22 Nisan 2012 Pazar

Bağımsız Kürdistan ya da Devrim Teorisi

Ali Kızıl

Tarihte, bağımsız Kürdistan talebini teorik program çerçevesinde ortaya koyup, bunun direnişini örgütleyen ilk örgütlenme Xoybun'dur. 17 Ekim 1917 de Rusya da Ekim devrimi ilan edilirken; devrimin ana şiarı emekçi sınıflara eşitlik ve adalet, ezilen halklara özgürlük şeklinde idi.

Fakat Sovyet Rusya'sının hemen yanı başinda, sınır komşusu olan  Ağrı direnişi ve öncüsü olan Xoybun Türk faşizminin postalları altında ezilerek "Hayali bağımsız Kürdistan Ağrı dağı altında meftundur" denilerek bir ulus yok ediliyordu.

Tarihin cilvesi olsa gerek!  Ulusların kendi kadereni tayin etme hakkının tarihsel bir hak olduğu bir dönemde, Kürt ulusu Ağrı dağı altında meftun diye tanımlanıyordu. Hem de sosyalizmin kurucusu olan Sovyetlerin yanıbaşinda!

O gün bugündür, birey olarak değil bağımsızlığı, Kürt ve Kürdistanı ağza almak suç sayıldı. Kürdistan inkar edilerek ölü soğukluğu ve sessizliği ile canlı canlı tabutuyla Ağrı Dağına gömüldü.

Kapitalist sistem paranın esaretine boyun eğerek "ulusların kendi kaderine tayin hakkını" Kürtler için gözmezden geldi. Sosyalizmin kurucusu sovyetler ise, "herşey Sovyet ana yurdu korumak" idealine feda ederek, Kürt ulusunun mefta olarak canlı canlı gömülmesine göz yumdu.

Sözümüz o ki, Kürt ulusu sadece tarihin trajik bir kurbanı değil, ideolojilerin de bir kurbanıdır.

Kürtler, PKK hareketi ile yeni bir çıkış elde etme şansı elde ettiler. Bu Kürdistan hayalinin Ağrı dağında meftun olduğunu varsayan Türk faşizmine karşi bir devrim deneyimi olarak gelişti.

Kürtler 90'lı yıllarda devrim teorisi ile devrim seçeneğini denediler. PKK öncülügünde Kürtlerin direnişine Türk devleti yalnız savaşmamıştır. Uluslararası sermaye güçleri, faşist Türk devletinin arkasında durmuşlardır. Türk devleti, NATO gücünü arkasına alarak, devrim felaketinden kurtulma şansını elde etmiştir. Kürdler askeri olarak bu seçeneği denemiş ancak güçleri yetmemiştir.

Bu açıdan, ulusal kurtuluş devrimi gerçekleştirmek için ne 19. yüzyıldaki tarihsel ve toplumsal koşullar mevcuttur, ne de ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunun bir sosyalist kamp vardır.

Günümüz itibari ile, devrim teorisi ile bağımsızlığı savunmak, bir akıl politikacığılığı değildir.

Bunun öz güven, ya da özgüçle, kendini yönetme ile ilgisi yoktur, koşulların ortaya koyduğu bir durumdur. İlla devrim teorisini savunanlar varsa "arap baharı" ile devrim teorisinin nasıl Uluslar arası güçlerin çıkarlarina evrildiğini incelemelerini öneririm.

Yine Uluslar arası politikaların uyumu ile oluşan devletleşmeler ilgili iki örnek verelim. Bir, Yugoslavya'daki kanlı savaş hiç de devrimle sonuçlanmadı. Ancak Uluslar arası güçlerin uyumu ile uluslar ayrıldı, sınırlar çizildi. Görece bir istikrar sağlandı.

Yine, Kosova 'da bir karış toprak ve azıcık nüfus  ile bağımsızlık ilan edildi.  Uluslar arası politakaların uyumu, Kosova gibi bir devleti açığa çıkardı.

Bu örneklere karşi klasik solun refleksi hemen, "emperyalizmin kuracağı bir Kürt devletine karşiyım" olacaktır.

Emperyalizmin, Küresel bir sermaye yayılması olduğu kesin. Son yıllarda teknolojinin hızı ile de süregelen küreselleşmenin, emperyalizme yeni bir tanım getirmek zorunda olduğunu da belirtelim. Politik çikarlarda, Uluslar arası güçlerin uyumunu topyekün "emperyalizm" olarak değerlendirmek hiçte rasyonalist değildir. Siyaset, dostunu çogaltmak düşmanını azaltmak ise Kürtler neden tüm dünyayı karşisına alıp global bir anti-emperyalistlik yükü altına girsin ki? Akıl karı mı ?
ABD'nin Irak'a girişi, bir egemenlik strtatejisi idi, ancak Kürtlere federal bir devlet olma yolunu da açtı.

ABD'nin ya da Uluslar arası güçlerin niyetinin ötesinde bir durumdur, bahsedilen konu.

Ortadoğu kabuk değiştirmenin ötesinde,  su ve petrol yatakları üzerine kurulmuş statüko Saddam yönetimi ile dağıldı. Şimdi sıra Suriye'de. Bir domino teorisi olarak parçalarda düzenli gelişmeler olmasa da, Kürtler üzerindeki sömürgeciliğin Baas ayağının kırıldığının göstergesidir.
 
Kürtlerin Ortadoğu'da özgürlüğe hasret kalmaları yine çelişkilerin merkezi ve  değişimde motor gücü olmaları dolayısıyla Uluslararası dengelerde "taze kan" rölü görebilirler.  Bu durum, Kürt ulusunu Ortadoğu'nun gözde ulusu haline getirebilir.

Bu nesnel gerçeklik, Kürtlere direnişleri sonucu bir statü kazandırabilir. Belki Yugoslavya'daki gibi kanlı bir ırk ve mezhep savaşları sonucu, belki de Uluslararası güç dengelerinin ortaya çıkaracağı fırsatlardan Kürt siyasetçileri  yararlanıp, siyasal iktidarlar elde edebilirler. Kürt halkı her iki durumla da karşı karşıya gelebilir. Direniş hazırlığı kadar, siyasi fırsatların zeka üstünlüğü başarılı Kürt siyasetinin  anahtarı olacaktır.

Her iki halde de, Kürtler bir statü elde edeceklerdir. Bunun adı ister bağımsızlık, federasyon, ya da özerklik olsun. Sonuçta Kürtler Ortadoğu'nun değişiminde, ve gelecek istikrar politikalarında "taze kan" rolleri nedeniyle bir yer edineceklerdir.

Bölgesel ve en önemlisi de güncel olarak bölgede yaşananları doğru okumak gerekiyor. Ne karından konuşup "PKK bağımsızlığı savunmalı" türünden banal bir tavır içine girilmeli, ne de "Ulus-devlet emperyalist çikarlara alet olur" türünden gerçeği soyut teorilerle boğmaya çalışmak doğru bir yaklaşimdır. Her talebin bir teorisi olmalı, ama teorinin idealize edilmesi yanlış bir durumdur.

Bağımsızlık bir ulusun en temel hakkıdır. Ancak bir siyasal örgüte neyi savunmasını gerektiğini belirtmenin ötesinde dayatmakta abestir. Ancak şöyle bir formülasyona ihtiyaç duyabiliriz, Kürtler eğer bağımsızlık isteyeceklerse şimdiye kadar verdikleri bedeller azdır, ancak anayasal vatandaşlık istenecekse verilen bedeller çoktur.

Bu açıdan kimin neyi talep ettiği ve nasıl mücedele ettiği o gücün spesifik durumunu gösterir. Ancak bundan daha önemli olan Kürt halkının Ortadoğu'da ki rolü ve bu rol üzerinde üstlenecegi konumdur. Kürt siyaset güçleri bu konum üzerinde birleşmek zorunda kalmaları, beklenen durum olacaktır.

Nitekim, bir kaç yıl önce Genelkurmay istihbarat dairesi, Kürt sorunu konusunda yaşadığı bir hatayı şu cümlelerle özetlemislerdi:

''Biz, PKK'ye karşi Kürt islamcıları, Barzani'yi, ve hatta korucuları kullanarak başarı elde etmeye çalıştık. Ancak sonuçta görüldü ki hepsinin çıkar ve amaçları PKK'nin çıkar ve amaçları ile aynı noktada buluşuyor.''

Bugün farklı gözüken siyasal hareketler ve mücadele biçimleri -ihanet dışında- sonuçta Kürdistan'ın özgürlügü konusunda ortak noktada buluşacaktır.

Bunun dışında ne farklı lüksümüz ve hatta ne de şansımız vardır. Halk ve birey olarak, tüm Kürt siyasi güçlerini ortak demokratik bir platform olabilecek Ulusal Konferansı gerçekleştirmeye zorlamak bu sürecin en temel ihtiyacıdır.

alikizild@hotmail.com

İran: Casus Uçağın Bilgilerine Ulaştık



İran Devrim Muhafızları Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Emir Ali Hacızade, RQ-170 tipi insansız ABD casus uçağına ait yazılım ve diğer bilgilere ulaşıldığını söyledi.

Fars Haber Ajansı'nın haberi göre Tuğgeneral Hacızade gazetecilere yaptığı açıklamada, Aralık 2011'de ele geçirilen RQ-170 tipi insansız ABD casus uçağına ait bilgileri deşifre ettiklerini bildirdi.

Uçakla ilgili dört yeni kodun daha çözüldüğünü anlatan Hacızade, milli bir sermaye olarak nitelediği uçak ve onunla ilgili bilgiler hakkında daha ayrıntılı konuşamayacağını belirtti.

"RQ-170 tipi insansız ABD casus uçağına ait tüm yazılım bilgilerini elde ettik" diyen Hacızade, uçağın ABD, Afganistan ve Pakistan'daki uçuşlarına dair bilgilere ulaşıldığını söyledi.

Tuğgeneral Hacızade, yazılım ve donanımlardan anlaşıldığı kadarıyla ABD'nin uçak teknolojisine ait son 50 yıldaki bilgilerinin bu uçakta toplandığını bildirdi.

Bu arada Mehr Haber Ajansı, Tuğgeneral Hacızade'nin, RQ-170 uçağının bir kopyasını yapmaya başladıklarını söylediğini aktardı.

İran devlet televizyonu, ülkenin doğusunda düşürülen RQ-170 tipi insansız ABD casus uçağının görüntülerini 8 Aralık 2011'de yayımlamıştı.





İran devleti, uçağın düşürülmediğini havadayken kontrolünün ele geçirilip yere indirildiğini iddia etmişlerdi. Görüntüler bunu doğruluyor. ABD ise uçağın düştüğünü ve parçalara ayrıldığı için İran'ın gizli teknolojik sırlara erişiminin mümkün olmadığını iddia etmişlerdi.

ANF NEWS AGENCY


EK HABER
 
ABD’li yetkililer, İran’da düşen Amerikan insansız hava aracı vasıtasıyla teknolojik sırlarının düşmanlarının eline geçmesinden korkuyorlar.

Los Angeles Times’a konuşan ABD’li bir yetkili, hafta sonunda İran’da düşen RQ-170 Sentinel insansız casus uçağının bir CIA görevinde olduğunu açıkladı. Adını vermeyen yetkili, bilinen en gelişmiş radara yakalanmama ve gözlem teknolojisine sahip olan uçağın İran veya ABD’nin diğer düşmanları tarafından deşifre edilmesinden çekindiklerini ifade etti.  

Aynı yetkili, casus uçağın görevi kapsamında mı yoksa teknik bir arıza nedeniyle mi İran topraklarına girdiğini bilmediklerini iletti. RQ-170 Sentinel uçağının, Afganistan’ın güneyinde (İran Sınırı) görev yaptığı biliniyordu.

ABD ordusu, Sentinel’in kontrolünü, Afganistan’ın batısında uçarken kaybettiklerini doğrulamıştı. İan’ın IRNA haber ajansı ise Sentinel’in askeri birlikler tarafından vurulduğunu belirtti. ABD, bu iddiayı reddederek bu yönde hiçbir belirti bulunmadığı yanıtını verdi.

EN SON TEKNOLOJİ

Jet motoruna sahip olan ve yarasa kanadı benzeri kanat tasarımı ile gövdesindeki özel materyal sayesinde radara yakalanmayan RQ-170 Sentinel, ABD'nin en gelişmiş silahlardan biri olarak kabul ediliyor. Casus uçak, radara yakalanmadığı gibi sahip olduğu bilgisayar sistemleri sayesinde düşman topraklarının içinde ilerleyebiliyor.

Sentinel’in, binlerce metre yükseklikten yeri didik didik eden kameralara, cep telefonu konuşmalarını takip eden ve havadaki dumanların kimyasallarını analiz ederek yeraltındaki gizli nükleer tesisleri tespit edebilecek alıcılara sahip olduğu düşünülüyor.

Sahip olduğu tüm özellikler Pentagon tarafından gizli tutulan casus uçağın, üretim maliyeti, ebatları veya maksimum hızı bilinmiyor.

Sentinel, 2 Mayıs’ta Pakistan’da öldürülen El Kaide’nin eski lideri Usame bin Ladin’in yakalanmasına yönelik operasyonda da kullanılmıştı. İlk fotoğrafları 2009 yılında Afganistan’ın Kandahar kentinde ortaya çıkan Sentinel, o tarihten sonra “Kandahar Canavarı” lakabını almıştı.

ABD’Yİ RAHATSIZ EDEN DÜŞÜNCE

ABD’li yetkililer, sahip olduğu özellikler bile son derece gizli tutulan RQ-170 Sentinel’in İran’ın eline düşmüş olabileceği düşüncesinden oldukça rahatsız. Pentagon sözcüsü John Kirby, “İnsanlı ya da insansız bir uçağımızın onu geri alamayacağımız bir yere düşmesi bizi endişelendiriyor” dedi.

Güvenlik uzmanı Peter Singer ise RQ-170 Sentinel'in İran için olmasa da müttefikleri Rusya ve Çin için faydalı olabilecek çok çeşitli sistemler barındırdığını söyledi.

Adını vermek istemeyen bir diğer ABD’li yetkili de RQ-170 Sentinel’in İran’da düşmesini, “Bu çok kötü. Tüm bilgilere ulaşacaklar… Dahası Çin ve Rusya’da bu bilgileri edinecek” yorumunu yaptı.

ENDİŞELER YERSİZ OLABİLİR

Buna karşın uzmanlar, İran'ın, oldukça yüksek bir irtifadan düşen uçağın enkazından işe yarar bilgi edinmesinin zor olduğunu ifade etti.

Lexington Enstitüsü analisti Loren Thompson, uçağın çakılmasının ardından İran’ın eline sadece küçük parçaların geçtiğini, bu nedenle çok fazla teknolojik bilgi elde etmelerinin mümkün olmadığını belirtti.

ÇİN DE TEKNOLOJİ ÇALMIŞTI

ABD’nin silah teknolojilerinin geçmişte de diğer ülkelerin eline geçtiği iddia edilmişti. Çin’in bu yıl tamamen kendi imkanlarıyla geliştirdiğini belirttiği J-20 hayalet uçağının, ABD’nin F-117 uçağından elde edilen teknolojiyle üretildiği öne sürülmüştü.

Bir F-117, 1999 yılında Kosova savaşı esnasında düşmüş ve parçaları Çinli ajanlar tarafından kaçırılmıştı.

Yalan İpinde Atılan Takla Ve ‘Devletsiz Önderliğin’ Gücü

Veysi Sarısöz
en
 
Türk Hükümetinin ilkesi “dişine uygun gördüğünü” ısırmak, ısıramadığını da “ısırdıklarını” birlikte ısırmaya ikna etmek için “yalan ipinin” üstünde, artık ünlenen deyimle söylersek, “kırk takla atmak...”

Bu en tehlikeli “takla”dır.

Anlatalım.

Öcalan Kürtlerin yaşadığı bütün parçalarda, kiminin çoğunluğu tarafından, kiminin ise ihmal edilemeyecek bir bölümü tarafından “önder” olarak kabul edilen bir kişi.

“Ne var bunda “ derseniz, ben de size milyonlarca insanın “önder” diye benimsediği bu insanın “devletsiz” bir önder olduğunu hatırlatırım. Şunu da hatırlatırım; bu öyle bir önder ki, yalnız devletsiz değil, aynı zamanda “devleti altın tepside sunsalar” kabul etmeyen bir önder. Ve daha da önemlisi, “İmralı işkence evinde” esaret yaşayan bir önder... Daha daha ve daha önemlisi de, dokuz aydır en ağır tecrit yaşayan bir önder...

Roma İmparatorluğu çöktüğü zaman İmparatorun tek bir destekçisi kalmadı. Çünkü İmparator “devletli” bir önderdi. Aynı zamanda devletine daha fazla devletleri katan bir önderdi. Daha da önemlisi muktedirdi ve Hristiyanları arenalarda aslanların önüne atan, istediği köle Hıristiyan’ı gladyatör yapıp, öteki Hıristiyan gladyatörü öldürten bir önderdi. Devlet yok olunca İmparator da yok oldu.

Ama Hz. İsa o İmparator’un karşısına “devletsiz” bir önder olarak dikildi. Tutuklandı ve çarmıha gerildi.

Bugün Roma İmparatorlarını “önder” sayan tek bir Allah’ın kulu yok. Ama milyonlarca Hırıstiyan İsa’yı “önder” olarak tanıyor.

Hz. Muhammed, Roma İmparatorluğundan ve İsa’nın yazgısından ders çıkartan bir “önder”. “Devletsiz din” va’az eden bir önder. “Devletsiz” İslam’ın, yani farklı devletlerde yaşayan bütün Müslümanların peygamberi. Onun da devlete ihtiyacı yok. Öcalan, ilkçağ tarihinden günümüze “ulus devletlerin” kanlı geçmişinden kopmuş bir önder.

Demek ki, yalan ipinin üstünde kırk takla atanlar, Barzani’yi Öcalan’ın karşısına dikmek için her türlü sahtekarlığı yapanlar, bu “nitel farkı” hesaba katmalılar. Nasıl İsa’yı çarmıha gerenler ve Hz. Muhammed’in sevgili Halifesi Ali’nin ve Hüseyin’in kanını dökenler bu “devletsiz dinlerin” taraftarlarını yok edemediyseler, “devletsiz, esir ve işkence” altındaki önderi de milyonların vicdanından kazıyamazlar. Devletli Kürt lideri ile devletsiz kürt önderi arasında uçurumlar var. Devletli lider “devletinin” lideri olmaya mahkumdur. Devletinin “çıkarlarını korumak” için, yeri ve zamanı gelince kendi ruhunu bile satmak zorunda kalır. Bizim “devletli reel sosyalizm” deneyimimiz bunu çok acı öğretti. Dünya Devrimi diye yola çıkan sosyalizm, “kuşatma altındaki devleti korumak için”, dünya devriminin nice koluna sırt çevirdi, 1939’da o devleti korumak için Hitler’le “dostluk ve saldırmazlık” paktını imzaladı. Bugün ne yazık ki o devlet yok. O devletin son “önderi” devletsiz kaldığından beri “halksız” bir halde o kapitalist kurum senin, bu benim, beyhude dolanıp durmakta. Öcalan’ın “otoriter”liğinden söz edenler var, ama gerçek şu ki, o devletsiz önderdir. Acı çeken, işkence gören bir önder. Bu önder bütün “devletsizlere”, “devlet iktidarlarına dayanmayanlara”, bütün yoksullara ve ezilenlere “devletli önderlerden” bin defa, yüz bin defa daha inandırıcı bir önderdir. Çünkü onun “devlet çıkarı” yoktur. Sözümüz, Türk ve Kürt “devletli” “önderlere”dir. “Devletsiz önder” etkisiz kılınamaz. Devletli lider oyuna gelip “devletsiz önderi” yok etmeye kalkarsa, Roma İmparatorunun ve Muaviyenin kaderini paylaşır. Birinci dersiniz bu. İyi çalışın.

İkinci ders şu: Yalan ipinin üstünde atılan kırk takladan sonra her defasında ip üstüne sağ salim düşmek mümkün değil... Yere çakılabilirsiniz. Şu hale bakın. Bizim “taklacılar”, bir yandan kendi “sınırları” içindeki Kürtleri kanla ve kitlesel tutuklamalarla bastırırken, bir yandan da devletli yani “bölgesel” önder Barzani’yi Türkiye’de ve Suriye’de Kürt “önderi” düzeyine yükseltmeye kalkışıyor.

Barzani’nin böyle bir rol oynamak isteyeceğini ben şahsen sanmıyorum. O gerçekçi bir “yerel önder”. “Devletli bir önder için”, bütün Kürdistan parçalarındaki Kürtlerin “önderi” olmaya kalkmanın “Büyük Kürdistan” hedefine yürümek olduğunu Barzani bilir. Bunun ise, kendisini kuşatan dört devletle savaş anlamına geldiğini daha iyi bilir.

Bizim taklacılar Barzani’yi akıllarınca “tuzağa” çekiyorlar. Onu Irak’taki Şiilerle karşı karşıya getirmek için elden geleni yapıyorlar. Ve bunu yaparken, sonucun Güney Kürdistan’da “ayrı bir devlet” kurmak olacağını da biliyorlar.

Böylece, üzerinde takla attıkları yalan ipini de kendi elleriyle kesiyorlar.

Şu anda Irak Federal devletinin bir parçası olan Güney Kürdistan’da elde edilen kazanımlar Türk devletini sıkıştırıyorken, kendi “sınırlarındaki” Kürtler, “biz de en az Irak’ta varolan statünün hiç değilse benzerini isteriz” diyorlarken, “bağımsız bir Güney Kürdistan devleti” kurulduğunda başlarına gelecekleri bilmiyorlar. İkinci derse de iyi çalışmaları gerekiyor.
“Öcalan’ı yok etmek”, “PKK’yi kana boğmak”, “BDP’yi yıkmak” yolunda yürüyen AKP hükümeti, Kürt sorununda çözüme yanaşmadığı sürece, mukadder akıbetten kurtulamaz. Kendi elleriyle Türkiye’yi böler.
Dört devletin sınırlarında hiçbir değişiklik olmadan, bu sınırları anlamsız hale getirerek Kürt sorununu çözmek, Mezopotamya’da yeni bir “barışçı halklar uygarlığını” kurmaktır. Tersi etnik ve mezhebi savaşlardır.

Dersler böyledir.

Kaynak: Ozgur Gündem

KCK Yürütme Üyesi Aydar’dan Twitter’da Çarpıcı Açıklamalar

KCK Yürütme Konseyi üyesi Zübeyir Aydar, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Oslo görüşmeleri halen sürüyor’ şeklindeki beyanını doğrulamadı. Aydar, Öcalan’ın avukatları hakkında hazırlanan iddianamede itirafçı olarak yer alan İrfan Dündar’ın beyanlarının ise gerçek dışı olduğunu belirterek, polisin kendi istihbari bilgilerini onun ağzından verdiğini belirtti.

KCK Yürütme Konseyi üyesi Zübeyir Aydar, başta CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Oslo görüşmeleri sürüyor’ şeklindeki iddiası ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatları hakkında hazırlanan iddianame olmak üzere bir çok konuda sosyal medya aracılığı ile çarpıcı değerlendirmeler de bulundu. KCK Yürütme Konseyi üyesi Aydar, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nın bir tevlevizyon programında, ‘Oslu görüşmelei halen sürüyor’ şeklindeki beyanının doğru olmadığını belirterek, devlet ile KCK arasında herhangi bir görüşmenin olmadığını belirtti. Kılıçdaroğlu’nun çözüm konusunda ''Parti Temsilcileri ve akil adamlardan oluşan Meclis çatısı altında bir komisyonun kurulmasını'' önerdiğini ifade eden Aydar, “Bu fena bir fikir değildir. Bizim önerilerimize yakındır. Kamuoyunda tartışılması gerekir. Her parti her kesim bu konuda görüşlerini dile getirmelidir” dedi.

POLİS MUHBİRİNİN BEYANLARI GERÇEK DIŞIDIR

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatlarına ilişkin İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde kabul edilen iddianameyi de değerlendiren Aydar, “Ayrıca son avukatlara ilişkin KCK iddianamesi konusunda da bir şeyler söylemek gerekir. Bir polis muhbiri bir itirafçının (İrfan Dündar) ifadeleri sanki gerçekmiş gibi Türk basınında çarşaf çarşaf verilmektedir. Şunu söyleyeyim; ‘polis kendi istihbari bilgilerini onun ağzından vermektedir’. Orada verilen bazı bilgilerin o şahıs tarafından bilinmesi mümkün değildir. Ayrıca yalan yanlış bir çok şey birbirine karıştırılarak verilmektedir. Türk basını da sanki gerçekmiş gibi vermektedir” diye kaydetti.

‘POLİS UYDURMASIDIR’

Ahmet Altan’ın da yine aynı itirafçı İrfan Dündar’ın beyanlarına dayanarak köşesinde alıntı yaptığını ifade eden Aydar, şunları kaydetti: “O alıntıya göre ‘Başkanımızın sunduğu protokolleri devlet yetkilileri olumlu karşılamış, ama örgüt yönetimi yaptığı kabul edilemez eklemelerden dolayı görüşmeler kesilmiş.’ Bu doğru değildir. Bu itirafçı sözü edilen protokolleri görmemiştir, görmesi de mümkün değildir. Bu tamamıyla polisin onun ağzından uydurmasıdır. Ayrıca görüşmeler bu eklemelerden değil, Hükümetin bu protokollere hiç bir cevap vermemesi ve saldırıya geçmesi üzerine kendileri tarafından kesilmiştir.”

‘SRİLANKA-TAMİL MODELİ TUTMADI’

Oslo görüşmelerinin kesilmesinde AKP Hükümeti’nin rolü konusunda da çarpıcı açıklamalar da bulunan Aydar, “Seçimler bitti, artık AKP’nin ateşkese ihtiyacı yoktu, ayrıca İran, Suriye ve Irak la anlaşmışlardı. Dört bir taraftan saldırıp bizi tasfiye edeceklerdi. Onun için Srilanka modeli tartışılıyordu. Onun için İran Kandile saldırdı. İran saldırısı püskürtüldü. Suriye iç sorunlarından dolayı sürece giremedi. Türkiye’nin cesareti kırıldı ve sınır ötesi operasyon yapamadı. Sonra da ittifaklar bozuldu. Dolayısıyla Srilanka-Tamil modeli tutmadı. Görüşmelerin kesilmesi bundandır” dedi.

‘ALTAN’IN GERÇEK KABUL ETMESİ TALİHSİZLİKTİR’

Çok konuşulan Silvan olayının da tamamı ile tesadüfi bir karşılaşma olduğunun altını çizen Aydar, “Bizim açımızdan planlı bir saldırı değildir. Operasyona çıkan askerin gerilla ile karşılaşmasıdır. Sayın Altan gibi yazarlar yazarken itirafçı ve ajanların ifadelerini gerçekmiş gibi kabul etmeleri talihsizliktir. Biraz da bizleri dinleseler daha doğru yazacaklar. Polis kaynakları tamamıyla dezenformasyonla doludur. Bizden bir hatırlatma olarak almalarını öneririz” şeklinde ifade etti.
 
Diren Dicle / Gulistan Gulê Depê
Amed News Agency

İdris Naim, Bok Böcekleri ve Yeni Strateji

Bok böcekleri, Ön ayaklarının yardımıyla dışkıdan iri bir küre yapar, bu kürenin içine yumurtalarını aşılar ve küreyi başı hep doğuya dönük olarak, arka ayaklarıyla yuvasına itip
gömer. Yirmi dört gün sonra yavruları belirmeye başlayınca, küreyi topraktan çıkarıp suya götürür. Küre suda eridiği zaman da yavrular serbest kalır.

Hep doğuya giderken yokuşa denk gelirse de vazgeçmez ama küreyi yuvarladıkça bazen küre büyür büyür ve ağırlaşır, onun boyunu ve amacını aşan bu ağırlığı yinede itmek için her şeyini feda eder.

AKP’nin ballandıra ballandıra geçenlerde ortaya attığı ve adına bilmem kaçıncı kez “yeni strateji” dediği şey tamda bok böceği meselesidir. Kürt realitesi artık onun taşıyamadığı, taşıyamayacağı bir yüktür.  Cumhuriyet tarihi boyunca herkes bu yükün altında kalmıştır.

Kürdün kısaca söylediği şey şudur:  “Bu yük boyunuzu aştı ve artık taşıyabileceğinizden çok fazla…”

Zulüm ile verdiğiniz tüm dönütler, koca bir çaresizlik ve Borges’vari alçaklığın evrensel tarihine denk geldiğini sizde biliyorsunuz. Bilirsiniz, Preze hayat doxrî yaşanmii…

İ.N.Ş Günlüğü….

Artık bilinen net bir olgu var şu ülkede: Eğer İdris Naim söz konusu ise, mantığını sıfırla. Otur yerine, sus ve beynine format dâhil ne bulursan at, öyle oku demeçlerini. Öyle izle onu.

En son vatandaşa ayı muamelesi yapan “Hadi oyna, takla at bakalım” diyen Şahin’in bu ekolojik ve doğa açılımı hayırsız olsun, yerine dibine batsın. Hali hazırda konu edinmişken geçenlerde hakkında çıkan çarpıcı bir haberi de ilk defa paylaşmış olalım.

Görüldüğü üzere, KCK sırasını şuan 28 Şubat baskınlarına veren hükümet, arada sırada 1 gün kadar baskın yapmayabiliyor. Geçtiğimiz günlerde KCK’den kimsenin alınmamasını kabullenemeyen İNŞ ne yapsa iyidir? Sıkı durun:

Dayanamayıp kendi evine baskın düzenletmiş… Bir yerel TV’den aldığım detaylar şöyle:

Bakanın evinde yapılan aramada ‘insanî’ pek bişiye denk gelinemese de çok sayıda doküman alınmış. Sabah 5 gibi başlayan operasyon, bakanın kapıyı açmayarak gösterdiği kararlı
direniş ile sürdü. Kapıyı kırarak içeri giren polis, tüm evi darmadağın etti.

Yapılan detaylı inceleme de, bakanın çerçeveli bir fotosu, çok sayıda sanatsal tablo, birçok film sidisi, yüzlerce müzik parçası kıskıvrak ele geçirildi. Bakanın evinin hemen arkasında
bulunan bahçeden ise ceset çıkarılması bekleniyor. Bu durumdan aynı zamanda memnun olduğu görülen bakanın, polisin birine boş bir flaş bellek verip “lütfen içine kroki, belge bişiler atın” söylemesi ise şaşkınlık yaratmadı. Aramanın saatlerce sürmesinden sonra akşamüzeri evi terk eden güvenlik güçleri adına açıklama yapan komiser Emrullah “Özellikle sanatsal tablolar, resimlerde ülkeyi tehdit edecek en büyük terörizm dalgasının işaretlerine rastladıklarını ve gerekli tüm kanıtları Baransu’ya verdiklerini” açıkladı.

Gündem arası mola…

** Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Cemil Çiçek, “Yeni anayasa önemlidir, ama sıfır sorunlu bir Türkiye anlamına da gelmemelidir” demiş.

He zaten gören diyecek bizde tam sorunsuz, müthiş ve hele ki içinde azıcık insanlığa dair bir şey bekliyorduk. Anayasayı tapulu malı sanıyor sanırım. O anayasadan bir halt olmaz. Çünkü kafa aynı, bakış açısı aynı. Yani hep “aynılaşmış” bir köhne zihniyet. İş zor welhasıl…

** Bu hafta bildiğiniz gibi Özel yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcı vekilliği’nin yürüttüğü 28 Şubat Soruşturması kapsamında Çevik Bir dâhil birkaç askeri isim daha gözaltına alındı.

En son 9 tutuklama ile mesele devam ediyordu. Peki, bunlar olurken diğer tarafta ne oldu?

Hükümet, TSK’daki personele zam yaptı. Hem de güzel zamlar ha. Valla hayat loy loy…

Özgür Amed
Amed News Agency

AKP'nin Domuzsal Yalanları



ANKARA- AKP iktidarının ‘taklacı bakanı’ olarak bilinen İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in, Kürt siyasetine ve Kürtlere karşı ‘domuz siyaseti’ yapmasına tepkiler sürerken, AKP iktidarının ise ‘domuz’u resmi olarak kasaplık hayvan kategorisine koyduğu, resmi yönetmelik hazırladğı ve en önemlisi bir milyon domuz üretilmesi için kredi sağladığı ortaya çıktı.
 
Adı ‘taklacı bakan’a çıkan ve hem ırkçı hem de ‘akıl dışı’ davranışları ile dikkatleri çeken İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in son olarak BDP’nin hakkında TBMM’de verdiği gensoru gürüşmelerinde Kürtler ve Kürt siyasetine karşı‘domuz siyaseti’ yapması tepkilere yol açmıştı. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in BDP’yi halka domuz yedirmekle suçlayıp ardından da Kürtlerin ‘dinsiz’ olduğu yönündeki konuşması her kesimden tepkilere neden olurken, Şahin’in bağlı olduğu AKP Hükümeti’nin ise ‘’domuz’ ile ilgili icraatları ise pes dedirtiyor.

AKP ‘DOMUZ’A TEŞVİK AKITTI

Keza domuz ve domuz ürünleri Türkiye’de kasaplık hayvan kategörisine Temmuz 2006 yılında Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nın ‘Hayvancılık İşletmelerinin Kuruluş, Çalışma, Denetleme Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik’ çerçevesinde AKP Hükümeti tarafından yürürlüğe konuldu. AKP Hükümeti bununla da kalmadı, aynı genelge ile domuz çiftliklerinin kurulması için ödenek ayrıldığını ve 2’den fazla domuz beslenen çiftlikleri de ticari işletmeler içersine aldı. Yine domuz ve domuz ürünlerinin de satış ve dağıtımına da izin verdi. Ardından da Türkiye’de sığır, dana ve inek gibi temel hayvancılık yerinde bir milyona yakın domuzun üretilmesi için 87 tane domuz çiftliğinin kurulmasına ön ayak oldu.

 BAKAN ŞAHİN ‘DOMUZ SİYASETİ’ YAPIYOR’
 
AKP Hükümeti ‘domuz’ ile bu kadar içli dışlı iken Hükümetin İçişleri Bakanı Naim Şahin’in ‘domuz siyaseti’ yapması AKP’nin manipülasyon siyaseti olarak değerlendiriliyor. BDP Grup Başkanı Vekili ve Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’da sosyal medya üzerinden bu konuyu gündeme getirerek, Şahin’e karşı sert tepkisini sürdürdü. AKP Hükümeti’nin domuz etini 2006 da resmen kasaplık hayvan kategorisine aldığını, resmen tanıdığını ve domuz çiftlikleri için teşvik verdiğine dikkat çeken Kaplan, “İçişleri Bakanı ‘domuz siyaseti’ yaparak Kürt halkına hakaret ediyor. Domuz yönetmeliği çıkaran, AB’ye rapor sunan, kredi veren AKP Hükümetinin İçişleri Bakanı cürmu meşhut yakalandı. Keza AKP Hükümetleri zamanında 87 domuz çiftliği kuruldu. Bir milyon domuz üretimi yapılıyor. AKP hükümeti domuza resmen destek teşviki veriyor” dedi.

Kaplan, son olarak Şahin’i şöyle tanımladı; “Müslüman olmayanların inançlarına saygı duymayan, ayrımcılık yapan, kin nefret kusan, soğuk harbin 40’larında kalmış içişleri bakanı.”

Diren Dicle / Gulistan Gulê Depê

Amed News Agency

Erdoğan Kabinesinin Kısa Anatomisi; VURGUN, TALAN ve ŞAİBE


Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki AKP, 9 yıl önce iktidara gelmek için 3 Y diye formüle ettiği Yolsuzluk, Yoksulluk, Yasaklar ile mücadele edeceği sözü vermişti. “İlk hükümet dönemi için biz hükümet olduk, ancak iktidar olamadık” diyen Erdoğan; 2007′de yapılan genel seçimlerde demokrasi, özgürlük sloganlarının yanısıra; “Kürt sorunu çözeceğiz” gibi argümanlarla seçimlere gitti ve kazandı.

Erdoğan aynı akşam ‘yola devam’ dedi. O’gün için ‘yola devam’ın ne anlama geldiğini çok kişi anlayamadı. Ancak sonraki aylar ve yıllarda bunun anlamı anlaşılacaktı.

YOLSUZLUK, YASAK, YOKSULUK VE SAVAŞ…

Öyle de oldu.

Yola devam sloganın değişim, demokrasi ve eşitlik için değil, vurgun, talan ve kirli savaşı gizlemek ve iktidarı ele geçirmek için bir aldatmaca olduğu ortaya çıktı.

12 Haziran 2011 seçimlerinden de zaferle çıkan Erdoğan, bu defa uzakları işaret ediyor ve ‘istikrar için hedef 2023, yolla devam’ diyordu.

Peki bu neyin yoluydu ve kiminle yola devam edecekti?

Erdoğan seçim sonrası yaptığı konuşmasında vurgun ve talanda, Kürtlere ve demokrasi güçlerine karşı kirli savaşta, bölge ülkelerine karşı, şantaj, tehdit ve işgal hareketlerinde ustalık döneminin başladığını ilan ediyordu.

Erdoğan adına ‘ustalık dönemi’ dediği ve kabinesini açıkladığı 61. Hükümetini yürütücüleri yandaş ve candaş medya tarafından alkışlandı ve övgüler dizildi.

Yeni vurgun, talan ve savaş kabinesini işte istikrar ve ustalık kabinesi diye manşetlere taşıdı. Erdoğan’ın tek şefliği ve hükümetin cunta dönemlerine özgü dokunulmazlığı böylelikle ilan edilmiş oldu.

Peki gerçekte olan neydi? Erdoğan’ın kabinesinde yer alanlar neyin ustalarıydı? En çok hangi alanda yetenekleri vardı? Neyin üzerine basarak yukarıya tırmanmışlardı? Evet, bu kirli ve kanlı bir döneme imza atan ve atmaya devam eden, vurgun ve talan düzeninden kasalarını doldurmuş, iktidara gelmek için yol arkadaşları ve hocaları Necmettin Erbakan'ı dahi arkadan hançerlemekte tereddüt etmemiş ve yeni beyaz Türklükle maskelenmiş adaylardan oluşuyordu.

Kabinenin başı Tayyip Erdoğan’ın kendisini, oğlunun ve yakın çevresinin edindiği servet bugün dahi tam olarak bilinmiyor. Yayımladıkları belgelerle dünyayı sarsan Wikileaks’e göre Tayyip Erdoğan’ın İsviçre bankalarında 8 ayrı hesabı bulunmakta ve dünyanın en zengin 8 başbakanı arasında sayılıyor. Gerisini siz düşünün artık.

Peki Erdoğan’ın ustalık kabinesi diye sunduğu bakanlar kurulu koltuğunda oturanlar kimler? Örneğin her ağzını açtığında Kürtlere hakaretler yağdıran İdris Naim Şahin kimdir?

Veya soykırım operasyonlarını tartıştık, karar aldık, planladık ve yürütüyoruz diyerek sahiplenen Beşir Atalay kimdir? Ya Hayati Yazıcı veya soykırıma hukuksal kılıf bulmakla meşgul adelet bakanı, Sadullah Ergin kimdir?

İşte bazı gerçekler.

HIRSIZ VE RUH HASTASI BAKAN

Son günlerde Kürt halkına karşı ağza alınamayacak hakaretlerde bulunan, Kürt kızlarına ve kadınlarına saygısızca dil uzatan, artık bazı Türk aydın-yazar çevrelerce de ruh hastası olarak nitelendirilen İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ile başlayalım. Kendisi Ordu doğumlu.Türk değil. Gürcü kökenli olduğu söyleniyor. Yani devşirme. Ortaokuldan itibaren Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın arkadaşı. Ancak 12 Eylül askeri darbesi sonrası kaymakamlığa atandığı için hep çevresinde kuşku ile bakılan karanlık bir kişi. Ama her dönem Erdoğan’ın yanında.

İdris Naim Şahin vurgunun kaşıkla değil, neredeyse kepçeyle yapıldığı dönemde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel sekreterliği yardımcılığı ve Başkanlık danışmanlığı görevini yürütüyordu. İlk büyük vurgunu burada ve daha sonra Adapazarı Belediye Başkanlığı genel koordinatörlüğü görevinde bulunduğu zaman yaptığı söyleniyor. Siyasi kariyerine bir çok yolsuzluk sığdıran Şahin hakkında Erdoğan ile birlikte zimmet, kamu taşıma biletlerinde kalpazanlık, resmi evrak ve kayıtlarda sahtecilik ile cürüm islemek için örgüt oluşturmak suçlarından birden fazla soruşturma açılmış.

Ancak dokunulmazlıktan dolayı dosyalar rafa kaldırılmış. Şahin aynı zamanda, Almanya’dan Türkiye’ye kadar uzanan ve büyük vurgunun olarak bilinen Akbil ve Albayrak davalarının da sanığı. Hareketleriyle gazino sanatçılarını hatırlatın Şahin marifeti bununla sınırlı değil. Ağrı-Doğubeyazıt-Erzurum boru hattı ihalesinde yapılan yolsuzlukta başrol yine Şahin ait. Hakkında enerji yolsuzluğu dolayısıyla dava açılmış. Ama yine dokunulmazlıktan yırtmış. Cizre’de kaymakamlık da yapan Şahin'in, birçok işkence, öldürme, köy yakma emrini verdiği iddia ediliyor.

Şahin’in kardeşi Fahri Şahin ise iki kişinin ölümüne sebebiyet vermekten yargılanıyor. İşte bu hırsız adam şimdilerde İçişleri Bakanı ve dinden imandan söz ediyor. Oysa onun dini imanı hırsızlık, yolsuzluk, yetim hakkı, kul hakkı yemektir.

DÜŞÜNCE HIRSIZI BAKAN: ÖMER DİNÇER

Milli Eğitim Bakanı koltuğuna oturan Ömer Dinçer de Erdoğan’ın yakın adamı.

Çıraklık döneminden ustalığa yolsuzluk yaparak geçenlerin önde gelen isimlerinden biri. Dinçer’in ilk patlayan yolsuzluğu İGDAŞ dosyası oldu.

Hakkında dava açıldı. Ancak dokunulmazlık zırhıyla, o da diğer hırsız ve vurguncu milletvekilleri gibi yırttı.Bilim dünyasında ise hırsız denildiği zaman ilk akla gelen isimdir Dinçer. 2005′te YÖK Genel Kurulunca kitabında aşırma yaptığı gerekçesiyle, üniversite öğretim üyeliği mesleğinden çıkarıldı. Geçtiğimiz yıl, doktora tezinde kaynak belirtmeden uzun bir alıntı yaptığı için benzeri bir skandal yaşayan Almanya Savunma bakanı özeleştiri yaparak, görevinden istifa etmişti. Ancak, yer Türkiye olunca bilim hırsızı ödüllendirilerek 2011′de milli eğitim bakanı yapıldı. Ve milyonlarca öğrenci bilim dünyasında hırsız ve birçok yolsuzluğa adı karşıan Ömer Dinçere emanet edildi.

VURGUNUN MERKEZİNDEKİ BAKAN

Hayati Yazıcı, Rize doğumlu. Bir kılıç artığı.Türk kökenli değil. Devşirme. O da Erdoğan’ın has adamı. Tanrının “yürü ya kulum” dediği isimlerden. Ayrıca Erdoğan’ın hem avukatı, hem de kara kutusu. Erdoğan’ın İsviçre’deki gizli banka hesaplarını takip eden kişi olduğu söyleniyor. Şu an Türkiye’de her dönemde vugun, talan ve uyuşturucu ticaretinin merkezi olarak kabul edilen Gümrük ve Ticaret Bakanlığı koltuğuna oturuyor. Suç dosyası ise kabarık. Hakkında birçok yolsuzluk doyası bulunan Yazıcı, en büyük vurgunu kamuoyunda Gümrük Yolsuzluğu olarak bilinen süreçte yaptı. Bakan Yazıcı kariyerine sadece yolsuzluklar sığdırmadı aynı zamanda. Sivas Katliamı katilerinin de avukatlığını yaptı. Katillerin kaçmasına, saklanmasına ve dosyalarının zaman aşıma uğratılmasına yardım ve yataklık yaptı.

Aynı Yazıcı Hizbu-Kontra yöneticilerinin bir operasyonla serbest bırakılmasının da başrol isimi.

KATLİAM, SOYKIRIM KORDİNATÖRÜ BAKAN

Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Kırkkale doğumlu olmasına rağmen, Kürt kökenli. Erdoğan’ın ''benim Kürt kökenli bakanım'' dediği, ilk beş has adamı arasında saydığı bir isim. Tıpkı diğer bakanlar gibi o da yolsuzlukta bir numara. Eminiyet Genel Müdürlüğü ve polis teşkilatına alınan araç gereç ihalesinde adı yolsuzluklara bulaştı. Kayseri, Elazığ belediyelerinde yapılan vurgunda da onun adı geçti.

Ustalık döneminde de güvenlik ve Kürt kırımı ona emanet. Bir önceki İçişleri Bakanıydı ve kamuoyunda açılım olarak bilinen, Kürtlere karşı kirli bir savaşa dönüşen planın da koordinatörlüğünü yürüttü. Onun döneminde KCK adıyla siyasi soykırım operasyonları başladı. 7 bin Kürt siyasetçi, hukukçu, gazeteci ve sendikacı tutuklandı. Yüze yakın Kürt çocuğu polis ve asker kurşunuyla katledildi. Atalay, Kürt halk hareketinin tasfiye edilmesi amacıyla ABD, Türkiye ve Irak arasında oluşturulan üçlü mekanizmada Türkiye’nin adına tasfiye planının koordinatörlüğünü üstlenmişti. Atalay, DTP üyesi Necman Ölmez ve Ferhat Ediş'ün katilleri korucu Zeki Akdoğanın, İhsan Acer, Cemil Oğurlu, Zedan Acer, Reber Akdoğan, Yunus Akdoğan, Nasır Akdoğan ile aynı fotograf karesine girdi. Ve bu ilişkiyi açıklayamadı.

KATİLLE BİRLİKTE ADALET DAĞITAN BAKAN

Erdoğan’ın ''çıraklıktan ustalığa geçti'' dediği bakanlarında birisi de Sadullah Ergin.

O da ''adalet'' bakanı. Soykırım operasyonları dolayısıyla tutuklanan gazeteciler hedef alarak, ''onlar gazeteci değil, gazeteci kimliği adı altında cinayet işleyen, banka soyan kişilerdir'' diyecek kadar adalet duygusu olan bir bakan. O, Erdoğan tarafından ikinci kez Adalet bakanlığı koltuğuna oturtuldu. Sicili de oldukça dikkat çekici. Ergin’in sicilinde yolsuzluk, kalpazanlık, ihaleye fesat karıştırma baş sırada yer alıyor. O aynı zamanda katillerle birlikte kol kola gezen ve referandum kampanyası yürüten isim olarak tarihe geçti. Hatay’da referandum çalışması yürüttüğü günlerde yanında bir katil vardı. Bu katil 30 Mart 1995′te DEP Samandağ İlçe Başkanı Mehmet Latifeci ile babası Yahya Latifeciyi öldüren Behçet Karaağaçlıydı.

YOLSUZLUKTA REKOR KIRAN PARTİ: AKP

İşte Erdoğanın usta kabinesinde yer alan bazı bakanlar bunlar.
Bekir Bozdağ, Hüseyin Çelik, Egemen Bağış, Suat Kılıç ve diğerleri de aslında bunlardan çok farklı değil. Onlar Erdoğan, “tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyen bizden değildir” nutukları arsında, hem tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyor, hem vurgunun alasını yapıyorlar. Hem de Kürtlere karşı dizginlenmemiş ırkçı ve kirli bir savaş yürütüyorlar. Parlamentoda 23. dönemden kalan milletvekilleri hakında 300 yolsuzluk dosyası var. Bu yolsuzluk dosyalarında rekor 260′ı milletvekiliyle AKP’ye ait. BDP, yani Kürt milletvekilleri hakkında ne geçen dönemde, ne de bu dönemde tek bir yolsuzluk dosyası yok. Dosyalar var, var olmasına ama onlara kimse dokunmuyor. Çünkü Türkiye’de çark böyle işliyor. Hırsızlara, yalancılara, uyuşturucu tacirlerine kimse dokunmuyor! Ama özgürlük ve demokrasi isteyenlere, Kürtlerin hak ve hukukunu savunanlara dokunuluyor.

Peki nereye kadar?

Amed News Agency