15 Mayıs 2012 Salı

Ortadoğu Savaşı

Adil Bayram
 
 
Suriye’de işlerin kötüye gittiği anlaşılıyor. Şam’da patlıyor bombalar, Suriye’nin gittikçe Irak’laşmakta olduğunu gösteriyor. Halep’te dört Kürdün katledilmesi, Kürtleri de mevcut çatışmalar içine çekme gayretlerinin bir parçası oluyor.

Bu olaylar gösteriyor ki, Annan uzlaştırma planı çatırdıyor. Böyle bir süreçte Kofi Annan’ın yaptığı “Plan boşa çıkarsa felaket olur” açıklaması, son ve umutsuz bir çağrıya benziyor. Muhalefet ise zaten “Annan planının bittiğini” çoktan açıklamış bulunuyor. Kanıt olarak da basına Şam’da patlayan araba resmi dağıtılıyor.

Annan planının başarılı olacağına zaten hiç kimse inanmamıştı. Plan, tarafların savaşa tam hazır olmadığı ve savaş koşullarının oluşmadığı bir ortamda gereken oyalama siyasetinin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştı. Taraflar askeri ve diplomatik hazırlıklarını güçlendirebilmek için “Oyalama planı”nı reddetmemişti.

Esat rejimi planın başarısına inanmasa da “Uyacağını” belirtmiş, sürdürdüğü kısmi operasyonlarını basından gizleyerek yapmaya çalışmıştı. Başlangıçta muhalefet de benzer tutumu sürdürmüştü. Fakat şimdi muhalefet tutum değişikliği yapıyor. Bir yandan askeri saldırılarını artırırken, diğer yandan bu saldırıları gizleme veya inkar etme gereği bile duymuyor. Belliki birileri Annan planının altını oymaya ve Suriye’de savaşı tahrik etmeye çalışıyor. Bu konuda birinci adres ise AKP Hükümeti olarak gösteriliyor.

Kürtleri savaş içine çekme çabaları da bunu doğruluyor. Kürtler şimdiye kadar çatışma dışı kalmayı başarmışlardı. Ancak artık bu pozisyonu sürdürmekte zorlanacakları anlaşılıyor. Birçok çevre Kürtleri Esat rejimiyle çatıştırmak için her türlü çabayı harcıyor. Bu çabaların kısmen de olsa giderek sonuç vereceği görülüyor.

Mevcut durum birçok çevre tarafından “Suriye iç savaşa gidiyor” diye değerlendiriliyor. Suriye’de barış umutları gittikçe tükeniyor. Öncelikle terörün daha da tırmandırılacağı anlaşılıyor. Ardından ise savaş gelecek. Muhtemelen 2012 sonuna kadar artan terör dönemi olurken, 2013 Suriye’de savaş yılı olacak!

Acaba Suriye savaşı nasıl olacak? Bazılarının ifade ettiği gibi, bu bir “İç savaş” mı olacak? Yoksa Ortadoğu ve dünya savaşı mı?

Şimdi bu çerçevede iç savaş-dış savaş tartışmaları yapılıyor. Ağır basan görüş dış savaş olacağı yönündedir. Biz de bu görüşe tarafız. Suriye’de iç savaş, dış savaş demektir. “İç savaş olur” diyeler, Suriye’de Irak ve Libya benzeri savaşların yaşanacağını sananlar yanılıyorlar.

Suriye ne Irak, ne Libya, ne de Afganistan’dır. Suriye tarihten beri bölge siyasal statükosunun belirlendiği alandır. Baba Esat döneminde de Şam siyaseti bir Ortadoğu siyasetiydi. Şimdi yaşanacak olası bir Suriye savaşı da bir Ortadoğu savaşı olacak. Suriye’de terörün savaş halini alması, Doğu Akdeniz’den Afganistan’a kadar uzanan bir bölge savaşını ortaya çıkartacak. Bu da 1991’den beri yaşanan Üçüncü Dünya Savaşının zirvesi olacak.

Zaten dikkat edilirse mevcut terör durumu da iç değil, dış kaynaklı yaşanıyor. Mevcut çatışmalı ortamın yüzde yirmisi iç güçlerin istemiyle oluşurken, yüzde sekseni dış güçlerin istemi ve dayatması sonucu gelişiyor. Suriye’de savaşı iç toplumsal dinamikler değil, bölge ve dünya siyaseti istiyor.

Belliki Suriye’deki çatışmalar ve olası savaş bölgenin eski statüko kalıntılarını da tümden yok edecek. Bölge statükosunun tümden değişmesine ve yeni bir statükonun oluşmasına yol açacak. Dolayısıyla eski statükoya karşı olup değiştirmek isteyenlerin hedefleri bu biçimde geçekleşmiş olabilir. Böylelerinin amacına ulaşmış olduğu söylenebilir.

Fakat bunun bir Ortadoğu ve dünya savaşıyla olması pek iyi ve arzulanan bir durum değildir. Çünkü böyle bir savaş zordur, kötüdür, tahripkardır. Tüm yükünü Ortadoğu halkları çekecektir. Dolayısıyla böyle bir savaş durumunu Ortadoğu toplumları açısından bir felaket olarak görmek ve önlemeye çalışmak gerekir. Ancak ne kadar çalışılsa da savaş olacağa benzemektedir. Yine böyle bir savaşın tüm Arap alemiyle birlikte Türkiye ve İran’ı içine alacağı anlaşılmaktadır. Belliki Kürtler savaşın ortasında kalacaklar. Belki de hiç sorumlusu olmadıkları savaşın en çok zarar göreni olacaklar!

Böyle bir savaş bir ülkenin içinde yaşanan savaş gibi dar bir alanda etki bırakmayacak. Tersine tüm bölgenin yeniden yapılanmasını getirecek. Eğer gerçekten böyle bir savaş olursa nereye varacağı ve nasıl sonuçlanacağı şimdiden hiç kestirilemez. Çünkü savaş başladığı gibi sürmez ve nereye varacağı da bilinemez. Şimdi sadece herkesi derinden etkileyeceğini ve her şeyi değiştireceğini söyleyebiliriz.

Bu nedenle birçok çevre bu tür gelişmelere karşı çok duyarlı ve ihtiyatlı gözükmektedir. Böyle bir savaşı önlemek ve sorunları politik uzlaşma ile çözmek için çalışanlar da az değildir. Fakat savaş tamtamcılarının gücü daha fazla ve bunlar daha saldırgan konumdadır.

Böylelerinin başında da AKP Hükümeti ve Başbakan Tayyip Erdoğan gelmektedir. AKP’nin hangi hesapla böyle bir siyaset izlediği pek kestirilememektedir. Çünkü savaş en çok Türkiye’yi etkileyecek, savaşın yükünü en çok Türkiye toplumu çekecek, büyük olasılıkla savaş sonucunda sınır değişiklikleri de dahil çok şey değişecektir.

AKP’nin bu süreçten ne umduğu pek belli değildir. Acaba eski Osmanlı’ya benzer kısmi bir bölgesel genişlememi ummaktadır? Bazılarının ifade ettiği gibi, Şam’ı yeni bir Türkiye vilayeti yapmak mı istemektedir? Bu hususlar pek net değildir ve bilinmemektedir. Fakat bilinen bir gerçek var ki, o da Türkiye’nin böyle bir genişleme yaşayamayacağıdır. Bırakın genişlemeyi, savaş sonunda Türkiye’nin daha da küçülme olasılığı daha güçlü görünmektedir.

Eğer AKP “Bölgesel genişleme” hesabı yapıyorsa, bu durum tehlikeli bir hayalden başka bir şey anlamına gelmez. Bu durumuyla AKP hükümeti, Osmanlı’yı istekle Birinci Dünya Savaşı içine sokan İttihat ve Terakki hükümetine benzemektedir. Sonu da benzerlik arzeder mi, şimdiden bir şey söylenememektedir.

Aslında bir Ortadoğu savaşını önlemek için en çok çalışan Kürtler olmaktadır. Suriye’de izledikleri politika bunun çok açık göstergesidir. Türkiye’de Kürt sorununa barışçıl-siyasi çözüm çabaları bunun açık örneğidir. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın görüş, uyarı ve çabaları bu konuda öncü konumdadır. Çünkü savaşın ağır yükünün kendilerine yükleneceğini Kürtler görmektedir. Öyle bir savaş felaketi yerine, sorunu en az çatılmayla çözmeye çalışmaktadır. Fakat kandan beslenen savaş tamtamları karşısında Kürtlerin bu çabaları acaba başarıya ulaşabilecek midir? Bu husus kesin belli değildir. Kürtlerin başarıp başaramayacağını tarih gösterecektir!..

* Kaynak: Özgür Politika

4+4+4 F Tipi Cemaate Varma Sistemi


''Türküz Ulan Biz...''


Yunanistan Bir Kez Daha Seçimlere Gidiyor


Ekonomik kriz içinde bulunan Yunanistan'da yapılan seçimlerin ardından bir hükümet kurulamaması üzerine Cumhurbaşkanı Karolos Papulyas'ın "teknokrat hükümet kurulsun" teklifi kabul görmedi.

Son bir kez daha toplanan partiler, bir koalisyon hükümeti üzerine anlaşamayınca, Haziran ayında yeniden seçime gitme kararı alındı.

Seçimde meclise girmeye yetecek oyu alan tüm partileri kabul eden Cumhurbaşkanı Papulyas, bir kez daha teknokrat hükümet önerisinde bulundu, ancak partiler, bir koalisyon hükümeti konusunda anlaşamadı.

Anlaşmazlık üzerine yeniden seçimlere gidilmesi kararı çıktı ve seçimlerin 17 Haziran'da yapılması bekleniyor.

Karolos Papulyas'la görüşülmesi sonrası açıklama yapan PASOK lideri Evangelos Venizelos, teknokratlardan oluşan bir hükümeti de destekleyeceğini ancak Radikal Sol Koalisyon (SYRIZA) ve bazı partilerin bunu desteklemediğini ifade etti. Evangelos, koalisyon hükümeti kurulamamasından sol partileri sorumlu tuttu.

ND lideri Samaras da önce siyasetçilerin sonra teknokratların bulunması gerektiğini belirtti.

SYRIZA lideri Aleksis Tsipras, Cumhurbaşkanı'nın teknokrat hükümeti kurulması fikrine karşı çıkmıştı. Aleksis Tsipras, şekli ne olursa olsun uluslararası mali kuruluşlar ve AB ile imzalanan memoranduma "evet" diyecek bir hükümete yanaşma niyetinde olmadıklarının altını çizmişti.

Öte yandan son yapılan anketlere göre, bir hükümet çıkmaması durumunda yeniden seçimlere giden Yunanistan'da, Syriza'nın en çok oyu alacağı belirtiliyor.
ANF NEWS AGENCY

Demirtaş: Biz onurumuzla Ölmeyi de Tutuklamayı da Göze Aldık

Tüm yöneticileri gözaltına alınan ve tutuklanan BDP Ömerli ilçe binasını ziyaret eden Demirtaş, Ömerli’de BDP’ye karşı komplo yapıldığını belirterek, "Bu komployu yapan alçaklar bilsin ki, geri adım atacak tek bir yurtsever bulamayacaklar" dedi.

Mardin'in Ömerli İlçesi'nde iki haftadan beri devam eden gözaltı ve tutuklamalar üzerine BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın katılımıyla basın açıklaması yapıldı. Açıklama öncesinde Mardin girişinde yüzlerce araçlık konvoyla Ömerli ilçesine doğru yol aldı. Yol boyunca yurttaşlar sevgi gösterilerinde bulundu. Yüzlerce araçlık konvoy Ömerli ilçesinde halk tarafından kitlesel karşılandı. BDP Ömerli ilçe binası önünde son bulan konvoyun ardından Demirtaş ve beraberindeki heyet, ilçe binasını ziyaret etti. Demirtaş'a BDP MYK üyesi Mihdi Perinçek, BDP Mardin İl Eş Başkanı Sihem Elveren Alp, Çınar Belediye Başkanı Ahmet Cengiz ve çok sayıda kişi eşlik etti. İlçe binasında konuşma yapan BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, BDP'den AKP, CHP ve MHP'nin rahatsız olduğunu ifade ederek, BDP'nin nefes almasını engellemek için gözaltı ve tutuklamaların yapıldığını söyledi. Demirtaş, Ömerli'de ilçe teşkilatları yöneticilerinden sadece biri dışında hepsinin tutuklandığını hatırlatarak, tutuklamaların tek gerekçesinin BDP'ye gönül vermek olduğunu kaydetti. Kürt halkının diline ve kültürüne sahip çıktığı için bu kadar saldırıya uğradığını dile getiren Demirtaş, ancak halkın buna karşı direndiğini söyledi.

‘KÜRT HALKINA HAKARET EDEN HİÇBİR GÜÇ ARTIK KARŞISINDA DAYANAMAZ’

Demirtaş, Ömerli'de BDP'ye komplo yapıldığını belirterek, Ömerli'de bulunan bazı yerel yöneticilerin, güvenlik güçleri ve sahte tanıklarla BDP'lileri tutukladığını kaydetti. "Bu komployu yapanlar, bu alçaklığı yapanların anlamadığı şey şudur. BDP öyle korkutularak bitirilecek bir parti değildir" diyen Demirtaş, "Bu komployu yapan alçaklarda bilsin ki, geri adım atacak tek bir yurtsever bulamayacaklar" dedi. Başbakan Erdoğan'ın hala Kürtleri nasıl kandıracağını düşündüğünü söyleyen Demirtaş, "Kürt halkına hakaret eden hiçbir güç artık karşısında dayanamaz, direnemez. Hele bu tekçi anlayışlar, efendim bütün memleket tek olacakmış. Nerede yazıyor, hangi kitapta yazıyor. Ne dinimize uygundur ne Kuran-ı Kerim'de yazıyor, ne bir hadiste var ne uluslar arası bir hukuk belgesinde ne de Avrupa Birliği kurallarında var. Neye göre tek diyor. İlle tek millet olacakmışız, tek dil konuşacakmışız. Allah insanları farklı farklı yaratmışsa, sen buna karşı zorla devlet gücüyle ille tek yapacağım diyemezsin. Bu Allah'ın emridir. Biz böyle doğmuşuz. Bunu zorla zorbalıkla değiştirmeye çalışmak da faşizmdir, ırkçılıktır" diye konuştu.

‘BU TOPRAKLARIN ADI KÜRDİSTAN’DIR’

Kendilerine "etnik siyaset yapıyorlar" diyenlere tepki gösteren Demirtaş, "Siz etnik siyasetin en büyüğünü yapıyorsunuz" dedi. Demirtaş, herkes "Türktür" diyenlerin ve herkesi Türkleştirmeye çalışanların milliyetçi olarak görmeyenlerin ezilen bir halkın kimliğini, dilini, inancını savunanları ırkçılıkla suçlamalarına tepki gösterdi. "Bu toprakların adı Kürdistan'dır. Bu halkın adı Kürt halkıdır. Bu halkın anadili de Kürtçedir" diyen Demirtaş, şöyle konuştu: "Bizim hangi dilde eğitim yapacağımıza, çocuğumuza hangi ismi koyacağımıza, köyümüzün isminin ne olacağına siz karar veremezsiniz. Bunu yapanlar sömürgeci zihniyetlerdir. Bunu kabul etmeyiz. Birlikte yaşayacaksak, eşit yaşayacağız. Türkün hakkı varsa Kürdün de hakkı vardır. Bunun başka çaresi ve çözümü yoktur. Herkes bunu kafasının bir kenarına yazsın. Elinizdeki gücü güvenerek, halk gücünü ezeceğinize savunuyorsanız aldanıyorsunuz. AKP'nin elinde tank var, cop var, gaz var, uçak var, medya var, cemaatleri var, paraları mülkleri var ama haklı değiller ama zalimdirler. Bu yüzden kaybediyorlar. Bizim yukarda Allah aşağıda halkımız var. Onların arkasında halk yok, yüzde 50 oy alıyorlar ama arkalarında halk yok. Çünkü etrafına topladıkları AKP'den beslenenlerdir. Bu kadar rüşvete ahlaksızlığa batmış bir sistemin partisi olmaktansa biz onurumuzla ölmeyi tercih ederiz, onurumuzla cezaevinde gidip yatmayı tercih ederiz."

BASKIN YAPILAN EVLERİ ZİYARET ETTİ

Konuşmanın ardından kitle BDP Ömerli ilçe binası önünde halay çekti. Daha sonra konvoyla ilçe merkezine doğru geçmek isteyen BDP'lilerin önüne polisler barikat kurdu. BDP'liler ile polisler arasında uzun süre tartışmalar yaşandı. Polislerin BDP'lilere, "İlçe merkezinde kimi gruplar toplanmış. Konvoyunuz geçerse taşlayacaklar" dediği öğrenildi. BDP'liler ise, konvoyla şehir turu attıktan sonra ilçeden ayrılacaklarını bildirdi. Anayolu trafiğe kapatan BDP konvoyuna daha sonra polisler izin verdi. Konvoyun ilçe merkezine gelmesiyle çok sayıda kişi iş yerinden çıkarak, BDP'nin konvoyunu zafer işaretleriyle karşıladı. BDP'liler daha sonra Ömerli'ye bağlı Fıstıklı (Şeyh Mahmut) Köyü'ne geçti. Fıstıklı Köyü'nü ziyaret eden BDP'liler, köyün girişince slogan ve alkışlarla karşılandı. Baskın yapılan evleri ziyaret eden Demirtaş ve BDP heyeti, daha sonra köyden ayrıldı.

ANF NEWS AGENCY

‘Cemaat Dışında Kimse Dicle Üniversitesi'ne Giremez’

Dicle Üniversitesi'nde yaşanan cemaat kadrolaşması sonucu uzaklaştırılan öğretim üyeleri yaptıkları ortak basın açıklamasında uygulamayı protesto ettiler. Açıklamada, Cemaat dışında hiç kimsenin Dicle Üniversitesi'ne öğretim üyesi olarak girebilmesine Rektör Ayşe Jale Saraç tarafından izin verilmediği belirtildi.

Dicle Üniversitesi'ndeki kadrolaşma sonucu uzaklaştırılan öğretim üyeleri adına açıklama yapan Doç. Dr. Ferruh Akay, Diyarbakır Tıp Fakültesi'nin Türkiye'nin ülkemizin sayılı köklü fakültelerinden biri olmasına rağmen 2008-2012 yılları arasında oldukça sıkıntılı bir dönem geçirdiğini söyledi.
Ayşegül Jale Saraç'ın, rektörlük seçimleri öncesi demokratik söylem ve vaatlere karşılık üniversitede bir pervasızlık dönemine tanık olduklarını belirten Akay, yeni öğretim üyesi alımları bilimsel liyakat ve objektif kriterler baz alınarak değil, tamamen ideolojik ölçütlere göre belirlendiğini savundu.

"Sayın Prof. Dr. Ayşe Jale Saraç rektörlük döneminin başından itibaren birkaç cemaat dışında hiç kimsenin Dicle Üniversitesi’ne öğretim üyesi olarak girebilmesine izin vermedi. Dahası mevcut kadrolarda bulunan ve yeni yönetimle farklı fikirlere sahip öğretim üyeleri yapılan çeşitli baskılarla üniversiteden uzaklaştırılmaya çalışıldı'' diyen Akay, rektörlük sürecinde çoğunluğu bölgeden olmak üzere çok sayıda öğretim üyesinin yapılan baskılara dayanamayarak ya istifa ettiğini ya da başka üniversitelere gitmek zorunda bırakıldığını söyledi.

Tıp fakültesinde öğretim üyesi olup sağlık bakanlığı mevzuatı gereği var olan mecburi hizmet yükümlülüklerini yerine getirmek üzere geçici olarak üniversiteden ayrılan öğretim üyelerinin geri dönüşlerinin bile engellendiğini, dahası bu öğretim üyelerinin bir kısmının yurt dışı görevlendirmeleri nedeniyle kendi üniversitelerinde mecburi hizmet yükümlülüklerinin de olduğunu kaydeden Akay, birçok kez Diyarbakır'daki sivil toplum örgütleriyle birlikte bu konunun basın açıklamalarıyla halka, politikacılara ve basın mensuplarına anlatılmaya çalışıldığını ifade etti.

'Dicle Üniversitesindeki mevcut yönetimin bir cemaatler koalisyonu haline geldiğini belirten Akay şunları söyledi: "Sayın Rektör, üniversitemiz Tıp Fakültesinden bilim insanlarının ayrılmasında Diyarbakır’ da terör ortamının sorumlu olduğunu belirtmiştir. Halbuki Diyarbakır 90'lı yıllarda faili meçhul cinayetler ve ağır bir terör ortamına tanık olmuş, ancak hiçbir öğretim üyesi bu nedenle görevinden istifa etmemiştir. Rektör hanımın bahsettiği terör olsa olsa kendi yönetiminin üniversitede yarattığı terördür. Aynı açıklamada terör yüzünden kimsenin gelmek istemediği dediği üniversitenin öğretim elemanı sayısını son 4 yılda 500 civarında artırdıklarını beyan etmiştir. Ne yazıktır ki bu öğretim üyelerinin nerdeyse tümünü belli cemaatteki kişiler oluşturmuştur. Bu kadrolaşmanın en yoğun yaşandığı fakülte de Tıp Fakültesi olmuştur.''

Akay, geçen hafta Dicle üniversitesiyle Prof. Dr. Saraç'ın açıklamasının gerçeği yansıtmadığını belirterek, şöyle dedi: ''Tamamen hayal mahsulü olarak yaşananları Diyarbakır’da terör olaylarına bağlaması düştüğü acizliği yansıtmaktadır. Bu değerlendirme Dicle üniversitesini tercih edecek öğrenci ve ailelerin karar verme süreçlerini olumsuz yönde etkileyecektir. Üniversitenin tepe yöneticisinin bu kadar olumsuz bir şekilde değerlendirme yapması ciddi bir talihsizlik olmuştur, bizleri ve tüm Diyarbakır’lıları derinden üzmüştür. Bunu kamuoyuna siz basın mensupları aracılığıyla paylaşmayı önemli bir görev olarak kabul ettik. Üniversitenin şehirle bütünleşmiş, bilim üreterek insanlara katkı sağlayan, insanların gönül rahatlığıyla başvurdukları ve siyasetin uzağında bir konuma gelmesini ümit ediyoruz, Şu anda olduğu gibi yönetilmesi, hak etmediği olumsuz haberlerle gündeme gelmesi bizleri çok üzmektedir. Bu nedenle Üniversiteden ayrılmış olan Tıp Fakültesi eski öğretim üyeleri olarak üniversiteye yeniden dönünceye kadar Diyarbakır’daki Özel ve devlet hastanelerinde halkımıza hizmet etmeye devam edeceğimizi belirtiriz.''

ANF NEWS AGENCY

HPG: AKP’li Çelik'i Yargılayacağız

HPG Anakarargah Komutanlığı, yol kontrolü sırasında gerillalar tarafından gözaltına alınan AKP Kulp İlçe Başkanı Veysel Çelik’in tutuklandığını duyurdu. Çelik’in yargılanacağını belirten HPG, AKP’de yöneticilik yapanlara sert uyarıda bulunarak, “Faşist hükümetin yöneticiliğini yapanlar yargılanacaktır” dedi.

HPG Anakarargah Komutanlığı, gerillalar tarafından gerçekleştirilen yol kontrolü sırasında gözaltına alınan AKP Kulp İlçe Başkanı Veysel Çelik hakkında açıklamada bulundu.

Gerilla güçlerinin 12 Mayıs günü saat 16.00 sularında Diyarbakır’ın Kulp ilçesi ile Muş arasında bulunan Şenyayla mevkiinde yol kontrolü eylemi gerçekleştirdiklerini hatırlatan Anakarargah Komutanlığı açıklaması şöyle:

“Saat 20.00'ye kadar devam eden eylemde 50 araç durdurulmuş, kimlik kontrolü yapılmış ve halka propaganda yapılmıştır. Ayrıca AKP Kulp ilçe Başkanı ve Korucu başı olan Veysel Çelik gerillalarımız tarafından yargılanmak üzere tutuklanmıştır. Eylem ardından işgalci TC ordusu tarafından Şenyayla mıntıkasında başlatılan operasyon halen devam etmektedir.”

HPG Anakarargah Komutanlığı, KCK Yüksek Adalet Divanı’nın daha önce yaptığı açıklamayı da hatırlatarak, "Kürdistan’da yürütülen kirli politikalarda Türk devleti ve AKP ile işbirliği yapanlar, ihanet suçunu işliyorlar. Bir halkın varlığını kendi bireysel ve ailesel çıkarları uğruna yok etmeye çalışmak büyük insanlık suçudur. Kürdistan’da toplum kırım politikaları bu kadar açık bir şekilde uygulanırken, kendini AKP’nin ve Türk devletinin özel savaş politikalarına aktif yatıranları, meşru savunma çizgisi temelinde yaptırımlara tabi tutmak HPG’nin görevidir" dedi.

Tutuklanan Çelik’in yargılanacağını duyuran HPG, “Bu çağrı doğrultusunda düşmanla aktif bir şekilde işbirliği yapan ve Kürt Halkına uygulanan soykırım ve imha politikalarına aktif bir şekilde destek veren Veysel Çelik isimli şahıs tarafımızca yargılanacaktır. Ayrıca AKP'nin yöneticiliğini yapan kişiler bu Kürt düşmanlığından vazgeçmeli ve halka özeleştirilerini vermelidirler. Aksi takdirde onlarında akibeti bu şahıs gibi HPG gerillaları tarafından yargılanmak olacaktır” dedi.

ANF NEWS AGENCY

Bir Anketin Düşündürdükleri...

Veysi Sarısözen
 
 
Bu müthiş sözcük, “liberal Türklerin” sosyalistlere, “tirşîkçi Kürtlerin” de Kürt özgürlük hareketine karşı mücadelede kullandığı en sihirli sözcük...

Zamanın ünlü sihirbazı Zati Sungur’a ”Şiddetin kurbanlarını ‘şiddet’ sözcüğüyle mahkum et” deseydik, adamcağız bin defa “abra kadabra” falan dedikten sonra “kusura bakmayın olmuyor” diyerek silindir şapkasıyla bizi selamlar, pelerinini savurarak sahneden ayrılırdı.

Bizim hokkabazlar Zati Sungur’un yapamadığı marifeti her gün, her dakika yapıyorlar. Müthişler.

“Şiddet yani zor, yeninin anasıdır” demiş ya sosyalizm düşünürleri...Vur abalıya. “Şiddet kötüdür, öyleyse sosyalistler de, Kürt özgürlük hareketi de kötüdür...”

Erdoğan iyi midir?

İyidir.

Ama Erdoğan şiddet kullanmıyor mu?

Kullanıyor, ama o devleti yönetiyor, şiddet kullanma tekeli devletin...

Bu cevap üzerine insanın “ültra-liberal” olacağı geliyor: Şiddet üzerindeki devlet tekeline son; “bırakınız vursunlar, bırakınız kırsınlar...”

Şimdi gelin biraz düşünelim.
 

Geçtiğimiz gün yapılan bir ankette ''şimdi darbe olsa ne yaparsınız?” diye sorulmuş, deneklerin yüzde 60’dan fazlası “direniriz” demiş...

Ben bu anketten sonra, kendi çapımda bir başka anket yaptım. Çok çeşitli tepkiler aldım. Ama en müthişi şuydu.

Kendi halinde bir çift. Kadın tesettürlü. Adam takkeli, cüppeli...Ayağında mes. Yanaşıp sordum:
Şimdi darbe olsa ve darbeciler AKP’li vekillerin bir kısmını hapse atsa... Belediye Başkanlarının da...AKP MYK ve PM üyelerinin de, AKP’nin “Şehir Örgütlenmesi” olan “Hizmet”, “Cemaat” ya da “Hareket”in “başı” Fethullah Gülen’i Hayırsız Ada’da tecrit etse. Fehmi Koru’yu, Hüseyin Gülerce’yi, öteki gazetecileri tutuklasa...bu duruma itiraz eden herkesi “şeriatçı” ilan etse; İslamiyet’in “ana dili”ni yasaklasa; ezanın Arapça değil Türkçe okunmasını mecbur etse; devletin denetimindeki Camilerde Kur’anın Arapça dilinde okunması yasaklansa...İmam Hatipler kapatılsa. Kadınların başörtüleri, peçeleri zorla açılıp, yırtılsa...takke, yelek, şalvar giyen adamlar yol ortasında üryan edilse...Sünnete uygun sakalları, bıyıkları traş edilse...

Çiftin yüzü renkten renge girdi. Sonunda her ikisi birden “yeter” diye bağırdılar. “Allah yazdıysa bozsun!”

“Ya bozmazsa ne yaparsınız!” Adam yasaklanacak olan Arapça dilinden bir ayet okudu ve “zalime isyan etmeyen münkirdir” gibi bir şeyler söyledi. “İsyandan kastın nedir?” diye sorunca, “cihattır” deyip, kestirip attı. Cihat! “Kafire karşı” örgütlü şiddet...

Yukarda saydığımız türde bir darbe olursa, işte “darbeye karşı direnirim” diyenlerin bir kısmı, silahlanacak, “Sancak-ı Şerif” altında toplanıp, darbecilerin ana karargahına karşı tekbir haykırışlarıyla saldırıya geçecek...

Yani “şiddet” uygulayacak... Aynı soruları diyelim ki, “Çiçek Bar”da demlenen bir liberal-laik çifte sorsak onlardan da benzer yanıtlar alacağımız çok açık. Yalnız bu yanıtlarda “İslami içeriğin” yerini, daha “laik bir şiddet” söylemi alacaktır. Onlara “eğer Balyoz darbe planı uygulamaya konsaydı ve Deniz Müzesinde bir denizaltıya saklanan bombalar patlatılarak yüz çocuk öldürülseydi, siz, ikiniz, o anda ne yapardınız? diye sorduğumuzda bu çift, tereddüt bile etmeden, “ilk gördüğümüz polisin elindeki silahı alır, bu canilere karşı silahlı mücadeleyi başlatırdık” diyecektir.

Tıpkı şu anda “Arap Baharı”nın yaşandığı ülkelerde olduğu gibi. Sosyalistlerin geçmişine, Kürt özgürlük hareketinin bugününe “şiddete tapanlar” diye saldıran “liberal laik ya da Müslüman” takımı, böyle bir “şiddete” tek bir sözcükle itiraz etmek şöyle dursun, bigane bile kalamaz. Bıraksanız, onlar da silahlanıp, bu “cihad” yolunda “şehit” düşmeyi, ya da “demokrasi” yolunda can vermeyi bile göze alacaklar... Devam edelim. Her iki çifte soralım:

Diyelim ki, -Allah muhafaza- bu konuştuklarımız aynen vaki oldu; onlar darbe yaptı, siz silahlı şiddetle karşı koydunuz...Sonuçta kırkbin insanımız hayatını kaybetti. Siz ve bir kısım insan, şehirlerdeki korkunç darbe tutuklamalarına, cezaevlerinde “lağım suyuna batırma” da içinde insanlık dışı işkencelere karşı “dağa” çıktınız. Yani, elbette “Kandil”e, “Cudi”ye filan değil, “Ilgaz”a, “Toroslar”a, “Kaz Dağına”, “Sipil Dağına” çıktınız.

Bu durumda size deseler ki, “şiddete son verin, dağdan inin”, buna ne derdiniz?

Her iki çift şunu soracaktır; “dağa çıkmamıza neden olan olaylar ortadan kalktıktan sonra mı, yoksa bizim dağa çıkmamıza neden olaylar hala sürerken mi?”

Onlara şöyle yanıt verdiğimizi düşünelim: Sizin dağa çıkmanıza neden olan olaylar sürmekle birlikte, farzedelim, bu olayları yaratan darbecilerin yerini siviller almış olsun...Bu durumda ne yapardınız?

Her iki çift de suratımıza bir tuhaf bakacak ve “biz dağa piknik yapmak için mi çıktık?” diyeceklerdir.

Ama bu iki çifte deseniz ki, “Kürtler de tıpkı sizin dediğiniz gibi diyorlar, darbeye direndiklerini, darbecilerin yaptıkları baskılara karşı dağa çıktıklarını, bu baskılar şimdi de sürdüğü için...” Daha lafınızı bitirmeden, “icabında Kaz dağına ya da Hira Dağına silah kuşanıp çıkacak olan her iki Türk “kökenli” çift de, size; “ama onlar şiddet kullanıyor, terörist” diyecektir.

İşte buna, “şiddetin Türkleştirilmesi” ya da halt yemenin Türkçesi” deniyor...

Apê Musa bu durumda ne der? “Eşitlik istiyoruz!” der...

Kaynak: Özgür Gündem


HDK 1. Genel Kurulu Sonuç Bildirgesi Yayınlandı

Halkların Demokratik Kongresi 1. Genel Kurulu, sonuç bildirgesinin açıklanması ile son buldu. İki günlük genel kurul ardından hazırlanan sonuç bildirgesinde, "HDK 1. Genel Kurulu, hareketimizin bu süreçten, 8 Mart, Newroz, ve 1 Mayıs etkinlik ve mücadelelerinden güçlenerek çıktığını saptamıştır" denildi.

Bir parti kurarak, Yerel Seçimlere, Cumhurbaşkanlığı Seçimine ve Genel Seçime etkin politik müdahale kararı alan Halkların Demokratik Kongresi (HDK), Türkiye'de demokrasinin kazanılması, Kürt sorununda barışçı ve eşit haklara dayalı demokratik bir çözüme yönelik müzakerelerin başlatılması gerekliliğinin önemini vurguladı. Sonuç bildirgesinde, HDK'nin emekçi halklara yönelik ekonomik ve sosyal saldırıların durdurulması, Türkiye sermayesinin Suriye'ye askeri müdahale planlarının boşa çıkarılması için mücadelenin yükseltilmesi konusunda tam bir mutabakat içinde olduğu belirtilirken, "HDK, bu anlayışıyla toplumsal muhalefetin sesi ve kürsüsü, ezilen ve sömürülenlerin umudu ve geleceği olacağının bilincindedir ve bunun gereklerini yerine getirecektir" denildi.
Halkların Demokratik Kongresi 1. Genel Kurulu Sonuç Bildirgesi şöyle:

"Türkiye'nin bütün bölgelerinden, 64 ilden birey, kurum, örgüt ve partilerden bileşenleri ve birlikte mücadele yürüttüğü emek, barış ve demokrasi güçlerinin de katılımıyla, Dünyanın dört bir yanında ezilen ve sömürülen halkların, sömürüsüz, baskısız ve eşitlikçi bir düzen arayışını sürdürdüğü koşullarda toplanan HDK 1. Genel Kurulu, hareketimizin bu süreçten, 8 Mart, Newroz, ve 1 Mayıs etkinlik ve mücadelelerinden güçlenerek çıktığını saptamıştır.

Kuruluş sürecinin kendine has soru ve sorunlarını aşarak, politik ve örgütlenme alanında önemli mesafeler katerek canlı, dinamik bir sürecin devamında gerçekleşen Genel Kurul, canlı, eğitici, eleştirel, özeleştirel ve öğretici bir tartışma ortamında yapılmış; Genel Kurul, kuruluştan bu yana geçen yaklaşık 7 ayda sürdürülen çalışmaları değerlendirmiş; eksik ve zaafları tespit etmiş, yeni siyasal ve örgütsel kararlar almış, tartışmalardan güç ve moralle çıkmıştır.

HDK 1. Genel Kurulu, sürdürülen tartışmalar sonunda, HDK'nin uluslararası ilişkileri, Ortadoğu politikaları, Filistin halkı ve tutsaklarıyla dayanışma, Kürt sorununda eşit haklara dayalı demokratik çözüm ve barış meselesi, AKP Hükümeti'nin siyasal, ekonomik ve sosyal alanlardaki baskı ve saldırılarına karşı mücadele, yerel seçim, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçimler, parti kuruluşu, ekolojik yıkıma karşı mücadele, artan nefret suçlarına ve cinayetlerine, kadına yönelik şiddete ve kadın cinayetlerine, ulusal istihdam stratejisine, işçi cinayetlerine, eğitim, kültür ve sanatın gericileştirilmesi, sağlığın piyasalaştırılması yönündeki saldırılara karşı ve “yeni anayasa” çalışmalarına ilişkin tartışmalar yürüterek kararlar aldı.

Türkiye'de, Ortadoğu'da ve dünyadaki gelişmeleri değerlendiren Halkların Demokratik Kongresi (HDK), bir parti kurarak, Yerel Seçimlere, Cumhurbaşkanlığı Seçimine ve Genel Seçime etkin politik müdahale kararı almıştır. Türkiye'de demokrasinin kazanılması, Kürt sorununda barışçı ve eşit haklara dayalı demokratik bir çözüme yönelik müzakerelerin başlatılması gerekliliğinin önemini vurgulayan HDK 1. Genel Kurulu, emekçi halklara yönelik ekonomik ve sosyal saldırıların durdurulması, bölgesel hakimiyet peşinde koşan Türkiye sermayesinin Suriye'ye askeri müdahale planlarının boşa çıkarılması doğrultusundaki mücadelenin de yükseltilmesi konusunda tam bir mutabakat içindedir.

HDK 1. Genel Kurulu, cemaatler ve sermaye sahiplerinin bir koalisyonu olan AKP Hükümeti'nin, sosyal hakların budanmasından, özgürlüklerin ayaklar altına alınmasından; polis şiddetinden, cezaevlerindeki zulümden doğrudan doğruya sorumlu olduğunu saptayarak mızrağın sivri ucunu AKP iktidarına yöneltmenin bugünkü siyasetinin hakim yaklaşımını oluşturduğunu, tüm sömürü ve baskının, mevcut statükonun savunucusu ve sürdürücüsü güçlere karşı mücadeleyi bir kez daha vurguladı. Toplumsal muhalefet güçlerinin de, AKP'nin iç çelişkileriyle oyalanmadan, ancak bu iktidara karşı açık ve dolaysız siyasal ve toplumsal mücadele yürüterek güçlenebileceğine dikkat çekti.

HDK 1. Genel Kurulu, AKP iktidarının ekonomik, sosyal ve siyasal saldırılarına karşı, toplumda tepki ve mücadeleler gelişmekle birlikte, henüz hükümeti ve sermayeyi tehdit edecek ve geri adım attıracak bir hareketin, güçlü ve birleşik bir emek, barış ve demokrasi cephesi düzeyinde ortaya çıkmadığını; demokrasi ve özgürlükler alanındaki talepleri suiistimal etmekte “ustalık dönemi”ne erişen AKP Hükümetinin, hak arayışlarına karşı yer yer darbe koşullarını hatırlatan uygulamalara girişmesine karşın, onun gerçek yüzünü açığa çıkaracak ve bir çekim merkezi olacak şekilde bir siyasal ve toplumsal oluşum sağlanabilmiş olmadığını tespit etti.

Bunu yapabilecek kapsayıcı temel gücün HDK olduğunu belirleyerek bu durumun tarihsel ve güncek sorumluluklarına dikkat çeken HDK 1. Genel Kurulu, bu tespitlerden hareketle, yaptığı çalışmalar ve örgütlenmesiyle, emek, demokrasi, ekoloji, kadın, LGBT bireyler, gençlik, özgürlükler gibi alanlarda bir seçenek, bir mücadele odağı, direnme gücü ve birleşme merkezi haline geldiğini gösterme, yerelleşme, il, ilçe, mahalle meclislerine dayanan bir hareket yaratma becerisini gerçekleştirme kararlılığını özenle ve coşkuyla vurguladı.

Türkiye'nin, emperyalist güçlerin uluslararası politikalarına, neo liberal uygulamalara ve bunlara eklemlenmiş hükümet planlarına mahkum olmadığını vurgulayan HDK 1. Genel Kurulu, ülkemiz halklarının barışı, eşitliği ve özgürlüğü hak ettiğini ve barışın, eşitliğin ve özgürlüğün kazanılması için, işçi sınıfının ve emekçilerin, ezilen ve sömürülen halkların birleşik mücadelesini örgütleyip yükseltmenin tek çıkar yol olduğuna dikkat çekti. Bu amaçla, AKP Hükümeti'nin saldırılarının püskürtülmesi, TMY ve Özel Yetkili mahkemelerle özgürlük ve barış mücadelelerine karşı sürdürülen saldırılara karşı ve bir halk seçeneğinin yaratılması için HDK'nin kapsayıcılığını genişletmesi, mücadelenin yükseltilmesi gerektiğine işaret etti.

HDK, bu anlayışıyla toplumsal muhalefetin sesi ve kürsüsü, ezilen ve sömürülenlerin umudu ve geleceği olacağının bilincindedir ve bunun gereklerini yerine getirecektir."


Genel Kurul'da tüzükte de değişiklikler yapıldı. Buna göre, delegelik sistemi değiştirildi, il ve ilçe meclislerinin yürütmelerinin yalnızca delegelerden değil, delege olan ya da olmayan meclis üyelerinden oluşturulmasına karar verildi. Kongre kurullarında toplanma ve karar yeter sayısı değiştirildi.
Sonuç bildirgesinin okunmasının ardından Genel Kurul, "Yaşasın Halkların Demokratik Kongresi" sloganı ile sona erdi.

ANF NEWS AGENCY

HDK Delegeleri: HDK’lileşmeliyiz

Halkların Demokratik Kongresi'nin 1. Genel Kurulu'nda konuşan delegeler, HDK kimliğinin oluşturulmasının önemine dikkat çekti, "HDK'lileşmeliyiz" dedi.

Meliha Üşüdür (Çorum): Elektriğin özelleştirilmesiyle birlikte faturalara yansıtılan ek ücretlendirmeye karşı çalışma yürüttük. Bahçelievler Mahallesi'nin yerel sorunlarıyla ilgili çalışmalar yürüterek, basın açıklaması gerçekleştirdik. Bu eylemlerimize halkın katılımı ve ilgisi iyi oldu. 1 Mayıs çalışmaları kapsamında Organize Sanayi Bölgesi'nde Cuma namazı çıkışında bildiriler dağıttık. Emeğimizin karşılığını da 1 Mayıs'ta aldık. HDK bize umut oldu, yolumuzu kolaylaştırdı. Bize eskiden 'Bölücülük yapıyorsunuz' diyorlardı, bugün ise 'Birleştiriyorsunuz' diyorlar.

Veysi Altınpolat (Ankara): HDK'yi iktidarı ele geçirmenin ötesinde, iktidarı parçalayacak bir şey olarak kurgulamak zorundayız. Toplumda muhafazakarlaşma var, bu en başta kadınları etkiliyor. Ancak LBGTT bireyleri de etkiler. İş cinayetleri önemlidir ancak transseksüellere yönelik nefret cinayetlerini de dikkate almak zorundayız. Nefret cinayetleri, Ermenilere, Kürtlere, transseksüeller ve eşcinsellere karşıdır. Vicdani reddi de gerçek bir politik dile tercüme etmek zorundayız.

Dilber İzol (Urfa-Kürtçe konuştu): Biz berdel değiliz, kurban değiliz, alınıp satılacak mal değiliz. Anneler Günü'nü, Sevgililer Günü'nü kutlayan Başbakan'a buradan yanıt veriyoruz; HDK var. HDK'de kadınlar var.
Çağatay Ekmekçi (Görme engelli): HDK'nin engelliler ile ilgili politikaları olmalı, engellilerin de sorunlarını dile getirmeli. HDK'nin gençlik ile kurduğu ilişkiyi gözden geçirmesi gerekiyor.

Sebahat Tuncel (İstanbul): Toplantının oldukça verimli geçtiğini düşünüyorum. Tartışmalara herkesin katılması çok önemli. Biz mayınlı bir tarlaya giriyoruz, mayınları temizleyerek yürüyeceğimizi söylemiştik. HDK kimliği yeni yeni oluşmaya başladı. Kendi siyasi kimliklerimizi korurken, HDK kimliğini de oluşturabilmemiz gerekiyor. HDK bir platform değil. Ortak mücadele alanı. Her şeyde ortaklaşmak durumunda değiliz. Ama ortaklaştığımız konularda ortak hareket etmeliyiz.

Ayhan Yener (Malatya): HDK bir ortaklaşma üzerine kuruldu. Bu kuruluşunu programatik olarak ortaya koydu, örgütlenme biçimlerini de geliştirdi. Ancak, 'HDK'yi kendine mal etme' yaklaşımları olduğunu gördük. Bu HDK'nin varoluş felsefesine aykırıdır. Bu yanlış bir tutumdur. Fikirbirliğini alanlarda, meydanlarda ortaya koymak gerekiyor. Fikirlerde ve bu ortaklaşmada samimiysek gizli, farklı hesaplar içine girmemek gerekiyor.

Garo Paylan (İstanbul): 24 Nisan'da HDK bildiri yayınladı, her şehirde 24 Nisan'ın anılmasını istedi. Kaç ilde anma yapıldı? Çok az ilde. 100 yıl önce biz her şehirdeydik. Şu anda 40 bin kişi kaldık ve İstanbul'dayız. HDK yalnızca var olanların kongresi midir? Yüzyıl önce bu toprakların yarısına yakını Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler, Rumlar'dan oluşuyordu. Şu anda binde biriz. Bu yoklukta hepimizin payı var. Bu yokluğun yanında olabiliriz. İstanbul'da yapılan anmada yanımızda kırmızı bayraklarla (Halkın Kurtuluş Partisi'ni kastederek) gelenler vardı. Ancak bizim yasımızı paylaşmaya değil, sesimizi kısmaya gelmişlerdi. Bir hafta sonra gördük ki, o kırmızı bayraklı örgüt, 1 Mayıs koordinasyonundaydı. Bizim bu örgütlerle hesaplaşmamız gerekmiyor mu? Umuruyorum ki, HDK gelecek yıl, 24 Nisan'da her yerde bizim yasımızı paylaşır.

Remzi Demir (Balıkesir): HDK yereldeki Alevi örgütlerinin mücadelesine destek vermeli. Onların cemevi talebinin yanında olmalıdır.

Erdal Demirhan: Önemli olan şu; HDK siyasi karar alma ve bunu uygulama iradesi gösterecek mi bu konuda çok atıl kaldığımız geciktiğimiz çok durum oldu. Bazen karar alma iradesi gösteremedi. İşçi sınıfının güncel gelişmelerine hızlıca refleks göstermek gerekiyor. Biz refleks göstermediğimizde politik bir irade olarak ortaya çıkamıyor.

Alper Kaba (İzmir): İki gündür tartışmaları izliyorum. Gençlik Meclisi'nin de konuşulması gerekiyordu, HDK'nin gençliği nasıl kazanacağını da tartışması gerekiyordu. Ancak böyle olmadı. HDK gençliği kazanmadan ne kadar yol yürümeyi düşünüyor? Gençliği kazanmak için ne yapıyor? Pek bir şey yaptığını düşünmüyorum. Genel Meclis'te yüzde 10 gençlik kotası var. Bunun artırılmasını istiyorum.

Kemal Arslan (İstanbul-Şişli): Hem kendi içimizde hem de toplumda güven verici bir tutum alamıyoruz. Toplumla birlikte hareket etmeyi başarmalıyız. Meclislerimiz, toplumun çeşitli kesimleriyle buluşan bir örgüt haline gelmiyor. Bizim kendimizin koyduğu engeller var. Toplumla buluşmamız sağlayabilirsek, HDK başaracaktır.

Mahmut Çiftçi (İstanbul): HDK'lileşebilirsek, başabiliriz. Aksi halde, hüsran olur. Ahmet Türk, 'Düzene hiç taviz vermeyelim, ama birbirimize taviz verelim' dedi. Bu söz çok önemli. Birbirimizi kucakladığımız, birbirimizin teveccüüne kendimizi teslim edersek, başabiliriz. Birbirimize önce güveneceğiz. Delege savaşına girmeyeceğiz.
Yalçın Yanık (İzmir): HDK emek alanıyla ilişkilenmeli ve göçmen işçilerin sorunlarıyla da ilgilenmeli.

Kadir Akın (İstanbul): Halkların Demokratik Kongresi girişimi karşılığını bulmuştur. Bunu unutmayalım. HDK gerilimli bir ortamda kuruldu, sözünü söyleyebilmek konusunda çekincelerin içine girdi. Bu bizim dışımızdaki koşulların yarattığı durumdu.

ANF NEWS AGENCY

'Bileşenler HDK'ya Tüm Varlığı İle Katılmalı'

Halkların Demokratik Kongresi'nde söz alan delegeler, HDK'nın 7 aylık örgütlenme sürecini masaya yatırdı. Delegeler, HDK içinde yer alan örgütlerin, tüm varlıklarıyla çalışmalara katılması ve temsili yaklaşımlardan uzak durması gerektiğini belirtti, "Ortak bir dil yakalamalıyız" dedi.

Halkların Demokratik Kongresi'nin 1. Genel Kurulu'u delegelerin Örgütlenme Komisyonu'nun raporu üzerine yaptığı tartışmalar ile devam ediyor.

Beycan Taşkıran (İstanbul): HDK süreci bizden değişim bekliyor. Bu çok kolay değil, 40 yıllık siyaset tarzımızı değiştirmek kolay değil. Hız kazanamıyoruz. Yerel sorunlarla genel gündemleri birleştiremezsek, yerelleşemeyiz. Bir yerde kentsel dönüşüm ile ilgili hareket varsa, bizim de gündemimiz olmalı.

Haluk Keskin (Giresun): Kürt sorunu nedeniyle biz geriye düştük. Karadeniz toplumu, Kürt sorununda gerici düşünüyorlar. Bunu aşmamız gerekiyor.

Züleyha Mangan (Samsun): Samsun HDK'nin gerçekleştirdiği eylemler kısa sürede dikkatleri üzerimize çevirdi. Bizim ilimizde de 'Halkların kardeşliği' demek kolay değildi. Ancak biz 'halkların kardeşliği'ni inandığımız için bu konu üzerinde durduk ve önemli gelişmeler kaydettik. Samsun'da Newroz'ta ilk gerçekleştirildi. Samsun sahilinde Newroz ateşini birlikte tutuşturduk.

Bülent Uyguner (İstanbul): Kentlerin belirli merkezlerinde eylemler yapılmasına son verilmesi gerektiğini düşünüyorum. HDK bizden değişmemizi istiyor. Delegelik sistemi çökmüştür. Delegelik sistemi ile doğrudan demokrasiyi kaynaştıran bir yöntem bulunmalıdır. HDK bileşenlerinin 1 Mayıs gibi gündemlerde ayrı tutum alması eleştirilmelidir.

Kızbes Aydın: Hala halkı aramıza katmış değiliz. Hepimiz solcu, eski solcularız. Halka ulaşmamış gerekiyor. İnadına örgütlenmemiz gerekiyor.

Serpil Arslan (Adana): Yürütmesi ve meclisiyle iyi işleyen bir il durumundayız. Politik refleks geliştirmede pratiğimiz genel olarak olumlu. Ancak, bir HDK gövdesi oluşturmakta sıkıntılıyız. İki nedeni var. Birincisi, HDK içinde yer alan kurumların tabanları HDK'yi daha net anlamaya ihtiyacı var. İkincisi ise, bağımsız bireyleri sürece katmayı başaramadık.

Sinan Odabaş (Kocaeli): Yerel sorunlara odaklandık. Ulaşım sorununu gündemimize aldık. Bu çalışmalara halkın yoğun ilgisi oldu. Halktan öğrenen olmaya çalıştık. HDK öğrenen bir örgüt olmalı.
Fikriye Akgül (İstanbul-Tuzla) HDK işçi havzalarında da yer almalı. İşçileri nasıl örgütleyeceğini tartışmalı. Biz işçilerin asıl umudu, HDK'dir. HDK ile birlikte hareket etmeyen Sendikal Güç Birliği'nin bize faydası olmayacaktır. Sendikal Güç Birliği de HDK içinde olmalıdır.

Nazmiye Ülker (İstanbul): 40 yıllık alışkanlıklarımızın iyi noktalarını alalım. Çağımıza uymayan alışkanlıklarımızı bir kenara atalım. HDK'nin politikasını dışarıda yayarak HDK'li olabiliriz. Kadın Meclisi de tam olarak örgütlenemedi.
Özlem Talu (İstanbul): HDK içindeki siyasi yapıların kendini yeniden değerlendirmesi, tabanını bilinçlendirmesi çok önemli. Bu konuda siyasetlerin çabalarının farkındayız ancak özellikle yerel çalışmalarda, siyasi yapılardan gelen tavırlar, sekter davranışlar, bağımsız arkadaşları çalışmaların dışına itiyor. Ortak bir dil yakalamak zorundayız.

Orhan Adıyan (Konya): Kadınların eve nasıl kapatıldığını bölgemizde çok iyi görüyoruz ve biz kadınları örgütleyemiyoruz. Polisin HDK'yi hedef alması çok iyi. Demek ki, bizi önemsiyorlar. HDK artık sistem tarafından önemseniyor.
Bilgi Tağaç (Eskişehir): Ortak bir dil için ortak bir tutum olmalı. Trafik kazasında yaşamını yitiren Rezzan Kotil, Antalya HDK'nin delegesiydi. Onu burada anmak gerekiyor. Tutsak edilen delegelerimize selam göndermek istiyorum. Eskişehir'de Newroz ve 1 Mayıs, alışkanlıklarımızın bizi yönettiği etkinlikler oldu. Her iki etkinliğe HDK bileşenleri olarak katıldık, HDK olarak katılmadık. Yerel politikaların oluşturulması meclis örgütlenmesinin önünü açacaktır.

Vakkas Kılıç (Mersin): Hareketin kitleselleşmesi açısından atılması gereken bazı adımlar şunlar: delegasyon sisteminin değişmesi, merkez ile yerel arasındaki ilişki sistemli hale getirilmeli ve bileşenlerin süreç içindeki katılımının etkin hale getirilmesi.

Serfinaz Göçmez (İstanbul): Ben bir asker ailesiyim. Yeğenim Ahmet Yalçınkaya'ya 1996 yılında savaşta kaybettim. Cenaze töreninde yalnız bırakıldık. Cenazemize devlet kamyon kamyon MHP'li taşıdı. Biz emekçi Türk aileleri de bu savaştan etkileniyoruz. HDK, Türk asker ailelerine de ulaşabilmeli.

Can Tekin (Bandırma): En önemli kaynaklardan olan bor madenlerinin uluslararası tekellere peşkeş çekilmesini engellemek için HDK'ye ve HDK milletvekillerine görev düşüyor.

Selma Başakay(Sinop): HDK, Doğu Karadeniz bölgesindeki HES'lere karşı mücadeleyi gündemine almalı. Ünye'de yapılmak istenen termik santrale karşı mücadele etmelidir. HDK merkezi organlarını bu konuda daha duyarlı olmaya, Doğu Karadeniz'de kapitalizmin doğa tahribatına karşı mücadele etmeye çağırıyoruz.

Gülsüm Hanoğlu (İstanbul): Biz ne zamandan kapitalizmin pazar arayışlarının sonucu olarak gündeme getirdiği Anneler Günü'nü kutlamaya başladık? Biz anneler Günü'nü kutlamıyoruz. Ev işlerini ve çocuk bakımını erkekler yüklensin.

ANF NEWS AGENCY

AKP Terörde Sınır Tanımıyor: 5 İlde 62 Gözaltı

Kürt sorununu baskı ve şiddet yöntemiyle çözme ısrarını sürdüren AKP askeri operasyonlar yanısıra baskın, gözaltı ve tutuklama teröründe sınır tanımıyor. Bu sabah Van, İstanbul, Balıkesir, Şırnak ve Mersin’de onlarca eve yapılan baskınlarda, aralarında çok sayıda BDP’li yönetici ile öğrencinin de bulunduğu 62 kişi gözaltına alındı.

AKP terörünün bugünkü hedefinin ilk adresi Van’ın ilçelerindeki BDP ve sivil toplum örgütlerinin yöneticileriydi. Van Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı'nın talimatıyla sabah saatlerinde Muradiye, Çaldıran ve Erciş'te eş zamanlı ev baskınları düzenlendi. Evlerin didik didik arandığı baskınlarda Muradiye İlçesi'nde Belediye Meclis üyeleri Bahattin Sayan ve Songül Akbulut gözaltına alındı.

Çaldıran'da ise geçtiğimiz yıl oğlu askerler tarafından infaz edilen İbrahim Atabay'ın babası MEYA-DER İlçe Temsilcisi Gafur Atabay gözaltına alındı.

Aynı saatlerde Erciş İlçesi'nde düzenlenen ev baskınlarında ise Çelebibağı Belde Başkanı Nuri Tunç, BDP eski İlçe yöneticisi Şevket Ulugana, KURDÎ-DER Yöneticisi Necmettin Açık, MEYA-DER Erciş Temsilcisi Zeki İşcan, BDP Çelebibağı eski Belde Başkanı Mehmet Gürbüz, BDP Erciş İlçe Başkanı Mehmet Sıddık Geçer, DTK üyesi Abdurrahman Çağan, KURDÎ-DER İlçe Yöneticisi Ömer Sayıner, DTK üyesi Cevdet Avcı, KURDÎ-DER Şube Başkanı Cevdet Zilanlı, TUYAD-DER Erciş Temsilcisi Fevzi Can, Belediye Meclis üyesi Mahmut Çelebi, BDP eski İlçe Yöneticisi Abdulah Akın, esnaf Nevzat Zilanlı ile Sadık İş ve Bahattin Gezer ve ismi öğrenilemeyen bir kişi gözaltına alındı.

Gözaltına alınan 20 kişi Van Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.

İDİL’DE 2 BDP’Lİ YÖNETİCİ GÖZALTINA ALINDI


Şırnak'ın İdil İlçesinde gece saatlerinde Aşağı ve Yukarı mahallede evlere baskın düzenlendi. Çok sayıda sivil ve özel harekat polisinin katıldığı baskınlarda BDP İlçe Yöneticisi Ekrem Şavlı gözaltına alındı. Aynı anda BDP İlçe Yöneticisi Yasin Öztaş'ın da evine baskın düzenlendiği ve Öztaş'ın evde olmadığı öğrenildi. Öztaş'ın Cizre'de gözaltına alındığı belirtildi. Gözaltına alınma gerekçesi öğrenilemeyen Şavlı ve Öztaş'ın İdil İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldüğü bildirildi.

İSTANBUL’DA BDP VE DYG HEDEF ALINDI

İstanbul’da ise "KCK" adı altında Esenyurt, Avcılar ve Beylikdüzü başta olmak üzere çok sayıda ilçede operasyon düzenlendi. BDP ve Demokratik Yurtsever Gençlik (DYG) üyelerine yönelik gerçekleştirilen operasyonda aralarında çocukların da bulunduğu en az 20 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar Vatan Caddesi üzerindeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne götürülürken, gözaltına gerekçelerine ailelerine herhangi bir açıklama yapılmadığı öğrenildi.

Gözaltına alınanlar arasında BDP Esenyurt İlçe yöneticisi Engin Çelik, BDP üyeleri Burhan Kisak, Ş.D. adlı çocuk, Mesut Karçik ve Harbi Adıyaman'ın da bulunduğu öğrenildi.

BALIKESİR’DE ÖĞRENCİ AVI

Balıkesir’deki operasyonlarda ise Kürt üniversite öğrencileri hedef alındı. Sabah saatlerinde Balıkesir ile ilçeleri Bandırma, Edremit ve Ayvalık'ta polis tarafından yapılan ev baskınlarında çok sayıda kişi gözaltına alındı. Yapılan aramaların ardından haklarında gözaltı kararı bulunan BDP Edremit İlçe Örgütü üyesi Ramazan Ekinci, BDP Ayvalık İlçe Yöneticisi Sebahattin Enüştekin, BDP Bandırma İlçe Yöneticisi İrfan Aşar, Bandırma'da kalan Balıkesir Üniversitesi öğrencisi Emrah Seçil gözaltına alındı. Ayrıca il merkezinde yapılan ev baskınlarında da en az 10 üniversite öğrencisinin gözaltına alındığı öğrenildi. Baskınların gerekçesi öğrenilemezken gözaltı sayılarının artabileceği kaydedildi.

MERSİN’DE 6 GÖZALTI


Mersin'in Akdeniz ile Toroslar ilçelerinde sabaha karşı çok sayıda eve baskın düzenlendi. Baskınlar sonucu en az 6 kişinin gözaltına alındığı öğrenildi. "KCK" adı altında yapılan ev baskınlarında gözaltına alınanlar İl Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Gözaltına alınanların aileleri hukuki yardım için İHD Mersin Şubesi'ne başvuruda bulundu.

Dün de kentte 3'ü çocuk toplam 5 kişi daha gözaltına alınmıştı.

ANF NEWS AGENCY

Bir KCK Davası Komedisi: İddianamede Nasıl ‘Delil’ Oldum!

Bahoz Deniz
 
 
KCK adı altında 20 Aralık 2011'de çoğu gazeteci olan 36’sı tutuklu 44 kişiye yönelik yapılan operasyonla ilgili iddianame, İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi'nce kabul edildi. ''KCK basın komitesi''nden olduğu iddia edilen gazeteciler için yazılan iddianame tam anlamıyla pes dedirtiyor. Büyük bir kısmı gazetecilerin ev aramalarında çıkan not defterleri, kitapları, CD'leri, gazetecilerin yaptıkları haberleri, haber kaynaklarıyla yaptıkları telefon görüşmeleri vs. oluşturuyor. İddianameyi okumaya başlayınca ‘bu kadarı da olamaz’ diyordum ki ilerleyen sayfalarında kendi adımı görünce resmen dumura uğradım! İddianameyi hazırlayan savcıya göre Vatan Gazetesi muhabiri Çağdaş Ulus, aslında Bahoz Deniz’miş yani ‘ben’miş!
İddianame baştan sona tam bir absürt komedi örneği. Savcı, iddianamede adı geçen kişileri suçlu yapmak için ‘kanıt’ oluşturma konusunda akla hayale gelmeyen bir yaratıcılık örneği sergilemiş! İddianamede en dikkat çeken bölümlerden biri de Vatan Gazetesi muhabiri Çağdaş Ulus ile ilgili olan bölümde önümüze çıkıyor.

Savcı, gazeteci Çağdaş Ulus’un, ANF yöneticisi İsmet Kayhan’la yaptığı ve tamamen gazeteci dayanışması, haber paslaşmalarından ibaret olan mail yazışmalarını ve telefon konuşmalarını tüm detaylarıyla iddianameye koyduktan sonra kararını şu şekilde veriyor:

‘Bu hususun ispatlanması amacıyla açık kaynaklardan yapılan araştırmada; www.haberlink.com adlı sitede 04.11.2011 ve 15.01.2012 tarihlerinde 2 ayrı habere imza attığı, her iki haberinde alt kısmında “BAHOZ DENİZ/ANF” şeklinde haber yapanın ve çalıştığı kurumun isminin yazılı olduğu tespit edilmiş olmakla, şüpheli Çağdaş Ulus’un Vatan Gazetesi’nde muhabir olarak çalıştığı sırada BAHOZ DENİZ kod adıyla örgütün yayın organı olan Fıratnews (ANF) haber ajansına örgütün Avrupa sorumlusu İsmet Kayhan’ın talimatları doğrultusunda haber yaptığı tespit edilmiştir. Şüphelinin KCK/PKK terör örgütünün üst düzey askeri sorumlusu olan ve onlarca Türk karakolunu basarak yüzlerce insanımızın şehit edilmesine sebebiyet veren HPG sorumlusu BAHOZ ERDAL’ın kullandığı kod ismini kullanarak haber yapması şüphelinin örgütle olan gönül bağını ve irtibatını göstermektedir. !!!

Yine bu noktada kayda değer başka bir husus da şüphelinin Vatan Gazetesinde çalıştığı sırada örgütün Avrupa yayın organına da haber yapmak suretiyle örgüte olan bağlılık ve yakınlığını ortaya koymuş olmasıdır.’

Nasıl?

Tam bir absürd komedi türü değil mi?

Şimdi gelelim savcının ‘delil’ diye ortaya koyduklarına.

Birincisi ‘Bahoz Deniz’ benim ve ANF’de ‘Bahoz Deniz’ imzasıyla yayınlanan tüm haber ve yorumlar bana aittir! Ve hayatımda Çağdaş Ulus’u ne gördüm, ne konuştum ne de tanıyorum. Bu hadiseden önce adını dahi duymamıştım!

İkincisi ve önemlisi; ‘kanıt’ diye gösterilen haberler!

Savcının gösterdiği iki haber de bizzat benim yazdıklarımdır.

1.‘kanıt’ haber; 04.11.2011 tarihinde yazdığım ve ‘Başkomutan Fethullah’ın Savaşı’ başlığıyla ANF’de yayınlanan Fethullah Gülen’in Kürt özgürlük hareketine yönelik yaptığı katliam çağrısını değerlendiren bir analiz yazısıydı.

2.‘kanıt’ haber ise; Tekirdağ Cezaevi’nde bir yakınımı ziyaretim sırasında edindiğim izlenimlerimi anlattığım ve ‘Tekirdağ F Tipi Cezaevi İzlenimleri’ adıyla yayınlanan yazımdı. Tabi burada en dikkat çeken nokta: Tarih.

Yazının yayım tarihi:15.01.2012. Çağdaş Ulus’un tutuklanma tarihi ise 24.12.2011.
Yani savcıya göre Çağdaş Ulus Kandıra Cezaevi’nde tutukluyken Tekirdağ Cezaevi’ne ziyarete gitmiş ve izlenim yazısı yazmış ve bunu ANF’de yayınlamış!

Pes doğrusu!

Türkiye’nin adeta bir ‘gizli tanık Cumhuriyeti’ne döndüğünü ortaya koyan bu iddianameler artık birer hukuk skandalı olarak ortadayken bakarsınız aynı savcı bu yazıyı bile Çağdaş Ulus’a ya da başka bir gazeteci arkadaşımıza mal ederek hakkında ‘delil’ olarak kullanır.

ANF NEWS AGENCY

Oyalanmayalım, Yürüyelim!

Veysi Sarısözen
 
 
Kürt dağlarında binlerce askerin katıldığı bir savaş sürüyor. Sakil ve ticari “anneler gününde”, yüzbinlerce Kürt annesi kan ağlıyor.

Türkiye’de var olan bütün demokratik eğilimlerin –kitleleri değilse de- bütün sözcülerinin ve örgütlerinin birleşik örgütü HDK Genel Kurulu yeni bir atılıma geçiyor.

Ve bir “tarihçinin” kışkırttığı tartışma, internet sitelerini baştan aşağıya kaplıyor. Ne savaştan, ne de HDK Genel Kurulunda alınan yeni parti kurma kararından söz eden var.

Tartışma öylesine bir boyut aldı ki, bugün HDK’de birleşen gelenekleri birbirine düşürecek “anılar”ın yaraları yeniden kaşınıyor. Suçlamalar birbirini izliyor. “TKP’lilerle Maoistler” arasındaki kavgalar hakkında ifşaat ifşaatı kovalıyor.

Soruyoruz: Halil Berktay ve onunla dayanışma içinde olan Ahmet Altan, Yıldıray Oğur ve isimlerini söylemeye değmeyen diğerleri, sol kamuoyunu hangi amaçlarla bu “1 Mayıs 77” tarihinin herkes için bilinen “sırrı”yla uğraştırıyorlar? Sol “bölünmüşmüş”, “silahları da varmışmış”, “birbirlerini de vurmuşlarmış”, “devlet bundan çok yararlanmışmış”…

Eğer sosyalistler suçlarını “itiraf” ederse, ancak o zaman “sosyalist” olabilirlermiş. Sanırsınız ki, bu kimseler sosyalistler bir “itirafta” bulunsa, hemen gidip sosyalizm partisine kayıt yaptıracaklar. Elbette yaptırmayacaklar. “Tarihçi”, ne yazık ki hala bu gazetede “tutunmaya” çalışan sosyalistlerle dalga geçiyor. Zaman Gazetesinde Mahçupyan onların adına bu “sosyalizmin” manasız bir şey olduğuna dair makaleler yazmakta. Bunlar, “Medya Diyalog’da dendiği gibi, “otopsi masasının etrafında toplanmış, masaya yatırdıkları Sovyetçi, Çinci, “ortacı”, Troçkist “kadavraların” bedeninde onların “ölüm nedenlerini” keşfetmeye çalışmakta.

Bu çevreler daha düne kadar “derin devletin” belgelerini deşifre ederken, birden bire, aynı derin devletin 1 Mayıs 77’deki rolünü örtbas eden iddialarla ortaya çıktılar. Oysa onlardan beklenen derin devletin, yalnız 1 Mayıs 77’de değil, tüm 12 Eylül öncesinde sola karşı giriştiği her türlü operasyonun belgelerini bulup ortaya çıkarmalarıdır. 1990 başında Kürt halkına karşı işlenen suçları deşifre etmeleridir. 


AKP’ye karşı derin devletin belgelerini ortaya çıkaranların, ordunun “bağrına sızmış” darbecileri, Ergenekoncuları, Balyozcuları, suikastçıları, Batı Çalışma Grubu üyelerini teker teker yakalayanların, generalleri dizi dizi tutuklayanların, sola sızdırılmış derin devlet “ajanlarını” ortaya çıkartan belgelere ulaşamaması nasıl açıklanacak? Solu ve Kürt özgürlük hareketini “içleri ajan kaynıyor” şeklindeki psikolojik savaş laflarıyla suçlamanın ahlaksızlığı açık değil mi? Bir hareketi “içinde ajan var” diye suçlamak, aslında o örgüte ajan sokan devletin ağzıyla konuşmaktır. Devletin devrimci hareketlerin içine sızdırdığı ajanlar, orada sanıldığı gibi yalnızca “istihbarat” elde etmek için değil, örgütleri birbirlerine karşı düşmanlaştırmak, her örgütün içinde bölünmeler yaratmak, “illegal ve silahlı” örgütlerde “iç infazları” kışkırtacak tertipler yapmak, örgütleri zamansız hareketlere kışkırtmak, gösterilerde sivillere karşı “terörist” saldırıları bizzat yapmak gibi amaçlarla hareket ederler.

Bunun tersini söyleyecek bir “kahraman” var mı bu tayfanın içinde? Varsa çıksın ortaya. Onun boyunu posunu bir görelim.
Yukarda sayılan “operatif” ajan faaliyetleri suçtur. Ve şimdi solun “suçları” hakkında konuşanlar, önce devletin sosyalist harekete ve Kürt özgürlük hareketine karşı işlediği bu suçları ortaya çıkartmak için çalışsınlar. Her iş sırayla…. Sırayı şaşırdın mı, devletin sırasına girmen bir saniyelik bir iştir.

Çünkü devlet şu anda da bu suçu işliyor.

“Efendim, Kürtler savaştan vazgeçsin, böylece devletin de bu tür işler yapmasının gereği kalmasın!”
Bu çevrenin temel tezi budur. Bu tezin, “vücuduna mikrop girmesini istemiyorsan, vücudunu ortadan kaldır, mikrop da girecek vücut bulamasın” tezinden zırnık farkı yok…

Yıllarca aynı yöntemlerle Kürt özgürlük hareketine karşı her türlü suçlamada bulundular. Manşetler manşetleri izledi. Aynı kalemler, devlet güçleriyle HPG güçleri arasındaki her çatışmada benzer spekülasyonlarla kafaları bulandırmak ve her şeyden önce Kürt özgürlük hareketine karşı kuşku yaratmak için elden geleni yaptılar.

Bu kampanya geri püskürtülmüştür. Bu çevrelerin artık hiçbir “manşeti” hiç kimsenin kafasında en küçük bir tereddüt bile yaratamayacak ölçüde itibardan düşmüştür. Kürt halkı arasında “alternatif Kürt hareketi” macerası hüsranla sonuçlanmıştır.
Şimdi yeni bir cephe açılmıştır. Sosyalist hareketin “tarihiyle” çelik çomak oynanıyor. Bu da boşuna değildir. HDK’nin ülke ölçüsünde, henüz yeterli olmasa da, toplumsal zemine ektiği tohumlar tutmuştur.

AKP hegemonyasının alternatifini yaratacak çok önemli adımlar atılmıştır. Bu adımları atanlar kendi geçmişleriyle “hesaplaşmaktan” korkmayan sosyalistlerdir; “gelin karşılıklı olarak tüm savaş boyunca işlenmiş bütün suçları ortaya çıkartmak amacıyla bir komisyon kuralım” diyen Kürt özgürlük hareketidir…
Oyalanmayalım; gözlerimizi dağlarda yoğunlaşan savaşa ve metropollerde açılan “ikinci cephe”nin öncüsü Halkların Demokratik Kongresi’ne çevirelim. Ve yürüyelim…

* Kaynak: Özgür Gündem