıldığı ölçüde de tarihin bu en gerici faşist baskı sisteminin kırılacağı, Kürt soykırımının yok edileceği, buna karşı Kürdistan’da özgür insanlık filizlenmesinin yeşererek Ortadoğu ve dünyaya yayılacağı rahatlıkla söylenebilir. Günümüzde gelişmelerin bu yönde olduğu açıktır. Mevcut bilinç, duyarlılık ve birlikte direniş sürdükçe de geleceğin özgür toplum ve özgür insandan yana olacağı tartışmasızdır. Bu şimdiden İmralı’da zafer üstüne zafer kazanan direniş gerçeğiyle kendini kanıtlıyor. Bu da insanı geleceğe dönük daha umutlu, daha bilinçli kılıyor. Dolayısıyla daha fazla direnmeye, mücadele etmeye daha çok örgütlenmeye sevk ediyor. Bütün bunlar pratikleştiği oranda da geleceğin özgürlük yönünde olacağı da özgür insanın her geçen gün ortaya çıkacağı da daha şimdiden açık bir biçimde görülüyor. Bu temelde bir kere daha baskı ve zulüm düzenini ve onun temsilcilerini lanetlerken aynı zamanda bu baskıya karşı en büyük insanlık direnişini gösteren Önder Apo’nun özgürlük duruşunu, direnişini selamlıyor, onun etrafında gönül birliği edinerek, amaç birliği ederek yoldaşça kavga birliği ederek özgürlük için direnen herkese bu büyük çabalarından dolayı bir kez daha başarılar diliyorum.

AKP TAM BİR ALDATICILIK İÇİNDE

*AKP hükümetinin “Kürt sorununu çözdük ya da PKK’yi bitirdik” yönünde yarattığı algılar, ağır suçlamalar, hareketinizle görüşmelerin olduğu yönündeki iddialar sürüyor. Bir yandan CHP’nin akil adamlar önerisi ve bazı ateşkes çağrıları yapılırken operasyonlarda görülmemiş bir yoğunlukta sürmesinden neyi anlamak gerekiyor?

Biz hareket olarak Kürt sorunun demokratik çözümü yönünde harcanan her türlü çabaya, atılan her adıma büyük değer ve önem veriyoruz. Bu konuda yürütülen çabalarla birlikte olduğumuzu, atılan her adımı kayıtsız desteklediğimizi birçok kez ifade ettik. Bunun hayat bulması için de defalarca ateşkes ilan etmiş, eylemsizlik içine girmiş, bu temelde çözüm zeminini oluşturmuş bir hareketiz. Fakat geçen tarihsel süreç içerisinde attığımız bütün adımlar, bu temelde yürüttüğümüz bütün çabalar bize gösterdi ki, aslında birçok güç hile yapıyor, oyun yapıyor, yalan dolan peşinde, tam bir aldatıcılık içinde. Kendilerine göre sözde bizi yanıltmaya, kandırmaya dolayısıyla da zaman kazanmaya, hareketimizi bu temelde sürece yayılmış bir plan doğrultusunda tasfiyeye uğratmaya çalışıyorlar. Bunu pratik tecrübe ile çok iyi gördük ve anladık.

ÇOK DEFA HAYAL KIRIKLIĞI YAŞANDI


Dolayısıyla da bu tür söylemlere, adımlara karşı çok fazla umutlu, beklentili ve inançlı değiliz. Gerçekten ciddiyet görsek, tutarlılık görsek elbette yine sahip çıkarız ama geçmiş bu konuda bizi çok defa hayal kırıklığına uğrattı. Herkesi kendimiz gibi safça ele aldığımızı gördük. Oysa siyaset adına gerçekten de kurtlar sofrasındaki gibi bir kavganın yaşandığını pratikte iyice gördük ve anladık. Şimdi son çabalar da bu bakımdan çok inandırıcı gelmiyor. CHP’nin çabaları da bazı basın yayın çevrelerinin çabaları da çeşitli siyasetçilerin açıklamaları da bize çok tutarlı, inandırıcı gözükmüyor. Neden? Çünkü sahtelik okunuyor sözlerden, sözü söyleyen yüzlerden, ağızlardan. İleri sürülen ifadelerden bir ciddiyet yok. Ciddi bir demokratik tutum, özgürlükten yana tavır yok. Hep şartlı, kayıtlı, Kürdü ahmak yerine koymaya ve aldatmaya çalışan bir tutum içinde olunduğu her yerinde gözüküyor. Dolayısıyla da bu tür yüzeysel, aldatıcı, özden yoksun, sadece zaman kazanmaya ve Kürt halkını oyalamaya dönük girişimlere artık itibar edecek durumda değiliz. Bunu herkesin bilmesi gerekir.

CHP’NİN PROJESİ AKP’Yİ YENİLGİNİN EŞİĞİNDEN KURTARMA ÇABASI

CHP’nin birden bire “ben proje hazırladım, projem insancıldır, Kürt sorunun çözeceğim” diyerek hükümetin karşısına çıkması da benzer bir durum ifade ediyor. Bazıları bunu, CHP’nin oy kazanma çabaları olarak tanımladı. Bir boyutu o olabilir ama aslına CHP’nin hazırladığı bir proje olarak da gözükmüyor. Çünkü bu projeye CHP’lilerden daha çok AKP’liler sahip çıktılar. Demek ki AKP’yi yöneten, AKP politikalarını oluşturan çevreler aslında CHP’yi de böyle bir sözde Kürt projesine yönelttiler. Aslında dikkat edelim, Kürt halkına bir hitabı yok, çağrısı yok, Kürtlerle sorunu çözme çabası yok. Sadece AKP’ye, MHP’ye çağrıları var, onlarla görüşmeleri var. Onun ötesine geçmiyor. Dolayısıyla Kürt sorununu çözme projesinden çok içinde bulunduğumuz süreçte Kürt halk direnişi karşısında zorlanan,yenilginin eşiğine gelen AKP’yi kurtarma projesine daha fazla benziyor. Onun için adını doğru koymak lazım. Gerçekten de Kürt sorununu çözüm projesi olsaydı, demokratik bir öz içerseydi bizim başımız üzerinde yeri vardı. Fakat öyle gözükmüyor, tersine daha çok AKP’yi içine girdiği çıkmazdan, çözümsüzlükten kurtarma, yenilginin eşiğinden kurtarma çabası oluyor. Böyle olunca da aslında AKP’nin suç ortaklığından öteye bir değer taşımıyor.

SANAL BİR PKK YARATILIYOR

Bununla birlikte gerçekten de aldatıcı bir ifade tarzı, propaganda yöntemi geliştiriliyor. Psikolojik savaşta Türkiye rejiminin çok fazla uzmanlaştığını netçe görüyoruz. Öyle ki sanal bir PKK yaratılıyor. Gerçekten PKK yönetimi, sorumluları, temsilcileri ne demişler, ne açıklamışlar, pratikte yaşananlar neler, ne anlama geliyor, buna hiç bakılmıyor. Bunlar elinin tersiyle itiliyor, görmezden geliniyor ve de üstü kapatılıyor. Bunun dışında sanal bir PKK gerçeği üretiliyor. PKK adına açıklamalar yaptırılıyor, PKK adına görüşmeler yaptırılıyor, PKK adına neredeyse silah bırakma kararı çıkartılıyor ve böylece kendi kendine sonuca gidilen bir ortam yaratılıyor ve bu topluma empoze ediliyor. Toplum bu biçimde yanıltılıyor, toplum belliği bu biçimde çarpıtılmaya çalışılıyor. Psikolojik savaş Türkiye’de bu düzeye geldi. Dünyada var olduğundan çok daha incelmiş, topluma çok daha zarar veren bir saldırı durumu kazanmış bulunuyor. Bunu herkes çok net bir biçimde görmeli. Öyle ki nerdeyse herkes buna inandırılmaya çalışılıyor. Bunu yapanların belli ki söyledikleri yalanlara kendileri de inanıyorlar. Sonunda sanal bir ortam yaratılarak insanların AKP faşist politikaları temelinden yaşadıkları bunalımdan, çöküşten kurtarılmaları, bunların insanlara, topluma unutturulması sağlanmak isteniyor. Bütün bunların hepsi amaçlı, çok maksatlı, planlı yürütülüyor. Toplum yaşanan savaş ortamını kaldıracak durumda değil. AKP’nin faşist politikalarının ortaya çıkardığı bedeli ödeyecek durumda değil. Adeta bunalım noktasında. Dikkat ederseniz genelkurmay, hükümet cenaze töreni yapamıyor. Hangi ideolojik eğilimden olursa olsun insanlar gençlerini bu kirli, haksız savaşı yürüten yönetimlerin üzerine yürüyorlar. Toplumun artık dayanmaya, olup bitenleri kaldırma gücü, bilinci, duygusu kalmamış durumda. İşte bu durumu örtbas etmeye, toplumu yalan-dolanla, psikolojik savaşla, sanal PKK gerçeği yaratılarak aldatmaya çalışıyorlar. Bir yanıltma ve uyutma biçimidir.

AKP HÜKÜMETİ YENİLDİ

Peki, buna neden bu kadar ihtiyaç duyuluyor? Çünkü AKP politikaları artık işlemiyor, boşa çıktı, yenilgiye uğradı. Bu gerçeği net olarak görmek gerekiyor. Bu noktada şu iki tespiti ben özellikle yapmak isterim: Birincisi; AKP yöneticileri 21 Haziran 2011 genel seçimlerinde aldıkları yüzde elli bir oy oranını doğru değerlendirememişlerdir. İkincisi; geçen bir yıl içerisinde Kürtlere, Kürt özgürlük hareketine karşı yürüttüğü savaşta AKP hükümeti yenilmiştir. Bu iki gerçeği herkesin çok iyi görmesi, anlaması gerekiyor. Mevcut durumda sanal ortamların neden yaratıldığı, CHP’ninki gibi sahte çözüm projelerine neden ihtiyaç duyulduğunu doğru anlamakta buna bağlı. O bakımdan da ancak geçen bir yılı doğru anlamak, doğru analiz etmek lazım.

Herkes şunu bilmeli: AKP 12 Haziran 2011 seçiminde yüzde elli bir oy alınca aslında büyük başarı elde ettiğini, seçim zaferi kazandığını sandı. Gerçekte AKP yöneticileri böyle sanmadılar. Aslında başta Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP yöneticileri 12 Haziran seçimlerinin galibi değil de mağlubu olduklarını, planladıkları, hesapladıkları hedefi tutturamadıklarını çok iyi biliyorlardı. Dolayısıyla seçim akşamı bunun baskısı ve burukluğunu yaşıyorlardı. Fakat AKP iktidarından beslenen, yemlenen o kadar geniş bir yardakçı kesimi oluşmuş ki bunlar AKP yönetimini bile yanılttılar. AKP’nin büyük zafer kazandığını, seçimin tek galibi olduğunu, Tayyip Erdoğan’ını büyük bir usta olduğunu o kadar çok propaganda ettiler ki AKP yöneticileri bu propagandanın altında ezildi, boğuldular. Durup gerçek öyle değil diyemediler. Kendilerini pohpohlayan propagandalar karşısında “ya öyle mi, demek ki biz büyük bir başarı kazanmışız” diyerek Saddamvari bir tutumla kendilerini kaybettiler. Madem öyleyse biz büyük bir başarı kazanmışsak, toplumu da bu propaganda ediliyorsa, o halde bu başarıyı bir padişahlık iktidarına dönüştürelim havası içine girdiler. Bu temelde iktidarlarını tekleştirmek, muhalefeti tümden yok etmek üzere çok planlı ve bilinçli bir saldırıya giriştiler. Siyasi muhalefetin tümden sesini, soluğunu kesmeye, iradesini kırmaya çalıştılar. Bir yıl geçti hala halkın seçtiği milletvekilleri cezaevinde tutuklu bulunuyor. Peki, Tayip Erdoğan kendisi cezaevindeyken niye yasalara sığınmıyordu, böyle bir tutum öngörülüyordu? Yasaların değiştirilip cezaevinden çıkartılması, dahası seçimlere girip de başbakan olması için her şeyi yapmıyor muydu? Yapıyordu ama dikkat edelim bu konuda yapmadı. Ondan da öteye CHP’yi, MHP’yi, BDP’yi tahkir edebilmek için her türlü hakaretvari bir üslup ve tutum içine girdi. Söylemedik söz bırakmadı. Neredeyse CHP ve BDP’yi tepkisellik içine sokarak meclis dışına itmeye çalıştı. Bunların hepsi bir irade kırma savaşıydı. Muhalefetini siyasi iradesini kırıp teslim alabilmek için geliştirilmiş bir siyasi saldırıydı. Bu temelde siyaseti etkisiz kılarsa, bunun oluşturduğu ortamda ABD’den de aldığı desteğe dayanarak esas muhalefet olan Kürt özgürlük hareketini tasfiye edeceği umut ve hesabına kapıldı. Libya saldırısı ortamında NATO’dan ve Amerika’dan aldığı desteğe çok güvendi. Buna dayanarak orduyla bastıracağını, yargıyla denetim altına alacağını, PKK’yi de ezip imha edebileceğini sandı. Böyle saldırgan bir politikayı herkese karşı yürüttü. Örneğin PKK’nin kökünün kazınacağı, “terör”ün tümden yok edileceği, imha ve tasfiyenin gerçekleştirileceği yönünde sayısız açıklama yaptılar.

Bu temelde de bir yandan siyasi muhalefeti etkisizleştirirken diğer yandan PKK’yi de ezip, imha edebilmek için de kapsamlı bir siyasi-askeri saldırı içine girdiler. Kürt demokratik siyasetine dönük siyasal soykırım operasyonları daha da arttırılarak sürdürüldü. Dahası gerillaya dönük askeri operasyonlar en üst düzeye çıkarıldı. AKP’nin hesabı şuydu: Bu siyasi ve askeri saldırılarla PKK’ye etkili darbe vurursam bunu kaldıramazlar, mevsim ilerler kışa doğru da gelinirse daha fazla zarar göreceklerini değerlendirerek kış süreci için bir ateşkes ya da eylemsizlik kararına giderler. Eğer böyle bir duruma giderlerse bu bir kırılma olur, ciddi bir siyasi kırılma yaşanır. Çünkü AKP baskısıyla ortaya çıkan bir karar olacaktı, dolayısıyla böyle bir karar aslında PKK’nin ciddi bir siyasi kırılma yaşadığını ortaya koyar ve böylece tasfiyenin başlangıcı olur. Üzerine giderim, operasyonları, baskıları arttırırım, dahası Suriye’de gelişecek savaşı körükler dolayısıyla bir ABD-PKK çatışması yaratırım, bu temelde PKK’yi ezip yok ederim. İşte AKP’nin hesabı buydu. Planlaması bu çerçevede oluşmuştu.

YANILDILAR

Bu temelde de seçim sonuçlarını pratikleştirmek üzere 2011 yaz ve güzünde kapsamlı siyasi ve askeri saldırılar yürüttü. Kışın da bir ateşkes beklentisindeydi. Fakat hareketimiz böyle bir tutum içine girmedi. Umut ediyorlardı, İmralı’da yeni bir ateşkes çağrısı gelir PKK’de bunu kabul eder. Ama Önder Apo sağlık, güvenlik ve özgürlük temelinde hazırladığı protokolleri müzakere edebilmek için kendine şans tanınmadıkça artık siyasi aktivite göstermeyeceği konusundaki kararlı tutumunu bir milim bile gerilemeden sürdürdü. AKP gördü ki İmralı’da ateşkes çağrısı gelmiyor. Önder Apo özgürlük için direnişte, sonuna kadar kararlı, ısrarlı. İşte bunun üzerine önder Apo’ya dönük kapsamlı ve planlı bir saldırı başlattı. Avukatlarını tutukladılar, kitaplarını yasakladılar, dergi yazılarını engellediler. İş o noktaya kadar gitti ki doğum günü kutlaması bile yasaklandı. Geçmişte “sayın” sözü üzerine açılan davaları sonuca götürüp cezalar verdiler. Güya Önder Apo’da intikam alıyorlardı. Bu baskı ve zulüm hareketiyle Önder Apo’yu korkutup, ürkütüp geri çekilmeye, taviz vermeye zorlayacaklarını sanıyorlardı. Fakat tabii yanıldılar.

Saldırılar ne kadar büyükse direnişçi tutum da o kadar görkemli gelişti. Yönetimimizde benzer bir politikayı da kararlılıkla izledi. Zorluklar ne kadar çok olursa olsun, bedel ne kadar ağır olursa olsun kış boyunca devrimci halk savaşı stratejisinden yürümekten bir an bile duraksamadı, geri çekilmedi. Bir yandan güvenliğini sağlayıp, savunma sistemini geliştirirken diğer yandan kış boyu devrimci halk savaşı temelinde özgürlük mücadelesinin gelişmesini sağlamaya çalıştı. İşte bu tutum AKP’nin bütün hesaplarını bozdu, umutlarını kırdı, planlarını yerle bir etti. AKP aslında yaptığı bu hesabın bozulmasıyla yenilgiye uğradı. Bütün umut ve hesapları kırılmıştı. Bunun üzerine nasıl darbe vururum da marjinal kılarım diye kış boyu askeri operasyonlarını sürdürdü. Her türlü hain ihaneti tırmandırmaya çalıştı. Birçok haini ortaya çıkartarak, propaganda ettirip güya PKK’nin halk üzerindeki itibarını sarsmaya çalıştı. Fakat görüldü ki bunlar sonuç vermiyor, çözüm değildir. Baharda sonuçları araştırdı, MİT’le ilgili çevrelere irdeletti, kendisine gelen cevapların hepsi PKK’nin gücünün koruduğunu, daha fazla bir mücadele ve direnişin baharda ve yazın gelişeceğini gösteriyordu. Nitekim MHP başkanı Bahçeli bile Tayyip Erdoğan’a şunu söylemekten geri durmadı: “İşte bahar geldi, PKK saldırırsa sen ne yapacaksın.” Gerçekten de AKP’yi bir bahar ve yaz sendromu tutmuştu.

ERDOĞAN’IN BDP, KDP, ABD NEZDİNDEKİ GİRİŞİMLERİ…

Bu durumu önleyebilmek için önce BDP’ye sığınmak istedi. “Terörle mücadele, siyasetle müzakere” sloganı böyle ortaya çıktı. Aslında tutarlı bir slogan ve Kürt demokratik siyasetiyle gerçekten müzakereyi öngören bir siyaset değildi. Öyle olsaydı Kürt demokratik siyasetini tutuklar mıydı, siyasi soykırım operasyonlarını sürdürür müydü? Oysa BDP’ye” gel müzakere edelim” durumunda en fazla BDP’liyi tutuklayıp zindana koydu. Siyasi soykırım operasyonlarını en çok öyle bir dönemde geliştirdi. Bu biçimde hiç müzakere çağrısı olur mu? Karşı tarafa bir çağrı mıdır yoksa teslim ol çağrısı mıdır? Besbelli ki ortada müzakere çağrısı değil, teslim ol çağrısı vardı ve BDP’de teslim olmadı, direnişte karar kıldı. Böylece BDP’ye dayanarak PKK’yi aktif mücadeleden, silahlı direnişten vazgeçirip pasif bir konuma çekme, umudu, çabası kırıldı.

BDP’den umduğunu bulamayınca bu sefer KDP’i devreye koydu, Amerika’yı devreye koydu. KDP başkanı Mesut Barzani’yi Amerika’ya davet ettirdiler. Oradan Ankara’ya davet ettiler, saatlerce görüşme yaptılar. KDP eliyle acaba PKK’yi aktif savaş konumundan geriye çekemez miyiz diye çaba harcadılar. Bu da olmadı, zaten KDP kendilerine verebilecek desteği veriyordu. Daha fazla destek vermesi yani PKK ile savaşması mümkün değildi. Nitekim ne savaşı göze alabildiler ne de PKK üzerinde öyle bir etkide bulunabildiler.

Tayyip Erdoğan KDP’den de umduğunu bulamayınca bu seferde bazı basın çevrelerini devreye koydu. Avni Özgürel gibi bazı kişileri sadece gazeteci değil bir arabulucu gibi Kandil’e gönderdi, görüşmeler yaptırdı, nabız yoklamasında bulunmaya çalıştı. Oradan da umduğunu bulamayınca “Kandil savaş baronları durmuyor” diyerek bu sefer yeni arayışlara girdi. İşte yenisi CHP’nin sözde Kürt sorununa çözüm projesiydi. CHP projesi bütün bunların sonucunda geldi. Nasıl ki BDP’den, KDP’den, bazı basın çevrelerinden umut edip fakat sonuç alamamışsa, benzer bir biçimde AKP CHP’den böyle bir umutta bulundu. CHP eliyle acaba bu yenilgiden kurtulamam mı, PKK’yi aktif savaş konumundan pasif savaş konumuna çekemem mi diye bir çaba içine girdi. Bunu AKP’liler planlayıp yürütmediler. Ama AKP politikalarını örgütleyenler yürüttüler.

HAKKARİ EYLEMİ AKP İÇİN YENİLGİDİR

İşte CHP projesi böyle ortaya çıktı. Leyla Zana’nın konuşmaları bu temelde gündeme geldi. Çeşitli psikolojik savaş çevrelerinin sanal bir PKK yaratma gayretleri böyle bir ortamda gündeme geldi. Öyle ki kendi niyetlerini gerçekmiş gibi topluma yansıtmaya çalıştılar. Çaba harcayıp da başaramadıkları politikaları başarılmış gibi topluma yansıtarak gündeme bu temelde oluşturarak PKK’yi etkisiz kılmak, buna mecbur etmek istediler. Ama bütün bu çabalar Zagros direnişle, Oramar-Şiteza eylemiyle yerle bir olup gitti, buz gibi eridi. KCK Yürütme Konseyi Başkanlığının “bu yazılıp çizilenlerle hiçbir ilişkimiz yok” açıklamasını görmezden gelen, yok sayanlar Oramar-Şiteza eylemiyle yüz yüze gelince artık hiçbir şeyi gizleyemez duruma geldiler. Bu psikolojik savaş, yalan makinası yerle bir oldu. Dolayısıyla AKP’nin PKK’yi imha ve tasfiye edeceği politikaları kış sürecinde devam eden savaş ve baharda yükselen direnişle boşa çıkınca bu sefer PKK’yi aktif mücadeleden vazgeçirip yeniden bir pasif konuma çekerek oyalama sürecine sokma çabaları da boşa çıkmış oldu. Yani kış için ateşkes umudu kırıldığı gibi baharda da PKK’yi aktif direnişte pasif konuma çekme umut ve hesapları Oramar-Şiteza direnişiyle tümden kırılmış oldu. Bu AKP için bir yenilgidir.

AKP SEÇİMLERİ DE KAZANMADI, KAYBETTİ

Gerçektende geçen bir yıl içerisinde AKP politikaları PKK karşısında bir kez daha yenilmiş durumdadır. Çünkü seçimler ardından PKK tasfiye edilecek diye hem Tayyip Erdoğan hem de Beşir Atalay kaç defa açıklamalarda bulundu. İşte bir yıl geçti. Hani nerde PKK’nin imha ve tasfiyesi. PKK’mi imha ve tasfiye oldu yoksa AKP’mi. AKP tam bir çözümsüzlük ve çıkmaz içerisine girdi. Görülen sonuçlar ortadadır. AKP’nin içine düştüğü durum gözler önündedir. Dolayısıyla AKP geçen bir yılda PKK karşısında ciddi bir yenilgi daha yaşamıştır. Bunun temel nedeni de 12 Haziran 2011 seçim sonuçlarının yanlış değerlendirilmesidir. AKP bu seçimleri kazanamamış, kaybetmiştir. Seçimin kazananı demokratik siyaset, BDP olurken kaybedeni ise AKP’ydi. Bunu o zaman da değerlendirmiştik. Fakat bu gerçek görülmek istenmedi. Psikolojik savaş uzmanları propaganda ederek gerçeği değiştirtebileceklerini sandılar. AKP’yi yanlış bir siyasete sürüklediler. Sonuçta bu siyaset de yenildi, bu siyasetin sahipleri de yenilgiye uğradılar. Aslında şimdi AKP yönetiminin istifa etmesi gerekiyor. Çünkü yenilmiştir, başarısız kalmıştır.” PKK’yi imha ve tasfiye edeceğim” demesine ve bunun taahhüdünden bulunmasına rağmen bu kararını hayata geçirememiş. Verdiği bu sözün gereğini pratikte yapamamıştır. Yenilmiştir, başarısız kalmıştır. O halde istifa etmek, çekilmek, siyasetin önünü açmak, siyaset yapmak görevini başkalarına bırakmak zorundadır.

BİR ÇÖZÜM SÜRECİNDEYİZ, ANCAK BU ASKERİ ÇÖZÜM SÜRECİDİR

Tecridin, tutuklamaların ve askeri operasyonların sürdüğü bir ortamda çözüm imkanı var mı? Sizce çözümün gelişebilmesi için gerekli koşullar nelerdir?

Kuşkusuz içinde bulunduğumuz süreç bir çözüm sürecidir. Fakat geçmişte olduğu gibi siyasi çözüm süreci değil, askeri çözüm sürecidir. Biz iki yıl önce stratejik değişiklik yaptık. Artık mevcut AKP yönetimi devam ettikçe Kürt sorununun siyasi çözümünün gerçekleşemeyeceği kanaatine vardık. Dolayısıyla da AKP’yi siyasi yenilgiye uğratacak aktif bir mücadele konumuna geçtik, strateji değiştirdik. Devrimci halk savaşıyla AKP siyasetini yenilgiye uğratıp Kürt sorununun demokratik siyasal çözümünü böyle bir direniş temelinde gerçekleştirmeyi öngördük. Şimdi bu temelde mücadele ediyoruz. Bazıları diyor ki, PKK AKP’yi silahla yenilgiye uğratamaz, böyle diyenler avuçlarını yalasınlar. Onlar kendi niyetlerini gerçekmiş gibi ortaya koyuyor. PKK niye AKP’yi yenilgiye uğratamaz? İşte geçen bir yıl içerisinde bal gibi yenilgiye uğrattı. Şimdi AKP tam bir çıkmaz ve çözümsüzlük içine girdi. Yine bazı çevreler geçmişte bazı PKK temsilcilerinin silahla sonuç alınamayacağını belirtiyorlar. O doğru, yapıldı ama o açıklamalar geçmişteydi. Bugünkü koşullar ayrı koşullardır, bugün için geçerli değildir. Evet, PKK önemli bir paradigmasal değişim yaşadı. Kürt sorununun çözümünü devlet kurmaya bağlı olmaktan çıkardı. Demokratik çözümü öngördü, esas aldı. Demokratik toplum çözümünü temel bir çözüm olarak esas aldı. Dolayısıyla devlete karşı devlet kurma biçiminden bir arayışı yoktur.

DEMOKRATİK SİYASET ANKARA’DA ZAFER KAZANABİLİR

Diğer yandan 15 Ağustos atılımı temelinde gelişen savaşla Ankara’yı askeri yenilgiye uğratıp Türkiye’de bir silahlı devrim yapmayı hedefliyordu. Şimdi bunda da değişikliğe gitti. Ankara’yı askeri olarak yenilgiye uğratamazsa da siyasi olarak yenilgiyi hedefleyen bir mücadele anlayışını esas aldı, öngördü. Şimdi bu temelde mücadele ediyor. Belki Ankara’da askeri gücü, devleti tümden yenilgiye uğratamaz ama AKP siyasetlerini geliştirdiği direnişle yenilgiye uğratabilir. Ankara’da bir siyasi değişime yol açabilir. Faşist AKP siyasetini yenerek demokratik siyasetin Ankara’da zafer kazanmasını sağlayabilir. Bu gayet mümkün ve gerçekçi bir durumdur. Bu çerçevede de Kürt sorununun demokratik çözümünü gerçekleştirebilir. Bu da bir çözümdür ve PKK’nin şimdi mücadelede esas aldığı, hedeflediği bir çözüm tarzıdır.

ARTIK ATEŞKES ÇAĞRILARI İLE OLMAZ, ÇÖZÜM PROJESİ LAZIM

Bunun dışında bir çözüm olabilir mi? Önder Apo’nun üzerinde durduğu ve çözmeye çalıştığı bir çözüm çizgisi var. Bu da siyasi çözümdür. Önder Apo hala “eğer taraflar kabul ederse ben bu çözümde aracı olurum” diyor ve bu sözü üzerinde duruyor. Bu temelde bu talebi kabul görmediği için geri çekildiğini ifade etti. Eğer ilgili taraflar kabul ederlerse böyle bir çözüm gerçekleşebilir. Fakat bunun için TC yönetiminin, AKP yönetiminin tutarlı, ciddi bir yaklaşımının; Kürt sorununun, Kürt halkının demokratik haklarını kabul etme temelinde çözmeyi öngören bir çözüm programının olması gerekir. Öyle PKK silah bıraksınla veya çift yanlı ateşkes yapalımla böyle bir çözüm süreci gelişmez. Bunların zamanı geçti artık. Çünkü geçmişteydi. Bunların olduğu dönemde yoğun çaba harcandı. Süreç bunları çok aştı. Siyasi çözüm için müzakerede zemin olacak protokoller hazırlandı, hükümete sunuldu. Şimdi devrede bunlar var. Yoksa ateşkes ilan et tartışalım, konuşalım bunlar üç-dört yıl öncenin yaklaşımlarıydı. Süreç şimdi çok değişmiştir, çok aşılmıştır. Önder Apo’nun öngördüğü strateji temelinde çözüm isteyenler her şeyden önce çözüm projelerini ortaya koyarlar. Bu konuda ciddi, tutarlı, samimi olduklarını gösterirler. Bunun için Önder Apo’nun hazırladığı protokollere önem verirler. Önder Apo’nun arabulucu olabilmesi için sağlık, güvenlik, özgürlük konusundaki taleplerini kabul ederler. O zaman öyle bir çözüm sürecinin önü açılabilir. Ateşkes de müzakere de ancak bunların garantilendiği bir ortamda gerçekleşebilir. Onun dışında süreç aktif mücadeleyle, direnişle çözme sürecidir.

BİZ DEVRİMCİ HALK SAVAŞI ÇİZGİSİNDE ÇÖZÜM İSTİYORUZ

Biz şimdi devrimci halk savaşı çizgisinde Kürt sorunun çözümünü gerçekleştirmek istiyoruz. Bunun mümkün olduğuna ve gerçekleşeceğine inanıyoruz. Bir yıldır yürüttüğümüz mücadeleyle önemli bir sonuca ulaştığımızı görüyoruz. Çabamız, dikkatimiz, programımız, strateji ve taktiklerimiz bu yönlüdür. Bu çerçevede neler yapılması gerektiği de açıktır. Aktif mücadele yürütüyoruz. Gerilla direniyor, halk serhildanları gelişiyor, daha fazla gelişmesi gerekiyor. Özellikle halkın bilinçlendiği, yurtsever birliğinin yaratıldığı yerlerde, halkın kendi demokratik öz yönetimini ortaya çıkarması, onun etrafında birleşmesi, artık bu faşist soykırımcı devlet yönetimiyle kendini yönetmekten çıkartması gerekiyor. Kendi çözümünü, kendi kendisini örgütleyerek demokratik yönetimini, demokratik toplum örgütlülüğünü, demokratik konfederalizmini geliştirerek sağlaması lazım. Bunun için de mücadeleye ihtiyaç var, örgütlenmeye ihtiyaç var, birliğe ihtiyaç var, saldırılar karşısında kendini savunmaya ihtiyaç var. Aktif bir konumda direnmeye ihtiyaç var.

ARTIK AKP’DEN BİR ŞEY BEKLENMEMELİ, FAŞİST CELLADA UMUT VERMEMELİ

Yani artık AKP’den bir şey beklenmemeli. AKP’yle çözüm nasıl olacak diye düşünülmemeli. AKP’nin Kürt sorununu çözeceğini, Tayyip Erdoğan’ın hala sorunu çözecek lider olduğunu söyleyenler geçmiş on yılı bir çırpıda yok sayıyorlar, üstünü çiziyorlar. Neye dayanarak bunu söylüyorlar, kanıtlarını göstersinler. Niye on yıldan bu yana çözülemedi hep oyalandı, yalanla dolanla Kürt halkı aldatıldı, binlerce evladı katledildi, on binlercesi tutuklandı işkence altına alındı. Görülmüyor mu bunlar? Bunları yapan AKP değil mi, başka bir kuvvet mi yapıyor? Bu konuda gerçekçi olmak lazım, doğru düşünmek gerekli. Bazı basit yaklaşımlar, çıkarlar uğruna gerçekler göz ardı edilmemeli. Herkes bu konuda ciddi olmalı, gerçekçi olmalı, tutarlı olmalı. Faşist celladı saldırgan kılacak, umutlu kılacak söz ve davranışlardan herkes kaçınmalı. Asgari yurtseverlik ölçütü özgürlük için direnişten yana olmak, ona destek vermek, ona asla zarar vermemektir. Herkes bunu bilmeli ve bunun gereklerine uygun davranmalıdır. Bu da mücadele etmekten geçiyor.

KÜRTLER KENDİ YÖNETİMİNİ KURMALI

Devrimci halk savaşı çizgisinden; gerilla direnişinden serhildana, demokratik toplum örgütlülüğünden demokratik öz yönetiminin gerçekleşmesine kadar toplumun tüm kesimleri; gençleri, kadınları, emekçileri, yaşlıları, çocukları herkes hayatta olan ve yaşamak isteyen herkes bilinçlenip, örgütlenip birleşerek kendi demokratik öz yönetimini kurmalı. O yönetim altında kendi kendini yönetmeli, başka hiçbir yönetimi tanımamalı, kabul etmemeli. Bunun dışındaki her türlü yönetimi yasa dışı, faşist soykırımcı, sömürgeci sayarak onu ret etmeli, ona karşı bir isyan ve direniş içinde olmalı. Tek olarak kendi demokratik öz yönetimini meşru görmeli, doğru görmeli, sadece o yönetimi dinlemeli, öyle bir yönetim altında yönetilmeyi esas almalıdır. Şimdi görev bu, bütün topluma bu görev düşüyor. Böyle bir öz yönetimin gelişmesi için herkesin çalışması lazım. Bunun eğitimini kurması, savunmasını geliştirmesi, gençlerini, çocuklarını sömürgeci orduda askere değil, asimilasyon kurumları olan okullara değil, kendi demokratik toplum örgütlülüğü içerisinde yurtseverlik eğitimleri gören yerlere, toplumun, halkın savunulduğu yerlere göndermelidir. Sistemden, düzenden bu temelde demokratik kopuşu ve örgütlenişi mutlaka sağlamalıdır. Bu olursa günümüzün çözüm yöntemi hayata geçirilmiş ve çözüm de adım adım gerçekleşmiş olur.

Devamı yarın….


ANF