3 Mart 2012 Cumartesi

'Türkiye'deki Sermayenin Kaynağı El Konulan Ermeni Birikimi'


Ankara - Araştırmacı-yazar Sait Çetinoğlu, Türkiye'de hem taşra hem de İstanbul sermayesinin kaynağının, 1915 soykırımından sonra el konulan Ermeni birikimleri olduğuna dikkat çekti, “Bugünkü AKP'nin içinde o gün Ermenilerin birikimlerinin üzerine konanların çocukları, torunları var” dedi.

Ermeni soykırımı en son Fransa'da soykırımı suç sayan yasa ile gündeme geldi. AKP hükümeti, beklenen tepkiyi verip esip gürlerken, sokaklarda da ırkçı sloganlar yankılandı. Fransa'daki tartışma ve Türkiye'ye yansımaları hala devam ederken, özellikle Ermenilere ilişkin araştırmalarıyla bilinen yazar Sait Çetinoğlu, ANF'nin sorularına yanıt verdi.

* Ermeni soykırımı uluslararası ilişkilerde nerede duruyor?

- Ermeni Soykırımı'nı tanıyan ülkeler; Türkiye ile ekonomik-siyasi ilişkileri çok fazla olmayan ülkeler. Kendi parlamentolarında kabul etmiş 25-26 ülke var. Bunların içinde Almanya ve Fransa da yer alıyor. Ancak geçmişte kabul ederken takındıkları tutum; utangaçça. 1915 Soykırımı'nda zaten Almanya, Fransa ve İngiltere'nin dahili söz konusu. Almanya bu işin içinde. Fransa ve İngiltere 1915'de bunun hesabının sorulacağını vaat etmesine rağmen hiçbir girişimde bulunmadılar. Göstermelik olarak Malta'ya bir yargılama yapıldı.Dönemin İngiltere Başbakanı'nın yeğeni Lawrenson – subaydı-Türkiye'de tutukluydu. Ona karşılık olarak diğerlerini bıraktılar ve böylece işi kapattılar. Soykırım'ın 50. yıldönümü nedeniyle 1965'de Beyrut merkezli yapılan bir tartışma ile gündeme geldi. 1980'de de ASALA'nın eylemleri ile bir daha çıkmamacasına gündeme girdi. Bugün için ise Osmanlı yönetiminin 1915'de Ermeni Soykırımı'nı yaptığını, Soykırım'ın sorumluları olan kadroların 1923'te kurulan Cumhuriyette kurucu kadro olduğunu araştırmacılar ortaya koydu.

* Fransa'daki bir yasa ile yeniden bu konu yaygın bir şekilde tartışılır oldu. Fransa'daki süreç nedir?

- Ermeni Soykırımı'ndan kurtulan Ermenilerin çocukları Fransa'da yaşıyor. Belli bir popülasyona eriştiler ve siyasette de etkinler. Fransa'da iktidardaki partinin-Halk Hareketi'nin- Genel Başkanı Patrick Deveciyan Türkiye kökenli bir Ermenidir. Ayrıca, Soykırım'ın inkar edilemeyecek düzeyde argümanları oluştu. Bir başka nokta ise, Avrupa hukuku ile ilgili. Avrupa hukuku, nefret suçları ve inkar ile ilgili farklı bir yöne evriliyor. Daha önce İsviçre örneğini gördük.İsviçre bu yalanı cezalandıracak. Bunun önü açıldı. Avrupa Birliği'nde inkar ile ilgili bütün ülkelerin kabul edebileceği bir hukuksal çerçeve metin hazırlığı gündemde. Fransa'daki durum bu deklarasyonun parçası.

CİN ŞİŞEDEN ÇIKTI

* Soykırım'ın yıldönümü olan 24 Nisan'da daha yoğun tartışmalar da oluyor. Soykırım, uluslararası ilişkilerde dış politikanın malzemesi olarak görünüyor.

- Sadece dış politikanın bir malzemesi olarak ele alamayız. Cin şişeden çıktı. Geçen yıl 24 Nisan öncesindeki Temsilciler Meclisi'ndeki oturumda, kabul edenler ya da reddedenlerin tamamının soykırımdan herhangi bir şüpheleri yoktu. Bunu açık bir biçimde söylediler de. Ancak, Türkiye ile olan 'stratejik ortaklık', reel politik duruma feda edildi. Nasıl ki, 1922'de Ermeni Soykırımı reel politik duruma kurban edildi, aynı şekilde bugün de 1915 Soykırımı devletlerin parlamentolarındaki reel politik durumda kabul edilmemeye çalışılıyorlar. Zaman kazanmak istiyorlar.

*Üzerinden bu kadar zaman geçmesine rağmen soykırımı tabu haline getiren nedir dünyada?

Soykırım, o dönemin kolonyalist politikası ve savaş içinde oluşan bir politikaydı. Ermeniler, bu politikanın kurbanı oldu. Kimse ses çıkartmadı. 1915'de sadece bir deklarasyonla bu iş geçiştirildi. Az önce dediğim gibi, 1920'de de reel politik durumun kurbanı oldu. 1920'deki kurucu kadrolar, bu soykırımın failleriydi. Buna göz yumanlar da Almanya'da iktidar oldu. Fransa ve İngiltere de ses çıkartmadı.Rusya'da ise devrim günleriydi.

BUGÜNKÜ SERMAYENİN KAYNAĞI ERMENİ BİRİKİMLERİ

* Türkiye Cumhuriyeti'nde bütün hükümetler Ermeni soykırımını tabu olarak gördü. AKP de aynı yolda gidiyor. Dünya açısından soykırımla hesaplaşılmaması reel politik durum olarak ifade ettiniz. Türkiye açısından durum nedir?

- Bu işin iki ayağı var; ekonomik ve siyasi. Ermenilerin kendi tarihsel topraklarından kazınmasının siyasi sorumluları İttihat ve Terakki kadroları. Merkezdeki bu kadroların bir de yerel uzantıları var. Yerel uzantılar – yerel ittihatçı örgütlerin yöneticileri- eşraftı. Bu eşraf, Ermenilerin birikimlerinin üzerine kondu. Bugünkü AKP'nin içinde o gün Ermenilerin birikimlerinin üzerine konanların çocukları,torunları var. Gerek taşra, gerekse İstanbul sermayesinin kaynağı,Ermeni birikimleridir. Bunlar çok büyük bir yekün teşkil ediyor.

YÜZLEŞME ZOR

* Türkiye'de Ermeni soykırımıyla yüzleşme nasıl olabilir?

- Birincisi, 1915'de Soykırım yapıldığından Türkiye'de kimsenin kuşkusu yok. Ben Karadeniz'de Rumların ve Ermenilerin oldukça büyük bir azınlık olarak yaşadığı bir bölgede büyüdüm. Çocukken, Ermeni sevkiyatından bahsedilirdi. Kimlerin sevk edildiğini, sevkiyatı kimlerin yaptığını bilirdik. Kırımda rol alan insanları da tanıdım. Bu insanlardan o günlerde korkulurdu. Teşkilat-ı Mahsusa elemanlarıydı. Bunu herkes biliyor. Az çok tarih kitabı karıştırsa, evindeki dedesine sonra nereden nereye geldiğini bilir. Yer adları boşuna mı değiştirildi. Toplumun yüzleşmesi zor olacak. Çünkü, bütün sermayesi Ermeni birikiminin üzerine oturmuş. Kürtler bu söylediğime kızabilirler. Diyorlar ki, 'Hamidiye Alayları bu işlere katıldı'. Hayır, sadece bu değil. Kitle halinde baldırı çıplak insanlar katıldı. Asıl kırımı bunlar yaptı. Yüzleşme zor. Bilgilenmeyle, empatiyle olur. Bir Ermeni'ye 'Fransa'daki bu karardan dolayı duygunuz nedir?' diye soruyorlar. Adam, 'Yüreğim soğudu. Yıllardır bana yalan söylüyorlardı, gördüm ki bu yalan cezalandırılacak' diyor. Bu çok önemli. Ben de aynı şekilde, yalanın cezalandırılacağını umuyorum.

ARŞİVLER KAPALI

*
Başbakan Erdoğan, Dersim ile ilgili özür diledi. Ermeni soykırımı ile yüzleşilebileceğine dair bir ışık verdi mi size bu açıklama?

- Başbakan'ın Dersim ile ilgili açıklaması, siyasiydi ve dönemin konjonktürüne uygundu. CHP ve Kılıçdaroğlu'nu sıkıştırmak içindi. Başbakanlık arşivinde Dersim ile ilgili belgeler araştırmacılara kapatıldı. Ayrıca Ermenilerin sevki ve iskanıyla ilgili Bayındırlık ve İskan Genel Müdürlüğü'nün arşivi var. Bu arşivde de sevk işlemi ile ilgili belgeler araştırmacılara kapalı. Gerekçesi de şu arşivi; yeniden düzenliyoruz. Daha önce açıktı. Özürden sonra kapatıldı. Arşivle ilgili bir şey daha aktarmak istiyorum. Aradığım belgeleri buldum, ancak çok oldukları için ekonomik yetersizlik nedeniyle kopyasını alamadım. Belgelerdeki bilgi de şu; Dersim'den aileler sürgün ediliyor ama bu ailelerin çocukları asker. 1937-38'de terhis olduğunda bunlar da sürgün ediliyor.İkinci kez gittiğimde bu belgeler arşivde yoktu. CHP'nin arşivinde de istediğin belgeleri bulamıyorsun.

*Son olarak Diyarbakır'daki JİTEM merkezinde yapılan kazılarda bulunan kemiklerin Ermenilere ait olma ihtimali üzerinde duruluyor. Oraya dair sizin bilginiz nedir?

- Yakın zamanda JİTEM'in kullandığı yer 1915'de Diyarbakır Cezaeviydi. Oraya götürülen bir çok insan sağ çıkmadı. Doktor Reşit, orayı ölüm kampı olarak kullanıyordu. İngiltere Konsolosu'nun bu konuyla ilgili hatıratıvar. Nubaryan Kütüphanesi Başkanı Raymond Kevorkian'ın Le génocide des Arméniens kitabında Diyarbakır bölümünde bu konuya ilişkin ayrıntılı bilgi yer alıyor.

ANF NEWS AGENCY

Devlet İle Yaptığı Müzakereleri Kamuoyuna Açıklamak PKK’nin Sorumluğudur

Eğer PKK, herkesin bildiği verileri kamuoyuyla paylaşmamasını, ‘yeni bir sürecin başlamasına engel olmak istemiyoruz’ diye gerekçelendiriyorsa bu başlı başlına politik bir felakettir. Hala ‘devletin içinde barıştan yana olanlar var, onları zor durumda bırakmamak istemiyoruz’ biçimindeki bir bakış açısı, tasfiye politikaların derinleşmesine hizmet eder.

PKK ile Devlet arasındaki görüşmeler kesik bölümler halinde aşamalı olarak basına sızdırılıyor. Kendi iç çatışmasını gizlemek için tam bir yalan makinesi gibi hareket eden devlet, askeri, politik ve psikolojik savaş eksenli saldırılarını çok yönlü sürdürüyor.


Gülen ve Erdoğan arasındaki çelişkinin bir uzlaşıya doğru evirilmesi için aradaki güçlerin önemli bir çaba sarf ettikleri anlaşılıyor. Buna paralel olarak da KCK operasyonlarına kesintisizce devam ediliyor ve askeri saldırılar bütün hızıyla sürüyor.


Devletin çok yönlü tasfiye politikalarından bir değişiklik söz konusu değil, çözüm konusunda bir beklentiye girmek de bir o kadar yanlış ve tehlikelidir. Kürt medyasının bazı yazarları hala ‘Nisan’da olumlu gelişmeler olur’ hayaliyle yatıp kalkarken, sistemin bütün güçleri, Kürtlerin tasfiyesinde her türlü aracı kullanıyorlar.


Politik ve askeri saldırılar sürecini tamamlayan en büyük halka devreye giriyor: Psikolojik savaş. Devlet, medyatik-görsel araçları kullanılarak en kirli ve en tehlikeli yöntemler uygulamaya koyuyor.


Bunu en son örneği KCK-Devlet görüşmeleridir. Bu görüşme kamuoyuna yansılatıldığı gibi kriminal bir mesele değildir. Sadece MİT temsilcilerinden oluşan bir görüşme de değildir. Devletin stratejik kurumları olarak bilinen “Genelkurmay'dan, Emniyet Genel Müdürlüğü'nden, Jandarma’dan, İçişleri Bakanlığı'ndan, Adalet Bakanlığı'ndan, Milli Savunma Bakanlığı'ndan ve MİT'ten birer kişiden oluşan” heyet olarak yapılan bir görüşme var. Oslo görüşmeleri daha çok müzakerelerin somutlaştırılması sürecidir.


Bu süreç çok bilinçli olarak çarpıtıldı ve psikolojik savaşla yeni bir boyut kazandırıldı. Aslında yapılmak istenen mevcut gerçeği gizlemektir. Milli Güvenlik Kurulu tarafından belirlenen heyetin PKK ve Öcalan ile yaptığı görüşmelerin tasfiye amaçlı olduğu, bilinen bir realitedir. Devletin Kürtleri tasfiye etmek için bazı görüşmeler yapması, kendi ilişki sistemi içinde çok da anormal değildir. Ancak görüşmelerin bireysel olmaktan çıkıp heyetler düzeyine gelmesiyle devletin belirlediği tasfiye amacını aşan ve PKK’yi çok daha inisiyatifli duruma getiren bir durumun ortaya çıkmasına yol açtığı anlaşılıyor.


Devletin heyeti PKK’yi resmi olarak tanıyor, Öcalan’ı lider olarak kabul ediyor

Heyetlerin karşılıklı yaptığı değerlendirmelerde görüşmenin devlet adına yürütüldüğü anlaşılıyor ve PKK, Kürt halkının politik temsilcisi olarak kabul görüyor. Ayrıca PKK’siz bir çözümün mümkün olmadığı da çok açık olarak kabul ediliyor. Çözüme dair bütün kapıların Kürt Hareketi’ne çıktığına özel bir vurgu yapılıyor. Devlet heyeti, Öcalan’ın Kürt halkı tarafından lider olarak kabul edildiğinin farkında olduklarını da belirtiyor. Görüşme heyetinin Öcalan’a hitap tarzı ve bakış açısının esasen bir lidere yaklaşım gibi olduğu da çok net anlaşılıyor. Örneğin Afet Güneş, “Tamam ben de diyorum ki önderliğin yol haritası elimde. Maddeleri de belli. Haydi, buyurun müzakere edelim;” Hakan Fidan ise “Yani Sayın Öcalan’la ilgili açık kaynaklara çıkan ve bizdeki olan bütün bilgiler malumunuz. Ama tabii orada bire bir belli konuları tartışmak farklı oluyor. Hapishanede geçen on senenin ve okumanın verdiği çok ciddi bir transforme edici gücü var. Zihinsel manada çözümleme manasında onu görüyorsunuz. Ve tabii yıllar boyu belli olayları yaşamış belli noktalara gelmiş belli dersleri çıkarmış. Şimdi bulunduğu yerden çok daha sağlıklı çok daha objektif çok daha nesnel var olan sıcak şartlardan etkilenmeyen çözümlemelere ulaşıyor. Bunu sürekli satır aralarında felsefi olarak görmek beni memnun etti. En azından orada geçen süre gerçekten verimli bir süre olmuş. Bu noktada şunu da yakından takip etmeye çalıştık, belli düşünce dönüşümleri zihinsel atlamaların hangi noktadan nereye geldiğini görmek de şahsen benim düşünce olarak bulunduğum yer açısından önemliydi…” şeklinde konuşuyor. Heyetin Öcalan’ın ağırlığını ve sorunları çözüm gücünü kavradığı anlaşılıyor.

Kamuoyuna sızdırılan protokolün içeriği

2011 yılı içerisinde, PKK ile Devlet heyeti arasında uzlaşıya vardıkları 9 maddelik bir metninden bahsedilmektedir. Hazırlanan metinde: “Çatışmalı sürecin Türkiye’de şiddet, can ve mal kaybına neden olduğu gerçeğinden ve kalıcı barış, güvenlik, uzlaşı ihtiyacından hareketle; taraflar Oslo toplantıları sürecinin devamı konusunda hemfikirdirler. Kürt sorununun çözümünde diyalog ve müzakere yolunun esas alınması konusunda görüş birliğine ulaşmış ve bir an evvel müzakerelere başlamanın gerekliliğine inanmaktadırlar.”

Üzerinde uzlaşmaya varılan bazı noktalar ise şöyle sıralanmış: “Taraflar, 10 Mayıs 2011’de İmralı’da yapılan görüşmede Sayın Öcalan tarafından sunulan, Türkiye’de Temel Toplumsal Sorunların Demokratik Çözüm İlkeleri Taslağı, Türkiye’de Devlet ve Toplum İlişkilerinde Adil Barış İlkeleri Taslağı ve Kürt Sorununun Demokratik Çözüm ve Adil Barışı İçin Eylem Planı Öneri Taslağı adı altındaki taslaklar konusunda, en geç haziranın ilk haftasına kadar görüş ve önerilerini sunarlar. Kürt tarafı, sözü edilen taslakları memnuniyetle karşılar, prensip ve ilkesel olarak kabul eder.


“Türk tarafı, seçimlerden sonra örgütü temsilen iki kişinin Sayın Öcalan’ı ziyaret etmesi, yukarıda adı geçen konsey ve komisyonlar kurulduktan sonra, birer alt komisyonun da Öcalan’la ilişkilendirilmesini taahhüt eder.


“Kürt halkının siyasi ve legal temsilcilerine uygulanan baskılara son verilmesi ve KCK tutuklularının serbest bırakılması çözüm yönünde önemli bir adım olacaktır.


“Kürt sorununun nihai çözümünün, ancak çatışmasızlık zemininde gerçekleşebileceğinden hareketle tüm askeri, siyasi ve diplomatik operasyonların ve eylemlerin durdurulması ve uygun tedbirlerin karşılıklı geliştirilmesi esastır. Taraflar, 15 Haziran 2011’e kadar her türlü operasyon ve askeri eylemlerini durdururlar.”


Kamuoyuna sızdırılan protokolün bazı alt bölümler böyle. Bu veriler tek başına ele alındığında dahi, Devlet Heyeti ile PKK Heyeti arasında çok yönlü bir pazarlığın yapıldığı ortaya çıkıyor. Öcalan ve Kandil heyetinin çabalarıyla PKK’nin yıllardır savunduğu barışçıl demokratik çözüm eksenli bir sürecin başlatılmasına ilişkin ciddi politik bir ortamın oluştuğu anlaşılıyor.


Görüşmelerde inisiyatif PKK Heyeti’nin eline geçince görüşmeler kesildi

Devlet adına görüşmelere katılan heyetin stratejik amacı, PKK’nin tasfiyesine yönelik bir süreci başlatmak ve en kısa bir zamanda sonuç almaktı. Ancak görüşmelerin tersi yönde ilerlediği anlaşılıyor. Öcalan ve Kandil heyeti, süreci çok ciddi olarak okudular ve devletin tasfiye politikasını tersine çevirdiler, Oslo görüşme sürecinin başlamasında önemli bir rol oynadılar. Devletin tasfiye politikası ile PKK-Öcalan tarafının demokratik çözüm politikası arasında bir mücadelenin yaşandığını anlaşılıyor. İnisiyatifi kaybeden devlet oldu ve kamuoyuna bir türlü açıklanmayan ‘üçlü-dokuzlu protokoller’ hazırlandı.

Protokoller hiç şüphesiz ki karşılıklı tavizler ve alıp-vermeler üzerinde olur, bu ilişkinin politik doğasında olan bir durum. İnce detaylarına kadar hazırlanan protokolün son şekline Kandil-Öcalan damgasını vurduğu ve devlet adına gelen tasfiyeci heyetin de bu sürecin peşine takıldığı ortaya çıktı. Oslo’da devam eden görüşmelerden sonra hazırlanan ve Öcalan’ın son şeklini verdiği ‘PKK-Devlet Heyetleri Protokolü’, MGK’nın, AKP hükümetinin ve Başbakan’ın önüne gelince, devlet dehşete düştü.


Tasfiye ve toptan yok etmek amacıyla başlatılan görüşmeler, devletin parçalanmasının ilk adımına dönüşmüştü. Protokol maddeleri, MGK masasına gidince, devlet, kendisinin nereye sürüklendiğini fark etti ve protokolleri toptan reddetti ve çok kapsamlı bir saldırıya yöneldi. Dahası daha önce hazırlanan ve masada tutulan bütünlüklü tasfiye planı uygulanmaya konuldu.


Sistemin iç politik krizinin merkezinde Kürt sorunu duruyor. Herkes bu gerçeğin farkında. Ayrıca sistem içi rekabette de Kürt sorunu en önemli halkalardan biridir. KCK Davası gerekçe gösterilerek, devlet adına PKK ile görüşen heyette yer alanlar hakkında tutuklama kararı çıkartılmasının ana halkasında yine Kürtler ve Kürt Toplumsal Hareketi’nin etkisizleştirilmesi bulunuyor. PKK-Devlet görüşmelerinin esasen ‘KCK sistemine sızmak, içten ele geçirmek ve sonra çökertmek’ amacına dayandığı ve şu anda KCK’nin üst düzey yöneticilerinin bir kısmının MİT elemanı olduğu imajı çok bilinçli olarak veriliyor.


Özel Yetkili Savcı’nın eski ve yeni MİT müsteşarları hakkında dava açması ve KCK davası kapsamında ifadeye çağrılmasının en önemli boyutu, hazırlanan protokollerin devletin mevcut sistemine vurulmuş bir darbe olduğunu fark etmeleridir. Tasfiye amaçlı oluşturulan heyetin, devletin merkezi kurumlarının en önemli insanlarından oluştuğu ortaya çıktı. Buna rağmen inisiyatifi PKK-Kandil hattına kaptırmaları, devlet şahsında büyük bir hata olarak görüldü ve bunların cezalandırılması istendi. Meselenin esası başarısızlıklarını gizleme çabasıdır.


KCK Başkanlık Konseyi’nin açıklaması görüşme sürecini doğruluyor

Son gelişmeleri değerlendiren KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı yaptığı açıklamada şöyle diyor: “Halkların ulusal özgürlük sorunlarının yaşandığı bütün dünya örneklerinde de görüldüğü gibi tarafların görüşmesi, müzakere etmesi toplumsal barışı getiren en doğal ve makul bir yöntem iken, Başbakan Erdoğan ısrarla bu görüşmeleri üstlenmemiş ve reddetmiştir. Toplumdaki demokratik çözüm iradesini tanımayarak, barışçıl çözüm yollarını dinamitlemiştir.

“Oysaki Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve Hareketimizle T. C. devleti ve hükümeti adına resmi bir heyet 2008’den bu yana belli aralıklarla Haziran 2011’e kadar 3 yıldır düzenli olarak görüşmüştür. Bu görüşmelerin devamı ve paralelinde Oslo’da da uluslararası bir kurumun ev sahipliğinde Hareketimizin yetkilileriyle de görüşmeler gerçekleşmiştir.


“[Yaşananların] Özel Yetkili Savcılığın kendi görevlerini yerine getirmesiyle bir alakası yoktur. Bu görüşmeleri başından itibaren siyasi erkin ve devletin ilgili bütün kurumları bilmesine rağmen bugün şaşılacak düzeyde bir tepkinin ortaya çıkması anlaşılır değildir. KCK davası operasyonlarında ele geçtiği iddia edilen belgelere dayandırılması ise tümden gerçek dışıdır. Bu hesaplaşmanın tarafları kim olursa olsun, Türkiye’nin en temel sorunu olan Kürt sorununu ve bu bağlamda gelişen çeşitli süreçlerin böylesine kirli pazarlık konusu yapılması, basit iktidar kavgasına malzeme edilmesi son derece çirkincedir. Kürt halk önderine, Hareketimize, halkımıza ve Türkiye kamuoyuna, demokrasi güçlerine büyük bir saygısızlıktır. Aynı zamanda devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan bir durumdur.”


KCK Yürütme Konseyi’nin yapmış olduğu bu açıklama sürecin gelişmesine ilişkin bizlere somut bir fikir vermektedir. Ancak bu açıklamanın kendisi yeterli değildir. PKK-Devlet görüşmeleri üzerine çok yönlü yorumlar ve spekülasyonlar yapılıyor. Öyle ki bu süreç, psikolojik savaş yöntemleriyle Kürt Hareketine karşı bir güvensizlik aracı haline getirilmektedir.


PKK, devlet heyetiyle yaptığı protokolleri açıklamalıdır

PKK-Devlet görüşmelerini parçalar halinde kamuoyuna sunanlar devletin içindeki farklı kliklerdir ve bu sızdırmaların esasen Cemaatin işi olduğunu hemen herkes görüyor. Ama bunu yaparken sadece iktidar içindeki gücünü pekiştirmek için yapmıyor aynı zamanda Kürtlere yönelik saldırıları başka bir kanalda sürdürmek için yeni planları da devreye koyuyor.

PKK, müzakere görüşmelerinin, kendileri tarafından kamuoyuna sızdırılmadığını ve bunu görüşmelerin ilkelerine ve ahlakına uygun görmediklerini birçok kez açıkladı. PKK’nin böylesi bir yönelime girmeyeceğini başta devletin kendisi biliyor.


Buraya kadar olan PKK açısından ilkesel bir tutumdu ve işin ciddiyetine uygun davrandığı için de saygıyla karşılandığı biliniyor. Ancak bugünkü süreç artık tersten işliyor. Görüşmeler parçalar halinde ve çarpıtılarak gazetelere ve televizyonlara servis ediliyor.


Tasfiye politikasının bir parçası haline getirilen bu sürecin kamuoyu ile bütün yönleriyle paylaşılması hazırlanan yeni oyunları boşa çıkartacaktır. Zaten gazete yönetmenlerinin, TV editörlerinin devletin temel kurumlarının elinde bulunan ama kamuoyuyla bütünlüklü olarak paylaşılmayan belgelerin açıklanması, Kürtlerin mevcut politik pozisyonunu güçlendirecektir.


Devletin bunu asla yapmayacağını herkes biliyor. O zaman sürecin bir tarafı olarak masada olan Kürt Hareketi bu gelişmeleri objektif olarak açıklamakla mükelleftir. Devlet ve onun medyatik kurumları, sürecin PKK tarafından sabote edildiğini iddia etmekte ve bugünkü tasfiye politikasının sorumluluğunu PKK’ye yüklemektedir.


PKK, hem Kürt ve Türk halkına, hem de genel olarak kamuoyuna karşı duyduğu sorumluluk gereği görüşme sürecinin tutanaklarını ve heyetlerle birlikte hazırlanıp üzerinde uzlaşıya varılan ‘protokol’ haline getirilmiş belgeleri kamuoyuna açıklamalıdır. Mahkeme dosyalarının arasına sıkıştırılmış belgelerin politik bir değeri olmayacaktır.


Devlet ile PKK arasındaki görüşmelerde kim nasıl bir tutum almış, süreç nasıl ilerlemiş, kim sorumluluğuna uygun davranmış, kim masadan kaçmış, kim verdiği sözleri yerine getirmemiş, kim bugünkü çatışmalı ortamı istemiş, başta Türk halkının bu gelişmeleri öğrenmesinde yarar var.


Herkesin elinde olan ve parçalar halinde dolaştırılan belgeler için, halen, “sorumluluğumuz gereği açıklamıyoruz” şeklindeki ifadenin politik bir anlamı kalmadığını görmek gerekir. PKK’nin süreci kamuoyu ile paylaşması, bu mesele üzerinde sürdürülen tasfiyeci psikolojik savaşın boşa çıkartılması demektir.


Eğer PKK, herkesin bildiği verileri kamuoyuyla paylaşmamasını, ‘yeni bir sürecin başlamasına engel olmak istemiyoruz’ diye gerekçelendiriyorsa bu başlı başlına politik bir felakettir. Hala ‘devletin içinde barıştan yana olanlar var, onları zor durumda bırakmak istemiyoruz’ biçimindeki bir bakış açısı, tasfiye politikaların derinleşmesine hizmet eder.


PKK, sorumluluğu gereği, politik olarak en ufak bir olasılığı hesaplamak zorundadır. Ama mevcut siyasal gerçeklerin nereye doğru evirildiğini en iyi gören de Kandil’dir. Dün mevcut belgelerin-protokollerin açıklanması doğru olmayabilirdi, bugün zamanıdır, yarın çok geç olur ve bir işe yaramaz.


Politik gerçeklerin olasılıklar-beklentiler üzerinde yürümeyeceğini en çok askeri-politik savaşımı yürütenler bilir. Objektif olmak her şeyden önemlidir.


Sosyal olgular ve politik gelişmeler, baharda çok kapsamlı bir sürecin başlayacağını gösteriyor. PKK, elindeki belgeler, bilgiler ve olanaklarla bu süreci deşifre etmelidir.

 Mustafa Peköz

Gokyuzu9@aol.com