14 Haziran 2012 Perşembe

AKP’nin Kürtler Üzerindeki Yeni Oyunları

Kürt meselesi üzerinden yeni tartışmalar, yeni oyunlar ve yeni durumlar sözkonusu. Tartışmalar; CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun meselenin çözümü için kendince ortaya çıkması. Bu konu üzerinde meselenin –büyük bir ihtiyat payı olmasına rağmen- siyasal alanda tartışılması yeniden ivme kazandı. Bu tartışmalara herkes kendi cephesinden birşeyler söylüyor. Ancak Kılıçdaroğlu’nun ruh halinden de görüldüğü gibi pek de umut vermeyen bir tartışma bu. Çünkü AKP kendisi için kullanıyor, MHP kendisi için. Sağlıklı sonuç çıkması çok zor.

Kürt meselesi üzerinden yeni oyunlar da oynanıyor. Bu oyunların merkez üssü Washington-Ankara-Hewlêr-Bağdat gibi gözüküyor. Pensilvanya’daki Fethullah Gülen tarikatının merkezini de bu oyuna farklı bir boyuttan katıldığını ve oyunun temel aktörü olma isteğini de kesinlikle görmek gerekiyor. Ancak oyunun kurucularının durumları hiç de iyi değil. Temel aktörlerden AKP, kim ne derse desin kendi “güvenlikçi politikası” nedeniyle erken iflası yaşıyor. ABD, AKP’ye biraz daha omuz veriyor ama bu sürenin ilelebet olmadığını da sürekli hatırlatıyor. Hatta artık ABD’nin AKP’ye öyle eskisi gibi yaklaşmadığını da bir yere iyice not etmek gerekli. Çünkü AKP’li Yalçın Akdoğan’ın “Kürt reformları” diye tanımladığı bu adımların ABD’nin “savaş hattında yapamadınız bari siyasal alanda adımlar atın” sözlerine bir yanıt taşdığı da söylenebilir. Ve şunun altını da kalın çizgilerle çizmek gerekiyor, ki AKP’nin şu anda reform olarak sunduğu herşeyin büyük bir aldatmaca olduğu gerçeğidir. Şimdi hal böyle iken Beşir Atalay’ın son konuşmaları ile Yalçın Akdoğan’ın sözde Kürt reformlarına kimsenin aldırış edeceği yok. Tayyip Erdoğan’a şimdiden söylemek lazım ki sonradan esip gürlemesin!...


Gelelim Hewlêr ve Süleymaniye hattına. Bu hattın Ankara ve Washington ile mecburi işbirliğinin diyeti olarak araya girmek rolü kalıyor. Ancak bu merkezdeki aktörlerin kimin adına, ne zaman ve ne için nasıl görüştüklerini kimse bilmiyor. Eğer Kürt toplumunu ilgilendiriyorsa bu görüşmelerin kamuoyuna açıklanması en azından bu işin muhataplarına ifade edilmesi gerekiyor. Ama bu konu hala bir muamma. Dolayısıyla KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın deyimi ile “işin asıl muhatapları ve özellikle İmralı es geçilerek bu konuda hiç ama hiç kimse bir yol alamaz” sözlerini haliyle önemsemek gerekiyor.


Kürt meselesinin geldiği yeni durum konusuna gelince; Kürtler özellikle PKK’nin öncülük ettiği siyasal çizgi AKP’lilerin aklının alamayacağı bir boyuta gelmiş durumdadır. AKP kendi kafasını kendi iktidar yağının içine daldırıp her tarafı bulanık gördüğü için Kürtlerin bölgede hangi dinamiği temsil ettiğini anlayamıyorlar. Şöyleki; PKK’nin öncülük ettiği siyasal çizgi Kürtleri bölgenin artık temel bir aktörü haline getirmiş durumdadır.


Suriye, İran, Irak ve Türkiye’de PKK artık değişmez temel bir güç, kendisi ile beraber bölgenin gidişatını etkileyebilecek büyük bir potansiyeldir. Bu potansiyel bölge devletlerini de küresel güç dinamiklerini de bütün politikalarını temelden etkileyebilir. Sadece AKP 12 Haziran 2011’den bugüne bu durumun kendisi için muhasebesini yapsın; ortaya çıkan sonuç nedir çok daha rahat görecektir. Sözde “ustalık dönemi”nde kendi içindeki bölünmeyi, hayata geçiremediği politikaları, en önemlisi de gidişatının ne kadar kötü bir hal alacağını görmek durumundadır.


Dolayısıyla Kürt meselesinde gelinen yeni durum şudur: PKK, ABD’nin desteklediği AKP’ye karşı 2009’dan bu yana girdiği mücadeleyi kazanmıştır. Şimdi bu mücadelenin siyasal, askeri ve toplumsal sonuçları ortaya çıkmaktadır. Bu sonuçlar da AKP’yi zayıflatacaktır. Çünkü bu kaotik durumda bir tek Kürtlerin tutumları çok net. Diğer bütün güçler ise kendi içlerinde çelişkili ve çatışmalı olacak.


Sonuç olarak, Kürt meselesi üzerinden yaratılan yeni tartışma, kurgulanan yeni oyunlar ve ortaya çıkan yeni durumun AKP’nin istediği gibi gitmeyeceğini ifade etmekte fayda var. Çünkü PKK’nin asıl dinamiği kendisini dışavurma ve sonuca götürme biçiminde değil; saldırılara karşı kendisini savunma halindedir hala.


BAKİ GÜL

Mazlumun Ahı İndirir Şahı

Geçen hafta Brüksel’de; Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen  Dersim Konferansı’na katıldık.

Kürt tarihinin en kanlı katliamlarından biri olan Dersim Katliamı’nın 75’inci yılında 5’incisi düzenlenen konferansta, katledilen günahsız ve savunmasız on binlerce masum insanımızı andık.


Geçmişin acılarını paylaştık.


Dersim’i acısı, ahı, hasreti ve kahrıyla bilincimize kazıdık.


Çoğu kadın ve çocuk on binlerce insanı katleden Türk devletini de insanlığın huzurunda bir kez daha lanetle kınadık.


Ayrıca, geçmişte Dersim Katliamı’nı unutturmaya, günümüzde ise ‘yükümlülüğü olmayan bir özürle’ durumu kurtarmaya, işlediği insanlık suçundan sıyrılmaya çalışan devleti uyardık.


 Kürt halkının ortak vicdanı, hafızası ve direnişinin yeni bir aldatmaya ve atlatmaya izin vermeyeceği uyarısını yaptık.


Önümüzdeki günlerde (29 Haziran) yüreğimizin başkenti  Amed’te idam edilen Kürt lideri Şeyh Said ve arkadaşlarını anacağız.


Elbette aynı gün PKK lideri Öcalan’a verilen ama, hukuki, ahlaki ve siyasi hiçbir meşruiyeti olmayan ‘idam kararını’ ve onun ağırlaştırılmış uygulaması olan tecridi de kınayacağız.


Cumhuriyet döneminin ilk Kürt isyanı olan Şeyh Said Ayaklanması’nın 87’inci yıl dönümünde Kürt halkının biricik kurtuluş umudu olan isyan geleneğine sahip çıkacak, bu yolun öncülerini ve bu yolda yaşamlarını yitirenleri saygıyla ve minnetle anacağız.


Gelecek ay (13 Temmuz) ise Zilan Deresi’nde vahşiçe boğazlanan ve yine çoğu kadın ve çocuk olan 15 bin masum insanımızın daha yasını tutacağız.


Bir gün sonra da zindanda (14 Temmuz) hayatlarını feda eden tutsakların anılarını paylaşacağız.


13 Temmuz 1930 günü, Van ili Erçiş ilçesi ve köylerinden toplanan çoğu kadın ve çocuk 15 bine yakın insan Zilan Deresi’nde topluca katledilmişti.


Katliam emrini veren Salih Omurtak Paşa da daha sonra Genelkurmay Başkanlığı’na getirilerek ödüllendirilmişti.


Zilan’da yaşanan acılara insanlık ve yurtseverlik adına sahip çıkacak, yoksul Kürtlerin acısını paylaşacak, onları da acıları, ahları, hasretleri ve kahırlarıyla hesabını soracağımız geleceğe taşıyacağız.


 Oradan 14 Temmuz ‘Büyük Zindan Direnişine’ uzanacağız. 


Onurlarını ve haklı davalarını savunmak amacıyla hayatlarını feda eden Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’in şahsında bütün zindan direnişcilerini Kürt halkının ihtiyacı olan ‘ulusal gururu’ yarattıkları ve bir miras olarak bıraktıkları için şükranla anacağız.


Zulme karşı direnen tutsakları anacak, Kürt halkını zindanla teslim almaya çalışan Türk devleti ve AKP Hükümeti’ni zindan pratiğinden ders almaya çağıracağız.


 Elbette, Kürt halkının uzun özgürlük yürüyüşünde anlamı ve önemi olan daha çok gün,hafta, ay ve yıl var.


Takvimin her yaprağında, tarihin her sayfasında birşeyler yazıyor.


Örneğin Mayıs ayı ‘şehitler’ ayıdır. Yıllardır bu anlamına uygun olarak da anılmaktadır.


Dersim ve Piran katliamlarının gerçekleştirildiği Haziran ise ’yüzleşme’ ayıdır.


 Zilan Katliamı’nın ve zindan direnişinin yaşandığı Temmuz da  hem ‘yüzleşme’ hem ‘direnme’ ayıdır.


Temmuz’dan bir sonraki Ağustos ise Kürt halkının tarih sahnesine ayak bastığı, görkemli ‘diriliş’ ayıdır. 15 Ağustos, lanetli tarihte yaşanan bir kırılma anı, bir dönüm noktasıdır.


 Bu yüzden her yıl çoşkuyla kutlanmakta ve özgürlük kavgasında yaşamını yitiren herkes saygıyla anılmaktadır.


Öte yandan son yıllarda neredeyse her günün tarihi bir anlamı vardır.


Kürt halkı kendi kaderine sahip çıkmaya; inkar ve imha politikasından kurtulmaya başladığı içindir ki son yıllarda Kürdistan’da her gün bir tarih yaşanmaktadır.


Özellikle de KCK Operasyonları’nın başladığı 14 Nisan 2009’dan Hakkari ve Ağrı operasyonlarının yapıldığı 11 Haziran 2012’ye kadar geçen sürede her gün tarihi bir anlam kazanmıştır.


Milletvekilinden belediye başkanına, gazetecisinden avukatına, duvar ustasından ayakkabı boyacısına kadar her toplumsal kategoriden, her meslekten, yer yaş ve cinsten Kürtlerin tutsak alındığı, aradan geçen bu 3 yılı aşkın zaman diliminde Türk devleti ve AKP Hükümeti, neredeyse her Allah’ın günü  Alçaklığın Evrensel Tarihi’ne yeni bir katkı yapmıştır.


Devleti ve hükümetiyle Türkiye 3 yıl boyunca hemen her gün yeni bir alçaklık rekoru kırmıştır.


Alçaklık, 7 Haziran günü de Van’da zirve yapmıştır.


Bini aşkın insanın hayatını kaybettiği, binlercesinin yaralandığı, on binlercesinin göçe zorlandığı, 30 bin evin hasar, bir milyona yakın insanın zarar gördüğü depremin ardından zor bir kış geçiren ve baharla birlikte yaralarını sarmayı ümit eden Van halkının sırtına zehirli bir hançer saplanmıştır.


Irkçı Türkçülüğün kanlı bir ifadesi olan Kemalizm, geçmişte Kürtleri katlediyor, ‘toplu mezarlara’ dolduruyordu.


Onun sözde selefi olan, ırkçılığın ve Ortaçağ karanlığın projesi Siyasal İslam (AKP) ise Nazi usulü ‘toplama kamplarına’ dolduruyor.


Böylece özgürlük mücadelesini engelleyeceğini sanıyor. Fakat yakında onu yapamayacak, kimseyi tutsak alamayacaktır. Zira, artık her Kürt gönüllü bir tutsak, her tutsak özgür bir vatandır!


* Başlıktaki söz Yunus Emre’ye aittir.


GÜNAY ASLAN
gunayaslan@hotmail.de

Üstü Açık Hapishanede Seçmeli Dil Dersi

Kimse, kendi ülkesinin işgalcisi, özgürlüklerinin katilini seçme hakkına sahip değildir. Kimileri vampir Drakula’nın ruhuna çatıp, tarihi süreç boyunca belayla boğuşuyor, şanslı olanlarınsa karşısına, her şeye rağmen daha medeni yüzlü, insan olan işgalci çıkıyordu.
Ajanslar dün, güney Atlantik'teki Falkland adacıkları Başbakanı Gavin Short’un, Britanya’dan kopma kararı için, halk oylamasına gideceklerine dair açıklamasını duyuruyordu.


Toplam büyüklüğü 12 bin kilometre kare olan adalar, 1600 yılında keşfedilmiş ve ilk yerleşmecileri de Britanyalılardı. En son 1983 yılında da işgale kalkışan Arjantin’le savaşarak geri alınan adalarda, bugün 2 bin 500 insan yaşıyor. Hapisteki Kürtler, yaklaşık bu nüfusun yirmi katıdır.


Adalar yönetiminin kararı üzerine, Britanya ırkçıları "şehitler ölmez, vatan bölünmez" naralarıyla ayağa kalktı mı diye baktım. Hayır, insan kanı döktükçe yandaş toplayıp, güç kazanan zamane vampiri Drakula’yı andıran "kim Ahmet, kim Mehmet ayırımı yapacak halimiz yok" naralarıyla öne fırlayan yok, İngiliz ordusu da yakıp, yıkmak ve önüne çıkana bomba yağdırmak üzere taarruzda değildi.


Demek ki, insana benzeyen işgalciye çatmak da şansmış…


En korkuncu, Kürtlerin payına düşen işgalcinin, Sudan’ın vampiri Beşir’i bile aratacak şekilde, bütün çözüm yollarını kanda araması, Kürtleri zorla tutmak için, bugünkü dünyada hala yalan, dolan üstüne kurulu zalimleşmeyi, tek geçerli seçenek saymasıydı.
Bu amaçla, Kürdistan, tel örgüsüz, ama namluların kuşatması altında, üstü açık esir kampıydı. Ülkenin adı yasak, dağlarının, köy ve kasabalarının ismi kağıt üzerinde gasp edilip, çalınarak kendilerine benzetilmişti.


Bir yanda demokrasi var yalanıyla tozu, toprağı havaya savuruyor, öte yandan seçilmiş 6 tane Kürt milletvekilini, 38 tane belediye başkanını hapsediyor, 8 tanesini parlamentodan hapishaneye sürüklenmek üzere dosya düzenliyor, öbür yandan "hapishanelerde size de yer var" demeye getirerek, gerillayı teslim olmaya çağırıyor, aynı anda Leyla Zana’ya 10, Aysel Tuğluk’a da 14 yıl, 7 aylık hapis cezası kesiyorlardı.


Dillerini konuşma, annelerin bebeklerini uyutma "na na"sı izinle, insan kanı bir mermi fiyatı kadar ucuz, hayatlar, katillere sunulmuş avlama zevkiydi. Can alma ve yaşamaya dair kararlar, sabah erken kalkan işgalci efendinin anlık insafına bağlı.


Çağdaş Drakulalar, kendilerine yakışan insaniyetle övünürken, ana yurtlarının insanlarına "onlar" diyorlardı. "Onlar  hapishanelerde kendi dillerini konuşacak kadar özgürdürler."


AKP rejimi, budur. Bir ayağı dincilik, öteki ırkçılıkta olan, Faşizm tanımının yetersiz kaldığı bir zalimlik heyulası...


Roboskî örneği, bunların kimlik ve vicdan belgeleridir. Katliamla yürek soğuturken, öldürülmüşleri "dolap beygiri" diye aşağılayıp alay eden, katillerin peşine düşenleri, aleni bir utanmazlıkla suçlu ilan eden bunlardır.


Kalleşliğe şal çeken, gasp edilip, çalınmış yurdunu, üstüne oturulmuş insanlığını geri isteyen Kürtlere, "kalleş" diyecek kadar insanlıkla tersleşenler…


Avrupa’ya ihraç edilmiş köle işçi çocukları için, ana dilleriyle eğitim hak, fakat, yurdu işgal ve talan edilmiş Kürtlerin çocuklarına, ana dilleri ilk okulun beşinci sınıfından sonra, "yabancı dil tertibinden" seçmeli ders…


Bunu, gönüllerinden kopan iyilik, insani vicdan borcu gibi sunan işportacı, hemen ardından, imkanı imkansızlaştıran "ama" ile verdiğini geri alan tuzaklar kuruyordu. Ama on kişi bir araya gelip ana dilinden ders ister, buna karşılık, İngilizce ve benzeri herhangi bir başka yabancı dilin öğretilmesini talep etmez ve de öğretmen imkanı varsa…


Biz bu "ama"ları daha önce Kürtçe kurs olayında da gördük. Kürt çocuklarının kurslara devam ederek dillerini öğrenmeleri serbest, fakat polise havale edilmiş "ama"ları kapıda hazırdı. Polis, kurs yerlerinin kapılarını çerçevelerini santimlemeye başlayınca, bir türlü alan ölçüsü bulunamamış, sonra kursun kendisi gitmiş, geride sadece adı kalmıştı.  


Bunların kafaları almıyor, vicdanları anlamıyor, ama yine de anlatmaya devam edeceğiz. Kürtler temel insani hakkı olarak kendi yurdunda özgürce yaşamak ve kökleriyle bir bütünlük olan diliyle eğitim görmek istiyor.


Kürde, soyunun dilini yabancı dil öğretimi gibi sunmak, onun insanlık arayışını kalleşlik diye tanımlamakla eş değer, katledilmişlerini dolap beygiri diye nitelemek kadar aşağılamadır.
Dolandırıcı kurnazlığıyla, temel sorunlarından biri olan ana dilde eğitim hakkına seçmeli ders seçeneği, utanç verici bir haysiyetsizlik dayatmasıdır.


Satın alınıp, boynuna tasma takılmış, başına yular geçirilmiş, önüne yem konarak yandaş yapılmış kendi Kürtleri, bu sadaka ile tatmin olacaklar mı bilemiyorum, ama haysiyetli Kürtler, "ya hep, ya da hiç” diyorlar. Çünkü, 30 bin kişinin kılıçtan geçirilmesi, kurşuna tutulması, 4 bin köyünün haritadan silinmesini, 4 milyon kişinin mültecileşmesini, seçmeli ders için göze almadılar.


 Kandırmaca, dolandırmaca dönemi bitti. Kürtler, kendi yurtlarında yer yüzünün onurlu her halkı gibi hayatlarının efendisi olarak yaşamak istiyorlar. Zalimle düelloya girmeleri bu yüzdendir.
Kölelik kader değildir. Azla yetinme günleri gerilerde kaldı. Gerilla lideri Cemil Bayık’ın deyimiyle, gaspçının ayakları altındaki yurtları ve insanlıklarını kurtarana kadar direnmeye devam edeceklerdir.


AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

AKP Hükümeti ABD Talimatıyla Suriye Savaşı İçin Ön Hazırlık Yapıyor

ABD’den yeşil ışık alan AKP Hükümeti, Şam rejimini devirecek savaşın öncüsü olmak için hazırlıklara başladı.


ABD yönetimi, Suriye’de 14 bin kişinin yaşamını yitirdiği iktidar savaşında AKP Hükümetine’ne aktif rol alması için düğmeye bastı. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Şam rejiminin Kürtlerin yoğun olduğu Halep kenti ve çevresinde yığınak yaptığı haberleri üzerine yaptığı açıklamada, ‘bu Türkiye’nin stratejik ve ulusal çıkarlarına aykırı’ diyerek Türkiye’nin kırmızı çizgilerini belirledi. Türkiye de, Cizre-Nubaybin hattında tanklarını konuşlandırarak olası bir savaş için hazırlıklara başladı.

Uluslararası toplumun eliyle Suriye’deki iç savaş tırmandırılıyor. Bir taraftan muhalifler silahlandırılıyor diğer taraftan başta BM olmak üzere uluslararası güçler tarafından Suriye’de iç savaş olduğu dillendiriliyor. Böylece Şam rejimine yönelik bir savaşın yolu açılıyor. Ancak Rusya’nın muhalif olmasından dolayı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde bir savaş kararı çıkartılamıyor. Libya’da Kaddafi rejimine yönelik operasyonu yapan ülkeler arasında olan ABD de, Türkiye’yi savaş için öncü güç olarak hazırlıyor. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Esad rejiminin Kürtlerin örgütlü ve yoğun olarak yaşadığı Halep’e yığınak yapmasını ''Türkiye’nin ‘stratejik ve ulusal çıkarları’na aykırı'' olduğunu savundu.

Namlular Suriye’ye bakıyor

 
Clinton, önceki gün ABD düşünce kuruluşu Brookings Enstitüsü’nde yaptığı konuşmada, “Edindiğimiz bilgiye göre, Suriye güçleri son 24-48 saat içerisinde Halep çevresinde yığınak yapıyor. Bu, stratejik ve ulusal çıkarları açısından Türkiye için bir kırmızı çizgi olabilir. Dolayısıyla bunu çok dikkatle takip ediyoruz” şeklinde konuştu.


Türkiye de ABD tarafından çizilen ‘kırmızı çizgiler’ uyarısınca dün hemen harekete geçti. Fırat Haber Ajansı’nda (ANF) yer alan habere göre Türkiye, Suriye ile sınırı olan Şırnak’ın Cizre ilçesi ile Mardin’in Nusaybin arasında kalan bölgedeki askeri birliklerde bulunan tanklar sınır kesimine konuşlandırdı. 


Cizre ilçesinde bulunan tank taburundan çıkan tanklar, sınır kesiminde Suriye’nin Andivar bölgesine bakacak şekilde konuşlandırılırken, sınır karakollarında güvenlik amacıyla bulundurulan tankların da Suriye sınırına gönderildikleri ve tankların namlularının sınıra çevrildiği bildirildi.

MİT eliyle silah sevkiyatı

 
Uzmanlar, Suriye’ye yönelik olası bir askeri operasyonun bölgesel savaşa yol açacağı uyarısında bulunuyor. Ancak Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan, ellerinde oyuncak olan muhaliflere silah yardımı yaparak şimdiye kadar binlerce kişinin öldüğü iç savaşı daha da körükleyerek olası askeri müdahalenin önünü açıyor.


İngiliz Independent gazetesi, Esad rejiminin devrilmesi için can atan Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin dışa bağımlı muhalifleri silahlandırdığını duyurdu. Gazetenin haberine göre silahları Katar ve Suudi Arabistan ayarlıyor ve Türkiye’ye gönderiliyor. Ankara yönetimi de Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) aracığıyla bu silahları sadece Müslüman Kardeşler’e yakınlığıyla bilinen muhaliflere teslim ediyor. 


Geçtiğimiz günlerde ismi açıklanmayan bir muhalif ‘komutan’, Türkiye üzerinden kendilerine silah ve iletişim malzemeleri geldiğini ve önümüzdeki günlerde Şam rejim güçlerine yönelik büyük bir taarruz başlatacaklarını söylemişti.

Rusya’ya suçlama!

 
Birleşmiş Milletler de Suriye’deki durumun iç savaş olduğunu söyleyerek toplumu yönlendirmeye çalışıyor. Reuters haber ajansının geçtiği habere göre BM’nin ‘barışgücü operasyonları’nın başkanı olan Herve Ladsous,  Suriye’deki durumun bir iç savaş olup olmadığı sorusuna “Evet, bence böyle diyebiliriz” yanıtını verdi. Ladsous, “Artık sadece tank ve top değil, saldırı helikopterlerinin de kullanıldığı haberleri doğrulandı. Bu iş gerçekten çok büyüyor” dedi. Şam yönetiminin ülke üzerindeki denetimi kaybettiğini öne süren Ladsous, “Belli ki Suriye hükümeti birden fazla kentte büyük bölgeleri muhalefete kaptırmış ve buraların kontrolünü yeniden ele almak istiyor” dedi.


Ladsous’un ‘saldırı helikopterleri kullanılıyor’ demesi dikkat çekti. Zira ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Brookings Enstitüsü’nde yaptığı konuşmada Şam rejiminin Rusya’dan aldığı saldırı helikopterlerini muhaliflere karşı kullandığını söylemişti. Clinton, “Ruslardan, Suriye’ye yapmayı sürdürdükleri silah sevkiyatını durdurmalarını istedik. Zaman zaman bize kayglanmamamızı, gönderdikleri hiçbir şeyin (Suriye yönetiminin) ülkenin içindeki tutumuyla ilgili olmadığını söylüyorlar... Bunun doğru olmadığı açıkça belli” dedi. “Rusya’dan Suriye’ye saldırı helikopterleri gönderilmekte olduğu yolunda gelen son bilgiler bizi kaygılandırıyor” diyen Clinton, bilginin kaynağını belirtmedi.