21 Haziran 2012 Perşembe

Demirtaş: 'Halk Barışı Kendisi Getirecektir'

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Oslo görüşmelerinde yer almadıklarını belirtti. Demirtaş, ayrıca, "Halk barışı kendisi getirecektir" dedi.

Diyarbakır'da bir grup gazeteciyle bir araya gelen Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Oslo görüşmelerinden Barzani'nin çağrısına, Leyla Zana'nın açıklamalarına ve PKK'nin silah bırakmasına kadar birçok konuyu değerlendirdi.

ntvmsnbc'den Nizamettin Kaplan'ın haberine göre, Murat Karayılan'ın gazeteci Avni Özgürel'le görüşmesinde dile getirdiği Oslo görüşmeleri konusunda "Bu görüşmeleri ben de dahil KCK-PKK-BDP bünyesinde sadece 11 kişi biliyordu" sözlerinden sonra dikkatler BDP yöneticilerine çevrilmişti. Bu konudaki soruları yanıtlayan Demirtaş, şunları söyledi:

"Şimdi doğrusu biz BDP Eşbaşkanları olarak o görüşme süreçlerinin hiçbirisinin içine dahil olmadık. Ne İmralı ne Oslo görüşme süreçlerinin içeriği ile ilgili görüşmelerin sürdüğü dönemde bilgimiz olmadı. Ama dolaylı olarak bu görüşmelerin yapıldığına dair sinyaller alıyorduk. Zaman zaman bilgilerimiz oluyordu. Fakat kimlerin kimlerle ne zaman nerede görüştüğünü ne görüştüğünü bilmiyorduk. Zaman zaman bazı görüşmelerin, temasların olduğuna dair o dönemde bizim bilgimiz vardı."

"Partimizde hiçbir zaman şahinler, güvercinler olmamıştır"

Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana'nın kamuoyunda tartışma yaratan sözlerine de değinen Demirtaş, Zana'nın fikirlerinin de her fikir gibi önemli ve saygın olduğunu ancak, parti olarak önemli bölümüne katılmadıklarını belirterek şunları söyledi:

"Zana'nın bize yönelik hükümete yönelik eleştirileri şüphesizki anlamlıdır. Partimizin koordineli bir çalışması olarak tartışılmak istendi. Partimizin kararlaştırarak, tartışılarak verilen bir demeç değildir. Parti olarak katılmadığımız çok yönleri var. Biz her şeyden önce BDP blok milletvekilleri olarak kendi içinde fikir ve tartışma zenginliği olan bir partiyiz ve hareketiz. Ama şunu da arzularız; tüm milletvekillerimizin parti programında ve parti tüzüğünde belirlenmiş ilkeler çerçevesinde siyaset yapmasını, siyasetin argümanını buna uygun şekilde kullanmasını tabii ki bizler de arzularız. Ama bu parti içerisinde ciddi bir rahatsızlık, bölünme, yarılma ayrılık gayrılık yaratacak bir durum değil. Partimizde görüş ifade eden her bir arkadaşımız barış için, çözüm için görüş ifade eder. Partimizde hiçbir zaman şahinler, güvercinler olmamıştır. Bundan sonra da olmaz, bundan sonra da bütün arkadaşlarımız kalıcı, onurlu barışı gerçekleştirmek için çaba sarf ederler. Leyla Zana'nın niyeti budur. Fakat Leyla Hanım'ın ifade ettiği düşüncelerden yola çıkarak bir kez daha BDP'yi vurmaya, BDP'yi zayıflatmaya yönelik girişimlerin her biri aslında aynı zamanda barışı vurmaktır."

Barzani'ye: "Kim çağrı yapıyorsa altını doldurarak, projesini kamuoyuna duyursun"

Demirtaş, Kuzey Irak'taki Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani'nin "Artık silah kullanma dönemi geçti" sözlerine de yanıt verdi. Demirtaş, şöyle dedi: 

"Barzani'nin açıklamaları yeni değil. Öcalan kendisi söyledi. 'Silahların miadı dolmuştur, silahla çözülmez' diye. Silahla olmaz demekle işler bitmiyor. PKK'nin nasıl silah bırakacağını, nereye bırakacağını tarif etsinler. Silahı bırakın demekle 30 yıldır silahın bırakılmadığını 30 bin defa anlamış olmalıdırlar. Sayın Barzani çağrı yapıyorsa altını doldurmalıdır, kim yapıyorsa altını doldurmalıdır. Biz altını dolduruyoruz. Kuru kuru silah bırakın, operasyonları durdurun çağrısı yapmıyoruz. Kim çağrı yapıyorsa altını doldurarak, projesini kamuoyuna duyursun."

"Üç parti ya da iki parti anlaşıyorsa buyursunlar önerilerini getirisinler"

Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ile Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) Kürt sorununun çözümündeki görüşmelerini de yorumlayan Demirtaş, AK Parti, CHP ve Milliyetçi Hareket Partisi'ne (MHP) "ortak proje hazırlayın, gelin görüşelim" çağrısında bulundu. Demirtaş, sözlerine şöyle devam etti:

"AKP sıkışık bir durum yaşadığı için CHP'nin girişimini sahipleniyor. Bu yaz, bahar aylarında halk AKP'den çözüm beklerken, CHP yeni bir mekanizma önermiştir. Üç parti bu konuda proje oluştursunlar, buyursunlar gelsinler BDP ile görüşsünler. BDP bu işin muhataplarından biridir. Üç parti ya da iki parti anlaşıyorsa buyursunlar önerilerini getirisinler."

"Halk barışı kendisi getirecektir"

Demirtaş, "Türkler AKP'nin, Kürtler de PKK'nin barış getireceğini beklemesinler" dedi ve şu çağrıyı yaptı: 

"Kürt sorununu bir hafta içinde çözemeyiz ama en azından gençlerin ölümünü durdurabiliriz diye düşünüyorum. Bunun için elimizde imkan ve fırsatlar var. Cesur girişimler gerekiyor bu konada. Din adamları, Alevi dedeleri, analar, barış girişimlerinde bulunması gereken çevrelerdir. Barış önce vicdanlarda yapılır, ondan sonra kağıda dökülür. Dolayısıyla halkın, toplumun vicdanını temsil eden kesimler boş durmamalıdır. Yani barışı getirecek olan biziz. Üçüncü ülkeler değildir. Ne Kürtler PKK'nin barış getireceğini beklesinler, ne Türkler AKP'nin barış getireceğini beklesinler, beklemek zorunda değilsiniz. Halk barışı kendisi getirecektir. O yüzden barış meselesinde kimse görev beklememelidir. Herhangi bir müzakerenin gelişmesini beklememelidir. Böyle olursa karşılıklı çatışmaları durdurmak da kolay olur, çözümü de yakalamak kolay olur."


Kaynak: http://www.imc-tv.com/haber-halk-barisi-kendisi-getirecektir-3561.html#ixzz1ySKZ80v5

Kuvvetli-Zayıf Diyaletiği ve Tek Taraflı Rus Ruleti

VEYSİ SARISÖZEN

Dün bütün gün gazetelerin internet siteleri “300 PKK’li 4000 asker tarafından kuşatıldı” haberini en yüksek perdeden verip durdu. 

Bu mümkün mü? 


Elbette mümkün. 


Eğer 300 gerilla hep birlikte saldırıya geçmişse, ordu da onun yerini saptamışsa, elbette kuşatabilir. 


Ne olur? 


Hiçbir şey olmaz. İnsanlara yazık olur. Karşılıklı ağır kayıplar verilir. Karşılıklı kayıplar ha bir taraftan 10, diğer taraftan 30 kişi olmuş, ha 100’e karşı 300… Fark etmez. Elbette siyasi ve psikolojik sonuçları olsa da, belli bir “niceliği” aşmadıkça, bu tür karşılıklı kayıplar savaşın sonucunu tayin etmez. Belli nicelikten kastım belli bir kısa zaman içinde TSK için yüz binlik bir kayıp, HPG için de beş binlik kayıp gibi bir şeydir. Bu ise, ancak “cephe savaşlarında” yaşanabilecek kayıptır. Gerilla tarzı savaşlarda böyle rakamlar her iki taraf için de söz konusu bile olmaz. 


O halde ne olur? 


Savaş işte böyle sürer gider. 


Ne zamana kadar? Taraflardan biri “pes” edene kadar. 


Eğer savaş karşılıklı ateşkesle durmaz ve sonra da bir barış anlaşması ve çözümle sona ermezse olacağı şudur: Taraflardan birisi “pes” edecektir. 


Kürt tarafının “pes” demesi için, halk içindeki gücünün onu artık askeri, ekonomik ve her türlü lojistik açıdan besleyemez hale gelmesi gerekir. Şimdilik göstergeler, bu durumun tam tersine işaret etmekte. Bütün tutuklamalara rağmen halk desteği azalmak şöyle dursun artmakta. Bölgede AKP inişte, Kürt özgürlük hareketi çıkıştadır. Görünür bir gelecekte bu eğilimin tersine dönmesi mümkün değildir.   


Bu durumda Kürt tarafının “pes” demesi ihtimal dışıdır. Ama bu demek değildir ki, “pes” demeyen, karşı tarafa “pes” dedirtebilir.
Devlet tarafını “pes” ettirecek olan etken başka yerdedir. Uluslararası ve bölgesel konjonktürden söz ediyorum. Bu uluslararası ekonomik, politik ve askeri durumun umulmadık bir şekilde değişmesiyle ilgilidir. Bir devlet gücüyle, bir gerilla gücü arasındaki fark tıpkı çok katlı bir betonarme binayla, bir saz kulübenin depreme dayanıklılığı arasındaki fark gibi bir şeydir. Uluslararası ve bölgesel faylardaki bir kırılma binayı çökertir, kulübe ölümcül olmayan bir hasarla durumunu devam ettirir.
Tarihte devletin “pes” deme noktasına geldiği olmuştur. 


Eğer 1990’ların sonunda patlayan ekonomik ve onu izleyen politik kriz sırasında, (Irak’ı işgale hazırlanan) ABD ve öteki devletler Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etmeseydi ve Kürt kuvvetleri hızla ülke dışına çekilmeseydi Basra savaşı sırasında devlet büyük bir hızla pes deme noktasına gelirdi. Eğer komplo boşa çıkarılsaydı ve PKK çok ciddi mevzileri geçici olarak kaybetmeseydi, ABD Irak siyasetinde PKK’yi de dikkate almak ve Türkiye’yi çözüme zorlamak zorunda kalırdı. Başında Öcalan’ın bulunduğu hareket yalnız Kuzey’de değil, Güney’de de en az diğer aktörler kadar büyük bir güce kavuşurdu, devlet savaşı sürdüremezdi ve hem “vesayet”, hem de “çözümsüzlük” sona ererdi. Türk devleti “pes” ederdi. Uluslararası komplo Türkiye devletinin “pes” etmesini önlemek için yapıldı. Böylece krizden en gerici yolla, yani “Kürt sorununda çözümsüzlük” ve “askeri vesayetten, cemaatçi vesayete geçiş” ve bu sayede krizin yükünü emekçiye ödetme yoluyla çıkıldı. Krizin “vesayete ve çözümsüzlüğe son verme” yoluyla yani demokratik yoldan aşılması önlendi. Ama artık ikinci bir “komplo” mümkün değil. Çünkü en büyüğü yapıldı. 


Her neyse. Söylemek istediğim şu: Demek ki, uluslararası ve bölgesel konjonktürdeki ciddi bir değişiklik, Türkiye’nin ağır bir krizle yüz yüze gelmesine yol açabilir ve bir kere daha devletin “pes” etmesi koşulları doğabilir. 


İşte muazzam gücüne rağmen devletin bugünkü savaşta karşı karşıya olduğu en büyük zayıflık budur. PKK elbette devletten güçlü değildir, zayıftır, ama bu zayıflık onun için avantajdır, devlet ise PKK’den kıyas kabul etmez derecede güçlüdür ve onun zayıflığı gücünden ötürüdür… Zayıf olanın biraz daha zayıflaması nicel bir kayba işaret eder. Güçlü olanın zayıflaması ise nitel bir kayıp demektir. Devletin karşı karşıya olduğu ve uluslararası-bölgesel koşullarla bağlı riskli durumu böyledir. 


Geçtiğimiz günlerde MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, “önümüzde fazla zaman” kalmadığını söyledi ve özellikle de bu gidişle AKP’nin bölünmekle kalmayacağını, fakat Türkiye’nin de bölünme riskiyle yüz yüze olduğunu açıkladı.


Hesap basit: PKK otuz yıldır tasfiye edilemedi. Bu otuz yıl içinde devlet 1990 sonunda “pes” etme noktasına geldi. Zor kurtuldu. Savaş daha otuz - yıllarca sürebilir ve Türkiye bir kere daha “pes” etme noktasına gelebilir. Mesele şu: Bu Rus ruleti gibi bir kumardır. Şu farkla ki tabanca sürekli devletin elindedir ve devlet silahı bir Kandil’e çevirip, tetiği düşürmekte, bir de kendi şakağına dayayıp, tetiğe basmakta… Şu ana kadar şansı yaver gitti. Öyle ya, Kandil’de düşmanlarını elhak vurmakta usta, vuruyor da; ama düşman “çok”, devlet “tek”… Ya şansı yaver gitmez de, şakağına dayadığı silah ateş alırsa… 


İşte mesele budur.   


Kumardan vazgeçiniz… Çünkü “tetik düştüğü zaman”, siz kesinlikle kaybedeceksiniz, ama hep birlikte de kaybedebiliriz…

‘Barışa Darbe!..’


AHMET KAHRAMAN

Kabahatli görülen köleyi kamçılayarak dövmek, yere düşünce tekmeleyerek, sopalarla başını ezerek, hançerleyip, kuşunlayarak öldürmek serbest, ama darbelerin acısıyla yüzünü buruşturması, elini, kolunu oynatması ölümcül suçtu.

El aleme uşaklık, çıkar bekçiliği yaparak beslenip, ayakta duranların yüz yıldan beri, Kürtlere reva gördüğü muamele, efendinin köle üzerindeki sonsuz yetkisinin benzeridir. Kendini Kürdistan’ın efendisi sanan türedi için, dillerini de kapsayan soykırım, yurduyla birlikte insan onurunun talanı hak, ama Kürdün “ben bir insanım” diye inlemesi suçtur.


Bunların insaniyet cibiliyetinin menzili, bu kadardır. Onurlarını satıp, ajanlaşmayı kabul etmeyen sivil Kürt çocukları, Roboskî’de napalm bombalarıyla paramparça edildiler. Katillerin peşine düşen Kürtler, Başbakan’ın kelimeleriyle “milli imkanlarla gerçekleştirilmiş bir operasyonu istismar”, daha ötesi “ölü sevicilik, morg bekçiliği” oldu.


Rejiminin, toplama kampına tıkıştırdığı Kürtler, nefes alamaz hale gelip, çaresizliğin çaresi olarak, isyanla bedenlerini ateşe verince, “terörist” oldular, onun zalimlik akan ağzından.


Türk yönetimi, bugüne kadar Kürdistan davasına, asla doğruyu söylemedi. Gerçeğe takla attırarak etrafında dolandı.


Onlar, aynadaki yüzlerine bakıp kendilerine, sonra dönüp birbirine, ardından kendi kamuoyu kalabalıklara, bütün dünyaya yalan söylediler.


Zalime baş kaldıran Kürt dün eşkıya, bugün terörist, son isyancı PKK hareketi halktan kopuktur, onların yalan akan ağızlarında…


Oysa, gerçeğin dinamiğindeki mesele öyle değildir. PKK, bugün dar anlamda partisel yapının çok ötesinde, bütün sınıf ve katmanları içine alan, kucaklayan mücadelenin motorudur. Kürdistan onuru sevdalısı bütün Kürtlerle bir, birlikte ve katışıktır. PKK halklaştı.


PKK’nin kökünü kurutma güdüsüyle, toplama kamplarına doldurdukları Kürtlerin sayısı 40 bin kişiyi aştı.
İnsanca değil, güdüleriyle hareket edenlere göre, esir alınıp, betonların gerisinde esir tutulunca, gerilla gücüne maddi, manevi ve insan gücü akışı duracak, halk isyanı bitecekti.


Ama olmadı. Çünkü gövde bir, geleceğe dair hayaller aynıydı. Önlenip, öldürülemeyen hayal, zalimden kurtuluştu.


Aşağıya aldığım Sedat Ergin’in tespitlerine rağmen, gerçeği nasıl gözlerine sokmak gerekiyor, bilemiyorum: Alınan oylar, seçilmişlerin sayısı ortadayken, isyancıları PKK ve halk diye ayırma kandırmacası neye, hangi işlerine yarayacak onu da bilemiyorum.


Bunlara Kürt ve Kürdistan gerçeğini anlatma nafileliğini bırakıp güncele dönecek olursak:


Onların görüp, Recep Erdoğan’ın Kürdistan’daki boş yollar, kapalı kepenklerle bizzat yaşadığı halde, gizlemeye, üstünü örtmeye çabaladığı bir gerçeği daha ifade edelim:


Kürdistan kopmuş, ayrılmıştır. En son Çatalca’da Kürtlerin linç girişiminde de görüldüğü üzere, onlar da kopmuşlardır.


 Gerillanın son Oramar taarruzlarında, somut şekliyle görüldüğü gibi birinin sevinci, artık ötekinin matemidir. Kim saklarsa saklasın, etle tırnak olmuş, kaynaşmış iki toplum yok, birbirini istemeyen iki kesim var. Bu bir gerçek.


Evet kan akmasın, insanlar ölmesin, barış gelsin ama, barış ancak Kürdistan’ın statüsü ve Kürtlerin hak ile özgürlüklerinin avuçlarına almasıyla mümkündür. Onları tanklar, toplar ve uçakların zoru, kan nehirleri ve toplama kamplarıyla el altında tutmak, artık mümkün değildir.


Onun için, Oramar kışlaları taarruzunu öne sürüp, “barışa darbe vuruldu, barış ortamı provoke edildi, Genelkurmay Başkanı göz yaşlarına boğuldu” sözleri palavradan ibarettir.


Üstelik, TC tarihi boyunca, hangi barış ortamı? Bana Kürtlerin yüzü güldüğü tek bir günü kim gösterecek? Kürtler, yüz yıldır kurtulma hayallerini, isyana dönüştürmüyorlar mı?


 Göz yaşlarına boğulan Genelkurmay Başkanı General Özel, son kış ayları boyunca, kesintisiz Kürt avında değil miydi? Uçakların Kandil dağlarını bombalamasını, Dersim, Bingöl, Çukurca, Bitlis katliamlarını zafer narası olarak, kendi kamuoyuna sunan o değil miydi? Roboskî Katliamı’nı “milli” diye ilan edenler kimlerdi?


Onlar, gerillanın Oramar kışlalarına taarruzunu, kölenin efendiye diklenip, tokat atması olarak görüyorlar. Ama hiçbir şey, bildikleri gibi değil, artık.


Olanlar, aylardır süren kırım saldırılarına cevaptır.


Diyelim ki, ben taraflıyım. Bu tespitlerim hatalı, abartılı. 


Logosunda ırkçılığın “Türkiye Türklerindir” narası ışıldayan gazetenin yazarı Sedat Ergin’in yazdıklarına ne demeli?

Sedat Ergin, barış düşmanlarının “barışa darbe vuruldu” teranesine cevap verip, PKK halk bütünleşmesini anlatıyor. Okuyalım:


 “Bundan tam 5 yıl önce baskın yaptığı bir bölgeye yine çok büyük bir hareket serbestisi içinde ulaşıp bu saldırıyı tekrarlayabildiğine göre, düzenlenen bütün askeri harekatlara, bombalamalara, verilen bütün hasara, uğradığı bütün kayıplara, bütün uluslararası diplomatik baskılara, Kuzey Iraklı Kürtlerle girilen yakınlaşmaya, Avrupa üzerinden yürüyen mali kuşatmalara, en sert demeçlere, insansız hava araçlarına, uydu istihbaratına, en ileri teknolojiyle donanımlı F-16’lara, gece görüşlü dürbünlere ve ateş gücü yüksek top bataryalarına rağmen örgütün hala önemli bir askeri yeteneği elinde tuttuğunu kabul etmeliyiz. Ve meselenin görmek istemediğimiz, yüzleşmekten kaçındığımız bir boyutu daha var. Ne kadar “terörist” dersek diyelim, çoğu çocuk yaşta olan yüzlerce, binlerce genç her yıl ölmeyi göze alarak dağa çıkmaya devam ediyor.”


Elbette kimsecik, askerler de ölmesin. Kürt gençleri, insanlık onuru savaşında ölüme gitme yerine, kevcır yeşili çayırlarında “holi” topu oynasın isterim.


Ama, benim isteğim yetersiz kalıyor. Ölümün diliyle konuşan zorba karşıda oturuyor..


akahraman61@hotmail.com

Sağır ve Dilsiz Kürde PKK Propagandasından 8 Yıl Hapis

AKP-Fetullah yargısı Terör estiriyor
Adana Özel Yetkili 8. Ağır Ceza Mahkemesi, sağır ve dilsiz Mehmet Tahir Ilhan’a “PKK propagandası” yaptığı suçlamasıyla 8 yıl 4 ay, aynı davada yargılanan Uğur K.’ye ise 11 yıl 11 ay hapis cezası verdi.

Mersin’de Nisan 2011’de düzenlenen bir gösteriye katıldıkları gerekçesiyle yargılanan Mehmet Tahir İlhan (37) ve Uğur K. hakim karşısına çıkarıldı. Adana Özel Yetkili 8'inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan sağır ve dilsiz Mehmet Tahir İlhan, işaret dili tercümanı aracılığı ile savunmasını yaptı. Engelli yurttaş, cadde üzerinde eylem yapan grup ile karşılaştığını ve kalabalığın içerisindeki bir arkadaşının kendisini çağırdığını ifade etti. Bu sırada polisin gruba müdahale ettiğini belirten engelli yurttaş, gözaltı sırasında üzerinde bulunan krem, kırmızı, turuncu, yeşil renklerden oluşan eşarbı da halden aldığını söyledi.

Taşlı ve molotflu saldırılarla ilgisinin olmadığını kaydeden Tahir İlhan ailesine bakacak kimsenin olmadığını de belirterek tahliyesini istedi. Uğur K. da hakkındaki iddiaları reddetti.

Mahkeme heyeti, İlyan’ı, “örgüt adına suç işlemek”, PKK’nin “propagandasını yapmak”, “güvenlik güçlerine görevini yaptırmamak”, “direnmek”, “2911 Sayılı yasaya muhalefet etmek" suçlarından toplam 8 yıl 4 ay hapse mahkum etti. Uğur K. ise toplam 11 yıl 11 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Savcı, İlhan için 25 yıl hapis cezası istemişti. Tahir İlhan’ın altı çocuk annesi eşi Necmiye İlhan, "Halden çıkıp eve giderken gösteri yapanların arasına kendi isteği dışında karışmış. Çocuklarımla perişan oldum” diyerek savcıya isyan etmiş ve eşinin serbest bırakılmasını istemişti.

İlhan'ın avukatı Tugay Bek ise, sağır ve dilsiz olan müvekkiline yönelik suçlamaların akla ve mantığa aykırı olduğunu söylemişti. Bek, "İlhan, doğuştan tamamen duymayan ve konuşmayan işitme ve duyma özürlüdür ve aynı zamanda okuma ve yazması da yoktur. İlhan'ın sloganlara eşlik etmesi dahi imkansızdır. Örgütün propagandasını yapabilmek için hiçbir fiziki koşula uygun olmayan sanığın, bu şekilde suçlanıyor olması akla ve mantığa da aykırıdır" diye konuşmuştu. 


ANF

FLAŞ: HPG Gerillaları, Necdet Özel'in Bulunduğu Tümen Komutanlığını Vurdu!





Hakkari’nin Yüksekova ilçesi kırsalında 19 Haziran sabahı başlayan çatışmalar Cilo ve Çarçela dağlarında yer yer devam ederken, HPG gerillaları aynı gün Yüksekova merkezinde iki ayrı noktaya eylem gerçekleştirdi. Gerillaların eylem düzenlediği esnada Türk Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'in 21. Sınır Tümen Komutanlığında bulunduğu belirtildi.

HPG Basın-İrtibat Merkezi tarafından bugün yapılan açıklamada gerillaların 19 Haziran gecesi saat 21.00 sularında Hakkari’nin Yüksekova ilçesi merkezinde bulunan 21. Sınır Tümen Komutanlığı, Yüksekova Polis Lojmanları ile Yüksekova-Şemdinli yolu üzerindeki bir polis noktasına yönelik eşzamanlı eylemlerin gerçekleştirildiğini duyurdu. Açıklamada Türk ordu kayıplarının netleştirilemediği ifade edildi.

Bu eylemler hakkında yerel kaynaklardan alınan bilgilere göre HPG gerillalarının 21. Tümen Sınır Komutanlığına yönelik gerçekleştirdikleri eylem esnasında Genelkurmay Başkanı Necdet Özel de komutanlıkta bulunuyordu. Özel, 19 Haziran sabahı başlayan çatışmaları yerinde izlemek ve sürdürülen operasyonları koordine etmek amacıyla kara kuvvetleri komutanı ve iki AKP'li bakan ile birlikte 21. Sınır Tümen Komutanlığına gitmişti.

Vietnam'dan Oramar'a Sözleşmeli Ölüler

My Lai
Cahit Mervan

 
Gerçekte kaç asker öldü???
ABD, Vietnam’dan Mart 1973’te çekildiği zaman ne kendi kamuoyu ne de dünya, Amerikan ordusunun kayıpları konusunda net ve açık bir bilgiye sahip değildi. ABD ordusu ilk kez 2 Mart 1963 günü Kuzey Vietnam’ı bombalamış, aradan bir hafta sonra da ilk birliklerini indirmişti. Daha doğrusu binlerce askerini Vietnam cehenneminin içine atmıştı.

ABD ordusu Vietnam’a ‘Özgürlük savaşçıları’ olarak gitmiş, ama ‘katiller ordusu’ olarak geri dönmüştü. Geride ne kadar Amerikalı asker cesedinin kaldığı hep bir sır olarak saklandı.. Bu sır bütün boyutlarıyla aradan geçen onca zamana rağmen hiç açıklanmadı.

Savaşta ölen ABD’li asker sayısına ilişkin yetkililerin yaptığı açıklamalar ile bağımsız araştırmacıların ulaştığı veriler arasında hep bir uçurum oldu. Yetkililer savaşın ilk yılında kayıpları yüzlerle ifade ettiler. Savaş bittiği zaman 6 bin askerin öldüğünü söylediler. Daha sonra bu rakamı 59 bin olarak ‘düzelttiler.’
Ancak bu da gerçeği yansıtmıyordu. Çünkü Vietnam cehenneminden yaralı olarak ‘kurtulan’ binlerce asker zaman içinde yaşamını yitirdi. Yaralı askerlerin sayısının 200 bine yaklaştığı düşünülürse, ABD’nin Vietnam’daki kayıpları resmi rakamların en az iki misli olduğu su götürmez bir gerçekti.
GERÇEK, SAVAŞI ERKEN BİTİRTTİ

Kaç Amerikalı askerin Vietnam’da ve daha sonra 2003’ten bu yana Irak savaşında öldüğünün açıklanmamasının elbette ki birden fazla nedeni vardı. Çünkü her zaman ABD’de savaş karşıtı bir kamuoyu, hatta gerçeği yazan bir basın oldu.

Her şeyden önce ABD ordusunun Vietnam’da artan kayıpları ülke içinde huzursuzluğa yol açıyordu , barış talepleri yükseliyor ve ‘orada ne işimiz var‘ sorusu daha çok gündeme geliyordu… Basının savaşa ilişkin resmi görüşü terk etmesi, özellikle de basının ABD ordusunun Vietnam direnişçilerinin Tet saldırısı sonucu uğradığı ağır kayba ilişkin yaptığı haberler ABD’nin Vietnam batağından beklenenden daha önce çıkmasına, çekilmesine yol açtı. Bu ise yüz binlerce Vietnamlının ve binlerce ABD’li askerin hayatını kurtardı. Savaşın erken bitmesine yardımcı oldu.

Edward Herman ve Noam Chomsky ortak yazdıkları ‘Kitle medyasının ekonomi politiği-Rızanın İmalatı’ adlı eserde bu duruma dikkat çekiyorlar. Hatta bazı çevrelerde ABD’nin savaşı Vietnam’da kaybetmesinden basının sorumlu tutulduğu inancının hayli yaygın olduğunu belirtiyorlar. Hatta gazeteci Robert Elegant’ın ‘tarihte ilk defa bir savaşın sonucu savaş alanında değil, gazete sayfalarında ve hepsinden önemlisi televizyon ekranlarında belirlendi’ diye yazdığını aktarıyorlar.

Aslında benzeri bir durum Irak savaşında da yaşandı. Bazı yayın organlarının ABD ordusunun Irak savaşındaki ‘marifetlerini’ yayınlanması üzerine Pentagon kısmen frene bastı. Abu Garip cezaevine, Felluce savaşına ilişkin yayımlanan kareler kamuoyunda Vietnam savaşını sona erdirdiği söylenen ve Nick Ut adlı gazetecinin çektiği ‘My Lai’ adlı fotoğraf kadar barış severleri harekete geçirmediyse de, ABD’nin dünya çapındaki imajına ağır bir darbe oldu. Irak’tan tam olmasa da çekilmesini hızlandırdı.
SÖZLEŞMELİ ÖLÜLER

2003 yılında ikinci Körfez savaşı başladığından buyana kaç Amerikalı askerin Irak’ta öldüğü bilinmiyor. ABD’li araştırmacılar, gazeteciler dahil sık sık bu konuda kuşkularını dile getiriyorlar. Çünkü ABD, Vietnam’da olduğu gibi Irak savaşında da asker kayıplarını ustaca gizledi. Kamuoyundan sakladı. Saklamaya devam ediyor.

İngiltere’de yayımlanan Independent gazetesinin yazarlarından Robert Fisk yazdığı bir haberde Irak’ta ABD’nin asker kayıplarını gizlediğini belirtiyor ve öldüğü açıklanmayan askerlerin daha çok ‘sözleşmeli askerler’ olduğunu ileri sürüyordu.

Şimdi Türkiye’nin Kürdistan’da yürüttüğü savaşta başvurduğu yöntemi ABD ordusu ilk önce Vietnam’da, daha sonra en belirgin olarak Afganistan ve Irak’ta uyguladı. Kayıplar iki türlü gizleniyordu. Kamuoyu ile paylaşılmıyordu. Halende gizleniyor ve paylaşılmıyor.

Birincisi, şimdi Türk ordusunun yaptığı gibi ABD askere aldığı, öldürmek ve ölmek için gönderdiği personel ile yaptığı sözleşmeye ölüm ve zayiat anında ailesi dahil olmak üzere açıklama yapmayabileceğine ilişkin bir madde eklemişti. Bu maddeye göre ölen bir askeri açıklama, hatta ailesine bildirme zorunluluğu yoktu. Ölümleri gizlemek, kiralanan paralı askerin imzasına dayanan hukuksal bir zemine oturtulmuştu.Pentagon böylelikle Sözleşmeli Ölüler bulmuştu.


İkincisi ise savaşta yaralanan ve daha sonra ölenler kayıt dışı tutuluyordu. Hatta savaşta ölenler yaralı, hasta veya izinli gösteriliyor, bunların bir üçüncü ülkeye transferleri yapılıyor, ölümleri kayıt dışı sayılıyordu.

Bir iddiaya göre Irak savaşında yaralanan ABD’li askerler Suudi Arabistan’a, ABD üstlerinin olduğu ülkelere aktarılıyor. Son durumları daha sonra kamuoyuna rapor edilmiyor.

ÖLÜMDEN ÖTE SÖZLEŞME VAR

İşte Türk genelkurmayı son Oramar çatışmasında olduğu gibi kayıplarını hep ABD’nin Vietnam, Afganistan ve Irak savaşındaki yöntemiyle gizledi. Öldürülen Türk askerlerinin bir kısmı-ki son dönemlerde ağırlıklı bir kısmı-‘Sözleşmeli Personel’ olduğu için açıklama gereği duymadı. Duymuyor da.

Edinilen bilgililere göre Kürdistan’da savaşmak üzere iş başı yaptırılan özel timler başta olmak üzere profesyonel ordu-polis elemanlarıyla imzalanan sözleşmeye göre, tıpkı ABD ordusunun Vietnam ve Irak savaşında yaptığı gibi ölmeleri, yaralanmaları veya kaybolmaları durumunda açıklama yapmama hükmü yer alıyor. Yani Kürdistan’a savaşa gönderilen özel hareket mensupları, ordu personeli sözleşmeli ölüler olarak gönderiliyor

İkinci başvurulan yöntem ise ölümler, belli bir zaman geçtikten sonra ‘intihar’, ‘Trafik kazası’, Yıldırım çarpması sonucu’ diye açıklanıyor.
Üçüncü bir yol ise-ki bu çok yaygın olarak yapılıyor-Türk ordusu tıpkı Pentagon gibi kayıpları gizlemek, daha az göstermek için öldürülen askerleri yaralı olarak gösteriyor. Zaman içinde ‘şehitlik yasası’ adı altında yapılan düzenlemelerle daha önce ölmüş, ama ilk açıklamada yaralı olarak gösterilenler listeye bir ‘istatistiki not’ olarak ekleniyor.

SAVAŞI BİTİRTECEK SORU

Örneğin, Milliyet gazetesi son Kürdistan savaşında Türk ordusunun kayıplarını, resmi rakamlara göre 23242 olarak verdi. Hem de manşetten. Şimdiye kadar Türk ordusunun kayıplarının 5 ile 6 bin arası olduğu söyleniyordu. Doğruya yakın olan Milliyet gazetesinin manşetten verdiği rakamdı. Çünkü devlet son çıkardığı ‘şehitlik yasası’ ile kayıplarını bir ölçüde resmiyet altına aldı.

Daha da ötesi Oramar çatışması sonrası bir Türk televizyonunda ‘analiz’ yapan Doç. Dr. Hüseyin Yayman ise devletin ilgili kurumlarının, genelkurmayın, içişleri bakanlığının, savunma bakanlığının bu konuya ilişkin verdikleri rakamların birbirini tutmadığını belirtiyordu.

Ve Oramar çatışması yaşanmadan günlerce önce CHP İstanbul milletvekili Gürsel Tekin üç ay içinde 150’yi aşkın askerin ölümünün basın ve kamuoyundan saklandığını söylüyordu.

Yerel kaynaklar Oramar çatışmasında Türk ordusunun kayıplarının açıklanan sekiz rakamının çok üstünde olduğunu belirtiyorlar. HPG ise yaptığı açıklamada Türk ordusunun en az 109 kayıp verdiğini söylüyor. Hatta bir kaynağa göre çekilmiş görüntüler var.

Gerçekten Türk ordusu Oramar’da
sekiz asker mi kaybetti? Yoksa ABD ordusunun Vietnam ve Irak’ta yaptığı gibi ölenler sözleşmeli olduğu için açıklanmıyor mu? Yaralı olarak gösterilenler, daha sonra mı öldü diye kayıtlara geçilecek?
Önümüzdeki günlerde Oramar çatışmasında öldürülen askerleri Türk genelkurmayı birde ‘Trafik kazası’, ‘intihar’ veya ‘yıldırım çarpması sonucu’ mu öldürecek?

Esas soru şudur: Son savaşta kaç asker öldü?
Günlerdir terbiye sınırlarını da aşarak hem Kürtlere hakaret eden, hem de Kürtlere akıl veren gazeteciler ‘son savaşta kaç asker öldü’ sorusunu gözyaşı döküp-dökmediği dahi belli olmayan genelkurmay başkanına sorsalar olmaz mı?
Belki bu sorunun doğru cevabı savaşı bitirir.

Roboskililerden Özel'e Yanıt: Heron Görüntüleri Yayınlansın

Kimyasal Necdet, Roboski Katliamından yargılanmamak ve katliamı meşrulaştırmak için yalanlara sarılıyor. Ötesi Faşist AKP ve Türk Ordusunun gelecekteki Toplu Kitle katliamlarına da zemin hazırlığı yapıyor. AKP-Fetullah Faşizmi ve askeri Kimyasal Necdet bu halka hesap vermekten artık kaçamayacak. Bu halkın iki eli de yakanızdadır... 
Roboskililer, "kafilenin içinde silahlı militanlar vardı, askerin olay yerine ulaştığı sırada silahlar yok edildi" diyen Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'e sert tepki göstererek, iddiaların asılsız olduğunu söyledi. Katliamda kardeşini kaybeden Hikmet Alma, cenazeleri aldıklarında üzerinde uçan Heronların görüntülerini yayınlamasını isteyerek, "Heron görüntüleri yayınlansın, kim yalan söylüyor, herkes görsün" dedi.

Şırnak'ın Uludere (Qılaban) İlçesi'ne bağlı Roboski (Ortasu) Köyü'nde savaş uçaklarının bombardımanı sonucu 34 kişinin yaşamını yitirmesi üzerinden 6 ay geçmesine rağmen yürütülen soruşturmada bir gelişme yaşanmazken, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'in, "kafilenin içinde silahlı militanlar vardı, askerin olay yerine ulaştığı sırada silahlar yok edildi" şeklindeki sözlerine Roboskililer tepki verdi.
Katliamda yaşamını yitiren Nadir Alma'nın ağabeyi Hikmet Alma, Şırnak Valiliği'nin kendilerine katliam mağdurlarının yanlış istihbarat sonucu yaşamını yitirdiğini aktardığını belirterek, şöyle konuştu: "Katliam gerçekleştikten 2 gün sonra babam Sadık Alma'nın evine gelen Şırnak Valisi'ne 'bize komplo yaptınız' dememiz üzerine Vali, 'hayır bizim amacımız size komplo yapmak değildi. Bizim aldığımız ihbarda PKK'lilerin ağır silahlarla sınırı geçeceği yönündeydi. Ama bizim olay yerinde yaptığımız incelemelerde herhangi bir silah bulmadık Allaha çok şükür' dedi."

Alma, katliam yapıldıktan sonra olay yerine ilk ulaşan yurttaşlardan biri olduğunu belirterek, "Biz 2. katliam gerçekleştikten yaklaşık yarım saat sonra olay yerine ulaştık. Yani saat 22.30 ya da en geç 23.00 sularında biz oraya ulaştık. İddia edildiği gibi ne bir PKK'li ne de bir silah vardı yanlarında. Mazot ve sigaradan başka tabi birde parçalanmış akrabalarımızın bedenleri vardı" dedi.

Cenazelerini olay yerinden aldıkları sırada insansız hava aracı Heron'un üzerlerinde uçtuğu bilgisini veren Alma, iddiaların katliamı meşru gösterme çabası olduğunu vurguladı. Olay yerinden herhangi bir PKK'li cenazesinin alınmış olması durumunda Heron'un bunu görmemiş olmasının mümkün olmadığını belirten Alma, "Biz cenazelerimizi oradan aldığımız sırada Heron üzerimizde uçuyordu. Kardeşim toprak altında kalmıştı. Ancak gece saat 02.00 gibi çıkarabildik. O sırada bile Heron görüntü almak amacıyla üzerimizdeydi. Eğer doğruysa söyledikleri, eğer gerçekten PKK'lilerin cenazeleri oradan uzaklaştırılmışsa Heron’un görüntülerini kamuoyuyla paylaşsınlar. Yayınlasınlar o görüntüleri de bakalım kim yalan söylüyor" dedi.

KATLİAMI MEŞRULAŞTIRMAK İSTİYOR

Genelkurmay Başkanı Özel'in ortaya attığı iddiaların asılsız olduğunu vurgulayan Alma, katliamı meşrulaştırma çabası olarak değerlendirdiği açıklamayı lanetlediklerini kaydetti. Alma, "Bu iddiaların hepsi katliamı meşru göstermenin çabalarıdır. Lanetliyoruz onları. Nefretle kınıyoruz. Ve peşlerini bırakmayacağız" dedi.


ANF

HPG: Hakkari'de 15 Değil 14 Gerilla Hayatını Kaybetti

HPG Basın İrtibat Merkezi (HPG-BİM), Hakkari’de 19 Haziran günü yaşanan çatışmalarda hayatını kaybeden gerilla sayısının 15 değil 14 olduğunu açıklarken, çatışmaların yer yer sürdüğünü bildirdi.

Yazılı bir açıklama yapan HPG-BİM, “19 Haziran günü 04.00 -20.00 saatleri arasında Hakkari'nin Gever ilçesi kırsalında yaşanan çatışmalar hakkında şahadete ulaşan gerillalarımızın sayısı 15 olarak belirtilmişti. En son olarak bu sayının 14 olduğu tarafımızdan netleştirilmiştir. 19 Haziran günü sabah saatlerinde başlayan çatışmalar Cilo ve Çarçele dağlarında halen yer yer devam etmektedir.”

HPG-BİM Çarşamba günü çatışmaya ilişkin yaptığı açıklamada 109 askerin öldüğünü, 100’ü aşkın askeri yaralandığını, 4 skorsky helikopterin düşürüldüğünü ve 9 helikopterin de darbe aldığını bildirmişti.

'Tam da' AKP'nin Hesap Hatası ve Gerilla

Baki Gül
 
 
Dağlıca’da yaşanan gerilla eylemi konusunda devlet ve medya yine doğru bilgileri kamuoyuna vermedi. Hem HPG kaynakları, hem birden fazla yerel kaynak ve tanık ile konuştuk. Hem de devlet kaynaklarını dikkatle inceledik. HPG kaynakları, yerel kaynakların verdiği bilgiler, görüntüler, tanıklıklar devletin verdiği bilgileri yalanlıyor. Ölen asker sayısı devletin açıkladığından çok fazladır. 4 Skorsky helikopter düşmüştür. 9 helikopter de darbe almış. Asker cenazeleri saatlerce arazide kalmıştır. Daha önceki çatışmalarda olduğu gibi bu çatışmada da gerçekler gizlenmiştir. Devletin gerçekleri gizleme konusu yaşanan çatışmanın sonuçlarının yorumlanmasında da kendisini göstermektedir.

Çünkü ne zaman kapsamlı bir gerilla eylemi olsa, Türkiye’de bu eylemlerin sonuçları yanlış bir zeminde ve söylemde konuşuluyor. “Tam da...” diye başlayan cümleler ile provokasyon ve komplo teorileri yapılıyor.

Bu konuda Ankara merkezli Türk siyaseti, medyası ve kendisini bu konuda Ankara bakışına yatırmış olanlardan ortak sesler çıkıyor. “Tam da Başbakanımız Obama ile görüşürken, tam da devlet adım atmaya hazırlanırken, tam da hükümet reformları sürdürürken” diye başlayan cümleler uzayıp gidiyor.

Bu söylemin medya ayağında ise ölen askerlerin öyküleri de katılarak durum tam bir trajediye dönüştürülüyor. Medya bununla yetinmeyip çatışmada yaşamını yitiren gerilla sayısını abartıyor, onların hayatına dair bir tek cümle kullanmazken, askerler için olmadık senaryolar, öyküler yazmaya başlıyor. Sonra “300 PKK’li çemberde” “5 bin özel timimiz kuşatmada” vb sos haberlerle kitleler uyuşturulmaya çalışılıyor.

Cengiz Çandar, Emre Uslu, Ahmet Altan, Yalçın Doğan ve daha birçokları... Kelli felli, jöleli, boyalı ekran abonesi nöbetçi bütün yorumcular AKP’nin hesap hatasını, kendilerinin dar görüşlülüğünü topluma kabul ettirmek için müthiş bir psikolojik şiddet uygulamaktadırlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar uzmanlıklarının ve güzel cümle kurmalarının da bir sınırı var. Ve o sınır Kürt meselesi olunca o kadar darlaşıyor ki, en temel doğruları bile göremez duruma geliyorlar. Bütun yazarlar diyor ki “tam da barış gelecekti ama!..” Bunu söylerken bile yaşananı tam olarak göremiyor ve yanlışın içine saplanıp kalıyorlar.

Bu “tam da...” ile cümlesine başlayanlar grubunda bir de tatlı su liberalleri ve devletin çeşmesinden sulanan bazı Kürtleri de koymak gerekiyor. Onlar da “Tam da bir şeyler olacaktı ama...” ile cümlelerini başlatıp bir ileri iki geri yorumlarda bulunurlar. Bütün bu zevatın toplamı ise yorumlarında son dönemde PKK, KCK yetkilileri başta olmak üzere bazı Kürt siyasetçilerinin açıklamalarını da kendilerine göre yorumluyor ve “aslında örgüt içinde farklılık var, Karayılan şöyle demişti, Bahoz Erdal şöyle demişti” diyerek kendilerince sonuçlar çıkarıyorlar.

Bütün bu yaklaşımların, akıl yürütmelerin sorunlu olduğunu belirtmekte fayda var. Bu konuda Kürt meselesi üzerinden büyük hesap hatası yapıldığı görülüyor. Özellikle AKP iktidarı tarafından uygulanan politikalarla ortaya çıkan sonuçlar arasında hiçbir bağlantı kurulmuyor. Örneğin gerilla eylemlerinin neden yoğunlaştığı ve yaygınlaştığını hiç kimse bir yıl öncesine giderek anlamaya çalışmıyor. 2011 sonbaharı ve kış boyunca gerillalar üzerindeki imha politikaları, kimyasal silahların kullanılması ve onlarca gerillanın yaşamını yitirdiğini anımsamak istemiyor.

Yine İmralı’daki ağırlaştırılmış tecrit “savaş ve çatışmayı derinleştirir” sözlerini, yukardaki yorumları yapanlardan hiç kimse dikkate almamış. Roboskî katliamının hala hiçbir sorumlusunun açığa çıkmadığını da, Pozantı’da çocuklara yapılan işkence ve insanlık dışı uygulamaları da herkes unutmuş. En son Wan il ve ilçe belediye başkanları ile BDP’lilerin tutuklanmasını da hatırlayan yok. Gaz bombaları ve polis şiddeti ile katledilenler zaten hiç gündemde değil. En kötüsü de bütün bu konular hakkında HPG’nin yaptığı açıklamalara hiçkimse değinmiyor. Oysa HPG Anakarargah Komutanlığı, halk üzerinde zulüm sürerse, tecrit sona ermezse, askeri operasyonlar durmazsa eylemler gelişecek diye onlarca kez uyarılar yapılmıştı. Şimdi bütün bunları görmezden gelip, “tam da devlet adım atacaktı, tam da Leyla Zana konuşmuştu, tam da bilmem ne olmuştu” diyenler ile “ben zaten söylemiştim” diyen polis kurusu akademisyenler ve savaş kışkırtıcısı medyanın hiç de doğruyu söylemediklerini belirtmek durumundayız.

Bütün bunlar bir hesap hatasından kaynaklanıyor. Bu hesap hatası yukarıda da belirttiğimiz gibi AKP iktidarının Kürtler üzerinde uyguladığı politikalarının sonuçları olarak karşımıza çıkıyor. Yalçın Akdoğan, Ömer Çelik vb’nin dediği gib “reformlar sürerken” diye bir durum sözkonusu değildir. Aksine Tayyip Erdoğan daha yeni en son grup toplantısında Öcalan’ın idamı konusunu MHP üzerinden gündeme getirmişti. Tecrit konusunda Kürtlerle alay eden, Kürtlere hakaret eden açıklamalar yapmıştı. Yaşamını yiteren her gerillanın cenazesinde, hükümeti protesto eden her gösteride “HPG Cepheye Misillemeye, İntikam, İntikam” sloganları atılırken olabilecekleri kimse görmedi.

İşte Erdoğan ve şurekası ne söylediğini bilmediği için, ortaya koyduğu politikaların da sonucunu çok anlayamıyor. En temel eksiklik buradadır. Kimse kendisini kandırmasın. Ortaya çıkan sonuç AKP’nin büyük bir hesap hatasıdır! Çünkü devlet cephesinden yorumlara göre “zaten bitmiş, kolu kanadı kırılmış bir PKK var”. Ama gerçek öyle değil, köşeye sıkışmış bir AKP iktidarı, tedavülden kalkmak üzere olan bazı siyasetçilerin lafları ile durumu kurtarmaya çalışan eksik akıl politikaları ve giderek kabaran Kürt öfkesinin kendini dışavurma hali ile karşı karşıyayız...

Kaynak: Yeni Özgür Politika

Zübeyir Aydar'dan Komplo Teorilerine Yanıt

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Zübeyir Aydar, Dağlıca çatışması ardından ortaya atılan komplo teorilerini değerlendirerek, “Herkes elini vicdanına koysun, bu olay öncesinde işleyen bir ateşkes mi vardı? Biz birilerine böyle bir söz mü vermiştik de bu sözümüzden geri mi döndük?” diye sordu.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Zübeyir Aydar, “@ZubeyirAydar” isimli Twitter hesabında, Hakkari’deki gerilla eylemi sonrası yaşanan tartışmaları değerlendirdi.

Aydar, “Şöyle bir hava yaratılıyor: Sanki işleyen bir barış ortamı varmış, sanki Kürt sorunu kalmamış, her şey yoluna girmiş, ortam gül ve gülistanlıkmış, PKK bu eylemiyle barış ortamını sabote etmiş. Basında nice komplo teorileri “zamanlamaya bak, Obama – Erdoğan görüşmesi öncesi, ne zaman barış konuşulsa PKK bunu hep yapıyor, PKK de şahinler - güvercinler, hangi PKK” gibi daha neler neler.” diye yazdı.

“Bir de düşüncelerine değer verdiğimiz bir kısım yazarlar da bu koruya katılınca bazı şeylere cevap vermek elzem oluyor”
diyen Aydar, “Gerçekten bir barış ve çözüm ortamı mı vardı, gerçekten öyle mi?” şeklinde soru yöneltti.

Aydar devamla şunları yazdı:

“Şöyle bir bakalım:

1- Başkan Apo ile tam 331 gündür görüşme yaptırılmıyor. Tüm avukatları içeri alınmış, durumu nedir ne değildir bizden kimse bilmiyor.

2- Son 15 aydır Ordu bir gün boş durdu mu? Her gün operasyon yapmadı mı? Bu süre zarfında 300’e yakın arkadaşımız şehit düşmedi mi? Kışın dağın en kuytu yerlerinde karlar altında saklanan arkadaşlarımız son teknikle aranıp, yerleri tespit edilen onlarca arkadaşımız imha edilmedi mi?

3- Son üç yıldır içinde milletvekili, belediye başkanı, il genel meclisi ve belediye meclisi üyeleri, parti ve sivil toplum örgütlerinin merkez üyeleri ve her kademede yöneticileri dahil, avukatlar, gazeteciler, sağlıkçılar, sendikacılar ve her meslekten insanlar olmak üzere 10.000’den fazla Kürt siyasetçi içeri alınmadı mı? Daha bir hafta önce Van da tüm yurtsever belediye başkanları alınmadı mı? Bu operasyonlar halen devam etmiyor mu?

4- İki yıldır devam eden KCK ana davasında kendi anadillerinde savunma yapmak isteyen tutuklular susturulmuyor mu, iki kelime Kürtçe yüzünden iki yıldır dava kilitlenmemiş mi?

5- “Ben olsam Apo yakalandığında asardım, Ben olduğum sürece o oradan çıkmaz, Kürt sorunu yoktur, Kalleşler” diyen kim? Başbakan değil mi?

Bu liste daha da uzatılabilir. Bu mu barış ve çözüm ortamı? Bu şekilde mi sorun çözülür? Kışın grup grup arkadaşlarımız vurulduğunda, iki metre kar altında Bitlis’te 15 kadın gerilla bir sığınakta imha edildiğinde, kimse barış ortamı sabote ediliyor demiyordu.

Herkes elini vicdanına koysun, bu olay öncesinde işleyen bir ateşkes mi vardı? Biz birilerine böyle bir söz mü vermiştik de bu sözümüzden geri mi döndük?

Bir de zamanlama deniyor, ne zamanlaması? Yok Obama-Erdoğan buluşması öncesi, yok falancaya cevap, ne alakası var? Bir yıldan fazladır devam eden bir çatışma ortamı var. Bazen küçük bazen de büyük çatışmalar oluyor. Hepsi bu, tümüyle yer ve imkana bağlıdır.

Bu olay öncesinde gerçekten bir çözüm ortamı vardı da biz mi haberdar değildik? Beyler bu sorun büyük ve çözümü de ciddi bir iştir. Bir Kılıçdaroğlu-Erdoğan görüşmesiyle, Güneyli Kürt liderlerle yapılan bir iki görüşmeyle, birkaç röportajla çözülecek bir sorun değildir. Ben, bu tür arayışlar tümden önemsizdir, olmasın demiyorum. Ama bu tür arayışlar yetmiyor. Esas muhatabı imha etmeye çalışacaksın, hareketin başı durumundaki İnsanı dünyadan izole edeceksin, tali durumdakilerle sorunu çözer gibi bir hava yaratacaksın, bu olmaz, bu tutmaz.

Çözüm isteniyorsa muhatapları bellidir. Bu hareket çözüm konusunda parametrelerini ortaya koymuş ve barışçıl çözüm konusunda samimidir. Samimi bir arayış varsa biz de her şeye varız. Ama oyalanmaya ve kandırılmaya karnımız toktur.”


ANF

NYT: Suriyeli Muhaliflere Silah Sevkiyatını CIA Organize Ediyor


New York Times gazetesi, finansmanını Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın yaptığı Suriyeli muhaliflere silah sevkiyatının Türkiye’de faaliyet gösteren bir grup CIA ajanı tarafından organize edildiğini yazdı. Suriye ordu birliklerinin hareketine ilişkin uydu üzerinden elde edilen bilgileri silahlı muhaliflere aktaran CİA’nın eleman edinme faaliyetlerinde de bulunduğu kaydedildi.

ABD’de yayımlanan New York Times gazetesi, üst düzey ABD'li ve Arap istihbarat yetkililerine dayanarak geçtiği bir haberde Suriye silahlı muhaliflere silah sevkiyatının Türkiye’nin güneyinde konumlanmış özel bir CİA birliği tarafından organize edildiğini bildirdi. Haberde, finansmanını Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın yaptığı otomatik tüfek, tanksavar ve diğer bazı başka silahların Müslüman Kardeşler örgütünün de aralarında bulunduğu gizli şebekeler üzerinden CİA aracılığı ile muhaliflere verildiği aktarıldı.

Gazeteye konuşan üst düzey ABD'li bir yetkili, CIA ajanlarının son birkaç haftadır Türkiye'nin güneyinde faaliyette olduklarını ifade etti. İsmi açıklanmayan üst düzey yetkili silahların dağıtımını organize eden CIA ajanlarının görevleri arasında, “silahların El Kaide ve başka terörist örgütlerin eline geçmesini engelleme” de bulunduğunu söyledi.

ABD yönetimi, uzunca bir süredir Suriyeli muhaliflere silah verdiği iddialarını reddediyor. Buna karşın muhaliflere telsiz, ilaç, gece görüş gözlüğü, kurşun geçirmez yelek gibi ‘silah dışı’ yardımlarda bulunduğunu kabul ediyordu.

Muhaliflerin silahlı kanadı Özgür Suriye Ordusu üyeleri, geçtiğimiz ay Türkiye ordusuna ait askeri araçlarla getirilen anti-tank silahları teslim alarak sınırdan geçirdiklerini söylemişti. Türkiye iddiaları reddederek, sadece ‘insani’ yardımda bulunduğunu ileri sürmüştü.

New York Times gazetesi, Türkiye'de faaliyet gösteren CİA birimlerinin Suriye'nin değişen muhalefet yapısı hakkında daha fazla bilgi edinmeyi amaçladığını ve buna göre hangi gruplara silah verilmesi gerektiğine karar verdiklerini de ifade etti. Gazeteye konuşan Arap bir istihbarat yetkilisi, "CIA görevlileri burada bulunuyor ve hem yeni kaynak hem de kendilerine çalışacak yeni kişiler bulmaya çalışıyor" dedi.

CIA’nin Türkiye üzerinden Suriyeli muhaliflere yardımı silah ve mühimmatla da sınırlı değil. Gazeteye göre, ABD'li yetkililer ve CIA ajanları, Suriye birliklerinin durum ve konum bilgilerine dair uydu görüntülerini ve başka bazı detaylı istihbaratı da muhaliflerle paylaşıyor. Ancak gazete, ABD’nin, henüz CIA ajanlarını Suriye'ye yollamak gibi daha sert adımlar atmadığını ileri sürdü.


ANF

Kerkük-Yumurtalık Hattında Patlama

Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattının geçtiği, Şırnak ile Mardin arasındaki bölgede patlama meydana geldi.

Alınan bilgilere göre, Şırnak'ın İdil ilçesi ile Mardin'in Midyat ilçeleri arasında yer alan Mağara köyü yakınlarından geçen Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattında patlama meydana geldi.

Patlamanın ayrıntıları konusunda bilgi alınamazken, olay bölgesine gönderilen bir iş makinasının geçişi sırasında da patlama yaşandı. Araç tahrip oldu.

AKP'nin Kandil'i İşgal Hesapları

Türk kamuoyu yeni asker cenazelerine alıştırılıyor...
Erdem Can
 
 
Geride bıraktığımız bir kaç haftadan beri, “kaynağı” belli olmayan bir haber-propaganda yöntemi ile AKP Hükümeti'nin Kürt sorununun çözümü konusunda, “ciddi” bir atılım içerisinde olduğu empoze ediliyor topluma. Daha ileri gidilerek, Kürt halkının özgürlük talebi ve bunu sağlayacak temel anayasal değişiklikler, salt birer politik ”argümanmış” gibi değerlendiriliyor. AKP'nin bunların tümünü “PKK'nin elinden aldığı” söyleniyor. Dikkat edilecek olursa burada ifade edilen bir değişim bir yeniden yapılanma değil, bir argümanın kullanım hakkının el değiştirmesidir. Bir grup AKP yandaşının Kürt sorunu algısı bu denli sığ, bu denli egemen bakışın denetimindedir. Bunlar varlık olarak da TC'nin yeni paradigmasının prematüre üretimleridir.

Dağlıca'da gerçekleşen HPG eyleminin ardından da PKK'nin AKP'nin bu “canhıraş barış çabasını sabote ettiği” yine aynı çevreler tarafından dillendirilmeye başladı. Adeta bu yolla uygulanmakta olandan çok daha güçlü yeni bir şiddet dalgasına meşruiyet zemini hazırlanmak isteniyor.
Bu açıdan bakıldığında Türk Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, Dağlıca eylemi sonrası bulunduğu Meksika'dan yaptığı değerlendirme dikkat çekiciydi. Şöyle konuşuyor Erdoğan;

“Şu anda biliyorsunuz, ana muhalefet partisi ile iktidar partisinin bu konuda neler yapabiliriz noktasında bir gayreti vardır. Ziyarete geldiklerinde de kendilerine söyledik yani illa dört partinin katılması diye bir gayretin içinde olmaya gerek yok. Ana muhalefet bu noktada iktidar partisiyle dayanışma içerisinde, heyetlere talimatları verelim, görevlendirelim çalışmaları yoğun bir şekilde başlatalım bugüne kadar atılmamış adımlar varsa onları süratle, hızla atacağımızı belirler ve yürütme olarak da bu adımı atarız.”

Erdoğan'ın “bugüne kadar atılmamış adımlarla” neyi kast ettiği bu hali ile bir belirsizlik içinde. Yani Türk Başbakan bu sözleri ile bugüne kadar atılmayan demokratikleşme adımlarından mı söz ediyor? Yoksa bugüne kadar denenmemiş bir savaş yöntemi kaldı da AKP Hükümeti diğer partilere hele de BDP'ye ihtiyaç ve hatta gerek duyulmayan bir savaş yöntemini uygulamaya mı hazırlanıyor?

Erdoğan'ın bu sözlerine ne AKP cephesinden bir izah geldi. Ne de o sırada savaş çığlıkları atan Türk basını, “şimdiye kadar atılmayan adımların” neler olduğunu Erdoğan ya da bir başka Hükümet yetkilisine sordu.

Sorunun cevabı Erdoğan'ın bir başka yakın mesai arkadaşından dahası iktidar ortağından geldi. Türk Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, BBP heyetini kabulünde bugüne kadar “denenmeyen” bu yolun ne olduğunu açıkladı. Radikal Gazetesi'nin haberine göre Özel, görüşmede “bugüne kadar hiç sorulmayan”, “Kandil’e niye girmiyoruz?” sorusuna, “Türk Silahlı Kuvvetlerin Kandil’i etkisiz hale getirecek güce sahip olduğunu ancak, oraya gidişin belli şartları olduğu” karşılığını verdi.

Özel, “Kandil’e saldırının bir devlet kararı gerektirdiğini, ABD’nin buna rıza göstermesinin de şart olduğunu” anlattıktan sonra, “Ağır kayıplar da olabilir. Kamuoyu da buna hazırlıklı olmalı” diyerek de bugüne kadar “atılmamış adımları” anlattı.

Bugün iktidarda olan AKP ile TSK'nın MGK koalisyonu savaşta ısrarlı olduğunu Özel üzerinden bir kez daha çok net bir biçimde açıkladı. Savaşı sonlandırmak bir yana bu koalisyon kamuoyunu daha fazla can kaybına “nasıl alıştırabiliriz”in derdinde. AKP'nin CHP'nin çağrısına olumlu cevap vermesinin temelinde yatan da budur. AKP geniş kapsamlı bir kara harekatı ile Kandil'i işgal etme planlarına CHP'yi de ortak etmek istiyor. Bu sırada yaşanacak çok sayıdaki asker ölümü konusunda da CHP'nin sessiz kalmasını sağlamayı hesaplıyor. MHP'ye ihtiyaç duymuyor çünkü olası bir “Kandil seferinde” MHP'nin mehter marşları çalacağından emin.

Kısa bir süre önce Haziran ayı başında CHP Milletvekili Gürsel Tekin'in Bursa'da gazetecilere, “son üç ayda 150 güvenlik gücü hayatını kaybetti bu basından saklandı” açıklaması basına yansıdı. Tekin'in bu sözlerine bir yalanlama gelmedi. Özel'in “çok sayıda asker kaybına karşı” kamuoyu hazırlanmalı derken de ne kastettiği bu biçimde anlaşılıyor.

Özel ayrıca, iktidar ortağı AKP'nin sivil bürokratları için uyguladığı koruma zırhının TSK personeli için de uygulanmasını istiyor. Habere göre Özel, “terörle” mücadele eden askerler için de ‘koruma kalkanı’ mesajını verdi. Özel görüşmede, “Terörle mücadele eden askerin elini güçlendirecek hukuki düzenlemeler gerekiyor” diyerek bundan sonra işlenecek savaş suçlarına dokunulmazlık sağlayacak yasal düzenlemelerin hazırlığı içinde olduklarını duyurdu.
AKP-TSK koalisyonunun özellikle Kürtler'e karşı uygulanan şiddet politikası konusundaki uyumunu göstermesi bakımında Roboski Katliamı ve Urfa Cezaevi katliamları karşısındaki ortak tavırları ibret vericidir.

Erdoğan, Meksika'da bir soru üzerine Urfa Cezaevi'nde gerçekleşen isyanı, “Terörle” ilişkilendirerek kendi denetimindeki cezaevinde 13 insanın yanarak can vermesini perdelerken, ortağı Özel de kendisine bağlı personelin, Roboski'de katlettiği 34 Kürd'ü kast ederek, “aralarında silahlı teröristler” olduğunu ''ancak kendileri olay yerine gidene kadar silahların saklandığını'' söyleyerek katliama gerekçe üretiyor.

MGK koalisyonu ortakları kamuoyunu ölümlere karşı hazırlamada kendi yöntemlerini uygulamaya başlamışlar bile.
erdemcan@riseup.net

Kimyasal Necdet'ten TSK'nın İşgal Harekatı İçin Üç Şart

Kimyasal Necdet'in kimyası son Gerilla eylemleriyle bozulmuşa benziyor
Gerillaya karşı kullanılan kimyasal gazlar nedeniyle adı Kürtler arasında “Kimyasal Necdet” olarak anılan Türk Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, Roboski katliamında ölenlerin PKK’li olduğunu öne sürerken, Kandil’e işgal operasyonu için ise üç şart sıraladı.

Türk medyasına göre Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, BBP Genel Başkanı Mustafa Destici ve arkadaşlarını kabul sırasında Roboski katliamı ve işgal operasyonu konusunda açıklamalarda bulundu.

ERDOĞAN’IN ASKERİ

Özel’in, 28 Aralık’ta 19’u çocuk 34 Kürt sivilin katledildiği Roboski katliamı için “Biz ulaştığımızda silahlar toplanmıştı. Bu gerçekler yakında ortaya çıkar” dediği belirtiliyor.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da katliamda gerçeklerin ortaya çıkarılması ve hesap sorulması yerine, BDP ve PKK’yi suçlayarak katliamı örtbas etmeye çalışmıştı. Erdoğan Urfa’da 13 tutsağın insanlık dışı koşulları protesto sırasında cezaevi idaresinin gözleri önünde yanarak can vermesi ardından da PKK’yi suçlamıştı.

Güney Kürdistan’a yönelik işgal harekatını yeniden gündeme getiren Özel, bunun için üç şart öne sürdü. Kandil’e saldırının bir devlet kararı gerektirdiğini, ABD’nin buna rıza göstermesinin de şart olduğunu söyleyen Özel “Ağır kayıplar da olabilir. Kamuoyu da buna hazırlıklı olmalı” diye konuştu. TSK daha önce de Güney Kürdistan'a yönelik 30'a yakın kez işgal operasyonu düzenledi, her seferinde de başarısız oldu.

TSK SUÇLARINA KORUMA KALKANI İSTEDİ

Genelkurmay Başkanı olmadan önce bir operasyon sırasında gerillaya karşı kimyasal silah kullanımı ile gündeme gelen Özel, askerin suçlarına “koruma kalkanı” da istedi. Özel’in görüşmede, “Terörle mücadele eden askerin elini güçlendirecek hukuki düzenlemeler gerekiyor” dediği ifade ediliyor.

Bu da yeni katliamlar için hazırlık yapıldığı endişesine yol açtı.


ANF

Türk Medyası Oramar ve Şitaza’da Yine Kaybetti

HPG gerillaları tarafından dün sabah saatlerinde Hakkari’nin Yüksekova ve Şemdinli ilçelerinde bulunan askeri üslere yönelik gerçekleştirilen eylemler Türkiye gündemine bomba gibi düştü. Eylemlerin sonuçları hakkında şu ana kadar HPG tarafından bir açıklama gelmezken Türk yetkilileri 8 askerin öldüğü 16 askerin yaralandığını iddia ettiler. Fakat olay hakkında Türk basınına ilk yansıyan bilgilerde ölü asker sayısının 15 olarak verilmesi ve her geçen saat sayının kademeli olarak düşürülmesi, olay sonuçlarının doğru bir şekilde yansımasını engellemeye yönelik girişimlere işaret ediyor. Türk yetkililerince çatışmaların yaşandığı bölgelere giriş ve çıkışların yasaklanması sağlıklı ve doğru bilgilere ulaşılmasına engel oluyor.

HPG gerillalarının savaş kabiliyetini küçük göstermek ve savaştaki Türk ordu başarısızlığını kamuoyundan gizlemek amacıyla neredeyse tüm eylem ve çatışmalarda izlenen bu yol, dün bir kez daha kendisini gösterdi.

Tabii yaşananların salt küçük çaplı eylemler olmadığı ortada. Her şeyden önce çatışma tarafı güçlerin komuta düzeyiyle bunu rahatlıkla görmek mümkün. Türk ordusunun en yetkili iki ismi Genelkurmay başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanının çatışma alanında bulunması bunun en açık göstergesi. İki ülke arasında yaşanan savaşlarda görülebilecek olan bu manzara, çatışmanın oldukça geniş kapsamlı olduğunu gözler önüne seriyor.

Yine hem yerel kaynaklardan hem de HPG kaynaklardan verilen bilgilerde 1 helikopterin düştüğü 2 helikopterin darbelendiği bilgisi var ki bu da kullanılan silah kapasitelerini ortaya koyması açısından oldukça önemli. Savaş uçaklarının ve helikopterlerinin durmadığı, karşılıklı havan saldırılarının yapıldığı, onlarca asker kaybının yaşanması ve çatışmaların halen devam etmesi bir meydan muharebesi izlenimi yaratıyor.

Bunun yanında alışılageldik gerilla eylemlerinden farklı olarak akşam veya gece saatlerinde değil de sabahın ilk saatlerinde eylemlerin başlaması gerillaların adeta Türk ordusuna meydan okuyan geniş bir harekat düzenlediklerini gözler önüne seriyor. Rubarok ve Şitaza karakollarını hedef alan dünkü eylemlerin, 2011 yılının 19 Ekim günü Hakkari’nin Çukurca ilçesinde gerçekleştirilen ve 100’ün üzerinde askerin öldürüldü Şehit Çiçek Devrimci Harekatı düzeyinde bir eylem olduğunu ortaya koyuyor.

Türk kamuoyu ve basınındaki yorumlar pek tabii olayı manipüle eden, gerçekleri çarpıtan suni gündemler ekseninde ilerliyor. Erdoğan ve Kılıçdaroğlu ortaklığında başlatılacağı söylenen sözde çözüm girişimlerinden feyz alarak Türkiye ve Kürdistan kamuoyuna yumuşama pompalamaya çalışan basının eylem ardından yaptığı yorumlar bunu gösteriyor. “Tam da barış olacaktı” gibi gerçeklerle hiçbir ilgisi olmayan söylemler tüm kış boyu süren ve baharla birlikte daha geniş bir kapsam kazanan operasyonları tamamen görmezden geliyor.

HPG tarafından açıklanan savaş bilançoları Türk ordusunun barış ve çözüm niyeti bir yana geçmiş yıllarda görülmemiş bir düzeyde savaşı tırmandırdığını gözler önüne seriyor. 2012 yılının ilk beş ayında 79 kara operasyonu düzenleyen Türk ordusu 22 hava saldırısı, 29 kobra saldırısı ve 96 obüs ve havan saldırısıyla bir rekora imza atmıştı. Geçen beş ay içinde yine HPG bilançosuna göre 103 gerilla yaşamının yitirirken 226 asker öldürülmüş, 98 asker de yaralanmıştı.

Bu savaş bilançosunun tek başına itiraf ettiği savaşın tırmanması gerçeğinin Türk basını ve kamuoyu tarafından görülmemesi, gündeme alınmamasını en son Özgür Politika gazetesi için yaptığım söyleşide sorduğum HPG Komuta Konseyi Üyesi Dr. Bahoz Erdal, özel harp ve psikolojik savaşın bir parçası olarak ortaya çıkan bu durumun kamuoyunu dezenforme etme amacı taşıdığını belirtmişti. Amacın kamuoyunu çatışmaların seyri hakkında doğru bilgilendirmek değil AKP hükümetinin imha konseptine bahane üretmek, gerekçe oluşturmak ve savaşı HPG’nin tırmandırdığı iddiasına dayanak oluşturmak için yaptığına dikkat çekmişti.

Kürt halk önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin 11 ayı bulduğu, Kürdistan’da siyasi soykırım operasyonlarıyla birlikte askeri operasyonların hız kesmediği bir atmosferde barıştan, çözümden söz etmenin anlamsızlığına da dikkat çeken Erdal, bunun bir yalan ve psikolojik savaşın ürünü olduğundan söz etmişti.

En son yaşanan çatışma ve gerilla eylemleri ardından Türk basını tarafından öne çıkarılan bu durumun birçok çevrece de dillendirilen yeni bir aldatma ve oyalama siyaseti ürünü olduğu tezini de güçlendiriyor. Bir faraziyenin peşine takılan ve gerçekleri ısrarla görmek istemeyen kamuoyu ve medya dili hakim oldukça daha çok eylem ve çatışma haberi almaya devam edeceğiz gibi görünüyor. 


ANF