29 Mayıs 2012 Salı

İdris Naim Gerçeği Söyledi

İdris Naim’i, Recep Tayyip’ten ayırıp, tek başına farklı diyarlara savurarak, “dindar ve kindar ırkçı“ diyenler, ona haksızlık ediyorlar.

Çünkü, ikili İmam hatip okulu sıralarından beri, fikri de, zikri de bir ruh ikizidir. Zekalarının dalga boyu, insanı hayvandan ayıran vicdanlarının yerden seviyesi de birbirine eşit, o nedenle derin uyumlu iki ayrılmaz, dosttur. Siyasette, kazançta birlikte, hatta mahkeme dosyasındaki suçta ortak…


Gençliklerinde Türkeş’in ülkücüleri, Fethullah Gülen’in içinde bulunduğu Komünizmle Mücadele Derneği’yle omuz omuza olan Milli Türk Talebe Birliği’nde, ortak amaçlar için koşuyor, faşizan rejime karşı mücadele veren solcu, üniversite gençlerine “Allah Allah” sesleriyle saldıran safta, yan yana duruyorlardı.


Sonra, efendi Necmettin Erbakan’a biat ve el öpme eğilmeleri…


“Önce devlet” diyen Erbakan’ın “Akıncılar” adındaki gençlik örgütünün yolları, “derin devlet”in toplumsal projelerinde Türkeş’in Ülkücü birlikleriyle kesişiyordu. Türkeş’in silah kuşanmış gençliği, “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman” diye bağırıyor, Akıncılar, “kanımız aksa da zafer İslamın” naralarıyla koroya katılıyor, sonra Türkeş ve adamlarına “Türk-İslam sentezi” dersleriyle, İslam’a ırkçılığı monte eden Necip Fazıl’ı dinlemeye koşuyorlardı.


Dönem dinci, ırkçı partiler kalabalığının Milliyetçi Cephe günleriydi.


Maraş ve Çorum katliamları, “derin devlet”in, İkinci MC iktidarının yoluna taş döşeyen projesiydi. Erbakan ve teşkilatı cephede bir kanat…


 Cephenin lideri Süleyman Demirel, Maraş’ta katilleri aklarken, “bana, milliyetçilerin cinayet işlediklerini dedirtemezsiniz” sözünü söylüyor, “zafer İslamındır” narasının mucidi Erbakan da “Komünist tehdit” diye parmak sallayarak, kendince katledilmişleri suçluyordu.


İkili, o dönemde kimlerle cephe birliği yapıyor, hangi sokak gücüne önderlik ediyordu, bilinmiyor.


Fakat, ikilinin İstanbul Belediyesinde de birlikte olduğu ve ortak kaderlerinin kötü giden şansıyla, mahkemede “yolsuzluk, kalpazanlık” suçlamasına muhatap oldukları biliniyor.  


Bu kadar derinden iç içe geçmişlikten sonra, İdris Naim’in özel seçilmiş olarak polis ve jandarma gücünün başına getirilmesi tesadüf değil, bilinçli bir seçimdir. İyi ve kötü günlerin tecrübeleri ve güven bağlarıyla pekişip ilmiklenmiş bir iç içeliğin ürünüdür bu.


İçişleri Bakanıdır, İdris Naim. Recep Tayyip’in, kişisel hayatının huzur bekçisi, öbür yanıyla, AKP’nin “dindar ve kindar” rejiminin kazancına takoz koyanları düşman ilan ettiği, Kürtleri boy sırasına dizip fişleyen, uydurma delillerle tutuklayan polis devleti çarkını döndüren kişi…


Böylesi bir rejime bir İdris Naim gerekliydi. Recep Tayyip, aradığı adamı elinin altında hazır bulmuştu. Hepsi bu.


 Adamlar dükkan açmış, orada din de, kin de satıyor, dünyalık topluyorlar. Çomak sokan çıkarsa, İdris Naim ne güne…


İdris Naim, bazan ağzından çıkanın ne anlama geldiğini bilmeden, gerçekleri ortalığa saçması, onun Recep Tayyip’ten düşük zekalı olduğu anlamına gelmez. İkili tam bir uyum örneği. Zekalarının dalga boyu, insanı insan yapan vicdanın yerden seviyesi de birbirine eşit. Böyle olduğu için kırk yıldan beri ayrılmaz, bir ikili zaten.


İdris Naim, zaman zaman ağzını açtığında, farkında olmadan ve anlamını kavrayamadan “dindar ve kindar” rejiminin gizli ajandasını ifşa ediyor, külle örttülen gerçek niyetlerini ortaya koyuyor. Bu da, patavatsızlık kusuru olarak yüzüne vuruluyor.


Oysa, Recep Tayyip de aynı hastalıktan muzdarip. Yalçın Akdoğan’ın başında bulunduğu ekip yazıp, okumak üzere eline vermediği metinden gözü kaçınca, üst üste vurguladığı “tek din” örneğinde olduğu gibi, ağzından gizli sırlar kaçıyor. Kürt Hüseyin Çelik, “yalama olmuş ağzı, bütün sırlarımızı kaçırıyor” diyerek Tayyip’ı azarlamayı göze alamadığından, “dil sürçmesi” diyor, bin dereden su getirerek düzeltmeye kalkışıyor.


 İdris Naim, Roboskî’de girişilen “milli katliamı” öveyim derken, farkında olmadan dindar ve kindar rejimin Kürtlere bakışını açıkladı. Aslına bakarsanız o, Kürtlere ilişkin olarak “Mehmet’i, Ahmet’ten ayırma halimiz yok” diyen hamisi Recep Tayyip’i takdir “taklası” atmaya çalışmıştı. O hızla katledilmiş Roboskîlileri ''dolap beygiri gibi dönen kaçakçı'' diye nitelemiş, kaçakçıların her türlü ölümü hak ettiklerini anlatmaya çabalamıştı.


Ama açıklama da yeni değildi. Günlerce önce, iktidar gücünün ortağı Fethullah Gülen medyasının Ankara temsilcisi televizyonda, Kürtlerin kaçakçılık yaptığını uzun uzun açıklamış, sözü, Roboskî katliamının devlet tedbiri olduğuna getirmeye çalışmıştı.


Kullandığı kelimeler ne olursa olsun İdris, Roboskî katliamının planlı bir devlet projesi olduğunu açıklamıştır. O da milliyetçi ruhunu kanla emzirip, sevineyim derken, gerçeği ağzından kaçırmıştır. Hepsi bu…



AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

Suriye’de Türk El Kaidesi

Suriye’de çatışmalarda ölü sayısının yükselmesi, Birleşmiş Milletler-Arap Birliği Ortak Barış Planının başarı şansını zorluyor. 12 Nisan’dan bu yana çatışmalarda bir azalma görülse de ‘Annan Çözümü’nde bir ilerleme görülmüyor. Üstelik El Kaide iyice ülkeye yerleşmeye çalışıyor.

Birleşmiş Milletler şu ana kadar ülkeye 250 gözlemci konuşlandırdı. Önümüzdeki günlerde bu sayı 300’e çıkacak. Gözlemcilerin girdikleri kentlerde çatışmaların şiddeti ve yaygınlığı azaldı. Ölüm olaylarının yerini yaygın olmayan kitle gösterileri aldı. Ancak taraflar arasında ateşkes sağlanmış değil. Son günlerde silah akışının yoğunlaştığı, muhaliflerin büyük saldırılara hazırlandığı yönünde haberler geliyor.
Nitekim başkent Şam'da bu ayın başında düzenlenen iki ayrı intihar saldırısında en az 55 kişi hayatını kaybetti, yaklaşık 400 kişi de yaralandı. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-mun Suriye'de bomba yüklü araçlarla düzenlenen intihar saldırılarının arkasında El Kaide'nin olabileceğini söyledi.

‘BİRDEN ÇOK EL KAİDE’

ANF'nin görüşlerine başvurduğu Demokratik Değişim İçin Ulusal Komitesi Başkan Yardımcısı ve PYD lideri Müslüm Salih, Ban Ki-Mun’un değerlendirmesine katılatarak, intihar saldırılarıyla ilgili dikkat çekici bilgiler veriyor. Şam, Halep ve diğer başka kentlerde yaşanan intihar saldırılarının arkasında birden fazla El Kaide olduğunu söyleyen PYD lideri, "Suriye’de Türkiye’nin de Suudi Arabistan’ın da ve Katar’ın da El Kaidesi var. Bu intihar saldırılarını hangi El Kaide düzenliyor, hangisi gerçek bilmiyoruz. Bu ülkelerin Suriye’de şiddet olaylarında ciddi bir şekilde yer aldığını artık biliyoruz. Artık El Kaide buraya yerleşmiştir. Fakat Türkiye’nin yönlendirdiği siyasi gruplar da giderek güç kaybediyor. Annan Planı ile birlikte AKP hükümetinin Suriye üzerindeki politikaları ciddi biçimde çöktü. Bundan dolayıdır ki, BM’nin boşa çıkartılması için Türkiye özellikle sınırda şiddet olaylarını organize ediyor" diyor.

Suriye’de teslim olan yada yakalanan bazı isyancıların yayınlanan itiraflarında, Hatay’da Türk komutanlar tarafından eğitildiklerini dile getirdiler. Örneğin Halep’teki silahlı saldırıları gerçekleştirenlerin bizzat Türkiye’den geldiği iddia ediliyor.

Nitekim 10 Mayıs günü Şam’da 55 kişinin hayatını kaybettiği intihar saldırısından sonra Suriye yönetiminin Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye’yi işaret etmesi dikkat çekti.

Birleşmiş Milletler'in Suriye’de bir siyasi diyalog ortamı yaratmaya yönelik diplomatik çabaları sürüyor. Nisan ayından bu yana BM yetkilileri hem muhalifler ile hem de Şam yönetimiyle görüşüyor. Ancak ölü sayısının yüksek olduğu intihar saldırılarının artması, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın da muhalif gruplara yoğun ve ağır silahlar vermesi çatışmaların daha da şiddetlenebileceği ihtimalini gündeme getiriyor. Gelen bilgilere göre silahlı isyancı grupların ekonomik olarak bir toparlanma sürecine girdiği yönünde.

İÇ SAVAŞI ÖNLEMEK İÇİN ANNAN PLANI SON FIRSAT

PYD lideri Müslüm Salih, BM Barış Planı’nın Suriye'de iç savaşı önlemek için son fırsat olduğunu söylüyor. Ancak son birkaç haftadır insan hakları savunucuları, aydınlar ve muhaliflere yönelik toplu gözaltı operasyonları yoğunlaştığı Suriye’de PYD liderine göre, ‘’Annan Planı konusunda ilerleme yok. Ateşkese taraflar uymuyor. Tutukluların bırakılması sağlanmadı. Gözlemcilerin girdikleri yerlerde çatışmalar azaldı. İnsancıl yardımlar bazı bölgelere ulaşıyor. Ama durumun ne olacağı belirsiz’’ diyor.

7 mayısta yapılan seçimleri muhalifler boykot etti. Dün seçilen yeni milletvekillerinden Müslüman olanlar Kuran-ı Kerim, Hıristiyanlar ise İncil’e el basarak yemin etti. Yeni Meclis’e 209 yeni üye girerken, 49 eski milletvekili de tekrar seçildi.

Güney Batı Kürdistan’da seçimleri boykot oranı yüzde 99 civarlarındaydı. Müslüm Salih, ‘’Seçimler Baas Partisi’nin istediği gibi oldu. Hiçbir yenilik yoktu’’ diyerek seçimlerin göstermelik olduğuna dikkat çekiyor.

SUK DAĞILMANIN EŞİĞİNDE

İstanbul’da kurulan Suriye Ulusal Konseyi’nin (SUK) dağılma eşiğine geldiğini söyleyen Müslüm Salih’e göre, Burhan Galyun’un istifasıyla parçalanma ve güç kaybetme süreci hızlanacak. SUK’u AKP’nin uzantısı olarak değerlendiren Salih, ‘’SUK aslında ülke içi muhalefeti temsil etmiyor. Örgütlü bir yapı değil, belli bazı kişilerden oluşuyor. AKP’nin Suriye uzantısı gibi hareket ediyor. Kürtlerin hakları konusunda Galyum önce ‘özerklik’ çıkışı yaptı, bir hafta sonra Kürtleri inkar etti. Galyum giderse SUK diye bir şey kalmaz. Bana göre SUK’un dağılmaması için Galyum’u tutarlar’’ şeklinde konuştu.

WASHİNGTON’DAN MESAJLAR

Bu ayın başında Kürt Ulusal Konseyi’nden bir heyet Washington'u ziyaret etti. Beyaz Saray'da temasları oldu. PYD lideri, Washington’daki yetkililerin Kürt Ulusal Konseyi heyetine Kürtler arası birliğin sağlanması yönünde telkinlerde bulunduğunu belirtti.
Kürt Ulusal Konseyi’nin kendisini SUK'un bir parçası olarak görmediğini hatırlatan Müslim heyetin ABD’deki temasları hakkında şunları söyledi: ‘’Öyle ki Amerikalılar Kürt heyetine ‘SUK’a katılın’ yönünde bir dayatması da olmamış. Aksine Kürtlerin kendi aralarında birliğini sağlamasını istemişler. Edindiğimiz bilgilere göre ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilileri dolaylı olarak ‘Gidin PYD ile anlaşın’ demişler.

Kürt birligini sağlamak için bir süredir çalışmalarımız var. Kürt Ulusal Konseyi birliğe doğru gidiyoruz. Artık birliği kabul etmeyen çıkıp gider.’’

‘PYD’SİZ ÇÖZÜM OLMAZ’

PYD’den bir heyetin kısa bir süre önce Koffi Annan ile görüştüğünü de anlatan PYD lideri, ‘’Paris, Şam ve Cenevre’de BM yetkilileri ile Suriye’de çatışmaların durması konusunda görüşmelerimiz sürüyor. Rusya ve Çin’le de temaslarımız var. Elbette Kürt meselesini de görüşmemizde gündeme getiriyoruz. Suriye’de Kürtlerin haklarına kavuşması için taleplerimizi daha güçlü bir şekilde ifade edeceğiz. Artık Herkes PYD’nin bir güç olduğunu kabul ediyor. Suriye’de PYD’siz bir çözüm olmaz. Örgütlenme düzeyimiz güçlendi. Halkımız kendini koruyabilecek durumda. Kısacası PYD’siz hiçbir plan hesap tutmaz’’ diye konuştu.

Son olarak ‘’Muhalifler Beşar Esad’ın kayınbiraderi Asaf Şevket, İçişleri Bakanı’nı zehirleyerek öldürdü mü’’ sorumuza ise Salih, ‘’Evet öyle bir söylenti var ama bu doğrulanmadı. Bu iddia dezenformasyon kokuyor. İçişleri Bakanı Hasan Türkmen iki gün önce televizyona çıkarak iddiayı yalanladı’’ şeklinde cevap verdi.

Birleşmiş Milletlere göre 2010 yılı Mart ayında rejim karşıtı gösterilerin başlamasından bu yana yaklaşık 9 bin kişi hayatını kaybetti. Suriye hükümetinin Şubat ayında yayınladığı rakamlarda ise 2 bin 493 sivil ve 1bin 345 güvenlik görevlisi olmak üzere toplam 3,838 kişi çatışmalarda öldü.

ANF NEWS AGENCY

Kaçakçılardan Erdoğan'a Protez Bacaklı Yanıt


Partisinin grup toplantısında konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Roboski'de yaşımını yitiren 34 kişiyi suçlayarak, "Dikkat ederseniz hiçbiri bombalara basmıyor" dedi.

Hava saldırısında ölenleri suçlayan ve neden şimdiye kadar kaçakçılık yaparken mayına basmadıklarını soran Erdoğan, Şırnak-Uludere-Urfa-Hatay'daki sınır köylerinde kısa bir araştırma yapsa, geçim sıkıntısı nedeniyle kaçakçılık yaparken mayına basarak bacaklarını yitiren yüzlerce, binlerce kişiye tanık olabilecek belki.

NEDEN DAHA ERKEN ÖLMEDİLER!

TBMM'de partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada "Dikkat ederseniz kaçakçıların hiçbiri bombalara basmıyor. Harita kimlerin elinde olabilir. Bu haritayla bombaların üzerine basmıyor, rahatça gidip geliyorlar. Bakın burası çok hassas. Bu iş, hassas ve gerilimli bir iş" diyerek bir anlamda, kaçakçılık yapanların neden daha erken ölmediğini savundu.

34 kişinin savaş uçaklarının bombalaması sonucu Roboski köyünde 7-8 ay önce çekilmiş bu fotoğraflar.

Fotoğraflardaki kişiler, Başbakan'ın 'Neden mayına basmıyorlar' dediği ve geçim sıkıntısından çay, sigara, mazot getirmek için sınırı geçerken yaşanan patlama sonucu bacaklarını kaybedenler...

SINIR HATTINDAKİ İNFAZLAR


Ayrıca İnsan Hakları Derneği (İHD) tarafından yayınlanan 2011 hak ihlalleri raporunda kaçakçıların sadece mayınlar değil, askerlerin infazlarına konu olduğunu gözler önüne seriyor. İşte 2011’de yaşanan olaylardan bazıları:

10 Ocak 2011’de, Irak Kürdistan’nın Diyana’ya Xakurke alanında bulunan Geliyê Reş’teki Bermizê köyünde otomobili ile hareket halindeki Nizar İsmail, Türk askerlerinin aracı taraması sonucu ağır yaralanarak çevredeki köylüler tarafından hastaneye kaldırıldı.

29 Ocak 2012’de, Van'ın Özalp ilçesi Yukarı Tulgalı (Axurka Jorî) köyünde, İran'dan mazot getirmeye giden köylüler silahlı saldırıya uğradı. Askerlerinin açtığı ateş sonucu, Recep Dağgezen (15), olay yerinde yaşamını yitirirken, Cumali Altun (18), kolundan yaralandı.

3 Şubat 2011’de Türkiye-İran sınırını akaryakıt kaçakçılığı yapmak amacıyla yasadışı yollarla geçtiği iddia edilen Ömer Pay (15) ve Suat Baykara isimli 2 çocuk, İran askerlerinin açtığı ateş sonucu yaşamını yitirirken, Hüsnü Baykara yaralandı.

3 Mart 2011’de, Van’ın Çaldıran ilçesi Üçgözler (Kaşım) köyü yakınlarında, mazot kaçakçılığı yaptığı iddia edilen evli ve bir çocuk babası Cihat Yılmaz (25), askerler tarafından açılan ateşle yaralandı.

23 Mart 2011’de, Van'ın Saray İlçesi'ne bağlı Korucan (Kurcan) Köyü'nde İran'a mazot getirmeye giden Yaşar Vural (15) ile Turgay Vural (17) dönüşte saat 01.00 sıralarında İran askerlerince tarandı. Karnından yaralanan ve 2 saat olay yerinde kalan Yaşar Vural yaşamını yitirdi. Arkadaşının yardımına koşan Turgay Vural (17) de, yakın mesafeden askerlerin açtığı ateş sonucu yaralandı.

12 Nisan 2011’de, Van ili Özalp İlçesi Aşağı Koçkıran Köyü'nde ikamet eden Eyüp Talayman (55) ile Adil Parkel'e (51) kaçak yollarla İran'a geçtikleri ve sınır ihlali yaptıkları iddiasıyla İran askerlerince ateş açıldı. Gece 23.45 sıralarında meydana gelen olayda, Eyüp Talayman olay yerinde yaşamını yitirirken, Adil Pakel de yaralı olarak götürüldüğü hastanede yaşamını yitirdi.

15 Mayıs 2011’de, Hakkari'nin Şemdinli İlçesi Alan Karakolu'ndan İran'ın Zive kentine bağlı Helece Köyü'nden pancar toplamak için 502 ve 503 rakamlı sınır taşları yakınlarında bulunan bir gruba top atışı yapıldı. Top atışında İran'ın Zive kentine bağlı Helece Köyü nüfusuna kayıtlı Kadriye İslami isimli kadın hayatını kaybetti. İsmi öğrenilemeyen 3 kişi ise yaralandı.

27 Haziran 20112de, Türkiye-İran sınırında Geliyê Gohi alanında Türkiye'ye getirdiği mazotu bıraktıktan sonra İran'a geçen Şîrzat (22) adlı kişi İran askerlerince öldürüldü.

31 Temmuz 2011’de Van’ın Çaldıran İlçesi’ne bağlı Soğuksu Köyü’nün Uzunyol Mezrası’nda hayvanlarını otlatan köylülere, “sınırdan yasadışı yollarla geçtikleri” gerekçesiyle, askerlerin, köylülerin “dur” ihtarına uymadıklarını ileri sürerek açtığı ateş sonucu Ercan Uca (29) yaşamını yitirirken; İbrahim Ecevet (24) ve Nejdet Çiftçi (23) de yaralandı.

4 Ekim 2011’de, Van’ın Başkale ilçesi'ne Zernek köyü yakınlarında yol kontrolü yapan korucu ve sivil askerler, sigara kaçakçılığı yaptığı iddia edilen Nurullah Işık yönetimindeki aracı, durmadığı gerekçesiyle silahla taradı. Olayda yaralanan Işık adlı kişi, ameliyata alındı.

23 Kasım 2011’de Mardin’in Nusaybin İlçesi’nde sınırı geçmek isteyen Suriye vatandaşı 2 kişi, açılan ateş sonucu ağır yaralandı. Yaralı 2 kişi Nusaybin Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı.

28 Aralık 2011’de Şırnak’ın Qilaban (Uludere) ilçesine bağlı Roboski (Ortası) köyünde Irak sınırına sınır ticareti yapmak için giden ve askerler tarafından belirli bir bölgeye yönlendirilen çoğunluğu lise öğrencisi çocuklardan oluşan 34 köylü, Genelkurmay Başkanlığı’nın savaş uçakları tarafından atılan bombalarla öldürüldü.
ANF NEWS AGENCY

Bitlisli Korucu Aileleri: Artık Elimize Silah Almayacağız




Bitlis’te HPG gerillaları tarafından yol kontrolü sırasında gözaltına alınarak ardından tutuklandıkları açıklanan 6 korucunun aileleri İHD’de basın toplantısı düzenleyerek, korucuların serbest bırakılması çağrısında bulundu. Aileler, artık savaşın tarafı olmayacaklarını ve ilelebet ellerine silah almayacaklarını söyledi.

Bitlis Merkeze bağlı Çeltikli Köyü yakınlarında 18 Mayıs 2012 günü HPG gerillaları tarafından gerçekleştirilen yol kontrolünde, Çeltikli köyü muhtarı olan korucu Arafat Melek ile İlyas Demir, Davut Melek, Fesih Bodur, Sıddık Bodur ve Burhan Çapar adlı korucuların tutuklanması ardından aileler Bitlis İHD temsilciliğine başvurdu.

Korucu yakınlarından İdris Demir, Abdulhalık Badur, Cabbar Badur ve Hüseyin Menek, İHD Bitlis Temsilciliğinde bir basın toplantısı düzenlediler. Ailelerin yazdığı metni okuyan insan hakları aktivistlerinden Hikmet Fidan başvurucuların yakınlarının serbest bırakılmasını talep ettiklerini belirtti.

Basın metninde bölgede 30 yıldan fazla bir süredir devam eden savaşın tarafı olmayacaklarını, yakınlarının "kaçırılmaları"nın ardından samimiyetlerini ve iyi niyetlerini göstermek amacıyla devlet tarafından koruculuk amaçlı kendilerine verilen silahları Çeltikli Karakol Komutanlığı’na teslim ettikleri dile getirildi.
Bugüne dek yaşanan ve en son 15 kadın gerillanın hayatlarını kaybetmesine neden olan operasyonun, resmi makamlar ve askeri yetkililer ile medya tarafından Çeltikli köyü kırsalında yapılmış gibi gösterilmesine itiraz ededen aileler, “Operasyon öncesi köy korucularımızın operasyonlara çıkmama kararı aldığı kamuoyu tarafından bilinmelidir. Kayıpların ardından medyada ve resmi açıklamalarda köy korucularını yıldırmak amaçlı ve köyümüzü hedef gösterme amaçlı olduğu bilinmelidir” dedi.

Sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri ve odaların olaya duyarsız kalmamalarını isteyen aileler bundan böyle savaşın tarafı olmayacaklarını ifade ederek şunları belirtti: “Bugüne dek resmi yetkililer bir tek gün dahi bizlerle görüşmemiştir. Bizler eski köy korucuları olarak artık savaşın bir tarafı olmayacağımızı, ilelebet elimize silah almayacağımızı açık bir şekilde deklare ederiz. Bununla birlikte alıkonulan 6 korucunun yakınları olan bizler, yakınlarımızın serbest bırakılarak ailelerine kavuşmalarını beklemekteyiz.”

İHD Bitlis Temsilcisi Hasan Ceylan, yaptığı açıklamada savaşın son bulması yönünde çabaların arttırılması gerektiğini söyledi. Savaş ve şiddette ısrar edilmesinin sorunu daha da kronikleştireceğini belirten Ceylan, “Buradan PKK güçlerine alıkonulan kişilerin serbest bırakılmaları yönünde çağrı yaparken; AKP hükümetine de operasyonları derhal durdurarak Oslo görüşmelerinin kaldığı yerden devam etmesi çağrısında bulunuyoruz. Savaşın ve şiddetin, Kürt sorunu’nu çözmek bir yana sorunu gün geçtikçe daha da derinleştirdiği ortadadır. Geldiğimiz noktada, tarih ve geçmişte yaşananlar; diğer ülkelerin pratikleri bizlere şunu göstermiştir ki bu sorunun tek çözüm noktası karşılıklı diyalogdan geçmektedir.” dedi.

ANF NEWS AGENCY

Kürdistan'da KCK Hukuku mu?



KCK’nin 2010’da kendi adalet kurumlarını oluşturma kararı ardından, HPG gerillalarının esir alma, gözaltı ve tutuklama eylemleri 2011’den itibaren yoğunlaşmaya başladı. Bu yaz aylarından itibaren ise gerilla operasyonları daha geniş bir çevreyi hedef alarak yeni bir boyut kazandı. Kürdistan’da AKP rejiminin işlediği suçlara karşı KCK hukukunun devreye girdiği belirtiliyor.

Gerillanın esir alma, gözaltı ve tutuklama eylemleri özellikle 2011 yılından itibaren yoğunlaşmaya başladı. Asker, polis ve korucuların esir alınmasının yanı sıra, sivillerin de gözaltına alınması bu operasyonlara yeni bir boyut kazandırdı.

Karakol inşaatı, Kürdistan doğası ve tarihini yok eden baraj inşaatlarında çalışanlar, asimilasyona hizmet eden faaliyetlerde bulunanlar, ağır suçlara yol açan rejimle işbirliği yapanlar ile baskıcı-zorba iktidara hizmet edenlerin de aralarında olduğu geniş bir çevre gerillanın gözaltı ve tutuklama operasyonlarına konu oluyor. Diğer bir ifadeyle, Kürdistan’da rejimin işlediği suçlar karşısında, gerillanın kendi hukukunu devreye koyduğu görülüyor.

AKP’NİN DİKTATORYAL BİLANÇOSU

AKP rejimi 2002’de iktidara gelişinden sonra, 60 bine yakın olan tutuklu sayısını 140 binlere çıkararak Türkiye’yi özellikle “terörle mücadele” adı altında tutuklananlar açısından dünyanın en büyük cezaevine çevirdi. Bununla da kalmayarak, AKP/Gülen yönetimini eleştiren, “biatçı” ve “yandaş” çemberin dışında kalan herkesi hedef alarak, gözaltı ve tutuklama furyasını günlük yaşamın bir parçası haline getirdi.

Türkiye bugün tartışmasız bir şekilde 600’ü aşkın tutuklu ile öğrenciler, 500’ü aşkın tutuklu ile BDP’li kadın aktivistler, 100’e yakın tutuklu ile gazeteciler, 40 dolayında tutuklama ile sendikacılar, bir o kadar tutuklama ile avukatlar, tutuklanan 32’si belediye başkanı ve 8’i vekil olmak üzere seçilmişler ve yüzlercesi tutuklu çocuklar açısından da dünyanın en büyük cezaevi durumunda. Yine çok sayıda aydın ve insan hakları savunucu da cezaevlerinde bulunuyor. Tutuklama gerekçeleri arasında ise “kanıt” dışında her şey var. Hukuksal gerekçesi olmayan siyasi operasyonlarda tutuklananlar akıl almaz ağır cezalarla karşılaşıyorlar. İHD’ye göre 2011 yılına 12 bin 600’e yakın kişi gözaltına alındı, bunlardan 3 bine yakını tutuklandı. 2012’nin ilk dört ayında ise sadece Kürdistan’da 10 bine yakın hak ihlali yaşanırken, 2 bini aşkın kişi de gözaltına alındı.

HPG: ESİR ALMA VE TUTUKLAMA POLİTİKAMIZ SÜRECEK

Bu tablo karşısında gerillanın daha aktif bir şekilde devreye koyduğu yeni politikanın ise süreceği anlaşılıyor. HPG Anakarargah Komutanı Nureddin Sofi, 24 Mayıs günü ANF’de yayınlanan mülakatında bu eylemlere dikkat çekerek şunları söyledi: “Bilinmeli ki esir alma ve tutuklama politikalarımız devam edecektir. AKP’nin Kürdistan’da yürüttüğü kirli savaş politikalarına alet olan ve içinde yer alan herkes tutuklanma maksadıyla hedeflenecektir. Bu askeri hedef oldukları anlamına gelmez. Çünkü artık Kürdistan’da sömürgeci hukuk işlemeyecektir. Demokratik Özerk Kürdistan hukuku işleyecek. Yurtsever ve demokrat insanlar 12 Eylül’ün faşist yasalarına göre suçlu olarak görülüyor. Ama bilinmeli ki esas suçlu olanlar AKP’ye hizmet eden ve halkımıza karşı suç işleyenlerdir.”

KCK MAHKEMELERİ

KCK Yüksek Adalet Divanı Ekim 2010’da “sömürgeci ve inkarcı yargı kurumları ve mahkemeler yerine, kendi demokratik adalet kurumlarını oluşturma” kararı almıştı. Adalet Divanı, son 30 yılda yaşanan savaş suçlarının belgelenerek, uluslararası hukuka taşınması, Devlet ve AKP ile işbirliği yapanlar hakkında ise soruşturma kararı almıştı. Adalet Divanı, “başta hareketimize karşı AKP’nin imha ve tasfiye amaçlı plan ve uygulamalarına katılan, kan, şiddet ve gözyaşı üzerinde rant sağlayarak, kültürel soykırım ve asimilasyon politikasında aktif ve bilinçli rol oynayan, halkımızın değerlerini peşkeş çekerek üslendikleri bu uğursuz rolleriyle de barışın ve demokratik çözümün önünde engel oluşturan işbirlikçi hain unsur ve kesimlere karşı inceleme başlatarak soruşturma yürütmenin” kararına varıldığını belirtiyordu. Açıklamada, “Halkımızın şikâyet ve başvurularını inceleme kararını alan toplantımız, suçluları açığa çıkarıp yargılamanın ertelenemez acil bir görev olduğunun tespitine varmış, bu temelde kapsamlı bir çalışma başlatmıştır” ifadeleri yer alıyordu.

ESİR ALMA, GÖZALTI VE TUTUKLAMALAR

28 Mayıs’ta Ağrı Dağı eteklerinde bulunan Korhan Yaylası'nda yol yapım çalışması yaparken bölgeden dönen 3 otomobili durduran HPG gerillaları, otomobilleri ateşe verdikten sonra mühendis Mehmet Tan, avukat Serkan Gültekin, müteahhit Fikri Güner, marangoz Zafer Alagöz ve 6 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltıların gerekçesi öğrenilemedi.

23 Mayıs günü Diyarbakır’ın Lice ilçesi Bayırlı Köyü sağlık Mahallesinde HPG gerillaları biri kadın 10 kişiyi gözaltına aldı. Geçen yıl 3 gerillanın yaşamını yitirdiği olay sonrasında yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alındığı belirtilen köylüler, 26 Mayıs akşamı serbest bırakıldılar.

17 Mayıs günü gerillalar saat 16:30 sıralarında Bitlis merkeze bağlı Çeltikli köyü yakınlarındaki Hemkok mevkiinde bir yol kesme eylemi gerçekleştirdi. 15 kadar aracı durduran gerillalar köy muhtarı ve korucu Arafat Melek ile İlyas Demir, Davut Melek, Fesih Bodur, Sıddık Bodur ve Burhan Çapar adlı korucuları tutukladı. Eylem sırasında gerillalar koruculara ait bir aracı da ateşe verdi. HPG’nin konuyla ilgili yaptığı bir açıklamaya göre bu korucuların Çeltikli köyü yakınlarındaki Sehi ormanlarında 23 Mart günü yaşanan çatışmada 15 kadın gerillanın yaşamını yitirmesiyle ilgili yürütülen soruşturma kapsamında tutuklandılar.

12 Mayıs günü gerilla güçleri Diyarbakır’ın Kulp ilçesi ile Muş arasında bulunan Şenyayla mevkiinde yol kontrolü eylemi yaparak, “AKP Kulp ilçe Başkanı ve Korucu başı olan Veysel Çelik’i yargılamak üzere” tutukladı. Çelik’in yargılanacağını duyuran HPG, “Bu çağrı doğrultusunda düşmanla aktif bir şekilde işbirliği yapan ve Kürt Halkına uygulanan soykırım ve imha politikalarına aktif bir şekilde destek veren Veysel Çelik isimli şahıs tarafımızca yargılanacaktır. Ayrıca AKP'nin yöneticiliğini yapan kişiler bu Kürt düşmanlığından vazgeçmeli ve halka özeleştirilerini vermelidirler. Aksi takdirde onlarında akibeti bu şahıs gibi HPG gerillaları tarafından yargılanmak olacaktır” dedi.

2011’den bu yana da gerillanın elinde olan esirler var. Astsubay Abdullah Söpçeler ve uzman çavuş Zihni Koç, 9 Temmuz 2011’de Diyarbakır’ın Lice ilçesinde, kaymakam adayı Kenan Erenoğlu aynı yıl 12 Ağustos’ta Muş-Kulp karayolu üzerinde yapılan kimlik kontrolü sırasında, uzman çavuş Kemal Ekinci 1 Ekim’de Şırnak merkezde, polis memuru Nadir Özgen ise 10 Eylül’de Van’ın Çatak ilçesinde esir alınmıştı.

HÜKÜMET SESSİZ, ESİRLERİN AKİBETİ NE OLACAK?

Buna karşın AKP hükümeti esirler konusundaki sessizliğini sürdürüyor. Hükümet esir asker ve polislere ilişkin henüz kamuoyuna resmi bir açıklamada bulunmadı. Peki bu esirlerin akibeti ne olacak? Nureddin Sofi şunları söylüyor: “Elimizdeki esirlere ilişkin uluslararası kurallar neyse onu esas alacağız. Bazı şartlar temelinde biz elimizdeki esirleri bırakacağız. Kimi barış yanlısı ve insan hakları savunucusu çevrelerin girişimleri var. Ama bilinmeli ki çözüm tek taraflı olmaz. Tek taraflı fedakarlık yapılmaz ve sonuç da almaz. Bu anlamda bu esirlerin ailelerinin üzüntülerine anlam veriyoruz. Ama esirlerin aileleri de bilmeli ki, bu durumun bu kadar uzamasının temel sorumlusu Türk devleti ve AKP hükümetidir. Bu işin sorumlusunun ve muhatabının Türk ordusu ve hükümetinin olduğunu bilmeleri lazım. Kendi çocuklarına sahip çıkamayan bir ordu ve devlet söz konusudur.”

ANF NEWS AGENCY

Neo-liberal Erdoğan'ın 'Muhafazakar' Toplum Projesi

Türk Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, “üç çocuk” yapılması ısrarı ile yaşam biçimlerine dönük direk müdahalesinin ardından başlayan süreci dikkatli okumak gerek. Zira Erdoğan'ın, “muhafazakar” kimliğinden hareketle egemen kılmaya çalıştığı “yaşam biçiminin” bir alt yapısı olmadığı açık. Ekonomik yaşamda serbest piyasa ekonomisinin en acımasız kurallarının egemen kılınıp, emekten yana en ufak bir politik adım atılmayıp, global sermayenin rant alanına dönüştürülen bir memlekette, “geleneksel, muhafazakar” bir yaşam önerisi ile ortaya çıkan siyasetçinin tek bir amacı olabilir. Gerçek amacı perdelemek.

Nitekim Erdoğan, herkese üç çocuk kampanyasını sınır ötesi temaslarında da gündeme getirerek yaşam biçimlerine yönelik müdahalesine meşru bir anlam kazandırmaya çabalıyor.

Oysa, Erdoğan'ın AKP'sinin geçmişte iktidar olmuş ANAP ya da DYP gibi sistem partilerinden daha farklı bir ekonomi politiği izlemediği ortada. Serbest piyasanın hem de en acımasız neo-liberal eğilimin bölgesel temsilcisi olan Erdoğan'ın, yaşam biçimlerine “muhafazakar” müdahalesi, politika üretmede dibe vuran iktidarın göz boyama operasyonu olarak da değerlendirilebilir.

Erdoğan, dış politikada da geleneksel Türk dış politikasının momentini oluşturan, “amerikanofil” bir yol izliyor. Hatta bunu kendinden öncekileri de geride bırakarak, Büyük Ortadoğu Projesi'nin ABD ile birlikte eş başkanı olduğunu ilan edecek kadar da aleni yapıyor. Müslüman dünyaya yönelik askeri müdahale ve işgal yoluyla yeni döneme hazırlama operasyonunda ABD'nin yanında yer alan AKP'nin içerde dayattığı “muhafazakar” yaşam bir toplumun kendi içine dönük Truva Atı'nı andırıyor.

Ekonomide ve dış politikada neo-liberalizmin uluslararası patronajının bölgesel temsilciliğine soyunmuş olan AKP'nin, iç politikada muhafazakar bir eğilimden söz etmesi manidar. Eşlerinin türban takmasının dışında bir kapitalistten hiç bir farkı olmayan yaşam biçimleri ile günden güne zenginleşen AKP'li politikacıların samimiyeti de ortada. AKP etrafında öbekleşen bir kesimin kısa bir sürede tarifi zor bir biçimde zenginleştiği de açık. Lüks tüketim konusuda kapitalist gibi yaşayan AKP cenahının-cemaatinin muhafazakar yaşam biçimi talebinin samimiyetsizliği de ortada. Hükmettikleri parayı paylaşma konusunda geniş halk kesimlerine karşı oldukça cimri davranan AKP, sadece yasakçı, denetimci “mutaassıp” yaşam biçimini ortaklaştırıyor yoksullara. Gelir dağılımı adaletsizliğini düzeltme gibi bir hedefi olmayan AKP, geniş halk kesimlerini bu muhafazakar söylemle pasifize etmeyi hesaplıyor.

Bu nedenle, hem iktidarda oldukları yerel yönetimlerde hem de hükümet politikalarında belli bir takvime yayıldığı anlaşılan, “muhafazakar yaşam modeli” için yeni “adımlar” atılacağı anlaşılıyor.

Bu söylemle özellikle dinsel taassup ve muhafazakarlık baskısının daha yoğun olduğu metropollerin etrafında yoğunlaşan yoksulları ve küçük şehirlerde yaşayan kitleler üzerindeki kuşatma yaygınlaştırılmak isteniyor. Bu politikaların sonucu olarak yerel “muhafazakar, ahlakçı” baskılar daha da artacaktır.

AKP'nin bir başka hesabı da bu söylemi Kürt sorunu karşısında da yoğunlaştırmaktır. Başından bu yana Zerdüşt'ü diline dolayan Erdoğan'ın önümüzdeki günlerde bunu yeniden açması mümkün. Bir sonraki aşama da giderek, PKK ve BDP gibi Kürt siyasal kurumlarındaki kadınlara yönelik “ahlakçı, dinsel” bir dil de kullanabilir. Hatta bu amaçla AKP Genel Merkezi'nde Kürdistan'da kılınan Sivil Cuma Namazları'nı engellemeye dönük bir çalışmanın başlatıldığı konuşuluyor.

Mısır'da rejim muhaliflerine, “Laikliğe bağlılık” çağrısı ile uluslararası sermayenin sözcülüğüne soyunarak İslam dünyasında hayal kırıklığı yaratan Erdoğan iç siyasette, “muhafazakar” kimliğini “kürtaj, sezaryen, içki” yasakları üzerinden inşa etmeye çalışıyor.
Kendisine oy veren muhafazakar kesimlerin desteğini ekonomi ve dış politikada uluslararası neo-liberal sistemin hizmetine sunan Erdoğan içerde “muhafazakar” kılıfına büründürdüğü yasakçı, yasaklayıcı baskı rejimini “ahlak, din, kutsal değerler” adı altında yaşama egemen kılma hesabı yapıyor.

Erdoğan'ın uluslararası neo-liberal güçle bütünleştikçe yaşamın diğer alanlarında kendini perdeleyecek “muhafazakar” yaşam biçimini zorlayacağı açık. Önümüzdeki dönemde sokaklarda nasıl davranılacağına ilişkin uyarılarda bulunması da muhtemeldir.
Gençlik kamplarında grupların cinsiyete göre tasnifi, ekonomi ve dış politikada uluslararası kapitalizme teslim olmuş AKP'nin, içerde sosyal ve kültürel hayata müdahalesinin daha da artacağını gösteriyor. Erdoğan uluslararası sermaye ile bütünleştikçe, yaşam biçimlerine yönelik müdahalenin dozunu da günden güne artırıyor.

Bir diğer yaşamsal konu olan Kürt sorununda da “açılım” politikaları ile örgütlü Kürt muhalefetini tasfiyeyi hedefleyen AKP'nin, sorunda geldiği nokta kendine bağımlı bir Kürt tipi yaratmak olarak ortaya çıktı. 2002'de, “değişim, daha çok özgürlük, eşitlik, hakça paylaşım” gibi söylemlerle iktidara gelen AKP'nin bu konuda geldiği nokta, “Diyarbakır belediyesini istiyorum” hükümdar tavrıyla Başbakan'ın gerçek yüzünü gösteriyor.

Kısa süre önce 20 milletvekilini Kürdistan'a göndererek rapor isteyen Erdoğan'ın önüne gelen rapordan da hiç hoşnut olmadığı ortada. AKP milletvekillerinin hazırladığı raporda dahi birinci sırada yer alan Roboski Katliamı konusunda Erdoğan'ın takındığı duyarsız ve saldırgan tavırda bu rahatsızlığı görmek mümkün.

Erdoğan, kürtajla, Roboski katliamını bir tutarak da aslında bu “muhafazakar” tahakkümün sınırlarını nereye kadar vardırılabileceğini gösteriyor.
erdemcan@riseup.net

ANF NEWS AGENCY