26 Mart 2012 Pazartesi

AKP'den Barzani Taktiği

Kürt sorununun çözümü noktasında samimi adımlardan uzak bir politika yürüten ve bir türlü Türkiye halkını tatmin edici bir pratiği gerçekleştiremeyen hükümet, şimdi de farklı bir yol deneyecek. Hükümet 'Yeni Kürt Stratejisi' yolunda Barzaniyi devreye koyacağı bildirildi.

Hükümetin 'Yeni Kürt Stratejisi' kapsamında PKK ile mücadele ve uzantıları ile müzakere edilmesine yönelik projesi kapsamında, Barzani'nin düzenleyeceği konferansta PKK'ya, 'Silahlı mücadele ile hak arama talebinden vazgeç, demokratik yollar bunun için uygun gereğini yap' denecek.

Hükümetin, 'Yeni Kürt Stratejisi' kapsamında 'PKK ile mücadele, uzantıları ile müzakere' edilmesine yönelik projesi Kuzey Irak yönetimi ile koordineli sürdürülecek. Bu bağlamda Bölgesel Kürt Yönetimi'nin de haziran ayında yapmayı düşündüğü Kürt Konferansı'nda, PKK'ya, "Silahlı mücadele ile hak arama talebini bırak, demokratik yollar uygun bunun için gereğini yap" denecek.

Suriye'de Esad ailesinin yönetimden uzaklaştırılması için yürütülen çalışmalar ve İran'a uygulanan ambargo nedeniyle Türkiye, Kuzey Irak yönetimi ile yakınlaşan ilişkilerini daha da geliştiriyor. Irak'ta özellikle Traık El Haşimi'nin yargılşanması ile başlayan siyasi krizde Türkiye ve Kürt Bölgesel Yönetimi aynı duruşu sergiledi.

PKK'YE SİLAH BIRAK ÇAĞRISI

Kuzey Irak'taki Kürt kaynakları, Türkiye'nin özellikle Suriye ve PKK konusunda Kürt yönetiminden aktif destek beklediğini, bu kapsamda Erbil'de Haziran ayında yapılması beklenen Kürt Konferansı'nın büyük önem taşıdığını belirtti. Mesut Barzani'nin başkanlığında gerçekleştirilecek olan konferansta, Kürt siyasi hareketleri ve gruplarının PKK'ya "Silah bırak, siyasi çözüme gel" çağrısı yapacağı öğrenildi. Üç yıldan beri Erbil'de yapılması planlanan ancak, PKK'nın hazırlık komitesinde yer alma isteği nedeniyle ertelenen konferansa aralarında ABD ve Türkiye'nin de yer aldığı bazı ülkeler Barzani'nin isteği üzerine gözlemci sıfatıyla katılması bekleniyor. 18 kişilik hazırlık komitesinin başına Bölgesel Kürt Yönetimi Divan Başkanı Fuat Hüseyin getirildi. Komitede BDP'den de bir üye yer alacak. Hüseyin, konferansa katılması için Irak, İran, Suriye, Türkiye ve Avrupa'daki 71 Kürt parti ve grubu, 109 Kürt derneği ile görüşme yapıyor. Hüseyin, konferans için aralarında Türkiye'deki kuruluşların da yer aldığı 13 düşünce kuruluşu ile diyalog geliştiriyor.

Irak Kürt Yönetimine yakınlığı ile bilinen siyasetçi Sertaç Bucak'da TV Net'te katıldığı Tutanak Programında, konferansta nihai olarak çıkacak olan kararın, "PKK'nın şiddetten arındırılması çağrısı" olduğuna d,kkati çekerek, esas olarak bu noktanın konferansın yapılmasını geciktirdiğini ifade etti. Bucak, konferansa PKK'nın da mutlak suretle katılımının sağlanmaya çalışıldığını ve çıkacak olan karar doğrultusunda, Kürt hareketinin şiddeti bırakacağına giden yolun da açılacağını söyledi.

Öte yandan, bölgesel Kürt yönetimi dünyanın farklı ülkelerindeki Kürt siyasi grupları, dernek ve vakıflar ile düzenli ilişki geliştirmek için Diaspora Bakanlığı kuruyor. Önümüzdeki birkaç gün içinde Bölgesel Kürt hükümeti kabinesinde revizyona gidilecek, yeni başbakanlık koltuğuna Neçirvan Barzani oturacak ve yeni kabinede Diaspora Bakanlığı oluşturulacak. Bir yandan Kürt konferansı ile ilgili hazırlık sürdürülürken diğer taraftan Kuzey Irak eksenli arayışlar konusunda aktif bir dönem başlayacak. PKK'nın eylemsizlik konumunu sürdürmesi ve Suriye'deki Kürtlerin statüsünün ne olacağı konusunda Türkiye ve ABD ile diyalog geliştiren Barzani önümüzdeki hafta ABD'ye gidecek. Barzani'nin Obama ile Irak'taki yönetim krizi, Suriye'deki Kürtlerin pozisyonu, PKK'ya yönelik bölgede alınacak önlemler, Türkiye ve İran'la ilişkiler konusunda bilgi verecek ve bölge yönetiminin gerçekleştirmeye çalıştığı plan, proje ve Kürt konferansına destek isteyecek. Barzani, Kürt konferansı için ABD Dışişleri Bakanı Hillary Cilonton'u Erbil'e davet edecek.

Barzani, iki düşünce kuruluşu yetkilileri ile de bir araya gelerek konferans ve yeni Orta doğuda Kürtleri siyasi rolleri hakkında da görüş alışverişinde bulunacak.

BARZANİ TEKLİFLE GELECEK

Yeni bölgesel hükümeti kurmakla ikinci kez görevlendirilen Mesut Barzani'nin yeğeni Neçirvan Barzani'nin de ilk yurt dışı gezisini Ankara'ya yapacağı öğrenildi. Barzani, Ankara temasları çerçevesinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve bazı güvenlik uzmanları ile özellikle PKK konusunda görüşmeler yapacak.Barzani, Ankara'ya Kürt yönetiminin askeri yöntemler dışında her türlü desteğe hazır olduğu mesajı verecek ve Kürt konferansına Türkiye'nin gözlemci olarak katılması teklifini sunacak. Ankara ile geliştirilen olumlu ilişkilerin devam etmesi için PKK üzerinde baskıyı arttırmaya karar veren Barzani'nin, yeğeni Neçirvan Barzani aracılığıyla hükümete olumlu teklifler sunacağı da öğrenildi.

Bu teklifler arasında PKK'nın ilişkileri gerecek ses getirici eylemlerini önlemek için daha aktif rol üstlenileceği ve örgüt üzerinde baskının arttırılacağı mesajı verilecek. Suriye konusunda ise Kürtlerin bölgedeki statülerinin garantiye alınması koşuluyla birlikte hareket edilmesi teklifinin sunulması bekleniyor.

Kürtlerin Barış Köprüsü Ahmet Türk

Ahmet Türk'ü dostlarına sorduk. Kemal Okutan için hep aşk filmleri seyreden koğuş arkadaşı, Aysel Tuğluk'a göre 'hoşsohbet biri', Ertuğrul Kürkçü'ye göre ise 'çelebi' sözcüğünün karşılığı...

"Ben iyiyim, merak etmeyin. Bu siyasetle Kürtleri susturacağını zannediyor. Ama bu yol yol değil, bu yol akıl yolu değil. Hep söylüyoruz, bu sorunlar ancak diyalogla çözülür".

Devlet efendinin 'yassak hemşerim' kabadayılığını takmayıp kendisine oy verenlerle Newroz kutlamaya git-miş, kolonya niyetine gaz bombası yemiş, kesmeyince, gözüne iki polisçe yumruk da patlatılmış bir milletvekili, Ahmet Türk olmasaydı, kıyametleri koparmaz mıydı? Oğluna trafik cezası yazdı diye polisleri sürüm sürüm süründüren mebusların olduğu yerde, Ahmet Türk, yine bütün o derviş, kalender ve bilge adam edasıyla "Benim derdim polisle değil" dedi.

Ulu Türk milliyetçilerinin o yumrukla yüreği soğudu mu bilinmez ama hatırlatmak lazım: Yapışıp bırakmadığınız o şahane ananelerinizin hangisi "70 yaşındaki bir adama yumruk atmayı" aferinler? Üstelik kalbinde pil takılı bir adama! Lakin Kürt'e vurmak caizdir, elbet! Daha bir yıl bile olmadı, Samsun'da yine şuur yoksununun teki Ahmet Türk'ün burnunu kırınca o 'Yumruk'u kutsayan yazıyı paylaş paylaş doyamamıştık! Ama o yumruk Ahmet Türk'e vız gelir tırıs gider. Diyarbakır Cezaevi'nden canlı çıkmış adam o!

Diyarbakır 5 No'lu...

Yıllarca birlikte siyaset yaptığı arkadaşı Kemal Okutan "Ahmet gençlik yıllarında aşiret çatışmalarında o kadar çok insan kaybetti, onların acısını o kadar yaşadı ki... Bunlardan öğrendikleriyle siyasette de hep barışçıl oldu" diye anlatıyor.

Şunu da ekliyor: "94'te Ulucanlar'da yatarken, Kızılderili, bir de aşk filmlerini seyretmeyi severdi. Biz de zaten tutukluyuz, içimiz acıyor, böyle filmleri seyrettirip bizim içimizi daha da yakma derdik". Oysa Ahmet Türk'ün hayatı 'acı' lafını herkese yedirtecek türden. 1942'de Mardin'de 'aşiret çocuğu' olarak doğdu, 10 yaşında babasını kaybetti. Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Okulu'ndayken milletvekili ağabeyi Abdürrahim Türk kan davasında öldürülünce, yolu belli oldu. Okulunu bırakıp köyüne, o muhteşem Kasr-ı Kanco'ya döndü ve yaşını büyüterek ağabeyinin yerine DP'den milletvekili oldu, ailenin de reisi. 74'te artık CHP vekiliydi.

Vekil olurken, asla ve kat'a Kürt olmaması gerektiğini düşünemedi. Daha sonra defaten gireceği cezaevine ilk girişi 12 Eylül'den sonraydı. "Mahkemede biriyle selamlaşmıştım. Gelince beni çırılçıplak soydular. 200 askerin arasında götürdüler. Es at Oktay Yıldıran coplamaya başladı, kendisi yorulunca, açık konuşmam lazım, 'Yok mu bunu becerecek biri?' diye bağırdı. Başka bir askeri getirdiler, o devam etti coplamaya. Dayaktan her yerimiz simsiyahtı. Bir gün adam copunu kaldırmış 'Atatürk'ün annesinin adı ne' diye sordu, bildiğim halde söyleyemedim, aklım copa takılmıştı. Gece baskın yapılıyor, dayakla marş okutuluyordu, korkudan 56 tane marş ezberledim. Cezaevinden çıktıktan sonra köyüme gittim, evimde bile geceleri uykuda ayağa kalkıp marş okuyordum dayak korkusundan."

Hiç konuşmadan konuşan

Yumruk mu dediniz acaba? Hadi canım! Cehennemi gördü ama inadına bilgeliğini ve sakinliğini ve solduyusunu korudu. SHP'ye girdi, bu sefer de Paris'teki Kürt konferansına katıldı diye ihraç edildi. 1990'da HEP'in kurucusuydu, sonra DEP geldi. Vekilliği düşürüldü, DEP'lilerle tekrar içeri girdi, çıktı. Arkasından HADEP ve DEHAP, DTP... Bu kadar çok parti değiştirmek Türk'ün çılgınlığından değil herhalde. Kendisine ve görev aldığı partilere açılan davaları yazmaya kalksak dünyanın etrafını turlarız! Kürt siyasetinin en ılımlı, en ağırbaşlı, en barışçıl, en babacan, en 'akil' adamını memleket kendine layık göremedi. Ne yapsa, Kürt'e güven olmadığı için hep hep samimiyeti sorgulandı.

"Kürt'ten evliya, koyma avluya" korosu hep şakıdı: "Türk'ten ağır tahrik", "Türk'ten başkaldırı çağrısı" gibi başlıklar, hiç eksik olmadı. Bahçeli'yle el sıkışınca alkışlandı ama parti meclisinde üç dakika anadili olan Kürtçeyi konuşunca yayın nasıl kesilecek diye amuda kalkıldı. Üstelik de TRT Şeş'ten sonra! İkiyüzlülük milli sporumuzdu nasıl olsa!

Akıllara zarar durumlar vardı, Türk milliyetçileri, Türk'ü Kürt milliyetçisi diye suçlayıp durdu. Kulakları var duymazlar yapmasaydılar Türk'ün ne dediğini anlayacaklardı: "Hiç kimsenin bayrakla, sınırlarla bir sorunu yoktur. Ülkenin ortak dili Türkçe'dir, olmaya da devam eder." "Kürtlerin hakları verilsin", "Yüzlerce insanı öldürmekle Kürt sorunu çözülmüş mü olacak? 'Kobra helikopter, kırılmaya uğradı' deniyor. Kırılmaya uğrayan yurttaşların duygularını nasıl tamir edeceksiniz? 

Yıkılan köprüler tamir edilebilir ama gönül köprülerini nasıl onaracaksınız?" Uzun yıllardır birlikte çalıştığı Aysel Tuğluk da şöyle diyor: "Ahmet Bey, barış köprüsüdür. En kritik zamanlarda bile hoşgörülü, sağduyulu ve sakin kalıyor. Üslubu yumuşak. Neye inanıyorsa, neyi doğru biliyorsa hiç çekinmeden söyler.

Son olayda da zoruna giden şu: Ben hayatım boyunca yalan söylemedim, beni yalancı çıkarıyorlar." Bir de arkadaş olarak tanıdığı Ahmet Türk var: "Çok esprili biridir. Bir kere sohbet eden, tekrar ister. Her olaya dair eğlenceli bir hikayesi vardır." Son sözü de yeni çalışma arkadaşı Ertuğrul Kürkçü söylesin: "Eskiden özgün İngilizce Fransızca sözlüklerde bazı kelimelerin yanında onları temsil eden gravürler olurdu. Bir kere o kelimeyi öğrenince o gravür de zihninize kazınırdı. Ben şimdi bir sözlük yapsam 'çelebi' kelimesinin yanına Ahmet Türk'ün bir portresini koyardım. Öyle bir insan Ahmet Türk! Tarihin, hayatın üzerine yüklediği işleri sızlanmadan yapan, yaptığını kimsenin kafasına kakmayan, hiç konuşmadan konuşan. O konuşunca başkasının bir başka söz söylemesine gerek bırakmayan biri. Dostları arasında ise üzerine sinek konmamış fıkraların anlatıcısı, ince alaylarla ayar verme üstadı... Meclis'in havanda su dövmesine ağır bir işkenceye katlanırcasına katlanıyor, bir ihtimal bu mermerden havan delinir de su yolunu bulur diye..." 

Radikal

15 Kadın Gerillanın Cenazesi Malatya'da

Rojeva Kurdistan - Bitlis'in Hizan İlçesi kırsalında 24 Mart'ta çıkan çatışmada katledilen 15 kadın gerillanın cenazesi Malatya Adli Tıp Kurumu'na getirildi.

Siirt'in Baykan ile Bitlis'in Hizan ilçeleri sınırında bulunan Çeltikli Köyü kırsalındaki Sehi ormanları mevkiinde 24 Mart'ta Türk ordu güçleri ile HPG gerillaları arasında çıkan çatışmada katledilen 15 kadın gerillanın cenazesi, Malatya Adli Tıp Kurumu'na getirildi. Cenazelerin 15 kadına ait olduğu belirtilirken, çatışmada katledilen Gülistan Basutçu'nun (Yerivan Ararat) ailesi cenazeyi almak için Malatya'ya geldi. Savcılığa başvuracak olan ailenin cenazeyi alması bekleniyor.

Ayrıca Şırnak'ın Cudi Dağı'nda çıkan çatışmada katledilen 5 HPG'linin cenazesi de, Malatya Adli Tıp Kurumu'nda bekletiliyor.

13 Şubat'ta Şırnak'ın Qilaban İlçesi kırsalında çıkan çatışmada katledilen 15 gerilladan 5 kişinin cenazesi alınırken, cenazesi Adli Tıp Kurumunda bekletilen 9 kişinin cenazesinin savcılık kararı ile Malatya Şehir Mezarlığı'na defnedildiği öğrenildi. Bir cenaze ise, DNA sonuçlarının çıkması için bekletiliyor.

Malatya savcısının daha önce Malatya Adli Tıp Kurumu'ndan alınarak Şırnak merkezde toprağa verilen kişinin Emine Güngen (Azime Herekol) olmadığını, cenazesi alınan kişinin DNA testi sonucuna göre HGP gerillası Ayşe İşçi'ye ait olduğu dediği belirtildi.

Yeni Strateji

Sömürgeci Türk devleti ve onun AKP yönetimi, ne yaparsa yapsın yenemediği Kürtler için yeni bir strateji hazırlıyormuş. Devlet gazetecisi Fikret Bila ve Taraf Gazetesinde, yazmaktan bıkkınlık duyduğum yeniye dahi boyanmamış eskinin satırbaşı tekrarları yer aldı.

Türk köşe yazarı Ruşen çakır, Vatan gazetesinde yeni stratejinin on başlığını ele almış...

Tekrar olmaması için, Türk devletinin tümüyle eski olan yeni stratejisinin 10 maddesini Ruşen Çakır'dan buraya ödünç olarak alıyorum. Ruşen Çakır, maddeleri sıralayarak, bunların hiç birinin yeni olmadığını anlatıyor.

İşte Ruşen Çakır'ın kaleminden yeni stratejinin ana başlıkları:

"Dün iki gazetede birden (Milliyet ve Taraf) devletin Kürt ve PKK sorunları konusundaki yeni stratejisi hakkında hemen hemen birbirinin aynısı iki haber çıktı. Bunlardan Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila'nın kaleme aldığı yazıdan hareketle bu yeni stratejiyi tartışmak istiyorum. Bila bu stratejinin "temel taşlarını ve öngördüğü yol haritasını" 10 maddede özetlemiş. Biz de madde madde gidelim:

1- Kürt sorununun çözümünde sivil siyaset kanalı dışında hiçbir kanala itibar edilmeyecek, kullanılmayacak: Burada "sivil siyaset kanalı esas alınacak" gibi esnek bir cümle yerine diğer hiçbir kanala itibar edilmeyeceğinin söylenmesi dikkat çekici. Aslında bu yeni bir söylem değil, geçmişteki birçok hükümet ısrarla bu çizgiyi savunmuştu. AKP tam da bu noktada, başka kanallara da itibar etmiş olduğu için bir fark yaratma imkanı yakalamıştı. Demek bu fark arayışından vazgeçiliyor. Dolayısıyla "yeni" bir yaklaşım değil, "eski"ye dönüş söz konusu.

2- İmralı'da Öcalan, Kandil'de veya Avrupa'da PKK muhatap alınmayacak, devre dışı bırakılacak: Bu maddeyi AKP açısından bir tür özeleştiri gibi okuyabiliriz. Çünkü daha önceki hükümetler döneminde kısmen başvurulan bu kanallar AKP tarafından sistemli olarak kullanılmış ve buralara ciddi yatırımlar yapılmıştı. Son MİT krizinde Başbakan'ın aldığı tutum, tekrar bu tür müzakerelere dönülebileceğinin işareti olarak görülmüştü ancak anlaşılan öyle olmayacak.

3- Güneydoğu'da ve diğer bölgelerde yaşayan Kürt vatandaşlar, PKK ve KCK'nın baskısından kurtarılacak: Yine eski dönemlerden kalma bir söylem, yeni olan tek şey PKK'nın yanına KCK eklenmesi. Bu maddenin ne zamandır hayata geçirilmek istendiğini amansızca süren KCK operasyonlarıyla görmüştük, ama son olaylar örgüt ile halk arasındaki bağı kopartmanın hiç de kolay olmadığını, hatta kopartmak için atılan adımların bu bağları daha da kuvvetlendirebildiğini gösterdi.

4- Bu amaçla doğrudan halk muhatap alınacak ve sivil siyaset kanalıyla çözüm aranacak: BDP'nin dışlandığı bir ortamda "sivil siyaset"ten kastedilenin sadece AKP olduğu aşikâr. Ama Güneydoğu'dan milletvekili olarak düşük profilli isimleri tercih eden iktidar partisinin, seçim sonrasında uygulamaya konan baskı politikaları nedeniyle Kürtler'e seslenme şansının azaldığını söyleyebiliriz.

5- Çözüm yeri olarak parlamento dışında hiçbir zemin kabul edilmeyecek; ipleri İmralı ve Kandil'in elinde olmayan, demokratik yollarla seçilerek Meclis'e gelmiş, siyasi inisiyatif kullanabilecek parti veya partilerle muhatap olunacak: Dönüp dolaşıp "PKK'ya alternatif yasal bir Kürt siyasi hareketi" yaratma arzusuna geliyoruz. En son Kemal Burkay'ın ülkeye dönüşüyle yeniden gündeme gelen bu arayışın ömrü birkaç gün bile olamadı. BDP'nin İmralı ve Kandil'e meydan okuması söz konusu olmayacağına göre sonuçta AKP tek başına Kürt sorununu çözmeye çalışacağa benziyor.

6- PKK, silahlı eylemlere devam ettiği sürece silahlı mücadele devam edecek: Bu konuda söylenecek fazla bir şey yok. Hiçbir devlet, kendisine silahla kafa tutan bir güce karşı sessiz kalamaz.

7- PKK ile bir daha görüşülecekse bu ancak silah bırakması için olacak: Stratejinin en kilit maddesi bu. Seçim sonrası PKK ve KCK'ya yönelik operasyonlar, Öcalan'ın tecriti vb. hep PKK'yı pes ettirmenin araçları olarak görüldü. Bu noktada başta Barzani olmak üzere Irak Kürtlerine epey misyon yüklenmiş olduğunu da duyuyoruz. Ama şu ana kadar yaşananlar PKK'nın silah bırakmaya hiç niyeti olmadığını gösteriyor.

8- PKK silahlarını Türkiye'ye teslim ettiğinde, yargısal sorumluluğu olmayanlarla ilgili nasıl bir prosedür uygulanacağı belirlenecek: PKK'nın silah bırakması halinde en büyük tartışma lider kadronun geleceği etrafında yaşanacağı için bu maddenin fazla anlamlı olduğu söylenemez.

9- Yeni anayasada Kürt kimliği veya özerklik düzenlemesi olmayacak. Yeni anayasa, insan haklarını ve vatandaşların kanun önünde eşitliğini esas alacak: Daha yolun başında anayasa konusunda böylesi kırmızı çizgiler çekmenin hiç de akıl kârı olduğu söylenemez. Kaldı ki mevcut anayasa da insan hakları ve vatandaşların kanun önünde eşitliğini temel alma iddiasında.

10- Yerel yönetimler güçlendirilecek, uluslararası hukuka dayalı ilkeler esas alınacak: Bir önceki maddenin ardından, yerel yönetimlerin güçlendirileceği vaadi hiç inandırıcı kaçmıyor. 

Sonuçta mevcut devlet aklına baktığımızda, yeni anayasanın Kürt sorununun çözüme fazla bir katkı sağlaması mümkün gözükmüyor. Bütün bu 10 maddeyi toplu olarak değerlendirmek gerekirse, bu stratejiyi "yeni" olarak tanımlamak ve bundan kalıcı bir çözüm ummak pek mümkün gözükmüyor."
***
Ruşen Çakır'ın yazısı bu. Ruşen Çakır ne diyor:

Bütün bu 10 maddeyi toplu olarak değerlendirmek gerekirse, bu stratejiyi "yeni" olarak tanımlamak ve bundan kalıcı bir çözüm ummak pek mümkün gözükmüyor.

O gün Salih Acar isimli arkadaşım bir Kürt hikayesi anlattı. Adamın biribir zamanlar ayının saldırısına uğramış ve kulağının birini ayının pençesine teslim etmiş. Yıllar akıp gitmiş böyle. Birgün köy odasında köylüler bir konu üzerine tartışıyorlarmış. Kulağını ayının pençesine kaptıran adama bu konuda sen ne düşünüyorsun diye sormuşlar. Adam elini olmayan kulağında gezdirmiş ve "ayı" demiş.

Türk devleti, Kürt sorununda aynın saldırısına uğrayan adamın tekrarına benziyor.

"Türk devleti Kürt sorununu çözemez, Kürt sorunun çözüldüğü yerde Türk devleti olmaz," derken, Türklerin sorun çözme kapasitesinin sıfır olduğuna işaret etmek istemiştim.

Türk devletinin yeni stratejisi, yemekten bıktığımız ve aşırı beklemekten ekşimiş olan bulgur plavından çorba yapmaya benziyor.

Kürt sorunu ana karakterini, Kürdistan adlı ülkenin mülküyle birlikte gasp dedilmesine karşı mücadeleden alır.

Aile mülkünüzü düşünün. Birileri aile mülkünüzü vakti zamanında gasp etmiş ve sizi kendi topraklarınızın marabası, işsizi, açı veya işçisi haline getirmiş. Siz hakkınızı istediğinizde, gaspçınız sizin işçi ve maraba statünüzün iyileştirilmesinden başka bir şey konuşmuyor ve buna da çözüm diyor.

Kürt sorunun karakterini tekrar hatırlatalım. Türk devleti, Kürdistan adlı ülkeyi bütün kaynakları, kültürü ve adıyla birlikte gasp etmiştir. Gasp ettiği isimsiz sömürge ülkede kendine göre, esası Türkçülüğe dayanan ırkçı bir rejim kurmuştur. Bu rejimin Kürdistan ülkesindeki bütün önemli mevkilerini işgal etmekle kalmamış; burada işe alınacakları, polis olacakları, subayları, valiyi, kaymakamı, bütün müdürlükleri, zengin olacak vatandaşları kendisi belirlemiştir. Durum böyle olunca da isimsiz ülkede, milyonlara açlık, sefalet, ölüm, bomba, kurşun, hapishaneden başka bir şey düşmez olmuştur.

Biz Kürt sorunun çözümünü,üç-beş tabansız insanın Türk televizyonlarındaki Kürt sorununu tartışması olarak algılamıyoruz. Kürt sorunun çözümünü, birkaç yüz şahısa belediye başkanlığı veya milletvekilliği dağıtmak olarak görmüyoruz. Kürt sorunun çözümü; Türk devletinin Kürdistan'daki tank, top, mermi, işkence ve ölümden ibaret teneke varlığının son bulması şeklinde düşünüyoruz. Çözüm denince bizim aklımıza, Türk ırk namlularından arındırılmış kendi kendini yöneten bir Kürdistan geliyor.

Bu çok insanı bir taleptir. İstenilen bu haklar zaman içinde mutlaka elde edilecektir. Türk devletinin Kürt sorunu karşısındaki uyduruk projeleri bu saten sonra tutmaz. Bomba ve kurşun sesleriyle büyümüş Kürt gençliği, kendi topraklarında sürekli tekrarlanan Türk kabadayılığını yutmaz.

Yeni denen strateji, iktidarlarını bir iki yıl daha sürdürmek için sıkışmış AKP''nin ortaya attığı zarftan başka bir şey değil.

Kürtler, Türk ırk namlularından uzak bir yaşam istiyor ve bunu ne pahasına olursa olsun mutlaka elde edecekler...

Hasan Bildirici

ANF Fırat Haber Ajansı Siber Saldırı Altında

Fırat Haber Ajansı (ANF), 12 Haziran seçimlerinden bu yana yeni bir saldırı dalgası altında bulunuyor. Türkiye merkezli saldırılar nedeniyle zaman zaman bu ülkeden erişimler ANF tarafından kapatılarak saldırılar etkisiz kılınıyor. ANF, saldırıların arkasında “sansürcü zihniyet var” dedi

Özellikle 2011 yılının başından bu yana yoğun bir sanal saldırı altında olan ANF, Türkiye’deki seçim kampanyası sırasında da sık sık günlerce süren saldırılara hedef oldu.

yoğun saldırı altında bulunuyor. Ajansın “.com”, “.eu”, “.org” ve “.nu” uzantılı web adresleri de mahkeme kararları ile yasaklandı. Sistematik saldırıların özellikle Seçimden hemen sonra  döneminde yoğunlaşması dikkat çekiyor.


Özellikle siber saldırıların Özgür Gündem Gazetesi'nin 1 ay süreyle kapatılmasıyle eşzamanlı gelmesi dikkat çekiyor. Görünen o ki 'AKP'nin Yeni Kürt Stratejisi'  Kürt Basını ve Medyasını hedefleyerek start aldı.


Ancak AKP-Fetullah Gülen Cemaati Koalisyonu'nun gözden kaçırdığı şey, Kürt Basın tarihinin bu saldırılar altında onurluca direnilerek yazıldığı ve hep onurluca bu saldırıları boşa çıkardığı...


Ve kesin olan şey Kürt Basınının buna yeni bir direniş sayfası eklenerek yoluna devam edeceği. 


2012 Newroz'unu yasaklamaya yeltenen ve sonucunda Kürdistan Halkından ve dostlarından büyük bir tokat yiyen AKP-Fetullah Faşizmi çareyi Askeri operasyonları yayarak ve daha çok İç savaş provokasyonlarında arıyor. Ama nafile Kürt Halkı bu filmi izleyeli çok oldu...

AKP-Fetullah Faşizmi Sansüre Sığındı

Terör rejiminin Kürtleri sindirmediğini büyük Newroz direnişiyle gören Türk Başbakan’ın ‘yeni’ diye pazarladığı stratejinin medya ayağı da eskisi gibi Kürt medyasına yönelmek oldu. Özgür Gündem gazetesi kapatıldı; Gün Matbaası basılarak, gazeteler gaspedildi.

Özgür Gündem Gazetesi’ne bir ay kapatma cezası verildi. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Eren Keskin kapatma kararına tepki göstererek, Kürtlerin düşüncelerine kilit vurulmak istendiğini söyledi.

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, Özgür Gündem Gazetesi’nin 24 Mart Cumartesi günkü sayısının 1, 8, 9, 10 ve 11. sayfalarında yer alan haber, yorum ve fotoğraflarda „Örgüt propagandası“ yapıldığı iddiasıyla, bir ay kapatma cezası verirken, tüm sayılarına el konulmasına karar verdi. Kararın ardından polis, Gün Matbaası’nı basarak, gazetenin tüm nüshalarına el koydu.

Manşeti rahatsız etti

Gazete, toplatılan sayısında „Çözüm de belli muhatap da“ manşeti atmıştı. Haberde BDP ve DTK Eşbaşkanları’nın geçtiğimiz Cuma günü Amed’deki basın toplantısındaki konuşmaları verilmişti. Toplantıda Eşbaşkanlar, Kürt halkının özerklik ve Öcalan’ın özgürlüğünde kararlı olduğunu, Öcalan-Kandil-BDP’yi dışlayan her girişimin ölü doğacağını açıklamıştı. DTK ve BDP Eşbaşkanları, „Hiçbirimiz Sayın Öcalan’ı dışında bırakan bir çözümü kabul etmiyoruz“ demişti.

17 yıl aradan sonra açılmıştı

30 Mayıs 1992’de yayın hayatına başlayan gazetenin 30’u muhabir olmak üzere 76 çalışanı öldürüldü; gazete 14 Nisan 1994’te kapatıldı. Özgür Gündem, devlet terörü ile JİTEM ve Hizbulkontra cinayetlerini gündeme getiren ilk yayın organı olmuştu. Yayına başladıktan sadece 7 gün sonra Amed muhabiri Hafız Akdemir öldürüldü. Ardından Ferhat Tepe, Nazım Babaoğlu başta olmak üzere 30 muhabiri öldürüldü. OHAL Bölgesi’ne girişi yasaklanan gazetenin dağıtımını üstlenenler de hedefteydi. İki yılda 76 gazete çalışanı katledildi. 

12 çalışanı cezaevinde

Özgür Gündem’in ardından 28 Nisan 1994’te Özgür Ülke gazetesi yayına başladı. Bu gazetenin de üç bürosu 3 Aralık 1994’te bombalandı; gazete çalışanı Ersin Yıldız yaşamını yitirirken, 21 çalışanı da yaralandı. Özgür Gündem Gazetesi, 17 yıl aradan sonra 4 Nisan 2011’de „Mirasınızı devralıyoruz“ sürmanşetiyle yeniden yayın hayatına başladı. Dün itibarıyla hapisteki 104 gazetecinin 12’si Özgür Gündem çalışanı veya eski çalışanı.
Keskin: Çözümsüzlüğün ısrarı

Özgür Gündem Gazetesi’nin İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıyla 1 ay süreyle kapatılmasını AKP’nin yeni stratejisinin bir başlangıcı olduğunu ifade eden Özgür Gündem Genel Yayın Yönetmenlerinden Eren Keskin, „Gazetenin kapatılması devletin yeni stratejisinin bir parçasıdır. Kürt sorununda çözümsüzlükte ısrar edildiğinin bir göstergesidir. Gazetenin kapatılması Kürtlerin düşüncelerine kilit vurmaya çalışmaktır“ dedi.  Özgür Gündem’in Kürt halkının sesini duyuran, düşüncelerine yer veren tek yayın organı olduğuna dikkat çeken Keskin, gazetenin kapatılmasıyla Kürt halkının sesinin duyulmasına engel olunmaya çalışıldığını vurguladı. Keskin, „Kürt hareketi ve Kürt halkının arasındaki ilişki ve iletişimin kesilmesi isteniyor. Bu kapatma bunun bir göstergesidir“ diyerek karara tepki gösterdi. 

İSTANBUL



BDP: Türkiye için kara leke

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Grup Başkanvekili Pervin Buldan: Onlarca şehidi olan ve tutuklusu bulunan bir gazetenin mücadelesinden dolayı kapatılması Türkiye için bir utançtır. ‘Yeni konsept’in bir oyun olduğu ortaya çıktı. Bunun parçası olarak hemen Özgür Gündem Gazetesi’nin kapatılması ve yayına çıkacak olan baskılarına el konulması Türkiye için bir kara lekedir. AKP bu tutumundan biran önce vazgeçmelidir.

Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Genel Başkanı Alper Taş: Kapatma kararı Kürt hareketini tasfiye operasyonunun bir parçası ve AKP’nin ‘Terör örgütü ile mücadele siyasi uzantıları ile müzakere’ palavrasının bir göstergesidir.

Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) Genel Başkanı Rıdvan Turan: Eninde sonunda oturmak zorunda oldukları masaya eli güçlü oturmak için kirli bir saldırı dalgası yürütüyorlar. Özgür Gündem’e verilen kapatma cezası sona doğru yaklaşmakta olduklarının göstergesidir. AKP şiddet dozunu arttıracak ancak son çırpınışlarıdır.

Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı Selma Gürkan: Gündem’in kapatılması Newroz yasaklarının devamı. ‘Yeni konsept’ dedikleri şeyin yeni olmadığı ortaya çıktı. Bir saldırı politikasının devam edeceğinin göstergesidir. Emek ve demokrasi güçleri olarak bu kararı böyle okuyup güçleri daha da birleştirmek gerekiyor.



Kapatmayla başladılar

Özgür Gündem’in kapatılmasını kabul edilemez olarak değerlendiren gazeteci, yazar, aydın ve sendikacılar, hükümeti sorumlu tuttu. AKP iktidarının yeni stratejisine gazete kapatarak başladığına dikkat çeken aydınlar, Kürtlerin sesi ve soluğunun kesilmek istendiğine vurgu yaptı.

Gazeteci Ahmet Şık: Özgür Gündem’in kapatılmasına şaşırmadım. Gündem 20 yılı aşkın süredir yayın yapan bir gazete. Çalışanları hepimizin bildiği kişilerce katledildi. Önceden öldüren zihniyet, bu kez kanunlarla susturmaya çalışıyor. Hukuki değil ama kanuni yollarla bunu yapmak istiyorlar. Bu nedenle hiç şaşırmadım. Ne zamanki kanunları hukuka uygun hale getiririz o zaman bu ülkede özgürlüklerden ve demokrasiden söz edebiliriz.

İslamcı yazar Ali Bulaç: Ne olursa olsun bir gazetenin kapatılması demokrasi açısından kabul edilemez bir durumdur. Düşüncenin önü kesilemez. Hükümet yeni bir stratejiden bahsediyor ancak müzakere edeceği karşı tarafın görüşleri kısılırsa o zaman kamuoyu bu insanların ne düşündüğünü nereden öğrenecek. Kürt siyaseti yapan, Kürtler adına çıkan basın yayın organları yasaklanırsa bu mecrada olup bitenden nasıl haberdar olacağız. Şayet müzakere diyorsanız o zaman bu mecranın açık tutulması gerekiyor. Başka türlü müzakereyi yürütemezsiniz.

Atılım Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Çiçek: Burada zamanlamaya dikkat çekmek istiyorum. Newroz’u yasaklayan AKP her şeye rağmen sokaklara dökülüp kendi taleplerini dile getiren Kürt halkına bir yanıt olarak Gündem Gazetesi’ne kapatma cezası verdi. Çünkü Gündem Kürtlerin sesi ve soluğudur, dilidir. AKP’nin uygulamalarına itiraz eden bu dil kesilmek isteniyor. İkincisi yeni bir stratejiden bahsediliyor. Yok böyle bir şey, eski olan savaş konseptinin devamı söz konusu. Ne zaman savaş çığırtkanlığı yükselse, ne zaman şiddet tırmansa bedelini basın ödüyor. Bu bir eski stratejidir ve devlet terörüdür. Savaş stratejisidir. Gündemin kapatılması gösteriyor ki Hükümet müzakerelerden, barıştan çok korkuyor.

Evrensel Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Fatih Polat: Bu uygulama hükümetin ‘yeni’ Kürt stratejisinin de ilk örneğidir. Aslında 1992 yılında başlatılan Kürt sorununu bastırma konseptidir. Bu dönem kendini şu şekilde tanımlıyor: Öldürmüyorum, tutukluyorum, gazete kapattırıyorum. Bunların hepsi çözümsüzlüğün göstergesidir. Özgür Gündem Türklerin de sesidir. Gazetenin kapatılması hükümetin artık çatışma, bastırma ve savaş konsepti dışında diğer şıkları kapattığının işaretidir. Bu tür politikalarda hükümetin ısrarı hükümeti de bitirir.

BirGün Gazetesi Sorumlu Yazıişleri Müdürü İlker Yaşar: 2012 yılında hala gazetelerin kapatılması kabul edilemez. Hükümetin planlı stratejilerinden bir tanesiyle daha karşı karşıyayız.
Gazeteci Ertuğrul Mavioğlu: Tek cümleyle değerlendirmek istiyorum. Bu yeni stratejinin bir parçasıysa diğer stratejiler gibi zorbalıktır.

KESK Genel Başkanı Lami Özgen: Yüzlerce gazetecinin tutuklanması yetmemiş ki gazeteler kapatılıyor. Halka gerçekleri götürmeye çalışan özgür basın ve özelde Kürt basını devre dışı bırakılmaya çalışılıyor. Bu konsept yeni değildir. AKP demokrasiyi rafa kaldırmıştır.


Meslek örgütleri: Utanç verici


Gazetecilik meslek örgütleri, Özgür Gündem’in kapatılmasına tepki gösterdi ve „Karar utanç verici“ dedi.

Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Genel Başkanı Ahmet Abakay, „Özgür Gündem iktidarın hedef tahtası haline gelmiştir“ dedi. Abakay, Türkiye’de gazete kapatmanın yeni olmadığını ancak iktidarın Özgür Gündem Gazetesi’ne yönelik özel tutumu olduğunu belirterek, şunları söyledi: „Kürt sorununda yeni arayış hayata geçirildi böylece. Anlaşılan Özgür Gündem’in kapatılması son olmayacak. Bu utanç verici bir karardır.“

TGS: Bu çıkış yolu değil

Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı Ercan İpekçi ise hükümetin basın ve ifade özgürlüğü konusunda süreci daha da içinden çıkılmaz adımlar atarak karanlığa boğmaya çalıştığını söyledi. Özgür Gündem Gazetesi’nin kapatılmasının Türkiye’nin geleceği açısından bir çıkış yolu olmadığını söyleyen İpekçi, „Demokrasilerde gazete kapatma kabul edilemez. Bizim basın ve ifade özgürlüğü mücadelemiz bu baskılara rağmen devam edecek“ diye konuştu.

TGDP: Karar uygulamayla paralel

„Özgür Gündem Gazetesi’nin kapatılması bugüne kadar ki uygulamalar ile paralellik arz ediyor“ diyen Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu (TGDP) Sözcüsü Necati Abay, „Zaman zaman kapatma yapılıyordu. Burada önemli olan nokta ilk kez gazetenin basılmış tüm nüshalarına el konuluyor, okurlarla buluşması engellenmiş oluyor. Bu basın ve ifade özgürlüğüne yönelik bir saldırıdır. Hükümet bu sansürcü ve baskıcı uygulamalara son vermelidir. 100’ün üstünde gazeteci zaten tutuklu, bu sistematik oldu. Şimdi de bu gazetecilerin gazeteleri kapatılıyor“ dedi.

Newroz’un Öğrettikleri ve Yeni Görevler

2012 Newroz’unda, PKK ile Kürdistan halkı arasına mesafe koymayı planlayanlar, kurşun, panzer, bomba ve barikatlara rağmen milyonlarca kişi Newroz alanlarında „An Azadî, An Azadî, Önder Apo’ya Özgürlük, Kürdistan’a siyasi Statü“ diye karşılık vermiştir.

İmralı’da tecrit koşullarında sergilediği tarihi duruşla Newroz’un niteliksel bir sıçrama yapmasını sağlayan Kürdistan Halk Önderinin Newroz’unu kutluyorum. Başta Mazlum Doğan olmak üzere, Zekiye, Rahşan, Ronahi ve Berivanlar ve Haci Zenginlerin sömürgeciler ve işbirlikçiler tarafından özünden boşaltılmaya çalışılan Newroz’u tarihi özüne yeniden kavuşturmak için canlarını tereddütsüzce ortaya koyan tüm devrim şehitlerini saygıyla anıyorum.

Yoksayılan, iradesi hesaba katılmayan, Türk ulus devleti içinde eritilmeye çalışılan ve kültürel soykırım kıskacında tutulmaya çalışılan Kürdistan halkının yediden yetmişe, kadın-erkek, yaşlı-genç ve çocuklarıyla sömürgeci-soykırımcı Türk devletine ve onunla özdeşleşmiş AKP Hükümetine karşı sergilediği Newroz direnişinin önünde bin kez yürekten eğilerek selamlıyorum.

Tüm içtenlikleriyle halkların eşit-özgür kardeşliğini kaygısızca ve hiçbir basit politik hesap yapmadan, ilkesel duruş sergileyerek savunan ve bunun için açlık grevlerine katılan, Newroz alanlarına çıkan Türk devrimci ve demokrat dostları da saygıyla selamlıyorum.

Hala coşkulu kutlamaları ve serhıldan eylemliliğiyle devam ederek tarih yazmaya devam eden 2012 Newroz’unu birçok açıdan değerlendirmek gerekmektedir. Hangi zeminde olduğumuz, Kürdistan halkının ve dostlarının neyi yapmaya hazır olduğunu görerek hareket etmek için satırbaşlarıyla da olsa böyle bir değerlendirmeye ihtiyaç vardır.

Roboskî katliamı ile irade kırılmak istendi

Newroz’un gerçekleştiği ortam ve sömürgeci AKP devletinin hesapları neydi?

Birincisi,
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde ağır bir tecrit ve baskı uygulayarak sözüm ona başı gövdeden ayırmak suretiyle gövdeyi her türlü operasyona açık hale getirmeyi hedeflenmiştir. Böylelikle Kürdistan Özgürlük Hareketi karar alamayacak, aldığı kararları uygulayamayacak ve böylelikle örgütsel birlik ve dinamizmini yitirerek tasfiye sürecine girmiş olacaktı.

İkincisi
, sömürgeci soykırımcı AKP Hükümeti kış aylarını fırsat bilerek Kuzey Kürdistan’da karadan ve havadan, Medya Savunma alanlarına ise yoğun hava operasyonları, top saldırılarıyla gerillaya yönelik kapsamlı imha saldırıları yürüterek, bu kışı, „gerillanın son kışı” yapacaklardı.

Üçüncüsü
, Kürdistan halkının legal demokratik alanına dönük yoğun siyasi soykırım operasyonları gerçekleştirerek, bugüne kadar 7000 bine yakın siyasetçi, gazeteci, sanatçı, insan hakları savunucusu rehin alarak Kürt legal demokratik örgütlülüğünü, birliğini dağıtarak sindirmiş olacaklardı. Bir taraftan bunu yaparken öte taraftan işbirlikçiliğe dünden razı, canatan bazı ajan kesimlerin önünü açacaklardı. Bununla birlikte, görüşmeler ha oldu, ha oluyor, ha olacak yalanları yayılarak, Kürdistan halkı devletten, AKP’den umut bekler bir konumda tutulmak istendi.

Dördüncüsü
, soykırımcı AKP Hükümeti, Kürdistan halkının direnme iradesini ve kararlılığını kırmak, korkutmak için Roboskî’de 34 Kürdistanlı genci herkesin gözlerinin önünde vahşice katletti. Bununla herkesi katliam korkusuyla sindireceklerini sanıyorlardı.

Beşincisi
, bazı işbirlikçi-hain birey-aileleri kesimleri ekonomik olarak palazlandırmak ve etrafında bir toplumsal kesim oluşturmak için ellerinden geleni yaparak, Kürdistan özgürlük hareketinin toplumsal zeminini zayıflatacaklardı.

Altıncısı
, münafık Fethullah Gülen ve AKP Türk-İslamcı zihniyeti, kutsal İslamı iğrenç yüzüne bir maske gibi geçirerek, Kürt ulusu ve Kürdistan özgürlük hareketi için verdiği katliam fermanı gereği, cemaati, basın-yayın araçlarını, istihbarat olanaklarını, maddi imkanlarını tam bir özel savaş temelinde harekete geçirmişti. Çamur at, tutmazsa izi kalır hesabı bir psikolojik savaş yürütmeye başlamıştı.

ABD’nin taşeronluğu ve tasfiye planı

Yedincisi, yapılacak yeni anayasa tartışmalarıyla Kürt halkını yeni bir anayasa beklentisi içinde oyalayacak, bir sahtekar ve özünde münafık olan Fethullah Gülen imalatı olan Abant  platformu vb. ile bu beklenti canlı tutulmaya çalışılacaktı. 

Sekizincisi, başta Güney Kürdistan yönetimini Kürt özgürlük hareketine karşı kışkırtma ve çatıştırmak için bir taraftan baskı ve şantaj öbür taraftan ekonomik ilişkiler üzerinden bunu yoğunca yapmış, sonuç alacağına kendisini iyice inandırmıştı.

Dokuzuncusu
, ABD’nin bölge taşeronluğu karşılığında Roj TV’nin kapatılması için bizzat NATO devreye girmiş, Kürdistan halkının dünyadan tecrit edilerek, Kürdistan’da ise yurtsever gazetecileri tutuklayarak, her türlü baskı-katliam yapmanın zemini yaratılmaya çalışılmıştı.

Onuncusu
, uluslararası alanda ve bölgemizde Kürt halkını bir siyasi statü kazanmamaları için ABD’nin bölgesel işler taşeronluğuna soyunarak Kürdistan özgürlük hareketini tasfiye etmek için elinden gelen herşeyi yapmış ve siyasetinin eksenine bunu oturtmuştu.

Daha birçok madde sayılabilir, ayrıntılar aktarılabilir. Ancak varolan durumu satırbaşlarıyla böyle izah etmek mümkündür. 

Sömürgeci AKP devletinin yöneticileri ve Fethullah Gülen cemaati, toprağı kazmış, tohumu ekmiş, gübreyi vermiş ve Kürdistan topraklarından ve Kürt ulusunun içinden birlik, örgütlülük, direnme gücü ve iradeleşme değil; zayıflama,  parçalanma, kendine güveni yitirme, umutsuzlaşma ve bir daha belini doğrultamayacak duruma gelmiş bir yapının ortaya çıkacağı beklentisi içine girmişti.

Sömürgeci-soykırımcı AKP’nin kurmaylarından Bülent Arınç ve sömürgeci sistemin içişleri bakanı zaferlerini ilan ettiler. İstanbul Emniyet Amiri, ‘bir daha bellerini doğrultamazlar’ dedi.

Artık Kürdistan halkının sömürgeci AKP devletinden bir beklentisi kalmamıştı. Çünkü Önder Apo’nun barışçıl çabaları, yol haritası, protokoller, barış elçilerini gönderme ve tek taraflı olarak ilan edilen ateşkesler ve Oslo görüşmelerine rağmen Kürdü ve Kürdistan’ı yoksayma ve yoketme planı olan Şark Islahat Planı hala yürürlükteydi. Bu anlaşıldı. Herkes bu çıplak gerçeği gördü. Biraz gecikmeli oldu ama görüldü.

Vahşete karşı tek yol: Serhildan!

Beyaz faşizm ile yeşil faşizm arasındaki farkın sadece bir renk farkı olduğunu Kürdistan halkı kendi gözleriyle, AKP’yi tecrübe ederek, kendi deneyimleriyle görmüş oldu. Ha kaba Türkçü faşizm, ha kutsal İslam dinini kendisine maske yapmış yeşil faşizm! Her ikisinin de derdi, Türk ırkına dayalı ulus devleti ilelebet müdafaa ve muhafaza etmek olduğu ortaya çıkmıştır. Kürdistan halkı özgürlük mücadelesini yükselttikçe yüzündeki maske düştükçe, iğrenç Türkçü-ırkçı faşist karakter ortaya çıkmaya başlamıştır.

Kürdistan Özgürlük Hareketi 2012 yılını bir final yılı olarak ilan etti. „Êdî Bes e, An Azadî, An Azadî, Önder Apo’ya Özgürlük, Kürdistan’a siyasi Statü“ şiarını yükseltti. Artık dayanılması, sabredilmesi zor bu sömürgeci vahşet karşısında, tek bir çıkar yol vardı: Serhildan!

2012 Newroz’unda gerçekleşen halkımızın bu görkemle Serhildan tavrı oldu. Eğer bu kadar uzatılan barış eline rağmen, bu el sürekli bir biçimde kırılmaya ve kökünden koparılmaya çalışıldıysa, her halde Kürt halkının da durup beklemesi olmazdı. Olmadı da zaten. Kürdistan halkı hem Kuzey Kürdistan’ın bütün şehir, kasaba ve köylerinde hem de metropollerde üzerinde Türkleştirme politikası uygulanan Kürt halkının bulunduğu her yerde Newroz’un „Êdî Bes e, An Azadî, An Azadî, Önder Apo’ya Özgürlük, Kürdistan’a siyasi Statü”  şiarı temelinde serhildanla kutlanması çok önemli bir sonuçtur.

Sömürgeci sistemin başı, yeni dahak Tayyip Erdoğan’ın Newroz’dan bir süre önce valilerle, emniyet amirleriyle toplantılar yapıp, Newroz’a katılımı en aza indirmeye çalışması ve en önemlisi de, Amed ve İstanbul Newrozlarını sudan bahanelerle yasaklamasına rağmen ortaya çıkan tablo üzerinde önemle durmak gerekir. Öyleki hem Amed’de Newrozu yasaklıyor, alana gitmek isteyen belediye araçlarına el konuluyor. Bu Kürdistan’da sömürgeciliğin, sömürgeci idare sisteminin ne anlama geldiğini en çarpıcı ortaya koyan bir zulüm uygulamasıdır.

Bu zulüm ‘’Dolayısıyla bir toplum için özyönetim hayati önemdedir. Özyönetimden yoksun kalmış bir toplum sömürge olmaktan kurtulamayacağı gibi, bunun doğal sonucu olarak asimilasyon ve soykırımla süreç içinde yok olması kaçınılmazdır. Öze yabancı yönetimler iktidarın en zorbaca ve sömürgen biçimini temsil ederler. Dolayısıyla bir toplum için en hayati, ahlaki, bilimsel ve estetik görev, özyönetim gücüne erişmektir. Bu görevi başaramayan toplumun ahlaki, bilimsel ve estetik gelişimi mümkün olmadığı gibi, siyasal ve ekonomik kurumlaşma ve gelişmesi de yok olur.” 

(Önderlik) gerçeğini ortaya koymuştur. İşlerin öyle bazılarının sandığı gibi, yerel yönetimlerin özerklik çerçevesinin biraz daha genişletilmesi veya belediyecilikle olacak işler olmadığını, Kürt ulusunun, Kürdistan’da kendi kendisini yönetmesinin sadece bir zorunluluk değil, aynı zamanda, doğal, ahlaki ve insani bir hak olduğunu ortaya koymaktadır.

Yeşil faşizm de Kürdistan’da iflas etmiştir

2012 Newrozunun ortaya çıkardığı sonuçları şu temelde ortaya koymak mümkündür:

Birincisi, Kuzey Kürdistan’ın artık elinden kaydığını görerek,  bunu Türk-İslam senteziyle, din kardeşliği yalanıyla kurtarmak isteyen AKP ve Fethullah Gülen siyasetine son vermiştir. Bu kadar vahşice saldırmasının altında yatan yenilmiş olmanın ruh hali ve intikam duygusudur ve yeşil faşizmin de Kürdistan’da iflasıdır. Kürt ulusunu Türk İslamıyla oyalama, yeniden Türk devletinin içinde eritme stratejisi boşa çıkmış, önemli bir kırılma yaşamıştır.

Kürdistan Özgürlük Hareketi ve Kürdistan halkı daha fazla Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile her bakımdan birleşmiş, bütünleşmiştir. Bunu hiçbir gücün engelleyemeyeceğini çok çarpıcı bir biçimde sergilemiştir. Bu Newroz, bu anlamda bir Önder Apo ve PKK Newrozu olmuştur. PKK ile Kürdistan halkı arasına mesafe koymayı planlayanlar, Newroz alanlarında  milyonların kurşun, panzer, bomba ve barikatlarına rağmen  „Edi Bese An Azadî, An Azadî, Önder Apo’ya Özgürlük, Kürdistan’a siyasi Statü” ve ‘’PKK Halktır, Halk Burada” sloganlarıyla ortaya çıkması, AKP devletinin stratejini gerçek anlamda yerle bir etmiştir.

Kürdistan halkı bu Newroz’da Türk sömürgeciliğinin hiç ama hiçbir engelini tanımayacağını ortaya koyma bilinç, cesaret, kararlılığını ortaya koymuş, Önder Apo ve kendi özgürlüğü için her bedeli ödemeye hazır olduğunu göstermiştir. Çatışa çatışa alanlara çıkması gerçekten de önünde binlerce kez selamlanması gereken bir kahramanlık duruşudur. Böyle bir ruh ve kavrayışla, sömürgeci terörün yurtsever ve BDP yöneticisi olan Haci Zengini katletmesi, yüzlercesini yaralaması ve yüzlerce insanımızı tutuklamasına rağmen engelleri barikatları kırarak, tarihinin en kitlesel Newrozunu kutlamayı başarmıştır. Sömürgeci AKP devleti Kürdistan halkının iradesini kırmak istemiş, ancak iradesini kırdırmıştır.

Kürdistan halkı artık AKP Hükümetinden ve genel olarak Türk devlet ve siyasetinden, anayasadan, parlamentodan bir beklentisinin olmadığını, artık Demokratik Özerklik’i inşa etmede yaşanan yetersizliği aşma kararlılığına ulaşmıştır.

Her alanda görkemli direniş sergilenmiştir

Bu Newroz’un ortaya çıkardığı diğer bir gerçek ise Kürdistan halkının kendisini, kendi topraklarında sömürgeci polis ve ordu birliklerinin her türlü faşizan saldırılarından korumak için kendisini hızla savunma birimleri temelinde örgütleme ihtiyacının hayatiyet oluşturduğunu göstermiştir.

Kürdistan gençleri gerçekten de sömürgeci polis güçlerine karşı kahramanca direnmiş, meydan okumuştur. En eşitsiz koşullara rağmen görkemli bir direniş sergilemişlerdir. Eğer biraz daha savunma temelinde örgütlense, aslında polis güçlerini Kürdistan şehirlerinde çok rahatlıkla etkisiz kılabilecek bir güce sahip olduklarını, kendi kasabalarını, şehirlerini, mahallelerini savunabileceklerini, yani Demokratik Özerklik’in kurumlarını geliştirme ve onları savunma temelinde geliştirilecek bir örgütlülükle rahatlılıkla sonuç alınabileceğini de başta Amed Newrozu olmak üzere, Cizre, Gever, Şırnak, Silopi, Kop, Malazgirt, Nusaybin, Kızıltepe, Batman ve daha birçok yer göstermiştir.    

Tam bir seferberlik ruhuyla harekete geçerek, Newroz’un kurtuluşçu, özgürlükçü, direnişçi ve birlikçi ruhunu yaşamın bütün alanlarında örgütleyerek, kahramanlık haftasını Önder Apo’nun Doğum günüyle birleştirmek gerekir.

Sömürgeci AKP Hükümetinin ağzı salyalı polislerinin İstanbul’da halkımıza ve dostlarımıza saldırdıklarını gördük. Hele hele Kürdistan şehirlerinde, gençlerimize, çocuklarımıza, yaşlı ana-babalarımıza tam bir gözü dönmüşlükle saldırdıklarını gördük. BDP’nin Cizre İlçe binasına giriş ve oradan kadınlarımıza nasıl vurduklarını ve saçlarından nasıl sürüklediklerini, gençlerimizi, yaşlılarımızı nasıl dipçiklediklerini, kanlar için bıraktıklarını gördük. Ve birçok yerde evlerimize, insanlarımızı silahla nasıl taradıklarını gördük. Sokaklarımız zehirli gazlarla dolduruldu.  

Ve en önemlisi Önderliğimizin posterlerine nasıl ateş edildiğini, bayrağımıza, kesk û sor û zerimize, kutsalımıza nasıl saygısızlık ve hakaret ettiklerini gördük. Hiçbir Kürt bu sahneleri unutmamalı. Hafızasına bir daha silinmemek üzere kaydetmelidir. En küçük fırsatta her Kürt ve Kürdistanlı bütün bunların hesabını fazlasıyla sormanın hazırlığı içinde olmalıdır. Sömürgeciliğin, katliamın, inkarın, zulmün, hakaretin ülkemizdeki simgesi olan Türk bayrakları ve sembollerine artık hiçbir Kürt ve Kürdistanlı müsaade etmemelidir. Ve sömürgeci sistemin başbakanı Tayyip Erdoğan, Kürdistan halkının işkencecileri ve katil sürüsü polislerine teşekkür etmiştir. İçişleri bakanı ise zam müjdesi vermiştir.

Kürt halkının yönü İmralı olmuştur

Böyle bir durumda önümüzdeki dönem de görev ve sorumluluklarımız da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. AKP Hükümeti görkemli Newroz kutlamalarının hemen ardından Kürdistan halkı ve dürüst, yurtsever Kürt siyaseti için hiç değeri olmayan „yeni yol haritası”nı devreye koyarak, Kürdistan halkını ve Kürt siyasetini yeniden oyalamaya, dönem görevleri hakkında tereddüt yaratmaya çalışmaktadır. Tümüyle aldatmaya yönelik bu tür açıklamalar ne ciddiye alınmalı, ne de tartışılmalıdır. Bırakalım kendileri çalıp-kendileri oynasınlar.

Bu anlamda 2012 Newroz’u birçok eski, pasif, savunmacı, tereddütlü, alışılagelmiş tarzları aşmada önemli bir rol oynamış, yeni dönemin renginin nasıl olması gerektiğini de bir giriş olarak ortaya koymuştur. Bütün bunları  temel alarak, üzerinde yeni dönemi geliştirip şekillendireceğimiz bir ortam şekillenmiştir. Şimdi sorun, bu girişi geliştirme, adımları büyütme ve hızlandırma görevlerini yerine getirerek zafer ipini göğüslemektir.

Kürt halkının yönü ve doğrultusu, her zaman olduğu gibi, Ankara değil İmralı, dağlar ve Amed olmuştur.

Bizim için net olan bir gerçeklik varsa o da şudur: Ne kadar ulusal birlik, örgütlülük, ulusal kurumlaşma, direnişimiz ve  süreklileşen Serhıldanımız varsa o kadar çözümünüz vardır. Diğeri ve gerisi hikaye!

HERDEM SERHILDAN

Obama, Erdoğan'a Suriye Vizesi Vermedi

Suriye’deki durum uluslararası zirvelerin bir numaralı gündemini oluşturmaya devam ediyor. Güney Kore’de yapılan Nükleer Enerji Zirvesi’nde biraraya gelen ABD Başkanı Baracak Obama ile Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye’de yaşanan durumu masaya yatırdı. Suriye konusunda eyleme geçilmesi konusunda hemfikir olan Obama ile Erdoğan, şiddetin nasıl duracağı konusunda muğlak açıklamalar yaptı.

Esad rejiminin değişmesini isteyen ve Suriye’yi örgütlediği muhalifler tarafından yönetilmesini isteyen ve bunun için de askeri güç kullanabileceğini dillendiren Türkiye, ABD’den yeşil ışık alamadı. Dün Güney Kore’nin başkenti Seul’da Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Barack Obama’yla Suriye’deki durumu konuştu. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu da yanına alan Erdoğan, Türkiye’nin Suriye planını Obama’ya anlattı. Yaklaşık 1,5 saat süren görüşmeden sonra hem Obama hem de Erdoğan, basına yaptıkları açıklamada Suriye’deki şiddetin durması için hemfikir olduklarını söyledi. Ancak çatışmaların durması için ne yapılacağı konusunda net bir açıklama yapmamaları dikkat çekti.

Erdoğan ‘uluslararası hukuk’ dedi

Ortak basın toplantısında ilk sözü Erdoğan aldı. Erdoğan, Suriye’deki duruma seyirci kalmayacaklarını söyledi. Erdoğan, Suriye’ye müdahale konusunda uluslararası hukuk çerçevesinde kalacaklarını söylemesi dikkat çekti. Oysaki daha önce Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Biz BM süreci tıkandı diye yerimizde oturup bu akan kanı seyredemeyiz” diyerek uluslararası hukuku takmayacaklarını söylemişti.

Erdoğan, basın toplantısında Esad rejimini yalnızlaştırmak için adımlar atacaklarını söyledi. Şam rejimine destek veren, İran yönetimiyle konuşacaklarını söyleyen Erdoğan’ın, Tahran’a ABD’nin nükleer programı konusundaki mesajını götüreceği belirtildi.

İran ve Kuzey Kore’ye sert mesajlar

ABD Başkanı Barack Obama da, Suriye’deki şiddet ortamının sonlanması gerektiğini söyledi ancak bunu diplomasiyle mi yoksa askeri operasyonla mı yapacakları konusunda herhangi bir renk vermedi. Suriye’de ölümlerin yaşandığı ve bunun durması için eyleme geçilmesi konusunda Erdoğan’la istişarelerde bulunduklarını söyleyen Obama, “Bu arada meşru bir yönetime geçiş sürecinde birlikte çalışmaya devam edeceğiz” diyerek Esad’ın çekilmesini bir kez daha istedi.

Suriye konusunda muğlak konuşan Obama’nın, İran ve Kuzey Kore’ye karşı sert mesajlar vermesi dikkat çekti. İran’ın nükleer silah denemelerinden vazgeçmeleri için tüm diplomatik girişimlerin yapıldığını savunan Obama, bu konudaki çözüm kapısının artık kapandığını öne sürdü.

Obama, pek çok ülkenin tepkisine karşın uzun menzilli füze fırlatma planlarını sürdüren Kuzey Kore’yi de bu kararını gözden geçirmesi konusunda uyardı. Obama bu açıklamasını Güney Kore Başkanı Lee Myung-bak ikili özel bir görüşmeden sonra yaptı. 

‘Devlet Kandırır, Amacını Gizler’ Gündem de Bunu Açıklar!

Gündem’i kapattılar. Neden? Çünkü bu gazete hem Newrozlara karşı patlatılan gaz bombalarının zehirli bulutlarını, hem de halkın bilincine atılan „istihbarat“ bombalarının köreltici sisini dağıtıyor.
Hakikat bizim biricik silahımız.

O halde hakikatleri yazmaya devam edelim.

Başbakan Seul’e giderken „PKK ile savaş uzantısı BDP ile müzakere“ dediğinde, içimden Ahmet Altan’ın ifadesiyle şöyle dedim: „Zavallı Başbakan, hastalık zihnini iyice bulandırmış…“
Ama öyle değil. Seul’de ABD Başkanı Obama ile yaptığı görüşmenin sonunda, Obama’nın açıklamalarının ardından Başbakan şöyle dedi:

„Tabii bölücü terör örgütü ile verilen mücadelede ABD’yi yanımızda görmek bizleri ayrıca memnun etmiştir. Bölücü terör örgütü ile mücadelemiz zaten devam edecektir. Ama siyasi uzantılarıyla da müzakere etme şansımız mevcuttur.“

„Bölücü terör örgütünün siyasi uzantısı BDP“ denince siz bundan ne anlarsınız?

Herhalde „doğal“ bir tanım söz konusu değil burada. Ortada bir „bölücü“, hem de „terör“ örgütü varsa ve BDP de onun „uzantısı“ ise, yapılacak iş, Türk hukuku açısından belli değil mi?

Belli. Türk hukuku, Terörle Mücadele Kanunu, Türk Anayasası, Türk Yargısı, Türk Yargısının „Özel Yetkili“ Mahkemesi, nerede bir „bölücü terör örgütü üyesi ve uzantısı“ varsa tutuklar. Tutukluyor da.
Bu durumda Başbakan’ın bu „uzantılarla müzakere“ lafını nasıl yorumlamak gerekir? Acaba Taraf’taki Cemaat’in „gizli“ çekirdek kadrosunun, Zaman Gazetesi „ideologlarının“, eski rütbeli patronları hapise giren ve yeni patrona kapılanan Bila’ların dediği gibi Hükümet „BDP’yle müzakere“ sürecini mi başlatıyor?

Bir bakalım...

Başbakan bu „münasebetsiz“ „uzantı“ tanımıyla, şöyle demiş oluyor: „Sen bölücü terör örgütünün siyasi uzantısısın, gördüğün gibi uzantı olduğun için yedi bin üyeni tutukladım, eğer Apo’dan kopar ve PKK’yle arandaki mesafeyi açarsan söylediğim cümlenin ‘müzakere’ kısmını hayata geçiririm, yok Apo’dan kopmaz ve PKK’yle arandaki mesafeyi açmazsan, söylediğim cümledeki ‘uzantı’ kısmını gündeme getiririm ve 7 bin ‘uzantıya’ yaptığım gibi seni tümden ‘infaz’ ederim“... 

Başbakan’ın ABD Başkanının önünde söylediği sözlerin anlamı bu…

Bir devlet „müzakere“ yapmak istediği örgüte, eğer müzakere sözü samimiyse, o örgüt „illegal ve silahlı„ bir örgütün „uzantısı“ demez. Belki o örgütü zorlamak, diyelim ki Kürt halkı arasında bölünme yaratmak için bazı şartlar öne sürebilir, örgütün içinde zayıf kişilikleri etkilemek, onları bu şartlara razı etmek isteyebilir. Ama hiçbir devlet müzakere edeceğini açıkladığı örgütü „illegal“ ya da kanun dışı ilan etmez.

Ederse ne olur? Ederse bu „infaz“ planının bir adımı olur.

Başbakan bu sözlerle birinci olarak Batılı devletlerin, belki de Obama yönetiminin „müzakere“ talebini sözüm ona „kabul“ eder görünüyor. Onların „müzakere“ taleplerine, „artık Oslo’da olduğu gibi değil de, Oslo’da sizlerin de katılımıyla görüştüklerimizin ‘uzantılarıyla’ görüşürüm“ diyerek yanıt vermiş oluyor. Ama aynı zamanda Oslo müzakerelerini nasıl bir oyalama yöntemiyle çıkmaza soktuysa, aynı şekilde BDP’yle müzakereleri de, daha başlamadan işte bu „uzantı“ lafı ve „uzantı olmaktan vazgeç“ şartıyla imkansız hale getiriyor. Getirince de geriye, hem PKK’ye karşı savaş, hem de BDP’yi tasfiye etme şıkları kalıyor…

İnsanın, „cin olmadan şeytan çarpacaklar“ diyesi geliyor.

Ve bir de bakıyoruz, Bülent Arınç, Başbakan’ın „onlar dürüst olmazsa başkalarıyla olur“ sözlerinin „icrasına“ başlıyor. Dün AKP’nin „yeni Türkçü ‘Kürt’ İslam partisi“ oyunu hakkında yazdım. „İnfaz memurları„ndan söz ettim. Bakın Arınç ne diyor:

„Siyasal bilinçlenme olumlu seyrediyor. 30 yıl sonra Kemal Burkay Türkiye’ye geldi. Zamanında kaçmıştı. Düşünceleri ve kurduğu partiler itibariyle örgütle yakın bağlantı içindeydi. Şimdi örgüt onu tehdit ediyor. İbrahim Güçlü, Muhsin Kızılkaya terör örgütünün kendi içindeki cinayetleri ortaya çıkarma çabası içindeler. Bunlar geçmişte yoktu. Bugün bazı partilerde var.“

Elbette bu sayılanlar göstermelik. „Uykuya yatırılanların“ önünü açmak ve asıl „infaz memurlarını„ gizlemek için isimleri kullanılıyor...

Hükümetin „gizli“ amaçları var. „Kandırmak“, „hile“ yapmak bunların mesleği… Hükümetin „yeni stratejisi“ hakkında yazan Zaman yazarı Mümtazer Türköne devletin stratejisi hakkında bakın ne diyor:

„Düz yoldan giderseniz, öngörülür hale gelirsiniz ve kaybedersiniz. Baskın yememek, karşı tarafı aldatmak ve asıl amacınızı gizlemek için dolaylı yolu, yani bir stratejiyi uygularsınız.“

Evet…Böyledir. „PKK ile savaş ve siyasi uzantısıyla müzakere“ lafları, zayıf kişilikleri „aldatmak“ amacıyla edilmektedir ve onun gizli amacı otuz yıldır yok edilemeyen „dağı“ değil, ama onun „uzantısı„ ilan edilen BDP’yi „infaz“ etmek ve onun yerine sahte bir „Kürt partisi“ kurmaktır. Cin fikirli „dağa“ bundan sıra geleceğini düşünmektedir.

Eh. Türköne bu yazıyı okuduğunda, „vay canına, ‘öngürülür hale geldik, o halde kaybettik’ diye saçını başını yolacaktır.

Gündem işte bu kandırmacaları ve gizli amaçları ortaya çıkardığı için kapatıldı.

VEYSİ SARISÖZEN

Ahmet Türk’ü Çok Ararsın Devlet Baba!

Bugüne dek yetişen her nesli kırıp geçirdin Devlet Baba...

Özgürlük istediler, dövdün.

Bağımsızlık dediler, astın.

Demokrasi talep ettiler, hapsettin, işkence ettin, ezdin.

Vurursam, asarsam, yasaklarsam ufalarım, sustururum, boyun eğdiririm sandın.

Gencine düşman bir ülke yarattın.

“Ey vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz” marşıyla yetişen nesil, senin hoyratlığına kurban gitti.

Yerine, her koyunun kendi bacağından asıldığına inanan, ülkesiyle hissi bağı kalmayan, umursamaz bir kuşak geldi.

Öyle olmayanları da hala baskıyla ufalamaya çalışıyorsun.

* * *

Ama senin dayak, Güneydoğu’da farklı sonuç verdi.

Hani Diyarbakır Cezaevi’nin foseptik havuzunda işkence yaptıkların, Filistin askısında sakat bıraktıkların var ya...

Hani seher vakti evlerinden alıp bir dağ başında sorgusuz, yargısız infaz ettiklerin, köyünü yakıp sürgüne gönderdiklerin, Meclis’te tutuklayıp hapsettiklerin, ana dilinde türkü söylemekten men ettiklerin...

Onların çocukları, terk edilmiş köylerinde, kayıplarının boş mezar yerlerinde, Cumartesi Anneleri’nin gösterilerinde, yitik babalarının resimlerinin asılı olduğu evlerde veya sürüldükleri kentlerde o acıları çekerek, bu öyküleri dinleyerek büyüdü.

Bugün sana dağda silah sıkanlar, şehirde taş atanlar, Meclis’te kafa tutanlar onlar...

* * *

Her pedagog bilir:

Asi bir çocuğunuz varsa, dövmek, kömürlüğe kilitlemek çözüm değildir. Şiddete şiddetle tepki gösterir: Eşyayı yakar, evi terk eder, size düşman kesilir. Onunla diyalog kurmanız, derdini anlayıp çözmeniz gerekir.

Oysa Devlet Baba, senin hoyratlıktan başka usul bilmeyen despot kafan yaşananlardan zerrece ders almadığı için, daha çok döversem, dilini kesersem, bayramını engellersem yola getiririm sanıyor.

Gölge etmediğinde sulh içinde kutlanan bir bayramı yasağınla cehenneme çeviriyorsun.

İstanbul’da gazdan etkilenip ölen gösterici de, Cudi’de çatışmada şehit düşen polis de, senin şiddete dayalı çözüme endekslenmiş darkafalılığının bedelini ödüyor.

* * *

Geçen yıl “resmi Nevruz”u bir hafta önceden başlatan sen, bu yıl “Nevruz, gününde kutlanır” diye tutturdun.

Daha kaç bayramı izne bağlayacaksın Devlet Baba?

Hapishanelerin doldu; daha kaç kişiyi tutuklayacaksın?

Dağa militan taşıyan çocuk servislerini yoldan çevirerek, şiddet karşıtı aydınları hapsederek, barış yanlısı politikacıları dövdürerek, köşe yazarlarına yüklenerek bu işin üstesinden gelebileceğini mi sanıyorsun?

Yasak kararınla asıl provokasyonu sen yapıyor, “Bunlara dayak bile az” diyenlerle, “Bir bayramı bile çok gördüler” diyenleri birbirine düşman ediyorsun.

Birbirinin çığlığını duymayan, komşusunun şehidine ağlamayan, asırlardır birlikte kutladıkları bir bayramda bile ayrı ateşler yakan bir ülke yaratıyorsun.

Kangren hale getirdiğin meselenin çözümü için silah sıkmak, operasyon yapmak, caka satmak dışında bir politikan var mı?

Yoksa ılımlı Ahmet Türk’e yaptığın gibi, “Karşı çıkanı gaza boğup polise yumruklatır, bastırırım” diye mi düşünüyorsun?

Öyleyse korkarım yarın, çocuklarını görünce onları çok arayacaksın.

Can Dündar/Milliyet