24 Nisan 2012 Salı

Barış Grubu Üyelerine Toplam 76 Yıl Ceza

Kürt Sorunu'nda Demokratik Barış çabalarında önemli bir yeri olan Habur Süreci, milyonların sokaklara dökülerek sergilediği sevinç, AKP devletinin ve Türk Irkçılığının hezeyanıyla karşılaşmıştı. Ardından Erdoğan'ın 'sil baştan yaparız' söylemiyle tüm Barış Grubu üyeleri hakkında tutuklama kararı verilerek cezaevlerine konulmuşlardı. Şimdi ise, böyle bir kritik süreçte alelacele cezaların verilmesi, Kürt Sorunu'nda AKP-Fetullah İttifakının savaşta karar kıldığı ve çatışmaların yayılacağı yorumlarını güçlendiriyor.
Kandil Demokratik Barış Grubu

Kandil ve Maxmur'dan Ekim 2009'da Türkiye'ye gelen Barış Grubu üyesi 7 kişiye toplam 76 yıl hapis cezası verildi.

Diyarbakır 4'ncü Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen karar duruşmasına tutuklu sanıklar Ayşe Kara, Abdullah Yaman, Zehra Tunç, Sisin Yaman, Ceziya Kabul, Lütfü Taş ve Elif Uludağ ile avukatları katıldı.

Mahkeme, Maxmur Kampı'nda gelen Ayşe Kara, Abdullah Yaman, Zehra Tunç, Sisin Yaman, Ceziya Kabul 'örgüt adına suç işlemek' ve 'örgüt propagandası yapmak' suçlarından 9'ar yıl 6 ay hapis cezasına çarptırdı.

Kandil'den gelen ve 6 ay sonra tutuklanan Lütfü Taş ve Elif Uludağ ise 'örgüt üyesi olmak' ve 'örgüt propagandası yapmak' suçlarından 14'er yıl hapis cezası verdi.

ANF NEWS AGENCY

‘Oslo Görüşmeleri’ ve PKK’yi Yanlış Okuma

Cahit Mervan

 
Federal Kürdistan bölge başkanı Mesut Barzani’nin Türkiye ziyareti ve Türk başbakanı Tayyip Erdoğan’ın ‘PKK silah bırakırsa, operasyonlar durur‘ açıklaması etrafında süren tartışmalara geçtiğimiz günlerde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da katıldı. Bir kez daha Kılıçdaroğlu ‘PKK ile hükümet arasında Oslo görüşmeleri devam ediyor’ dedi.

Şu ana kadar hükümet kanadından ‘ana muhalefet partisi’ liderinin ileri sürdüğü iddiaya karşı bir yalanlama gelmedi. Ya hükümet bu açıklamayı ciddiye almadı, ya da kendisi için böyle bilinmesinin daha yararlı olacağını düşündü ve görmezlikten gelmeyi tercih etti. Her halükarda Kılıçdaroğlu, niyetinden bağımsız olarak ortaya ciddi bir iddia attı.

PKK, ‘Oslo sürecinin’ devam ettiğine ilişkin ileri sürülen bütün iddiaları ve spekülasyonları ret ediyor. Geçtiğimiz yılın Temmuz ayının ikinci haftasından bu yana insafsızca ‘masayı deviren’, süreci kesen’, ‘savaşı kızıştıran’, ‘çözüm istemeyen’ taraf olarak suçlanmasına rağmen bu konuya ilişkin yaptığı açıklamalarda azami dikkat gösteriyor. Kılıçdaroğlu’nun iddialarını Kürt tarafı adına KCK yürütme konseyi üyesi Zübeyir Aydar yanıtladı. Ve görüşmelerin olmadığını kesin bir dille ifade etti.

ERDOĞAN NEDEN SESSİZ?

PKK’ye yakın çevreler, aynı zamanda ortaya atılan bu iddialara ilişkin esas Türk hükümetinin açıklama yapması gerektiği kanısındalar. ‘Görüşmeler var mıdır, yok mudur’ sorusunun muhatabının bu aşamada PKK olmadığının altını ısrarla çiziyorlar. Bu soru gündeme geldiği zaman, ‘bunu PKK ile müzakere yapmayız diyen başbakan ve çevresinin yanıtlaması gerekiyor’ diye eklemeyi de unutmuyorlar.

Ancak hükümet, Tayyip Erdoğan ve danışmanları CHP liderinin ileri sürdüğü iddia konusunda halen sessizliklerini koruyorlar.

PKK-hükümet arasında ’Oslo görüşmeleri’ olarak adlandırılan ‘müzakere sürecinin’ hiç kesintisiz devam etmiş olma ihtimali, kesintiye uğradıktan sonra tekrardan başlamış olma ihtimali veya yeniden başlatılması için ‘mekik diplomasisinin’ devrede olma ihtimali doğrusu hiçte şaşırtıcı olmaz. Bu ‘işin doğası’ gereği bu ihtimallerden birisi olabilir.

Fakat ortada hükümet açısından ciddi siyasi bir güven bunalımı var. Kamuoyunu aldatma, yanlış yönlendirme, Kürt ve Kürdistan sorunu gibi hayati bir meseleyi günlük pragmatik çıkarlara kurban etme heves ve arzusu var. Müzakere süreçlerini günlük çıkarlara, AKP’nin geleceğine heba etme, Ankara’nın geleneksel Kürt inkarı üzerine şekillenen, ancak son dönemde yeni elbise giydirilerek devam ettirilmeye çalışılan ret ve inkar politikasının devamını sağlamak için bir ‘araç’ haline getirme arzusu var.

Erdoğan her konuda söz yetiştirdiği Kılıçdaroğlu’na bu konuda cevap vermemeyi sürdürmesi onun gizli bir ajandası olduğuna ilişkin iddiaları güçlendiriyor. Suç üstünde yakayı ele veriyor.

Görünen o ki Kürt tarafının kesin bir dille ret ettiği iddianın bir dönem daha kamuoyunu meşgul etmesi hükümetin işine geliyor. Ona zaman kazandırıyor. Kirli ve psikolojik savaşta inisiyatifi tekrardan ele geçirmek için manevra alanları açıyor. Hükümet tarafı kurnazca halkı ve Kürt tarafını beklenti içine sokmak, ‘işler yolunda gidiyor’ algısını oluşturmak için ‘Oslo görüşmeleri sürüyor’ iddiasını kullanıyor.

CHP ‘BİZ DE VARIZ’ DİYOR

Ancak bir konunun altını çizmekte yarar var. Kılıçdaroğlu ‘Oslo görüşmeleri devam ediyor’ derken hükümetten farklı bir noktada duruyor. O da şu:

CHP liderinin böylesine hassas bir konuda iddiasını sürdürmesi, özellikle de Federal Kürdistan bölge başkanı Mesut Barzani’nin Türkiye ziyareti sonrası yaptığı değerlendirmeler yan yana getirildiğinde, güncel politikanın ihtiyaçlarından kaynaklı olarak değil, Kürt sorunun çözümünde ‘bizim de söyleyecek sözümüz var’ ihtiyacı üzerinden dillendirdiği daha akla yatkın geliyor.

CHP, önümüzdeki dönemde Türkiye ve bölgedeki iç dengeleri sarsmaya daha çok aday olan bu ‘sorun’ karşısında ‘biz de varız’ diyor. Ancak CHP’nin yumuşak karnını oluşturan ‘devletçi-Kemalist’ anlayışın hale güçlü olması, onu Kürt ve Kürdistan sorununda alması gereken pozisyonun önüne geçiyor. CHP hep birkaç adım geriden süreci takip ediyor. Söz söylüyor.

PKK YANLIŞ OKUNUYOR

PKK açısından durum ise çok farklı. PKK’de diyalog ve müzakere için iki-üç yıl öncesinde Türk tarafına duyduğu ‘güvenden’ bugün eser yok. PKK, Türk hükümetinin hem İmralı’daki görüşmelerde ortaya çıkan Protokollere, hem de ‘Oslo müzakerelerinde’ sağlanan ‘mutabakat belgesine’ sadık kalmadığını, Kürt tarafının her türlü iyi niyet adımını ve girişimini tasfiye için bir zemin olarak kullandığını, sadece düşünmüyor, buna kesin inanıyor. PKK, Türk tarafıyla zaten var olan güven bunalımının AKP ve onun lideri Tayyip Erdoğan’ın fırsatçı ve partizanca tutumu sonucu bir krize ve savaşa dönüştüğünü görüyor. Politikasını, yakın ve orta vadedeki hazırlıklarını buna göre yapıyor.

Bu nedenle Kürt tarafı açısından görüşmelerin tekrardan başlaması için, Türk devletinin sorunun çözümü yönünde köklü karar değişikliğine gitmesi gerektiğini, bunu yapmadan ne görüşmelerden bir sonuç çıkacağını, ne de yapılan çağrıların bir anlamı olduğuna inanıyor. Erdoğan’ı da, hükümeti de ciddiye almıyor.
Kürdistan Özgürlük Hareketi hem ‘Oslo görüşmeleri devam ediyor’ iddiası karşısında hükümetin suskun kalmasını, hem de Türk başbakanı Tayyip Erdoğan’ın ‘silah bıraksınlar, operasyonlar durur’ yönündeki ‘çağrısını’ tasfiyeci politikalarının açıktan dışa vurumu olduğunu, çözüm diye bir dertlerinin olmadığını düşünüyor. Bu söylem ve spekülasyonların ‘bir halkla ilişkiler çalışması’ olduğunu da en fazla PKK biliyor.

En son Federal Kürdistan bölge başkanı Mesut Barzani, ‘ya silah bırakırlar, ya çeker giderler’ türünden işi argo cümlelerle, terbiye sınırlarını aşarak, yalan haber yapmayı ve Kürtleri aşağılamayı bir meslek haline getiren Türk basınını tekzip etti. Türk basınının yalanını yüzlerine vurdu. Bu bile Türk hükümetinin, onun emir ve talimatlarıyla manşet atan basının ‘görüşme’ ve ‘çözüm’ konusunda nasıl bir ruh hali içinde olduğunu göstermek için önemliydi.

Doğrusu son birkaç gündür, özellikle de Barzani’nin Türkiye ziyareti sonrası yapılan analiz ve yorumlara baktığımızda hükümetin, onun akıl hocası ‘danışmanlarının’, hatta Kürt sorununda ‘dirsek çürüttük’ diyenlerin de son derece isabetsiz tespitler yaptıkları ortaya çıkıyor. En azından PKK’nin yakın dönemde ne yapacağı konusunda ciddi bir fikre sahip değiller. Barzani’nin söylemediği, kendilerinin ürettiği cümleler üzerinden Papatya Falı açıyorlar. Veya gerçeği kamuoyundan gizliyorlar.

ÖN KOŞULSUZ MÜZAKERE DÖNEMİ BİTTİ


Bundan birkaç yıl öncesine kadar PKK ‘Oslo görüşmelerine’ bildiğimiz kadarıyla hiçbir ‘ön koşul’ ileri sürmeden oturmuştu. Bu meseleye ‘kafa yoran’ Türk tarafının bilmesi gerekiyor ki, PKK o noktada durmuyor. Müzakere veya diyalogun başlaması için anladığımız kadarıyla artık ‘ön koşula’ sahip. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın ‘sağlık, güvenlik ve özgürlüğü’, rehin alınan binlerce Kürt siyasetçisinin serbest bırakılması, askeri ve siyasi operasyonların durdurulmasını görüşmeler için ‘ön koşul’ olarak masaya sürüyor.

Öte yandan Türk başbakanı Erdoğan’ın ‘silah bıraksınlar, operasyonlar olmaz’ türünden çıkışı Kürt tarafında hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Hatta geçmişte olduğu gibi PKK’nin tek taraflı ‘ateşkes veya ‘eylemsizlik kararı’ alması da söz konu değil. Bu dönemin kapandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bundan sonra ne olacağını değil, ne olmayacağını söylemek artık daha kolay. Tek taraflı ateşkes olmayacak. Öcalan’ın sağlığı, güvenliği ve özgürlüğü konusunda gerekli güvence olmadan, siyasi ve askeri operasyonlar durmadan ‘Oslo görüşmeleri’ olmayacak. Ne PKK silah bırakacak, ne Barzani PKK silah bıraksın diye baskı uygulayacak, ne de PKK savaşırsa, ‘buradan çekin gidin’ diyecek. Muhataplardan biri olan BDP ve DTK, PKK’ye sırtını dönmeyecek, onu hiçbir şekilde arkadan hançerlemeyecek. PKK’nin tasfiyesini ve gerillayı silahsızlandırmayı amaçlayan Kürdistan Ulusal Kongresi hiçbir zaman toplanamayacak.

Peki ne olacak? Bırakalım onu da Kürt sorununda, PKK hakkında Papatya Falı açarcasına konuşan, yazanlar düşünsün.

ANF NEWS AGENCY

''Jenosidi Konuşması Gerekenler Ermeniler ve Türklerdir''

Ermeni tarihçi yazar Giorgiyeva Mahmuriyan, Türkiye’ye yönelik uluslararası baskıların, Ermenilerin haklarını korumak için değil, çıkar elde etmek için yapıldığını, bu nedenle jenosidi konuşması gerekenlerin Ermeniler ve Türkler olduğunu vurguladı.

Katliamın 97’inci yıldönümünde konu yeniden gündeme gelirken, ANF olarak kadın Ermeni tarihçi yazar Giorgiyeva Mahmuriyan’la Erivan’daki bürosunda görüştük. Osmanlı arşivleri açılmazsa, Ermenistan ve diasporanın elinde jenosidi kanıtlamaya yetecek delil ve belgenin olup olmadığını sorduğumuz Mahmuriyan, şunları söyledi:

“Benim hazırlamış olduğum “Çağdaş Yazarların Belgelerinden Ermenistan’ın Yeni Tarihi” adlı kitap, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı’nın arşivlerindeki 330 belgeye dayanıyor. Bu belgeler 1917 - 1920’de orada (Kürdistan’da) yaşayan insanların ve uzmanların kaleme aldığı yazı ve raporlardan oluşuyor. Bu belgeler zamanla ABD Dışişleri Bakanlığı’nda toplanmış, daha sonra bu belgeler derlenerek böyle bir çalışmaya dönüştürüldü. Anlatımlarda ne korku ne de tedirginlik var. Olaylara gerçekçi ve soğukkanlı bir yaklaşım hâkim. Sadece bunlar değil, Avrupa’da İngilizce ve Fransızca binlerce belge var. Artık kimse bunu inkâr etmiyor. Ayrıca bu konu tarihçiler için netleşmiş bir konudur. Sorun, bu arşivlerin nasıl bir yankı bulacağına ilişkin sorundur. Yoksa yapılıp yapılmadığına ilişkin bir sorun değil.”


“BEN BİR ŞEY İSTEMEYECEĞİM”

Türk devletinde tarihçilere ısmarlama yazılar yazdırma geleneğinin olduğuna işaret eden Mahmuriyan, “Ama eğer hükümetler kararlı bir biçimde gerçekleri yansıtırsa halkların anlayacağı ve doğal karşılayacaklarını tahmin ediyorum” dedi. “Türk devletinin gerçekleri öğrenmekten çekindiğini düşünmüyorum” diyen Mahmuriyan, şöyle devam ediyor:

“Biz küçük bir halk ve küçük bir devletiz. Dolayısıyla Türklere büyük bir tehdit oluşturmayız. Bize bir şey lazım değil. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanlar kabul etti. Benim ninem Kars’ın bir köyündendir, ama ben bir şey istemeyeceğim. Biz sadece gerçekleri yansıtmalarını ve bunu kabul etmelerini istiyoruz. Onlar jenosidi yaparken bizden sormadı şimdi gerçekleri itiraf ederken de sormazlar.”

“KONUŞMASI GEREKEN ERMENİLER VE TÜRKLERDİR”

Türkiye’ye yönelik uluslararası baskıların, Ermenilerin haklarını korumak için değil, çıkar elde etmek için yapıldığını düşünen Mahmuriyan, “Yani bizi ihtiyaçları oranında hatırlıyor, sonra unutuyorlar. Bu yüzden jenosidi konuşması gerekenler Ermeniler ve Türklerdir” dedi.

ANF NEWS AGENCY

BDP'den Irkçılık Tepkisi: Bunlar Devşirilmiş Dejenere Unsurlar

BDP Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Meral Danış Beştaş, BDP'ye yönelik fiziki ve sözlü saldırılara tepki göstererek, "Kendini Türk milliyetçisi olarak lanse edip, hakaret ve ırkçılık üzerinden prim yapmaya çalışanlar gerçek kimliklerinin, gerçek inançlarının devşirilmiş ancak tam asimile edilememiş dejenere unsurlarıdır” dedi.

BDP Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Meral Danış Beştaş, BDP'ye yönelik fiziki ve sözlü saldırılara yönelik yazılı açıklama yaptı. Fiziksel ve sözlü saldırıları yapan kişi veya kişilerin sözlerinin barışa kurşun sıktığını söyleyen Beştaş, "İnsanlıktan nasibini alamamış, 'nazi'lerin bile kullanmaktan imtina ettiği dili kullananların tarih karşısında hesap verecekleri gün yakındır. Tarih boyunca savaş kışkırtıcılığı yapanların, barışa gölge düşürenlerin sonu aynı olmuş, insanlık onları tarihin kara sayfalarına gömmüştür" dedi.

Twitter hesaplarından BDP'nin 23 Nisan kutlamalarına katılmayışını faşizan bir şekilde eleştiren kişiler hakkında yasal yollara başvuracaklarını kaydeden Beştaş, "Kendini Türk milliyetçisi olarak lanse edip, hakaret ve ırkçılık üzerinden prim yapmaya çalışanlar gerçek kimliklerinin, gerçek inançlarının devşirilmiş ancak tam asimile edilememiş dejenere unsurlarıdır" ifadesinde bulundu. Hakaret edenlerin, Anders Behring Breivik'in Türkiye versiyonu olduğunu ifade eden Beştaş, gerçek Türk milliyetçilerinin de bu tür olaylara tepki vermelerinin toplumsal vicdanın gereği olduğunu ifade etti.

Hakaret eden kişilerin amaçlarının tahrik olduğunu söyleyen Beştaş, "Bu açıklamanın 24 Nisan gibi halklar için bir yıkımı tarif eden bir günün arifesinde yapılmış olmasını da manidar (!) buluyoruz" dedi. Uğradıkları tehdit ve hakaretler karşısında yaptıkları suç duyurularının yargı tarafından ciddiye alınmadığının çok açık olduğunu ifade eden Beştaş, "Bunun en vahim örneklerinden birisini geçtiğimiz yıllarda yaşadık ve gördük. Yaşadık ve gördük ki; 'Türk İşte Karşında Düşmanın' başlıklı bir yazı ile tüm DTP milletvekillerinin hedef gösterilmesi, halkın açıkça kin ve düşmanlığa tahrik edilmesi yargı nezdinde suç teşkil etmemiştir" dedi.

Hakaret eden kişilerin, Türkiye'nin yakın geçmişinde meydana gelen Hrant Dink, Rahip Santoro, Musa Anter ve daha onlarca suikast ve cinayetten habersiz olmadıklarına vurgu yapan Beştaş, "Bu nedenle, ülke olarak geçmişte yaşadığımız tecrübelerden hareketle, böylesi kışkırtıcı yaklaşımların cezalandırılmasında zaruret vardır" diye kaydetti. Irkçılık söylemleri karşısında sorumluluk alması gerekenin hükümet olduğunu ifade eden Beştaş, "Hocalı katliamı mitingini sahiplenen hükümet, bu şahsı ve sözlerini münferit bir olay gibi değerlendirmemelidir" ifadesinde bulundu. Beştaş, tüm siyasi partilerin, aydın ve sanatçıları ırkçı ve faşist kişiliklere karşı tepki vermeye çağırdı.

ANF NEWS AGENCY

İHD: Soykırımlarla Yüzleşme Süreci Başlamalı

İnsan Hakları Derneği (İHD), Ermeni Soykırımı’nın yıldönümü olan 24 Nisan vesilesiyle yaptığı açıklamada, hükümeti “tarihte yaşanan soykırımlar başta olmak üzere insanlığa karşı işlenmiş suçlarla yüzleşme sürecini başlatmaya” çağırdı.

İHD yazılı açıklamasında, “24 Nisan günü Türkiye’de tabu olmaya devam etmektedir. Ancak insan hakları savunucuları tarihte yaşanılan acı olaylarla yüzleşilmesi gerektiğini sürekli ifade etmekte ve bu konuda çeşitli çalışmalar yapmaktadırlar. İnsan Hakları Derneği, 1915 yılında başlayan ve belli bir süre devam ettirilen Ermeni ve Süryanilere yönelik sistematik yaşam hakkı ihlallerini soykırım olarak nitelendirmektedir” dedi.

Türkiye’deki İnsan Hakları Örgütlerinin Ermeni soykırımı konusunda ortak bir tutum geliştirdiklerini ve bu konuda dünya kamuoyuna açıkladıklarını belirten İHD, sözkonusu deklarasyonu yeniden hatırlattı:

“Ermenistan’da 6-8 Nisan 2010 tarihlerinde gerçekleşen FIDH 37. Kongresi çerçevesinde Türkiye’den ve Ermenistan’dan bir araya gelen insan hakları örgütleri aşağıdaki ortak deklarasyonu açıklamıştır:

Bizler, insan haklarının Türkiye ve Güney Kafkaslardaki barış süreci için kilit bir rol oynayacağına, bölge ülkeleri arasında sağlanacak uzlaşı ve iyi komşuluk ilişkilerine, güvenliğin sağlanmasına, bölgenin refah ve itibarının gelişmesine katkı sağlayacağına inanıyoruz.

Bizler her iki ülkeyi ve toplumu, etnik ve dini temelli ayrımcılık gibi geçmişte yaşanmış insan hakları ihlallerinin olumsuz sonuçlarıyla ilgili telafi süreci için gerekli atmosferi oluşturma yönünde çabalarını birleştirmeye ve bundan sonrası için uluslararası dokümanlarca tanımlanmış insan hakları standartlarına bağlı kalmaya çağırıyoruz.

Bölgede insan haklarına saygının gereği olarak, tüm ülkeleri, Türkiye’deki 301. Madde örneğinde olduğu gibi Türkiye Ermenistan diyalogunu sınırlayan ifade özgürlüğü önündeki yasal engelleri kaldırmaya çağırıyoruz.

Bizler, Ermenistan ve Türkiye’deki iktidar ve muhalefet tüm siyasi grupları iki ülke ve toplum arasındaki ilişkilerin normalleşmesi için gerekli adımları atma noktasında üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmeye teşvik ediyoruz. Bu adımlar, karşılıklı sınırların açılarak ilişkilerin normalleşmesiyle ilgili protokollerin uygulamaya konmasını kapsamaktadır. Bu yönde sağlanacak ilerleme ve Türkiye’deki demokratik değişim süreci, trajik Ermeni Soykırımı meselesinin ifade edilmesinde olumlu bir atmosfer ortaya çıkartacaktır.

Bölgedeki uluslar arasında Militarist kurum ve ihtiraslarla beslenen her türlü düşmanlığı kınıyoruz.

Türkiye ve Ermenistan arasındaki kalıcı barışın sağlanması gelecekte oluşabilecek her türlü husumetin önüne geçilmesi için, her iki devlete Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargı yetkisini düzenleyen Roma Statüsünü onaylaması çağrısında bulunuyoruz.

İki toplum arasında köprülerin inşa edilmesi amacıyla, her iki ülkenin içe dönük kapsamlı politikalar geliştirerek her alanda yaşanacak harici tutumların önüne geçmesi çağrısında bulunuyoruz. Her iki ülkenin devletlerini ve sivil toplum kurumlarını, medya, eğitim, yönetim, hukuksal ve toplumsal pratikler gibi hayatın tüm alanlarında eşitliği ve adil muameleyi önceleyen politikalar geliştirmeye çağırıyoruz. “

İHD, “Hükümetimizi yukarıda belirtilen deklarasyon metnine uygun davranmaya ve tarihte yaşanılan soykırım başta olmak üzere insanlığa karşı işlenmiş suçlarla yüzleşme sürecini başlatmaya davet ediyoruz” diye belirtti.

ANF NEWS AGENCY

BDP: Anadolu ve Mezopotamya Halklarından Özür Dilenmeli

BDP, Ermeni soykırımının 97. yıl dönümü ile ilgili olarak yayınladığı açıklamada, geçmişle yüzleşilmesini, Anadolu ve Mezopotamya halklarından özür dilenmesini istedi.
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Genel Merkezi, Ermeni halkına yönelik 24 Nisan 1915 tarihinde uygulanan soykırımın 97'inci yılı dolayısı ile yazılı açıklama yaptı. Açıklamada, 20'inci yüzyılın yaşanmış en büyük trajedilerinden biri olarak adlandırılan 1915 olayları için, toplumsal hafızalardaki yerini ve vicdanlardaki acısını halen koruyan bir trajedi dendi.

‘DERSİM, MARAŞ, ÇORUM, SİVAS VE ROBOSKİ’

"1915'te Ermeni halkı dönemin ittihatçı zihniyetinin karanlık politikaları yüzünden büyük acılar yaşadı, soykırıma uğradı, zorunlu tehcire tabi tutularak; barış içerisinde kardeşçe birlikte yaşadığı Anadolu ve Mezopotamya halklarından, bu topraklardan, yerinden yurdundan koparıldı" denilerek, Ermenilerin çektiği acılara değinilen açıklamada, şu ifadeler yer verildi: "Türkiye toplumsal vicdanların temizlenmesi için yüzyılın bu tarihsel trajedisiyle yüzleşmemiş, kendi tarihiyle hesaplaşmamış, Ermeni halkından özür dilememiştir. Yüzleşilmeyen, hesaplaşılmayan tarihin sonuçları ise ağır olmuştur. Aydınlatılmamış her karanlık olay, yeni trajedilere kapı aralamış, 1915'te yaşananları sonrasındaki diğer karanlık olaylar izlemiştir. Dersim, Maraş, Çorum, Sivas ve Roboski katliamları geçmişiyle yüzleşmekten, halklara hesap vermekten kaçınan bir devlet sisteminin ve onun katliamcı zihniyetinin yarattığı sonuçlardır."

TÜKÜREN ZİHNİYET

Tekçi-ırkçı-milliyetçi zihniyetin ülkedeki farklı kimlik, kültür ve inançlara günümüzde de benzer tehdit ve baskıları yaşatmaya devam ettiğine değinilen açıklamada, "Bundan bir süre önce Ermeni yurttaşlarımızın hedef gösterildiği, en ağır hakaretlere uğradığı ve bizzat devlet tarafından organize edilen o ırkçı miting ve gösterileri bütün dünya izledi. Devletin bir bakanının o ırkçı gösterilerdeki nefret söylemine herkes tanık oldu. İntikam yeminleri eden, 'tüküren', halkların diniyle, kültürüyle alay eden, aşağılayan bu zihniyet, Ermenilere 1915'te çok büyük acılar yaşatan ittihatçıların bugünkü mirasçısıdır, temsilcisidir" dendi.

‘BARIŞ VE KARDEŞLİK KAZANACAK’

Mevcut zihniyetin toplumsal barışın, kardeşliğin ve halklar arası diyalogun önündeki en önemli engel olduğuna dikkat çekilen açıklamada, şunlar belirtildi: "Halklarımız bu engeli aşacaktır, bütün bu ırkçı şoven politikalara rağmen barış içerisinde birarada yaşama iradesi ve kararlılığını dün olduğu gibi bundan sonra da sürdürecektir. Türkiye halklarının barış, kardeşlik ve özgürlük temelindeki ortak iradesi, ortak acılar etrafında kenetlenmesi bu kararlılığın en açık ifadesidir."

‘KURBANLARI SAYGIYLA ANIYORUZ’

Türkiye'nin tarihiyle ve geçmişiyle yüzleşmeye, tekçi-ırkçı politikaları terk etmeye, büyük acılar yaşayan Anadolu ve Mezopotamya halklarından özür dilemeye çağrıldığı açıklamada, "Yeni acılar yaşanmaması ve geleceğin barış teminatı altına alınması dileğiyle bir kez daha bu büyük dramın kurbanlarını saygıyla anıyoruz" denildi.

ANF NEWS AGENCY

Gizli Zabıtlardan Ermeni Soykırımı


Türkiye, Ermeni soykırımı olarak ifade edilen olayların Osmanlı döneminde yaşandığını ve Ankara hükümetinin bu konuda pek az sorumlu olduğunu öne süregelir. Ancak Türkiye Meclisi’nin gizli celse zabıtları Ermeni soykırımının 1915 ile sınırlı olmadığını T.C’nin kuruluş süreci ve ilk yıllarında da sürdüğünü ortaya koyuyor.

Ermeni soykırımı konusunda resmi ideolojinin son yıllarda oldukça zor durumda bulunduğu açıktır. Bir yandan devlet; ‘Ermeni soykırımı diye bir şey olmadı, tam tersine Ermeniler müslümanları ve Türkleri katlettiler’ iddiası üzerinde inatla dururken, diğer yandan ara bir tez giderek yaygınlaşıyor. Bu tez şöyle özetlenebilir: ‘Katliamı Osmanlı ve İttihatçılar yapmıştır, bunda M. Kemal ve Cumhuriyetin bir suçu yok, dolayısıyla olayı bu biçimiyle yani, geçmişte savaş koşullarında olmuş bitmiş bir olay olarak kabul edip, tartışmayı kapatalım.’

Biz bu yazıda azınlıkların Anadolu’dan yok edilmesi ve ekonomik varlıklarının zorla gaspedilmesi sürecinin Kurtuluş Savaşı yıllarında da nasıl devam ettiğini, Ermenileri soykırıma uygulatan mantığın, sadece İttihatçı liderlerle sınırlı olmayıp asıl olarak egemen kesimlerin mantığı olduğunu, Türkiye Meclisi gizli oturum belgeleriyle göstermeye çalışacağız.

Yazıda kullandığımız kaynak Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından 1985 yılında yayınlanmış olan “TBMM Gizli Celse Zabıtları”dır. Alıntılarda sadece cilt ve sayfa numarası belirtmekle yetineceğiz.

Cumhuriyet ve savaş döneminde soykırım


Kurtuluş Savaşı sürecinde Rum ve Ermenilerin Anadolu’dan tümüyle yokedilmeleri mücadelesi bütün hızıyla sürdü. Öyle ki Ermenilere fabrikalarda işçi olarak bile tahammül edilememektedir. 3 Temmuz 1920 tarihinde yapılan gizli oturumda M. Kemal’in şu sözleri bu bakımdan dikkate değer:

“Eskişehir’de imalathanede Ermeni olduğundan bahsedildi. Bunları alelıtlak (ne olursa olsun) atmak taraftarıyız. Fakat Rum ve Ermenileri atmakla bütün makineler duruyor. Böyle bir zaruret yüzünden onları değiştirmek kabil olamıyor.” (C. 1 s. 74)

Ermeni soykırımına ve Rumlarla çatışmalara rağmen Dünya Savaşı sonrasında Anadolu topraklarında hala önemli bir Hıristiyan nüfus bulunmaktadır. Örneğin Müdafaai Milliye Vekili Fevzi Çakmak, 22 Ocak 1921 tarihli gizli oturumda 800 bin kadar Hıristiyan bulunduğunu bunların çoğunun da Karadeniz illerinde varolduğunu söylemektedir. Ayrıca gayrımüslimler ekonomik hayattaki yerlerini yine de korumaktadırlar.

Gayrı-müslimlerin mallarına göz dikildi


Türk Egemen sınıfların sorunu, bunların tümünden nasıl kurtuluruz ve ticarete, sanayiye nasıl el koyabiliriz noktasında toplanmakta ve buna çareler aramaktadırlar.
M. Kemal’in yukarıdaki sözleri sarfettiği oturumdan bir, iki hafta önce Yozgat’ta bir Ermeni kırımı yapılmıştır. 23 Nisan 1920’de Türkiye Meclisi açıldıktan sonra Yozgat’ta Çapanoğlu ailesi öncülüğünde bir isyan patlak vermiş, isyancılar üzerlerine gönderilen düzenli ordu birliklerini de yenip Yozgatı işgal etmişlerdi. Batı cephesinden çağrılan ve 20 Haziran 1920’de Ankara’dan Yozgat’a hareket eden Çerkes Ethem isyanı bir hafta içinde bastırmıştı. Bu konuda bilinenler bunlardır. Ama “TBMM Gizli Celse Zabıtları” bu olayın başka yönlerinin de olduğunu gösteriyor. Olaydan neredeyse iki yıl sonra 18 Mart 1922 tarihli gizli oturumda Eskişehir Mebusu Hüsrev Sami Bey sorguya çekiliyor. Bu kişi Ethem Yozgat’a giderken M. Kemal’in isteğiyle onun yanına gönderilmiştir. Hüsrev Sami görevinin Ethem’e kılavuzluk yapmak ve Divanı Harp kararı olmadan insan asılmasına engel olmak olduğunu söylüyor. Çünkü Ethem keyfine göre insan asmaktadır. Hüsrev Sami bu teklifi önce reddediyor. Sebebine gelince: Hüsrev Sami Yozgatlıların kendisinden intikam almaya kalkabileceklerini söylüyor.

Yozgat’ta Ermeni kırımı


Yozgat Ermeni kırımının olduğu önemli merkezlerden biriydi. Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey de bu nedenle İstanbul’da yargılanıp asılmıştı. Hüsrev Sami eniştesinin de Ermenileri kesti diye Yozgatlılar tarafından mahkum edildiğini söylüyor. Bu kırıma rağmen Yozgat’ta hala Ermeniler yaşamaktadır. Hüsrev Sami itiraz etmesine rağmen İsmet ve M. Kemal’in ısrarıyla Ethem’le birlikte yola çıkıyor. Yozgat’ı kuşatıyorlar. Sonra top ateşi yapıp ardından Ethem’in güçleri Yozgat’a giriyor. Hüsrev Sami çatışma çıktı diyor ve anlatıyor:

“Efendiler mahaşarallah Yozgat’ın kadınları, bizim müfrezenin efradı (fertleri), hepsi Rum ve Ermeni mahallesini yağma ediyorlar ve Ermeni mahallesi yandı. Birçok maktül (ölü) vardı. Bunu huzuru alinizde itiraf ediyorum. Miktarını Allah bilir.” (C. 3 s. 91)

“Şimdi efendim, bu memleket içerisine efradı müfreze girdiler ve sabaha kadar yağma ettiler ve bazılarını katlettiler. Ne buldularsa Rumlardan, Ermenilerden yağma ettiler ve bazılarını da katlettiler ve yaktılar. (...) Binlerce koyun, araba, sığır getirilmiş ve burada Meclisin bir kilometre aşağısında satılmıştır.” ( s. 92)

Yozgat Mebusu Süleyman Sırrı Bey, bunları anlatan Hüsrev Sami’yi tümüyle doğrulamıyor. Süleyman Sırrı olay sırasında Yozgat’ta hapistedir. Yani olayı bizzat yaşamış bir kişidir. Süleyman Sırrı Ermeni mahallesinin yağmalanıp Hıristiyanların katledildiğini doğruluyor ama top atıldıktan sonra isyancılar kaçtılar, Ethem güçlerine ilk başta karşı koyan olmadı diyor. Hatta kendisini oğlunun gelip hapisten çıkardığını ve diğer mahkumların da serbestçe çıktığını söylüyor. Yani Süleyman Sırrı karşı koyma olmadığı halde bilinçli bir yağma ve katliamın yapıldığını ima ediyor. Sonra şunları ekliyor:

“Hıristiyan evlerine gelince, yağmaya koyuldular. Herifin hayatı, malı gidiyor. Pencereden bomba attılar. İçinde gavurları yaktılar.” (s. 94)

Süleyman Sırrı Bey’in ve Hüsrev Sami’nin anlattıklarından sadece Hıristiyan azınlıkların saldırıya uğradığı, Müslümanlara dokunulmadığı, hatta yağmalama işine yöre halkının da bizzat katıldığı sonucu çıkıyor.

Bazı yazarlar Ethem’in M. Kemal’le arayı bozmasına bakarak, ondan bir halk kahramanı çıkarmaya çalışıyorlar. Bu apayrı bir konu ama bunun doğru bir tavır olmadığını belirtelim.

Kurtuluş Savaşı sürecinde geride kalan azınlık nüfusu bezdirmek, panikletip kaçırmak için elden ne gelirse yapılmaya devam edilmektedir. Örneğin Fevzi Çakmak sözünü ettiğimiz 22 Ocak 1921 tarihli gizli oturumda Hıristiyanlardan askerlik için bedeli nakdi alınmasını ve bunların imalathanelerde, nafıa işlerinde yani yol, köprü, tünel gibi bayındırlık işlerinde çalıştırılmasını önermektedir. (Bu öneri İkinci Dünya Harbi’nde esas olarak hayata geçecektir, göreceğiz.) Fevzi Çakmak’ın bu önerisi karşısında, Malatya Mebusu Fevzi Efendi:

“Efendiler, Ermenilerin denaatı, ihaneti malumdur.(Yaşa sesleri)” dedikten sonra Ermeni, Rum ve Yahudilerden 500 Lira bedeli nakdi alınmasını, hem de bunların Erzurum’a, Sivas’a yollanıp yollarda çalıştırılmasını ister. Ardından da; “Maksadım onların ezilmesidir.” (s.322) diye ekler. Yani Birinci Dünya Savaşı ve Ermeni Tehciri sırasındaki azınlık düşmanlığı tüm hızıyla sürmektedir.

Kürt ve Rum kırımı da başlıyor


Özellikle Doğu Karadeniz bölgesindeki Rumların durumu Türkiye Meclisi’nin açıldığı 1920’den, Büyük Taaruz’un yapıldığı 1922’ye kadar birçok gizli oturumun nedeni olmuştur. O yılların Dahiliye Vekili Fethi Bey (Okyar) bu bölgede 85 bin Rum bulunduğunu söylerken, o dönem (1922 yılı) Canik Mebusu ve Amasya İstiklal Mahkemesi üyesi olan Emin Bey, kayıtlara göre yaklaşık 94 bin Rumun bulunduğunu söylüyor ve tahminen 4 bin Rumun da dağlarda eşkiyalık yaptığını belirtiyor. Biz bu rakamı 100 bin Rum olarak yuvarlayalım. Egemen sınıfların sorunu Samsun, Giresun, Ordu, Trabzon gibi illerde yaşayan bu 100 bin Rumdan kurtuluş yolu bulmaktır. Fazla da düşünmüyorlar. 1915 yılının baharında Ermenilere uygulanan yöntemi bu sefer 1921 yılının Temmuzu’nda Rumlara uygulamaya başlıyorlar. Hükümet 15-50 yaş arası Rum erkeklerin tümünün iç bölgelere sürülmesi kararı alıyor ve bunun uygulanmasını da Merkez Ordusu Komutanı Sakallı Nurettin Paşa’ya bırakıyor.

Burada Sakallı Nurettin Paşa hakkında biraz bilgi vermemiz gerekiyor. Bu kişi işkenceyle insan öldürmekten, toplu katliam ve zulüm yapmaktan zevk alan bir sapıktır. Sakallı Nurettin o yılın yani 1921 yılının kışında Koçgiri Kürt ayaklanmasını büyük bir mezalimle bastırmıştır. Bu mezalimde daha önce Ermenilere yapıldığı gibi resmi güçlerin yanısıra örneğin Topal Osman çetesi gibi sivil çeteler de kullanılmıştır. Nurettin Paşa’nın yaptığı zulümler Meclisteki milletvekillerinin bile tahammülünü taşırmış, bu kişinin cezalandırılmasını isteyen gizli oturumlar yapılmıştır. 4 Ekim 1921 tarihli gizli oturumdan bir örnekle yetinelim. Erzincan Mebusu Emin Bey’in konuşmasından bazı bölümler şöyle:

“Refahiye’de bir arkadaşım vardır, onu işhad ederek (şahit olarak göstererek) yirmi sene evvel buraya tavattun etmiş, teehhül etmiş (yerleşmiş, evlenmiş) bir Türk, servetine tama edilerek (göz dikilerek), karısı cebren alınmış ve sen Alevisin diyerekten herif emval ve emlaki (malı mülkü) yağma edildikten sonra öldürülmüştür. Efendiler; dünyanın hangi yerinde böyle bir hareket görülmüştür ki babasını bir evladın elinde bir ip, diğer evladın elinde bir ip olarak çektirilerek tam altı saat zarfında bu suretle feciane öldürülmüştür? Rica ederim efendi sen bu vaziyet karşısında asi olmaz mısın?(...)

Bu fecayi (facialar) Ermenilere bile yapılmamıştır.

Hayri Bey (Dersim) - Hakikaten bu fecayi Ermenilere bile yapılmamıştır.” (C. 2 s. 269, 270)

Sakallı Nurettin’in icraatları


M. Kemal ise Nurettin’e sahip çıkmış ve bu kişi Kürt ayaklanmasının bastırılmasının hemen ardından Rumların tehciriyle görevlendirilmiştir. 1921 Temmuzu’nda da Nurettin tehciri başlatmıştır. Fakat Rumlar beklenilenden daha dişli çıkar. Tehcir kararını duyar duymaz Rumlar silahlanıp dağa çıkarlar ve eylemlere başlarlar. Çünkü Ermenilere yapılanlar ortadadır. Bu eylemler karşısında çaresiz kalan Nurettin bunun acısını geride kalan çoluk çocuk, kadın, ihtiyar Rumlardan çıkarmaya başlar. Nurettin bu arada askeri güç dışında çeteleri de Rumlara karşı kullanmaktadır.

Lazistan Mebusu Ziya Hurşit 5 Ekim 1921 tarihli gizli oturumda gelişmeleri şöyle özetler: “Geçen sene Merkez Ordusu Kumandanlığı ihdas edildi (9 Aralık 1920’de Sivas’ta bulunan 3. Kolordu Merkez Ordusu’na dönüştürülmüştü. Bn.) ve Nurettin Paşa bunun riyasetine (başkanlığına) geçirildi. Mıntıkasının (bölgesinin) her tarafında o zavallı halkın, o şehirlerin, o köylerin ızrarını mucip oldu (şehirlerin köylerin zarar görmesine neden oldu) ve Ümraniye, Koçgiri hadisesi oldu. Birçok Müslüman köyleri yandı. (...)

Nurettin Paşa Samsun’da 15 yaşından 50 yaşına kadar olanları tehcire tabi tuttu.(...)

Nurettin Paşa Rum tehciri sırasında Samsun’un içinde bunlar için gayrı mesul çeteler yapılıyordu. Bunun üzerine Rumlar dağlara çıktılar.” (Cümle bozuklukları metnin kendisinde var ama ne demek istediği anlaşılıyor.)

Rum çeteleriyle başa çıkamayınca kalanlara zulme başlayan Nurettin Paşa bununla da kalmaz, geride kalanların da tehcir edilmesi kararı alır ve uygulamaya koyar. Bu karar ve Nurettin’in yaptıkları bölgedeki egemen kesimlerin bile tepkisine neden olur.

Bunlardan 56 kişi (içlerinde mebuslar, belediye başkanları ve bölgenin zenginleri vardır), Nurettin’i Meclis’e şikayet ederler. Ama kendisini iyice havaya girmiş olan Nurettin bu 56 kişiye de tavır alır ve onların şehirden çıkmasını yasakladığı gibi, bir de onları Rum işbirlikçiliği ve hainlikle suçlar. İşte bunun üzerine Meclis’te sözünü ettiğimiz gizli oturumlar başlar. Nurettin’in görevden alınması ve mahkemede yargılanması istenmektedir.

Nurettin Paşa’nın oluşturduğu çetelerin zulmü yüzünden Rumlar dağa çıktı diyen Z. Hurşit, bu çetelerin Müslüman köylerini basıp yaktılarını söylüyor ve devam ediyor:

“(Rumlar) Bunu yaptığı zaman Nurettin Paşa ne ile uğraşmıştır? Yalnız kadınlara ve çocuklara karşı en fena surette hareket edilmiştir. Bunlar yapıldığı halde asıl silahlı sınıfa bir şey yapılmamasını anlamıyorum. (...)

Binaenaleyh Meclisi Ali bu adamı derhal mevkiinden atmalıdır. Koçgiri heyeti tahkikiyesi ve vesaiki (inceleme ve belgeleri) maddeler şeklinde. Bu adamın cinayeti meydanda.” (c. 2 s. 282, 283) (Yarım cümleler, cümle düşüklükleri orijinal metnin kendisinde var.)

26 Ağustos 1922 tarihli gizli oturumda da Sinop Mebusu Hakkı Hami Bey şunları söylecektir:

“Çünkü gözümle gördüm. Hem öyle fenalık yapılmıştır ki, efendiler bugün memurlarımızın yaptığı fenalığı emin olunuz İngilizler yapmaz.(...) Emin olunuz onlar soyulacaktır, döğülecektir, herşey yapılacaktır. Irzlarına tecavüz edilecektir, öldürülecektir. Hem de götürülüp bizim hasımlarımızın önüne atılacaktır.

Mustafa Sabri Efendi (Siirt) – Öldüreceğiz ya. Tohumluk diye mi besleyeceğiz?” (C. 3 s. 722)

Kenan Evren’in “asmayıp da besleyelim mi” sözünün patenti herhalde bu Mustafa Sabri Efendi’ye ait olmalı.

Soykırım sadece İttihatçıların işi değil

Ermeni soykırımı İttihatçı liderlerin kendi başlarına gizli saklı yaptıkları bir operasyon değildir. Onların arkasında o dönemin egemen Türk ve Kürt sınıfları vardır. Bunların temsilcileri o dönemin meclisinde İttihat ve Terakki hükümetlerinde görevlidirler. Olanlardan ve olacaklardan haberdardırlar. Bu nedenle azınlık kırımına ve malların yağmasına büyük bir şevkle katılmışlardır. Bu işten en çok karlı çıkanlar onlardır. 

Türkiye Meclisi’nin zabıtlarında 1915’ten sonra da başta Ermeniler olmak üzere gayrı-Müslim toplumlara karşı bir tehcir ve kıyım politikası yürütüldüğüne dair birçok ifade bulunuyor. Dün daha çok Cumhuriyetin kurulmasının öncesindeki döneme dair Meclis zabıtlarından bölümlere yer vermiştik. Yazımızın bugünkü bölümünde ise Kurtuluş Savaşı sonrasında gayrı-Müslimlerin tehcirine yönelik ifadelere değineceğiz.

Azınlık mallarının gaspının meşrulaştırılması

Kurtuluş Savaşı bitmiş, Cumhuriyet ilan edilmiş, halifelik kaldırılmış, eski Osmanlı imparatorluğunun yerini ulusal bir devlet, İttihatçıların yerini CHF ve M. Kemal almış ama Rum ve Ermenilerin kökünün kazınması için daha nelerin yapılması gerektiği üzerine tartışmalar Meclis toplantılarının gündemi olmaya devam etmiştir. Sorunun daha önce arka planında kalan, Hıristiyan - Müslüman, Türk - Ermeni, Türk - Rum gibi dini ve ulusal çelişkilerin gölgesinde gizlenen ekonomik yönü artık ön plandadır. Artık sorun azınlıkları ekonomik faaliyet alanından da tamamen silmek, bunların ekonomik güçlerini ve ilişkilerini yerli burjuvalara devretmektir.

3 Nisan 1924 tarihinde, yani Cumhuriyetin ilanından sonra, Türkiye Meclisi’nde gene bir gizli oturum yapılmakta ve gene azınlıklarla ilgili bir kanun tartışılmaktadır. Tartışma “Mahsubi Umumi Kanun Layihası”nın ikinci ve dördüncü maddeleri üzerinedir. İkinci madde şöyledir:

“Madde 2 - Türkiye’den ayrılan mahaller ahalisinden Türk tabası olmayanlarla eczayı vatanın (vatanın parçalarının) bir kısmını tefrike sai olmuş (bölmeye çalışmış) olan siyasi zümre ve teşkilatlara mensup eşhasın (şahısların) hazinedeki matlupları (alacakları) iş bu kanundan müstefit olamaz (yararlanamaz.)” (C. 4 s.428)

Madde; Türkiye sınırları dışında kalan ve Türk vatandaşı olmayanlarla, vatanın parçalarının bir kısmını bölmeye çalışmış şahısların hazinedeki alacakları bu kanundan faydalanamaz diyor.

“Mahsubi Umumi Kanunu”nun ne olduğu tutanaklarda yok. Ama bu kanunun ikinci maddesine gelen itirazlar üzerine gizli oturum yapılıyor ve Gümüşhane Mebusu Hasan Fehmi Bey gizli oturumun sebebini açıklıyor:

“Arkadaşlar, hafi celseye sebep olan, saik olan (yol açan) ciheti arzedeyim.

Maddeden maksat tehcir ve tegayyüp eden (göç eden ve kaybolan, ne olduğu bilinmeyen) Rumların ve Ermenilerin tekalifi milliye ve harbiye mazbatalarını (Dünya Savaşı sırasında alınan olağanüstü vergilerin belgeleri bn.) mahsup etmemektir. (...) Binaenaleyh Rumları, Ermenileri bu tekalifi milliye mazbatalarının bedellerinden müstefit etmemek (yararlandırmamak) için bir çare düşünüldü. Fakat bunu açık olarak Rum ve Ermeni diyemezdik.

(...) vaktiyle bir emvali metruke (bırakılmış, terkedilmiş mallar) kanunu yapıldı. Firar edenlerin emvalini (mallarını) Hükümet tasfiye eder deniliyordu. Size sorarım arkadaşlar; bahusus (özellikle) Musa Kazım Efendi’ye sorarım. Tek bir müslüman emvalini hangi Hükümet, hangi memur tasfiye etti. Maksat; siyasi zümre altında bu iki unsuru saklamaktır. (...) Hatta o kanun yapıldıktan sonra eski hafi celselerin zabıtlarında muharrerdir (yazılıdır). Meclisi Ali o zamanın Maliye Vekili’ne demiştir ki ‘mahrem bir tebligat ile bu maddei kanuniyenin Müslümanlardan firar ve tagayyüp edenlere şamil olmadığını temin edecek misin?’ ‘Evet’ dedi. Bu teminatı alıp zapta geçirdikten sonra o maddeyi cihana karşı umumi olarak çıkarmıştır. Bu maddede dahi yapılacak budur.” (c. 4 s. 429)

Azınlıklar mülksüzleştirildi

Şimdi buraya kadar olan kısmı özetleyelim. Dünya Savaşı sırasında zenginlerden ama esas olarak da azınlık burjuvaziden tekalifi harbiye, tekalifi milliye adıyla olağanüstü savaş vergileri toplanmış ve bu vergilere karşılık belgeler verilmiştir. Yani devlet bunlara bir tür borçlanmıştır. Bilindiği gibi Türkiye Cumhuriyeti hukuki olarak Osmanlının devamıdır ve Osmanlı borçlarını, yükümlülüklerini üzerine almıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra sıra şimdi bu borçların ödenmesindedir. Bir kanun çıkartılır ve bu kanunun ikinci maddesinde Türk vatandaşı olmayanların ve bölücü faaliyetlere katılanların (yukarıda madde 2’ye bakınız) bu kanundan faydalanamayacakları yazılır. Meclis’te de bulunan egemen kesimler, kendilerinin de savaşma sicili pek iyi olmadığı için, devletin bunlara olan borçlarını da ödemeyeceği korkusuna kapılırlar ve gizli oturum yapılır. Gizli oturumda kanunu hazırlayanlar işin aslını anlatırlar. Amacın göç ettirilen ve kaçırılan Rumların, Ermenilerin paralarını ödememek olduğunu söylerler. Bir de yakın geçmişten örnek verirler. Daha önce de terkedilmiş mallarla ilgili bir kanun yapılmış, “Emvali Metruke Kanunu”. Hükümet bu mallara el koyup dağıtmış. Hasan Fehmi bir tane Müslüman malının bile tasfiye edilmediğini amacın Rum ve Ermenilerden kalan malların tasfiyesi olduğunu söylüyor. Yani bu kanunla azınlıkların geride bıraktığı mal-mülkün yağmalanması yasal kılıfa büründürülmüş. Fiiliyatta yapılan azınlıkların mülksüzleştirilmesi yasal olarak da perçinlenmiş. Hatta egemen sınıflar o kadar sağlamcılar ki, Maliye Bakanı’nın sözüne bile güvenmeyip, ondan bu kanunun Müslüman olup da göçedenlere ve kaçanlara uygulanmayacağına dair yazılı gizli bir belge de hazırla diyorlar. Evet cevabı alındıktan ve bu konu da zapta geçirildikten sonra kanun kabul ediliyor ve genel haliyle yayınlanıyor.

Kaldığımız yerden devam edelim. Hasan Fehmi Bey (Gümüşhane) konuşmasının devamında “Harbi Umumiden (Birinci Dünya Savaşı) evvel, harbi umuminin ilk senelerinde İslamlar daha ticarete atılmış değillerdi (demek ki savaş sırasında ve sonunda İslamların ticaretteki durumları da değişti bn.). Pek mahdut (sınırlı) İslam mağazaları vardı.” (C. 4 s. 429) dedikten sonra, Rum ve Ermeni alacaklarının milyonlarca Lirayı bulduğunu söylüyor. Sadece Ankara’da dört, beş yüz bin Liradan aşağı olmadığını belirtiyor.

Hasan Fehmi Bey mebusları daha da rahatlatmak için şunu da ifade ediyor: “Maliye Vekili Bey, evvelce de arzettiğim gibi, yine emvali metrukede olduğu gibi. Maliye Vekili Bey defterdarlara emir verir der ki, maddeden maksat budur. Yalnız Rum ve Ermenilere aittir. (...) Maliye Vekili Bey ile de görüştük. Mahrem tebligat yapacağını vaadettikten sonra bu maddeyi kabul ettik.” (C. 4 s. 430)

Bu açıklamalar üzerine milletvekilleri daha fazlasını istemeye başlarlar: “Zeki Bey (Gümüşhane) - Yahudiler ne olacak? Memleketi sülük gibi emen Yahudilerdir.

Eyüp Sabri Bey (Konya) - Bu madde yalnız Rum ve Ermenilere mi şamildir (kapsamaktadır), yoksa Kudüs’(ü) memaliki Osmaniye’den tefrik ile (ayırarak) bir hükümeti Museviye teşkil etmek isteyen Musevilere ve Araplara da hepsine de şamil midir?

Hasan Fehmi Bey (Devamla) - (...) şunu arz edeyim ki maddeyi yazarken biz Rum ve Ermenileri düşündük.(...)

Refik Bey (Konya) - (...) Maddenin bu suretle kalması muvafıktır. Buna Mişon da dahil olmalıdır. Sonuçta kanun maddeleri olduğu gibi kabul edilir.

Sonuç

Buraya kadar anlattıklarımızdan şu sonuçları çıkarabiliriz: Ermeni soykırımı İttihatçı liderlerin kendi başlarına gizli saklı yaptıkları bir operasyon değildir. Onların arkasında o dönemin egemen Türk ve Kürt sınıfları vardır. Bunların temsilcileri o dönemin meclisinde İttihat ve Terakki Hükümetleri’nde görevlidirler. Olanlardan ve olacaklardan haberdardırlar. Bu nedenle azınlık kırımına ve malların yağmasına büyük bir şevkle katılmışlardır. Bu işten en çok karlı çıkanlar onlardır. İttihatçı liderler ise bu katliamın bedelini canlarıyla ödemişlerdir.

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet döneminde de Meclis sıralarını dolduranlar aynı çevreler, hatta aynı kişilerdir. Bunlar doğal olarak Ermeni soykırımına karşı çıkmak bir yana, arta kalan azınlıkların da yokedilmesi ve bunların mal mülklerinin gaspedilmesi için ellerinden geleni yapmışlardır.

Azınlıklara yapılan katliamların ve baskıların ardında iç pazar sorunu vardır. Azınlıkları iç pazardan kovmak Türkiye burjuvazisinin taa Genç Osmanlılar’dan yani 1860’lı yıllardan beri rüyasıydı. Bu rüya Birinci Dünya Savaşı’nın koşulları fırsat bilinerek ve daha sonraki süreçte de olayı sonuna kadar götürerek gerçeğe dönüştürülmüştür. Yani olay 1915’teki katliamla, soykırımla bitmemiş, günümüze kadar devam etmiştir.

Egemen sınıflar hem soykırımı hem de yaptıkları gaspları meşru gösterebilmek için, bilinçli olarak Rum ve Ermeni düşmanlığını kışkırtmışlar, çocuklara daha okul sıralarında bu düşmanlığı aşılamışlar ve süreç içinde bu düşmanlık devletin vazgeçemeyeceği ideolojik bir araca dönüşmüştür. Türkiye’de değişik ulusların varlığından sözeden, onların haklarından bahseden herkese karşı en önemli silah hala budur. Mevcut MGK yönetimi bu şovenizm sayesinde kendini meşru gösterebilmektedir.

M. Kemal’e gelince. Yukarıda gördüğümüz gibi M. Kemal, Ermeni ve Rum düşmanlığı konusunda ve bunlara karşı uygulanacak yoketme yöntemleri konusunda İttihatçılardan farklı değildi. Ama M. Kemal’in İttihatçı liderlerden şöyle bir farkı vardı: İttihatçılar kendileri kişi olarak azınlık mallarının yağmasına katılmadılar. M. Kemal ise azınlık mallarının yağmalanmasına bizzat katılmış ve “emvali metruke” selinden epey kütük toplamıştır. M. Kemal’in yüzbinlerce dönümü bulan toprakları, çiftlikleri, atölyeleri, birçok şehirde bulunan köşkleri içinde daha önce azınlıklara ait olanlar da vardı. Örneğin Çankaya Köşkü bir Ermeni’ye aitti. Ankara 1800’lü yıllarda nüfusunun üçte biri gayrı-Müslim olan, Fransız okullarının ve iki tane de tiyatronun bulunduğu modern bir yerleşim yeriydi. Ankara’ya 1892 yılında demiryolu da ulaşmıştı. Azınlıkların şehirden kovulmalarıyla Ankara bir bozkıra dönüştü. Ankara’ya taşınan bürokratlar azınlıklardan kalan Yahudi, Rum ve Ermeni mahallelerine yerleştirildiler.

Azınlıklara esas ekonomik darbe İkinci Dünya Savaşı sırasında vurulacaktır. Ama o arada 1936 yılında olan bir olay vardır ki etkisi günümüzde de sürmektedir. O yıl azınlık vakıflarının ellerindeki taşınmaz malları bildirmeleri istenir. Onlar da bildirir. Bu kadar. Fakat 1974 yılında Yargıtay azınlık vakıflarını “yabancı kuruluş” kategorisine dahil eder. Sonrasında bu vakıfların 1936 yılından sonra elde ettikleri mallara el konulmaya başlanır. Bu süreç günümüzde de devam etmektedir ve tartışma konusudur.

Günümüzde Ermeni, Rum ve Yahudi düşmanlığı ekonomik boyutundan çok, şovenizm boyutuyla, Kürt ulusal mücadelesi ile ilişkilendirilerek, her tür bölücülüğe, emperyalizmin müdahalelerine karşı mücadele demagojisi altında sürdürülmektedir.

OSMAN TİFTİKÇİ
 


 

Ermeni Soykırımı Sermayeyi de 'Türk'leştirdi

24 Nisan Ermeni Soykırımı'nın konuşulmayan yanı, el değiştiren sermaye oldu. İttihat ve Terakki'nin kadroları, soykırımdan geçirilen Ermenilerin mallarına el koyarken, bazıları da önce devlet hazinesine geçirildi, ardından satıldı. Bugün için kritik soru şu: Ermenilerin birikimlerinin üzerinde bugün kim/kimler oturuyor?

24 Nisan, Anadolu'da 1.5 milyon Ermeni'nin katledilmesiyle sonuçlanan Ermeni Soykırımı'nın başladığı gün. İstanbul'da 220 Ermeni aydının, bir trene bindirilerek Çankırı ve Ayaş'a gönderilmesiyle başlayan soykırım sürecinde, yok edilen 1.5 milyon Ermeni'nin mezar yerleri bile bilinmiyor.

İttihat ve Terakki'nin "etnik temizlik" projesi olarak devreye sokulan soykırımın bir başka unsuru da, Ermenilerin geride bırakmak zorunda kaldıkları birikimlerine el konulması oldu.

'EMVAL-İ METRUKE'

"Emval-i metruke" denilen bu birikimler, İttihatçı kadrolar ile yerel eşraf arasında pay edildi. Etnik temizliğin en önemli sonuçlarından biri de mülklerin el değiştirmesi ve sermayenin 'Türk'leştirilmesi oldu.

Dönemin gazetelerinde çıkan defterdarlık ve mahkeme ilanlarında kimlerin mülklerine el konulduğu, bu mülklerin devlet adına nasıl satıldığı ya da kiraya verildiği açık bir şekilde yazıyor.
El değiştirilen toprakların büyük bir bölümü de Mardin'de bulunuyor. Mardin'de yayınlanan Ulus Sesi adlı gazetenin sayfalarında söz konusu ilanlara sıkça rastlanıyor.

Dönemin gazetelerinde Vilayet Deftardarlığı'ndan verilen ilanlarda, "Mıksı Mıhı Dokmak, Kırathak Kızı Mero, Circi Koçhisazlı, Ose Sahip, Melki oğlu Abdalo gavuru" gibi soykırım kurbanı Ermenilere ait, hane ve tarlaların, açık artırmayla satışa sunulduğu görülüyor. Aynı ilanlarda, sıkça "hazineye geçen" ifadesi dikkat çekiyor.

KİLİSE MÜLKLERİ BİLE SATILDI


Kilise mülkleri bile mahkeme kararıyla, gazete ilanıyla satışa çıkarılıyor. Ulus Sesi Gazetesi'nde yer alan ilanlardan biri şöyle: "İlyas muhtar oğlu cercis ile Yusuf ve melki ve hazine aralarında meşaan müşterek Mardin'in Çabuk Mahallesi'nde vaki yemini kilise hanesi yesari cephe ve arkası tarikiam ile mahdut [500] lira kıymetli bir ve sözügeçen mahallede vaki yemini illo velet hişmi arkası mukaddema amsih biyaz elyevm Hüseyin gammi haneleriyesari ve cephesi tarik ile mahdut ve 200 lira kıymetli bir ki ceman iki bab hanenin izalei şuyusuretiyle satılmasına karar verilmesi üzerine açık artırma suretile müzayedeye çıkarıldı. Birinci müzayede günü 22-7-935."

SOYKIRIM İTİRAFI GİBİ MAHKEME KARARI

Ermenilerin el konulan malların satışına ilişkin mahkeme ilanlarında "yeri bilinmediği için kendisine tebligat yapılmadığı" şeklinde ifadeler de yer alıyor. Bu ifadeler de, binlerce Ermeni'nin geride hiçbir iz bırakmadan bir anda yok edildiğinin itiraflarından biri olarak dikkat çekiyor.

O ilanlardan biri şöyle: "Derik Asliye Mahkemesi'nden...Müddei Derik'in Rutan Mahallesi'nden Abdullah oğlu Seyithan tarafından açılan ellisekiz kıta susuz tarladan ibaret Kızıl Köyü'nün satılması suretiyle şuyuun izalesi davasının Derik Sulh Hukuk Mahkemesi'nde yapılmakta olan muhakemesinde müddei aleydar Mardin'in Babulcedit Mahallesi'nde Hanna Kaspar oğlu Apkar veresesinden oğlu Aziz'in hududu milli haricinde olduğu ve yeri bilinmediği için kendisine tebligat ifası mümkün ogörülmediğinden ilanen tebligat ifasına karar verilmiş ve muhakeme 7.9.936 pazartesi saat 9'a bırakılmıştır."
ANF NEWS AGENCY

Demirtaş Washington'da: Kürt Halkı Özgür Statüye Kavuşacak

WASHİNGTON - BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, değişen Ortadoğu’da Kürt halkının kaçınılmaz olarak özgür bir statüye kavuşacağını belirterek, “Küt halkı yüzyıl önceki durumun bir daha yaşanmasına asla izin vermeyecektir” dedi.

Temaslarda bulunmak üzere ABD’ye giden BDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak ile BDP Van Milletvekili Nazmi Gür ve Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Başkanı Ahmet Türk’ten oluşan heyet, Washington havaalanında önceki gün sevinç gösterileriyle karşılandı. New York, New Jersey, New England ve Atlanta eyaletleri yanı sıra, Kanada’dan gelen çok sayıda Kürt ve ABD’li Kürt dostları BDP-DTK heyetini havaalanında Kürt bayrakları, zılgıt ve çiçeklerle karşıladı.

‘‘HAK VE ÖZGÜRLÜKLERDE GERİ ADIM ATILMAYACAK’

Karşılama ardından onlarca kişi otobüs ve özel araçlarıyla heyete kalınan otele kadar konvoy şeklinde eşlik etti. BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, otelin konferans salonunda kitleye hitaben bir konuşma yaptı. Demirtaş, Kürt halkının yaşadığı her yerde ulusal özgürlük bilincine vardığını belirterek, değişen Ortadoğu’da Kürt halkının kaçınılmaz olarak özgür bir statüye kavuşacağını belirtti. "Kürt halkı yüzyıl önceki durumun bir daha yaşanmasına izin vermeyecektir” diyen Demirtaş, devamla, “Kendi hak ve özgürlük talebinden en az birlikte yaşadığı halkların sahip olduğu ulusal tanınma, statü sahibi olma, anadilde eğitim ve örgütlenme özgürlüğü seviyesinden geri adım atmayacaktır" dedi.

‘ORTADOĞU’DA GERÇEK DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜĞÜ KÜRT HALKININ MÜCADELESİ GETİRECEK’

DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk ise kitleye Kürtçe seslenerek, Kürt halkının hiç bir şekilde bastırılmayan mücadelesinin Ortadoğu'da gerçek demokrasi ve özgürlüğü getireceğini söyledi. Türk, bölgenin değişim ve dönüşümü için Kürt halkının demokrasi-özgürlük mücadelesi ve çözüm önerilerinin en büyük potansiyel olduğunu vurguladı.

‘HİÇBİR GÜÇ BU SAATEN SONRA KÜRT HALKININ İRADESİNİ KIRAMAYACAKTIR’


Ardından konuşan BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kısanak, kitle içinde özellikle sayıca kalabalık olan kadınların varlığına dikkat çekerek, her türlü baskı ve sömürü ve erkek egemenliğine rağmen kadınları bu kadar örgütlü olan bir toplumun özgürlüğü çoktan hak ettiğini ve hiç bir gücün bu saatten sonra bu iradeyi kıramayacağını belirtti.

FEDERE KÜRDİSTAN BÖLGE HÜKÜMETİ TEMSİLCİLİĞİ ZİYARET EDİLDİ

Heyet Washington’da dün temaslarına, Federe Kürdistan bölge Hükümeti Temsilciliği’ni ziyaret ederek başladı. Heyet burada, Kürdistan Bölge Hükümeti Temsilcisi Qubad Talabani ile görüştü. Görüşmede Ortadoğu’da Arap halk ayaklanmalarıyla başlayan iki yıla yakın süreci değerlendirilerek, özellikle Suriye’de muhalefetin tıkandığı temel çıkmaza dikkat çekildi. Kürt halkının demokratik özerklik talebinin, ulusal varlığının ve kültürel-siyasal haklarının tanınmadığı bir Suriye muhalefetinin Baas rejimi sonrası için hiç bir özgürlük vaadinde bulunamayacağını, bu muhalefetin turnosal kağıdının Kürt halkının özgürlük taleplerine olan yaklaşımı olacağı belirtildi. Ulusal Konferans'ın önemi üzerine yapılan vurgular ile görüşme sona erdi.

Heyet daha sonra Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Namık Tan’ı makamında ziyaret etti. Ziyarette Amerika politikası ve dış ilişkiler konusunda genel değerlendirmeler yapıldı.

Ardından Kürdistan Bölge Hükümeti Temsilcisi Qubad Talabani'nin Demirtaş, Kışanak, Türk ve Gür"ün onuruna verdiği yemeğe katılındı, Yemeğe özellikle Güney Kürdistan ve Doğu Kürdistan siyasi parti temsilcileri ile Güneybatı Kürdistan'dan şahsiyetler ve sanatçılar katıldı. Ulusal Konferansın küçük bir taslağının oluştuğu değerlendirmeleri esliğinde niyet ve temenniler belirtilirken, Kürt halkının statüsüz olarak yaşamakta olduğu ülkelerde, ne yapmaları gerektiğine ilişikin genel bir birlik ve yurtseverlik bilincinin oluştuğu kaydedildi.
BROOKİNGS ENSTİTÜSÜNDE BASIN TOPLANTISI DÜZENLENECEK

Heyet bugün, ABD Dışişleri Bakan yardımcısı Philip Gordon, Global Kadın Hakları Koordinatörü ile görüşerek, Brookings Institu’de basın toplantısı düzenleyecek.

Daha sonra Amerika Barosu İnsan Hakları Merkezi ve Uluslararası Avukatlar Birliği Başkanı ile görüşecek olan heyet, BDP Washington Ofisi ile Kürt Toplumunun organize ettiği resepsiyona katılacak.

ABD’li Senatörler ve temsilciler meclisi üyeleriyle de görüşmelerde bulunacak olan heyet, son olarak San Francisco Belediye Başkanı’nı ziyaret edecek. Heyet Washington, New York ve San Francisco’da halk toplantılarına katıldıktan sonra 28 Nisan’da ABD gezisini bitirip Türkiye’ye dönecek.

ANF NEWS AGENCY

Kapitalist Kar Hırsı Awa Kabilesini Katlediyor




Brezilya’daki Amazon ormanlarında yaşayan Awa kabilesi mensupları şirketler tarafından kiralanan keskin nişancılar tarafından tek tek öldürülüyor.
Brezilya’nın Amazon ormanlarında yaşayan dünyanın bilinen son göçebe avcı-toplayıcı kabilelerinden Awa’lar soykırıma uğruyor. 100’den fazlası dış dünya ile hiç bir şekilde iletişim kurmamış kabile üyeleri, ormanda faaliyet gösteren tomruk şirketlerinin tuttuğu nişancılar tarafından öldürülüyor.

Brezilyalı Yargıç Jose Carlos do Vale Madeira’nin soykırım olarak tanımladığı katliamın ortaya çıkması ile birlikte uluslararası insan hakları örgütleri de harekete geçti. Survival International adlı örgütün başlattığı bir kampanya ile Awa halkının uğradığı soykırımın duyurulması ve Brezilya hükümetinin yaşananlara dur demesi amaçlanıyor. Kampanya yarın Survival Örgütü tarafından başlatılıyor.

Awa kabilesinin yaşadığı alanda bir süredir yasadışı yerleşim ve ağaçların rastgele kesimi ile zaten kabilenin geleceği tehdit ediliyordu. Fakat bölgede incelemeler yürüten insan hakları örgütleri aslında kabilenin çok daha ciddi ve direkt bir tehdit ile karşı karşıya kaldıklarını ortaya çıkardı.
Hazırlanan raporlara göre, şirketler kendi alanlarında bulunan kabile üyelerini tuttukları nişancılara öldürtüyor. Cinayetleri bir “felaket” olarak niteleyen Survival International’ın araştırma direktörü Fiona Watson, “Bana ‘eğer orman olmazsa, çocuklarımızı besleyemeyiz ve ölürüz’ diyorlar. Fakat sadece yaşam alanları yok edilmiyor, aynı zamanda şiddet var. Soykırıma uğrayan Awalılarla konuştum. Aileleri gözlerinin önünde vurulmuş. Bu insanlar gözlerimizn önünde tükeniyor” diye konuştu.

Brezilya’da son yıllarda şirketlerin Amazon ormanlarını bir rant alanı olarak kullanılması sık sık çevre örgütleri tarafından gündeme getiriliyordu. Ülkenin Ulusal Alan Araştırma Enstitüsü verilerine göre yağmur ormanlarının 2010 ila 2011 yılları arasında 6 bin 238 kilometrekaresi yok edildi.
ANF NEWS AGENCY

MİT: Maraş Katliamını Ökkeş Şendiller Organize Etti



















MİT, 12 Eylül davası için mahkemeye gönderdiği belgelerde, Maraş katliamıyla ilgili de bilgiler sundu. İddianamedeki bu belgelerde, MİT'in Maraş katliamından 1 ay sonra devletin zirvesine bilgi notu gönderdiği; katliamı Ökkeş Şendiller ve MHP yöneticilerinin organize ettiği ifade ediliyor.

Cumhuriyet gazetesinin haberine göre belgelerin birinde, Ökkeş Şendiller'in (Kenger) itiraflarına da yer veriliyor. Şendiller, belgelerde yer alan ifadelerinde, “Güneş Ne Zaman Doğacak” adlı filminin gösterildiği Çiçek Sineması’na 19 Aralık 1978’te bomba atılması olayını için, 'emir alıp gerçekleştirdiğini' söylüyor.

19-26 Aralık 1978 tarihleri arasında 100’den fazla Alevi ve solcunun öldürüldüğü Maraş katliamından yaklaşık 1 ay sonra, devletin zirvesine 17 Ocak 1979 tarihli bir bilgi notu gönderen MİT, eylemleri planlayanların isimlerinin tespit edilmesine ve eylemi yöneten şahıslar hakkında bilgi derlenmeye çalışıldığını bildiriyor.

12 Eylül davasında Maraş katliamıyla ilgili mahkemeye gönderdiği 57 sayfalık belgelerde MİT, katliamdan yaklaşık 1 ay sonra, devletin zirvesine bilgi notu gönderdiğini belirtiyor.

Katliamı, MHP ile Ülkü Ocakları yöneticilerinin yaptıkları toplantıda kararlaştırıldığının yazılı olduğu belgelerde, askerlerin Maraş‘a takviye kuvvetlerini olaylardan 4 gün sonra gönderdiği de kaydediliyor.

Maraş katliamına zamanında müdahale edilmemesi konusunda askeri suçlayan MİT, 19 Aralık 1978’de başlayan olaylara ilişkin 23 Aralık 1978 saat 15.30’da devletin zirvesine bilgi geçiyor ve“Şu ana kadar herhangi bir takviye birliği Maraş’a ulaşmış değildir. Şehrin bütün semtlerinde silahlı çatışmalar sürmektedir” diyor. 26 Aralık tarihli belgede de, Maraş’ta geceleri güvenlik güçlerinin sokaklardan çekildiği ve ardından ülkücülerin Alevilerin evlerine baskın düzenlediği kaydediliyor.

ŞENDİLLER'İN İTİRAFI

Belgelerde, Maraş katliamı döneminde, “Güneş Ne Zaman Doğacak” adlı filminin gösterildiği Çiçek Sineması’na 19 Aralık 1978’te bomba atılması olayını da ÜGD üyesi Ökkeş Şendiller'in organize ettiği yazılı. Hatta belgeye göre Kenger, olayla ilgili olarak, şunları anlattı: “Sinemaya bomba atılması emrini bana Ülkücü Gençlik Derneği Maraş ikinci başkanı verdi. Tuvalette dinamiti Yunus İlhan isimli kişiye verdim. Sinemanın ön tarafına atmasını söyledik. Dinamitin patlaması sonrasında sinemada panik havası oluştu.”

ŞENDİLLER'İN DEVLETE ÇALIŞTIĞI AÇIKLANIYOR

Emniyet Genel Müdürlüğü’nden gelen rapor da, Ökkeş Şendiller'in (Kenger) devlet için çalıştığını gösteriyor. Bu raporda da, Şendiller için “teşkilata patlayıcı madde temin eden kişi” olarak tanımı yapılarak, şöyle denildi: “Kenger, 19 Aralık 1978’de Çiçek Sineması’ndaki patlamadan önce ve sonra Ankara ÜGD’ye ait 29 43 51 numaralı telefonla konuştu. Kenger, patlamadan hemen sonra sanki bu patlamayı bekliyormuş gibi salondaki şahısları toplayarak onlara öncülük etmiş, emirler vererek sloganlar attırmıştır.”

Şendiller, tüm bunlara rağmen dönemin sıkıyönetim mahkemesinde açılan Maraş katliamı davasında beraat etmişti.
FAŞİSTLERİN ROLÜ

Belgede, olaylarda faşistlerin rolü de, şöyle anlatıldı: “Olaylar, ülkücülerin olaylardan 2-3 hafta önce MHP K.Maraş il örgütünde MHP K.Maraş yöneticileri ile Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD) mensuplarının katılması ile yapılan bir toplantıda planlanmıştır. Toplantıya ÜGD Genel Merkezi’nden bir yetkili de katılmıştır. (Büyük ihtimalle Sefa Şevkat Çetin) Toplantıda K.Maraş’taki Alevilerin ve bunları destekleyen sol grubun son zamanlarda ülkücü ve Sünniler üzerindeki baskılarını arttırdıkları gerekçesiyle, bunlara bir ders vermenin zamanı geldiği belirtilerek, ilk önce sol gruba mensup Alevilerin meskûn bulunduğu mahallelerde, ileri gelenlerin adresleri tespit edilmiş daha sonra tespit edilen adreslere eylem yapacak şahıslar belirlenmiştir.”

MİT, devamında da şunları bildirdi: “22 Aralık 1978 günü sol gruba mensup 2 öğretmenin cenaze namazları bahane edilerek ‘Alevilerin Sünnilere karşı baskın hazırlığında oldukları, Alevilerin çoğunlukta olduğu mahallelerde Sünni kadınların ırzına geçtikleri’ söylentileri halk arasında yayılarak, önceden planlandığı gibi olay önce cenazelerin bulunduğu cami civarında başlamış ve belirlenen semtlerdeki evlere baskın şeklinde gelişmiştir.”

26 Aralık 1978 tarihli belgede ise Maraş’ta geceleri güvenlik güçlerinin çekilmesi ile birlikte ev baskınlarının düzenlendiğine dikkat çekilerek, şöyle denildi: “Baskınlar özellikle Alevilerin evlerine yöneliktir. Olaylar siyasi boyutu aşıp Alevi-Sünni çatışma haline dönüşmüştür. İlde bol miktarda makineli tüfek bulunmuştur."
ANF NEWS AGENCY