6 Mart 2012 Salı

Sivas Katliamında Zamanaşımına AKP Desteği

Sivas davasının zamanaşımına uğramasını engelleyebilecek kanun teklifinin bugün Meclis Genel Kurulu'nda görüşülmesi, AKP milletvekillerinin oylarıyla reddedildi.

CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ile Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan'ın verdiği ve komisyonda bekleyen 141 sayılı "Türk Ceza Kanunu'nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi"nin bugün Genel Kurul'da görüşülmesi için başvuru yapıldı.

Bianet’e bilgi veren Tanrıkulu, AKP'li vekillerin oylarında, teklifin görüşülmesinin reddedildiğini söyledi ve "Teklifin görüşülmesini engellemek üzere el kaldıran vekiller bunu kamu vicdanına nasıl izah edecekler? Muhalefetten gelen ve kamunun vicdanın ilgilendiren yasa teklifinin karşısında durmanın unutulacağı inancında değilim" dedi.

8 Aralık 2011'de Meclis Başkanlığı'na sunulan yasa teklifi, "yaşam hakkı ihlali, işkence ve çocuklara karşı cinsel istismar" suçlarında zamanaşımının işlememesini öngörüyor.

Meclis Başkanı Cemil Çiçek, bugün yaptığı açıklamada da teklifin, 20 Aralık'ta İnsan Hakları İnceleme Komisyonu ile Adalet Komisyonu'na yollandığını açıkladı.

Tanrıkulu, teklifin komisyonlarda çok uzun süre bekleyebileceği ve Sivas davasındaki zamanaşımı tehlikesini de gözeterek, bugün Genel Kurul gündemine alınarak ön görüşme yapılması için başvuruda bulundu.

Meclis İç Tüzüğü 37. maddesine göre, vekilin sunduğu teklif komisyonda bekletildiği takdirde Genel Kurul'da ön görüşme yapılmasını isteyebiliyor.

"Ben de bu hakkımı kullandım çünkü görüşme konusunda inisiyatif alınmazsa dönemin sonuna dek görüşülmeden kadük kalma tehlikesi vardı" diyen Tanrıkulu, teklifin, sıra beklemeden görüşülmesini istediklerini ifade etti.

Tanrıkulu, "Bu talebimiz, Genel Kurul'daki AKP'li vekillerin oyuyla reddedildi. Çiçek de Meclis'in danışma kurulunda yasa teklifinin öncelikli görüşülmesini sağlayabilirdi ancak yapmadı" diye konuştu.

"Bugün teklif görüşülüp diğer prosedürler de aşılabilirdi ve teklif yasalaşabilirdi. Böylece yasa, Sivas davasına da uygulanır ve zamanaşımı durdurulabilirdi."
Tanrıkulu, başvurularını tekrarlayacaklarını söyledi ve "Bundan sonrası AKP vekillerinin iradesine bağlı" dedi.

ABF: Zamanaşımı isteyen AKP katillerin avukatı mı? 

Sivas davasının zamanaşımına uğramasını engelleyebilecek kanun teklifinin AKP tarafından kabul edilmemesine Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Yönetim Kurulu sert tepki gösterdi.

Alevi Bektaşi Federasyonu yaptığı açıklamada, yasa önerisinin AKP tarafından reddilmesinin bir insanlık ayıbı olduğu belirtildi.

‘’AKP’nin bu kararı, fiili olarak 2 Temmuz 1993 tarihinde tekbir sesleri eşliğinde ‘yakın ula yakın’ çığlıklarına destek vermek anlamına gelir’’ diyen ABF’nin açıklaması şöyle:

‘’AKP’nin bu kararı, insanlığa karşı işlenmiş suçlara destek vermek anlamına gelir. AKP’nin bu kararı, katliam sanıklarını mahkemelerde “avukat sıfatıyla” savunan kişilerin daha sonra AKP’de, bürokraside ve yerel yönetimlerde yükselmelerinin tesadüf olmadığı anlamına gelir.

AKP’nin bu kararı, 13 Mart 2012’de yapılacak duruşmada mahkemeye “evet Sivas sanıkları için zamanaşımı kararı al” mesajı vermek anlamına gelir.

Bu karar AKP’nin gerçek yüzünü bir kez daha göstermiştir. Sivas’ta Madımak Oteli’ni yakanları savunanların, onlara Avukatlık yapanlardan bu ülkeye demokrasi gelmez. Alevilere yönelik her gün kin ve nefret tohumları ekenlerden eşitlik ve adalet de beklenmez!

Alevi Bektaşi Federasyonu, bugünkü mecliste zamanaşımını fiili olarak onaylayan zihniyete karşı, Türk Kürt, Alevi Sünni, inancı ve etnik kimliği ne olursa olsun, insan olan ve adalet isteyen herkesi tavır almaya, en önemlisi de 13 Mart 2012 Salı günü saat 9’da Ankara Adliyesi önünde olmaya davet ediyor.

13 Mart Salı günü Ankara Adliyesi’nde yapılacak duruşma öncesi buluşalım ve katillere zamanaşımı uygulamasını engelleyelim!

İnsanlık suçu işleyenlerin cezalandırılmasını istemek için, Alevi ya da Sünni olmak gerekmez, Türk ya da Kürt olmak da gerekmez! İnsan olmak yeter!’’

ANF NEWS AGENCY

Dördüncü Çocuk...Mazlum

Dersim’im Çemişgezek ilçesinde düzenlenen operasyon sırasında çıkan çatışmada bir HPG gerillası ile TKP-ML TİKKO üyesi bir gerilla hayatını kaybetti. Yaşamını yitiren HPG'li gerilla 1992 Diyarbakır doğumlu, 2010 katılımlı, Yılmaz Pılıng kod adlı Mazlum Erenci. 
Mazlum, Azadiya Welat Gazetesi'nde çalışırken
Can Dündar

''Taş atan çocuklar” diye bilinenlerden biriydi Mazlum... Diyarbakır’da bir Kürtçe gazete dağıtıyor, harçlığını çıkarıyordu.

“Taş atan çocuklar” diye bilinenlerden biriydi Mazlum...

Diyarbakır’da bir Kürtçe gazete dağıtıyor, harçlığını çıkarıyordu.

2006’nın Mart sonu, mezarlık dönüşü çıkan olaylarda, polisle taşlaşma seansından sonra yakalandı.

Çevik Kuvvet polisi, ensesinden tutup döve döve sürükledi Mazlum’u... Henüz 13 yıl görmüş boyu, ancak polislerin beline geliyordu. İsyan edince ağzına bir cop yedi. Dudağı patladı.

O dayak, o cop, kararlılığını perçinledi.

“Kininin davacısı bir nesil”e dâhil olmuştu artık...

* * *

Sonra “ıslah” başladı.

Bölgede “ıslah”tan kasıt, dayak ve hapisti.

Cop darbelerinden sol el kemiği çatlamıştı. O halde dövülerek polis otobüsüne kondu, Terörle Mücadele’ye götürüldü.
“Leşte (bu “cenaze” anlamında kullanılıyor) taş atan sen miydin” diye sordular.

İşkence gördü. Çocuk Şube’ye sevk edildi. 40 yaşlarında bir komiser Mazlum’la arkadaşlarını, “Nerede kaldınız biriciklerim, sizi bekliyordum” diye karşıladı. Bir posta da orada dövüldü. Çırılçıplak soyulup arandı. Ajanlığa zorlandı.

Mahkemeye kelepçe takılarak yollandı.

Ama en zoru cezaeviydi.

Bugün Pozantı Cezaevi’nde açığa çıkan zulmün canlı tanığıydı Mazlum...

23 Nisan’da Türkiye Çocuk Bayramı’nı kutlarken o, hapse mahkûm oldu. 28 kişilik koğuşunda 37 kişiyle yatıyordu.

* * *

Terörle Mücadele Kanunu Mağduru Çocuklar için Adalet Çağırıcıları, bölgeye gittiklerinde konuşmuştu Mazlum’la...

Aktivist Mehmet Atak, onu “4. çocuk” diye kaydetmişti defterine:

“Zeki ve muzip bir çocuk... Kocaman bir gülüşü var. Hukukçu veya tiyatrocu olmak istiyor. Ama dil takıntısı yüzünden eğitime devam etmek istemiyor. Gece uykularında çığlıklar atıyor, o koşullarda ayakta kalabilmek için daha milliyetçi bir tondan konuşuyor.”

Hapisten çıktıktan sonra “Küçük General” diye bir facebook sayfası açtı Mazlum...

Mehmet Atak’la yazışıyorlardı.

“Mezopotamya, uygarlığın beşiği sayılır, ama biz o beşikte çocukluğumuzu yaşayamadık. Hayal kurmamız bile suç... Niye hâlâ ‘Barış’ deyip duruyoruz ki” diye yazmıştı bir seferinde...

“Dağa gitmekten başka yolum yok” demişti.

Atak, vazgeçirmeye çalıştı. “Dağa çıkanlar ortalama 3 sene içinde ölüyor Mazlum... Bekle, ben gelince ayrıntılı konuşuruz” diye mesaj yazdı.

Ama artık çok geçti.

* * *

17 yaşında silahlanıp dağa çıktı “Dördüncü Çocuk”...

Kim bilir kaçıncı çocuktu bunu yapan...

Geçen haziranda, henüz 18’indeyken, Çemişgezek’te bir çatışmada, “devlet dersinde” öldürüldü.

Mehmet Atak, “Onun resmini bilgisayarımın açılış sayfasına koydum. Her gördüğümde ağlıyorum. Onu vazgeçiremediğim için suçluluk duyuyorum” diyordu.

Ona gelene dek ne çok suçlu vardı.

* * *

Şimdi Pozantı cehennemini yaşayanlar, yüzlerinin görünmesinden ürkerek, enselerinden konuşuyorlar.

İşkenceyi, tecavüzleri anlatıyor, isyanı haykırıyorlar.
Mazlum’un gizleyeceği bir yüzü yok artık...

O, yeni terlemiş bıyıklarıyla gözümüzün içine bakarak konuşuyor:

Bize sokaktakilerin, içerdekilerin, dağdakilerin, onları dağa sürenlerin, büyüyen bir kinin öyküsünü anlatıyor ve soruyor: “Düşünün ve söyleyin: Beni kim öldürdü?”

*Kaynak: Milliyet Gazetesi

Tecavüz Sistemi

M.Karasu

Türk devletinin Kürtleri kültürel soykırıma uğratıp Kürdistan'ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek isteyen bir özel savaş devleti olduğunu sürekli vurguluyoruz. Bu zihniyet ve hedef bugün de değişmemiştir. AKP'nin bir farkı varsa o da sert güç yanında yumuşak güç kullanmasıdır. Yumuşak güç denilen ise başta basın olmak üzere toplumu aldatma ve mücadeleden alıkoyma araçlarıdır.

Türk devletinin Kürtleri kültürel soykırıma uğratıp yok etmek için kullandığı temel yöntem ise irade kırma politikasıdır. Kemal Tahir bir romanında devlet görevlilerinin Kürtlere nasıl yaklaşıldığını açıkça ortaya koyar. Tokat’ın bir köyünde yaşayan sürgün Kürtler de bu romanın bir parçasıdır. Bu romanda Kürtler için bir söz kullanılır. “Kürtlerin başını kaldırmasına fırsat vermeyeceksin; başını kaldırırsa baş edilemez!” bunun için romanda da Kürtler üzerindeki baskı eksik edilmiyor.

Kürtler üzerinde uygulanan politika tam da bu romandaki gibidir. Devletin Kürtlere bu bakışı değişmemiştir. Bu bakış toplumda da yansımasını bulmuştur. Bu nedenle Türkiye toplumu da Kürtler üzerinde uygulanan her baskıya sessiz kalıyor; normal görüyor.

Türk devleti her fırsattan Kürtler üzerinde baskı kurup irade kırmak için yararlanmak istemiştir. Şeyh Sait’ten bugüne yapılan tüm baskıların amacı da irade kırmaya yöneliktir. Baskı araçları dönemine göre zenginleştirilmiş, yeni yöntemler de devreye sokulmuştur. Ancak hiçbir zaman irade kırma amacı değişmemiştir.

Kürt sosyal yapısını inceleyen değerli sosyolog İsmail Beşikçi, Kürt köylerindeki jandarma zulmünü anlatır. Erkeklerin yanında kadınlara, kadınların yanında erkeklere yapılan hakaretleri irdeler. Bu baskıların tümünün de irade kırmaya yönelik olduğunu söyler. Kürt Halk Önderi de sömürgeciler karşısında iradesi kırılan ve çaresiz kalan Kürt erkeğinin hıncını Kürt kadınından çıkardığını belirtir.

Kürtler üzeride yürütülen irade kırma politikasının bin bir biçiminden söz edilebilir. Kürt çocuklarının yatılı okullara alınmasından KCK tutuklamalarına kadar uygulanan bin bir yöntemin amacı irade kırmaya yöneliktir. Dün direnişleri ve iradeleri kırmak için idam ediyor ve öldürüyorlardı; faili meçhul cinayetler işliyorlardı. Günümüzde bu yöntemlerin tümünü yapamıyorlar, ama yerine başka irade kırma araçları ikame etmektedirler. Hukuk terörü bunların başında gelir. Kürtlerin demokratik eylemlerinin çoğuna saldırılması da bu amaçlıdır. 

Polisin ve jandarmanın Kürdistan'daki yüz ifadesi ve davranışları da tamamen irade kırmaya yöneliktir. Tüm amaç, Kürtlere “Türkiye karşısında direnmek boşunadır, kültürel soykırımla Türklük içinde eriyip kurtulmak tek çaredir” mesajının verilmesidir. Tüm saldırıların amacını böyle anlamak lazım. Kürtler Türk devletinin bu amacını kavramadan yapılan saldırılara gerçek anlamını veremez. Bu nedenle de direniş ve mücadele araçlarını iyi tespit edemez.

Türk devleti iradeli Kürt istemiyor. En büyük düşmanı iradeli Kürt’tür. Kürt sorununda muhatap tanımam, sadaka verirsem de ben veririm anlayışı da karşısında iradeli Kürt görmek istememesinin ifadesidir. Çünkü iradeli Kürt kaldığı müddetçe kültürel soykırım amacına tam ulaşamaz.

En son Kürt çocuklarına cezaevinde taciz ve tecavüzde bulunulması da bu irade kırma politikasının bir yöntemidir. Kürt çocuklarına her gün “Türk’üm, doğruyum” andının ve istiklal marşının okutulması da aynı amaçlıdır. Tutuklanan Kürt çocuklarına karakollarda ve cezaevinde Türk bayrağının öptürülmesi de bir irade kırma yöntemidir. Amed zindanlarında irade kırmanın ilk adımı olarak “Türk’üm, doğruyum” andı okutulurdu. Amed zindanındaki tüm vahşetin amacı da irade kırmaydı.

Türk devletinin karakteri böyledir. Karşısında iradeli hiçbir güç görmek istemez. Tecavüz bu devletin karakteridir. Tecavüzünü bin bir yöntemle yapar. Yatılı okullarda kızlara, cezaevlerinde Kürt çocuklarına tecavüz ettirir. Üzerinde yürüttüğü baskıyla Kürt erkeğini tecavüze uğramıştan bin beter eder. Kürt Halk Önderi bu saldırıları karılaştırma olarak ifade eder. İradesi kırılmış kadını karılaştırma kavramıyla tanımlar. 

Kadın iradesinin kırılması tecavüz kültürünün sonucudur. Kadın özgür olmadığı müddetçe bu tecavüz kültürü altında kalmaya devam edecektir. İradesi kırılmıştır, karılaştırılmıştır. Türk devleti de Kürt toplumunun iradesini kırıp karılaştırma politikası izlemektedir. İradesi kırılan kadına nasıl ki her şey yaptırılabilirse iradesi kırılmış Kürt toplumuna da her şey yaptırılır. Bu nedenle Türk devleti irade kırma politikasını köleleştirme ve Kürtlüğü yok etme yöntemi olarak uygulamaktadır.

Kürt çocukları ayağa kalkarak bu irade kırma politikasına isyan etmektedir. Türk devletine göre irade kırma politikasına isyan etmek Kürtlerin işleyeceği en büyük suçtur. Bu suç o kadar ağırdır ki, sadece cezaevine atmak Türk devleti için yeterli olmuyor. Bu nedenle tecavüz, taciz saldırısında bulunuyor. Kürt çocuklarına yakaladıklarından itibaren irade kırma saldırısı yürütüyor. 

Karakollarda bu irade kırma saldırısı daha da şiddetlendiriliyor. Sonra da cezaevine atılıyor. Cezaevine konulurken de diğer tutuklulara “size terörist getirdik, ne yaparsanız yapın” deniliyor. İşte Türk devletinin Kürt’e bakışı budur. Çocuk bir toplumun geleceğiyse çocuğa yaklaşım o topluma yaklaşımdır.

Türk devleti Kürt çocuklarına her alanda böyle yaklaşıyor. Sadece yerine ve koşullara göre yöntemler değişiyor. Kürt çocukları anaokullarından itibaren Türk devletinin tecavüzü altındadır. Türk devleti aslında bir tecavüz sistemidir. Bu tecavüz sisteminin en şiddetli uygulamaları ise Kürtlere yönelik gerçekleştiriliyor. 

Kürt çocuklarına tecavüz, bu tecavüz politikalarının en uç uygulanmasıdır. Yoksa tüm Kürtlere uygulanan esasta bu politikadır. Çocuklara tecavüz şahsında Kürtlere yönelik tecavüz politikasını iyi anlamak gerekir. Tecavüz bir irade kırma yöntemidir. Kürtler için ise uygulanan esas politika irade kırmadır, yani tecavüz etmedir.

AKP hükümeti “Pozantı cezaevini kapatacağız, sorumlulardan hesap soracağız” diyor. Her konuda olduğu gibi bu söylenenler de yalan ve demagojidir. AKP en fazla bir iki yöneticinin yerini değiştirmekle yetinebilir. Çünkü kendisi bugün uygulanan irade kırma, yani tecavüz politikasının öncüsüdür. Hatta en iyi ben irade kırarım demektedir. Dolayısıyla irade kırma şampiyonu olmak isteyen bir hükümetin tecavüz politikalarına karşı çıkması sadece bir yalandan ibarettir.

Türk devletinin Kürt politikası değişmediği, Kürtleri bir irade olarak tanıyıp demokratik çözüme yanaşmadığı müddetçe irade kırma politikası temelinde tecavüz zihniyeti ve uygulamaları devam edecektir.

Türkiye’nin Ortadoğu Politikası Suriye’de Çökmüştür

M.Karasu

Ortadoğu'da Suriye durumu tartışılıyor. Tunus’ta Suriye üzerindeki baskıyı arttıran kararlar alındı, ancak askeri müdahale kararı çıkmadı. Arap Barış Gücü önerisi de Suriye istemediği takdirde pratikleşmeyecektir. Anlaşılıyor ki, Suriye’de siyasal mücadele bir dönem daha sürecek. ABD ve AB'nin ‘askeri müdahale olmayacak’ söylemi bunu gösteriyor.

Türk devleti söylenenin aksine askeri müdahale istiyor. Hatta kendileri de tüm sınır boyu girmeyi hesaplıyor. Ne var ki Türkiye'nin bu beklentisi gerçekleşmiyor. Bu durum Türkiye'yi huzursuz ediyor. Özellikle Kürtlerin statü kazanması Türk devletinin uykusunu kaçırıyor. Sınırlarında iki özerk Kürt yönetiminin bulunmasının kendi Kürt politikasını çökerteceğini görüyor. Bu durumda Kürtlerin demokratik özerklik talebini farklı gösterme ve reddetme imkanı kalmayacaktır. Kürtlerin özyönetim istemesi reddedilmeyecek bir talep olarak önlerinde duracaktır.

Kürt Özgürlük Hareketi'nin demokratik özerklik talebi dünyanın en haklı ve demokratik talebi olmasına rağmen, bunu çarpıtmak ve reddetmek için “PKK kendine diktatörlük alanı istiyor” diyor. İşbirlikçi Kürtler de AKP'nin Kürt halkının özerklik talebini reddetmek için ortaya attığı bu gerekçelerine meşruiyet kazandırmaya çalışıyorlar. Hatta Kürt Özgürlük Hareketi'ni eleştirmesi için federasyon istemesine göz yumulan bu işbirlikçiler, AKP'yi kurtarmak için şimdi de federasyon ve özerklik için “Türkiye buna hazır değil” diyebiliyor. AKP'yi korumak olur da ancak bu kadar olur.

İşbirlikçi ve uşak ruhlu olanlar AKP'yi her ne kadar korumaya çalışsalar da, demokratik özerklik Türkiye'nin kapısına dayanmış bulunuyor. Suriye'de Kürtlerin demokratik özerklik statüsünü Türkiye ne yapsa da engelleyemez. Kürt halkının yüzde 90’ının talebi özerk yönetimdir, özerk Kürdistan’dır. Zaten şimdiden demokratik özerkliğin kurumlarını oluşturmaktadırlar. Türkiye bu durumu görüyor ve öfkeleniyor.

Türk Dışişleri Bakanı, Tunus toplantılarından sonra “İnsani yardım önemli, ama Türkiye'nin güvenliği de önemlidir” dedi. Davutoğlu hiçbir dönemde olmayacak kadar gergin bir biçimde bu cümleleri sarf etti. Oysa Türkiye'nin güvenliğini tehdit eden hiçbir belirti yok.

Suriye’nin Türkiye'ye savaş açması ve güvenliğine zarar vermesi mümkün değil. O halde Türkiye başka bir şeyi kastediyor. Bunun da Suriye’de Kürtlerin siyasi statü kazanması, daha doğrusu Kürtlerin demokratik özerklik elde etmesi olduğu açıktır.

Bu demokratik özerklik nasıl olur da Türkiye'nin güvenliğini tehdit eder? Bu söylem hem yanlış hem de doğrudur. Doğru olan tarafı, Güneybatı Kürdistan'da gerçekleşecek demokratik özerkliğin Türkiye'nin inkârcı ve kültürel soykırımcı Kürt politikasını tehdit etmesidir. Kürtler Suriye’de siyasi statü kazandığında Türkiye'nin Kürt politikası çökecek ve ne kadar inkârcı ve kültürel soykırımcı olduğu açığa çıkacaktır. Türkiye'nin Kürt’ten söz ederek Kürt’ü kimliksiz ve statüsüz bırakıh yok etmek istediği netleşecektir. 

Tabii ki Türk devleti ulusal güvenliğimiz önemi derken demokratik özerkliği açıkça hedef almıyor. “Ben PKK'ye karşı savaşıyorum, sınırımda PKK etkili olacak, bunu güvenliğime tehdit olarak görüyorum” diyor. Bu söylemle Kürtlerin kazanım elde etmesinin önünü almaya çalışıyor. Başta Araplar olmak üzere herkes de biliyor ki, Suriye'de kazanılacak özerklik PKK'nin ya da başka bir partinin değil,  Kürtlerin olacaktır. Kürtler demokratik yollardan kendi özyönetimlerini seçecektir. Kuşkusuz Kürt Halk Önderi orada yirmi yıl kaldığı ve halk içinde çalıştığı için sempati duyan önemli bir toplum gücü var. Ancak Güneybatı Kürdistan'da başka siyasi güçler de var. Çok farklı siyasi akımlar birlik içinde demokratik özerk yönetimlerini inşa edecektir. 

Türk devleti istiyor ki Kuzey Kürdistan'da demokratik siyasetçileri, kadınları ve gençleri nasıl tutukluyorsa Suriye’ye gidip orada da onu yapabilsin. Aslında gücü yetseydi Güneydeki federasyonu da tanımaz ve ezmek isterdi. 2007’de ABD'nin AKP'ye PKK'nin tasfiyesi için verdiği destekten sonra Güney Kürdistan Federasyonunu tanıdı. Hatta Deniz Baykal bile “KDP ve YNK ile iyi ilişkiler kuralım, PKK'nin tasfiyesini sağlayalım” dedi. PKK böyle hayırlı işlere vesile oluyor. 1992 yılında da PKK'ye saldırı karşılığında Kürdistan Parlamentosu ilan edilmişti. PKK'nin varlığı böyle kazandırıyor. PKK bundan rahatsız değil. Varlığı bazı olumlu gelişmelere vesile oluyorsa bu da iyidir.

PKK'nin varlığı 1992 yılında sol güçlere af çıkartılmasını sağlatmıştı. PKK yalnızlaştırılmak için bu af gerçekleşmişti. Yine PKK'nin Aleviler üzerindeki etkisi artınca, 1993 yılından sonra Alevilere yaklaşımda yumuşama gelişmişti. Bunlara da hayırlı sonuçlar diyoruz. Ancak bazı işbirlikçi ve uşakların sadece kendilerine imkân sağlamak için PKK'ye küfretmelerini bu kategoride görmüyoruz. Bu nedenle bunların tutumunu işbirlikçilik ve ahlaki çürümüşlük olarak değerlendiriyoruz.

Türkiye ve AKP Hükümeti bu defa içeride ve dışarıda baltayı taşa vurmuştur. “Irak'ta engelleyememiştim, hiç değilse Suriye'de engelleyeyim” demişse de başarılı olamamıştır. Her ne kadar hala “Irak’ta yoktuk, Suriye’de varız” dese de, bu sadece bir propagandadır. Suriye politikası çökmüştür. Ahmet Davutoğlu sıfır sorun diyerek tüm bölgeyi Kürt karşıtı konumda tutacağını sanmıştı. Sıfır sorun politikası çöktüğü gibi, tüm sınırları kendine sorun haline getirmiştir. AKP'yi ve Erdoğan’ı desteklediği söylenen Arap Dünyası, şimdi Türkiye'yi Suriye'den uzak tutmak için her yolu deniyor.

Fransa ve İtalya’nın hinterlandı olan Libya’da bile Türkiye'nin etkili olmaması için çaba harcadı. Önemli oranda da bunu başardı. Libya’dan Türkiye'yi uzak tutan Fransa, kendi hinterlandı olan Suriye’de Türkiye'nin etkili olmasını ister mi? Araplar Arap kapısı olan Suriye'yi Türkiye'ye bırakırlar mı? Araplar çok iyi biliyorlar ki, 1516 Mercidabık Savaşı ile Arabistan kapıları Osmanlı’ya açılmıştır. Herhalde sadece Türkiye’nin değil, Arapların da bir tarih bilinci var. Kaldı ki o zaman Kürtlerin desteğini alan bir Osmanlı vardı; şimdi ise Kürtlerle savaşan bir Türkiye var.

Davutoğlu “İnsani sorun var, ama bizim de güvenlik sorunumuz var” diyor. Davutoğlu baklayı ağzından çıkarmıştır. Suriye’ye ilgisinin nedeni anlaşılmıştır. Diğer anlaşılan bir durum ise Arapların bu ulusal güvenlik tehdidini ciddiye almamasıdır. Muhalif Burhan Galyun’i sözde de olsa Kürtlerin özerkliliğinin tanınacağını açıklamıştır. Suriyeliler Kürtlerin özerkliğini tehdit görmemiş, ama Türkiye ulusal güvenlik sorunu yapıyor. İşte Türkiye gerçeği budur.

Türkiye Suriye'de Kürtlerin özerklik statüsüne adım adım yürümelerini ulusal güvenliğe tehdit olarak görüyorsa ne yapacaktır? Sınır ötesi harekat mı yapacaktır? Herhalde buna gerekçe arıyor. PKK'nin eğitim kamplarından, PKK'nin yol kontrolünden söz ediyor. Herhalde birkaç gün sonra "Suriye'den geldiler eylem yaptılar" bile diyebilirler. Davutoğlu’nun hayal dünyası Çiller’inkinden aşağı değildir. Çiller “PKK'nin helikopterleri Dersim’i bombaladı” demişti. Davutoğlu da “Suriye’den füze attılar” der. Daha bir yıl kadar önce gerilla İskenderun vurunca bunu İsrail’le işbirliğine bağlamamışlar mıydı? Yakında Amanos’ta gerilla eylem yaparsa herhalde bu sefer de Esad’ın ordusuyla birlikte yaptı derler. Türkiye Kürt sorununu çözmediği müddetçe aklı zorlayan şeyler söylemeye devam edecektir. Kürt sorunu çözülmediği sürece Türkiye'de her şey yalan, her söz sahte olmaya devam edecektir.

Korkunun ecele faydası yoktur. Kürtler Suriye'de demokratik özerklik kazanacaklar ve Türkiye'nin ulusal güvenliğini, yani inkarcı ve kültürel soykırımcı ulusal Kürt politikasını tehdit edeceklerdir.

Türkiye'nin güvenliğini ve geleceğini esas olarak Kürt düşmanı politikalar tehdit etmektedir. Türkiye'nin Ortadoğu politikası Kürt politikası nedeniyle çökmüştür. Ortadoğu'da yalnız bir devlet haline gelmiştir. Türkiye artık mağripten maşrığa kadar ABD'nin ajanı, istenmeyen devlet olarak görülmektedir. AKP'nin derdi insan hakları değil, mağripten maşrığa kadar kendi çıkarını esas olmak olduğu anlaşılmıştır. AKP Ortadoğu'da “Rabbena, hep bana” politikası izleyince bugünkü gibi her güç tarafından istenmeyen konuma düşmüştür.

Türkiye Kürt sorununu çözüp bölgede insan hakları ve demokrasi konusunda inisiyatif alacağına, Kürt sorununu çözmeyerek başkalarının mahkumu olmayı tercih etmiştir. Bu nedenle Türkiye hiç kimseye kızmamalı, öfkelenmemeli, kendim ettim, kendim buldum türküsünü söylenmelidir. 

Türkiye'nin şu andaki hali pür melali böyledir.

Roboskililer Emine Erdoğan’ın Hediyelerini Kabul Etmediler

Emine Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, AKP'li Şırnak milletvekilleri ve beraberindekiler, 34 kişinin katledildiği Şırnak'ın Uludere İlçesi'ne bağlı Roboski Köyü'nde aileler ile görüştü. Basına kapalı yapılan görüşmenin sonrasında açıklama yapan Emine Erdoğan, "Çok iyi karşılandık" derken, çocuklara vermek istediği hediyeler aileler tarafından reddedildi. Tazminat gibi bir gündemlerinin olmadığını söyleyen aileler ise, "faillerin bir an önce bulunması" talebinin de yer aldığı bir mektubu AKP'lilere verdi.

TSK'ya ait savaş uçaklarının bombardımanı sonucunda yaşamını yitiren 34 yurttaşın ailelerine ziyarette bulunmak üzere Başbakan'ın eşi Emine Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, AKP'li Şırnak Milletvekilleri ve beraberindekiler, Roboski (Ortasu) Köyü'ne geldi. Ortası Köyü'nün muhtarının evinde yapılan görüşme sonrasında açıklama yapan Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, ziyaret amaçlarının başsağlığı dilemek olduğunu ileri sürdü. Bombardıman ile ilgili adli ve idari soruşturmanın devam ettiğini kaydeden Atalay, olayda ihmal olması durumunda, sorumluların ortaya çıkarılacağını iddia etti. Başbakan'ın eşinin bombardımanda yakınlarını kaybeden kadınlar ile görüştüğünü söyleyen Atalay, kendilerinin de yakınlarını kaybeden erkekler ile görüştüklerini belirtti.

Basına kapalı olarak yapılan görüşmelerde, Kürtçe ve Türkçe mevlit verildiğini dile getiren Atalay, yakınlarını kaybedenlere şu bilgileri verdiklerini belirtti: "Bu acı olay ilgili yargı süreci hem adli hem idari takip süreci devam ediyor. Bizim de temennilerimiz bu olayla ilgili karanlık noktaların aydınlatılması ve bütün ayrıntıların şeffaf bir şekilde açığa çıkmasıdır. Yargı kurulları da bildiğiniz gibi yargı soruşturması sürüyor. Genelkurmay araştırmaları ve İçişleri Bakanlığı araştırmalarına devam ediyor." Ailelerin en büyük taleplerinin faillerin bir an önce bulunması olduğu bilgisini veren Atalay, "Tabi bizimde en büyük isteğimiz olayın aydınlatılmasıydı. Nasıl oldu, niçin oldu, olayın aydınlığa kavuşması bizlerin talebi idi" iddiasında bulundu. Atalay, köyde var olan yol, su, okul eksiklikleri ile ilgili talepler aldıklarını ve ailelere bu taleplerin valilik tarafından yürütüldüğünü söylediğini ifade etti.

Öğrencilerinin eğitimlerine devam etmesi için bir takım tedbirler aldığını iddia eden Atalay, "Diğer illerde lise ve üniversitede okuyan öğrencilerin dershanelere ve yurtlara yerleştirilmesi ve burslar verilmesi çok önemli" dedi. "Çok faydalı bir görüşme oldu" diyen Atalay, "Bu olay üzeriden bazı fitneler çıkararak, vatandaşlarımızı istismar ederek, bazı yanlış bilgiler verenler oldu. Burada vatandaşlarımız ile birlikte olmamız yüz yüze görüşerek bazı yanlış anlaşılmaların giderilmesi için önemliydi. Aileler tarafından çok sıcak karşılandık" diye kaydetti. Basın mensuplarının "Kısa vadede nasıl bir çalışma yürütmeyi planlıyorsunuz" üzerine Atalay, şu cevabı verdi: "Güzelyazı Köyü sınır kapısını açmak."

Yakınlarını kaybeden aileler basına kapalı olarak yapılan toplantıda gelen heyete, içinde taleplerinin yazılı olduğu bir mektup verdikleri öğrenildi. Verilen mektupta, şu talepler yer aldı: "Öncelikle bu olayın failleri bir an önce bulunmalı, sorumlular adalete teslim edilmeli, olay aydınlığa kavuşturulmalı. Gündemimizde tazminat yok. Olayın aydınlatılması var. Kafamızda soru işaretleri var. Ekonomik sorunlara kalıcı bir çözüm olabilmesi için sınır kapısı açılmalı. Yöre halkının en önemli sorunu ekonomidir. Yoksulluk sorunu geçici değil istihdam ile giderilmelidir. Okullaşma oranı arttırılmalı ve ulaşım imkanları daha iyi olmalı. Bölgede yıllardan bu yana sürdürülen karanlık politikaların son bulması için yeni ve sivil bir anayasa şart. Ricalarımız bunlardır."

Başbakan'ın eşi Emine Erdoğan'ın çocuklar için getirdiği hediyeler aileler tarafından reddedildi. Çıkışta basın mensuplarına kısa açıklama yapan Emine Erdoğan, "Kimse bizi bölemeyecek, biz buraya ailelere başsağlığı dilemek ve acılarını paylaşmak için geldik. Çok iyi, çok sıcak karşılandık. Başbakan'ın selamlarını getirdik" dedi. Heyet helikopter ile köyden ayrıldı.

ANF NEWS AGENCY

KCK Davasında Devlet Provokasyonuna Suçüstü

Ankara - Türk basının Kürt sorunu çözümsüzlüğünde devletin rolü söz konusu olduğunda yaşanan, var olan gerçekleri görmezden gelme geleneği çok eskilere dayanır. Takrir-i Sükun günleri bunun resmiyete dökülmüş halleridir. Yine SS kararnameleri Kürt sorununun her hangi bir boyutunun gazete sayfalarına televizyon ekranlarına taşınmama talimatlarıdır. Yeni dönemin Takriri-i Sükun tebliği yasa metinleri ile değil bizzat Başbakan Erdoğan'ın çağrısı ile yapılan toplantılarda yüzlerine bizzat söyleniyor gazete ve televizyon sahip ve yöneticilerinin. Burada Türk basının en özgür olduğu alan örgütlü muhalif Kürt hareketi aleyhinde yalan ve kurmaca haber de dahil her türlü mesleki kirlenmenin serbest olmasıdır.

Doğan Haber Ajansı(DHA) dün(5Mart 2012) Diyarbakır mahreci ile Felat Bozarslan imzalı bir haber geçti abonelerine. Haberin başlığı, ”KCK davasında polise suçlamalar” olarak atılmış. KCK Nusaybin davası hakkındaki habere göre bu davada yargılanan dört sanık polisin kendilerine zorla molotoflu, havai fişekli ve silahlı saldırı düzenlettirerek provokasyon yaptırdığını açıkladılar. İfadeler son derece ciddi iddialar içeriyor KCK devasının başından sonuna devletin güvenlik güçlerinin provokasyonları ile tetiklenen kurmaca bir dava olduğunu ortaya çıkarıyor. İfadelerde davada ”kilit” rol oynayan gizli tanıklarında polis ajanları olduğu deşifre ediliyor.

Ayrıca ifadelerde Gülen Cemaati ile devletin bu operasyondaki iş birliği de ortaya bir kez daha çıkıyor.

Haber servis edildiği gün Vatan Gazetesi'nin internet sitesinde aynı başlıkla yer aldı. Ancak DHA'nın da bağlı olduğu Doğan Grubu'nun diğer gazeteleri haberi internet sitelerinde görmedi. Ertesi gün ise Vatan Gazetesi'de dahil hiç bir Türk gazetesinin birinci sayfalarında bu haberden eser yoktu.

Habere göre, “PKK’nın gizli şehir örgütlenmesi olan KCK/TM terör örgütünün gençlik yapılanması olarak bilinen Devrimci Yurtsever Gençlik Nusaybin grubunda yer aldıkları iddiasıyla haklarında dava açılan 23’ü tutuklu 26 kişinin yargılanmasına Diyarbakır 7’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlandı. Sanıklar hakkında 1 ile 20 yıl arasında değişen hapis cezaları istendi.”

İşte bu sanıkların bazılarının mahkemede verdiği ifadeleri içeriyor haber. Türk basının görmezden geldiği bazı ifadeleri şöyle:

Tekoşin Bulca:
“Bir fuhuş çetesinin tuzağına düşürülerek Azadiya Welat Gazetesi ve BDP içine polis tarafından sızdırıldım. Polisin ve kontra çetesinin oyununa geldim. Bana cinsellik ile erkekleri etkileme konusunda eğitim verildi. Bu şekilde BDP’nin içine sızdırıldım. Polisin kendisi taş atmamı istedi. BDP’ye gittiğimde gazete dağıtıyordum. Oradaki gençleri uzaklaştırmaya çalışıyordum. Bana toplulukları provoke etmem söylendi. Ben de öyle yaptım. Birçok kişiyi partiden uzaklaştırdım. Korsan eylemleri yapıp BDP gençliğine mal etmek istiyorlardı. Serhat Kartal’dan boş şişeler istedim. Polislerle birlikte molotof yapıp polise atacaktık”
Habere göre Mahkeme Başkanı’nı Bulca'ya ”Polis kendi kendini yakmayı nasıl göze alsın’ diye sordu. Bulca da, ”Tek dertleri provokasyon yapmaktı. Polisle birlikte hazırlayıp attığımız molotoflar oldu. Nusaybin girişinde hipermarkete molotof atılması olayı oldu. Polis bize molotofları verdi ve atmamızı söyledi. Amaç olayı BDP gençliğine yıkmaktı. Dilekçemde bahsettiğim erkekleri etkileme sanatını kullandım. Polis beni ben ise bazı gençleri kullandım. Zaten benimle ilişkileri duyulduğunda partiden uzaklaştırıldılar" cevabını verdi.

Serhat Kartal: “BDP’nin çalışmalarına katılmaya başladım. Bir süre sonra bu işlerden koptum. Siyasete atıldım. Bu nedenle polislerden çok baskı gördüm. Bana sürekli ’Gel yine hırsızlık yap" dediler. Bir gün evimizi basarak beni aldılar. Nusaybin Otogarı arkasında boş bir araziye götürüp kafama silah dayadılar. Bana ajanlık teklif ettiler. İstediklerini yapmadığım için burada yargılanıyorum. Polisin bana ajanlık teklifini İHD’ye aileme ve partiden bazı arkadaşlara anlatmıştım. Polis benden Cevat Altunkaya, Musa Aslan ve Burhan isimli kişileri vurmamı istedi. Bunları bana söyleyen Nusaybin’den Servet isimli polistir. Ben bu 3 kişiyi öldürseydim beni burada yargılayamazdınız”
Botan Cankurt ise, Servet adlı polisin kendisine ajanlık teklif ettiğini belirterek şunları anlatıyor: ”BDP’den bilgi getirmemi istiyordu. İstediğim kadar para teklif etti. Baskılara dayanamayıp kabul ettim. Gençleri toplayıp eylem yaptırmak istiyordu. Beni ismini bilmediğim bir kişi ile tanıştırdı. Bize patlayıcı madde eğitimi veriyorlardı. 30-35 kişilik gruplar halinde eğitimlere tabi tutulduk. Bazı evlerde Perşembe akşamları toplanıp Fethullah Gülen’in kitaplarını okutuyorlardı. Polis Servet bana 7.65’lik silah vererek akrep polis aracına ateş etmemi istedi. Eylemi yapıp silahı istediği yere bıraktım. Daha sonra başka bir eylemde emniyet binasına ateş ettik. Bu olaydan sonra baskınlar başladı. Banka şubelerine saldırı yapıyorduk. Eylemleri haftasonu yapmamızı istiyordu. Servet’in talimatı ile bir çok eylem yaptık. Şu anda gizli tanık olup olmadığımı bilmiyorum. 33 ATM 34 plakalı arabayla beni alıyorlardı. Silahlı eğitimi Servet’in polis lojmanlarındeki 3’üncü kattaki evinde aldık. Ancak ateş etmemiz yasaktı. Siyasi eğitimleri değişik evlerde alıyorduk. Polis Servet’in kod adı Rızgar’dır. Bahsettiğim örgüt buraya gelmeden nerede toplantılar yaptığımızı söylemeyeceğim. Eğitim aldığımız yerlerden biri Peker marketin altıdır ve girişi arka taraftadır. Diğer yer demiryolu arkasındaki Caminin arkasında bodrum kattı. Polis sizin polisinizdir. Siz de bu oyunları biliyorsunuz. Dosyadaki tüm gizli tanıkları tanıyorum. Gizli tanıklar Kızılay ve Tango’yu tanıyorum. Bunlar benimle çalıştıkları için biliyorum. Gizli tanık Kuşçu’yu tanımıyorum. Artık polislerin kirli oyunlarına gelmeyeceğiz. Gençleri nasıl düşürdüklerini gördük.”
Peşger İlhan da, Nusaybin’de istihbarattan Ali adlı bir polisin kendileriyle çalışmasını teklif ettiğini belirterek, ”Bana BDP’ye gelenleri bildireceksin diye tehdit etti. Ben de korktuğum için dediklerini yaptım. Ali isimli polis bana 8 tane havai fişek vererek Atatürk Lisesi arkasındaki çukura gömmemi ve sonra ihbar etmemi istediler. Ben havai fişekleri gömerek polis Ali’yi arayıp ihbar ettim. İstihbaratçı ve polislerin dini imanı paradır. Bunları para için yaptılar. Bana, ’Sen malzeme koy yakalat, sen kazan biz de kazanalım’ diyordu” diyor.

Haberde ayrıca Botan Cankurt'un iddia makamının taleplerinin ardından söz alarak, “Polisler bana sadece 7.65 değil, Keleş bile verdiler. Çözüm çadırlarına molotofları bizzat polisler koydu. Hatta birlikte gidip koyduk. Mitanni kültür merkezine de polis Servet’in adamları molotof koydu, sonra da baskın yaptılar. Diyarbakır’da gösteride ölen Murat Elibol’un ölümünde bu çetenin rolü vardır. Cumhuriyet Okulu’nun yanında silah kalaşnikof ve el bombalarının bulunduğu sığınak polis Servet’lerin yeridir” diyor.

Görüldüğü üzere “sanıkların” beyanları son derece önemli detaylar içeriyor. Yer tarifleri, isimler hepsi araştırılıp ispatlanabilecek kesinlikte. Oysa mahkeme avukatların da bu yöndeki talebini dikkate almayarak, Nusaybin’de görev yapan Servet, Ali gibi görevliler hakkında suç duyurusunda bulunulmasına ilişkin talebi reddederek, bu hususta sanık veya sanık avukatlarının mahkemeye bağlı olmaksızın cumhuriyet başsavcılığına başvurabileceklerini söylüyor.

Kürt sorunu konusunda sadece Türk basını değil “adil” Türk yargısının da sefaleti bir haber ve bir duruşma ile bir kez daha tarihe nakşediliyor.

ANF NEWS AGENCY

Karayılan: AKP Cemaate Yönelik Bazı Hamleler Yapacak

Behdinan - KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Gülen tarikatının AKP’yi zorlamak, MİT’i etkisiz kılmak için PKK ile yapılan Oslo görüşmelerini deşifre ettiğini ve yargı konusu yaptığını söyledi. Karayılan, AKP’nin de cemaate karşı bazı hamleler yapacağını belirtirken, “Ama Gülen Cemaati’nin devlet içindeki mevcut gücü de küçümsenecek bir güç değildir” diyerek Yeşil Ergenekon biçiminde örgütlendiğini kaydetti.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, ANF’ye verdiği mülakatta Gülen Tarikatının Kürt hareketine yönelik karşıt yayınları, AKP ile tarikat arasındaki iktidar çatışması ve bundan sonraki olası gelişmeleri değerlendirdi. “Fakat Gülen Cemaati devlet içerisinde çok etkili bir biçimde örgütlenmiştir” diyen Karayılan, BDP’li vekillere de yönelim olabileceği konusunda uyardı.


AKP SURİYE İLE GİZLİ SÖZLEŞME YAPTI
* Türk basını sıkça Batı Kürdistan'da PKK varlığından söz ediyor. Kürt halkının gerçekleştirdiği büyük gösterileri ve gençlerin kimi uygulamaları buna gerekçe olarak gösteriliyor. İleri sürülen bu haberlerin doğruluk payı var mı?

Bir süreden bu yana bu konu hem AKP hükümeti hem de Türk basını tarafından oldukça çarpıtılarak ve kamuoyu yanıltılarak, yansıtılmaktadır. Oysa işin gerçeği yansıtıldığı gibi değildir. Herkes biliyor ki, AKP iktidarı Suriye muhalefetini desteklemektedir. Hatta silahlı kanadı desteklediği ve silahlandırdığı yönünde ciddi kanıtlar söz konusudur. Zaten silahlı güçler daha çok Türkiye’nin sağladığı desteğe dayanarak ayakta durmaktadırlar. Şimdi AKP hükümeti bunu yaparken, Suriye’nin de karşılığında olası bir faaliyette bulunmaması için Suriye devletine ciddi bir tehdit temelinde gizli bir sözleşme yaptığı anlaşılıyor. Yani şu denilmiştir “eğer siz PKK’yi desteklerseniz, biz o zaman müdahale eder ve her türlü yönelimi yaparak, iktidarınızı yıkarız”. Bu denli bir tehdidin yapıldığını, dolayısıyla da Suriye’nin Kürtlerden yana kendisini ileri ilişkilere kapattığını açıklıkla belirtiyorum.

SURİYE REJİMİ İLE HERHANGİ BİR İTTİFAK YOK
* Belirttiğiniz bu ilişki ağı içerisinde Suriye’nin konumu nedir?

Suriye, kendi politikası gereği Suriye’de yaşayan Kürtleri doğrudan hedeflemek istememektedir. Özellikle muhaliflere karşı bastırma hareketini yürütürken, Kürtleri aynı dozajda hedeflemeyen bir politika yürütmektedir. Aslında Suriye hükümeti bu politikası önceden de vardı. 2003’e kadar da bu politikayı yürütüyordu. Fakat 2003’ten son yıllara kadar bu politikasını değiştirdi ama bu olayların gelişmesiyle birlikte eski politikasına döndü. Yani yaptığı budur. Bunun dışında PKK’nin özel olarak Suriye ile bahsettikleri gibi ne bir ilişkisi, ne de bir ittifakı vardır. Böyle bir durum söz konusu değildir. Bu tamamen AKP’nin ve Türk basınının böyle bir şey daha yokken, ortaya atıp da engellemek istediği bir durumdur. Yani Suriye’ye karşı muhalefeti desteklerken, olası bir durum ki, Suriye de bize karşı muhalefeti destekler diye şimdiden barajlama hareketi çerçevesinde geliştirilen bir propagandadır. Aslı yoktur. Ama Suriye’nin belirttiğim gibi Kürtlere, dolayısıyla Kürt hareketine bu dönemde direkt yönelmeme gibi bir politikası vardır. Bu belki öyle bir görüntü yaratıyor olabilir ama sözünü ettikleri gibi herhangi bir ittifak durumu veya ilişki düzeyi söz konusu değildir.

BATI KÜRDİSTAN’DA PKK YOKTUR

Sorunuza tekrardan dönecek olursam; şimdi Batı Kürdistan'da PKK yoktur. Bu tamamen bir yalan ve çarpıtmadır. Batı Kürdistan'da, yani Suriye Kürtlerinin içerisinde Önder Apo’nun sevildiği-sayıldığı ve halkın her fırsatta Önder Apo’ya sahip çıktığı bilinmektedir. Önder Apo, PKK’nin de sınırlarını aşan, ulusal düzeyde etki yapan bir önderliktir. Tüm Kürtler sahip çıkabilmektedir. Kürt halkı diğer parçalarda olduğu gibi Batı parçasında da Önder Apo’ya sahip çıkmaktadır. Ama PKK olarak bizim orada şuan itibarıyla herhangi bir aktivitemiz yoktur. Fakat Suriye Kürtlerinin kendi partileri vardır. Kendi kurdukları sistemleri vardır. Biz onları destekliyoruz. Bu desteğimiz siyasi bir destektir ve birlik olmaları temelinde onları destekliyoruz; birlik olmalarını teşvik ediyoruz. Yani bu anlamda biz Batı Kürdistan'daki halkımızla dayanışma içinde oluruz, onların arkasında da dururuz, onların kendi meşru hakları olan “Demokratik Suriye ve Özerk Kürdistan” perspektifi temelindeki mücadelesini destekleriz ve destekliyoruz. Fakat bizim orada bir varlığımız yoktur. Orada bizim bizzat yürüttüğümüz herhangi bir askeri veya siyasi bir faaliyetimiz yoktur. Oranın kendi örgütleri vardır. Her parça kendi toplumuna dayalı kendi örgütlemesini geliştirmektedir. Biz de buna saygı duymaktayız. Yani orada sözünü ettikleri PYD gerçekliği Suriye çapında ve Batı Kürdistan'da çalışma yürüten, oranın kendi zeminine dayalı bir yapılanmadır. Bizim herhangi bir biçimde onlarla bir örgütsel-hiyerarşik sistemimiz yoktur. Böyle bir durum söz konusu değildir. PYD ayrıdır, PKK ayrıdır. Türk basınına çokça yansıtıldığı gibi PYD, PKK’nin bir kolu değildir. Kaldı ki PYD, yerel ve sivil insanlar tarafından kurulmuş bir yapılanmadır. Biz sadece PYD’nin değil oradaki tüm partilerin başarısı için destekçi oluruz. Biz halkımızın o parçada yürüttüğü haklı özgürlük mücadelesini elbette destekleriz. Biz Suriye’nin demokratik bir ülke olmasını istiyoruz; bu demokratik Suriye’de Kürt halkının da Demokratik Özerklik çerçevesinde kendi haklarına kavuşması için gereken desteği sunarız. Bizim politikamız bu kadar net ve açıktır.

Ancak biz, bu yönlü çarpıtmaların bilinçli bir biçimde geliştirildiğini de biliyoruz. Az önce de belirttiğim gibi işin gerçeği öyle değildir; isteyen gidip bakabilir, arayıp-tarayabilir. Kaldı ki Batı Kürdistan'daki Kürtlerin yurtseverliği, siyasal performansı ve örgütlülük düzeyi bizim ayrıca buradan gidip orayı örgütlememizi gerektirmeyecek düzeyde güçlüdür. Biliniyor ki bu parçada öteden beri ulusal duruş güçlüdür. Batı Kürdistan'daki halkımızın yurtseverliği, siyasete ilgisi, bu konudaki bilinç düzeyi ileri düzeydedir. Kendi kendine yeterli olabilecek bir formasyonu söz konusudur. Bizim yapacağımız, onların yeni Suriye’de layık oldukları yeri almasına dönük yürüttükleri haklı mücadeleye gereken siyasi-manevi desteği sunmak ve onlarla dayanışma içinde olmaktır.

CEMAAT MİLLİYETÇİ AMA ÇOK ÇIKARCI
* Son dönemlerde Gülen Cemaati’nin basın-yayın organları hareketinize karşıt olan yayın çizgilerini daha da keskinleştirmiş durumda. Gülen Cemaati’nin size karşı politikasında bir değişiklik mi var? Bu konudaki değerlendirmenizi alabilir miyiz?

Gülen Cemaati’nin bilinen basın-yayın organlarında bize karşı artan düzeyde bir saldırganlığın geliştiği doğrudur. Bu köklü-temelli bir yeni politik belirleme midir, farklı bir şey midir, orasını bilemem. Ama bu Cemaat milliyetçi duygulara sahip fakat çok çıkarcı bir cemaattir. Bu cemaat kendisini İslami bir cemaat, Türkiye’nin değer yargılarına, milli çıkarlarına bağlı gibi gösteren bir doğrultuyu yansıtmak istemekte ama işin gerçeği öyle değildir. Kendi cemaat etkinliğini her şeyin üstünde tutan bir anlayışa sahiptir. Hem din konusundaki duruşları samimi değil, hem de milli politika konusundaki duruşlarının da çok tartışmalı olduğunu düşünüyorum.

OSLO GÖRÜŞMELERİNİ CEMAAT DEŞİFRE ETTİ

Kürt sorunu, Türkiye’nin en temel ve ciddi bir sorunudur. Ancak Gülen Cemaati AKP ile arasındaki hesaplaşmada bu sorunu kullanmaya çalıştı. AKP’yi zorlamak, işte ona yakın olan MİT’i ve MİT müsteşarını etkisiz kılmak için Oslo görüşmelerini deşifre etti ve sonra da yargı konusu yaptı. Halbuki Oslo görüşmeleri, bir uluslararası kuruluşun gözetiminde her iki tarafın da gizlilik sözü vermesi temelinde sürdürülen bir diyalog süreciydi. Bu diyalog süreci, her ne kadar tıkanmış ve başarısız olmuş olsa da, burada önemli olan Cemaat’in her şeyi kendi çıkarı çerçevesinde ele almasıdır. Eğer gerçekten Türkiye’nin temel sorunlarına karşı duyarlı olsaydı, bu sorunu böyle deşifre edip AKP’ye karşı bir hamle yapmada koz olarak kullanmazdı.

KÜRT SORUNUNA KARŞI DURUŞLARI CİDDİ DEĞİL

Kendisi daha önce Abant platformlarını yaptı, güya Kürt sorununu diyalogla çözmekten yana bir görüntü çizdi. Aslında bunların hepsi sahtedir; Kürt sorununu çözme değil, Kürtleri kendine tabi kılma çalışmalarıdır. Yani Kürtleri kendine dahil etme ve teslim alma çabalarıdır. Esas doğrultusunun bu olduğu şimdi daha net olarak anlaşılmaktadır. Bu cemaatin Kürt sorununa karşı duruşu ciddi değildir. Kamufle edilmiş bir sömürgeci zihniyeti içermektedir. Duruşunun özü budur. Güya Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye ya da marjinalize ederek, yerine de sahte bazı önderlikler geliştirme hesabını gütmektedir. Halbuki Kürt Özgürlük Hareketi’nin dayandığı milyonlar vardır; güçlü bir temeli vardır. Bu hareketin tasfiyesini hedeflemek ancak çok çetin bir savaşla, bir katliamla mümkün olabilir. Böyle bir yöntemin de, şimdiye kadar ki uygulamalarla sonuç alamadığı ortadadır. Artık bu aşamaları geçmiş bulunuyoruz. Bugün Kürt halkı ve Özgürlük Hareketi her açıdan kendini savunabilecek bir düzeye gelmiş bulunmaktadır. Buna rağmen bu imhacı çizgiyi dayatmak kan dökmek ve katliam zihniyetinden başka bir şeyi ifade etmemektedir.

Kürdistan'da yapılmış 17 bin küsür faili meçhul cinayet vardır. Şimdi her gün sempatizanlarımızın ve kadrolarımızın kemikleri yerin altından çıkarılmaktadır. Kürdistan’da 4 bin köy yakılmış ve boşaltılmış, binlerce insanımız kaçırılmış ve kaybettirilmiştir. Türk sömürgeciliğinin Kürdistan’daki bu vahşetine ve her gün uygulanan ayırımcı politikalara rağmen Cemaat’in tüm çabası Türk devletini temize çıkarmaktır. “PKK de faili meçhul cinayetleri işlemiştir, insan öldürmüştür” diyerek Türk devletinin Kürdistan’daki vahşetini gizlemeye çaba göstermektedir.

ESASI BELİRLEYEN GÜNCEL ÇIKARLARIDIR

Kürdistan'da marjinal kalmış, ajan faaliyetler içerisinde olduğu artık şüphe götürmez bazı kişilere dayanarak, güya hareketimizi karalama çabasını sergilemektedir ama bunların tutmayacağı çok açıktır. Oysa biz on yıldan beri “Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu”nun kurulup, her iki tarafın işlediği yasadışı suçların açığa çıkarılmasını savunan bir hareketiz. Biz bir özgürlük hareketiyiz. Geçmişte silahlı mücadele yürütmüş bir hareket olarak yaptığımız bütün eylemleri üstlenmişiz ama yapılan her şey isabetli ve yerinde olmuş da demiyoruz. Önderliğimiz bu konuda gerekli-özeleştirisel açıklamaları yapmıştır. Buna rağmen ortaya çıkıp sanki yeni icatlar yapıyormuş gibi yayın yapmaları sahtekarlıktır. Bu tür faaliyetlerle hem Türk devletini temize çıkarma hem de bizim Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu önerimizin önünü almaya dönük bir çaba sergilemektedirler. Belirttiğim gibi bu bayağı bir özel savaş uygulamasıdır; bazı ajan unsurları da kullanarak, Özgürlük Hareketi’ni sıkıştırmaya dönük psikolojik savaşın gereklerini yapmaktadırlar. Fakat çıkarcı yaklaştıkları için zaman zaman zikzaklar da çizmektedirler. Bir ara bize, Cemaat’in sorunu çözmeden yana olduğu, AKP’nin engel olduğu, kendilerinin sorunu çözmeye dönük bazı çabaları sergileyecekleri vb. türünden bir takım mesajlar dolaylı da olsa ulaştı. Ama esası öyle değildir. Esası belirleyen, daha çok güncel çıkarlarıdır. Bu çıkarları gereği de bu son dönemde bize karşı daha çığırtkan, daha saldırgan ve daha çok karalamaya dönük bir çaba içerisine girmişlerdir. Bakalım sonucu nereye varacak.

AKP İLE CEMAAT ARASINDAKİ ÇATIŞMA SÜRECEK

* Peki, Gülen Cemaati ile AKP arasındaki çelişki soğutuldu mu? Yoksa önümüzdeki süreçte devam mı edecek?


Bence Gülen Cemaati’yle AKP arasındaki çelişki ve çatışma kamuoyu önünde soğutulmuş olabilir ama esas olarak bu çelişki ve çatışma derinleşerek devam edecektir. Belki bu çatışma doğrudan ve cepheden bir çatışma biçiminde gelişmeyecek. Daha farklı yöntemlerle her iki taraf birbirlerinin etki sahasını daraltmaya dönük çabalar sergileyeceklerdir. Çatışma daha çok bu biçimde gelişecektir.

YEŞİL ERGENEKON BİÇİMİNDE ÖRGÜTLENDİLER

Şimdiye kadar AKP’nin, daha doğrusu Erdoğan’ın Fethullah Gülen Cemaati’ne fazlasıyla ihtiyacı vardı. Özellikle ordu vesayetini geriletme, yine ordudan yana kendisine karşı düşünülen suikastları açığa çıkarma vb. konularda Fethullah Gülen’in de bir hayli çabası oldu. AKP’ye katkısı oldu. Fakat şimdi AKP daha güçlü. Ordunun vesayeti geriletilmiş durumda. Onun yerine Fethullah Gülen Cemaati, Yeşil Ergenekon biçiminde örgütlenmiş ve kendi sistemini geçirmek istemektedir. Yani tıpkı Ergenekon gibi ama daha örgütlü, hatta ileri düzeyde bile kendini örgütlemiş bir sistemi söz konusu ve bu sistemin devleti yönlendirmesini şuanda pratikleştirme sürecine girmiş bulunmaktadır. Erdoğan buna ne kadar göz yumar, ne kadar hazmeder, bilemiyorum ama kanımca özellikle yargıda ve polisteki etkisini sınırlamaya dönük adım adım bazı hamleler yapacaktır. Bu anlamda da bu çelişki ve çatışmanın durmayıp, tersine daha da etkili bir biçimde sürme ihtimali yüksektir.

AKP CEMAATE KARŞI BİR TAKIM YÖNELİMLERDE BULUNACAK

İleriki süreçlerde bir takım yönelimlerin bu anlamda olması yüksek bir olasılıktır ama Gülen Cemaati’nin devlet içindeki mevcut gücü de küçümsenecek bir güç değildir. Yani Türkiye basını bu konuları tartışıyor ama ya bilerek ya da bilmeyerek Cemaat’in gücünü görmezden gelme ya da etkisini göstermeme gibi bir hava söz konusu. Fakat Gülen Cemaati devlet içerisinde çok etkili bir biçimde örgütlenmiştir. Dolayısıyla öyle AKP’nin birden bire dıştalayacağı, tasfiye edeceği bir durumu söz konusu değildir. Fakat kendine dokunan yerlerde dengeyi sağlayabilir, bazı yerlerde kadrolarını daha pasif görevlere getirebilir, bu anlamda hem uzlaşı, hem çelişki, hem de çatışma biçiminde bir ilişki durumunu sürdüreceğinden bahsetmek mümkündür.

KCK OPERASYONLARI GÜLEN PROJESİ

Tabii bahsettiğim bu uzlaşma, çelişki ve çatışmaların en iğrenç yanı, bu konularda Kürt sorununu birbirlerine karşı kullanmalarıdır. Halbuki Kürt sorunu Türkiye’nin temel bir sorunudur; ciddi bir sorundur. Bu konuda birbirine karşı hamlelerin yapılıyor olması tehlikelidir. Her bir taraf daha fazla milliyetçi olduğunu, bu sorunu daha fazla çözmede -daha doğrusu tasfiye etmede- ehil olduğunu gösterme çabası içerisine girmişlerdir. Örneğin KCK adı altında yürütülen Siyasi Soykırım Davası. Bu, aslında Gülen Cemaati’nin bir projesi olarak hükümete sunulan ve hükümet tarafından da kabul edilerek ortaklaşılan, Kürt siyasetine karşı yapılmış bir saldırıdır. Bir taraftan diyalog sürdürülürken, diğer taraftan da diyalog sürecine bir hançer gibi bu operasyonlar sokulmuştur. Diyalog sürecinin sonuçsuz kalmasının bir boyutu da budur.

ÇİLLER DÖNEMİNİ AŞAN DÜZEYDE BİR SÖMÜRGECİ UYGULAMA


Nihayetinde hem AKP hem de Gülen Cemaati özünde milliyetçilikte derinleşen ve giderek ırkçı politikalara doğru yönelim gösteren bir doğrultuya girmiş bulunuyorlar. Bu güçler iktidarda etkinlik kazandıkça daha fazla otoriter, daha fazla milliyetçi bir eksene doğru ağırlık oluşturdular.

Şimdi AKP iktidarı arkasına 28 Şubat’la birlikte gelişen milliyetçilik dalgasının gücünü de alarak, Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı topyekun bir savaşı sonuca götürme hevesi içerisindedir. Fethullah Gülen Cemaati de bunu daha fazla kamçılamaktadır. Frenleme değil, o da kendine göre var olan diyalog sürecini deşifre ederek, bir biçimde engelleyerek, aslında aynı doğrultuya güç vermiş olmaktadır. Bu nedenle aslında sadece Doğan Güreş, Tansu Çiller, Mehmet Ağar dönemini takip etme değil, hatta onu aşan düzeyde bir ezici-sömürgeci uygulamayla sonuç alma tutumu ortaya çıkmış olmaktadır.

BDP’Lİ VEKİLLERE DE UZANABİLİR
* Tıpkı ‘94’deki gibi, Kürt parlamenterlerine yönelme ihtimalleri de var mı?

Evet. Tıpkı ‘94 Martı’nda yapıldığı gibi bu sürecin parlamenterlere kadar uzanacağı yönünde belirtiler vardır. BDP Van milletvekili Kemal Aktaş’ın durumunun bu temelde gündeme getirilmesi söz konusudur. Sorun, sadece Sayın Kemal Aktaş’ın sorunu değildir. Ortada bir politika sorunu vardır. Eğer Kemal Aktaş’ın milletvekilliği düşürülürse, peşi sıra en azından yedi-sekiz kişinin daha ceza alma olasılığı var. Onlarınınkinin de düşme durumu gündeme gelecek ve bunun bir politika olduğu bu biçimde netleşmiş olacaktır. Yani bu bir politikadır. O zaman sadece Çiller döneminin farklı bir biçimde uygulanması değil, onu aşan bir düzeyde bir uygulama olduğu da görülmüş olacaktır. Bu açıdan, Kemal Aktaş’ın parlamenterlik durumu çok önemlidir. Yani eğer AKP öyle bir yönelime girerse topyekun savaşı çok daha kapsamlılaştıracağı ve bunu sadece PKK ve KCK ile sınırlı tutmayıp, tümden Kürt siyasetini de hedefleyeceği, daha açık bir soykırım biçiminde gelişeceği daha da netleşmiş olur.

AKTAŞ’IN VEKİLLİĞİNİ DÜŞÜRÜRLERSE DİĞERLERİ DE HEDEFTE OLACAK
* Bu olasılık var mıdır?

Evet vardır. Yani Kürt siyaseti tüm Kürt yurtseverleri böyle bir duruma hazırlıklı olmalıdırlar. Halkımıza karşı topyekun bir savaşı başlatmış bulunan AKP zihniyetine göre bu uygundur; bunu yapması mümkündür. Şimdi kalkıp askerlik yapmadığı halde kendisini askerlik yapmış olarak göstererek sahtekarlık yapan Bahattin Şeker isimli seçilmiş birisinin milletvekilliliğinin düşürülmesini emsal olarak göstermek istemektedirler. Halbuki o, sahte belgelerle askerlik yaptığını göstererek aday olmuştur. Kemal Aktaş’ın burada herhangi bir sahtelik yapma durumu yok. Yüksek Seçim Kurulu’na başvurduğu ve Kurul tarafından milletvekilliğine onay verildiği vakit herhangi bir ceza almamıştır. Bu ceza sonradan alınmış bir cezadır. Dolayısıyla doğal olanı, bu cezayı ertelemedir. Ama eğer ertelemeyip de gündeme getirirlerse peşi sıra diğerlerinin de milletvekilliğinin düşürüleceğinin hedeflendiği anlaşılmış olacaktır. Bunu izlemek gerekiyor. Şimdi Kürdistan halkına karşı topyekun bir savaş durumu söz konusudur ama böyle bir uygulama bu savaşın herkesi kapsayacak ve çılgınlık düzeyine tırmandırılması anlamına gelecektir.

AKP BAHARDA YENİ BİR SÜREÇ BAŞLATMAYACAK
* Hükümetin baharla birlikte bazı adımlar atabileceği ve yeni bir sürecin gelişebileceği öne sürülüyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Böyle bir şey söz konusu değil. Eğer ki, tasfiyeye hizmet ederse böyle bir şey yapabilirler. AKP ve Türk devletinin Kürt sorununda yeni bir süreci başlatması için bir kere yeni bir karar alması gerekir. Önceki sürecin, Oslo ve İmralı görüşmelerine kadar giden sürecin başarıya gitmemesinin temel nedeni neydi? AKP hükümetinin gerçek anlamda sorunu çözmeye dönük bir kararının olmamasıydı. Evet, açıkça söylüyorum, AKP hükümeti şimdiye kadar Kürt sorununu çözme konusunda bir karara sahip olmamıştır. O, Kürt sorununu çözmeyi değil, hep Kürtleri bir biçimde oyalayarak ve zayıflatarak, tasfiyeyi hedeflemiştir. Şimdi bu konuda başarısızlığa uğradı. Özellikle Önder Apo’nun 27 Temmuz’da almış olduğu tutum ile halkımızın, Kürt siyasetinin ve kahraman gerillanın direnişi AKP hükümetinin bu politikasını sonuçsuz bırakmıştır. Yani PKK’nin öyle bir takım manevralarla tasfiye edilemeyeceği, herhangi bir biçimde dıştalanamayacağı açıkça ortaya çıkmıştır. Bu gerçeği görmeleri temelinde yeni bir karar alırlarsa yeni bir süreç mümkün olabilir. Yoksa mevcut zihniyetle yeni bir sürecin gelişmesinin mümkünatı yoktur.

Diğer önemli bir durum da Önder Apo’nun dünyayla ilişkisi kesilerek, İmralı’da tutulup, başka muhatapların aranması da beyhude bir çabadır. Bunun hiçbir biçimde mümkünatı yoktur. Tek muhatap Önder Apo’dur. Kürt halkı bunu yıllar önce söyledi, şimdi de söylüyor. 3 buçuk milyon kişinin, “Önder Apo benim siyasal irademdir” diye imza atması boşuna değildir. Kim Kürdistan'da öyle imza toplayabilir? Bunun mümkünatı var mı? Hayır.

ÖCALAN’IN KOŞULLARI DEĞİŞMEDEN ÇÖZÜM MÜMKÜN DEĞİL


Kürt halkı yeni çağdaş isyanında Önderliğine kavuşmuştur. Hiçbir biçimde yanılmayacak, kimse de yanıltamayacaktır. O, gerillasıyla, siyasetiyle, diplomasisiyle, kültürel çevreleriyle, kadınıyla, gençliğiyle Önderliği etrafında kenetlenecek ve zaferi böyle kazanacaktır. Ve bu zaferin eşiğine gelmiş olduğunu bilmektedir. Hiçbir güç ve kuvvet bunun önüne geçemez. Bu açık bir gerçektir. Şimdi kalkıp da farklı arayışlara girmek, işte tecrit politikalarıyla, enterne etme politikalarıyla sonuç alınacağını sanmak kesinlikle büyük bir yanılgıdır. Bunun büyük bir yanılgı olduğunu önümüzdeki yakın süreç herkese gösterecektir. Çözüm isteniliyorsa tek çözüm yolu vardır; Önder Apo şartlarını söylemiştir. Sağlık, güvenlik ve özgürlük koşulları olmadan sorunun çözümü mümkün değildir. Artık bu böyle gelişecektir. Bunu yapmayıp da, yerine başka şeylerin dayatılmasının bizim tarafımızdan kabul edilmesi asla ve asla mümkün değildir. Bunu herkesin bilmesi lazım.

HALK YALAN HABERLERE ALDANMAMALI

Bir de Kürt halkını beklentiye sokmak, var olan enerjisini-mücadele gücünü zayıflatmak için “görüşmeler olacak, sorun çözülecek” türünden senaryolar sürekli üretilmektedir. Böyle bir şey söz konusu değildir. Bu tür senaryoların amacı, güçlerimizin kararlılıkla ve kesin bir biçimde mücadeleye kilitlenmesini önlemektir. Örneğin şimdi Cumali arkadaşın avukatlarına gönderdiği bu faksından hareketle eminim ki birçok köşe yazarı, basın-yayın çevresi işte “mutlaka bir şeyler vardır, onun için şöyle bir mesaj verilmiştir” diyeceklerdir.

Bu açıdan halkımız şimdi bahara girerken bu tür provokatif, yalan haberlere aldanmamalıdır. Ortada herhangi bir görüşme durumu yoktur. Görüşme olasılığı da bu koşullarda yoktur. Tek şey vardır; direnerek, kendimizi kabul ettirmek, yenilmezliğimizi ortaya koymak ve bu temelde Kürt sorununu çözmek. Bunun için de kadını, çocuğu, genci, yaşlısı her kesimi bütün toplumsal kesimleri bu dönemde mücadeleye yönelmeli, mücadeleye yüklenmeli ve bu temelde Kürt sorununu bu tarihi dönemde çözmeyi önüne koyarak, sonuç almayı hedeflemeliyiz. Bizim için tek yol budur. Mevcut durumda bırakılmış herhangi başka bir yol yoktur. Hiç kimse yalan-dolana inanmasın. Psikolojik savaş çarpıtmalarına dayanarak, kimse beklentiye girmesin. Dönem, bir ulusal direniş dönemidir, bir topyekun mücadele dönemidir ve bu biçimde süreç gelişecektir.

ANF NEWS AGENCY

Batı Kürdistanlı Kürtler Altyapıyı Oluşturdu

Suriye’deki iktidar savaşında taraf olmayan Kürtler, PYD öncülüğünde altyapısını oluşturdukları Demokratik Özerklik’i ilan etmeye hazırlanıyor.

Suriye’de Batı destekli muhalifler ile Esad rejimi arasındaki sokak çatışmaları sürerken, Kürtler de Demokratik Birlik Partisi (PYD) öncülüğünde geleceğini belirliyor. Yıllardır yok sayılan ancak Kürtçe eğitim veren 54 okul açan Kürtler, köy, mahalle ve şehirlerde halk meclisleri kurarak fiilen Demokratik Özerklik’i ilan etmiş durumda. Kürtler şimdi ise Demokratik Özerklik’i resmen ilan etmeye hazırlanıyor.

Suriye’de Batı destekli muhalifler ile Şam rejimi arasındaki iktidar kavgası bir yıldır devam diyor. Her iki taraf Kürtleri yok sayıyor. Esad rejimi son olarak hazırladığı yeni anayasada Kürtlerin haklarını görmezden geldi. Esad rejimini Batı desteğiyle yıkmaya çalışan Ulusal Konsey adlı oluşum da Kürtlerin doğal haklarını yok sayacağını duyurdu. Kürtler ise kendi geleceklerini belirlemek için aylardır sürdürdükleri çalışmaların sonuna geldi. Kendi öz güçlerine dayanarak Qamişlo, Dirbêsî, Efrîn, Kobanî, Derîka Hamko kentlerinde 54 okul açan Kürt ler, köy, mahalle ve kentlerde halk meclislerini oluşturarak Demokratik Özerklik’i fiilen hayata geçiriyor.

Amed’de düzenlenen Kürt Dil Konferansı’na katılan Güneybatı Kürdistan temsilcileri, Kürtlerin Suriye’de yaptıklarını Dicle Haber Ajansı’na (DİHA) anlattı.

Kürt dil araştırmacısı Temoz Şemali, Derîka Hamko’da açılan okullara katılımın yoğun olduğunu söyledi. Çocukların eğitim gördüğü okullara okuma yazması olmayan kadın ile yaşlıların da ilgi gösterdiğini söyleyen Şemali, hiçbir sistemden ve devletten yardım almadan okulların halkın öz gücü ile kurulduğunu dile getirdi. Halkın okulların ihtiyacını gidermede yardımcı olduğunu söyleyen Şemali, okulların yanısıra sanat çalışmalarının yapıldığı kültür merkezlerin de kurulduğunu kaydetti.

Kürtlerin isteği belli

Derîka Hamko’da açılan okullarda öğretmenlik yapan Dil Bilimci İzeddin Abdullah ise, Arap Baharı ile Suriye rejimin sarsıldığını, Kürtlerin de PYD çatısı altında kendi alternatif yönetimlerini oluşturmaya gittiğini söyledi. Güneybatı Kürtlerin kendi öz yönetimini oluşturmak ve Demokratik Özerklik’le yönetmek ve yönetilmek istediğini kaydeden Abdullah, Kürtlerin yaşadığı bütün şehirlerde, başta mahalle meclisleri olmak üzere bütün meslek dallarında örgütlenmelerin tamamlama aşamasına geldiğini açıkladı. Köy ve şehirlerde halkın örgütlenmesinin tüm hızıyla devam ettiğini aktaran Abdullah, “Bütün köy ve mahallerde encümenler seçiliyor. Halk bu encümenler aracılığıyla sorunlarını genel meclise aktarıyor. Bütün kararlar sayısı 300 ile 400 arasında değişen genel meclis tarafından alınıyor ve uygulanıyor” dedi.

Suriye’de yaşananları ‘Arapların kendi aralarındaki iktidar savaşı’ olarak niteleyen Abdullah, “Kürtler rejim ve muhalifler arasında yaşanan çatışmaların tarafı olmayacak. Kürtler kim kazanırsa kazansın kendi doğal haklarını hayata geçirmek için çalışıyor. Şu anki rejim Kürtlerin hiçbir hakkını tanımıyor. Anayasa referandumunda Kürtlerin hakkını ilgilendiren hiçbir iyileştirme olmadı. Bunun için Kürtler referandumu tanımadı ve boykot etti. Buna karşı Müslüman Kardeşlerin başını çektiği muhalif grup da Kürtlerin haklarını tanımaya yanaşmıyor. Artık Kürtler başkalarının savaşına kurban olmayacak. Kürtler kendi haklarını korumak için kendi öz gücünü oluşturuyor” dedi.

Kürtlerin Suriye devleti sınırları içinde kendilerini Demokratik Özerklik modeliyle yönetmek istediğini vurgulayan Abdullah, bunun hazırlıkları kapsamında şimdiye kadar Kürt illerinde Kürtçe eğitim veren 54 okulun açıldığını söyledi. Öğretmenlerin mahalle meclisleri tarafından belirlendiğini söyleyen Abdullah, “Yıllardır diliyle eğitim görmeyen halk, bu okulları çok anlamlı bir şekilde sahiplendi. Okullarda 3 aşamalı ders veriliyor. Bu okulların devlet nezdinde bir resmiyeti bulunmuyor. Ama halk nezdinde işlevi ve meşruiyeti büyüktür. Bu okullarda hem çocuklar hem de okuma yazması bulunmayan diğer yaş gruplarında kişiler eğitim görüyor” dedi.

‘Öz savunma güçleri oluşturuluyor’

Kobanî şehrinde yaşayan ve öğretmenlik yapan Ferhat Abas ise, Suriye’de yaşanan rejim boşluğunda Kürtlerin birçok alanda kendi sistemini kurmaya başladığını belirterek, özelikle eğitim alanında Kürtçe okulların açılmasının tarihi bir öneme sahip olduğunun altını çizdi. Kürtlerin kendi ulusal ve yönetsel haklarını korumak için hiçbir gücün yanında yer almaması gerektiğini vurgulayan Abas, Güneybatı Kürdistan’da yaşayan Kürtlerin organize hareket ederek elde ettiğini kazanımları korumak için öz savunma güçlerini oluşturmaya başladığını söyledi. Birçok köyde ve mahallede Kürt gençlerin halkı korumak için devriye gezdiğini ve gece nöbet tuttuğunu aktaran Abas, “Yaşanan yönetim boşluğunda Kürtlerin zarar görmemesi için mahalle meclisleri denetiminde halkı koruyan ve sürekli denetim yapan ekipler kuruluyor” dedi.

Özelikle Kürtçe okul alanında yaşanan gelişmelerin bütün Kürtleri gelecek adına heyecanlandırdığını ifade eden Abas, “Halk kendi öz gücüyle çocuklarını dilinde eğitmek için okul açıyor. Açılan bu okullarda kendi tayin ettiğini öğretmenlere çocuklarının geleceğini emanet ediyor” dedi.

‘Kadınlar  aktif rol alıyor’

Qamişlo’da açılan Kürt Dili Araştırma kurumunda görevli Nesrin Dokoo da, eğitime kadınların ilgisinin yoğun olduğunu söyledi. Kadınların birçok örgütlemede aktif rol oynadığını dile getiren Dokoo, açılan okullarda kadınların eğitmen olarak öncü rol oynadığını kaydetti. Mahalle meclislerinde de kadınların aktif rol aldığını kaydeden Dokoo, Suriye’de Kürtlerin yaşadığı değişimi şöyle anlatı: “Kürtler bulunduğu mahallede şehirde her yerde örgütleniyor. Kadınlar bu örgütlemenin her aşamasında yer alıyor. Kadınlar okuma yazma öğrenmek için okullara ilgi gösteriyor. Bu da çocukların Kürtçe eğitimi sevmesini sağlıyor. Birçok okulda kadın öğretmenler ders veriyor. Suriye’de yaşanan değişimi Kürtler iyi değerlendiriyor.”

İSHAK DURSUN - DİHA/AMED


Elazığ'da Kadın Oyunculara Irkçı Şiddet!

Diyarbakır Büyükşehir Belediyespor'un genç kadın futbol takımı deplasmanda oynamak için gittiği Elazığ'da sahada inanılmaz bir şiddete uğradı. Aralarında Elazığspor'un yöneticisi Ahmet Çakar ile hakem Lütfü Bektaş'ın da bulunduğu kişiler Diyarbakırlı iki kadın futbolcunun ayağını kırdı, toplam 7 kişi yaralandı...

Türkiye Futbol Federasyonu Kadınlar 2. Ligi maçı için teknik direktör Filiz Atay yönetimindeki kadın futbolcular 25 Şubat günü maç için gittikleri Elazığ'da erkek hakem ve rakip takımın yöneticileri ile futbolcu ve taraftarların linçine uğradı. Teknik Direktör Atay'ın da şiddet gördüğü linç olayında 11 kişilik takımdan 7'si yaralandı. Yaralı kadın oyuncular Elazığ Araştırma Hastanesi'nde tedavi altına alındı. Oyuncular geldiği Diyarbakır'da Sümerpark Ortak Yaşam Alanı'nda yaşadıklarını basına anlattı.

Büyükşehir Belediyespor Kulübü Basın Sözcüsü Bişar İçli, hakem, antrenörün sahada kadın sporculara yaptığı şiddeti ve ırkçı tutumunu kınadı. İçli, 27 Şubat günü yapılacak TTF seçimlerinde gündeme gelmesini ve mahkum olmasını beklediklerini söyledi.

İki kadın oyuncunun ayağını kırdılar

Ayakları alçıda olan Hividar Ödüngit (14) ile Devran Görmez (16) arkadaşları tarafından taşınarak getirildiği Sümerpark'ta teknik direktör Filiz Atay yaşadıklarını anlattı. Elazığspor'un teknik direktörü Ahmet Çakır'ın kendisine daha önceki maçlarda rakip takımlara karşı şike yaptıklarını anlattığını belirten Atay, "Bana 'Sen bizim bacımızsın, sana yapmayız' diyerek baskı yapmaya çalıştı" dedi. İlk yarıda hakemin oyunculara elle müdahale ettiğini belirten Atay, "İkinci yarının 6'ıncı dakikasından itibaren fiili şiddet başladı. Bir oyuncumuz yerde iken rakip oyuncu kafasına kramponla vurdu. Ama hakem C. Lütfü Bektaş bizim oyuncumuza kırmızı kart gösterdi" dedi. Hakemin hemen arkasından en iyi olan oyuncularına da hiçbir neden olmadan kırmızı kart gösterdiğini ve penaltı verdiğini anlatan Atay, şöyle devam etti:

'Yeşil saha kana bulandı'

"Bu şekilde oyun yönetilmez. Emeğimizi bu kadar hiçe sayamazsınız' diye hakeme itiraz ettim. Hakem de 'Çık dışarı karı' diyerek bana hakaret etti. Antrenör de 'Şerefsiz' diyerek bana yumruk attı. Bu sırada yedek kulübedeki oyuncular da bana saldırınca, bizim oyuncular oyunu bırakıp beni korumaya çalıştı. O zaman olan oldu. Çocuklar kanlar içinde kaldı."

11 oyuncudan 7'si hastanelik oldu

Atay, antrenörün kadın ve Kürt kimliğine yönelik hakaret ettiğini ve yanındakilere "saldırın" diye talimat verdiğini anlattı. Amaçlarının kadına futbolu sevdirmek ve erkek şiddetine son vermek olduğunu belirten Atay, "Ancak maalesef biz sahada erkekler tarafından şiddete uğradık" diye konuştu. Oyuncuların 11-18 yaş arasında olduğunu, hepsinin çok korktuğunu ve kanlar içinde kaldığını anlatan Atay, Hividar Ödüngit, Devran Görmez, Songül Daşçı, Ebru Kaya, Zelal Baturlu, Safiye Uçar ve Sultan Demir'ın yaralandığını ve hastanede rapor aldığını belirtti. Atay, rakip oyuncuların yaşlarının büyük olduğuna da dikkat çekti.

Basın kameraya aldı ama yayınlamadı

Yedek kaleci Lütfiye Figen, böyle karşılanmayı beklemediklerini belirterek, "Bütün hakaretlere rağmen maça devam ettik. Devre arasında seyirciler tarafından taş, kartopu ve iç su dolu pet şişeler atıldı. Basın çekti ama yayınlamadı" diye konuştu.

Ayağı dizine kadar alçıda olan Devran Görmez de "Hocamıza saldırınca onu ayırmaya gittik. Bize da saldırdılar. Tekme ve yumruklarla saldırdılar. Oyuncular bizi döverken antrenör dövmeye katıldı" diye konuştu.

Kaya: Irkçılık ve faşist anlayış sahaya indi

Büyükşehir Belediyespor Kadın Futbol Takımı'nın karşılaştığı şiddeti duyan ve Sümerpark'a gelen Mezopotamya Kulüpler Birliği Başkanı Hüseyin Kaya da "Spor siyasete alet ediliyor. Irkçı söylemler devam ediyor. Irkçılık ve faşist anlayış tribünden sahaya indi. Futbolu erkek egemen zihniyetten çıkarmak isterken, erkek hakemlerin şiddetiyle karşılandı" dedi.

'Artık futbolda 12 kusurlu hareket var'

"Futbolda artık 10 değil, 12 kusurlu hareket var" diyen Kaya, "Bunlardan birincisi eğer Kürt kimliğine mensupsanız, maça bir sıfır yenik başlıyorsunuz demektir. İkincisi de kadın olmaktır. Hakem maçı yönetirken kadın antrenöre 'karı' diye hitap ediyor. Bu insanların mutlaka cezalandırılması gerekiyor" diye konuştu.

Ayrıntı ve fotoğraflar:
http://www.diyarbakir.bel.tr/newsdetails.aspx?ID=5306&natid=0