24 Mayıs 2012 Perşembe

Kan Banyosuyla Ferahlayan Baronlar

AKP iktidarının Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının yaptığı araştırmaya göre, halktan her 100 kişiden 74’ü (AKP’ye oy verenler yüzde 50’dir) hayatında hiç sinemaya gitmemiş, her 100 Türkten (AKP’ye oy verenlerin toplamına yakın bir nüfus) 44’ünün evine de hiç kitap girmemişti.

Bir halkın, hüzünlü kültür haritası bu da, Pakize Suda, elinde mikrofonla dolaştığı şehir sokaklarında, “zeka”nın çarpıcı sonuçlarını ortaya koyuyordu. Suda’nın dört tarafı toprakla çevrili su kütlesine, kadını, erkeği, yaşlısı, genciyle Türklerin neredeyse tamamına yakını “ada” diyordu.

Böyle bir toplumda, “gözü açıklar” nasıl olsa kimse bilmiyor, anlamıyor diye, çıkarlarına uygun yeni din yaratıyor, bu dini “yüksek kazançlı” sermaye yapıyor, “Elhemdulillah Müslümanım” diyen kalabalıkların sırtında makamlara, eski çağların Tanrısal yetkili mevkilerine konuyor, Karun zengiliği bir hayatın içinde debeleniyorlardı. 

Suudi Arabistan, Afganistan, Pakistan, İran, Irak, Yemen rejimlerinin ayrı İslamı vardı. Bunların İslamı kendilerine de, biz kadının saçı, başı üstüne aksata (ticaret) yapan, dini türbana dolayarak ırkçılığın merkezine yerleşitiren bu yoldan “malı götüren” Türk İslamcılara bakalım:

Şöyle üstünü aralayıp, dibine baktığınızda İslam Peygamberinin yoluyla kesişen bir tarafını göremezsiniz bunların İslamında. En başta, Peygamber yolundaki İslamda din adamlarının memurlaştırılarak, rejimin hizmetine sokulması yoktur.

Ayrıca Peygamber, “Veda Hutbesi”yle, bir kavmi egemen kılma, yüceltme ırkçılığını ve insanlar arasında her türlü ayırım ile başka bir halkın gelişimini kısıtlama, varlığını, statüsünü yasaklamayı büyük günah saymış, bu yola sapanları ümmetinden olmayan münafık ilan etmiştir.

Peygamber, hutbede “faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle emretmiştir” demiş, bir ırkın ötekine üstünlük iddiasını, Müslüman’ın Müslüman kanı dökmesini yasaklamış, şunları eklemiştir:

“Allah, babasından başka soy iddia edenlerin ne tövbelerini, ne de şehadetlerini kabul eder…”

Şimdi sıkı durun: Adam dünyaya dağılmış şirketlere hükmeden para imparatoru, faizle servetini çoğaltan banker, Peygamberin sözleriyle günahkardı. Nişangahına oturttuğu “Türk-İslam” senteziyle, İslam dışı dinin önderi. En son başından aşağıya döktüğü unvanla, Gayrettullah. (İran Mollaları Ayetullahken, o neden Gayrettullah olmasın ki.)

Ve Garettullah’ın örgütlediği adamlar, kapı kapı dolaşıp dini tehditle zekat, fitre ile her türlüsünden hayrat topluyor, bankasına taşıyorlar.

Kürtler, “hadi oradan, münafık” deyince, televizyon ekranında, hayatının şah damarına basılmış gibi “fetva” adı altında “köklerini kurutun” emrini veriyor.

Gayrettullah’ın saltanat ortağı nutukçu, Peygamberin emrine rağmen, babasının soyunu da inkar edip, yaranma dünyasında başka bir soyun ırkçısı kesilerek “tek millet” naralarıyla Kürtlere, “benim gibi dön, dönek münafık ol ve nimetleri götür” diye sesleniyor.

Hayatında hiç sinemaya gitmemiş, kitap, bilgi nedir görmemiş, dört tarafı toprakla çevrili su kütlesine ada diyen kalabalıklar, bunların Müslümanlık dışı dinini İslamiyet sanıyor.    Kürtler, “İslamiyet değildir” diyerek, din memurlarının namaz kıldırdığı camileri terk edince, el ve güç birliğiyle düşman ilan ediliyor, Roboskî katliamında olduğu köylerinden çıkıştan itibaren takibe alınıp, top atışlarıyla bir araya toplandıktan sonra, tepelerine bomba yağdırılıyordu.

Peygamber, Müslümanın Müslümanı katletmesini dinden çıkma olarak nitelerken, nutukçu, Müslümanı katletmeye giderken kimin kim olduğunu ayırt etmeye gerek olmadığını söylüyor, bir halkı topluca namluya oturtuyordu. Sonra, “yaptığımız katliam millidir” diye övünüyor, kiralanmış kimi Kürtler de ona arka çıkıyordu.

Yazılıp eline verilmiş metni okurken, anlamından habersiz, kendini tarif edercesine, Kürdistan’ın kuruluş mücadelesi verenlere “Baron” diyordu.

Kölelikle mücadele insanlık vicdanı açısından meşru, dinen caizdir. Savaşçılar, davalarına adanmış insanlardır.

Baron ise, ücreti mukabilinde, başkasının davası uğrunda savaşmak üzere asker besleyen kişiydi. Söz gelişi, hiç bir davası olmadığı halde, ücretini hak etmek için, ölmek ve öldürmek üzere Somali’ye, Afganistan’a asker göndermek, Suriye’yi karıştırmak, Libya lideri Kaddafi’nin katli, ülkesini işgalde rol üstlenmek, Baron tanımının orta yerine oturuyordu.

Ve günümüzde dinci (sahte dindarlar) Baronlar, başkasının kanıyla besleniyor, kan banyosuyla ferahlıyor, sonra cinayet işleyemeye, midesini göğüs kafesinde arayacak kadar cahil kalabalıkları dolandırıp, soymaya, hırsızlık yapmaya çıkıyorlardı.

AKP’nin iktidarı söz konusu olunca “İdris Naim’den al haberi” derler. Dün bu yazı yazıldıktan sonra İdris Naim’den haber geldi. Roboskî katliamının sınır ticareti yapan çocukların kişiliğinde Kürtleri sindirme ve korkutup bastırmaya ilişkin, planlı bir devlet politikası olduğunu öğrendik.


AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

AKP’li Yalçın Akdoğan Üzerine...

Erdoğan'ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan
AKP’nin özellikle Recep Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorunu ve PKK konusundaki argümanlarını belirleyen isimlerden biridir, Yalçın Akdoğan. Yaşanan gelişmelerden kendisine göre çıkarsamalar yapar, Tayyip Erdoğan’ın önüne koyar. Tayyip Erdoğan da olduk olmadık yerlerde bu konularda konuşur. Ama hep hata yapar.  Yalçın Akdoğan’ın son birkaç yıl içinde yazılarını alın derleyin; alt alta koyun ve okuyun. O yazılar arasında öylesine bir iç tutarsızlık, öngörüsüzlük, hayatın ve zamanın yanlış çıkardığı o kadar çok düşüncesi var ki. Bu beyefendinin öngörüsüne göre şu ana kadar PKK beş-altı kez bitmişti. Bölgesel ve küresel konjöktür PKK’yi tamamen etkisiz kılmıştı. Bu düşüncesinde öylesine ileri gitmişti ki bazı yazılarında “zafer şarkıları” bile yazıyordu.

Ama bu Tayyipçi Yalçın Akdoğan; Uludere’de 18-21 Mayıs tarihlerinde Roboskî kırsalında yaşanan çatışmada ölen onlarca askerin haberini kamuoyuna duyurmuyor. Basılan karakolları, kaldırılan silahları, yaralanan onlarca askerin haberinin gazetelerde yer almasını engelliyor. Yaşanan çatışmaların gerçeğini yazmak ve sorunu çözmeye çalışmak yerine kendince masa başında Tayyip Erdoğan ile birlikte PKK’yi bitirip duruyor!..

Ancak yıllar geçti PKK ve Kürt siyasal hareketi daha fazla güçlenerek yoluna devam ediyor. Hatta AKP’yi giderek daha fazla zorlayan bir durumda bırakıyor. Şimdi Yalçın Akdoğan; önümüzdeki dönemi de psikolojik savaş argümanları ile götürme çabasında. Tayyip Erdoğan’a hata üzerine hata yaptıran bu danışman ekibinin üyelerinden olan Akdoğan; şimdi de kendisine göre PKK’nin yeni stratejisini analiz ediyor ve şöyle diyor: “Kırsalda güvenlik güçleriyle çatışma halinde olan terör örgütü PKK şehir merkezlerinde iki grubu öncelikli tehdit olarak görüyor. Birincisi polis, ikincisi AK Parti teşkilatları... Özellikle AK Parti teşkilatları ve maneviyat ağırlıklı çalışmalar yürüten cemaatler, PKK’nın zemin kazanmasına karşı öncelikli engel olarak değerlendiriliyor.” Akdoğan devam ediyor ve bölgede PKK’nin karşısında durabilen ''tek siyasi gücün AKP olduğunu'' savunuyor ve PKK’nin bölgede ''silahla egemenlik kurduğunu'' iddia ediyor. 

Şimdi koskoca TC Başbakan’ın danışmanı ve “uzman” kişisi bu sözleriyle nasıl bir çıkmazın içinde olduğunu itiraf ettiğinin farkında değil. 

Kaldı ki Türk ordusunun 3/2’lik bölümünün Kürt illerinde PKK’ye karşı mevzilendiren, siyasal ve ekonomik ve kültürel alanda büyük baskı politikaları oluşturan, yargıyı, diyaneti, cemaati, Ergenekon artığı medyayı, yalanı, hileyi istediği gibi kullanan bir hükümet olarak AKP bölgede kendi geçerliliğini tamamen yitirmiş bir durumdadır. Bütün bunları olup bitenleri göremeyen Yalçın Akdoğan şimdi de PKK’nin ölüm korkusu yaşadığını iddia ediyor.

Toy bir siyaset danışmanının siyasetin gidişatını belirleyecek laflar üretmesi kadar tehlikeli bir şey yoktur. İnsan, AKP’nin neden bu kadar çaresiz ve zor durumda olduğunu şimdi daha iyi anlıyor.
Yalçın Akdoğan, Ömer Çelik vb isimler birbirlerini gaza getirerek medyayı ve yalanı kullanarak kendilerini güçlüymüş gibi gösterme uğraşındalar. Erdoğan’a da benzer sözler söyleterek toplumu kandırmayı sürdürmektedirler.

Oysa AKP’nin durumu hiç de iyiye gitmiyor. Kürt illerindeki savaş ve çatışmalı hal giderek derinleşiyor. AKP’yi sarmalayan korku ve psikopata bağlanmış şekilde askeri-polisi araziye salma çabası, savcıların ahlaktan yoksun tutuklama operasyonları AKP’nin yönettiği memleketi daha fazla kaotik bir sürecin içine götürmektedir. Ölüm, zulüm ve zindanla Kürtleri sindirmeyi ve esir almaya çalışan AKP’nin gidişatı gidişat değildir.

Yalçın Akdoğan’ın yazıları da doğru analizler içeren yazılar değildir. Tayyip Erdoğan’ı ikide bir gaze getirip yanlış  konuşturmaktan ve bataklığın içine çekmekten başka bir faydası yoktur. Akdoğan ve benzerlerinin Kürt meselesini anlaması ve buna çözüm getirmesi ise çok ama çok zordur. Çünkü düşünsel kimyasında bu durum çok zayıftır. Yalçın Akdoğan ve arkadaşları ele geçirilmiş devletin olanakları ile “yazı ve düşünce ishalı” bir durum ile karşı karşıyadır...

BAKİ GÜL

Erdoğan’ın ‘Samimi’ Roboskî İtirafları...

Roboskî katliamının üzerinden beş ay geçti.

Hükümetten bugüne değin doğru dürüst tek bir açıklama gelmezken, Amerika’da yayın yapan Wall Street Journal Gazetesi tarafından yayınlanan haberde, Roboskî katliamın da istihbaratın predatörler tarafından verildiğinin duyurulması ve ABD’nin de bu katliamda rolünün olduğu açığa çıktı. Bunun üzerine Erdoğan, Pakistan’dan Roboskî katliamına ilişkin, “Burası, halkın oturduğu bir bölge değil, terör bölgesidir. 30-40 kişilik grup, katırlar, insanlar var. O yükseklikten bu Ahmet midir? Mehmet midir? Bilmek mümkün değil. TSK görevini samimi şekilde yapmıştır. Hata da olabilir. Hatayı da açıkladık, özrü de açıkladık, tazminatı da açıkladık. Ama birileri istismar ediyor. Allah aşkına tazminatsa tazminat” diye seslenerek hepimizin kulağını çekti…

 “Katliam emrini Erdoğan verdi” diyenlere de, “Biz güvenlik güçlerimize, askerimize, polisimize yetkiyi veririz. Onlar da yetkileri dairesinde kullanır. Yetkiyi vermişiz, TSK bunu kullanmış. Bizim Silahlı Kuvvetlerimiz bu görevi samimi bir şekilde yapmıştır. Hata da olabilir” diyerek tescilledi. Acaba yine dili mi sürçtü?

Yani demek istediği şu mu? Çoğunluğu çocuk olmakla birlikte 34 sivil Kürt insan katledilmiş ne diye konuşup duruyorsunuz? Hem Amerika’nın ne alakası var, benim şanlı Türk Silahlı Kuvvetlerim dururken, başkalarını karıştırmayın, bizim kimseye ihtiyacımız yok. 34 ölen Kürt insanı için bu kadar yaygara koparmaya gerek var mı?

Elbette var… Erdoğan için değil ama bizler için insan hayatından daha değerli, daha kıymetli bir şey yok. Bırakın 34 masum insanın ölümünü, bir kişinin burnu dahi kanasa bizim içimiz acır…

Erdoğan, “Burası, halkın oturduğu bir bölge değil, terör bölgesidir” diyor. TSK’ye ait F-16 savaş uçakları tarafından bombalanan, insansız hava araçları Predatörler ve Heronlar tarafından kaydedilen görüntüler, köye doğru gelen konvoyda yük katırları ve köylüler olduğunu aktarmasına rağmen katledildi. Peki, çoğu çocuk 34 kişi terörist miydi? Bunun için mi öldürdünüz? Varsayalım sizin dediğiniz gibi olsa dahi öldürmeniz mi gerekiyordu? Sizin adalet, hukuk, yargı sisteminiz böyle mi çalışıyor? Yine Erdoğan, “Hatayı da açıkladık, özrü de açıkladık” diyor, ama ben herhangi bir özür açıklaması duymadım. AKP Hükümeti, ne hesap verdi ne de sorumluları yargı önüne çıkardı. Aksine Erdoğan bombardımandan hemen sonra, Genelkurmay Başkanı’na teşekkür etti. Ha mesele tazminatsa gerçekten kabak tadı vermeye başladı.

Özür nasıl olur biliyor musunuz başbakan? Katliamı yapan sorumlular yargı önüne çıkarılarak, başta da siz… “Emri ben vermedim, yetki TSK’de” diyerek olmaz. Peki, TSK emri kimden alıyor? Bu katliam tazminatla da kapanmaz başbakan. Tazminatları sus payı olarak ailelerin hesaplarına yatırdınız ama onlar o parayı çekip kullanma tenezzüllünde bile bulunmadılar. Evlat acısından daha büyük bir acı yoktur başbakan! Siz bunu bilmezsiniz, asla da yaşamanızı istemem ama biri çıkıp karşınıza “Evladınızı öldürdüm, kusura bakmayın, alın size şu kadar para” dese ne hissedersiniz? O yüzden din aşkına, ahlak aşkına, vicdan aşkına, insanlık aşkına ölenlere ve geride kalanlara bu hakareti yapmayın…

Tazminat ödeyip bütün suçları işlemek için devlet mi olmak gerekiyor? Hani bizim de öyle bir şansımız var mı?

Devletin sözcüleri, uygun gördükleri vakitte, uygun gördükleri bilgi kadarıyla yetinmemizi mi istiyorlar? Hiç kusura bakmasınlar bunu bekliyorlarsa daha çok beklerler. Azıcık vicdan sahibi olan insanlar Roboskî katliamını unutmayacaklar…

Başbakanın Roboskî katliamına ilişkin samimi itirafları ortaya saçıldı, süpürün bakalım süpürebilirseniz… Daha ne kadar halı altına saklayacaksınız? Sizi bahar temizliği bile kurtaramaz…
Bir de AKP’yi kurtarmaya çalışan, aydınlar, yazarlar, gazeteciler siz ne diyeceksiniz? Belli ki; bir kere içinize devlet kaçmış, çıkarın bakalım nasıl çıkartacaksınız? 

ESRA ÇİFTÇİ
e.ciftci96@gmail.com

'Ağabeyimi AKP Diyarbakır İl Yöneticisi Öldürttü'

Diyarbakır'da geçen hafta uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülen AKP'li Umut Aydın'ın ailesi, çocuklarını AKP'li bir yönetici tarafndan öldürtüldüğünü söyledi. Çocuklarının AKP'deki yolsuzluk ve pislikleri tespit ettiği için AKP Genel Merkezi'ne ve polise mail attığını bunun içinde tehdit edildiğini belirten Aydın ailesi, çocuklarının önce dövüldüğünü sonra da öldürüldüğünü söyledi. cinayetten sorumlu tutulan AKP’li yöneticinin AKP Bağlar İlçe Başkanı Erdal Erdal olduğu öğrenildi.

Diyarbakır Kayapınar ilçesinde 18 Mayıs akşamı öldürülen AKP'li Umut Aydın'ın ailesi, çocuklarının ölümünden AKP'li yöneticileri sorumlu tuttu.

Umut Aydın'ın kardeşi Kadir Aydın, AKP Diyarbakır İl Örgütü'nde bazı yolsuzluk ve rant kavgasına kurban edildiğini belirterek, ağabeyinin susturulmak için öldürüldüğünü söyledi. Ağabeyinin, adını vermediği yönetici bir partili tarafından öldürtüldüğünü iddia eden Kadir Aydın, "Ağabeyim, AKP İlçe Başkanı ile ilgili bir çok çirkin olaya tanık olmuş ve tespit etmişti. Bunları AKP Genel Merkezi ve güvenlik birimlerine sürekli mail olarak gönderiyordu. 18 Şubat akşamı, ilçe başkanı ağabeyimin kafasına silah dayayıp ölümle tehdit etmiş, pis küfürler etmişti. Bunu ağabeyim bizzat bana söyledi. Ben Diyarbakır'da yaşamıyorum. Annemi arayıp söyledim. Daha sonra ağabeyim, onu tehdit eden kişiyle birlikte annemi arayarak sorunu çözdüklerini söylemişler. Ağabeyim, sonraki gün beni telefonla arayarak bana, 'Şerefsiz gelmedin. Ağabeyini dövüp eve bıraktılar. Sen gelseydin bunu yapamazlardı' dedi. Yine 15-20 gün önce ilçe başkanın kayınbiraderi, Batıkent çay ocağı civarında ağabeyimi dövmüş tartaklamışlar. Bu ifademi polise de verdim. Ama kimse cinayetle ilgili bilgi vermiyor. Her şey ortadadır, katil bellidir. Ama adamın kolu çok uzun kimse dokunamıyor" dedi.

Ailenin, ismini vermek istemediği, ancak polise bildirdiği cinayetten sorumlu tutulan AKP’li yöneticinin AKP Bağlar İlçe Başkanı Erdal Erdal olduğu öğrenildi.

OĞLUMU PKK ÖLDÜRMEDİ

Öldürülen Aydın'ın babası 59 yaşındaki Mehmet Sıddık Aydın ise 1990'lı yıllarda kimsenin cesaret edemediği dönemde kelle koltukta özel harekatçılara malzeme taşıdığını söyledi. Aydın, "Oğlumun siyasi bir cinayete kurban edildiğini söylüyorlar. Kesinlikle bu yalandır. Teröristler oğlumu öldürmedi. Enseden kurşun sıkıldığı söyleniyor bu da yalan. Adam yüzü dönük, tam karşıdan 30 santim mesafeden tabanca ile ateş etmiş. 3 kurşun yüzünün sol tarafına, 1 kurşun sağ çenesinin alt tarafından isabet etmiş. Ama oğlumun PKK tarafından öldürülmüş olduğunu söylüyorlar, kesinlikle yalan. Oğlum, kendine küfür edenlere, 'Allah senden razı olsun' diye cevap verirdi. Oğlumdan tek bir kişi rahasız olmadı. BDP'li Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir taziyemize gelerek manevi destek sundu. Baydemir'in sıcak ilgisi ailece hoşumuza gitti. Ama AK Partili milletvekilleri ve yetkililer, ayıp olmasın diye taziyeye geldiler" dedi.

GÖNÜLLÜ DEĞİL PARTİ ÇALIŞANIYDI

Aydın'ın evli 35 yaşındaki kız kardeşi Çiğdem Yıldız da ağabeyinin kanının yerde kalmamasını isteyerek, Başbakan Erdoğan'dan yardım istedi. Aydın'ın 28 yaşındaki evli kız kardeşi Sevgi Yoldaş da, AK Partili yetkililerin ölümünden sonra ağabeyine sahip çıkmadığını ileri sürürek, şunları söyledi:

"Ağabeyim, kendi parasıyla yaptırdığı site ile AKP çalışmalarını halka aktarıyordu. Medya ve tanıtım işlerini yürütüyordu. Ama ölümünden sonra sadece gönüllü bir üye olduğunu söylediler. Bu doğru değil. Ağabeyim orada çalışıyordu. 2.5 yıldan beri orada çalışıyordu. Ölmeden önce herkes onu çok seviyordu. Öldükten sonra kimse onu tanımadı. Ama taziyeye gelen arkadaşları her şeyi anlattı bize. İlçe başkanı ile aralarında geçenleri tek tek anlattılar. Korktukları için polise gidip anlatamıyorlar. Kardeşim evli 2 çocuğu vardı. Bunun hesabını kim verecek? Kardeşimi teröristlerin öldürdüğünü söylüyorlar. Kesinlikle yalandır. Polis de biliyor, biz de biliyoruz. Ama kimse bu konunun üzerine gitmiyor" şeklinde konuştu.

Umut Aydın'ın 18 Mayıs akşamı öldürülmesi ardından başta AKP Diyarbakır İl Başkanı Halil Advan olmak üzere parti yöneticileri Aydın'ın partilerine zaman zaman uğrayan, gönüllü olarak fotoğraflarını çalışan biri olarak tanıtmışlardı.

ANF NEWS AGENCY

Taraf 'Planlı Katliam'ın Belgesine Ulaştı!


Çoğu çocuk 34 sivil Kürdün katledildiği operasyonun izin belgesine ulaştıklarını iddia eden Taraf gazetesi, "Anlık değil planlı katliam" dedi.

Jandarma’nın 28 Aralık 2011 tarihli Uludere’ye operasyon izni belgesine ulaştıklarını belirten gazete, Hava harekâtı öncesi, Şırnak Jandarma Komutanlığı’nın, hazırlık amaçlı “Yıldız” isimli operasyon için Şırnak Valiliği’nden yazılı izin istediğini iddia etti.

“Gizli” ibareli belgenin, Uludere’deki hava harekâtının akut bir gelişme karşısında anlık inisiyatif kullanımıyla gelişmediğini, hazırlıkların öncesinden başladığını ortaya koyduğu ifade ediliyor.

Gazeteye göre operasyon izni İl Jandarma Komutanı J. Albay Osman Aslan (görevde) adına Jandarma Yüzbaşı Ergün Özgür tarafından istendi. Bu izni verenin ise Şırnak Vali Vekili Turgay İlhan olduğu belirtildi.

İzin talebinde, “Çeşitli teknik istihbarat ve alınan duyumlar kapsamında BTÖ (PKK) mensuplarının bölgeyi geçiş güzergâhı olarak kullanabilecekleri değerlendirilmektedir” denilirken, operasyonun başlama ve bitiş tarihi 28 Aralık-29 Aralık 2011 olarak not ediliyor.

Yine belgede sorumlu komutanlığın Şenoba 22’nci Jandarma Sınır Tugay Komutanlığı olduğu ifade edilirken, operasyon kuvveti olarak da şu birimler ve ekipmanlar ayrıntılı olarak sıralanıyor: “2. Jandarma Komando Timi (Havan ve obüs desteğinde): 1. Jandarma Komando Timi 2 GGK Timi (ihtiyat): 4x155 mm. Obüs/Gülyazı; 3x81 mm. Havan/Geymişule. Operasyon için talep edilen izin belgesinin ekinde ayrıntılı koordinatların verildiği haritalar da mevcut.”

ANF NEWS AGENCY

YXK Berlin’de Fetullah Gülen Semineri Düzenledi


Berlin Üniversitesinde, Kürdistan Öğrenciler Birliği’nin (YXK) organize ettiği Gülen Cemaatine ilişkin bir seminer düzenlendi. Seminer konuşmacılarından gazeteci Baki Gül, Kemalistlerin daha önce Kürtlere karşı uyguladığı asimilasyonun bugün Gülen Cemaati eliyle daha güçlü bir şekilde devam ettirildiğini söyledi.

Kürdistan Öğrenciler Birliği (YXK), Berlin Frei üniversitesinde, Gülen Cemaatine ilişkin bir seminer düzenledi. Gazeteci Baki Gül ile Dr. Nick Brauns’ın konuşmacı olarak katıldığı seminere 60 üzerinde akademisyen, eğitim görevlisi ile öğrenci katıldı.
Gülen Cemaatinin baskıları sonucu Üniversite yönetimi tarafından yapılmasına izin verilmeyen, YXK’li öğrencilerin ısrarlı çalışmaları sonucunda ‘izinsiz’ gerçekleşti. Seminerin yapıldığı salonun yoğun katılımdan ötürü dar gelmesi sonucu, birçok katılımcı yere oturarak izlemek zorunda kaldı.

Gazeteci Baki Gül seminerde yaptığı konuşmada, Kemalistlerin daha önce Kürtlere karşı uyguladığı asimilasyon politikasının, bugün Gülen Cemaati tarafından farklı yöntemlerle daha güçlü bir şekilde devam ettirildiğini söyledi. Gül, Türkiye’de ordu, polis ve yargı erkini ele geçiren cemaatin, kendine karşı tehdit olarak gördüğü Kürtler ile Kürt özgürlük hareketini pasifleştirerek ortadan kaldırmak istediğini belirtti. Gazeteci Gül, “Bu nedenle binlerce insan uyduruk iddianamelerle tutuklanmakta, Kürt özgürlük savaşçıları kimyasal silahlarla öldürülmektedir” dedi.

Dr. Nick Brauns ise Gülen Cemaatinin tarihine değinerek, askeri darbelerdeki rolüne açıklık getirdi. Brauns, Fetullah Gülen’in 12 eylül faşist darbesi ile 28 şubat post-modern darbesine açık destek verdiğine dikkat çekti. Brauns, konuşmasının devamında, cemaatin Anadolu sermayesini arkasına alarak nasıl uluslar arası Türkçü lobi gücüne dönüştüğüne açıklık getirdi.

Gazeteci Gül ile Dr. Brauns’ın sunumu ardından verilen kısa aradan sonra seminerin son bölüme geçildi. Burada söz alan Alman akademisyenlerin, Türkiye’de ordu, polis ve yargıda bu denli kadrolaşıp baskı imparatorluğuna dönüşen Gülen hareketine karşı Avrupa devletlerinin neden sesiz kaldıkları sorusu dikkat çekti.

Seminer, Fetullah Gülen’in Amerika’da üstlenmesi, diğer Müslüman cemaatlere mesafeli yaklaşması üzerinde yapılan değerlendirmelerle son buldu.

ANF NEWS AGENCY

Nureddin Sofi: Kürdistan'da Sömürgeci Hukuku İşletmeyeceğiz

HPG Anakarargah Komutanı Nureddin Sofi

HPG Gerillalarının yol kontrollerinden...
Behdinan - HPG Anakarargah Komutanı Nureddin Sofi, Türk ordusu ile gerilla güçleri arasında giderek şiddetlenen savaş dengesinin gerillanın lehine döndüğünü söyledi. Kürt halkına karşı suç işleyenleri tutuklamaya devam edeceklerini belirten Sofi, “Kürdistan’da sömürgeci hukuku işletmeyeceğiz” dedi.

Kürdistan dağlarından her gün yeni bir operasyon ve çatışma haberi geliyor. HPG gerillaları ile Türk ordusu arasındaki savaş artık daha geniş bir alana yayılırken HPG tarafından yapılan tutuklamalar da artmaya başladı. En son gerillalarının yaşamlarını yitirdikleri çatışmalara katıldıkları şüphesiyle 6 korucu ve AKP Kulp ilçe başkanı Veysel Çelik HPG tarafından tutuklandı. Yine artan operasyon ve eylemler yanında Kürdistanlılara yönelik devlet baskısı, ajanlaştırma ve koruculaştırmaya yönelik haberlerin de ardı arkası kesilmiyor.

HPG Anakarargah Komutanı Nureddin Sofi, şiddetlen savaş, korucuların tutuklanmasına ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.

Nureddin Sofi, ellerindeki esirlerin sağlık ve morallerinin iyi olduğunu belirtirken, Kürdistan’da özel savaşa katılan, uygulayan kesimleri tutuklamaya devam edeceklerini kaydetti. Tutuklanan korucuların aile ve çevrelerine çağrıda bulunan Sofi, aile ve çevrelerin koruculara yönelik iddialar hakkında yeterli bilgi ve delilleri HPG’ye ulaştırmalarını istedi.

‘DENGE GERİLLAYA DOĞRU DÖNMÜŞTÜR’

*Hatay’da gerçekleştirdiğiniz eylem hakkında verdiğiniz bilgilerde Türk ordusunun operasyon alanına sivil araçlar içinde ve sivil kıyafetler giyerek geldiğini belirtmiştiniz. Bu uluslararası sözleşmelere aykırı değil mi? Türk ordusu neden böyle bir yöntem seçti?

Kirli ve psikolojik savaşın ağırlıkta olduğu bir kışı geride bıraktık. Baharla birlikte gerillanın hareket alanının genişlediği ve gerillanın devrimci halk savaşı hamlesiyle sonuç alacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Son yaşanan çatışmalarda görüldüğü gibi denge gerillaya doğru dönmüştür. Kışın zor koşularında ABD’de aldığı teknik güçle Türk devleti farklı havalara girmişti. Ancak bu hava Kürdistan’da eriyen karlarla birlikte erimiştir. Şimdi savaş gerillanın lehine dönmektedir. Uludere’de Maymun tepesinde, Dersim ve en son Amanos’ta yaşanan çatışmalar bunun bir kanıtıdır. Bu henüz bir başlangıçtır. Devrimci halk savaşının sonuç alacağı bir sürece girmiş bulunuyoruz.

‘SİVİL ELBİSELERLE SAVAŞA KATILMAK KONTRA SAVAŞIDIR’

Bunun telaşını ve paniğini yaşayan Türk ordusu kendini gerillanın hedefinden çıkarmak için birçok kural dışı biçim ve şekillere girmektedir. Askerlerin sivil elbiselerle savaşa katılması kontra savaşıdır. Bir çete savaşıdır. Sizin de belirttiğiniz gibi hiçbir askeri kurala sığmaz. Türk devleti ne zaman gerillaya karşı zorlansa bu kirli yöntemlere başvuruyor. Askerlerini sivil araçlarla taşıyor. Sivilleri kendi kirli emelleri için kullanıyor ve sivilleri hedef yapıyor. Bir yandan bu sivilleri savaşın malzemesi haline getiriyor diğer yandan kendini sivillerin arkasına gizliyor. Bu korkakça bir yöntemdir. Bunu son günlerde hem Gerdiya’da gördük hem de Amanoslar’da gördük. Binbaşı, üsteğmen gibi üst rütbeli askerler bile bu yönteme başvuruyor. Korkularından sivil elbiselerle geziyor ve operasyonlara katılıyor. Bu bile Türk ordusunun gerillaya karşı nasıl zorlandığını gösteriyor. Zaten düzenli orduyla ve uluslararası savaş kurallarına riayet ederek gerillayı yenmesi söz konusu değildir. Bu birçok defa ispatlanmıştır.

‘KONTRGERİLLA YÖNTEMLERİ KLASİK ORDUNUN YENİLGİSİNİN KANITIDIR’

Koruculara, kontra yöntemlere başvurması klasik ordunun yenilgisinin kanıtıdır. Nizami yöntemlerle sonuç alamadığını gayri nizami ve savaş dışı kurallarla almaya çalışıyor. Zaten hiçbir zaman Kürdistan’da uluslararası hukuka riayet etmediği gibi kendi iç hukukunu da çiğnemiştir. Kimyasaldan tutalım Napalm ve misket bombalarına kadar uluslararası yasak olan silahları kullandığı yetmiyormuş gibi bir de sivilleri savaşın bir parçası haline getiriyor.

Bu konuda hiçbir sivilin savaş aleti olmamasını temenni ediyoruz. Özellikle Kürdistan’da sivil insanlar ne kendini ne de araç gereçlerini Türk ordusunun hizmetine sokmamalıdır. Kendini düşman için savaşın bir malzemesi haline getirmemek her yurtseverin görevidir. Diğer haliyle askere ve polise çalışanlar onlara yardım edenler savaşta onların kalkanı konumuna gelmiş olurlar. Bu da onlara bir şey kazandırmaz.

‘KÜRT TOPLUMUNUN KALBİNDEKİ PASLI HANÇER’

*Koruculuğu özendirmek amacıyla devlet tarafından her gerilla cenazesine, yine her kaçakçı ihbarına ödül verileceği bilgisi basına yansımıştı. Yine birçok Kürdistan ilinden zorla koruculaştırma ve baskı haberleri geliyor. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Özel savaşın temel yöntemi olan koruculaştırma, Türk sömürgeci devleti ve onun işgalci ordusunun Kürdistan’da çoğu kez başvurduğu bir yöntemdir. Geçmişte Kürdistan’da yaşanan isyan ve ayaklanmaları bu yöntemlere başvurarak bastırmıştır. Kimi ihanetçi ve işbirlikçi çevrelerle ağacın kurdu misali Kürt toplumu içinde ihaneti, işbirlikçiliği teşvik etmiş, para yoluyla insanları satın alarak düşürmüş, işbirlikçiliği Kürt toplumunun kalbine paslı bir hançer gibi saplamıştır.

PKK’nin ortaya çıkışıyla birlikte ve özellikle Kürdistan Ulusal Diriliş Devrimi 15 Ağustos ile birlikte direnişe geçen Kürdistan halkına karşı Türk devleti yine bu kirli yönteme başvurmuştur. Birçok kez provokasyonla, halkın bilinçsizliğinin yanında da maddi zayıflığını da kullanarak Kürt halkıyla Kürdistan devrimi arasında nifak tohumu ekmek için halkın içinde koruculaştırma politikasını yaymaya çalışmıştır.

‘KORUCU ÇETELERİ BİRÇOK KİRLİ İŞE BULAŞTI’

Türk devletinin Kürdistan’da geliştirdiği korucu çeteleri işbirlikçilik ve ihanetin yanında birçok kirli işe de bulaştı. Uyuşturucu ticareti gibi yaptıkları kirli işleri tabii ki Türk ordusuna mensup komutanlarla birlikte yaptılar. Bu anlamda bu çeteci gruplar ile Türk ordu komutanları suç ortağıdırlar. Hatta birçok faili meçhul cinayette de bunları kullandıkları bilinen bir gerçektir. Devletin özel olarak beslediği bu çeteci gruplar adeta toplumun başına bela olmuşlardır.

‘BİRÇOK ÇEVREYİ AFFETTİK’

Biz hareket olarak Önderliğimizin yeni paradigması temelinde bu politikaları fark ettik ve düşmanın bu kirli politikasını boşa çıkarmaya, halkımızı bilinçlendirmeye çalıştık. Gerçekten de bu suçlara bulaşmış birçok çevreyi affettiğimiz gibi bu çevreleri bu kirli politikalardan kurtarmaya ve onlara yardımcı da olmaya çalıştık. Devrimci halk savaşı sürecinde birçok çevre bu politikalarımızı görüyor ve yurtsever tarafta yer alıyor. İnancımız odur ki bundan sonra halkımız bu kirli oyunlara gelmeyecektir.

‘ERGENEKONCULARIN YÖNTEMİNİ BUGÜN ERDOĞAN KULLANIYOR’

Geçtiğimiz kış Garzan da şehit düşen on beş kadın arkadaşlarımızın şahadetinde korucuların olduğu söyleniyor. Kim olursa olsun biz bunu açığa çıkaracağız ve hesabını soracağız. Bu konuda halkımız dikkatli olmalı. Kirli politikalara bulaşanlardan hesap sorulacaktır. Bu çevreleri uyarıyoruz. Bu konuda Türk ordusunu da uyarıyoruz.

Bu yöntemi en çok 90’larda Ergenekoncular kullandı. Ama şimdi Erdoğan, İdris Naim Şahin kullanıyor. Bu politikalar iflas etmiş kirli politikalardır. Bu politikalar kısa sürede bazı sonuçlar alsa da uzun vadede kaybetmeye mahkumdur. Halkımız AKP politikalarına karşı dikkatli olmalı. Elleri Arjinlerin kanlarına bulaşmış hainleri bizler de değil onların çocukları bile lanetleyecektir.

‘ÖZRÜ KABAHATİNDEN BÜYÜK’


*Uzun bir süredir elinizde tuttuğunuz esirler var. Esirlerin son durumu nedir? Bu esirler hakkında şu ana kadar devlet nezdinde veya aracılar yoluyla herhangi bir girişim oldu mu?

Elimizdeki esirlerin sağlık durumları ve psikolojik durumlar gayet iyidir. Şu ana kadar Türk devletinin ve Türk ordusunun resmi makamlarınca hiçbir başvuru ve girişim olmamıştır. Ve dünyada bunun örneği de yoktur. Bir ordu kendi subayına, çavuşuna sahip çıkmıyorsa o ordu askeri şereften bahsedemez. İsrail bir askeri için 1400 esiri bırakabiliyor ama Türk devleti askerlerinin esaretini kabul bile etmiyor. Böyle bir duyarsızlık ortadayken kimse bu orduya mensup olmak istemez. Türk ordusu ve devleti açısından yaşananlar çok ayıptır. Basından takip ettik esirlerin maaşları kesilmiş, ailelerine ödenmiyor. Bir devlet, ordu buna tenezzül ediyorsa hangi şereften bahsedebilir ki. Bir ordu, Genelkurmay buna tenezzül ediyorsa bu çok ayıp bir şeydir. Bunlar yetmiyormuş gibi bir de havadan sudan bahaneyle gelip PKK’nin elinden alacakları söylüyorlar. Özrü kabahatinden büyük buna denir.

‘ESİR YOKTUR DEMEKLE ESİR OLMUYOR MU?’


Savaşta ölüm, yaralanma olduğu gibi esaret de vardır. Dünyaca tanınan prosedür ve yaklaşımlar vardır. Daha önce defalarca esir aldığımız asker ve polisleri ailelerine teslime ettik. Sivil toplum örgütleri ve insan hakları savunucularının girişimleriyle oldu. Ama bıraktığımız insanlar bile hapse alındı, soruşturuldu. Esirleri almak için gelen ve girişimde bulunan çevreler bile suçlu konuma düştü. Güya bizi bir savaş tarafı olarak görmemek için izlenen bir politikaymış. Deve kuşu misali bir tablo çıkıyor karşımıza. Savaş yoktur desen savaş olmuyor mu. Esir yoktur desen esir yok mudur. Sonuç olarak daha önce belirttiğimiz politikamız devam edecek.

‘ESİRLERİN BU KADAR KALMASININ SORUMLUSU AKP HÜKÜMETİDİR’

*Talep gelmemesi durumunda esirlerin akıbeti ne olacak? Bu konuda herhangi bir çağırınız var mı?

Elimizdeki esirlere ilişkin uluslararası kurallar neyse onu esas alacağız. Bazı şartlar temelinde biz elimizdeki esirleri bırakacağız. Kimi barış yanlısı ve insan hakları savunucusu çevrelerin girişimleri var. Ama bilinmeli ki çözüm tek taraflı olmaz. Tek taraflı fedakarlık yapılmaz ve sonuç da almaz. Bu anlamda bu esirlerin ailelerinin üzüntülerine anlam veriyoruz. Ama esirlerin aileleri de bilmeli ki, bu durumun bu kadar uzamasının temel sorumlusu Türk devleti ve AKP hükümetidir. Bu işin sorumlusunun ve muhatabının Türk ordusu ve hükümetinin olduğunu bilmeleri lazım. Kendi çocuklarına sahip çıkamayan bir ordu ve devlet söz konusudur.

‘BİZİM İÇİN GEÇERLİ OLAN DEMOKRATİK ÖZERKLİK YASALARIDIR’

*Bu esirler yanında yeni tutuklamalarınız da gelişti. Kimi kesimler ''askeri hedef kapsamında yer almadığını için devlet bürokratları ve AKP’lilerin tutuklanmasının yanlış olduğunu'' belirtiyor. HPG’nin bu konudaki tavrı nedir? Tutuklama gerekçeniz nedir?

Kürdistan’da bizim için geçerli olan demokratik özerkliğin yasalarıdır. Ve bu yasalara göre hareket ediyoruz. KCK’nin yasalarına göre suçlu konumunda olan herkesi yargı organlarının karşısına çıkaracağız. KCK’nin yargı organlarının Kürdistan’da faaliyet yürütmesi için, biz de HPG olarak kendi üzerimize düşen görevi yapacağız. Kararlara uyacağız ve gereken yargılamaları yaptıracağız.
‘HATİP DİCLE VE SELMA IRMAK DA ASKER DEĞİL’

Kuşkusuz AKP’liler askeri hedef değil. Biz de öyle yaklaşıyoruz. Son günlerde tutukladıklarımızda asker değildir. Kulp AKP ilçe başkanı asker olmadığı gibi Kürt halkının oylarıyla milletvekili seçilen Hatip Dicle ve Selma Irmak da asker değildir. Her gün onlarca sivil insanımız Türk devleti tarafından tutuklanıyor. Sözde KCK operasyonları adı altında çocuk-yaşlı demeden binlerce insan tutuklandı ve tutuklanmaya da devam ediyor. Sekiz bini aşan bir tutuklanma durumu söz konusu. Şimdi bu insanlardan hangisi askerdir. Bunların hepsi de sivil siyaset yapan insanlardır. Ellerine silah dahi almamışlardır.

‘SUÇSUZ İNSANLARI TUTUKLAMIYORUZ’

Diğer yandan bizim tutukladığımız insanlara gelelim. Bir Filistinli Kadima (İsrail'de aşırı sağcı bir Yahudi partisi) partisine üye oluyor mu? Filistinli birinin Kadima partisine üye olması neyse Kürdistan’da da birinin AKP’ye üye olması aynı şeydir. Bunlar halka hesap verecekler. Bu anlamda tutuklananlar ister AKP’li olsun, ister sivil bürokrat olsun mutlaka suçludurlar. Çünkü bu insanlar kirli işlere bulaşmışlar ve halka karşı suç işlemişler. Suçsuz insanları tutuklamıyoruz.

Bu insanların yargılamaları KCK’nin yargı usulüne uygun bir biçimde olacaktır. Hem de dünyanın en evrensel, en çağdaş, ahlaki ve toplum yaslarıyla yargılanacaklardır. Bu konuda hiç kimsenin kaygısı olmasın.

‘TUTUKLANAN KORUCULARIN YAKINLARI BİLGİ VE DELİLLERİ GETİRSİNLER’

Bunun yanı sıra en son Bitlis’te tutuklanan beş korucunun konumları farklıdır. Onlar savaşta yer alan ve askeri görevlerde bulunan hatta doğruysa yoldaşlarımızın şahadetinde yer alan insanlardır. Gerçekten de bu iddialar doğruysa bu insanlar en keskin bir şekilde yargılanacak ve cezalarını çekecekler. Bu anlamda aileleri ve çevreleri yeterli bilgi ve delilleri elimize ulaştırmalılar. Umarız bu iddialar doğru değildir. Gerçekten de ihanet etmişlerse, on beş kadın gerillamızın kanına girmişlerse, on beş cana kıymışlarsa onun hesabını vermeleri gerekiyor. Bu en kirli ihanet olduğu gibi hiçbir insani değere de sığmaz.

‘KÜRDİSTAN’DA SÖMÜRGECİ HUKUK İŞLEMEYECEK’

Bilinmeli ki esir alma ve tutuklama politikalarımız devam edecektir. AKP’nin Kürdistan’da yürüttüğü kirli savaş politikalarına alet olan ve içinde yer alan herkes tutuklanma maksadıyla hedeflenecektir. Bu da başta belirttiğim gibi askeri hedef oldukları anlamına gelmez. Çünkü artık Kürdistan’da sömürgeci hukuk işlemeyecektir. Demokratik Özerk Kürdistan hukuku işleyecek. Yurtsever ve demokrat insanlar 12 Eylül’ün faşist yasalarına göre suçlu olarak görülüyor. Ama bilinmeli ki esas suçlu olanlar AKP’ye hizmet eden ve halkımıza karşı suç işleyenlerdir.

‘OPERASYONLARIN AMACI İLÇE BAŞKANINI ÖLDÜRMEKTİR’

Bir kez daha vurgulamak isterim ki sivilleri askeri hedef olarak görmüyoruz. Sivilleri tutuklamamız devam edecek. Bazı çevreler bu tutuklamalarımızı farklı yere çekmesinler. Biz sivil siyaset yapanlara bir şey demiyoruz. Ama diğer yandan özel savaşın içinde yer alanların da sivil siyaset yapmadıklarını da bilmek gerekiyor. Bunların hepsi de Kürdistan’da işlenen suçlara bulaşmış kişilerdir. Biz öyle durduk yere kimseyi almayız ve yargılamayız. Suçsuz insanlarla da işimiz olmaz. Ama özel savaşını içinde yer alan kişilerin sivil siyaset yapanlarmış gibi gösterilmesi de kabul edilemez.

Bu tutuklu olanların sağlığına ve yaşamlarına her hangi bir zarar gelirse sorumlusu Türk ordusudur. Çünkü Türk ordusu her gün imha amaçlı operasyonlarını sürdürüyor. Eğer tutukladığımız insanların başına bir şey gelirse tek sorumlusu Türk ordusu olacaktır. Bu durumu aileler ve duyarlı çevreler bilmeli. Bitlis Şenyayla kırsalında yoğunlaşan operasyonların amacı AKP ilçe başkanını kurtarmak değil tam tersine öldürüp ailesini ve kamuoyunu bize karşı tepkilendirmektir.
ANF NEWS AGENCY

Newton Sendromu AKP’nin İvmesi



 Veysi Sarısözen
 
Sonunda dilleri çözüldü.

Önce Başbakan “tazminat verdik daha ne konuşuyorsunuz” diyerek Hükümetin Roboski katliamıyla ilgili yüz kızartıcı tutumunu gözler önüne serdi.

Doğrusu, ben bu kabalığın “son sınır” olacağını sanıyordum. Beteri geldi. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin konuştu.

Ve o da baklayı ağzından çıkardı. Katledilen gençler “yakalansaydılar yargılanacaklardı” dedi. Düne kadar söylenmeyen açıklıkta, “kaçakçılıktan”, “kaçakçılık gelirinden” söz etti.

Medya bu açıklamayı, “İçişleri Bakanı vur emrini vereni açıkladı” diye verdi. Asıl açıklanan ise, 34 insanın “kaçakçılık” yapanlar olduğunu bilerek “vur” emri verildiğidir.

"Kaçakçılık olayı gölgede kaldı. O bölge KCK’nın kontrolünde bir bölgedir… Bu gençler figüranlardır. Filmin baş aktörleri vardır"…

Durum açık: Sınır bölgelerini “insansızlaştırma” operasyonun gereği olarak bu katliam yapılmıştır. Yapılmıştır, ama, yüze göze bulaştırılmıştır. Katliamdan geriye yaralı görgü tanıkları kalmıştır; olay yerine devlet gitmeden önce katledilenlerin yakını köylüler gitmiştir. Etrafı “kalaşnikoflarla süsleme” imkanı bulunamamıştır. Katledilenlerin yarısının “çocuk” olduğu “hesap edilememiştir”.

Sınır bölgelerinde yaşamlarını yasaklanan sınır ticaretiyle sürdüren Kürt köylülerine karşı açılan savaş ilk adımında duvara toslamıştır.

Başlangıçta “kaçakçılık” lafını etmeyen ve kafileyi “PKK’li sandık” diyen hükümet, artık bu katliamın bilinçli bir şekilde yapıldığını itiraf etmiştir.

AKP hükümeti, savaşı en vahşi yöntemlerle sürdürüyor. Bir yandan bölgenin bütün vadilerini barajlar kurarak su altında bırakarak insansızlaştırıyor ve bir yandan da Roboski’de olduğu gibi, sınır köylülerinin tek geçim aracı olan “kaçakçılığa” karşı kanlı bir katliamla köylüleri sınır boylarından göçe zorlamayı planlıyor.

Bu sinsi yöntemler, “
çağdaş jenosid”in yöntemleridir. Bir bölgeyi insansızlaştırmak insanlık suçudur. Bu suç “su altında bırakma” ve Roboski türü “terörize” etme yoluyla işleniyor.

İçişleri Bakanı ANF’nin haberine göre, “vur” emrini verenleri değil, BDP’yi hedef gösterdi.

‘BDP bu olayın parçası durumundadır’ diyerek, kaçak malın PKK tarafından verildiğini ileri süren Şahin, ‘Filmin bütününe bakılınca özür dilenecek bir şey yoktur’ dedi.

Katliamı ‘suçluluk psikolojisiyle görmüyoruz’ diyerek savunan Şahin, katliamın sorumlusu olarak da adeta gençleri göstererek, ‘O gençlerimiz orada olmamalıydı. Kaçakçılık emrini bizzat BDP veriyor’ dedi.”

Nasıl? Kaçakçılık “emri” ve bu “emri” BDP’nin vermesi… Ancak kafayı yemiş bir insanın ağzından çıkacak laflardır bunlar…

“Vur” emrini kendisi, Erdoğan, Gül, Genelkurmay Başkanı vermemiş, ama “kaçakçılık emrini” BDP vermiş!!!

Pes…

İçişleri Bakanının çizdiği resim şöyle: BDP “kaçakçılık emri”veriyor; PKK kaçak malları temin ediyor; katledilenler bunları alıyor ve kazandıkları parayı götürüp Kandil’e teslim ediyor!!!

İçişleri Bakanı, Kürt halkından özür dileyeceğine, aklı sıra“suçluluk kompeksimiz yok” gösterisi yapıyor ve yavuz hırsız gibi ev sahibini bastırıyor… Roboski katliamında yaşamını kaybetenleri suçlayarak, “orada olmamaları gerekirdi, bunlar figürandır” diyen İçişleri Bakanı hemen laf arasında “BDP, KCK yapılanmasının bir devamı”dır diyor.

Yüzbinlik polis ordusunun başındaki kişi konuşuyor. Bu kafanın egemen olduğu bir polis devletinde hiç kimse güvenlikte olamaz.

Dün Yeni Şafak’ta Ali Bayramoğlu bu Bakan’ın “marifeti”ni yazdı. Bizim gazeteci arkadaşlarımızın tutuklandığı sırada, İdris Naim’in emrindeki “özerk” polis, Cengiz Çandar’ı ve bir kısım akademisyeni de gözaltına almayı planlamış. Bayramoğlu ve arkadaşlarının müdahalesiyle bu gözaltılar “önlenmiş”…

Ve Çandar’ı bile içeri almaya kalkan aynı Bakan, şu satırlar yazılırken, “üçbuçuk”luk zam rezaletine itiraz eden sendikalara karşı harekete geçmiş bulunuyor.

Böylece ne olmuş oluyor?

Elini Roboski’de çocuk kanına bulaştıran, artık duramıyor… Özerklik, dil, kimlik falan değil, “üçbuçuk”luk değil, bilmem kaç buçukluk zam isteyen “kendi memuruna” saldırıyor.

Bir hükümetin düşüşü işte böyle olur.

Önce etkisi altına aldığı büyük çoğunluğu “küçük” bir “düşmana” karşı kışkırtır. Etkisi altındaki o “çoğunluk” o düşmana karşı kinlenir, öfkelenir, kudurganlaşır. Hep bir ağızdan kendisini o “azınlığa” düşman eden hükümete “vur vur inlesin düşman dinlesin” diye tempo tutar. Ve derken, gün gelir, bir de bakar ki, “düşmana” vuran hükümet, kendisine de vurmaya başlamış…

O zaman “aman vurma” demek para etmez.

İdris Naim Şahin onlara yanıt verir: “Vur diyen siz değil miydiniz, aha ben de vuruyorum”…

Sonra ne olur? Buyurun okuyun haberi:

“Hükümet ile memurun 21 gün süren zam pazarlığından sonuç çıkmadı. Hükümetin son turda teklifi yüzde 3.5+4’e çıkarmasını yetersiz bulan memurlar bugün eylem yapıyor. Tren seferlerinde aksama yaşanırken, öğretmenler ve doktorlar da iş bıraktı. KESK, Kamu-Sen, Birleşik-Kamu İş ile Memur-Sen'e Bağlı Eğitim-Bir-Sen'in organize ettiği eyleme 700 bine yakın üyenin katılması bekleniyor. Türk-İş ve Hak-İş genel başkanları eylemlere bizzat katılarak destek verdi.”

Hükümet artık düşüşe geçmiştir…İvme meselesi; düşerken hızı,şiddeti artıyor. Hepsi bu…

* Kaynak: Özgür Gündem