13 Şubat 2012 Pazartesi

MİT Olayı

Bir yanda siyaset sınıfı, diğer yanda iktidar, Emniyet, şu veya bu kurum ile yakın iletişimi olan onca insanın bile daha henüz dişe değer bir yorum yapamadığı bu olay, bizim gibi fanilerin kolayca çözeceği, hatta iddialı yorumlar yapabileceği bir olay değil. Bana kalsa, ortalık bu kadar toz duman iken üzerine yazı bile yazmak istemezdim, ama o da olmaz, hem tüm Türkiye bu olayı konuşurken hiçbir şey söylememek lüksümüz yok, hem yorum yapmamak türlü manaya çekilir. Yine de, ben bu aşamada, sadece ortaya atılan tez ve yorumları değerlendirmeye çalışacağım.

Birçokları, açıkça ortada olan, MİT-Emniyet çekişmesinin ardında cemaat ile iktidar çekişmesine işaret ediyor. Daha doğrusu birçokları ‘cemaat’i telaffuz edemeyip, ima veya tarif ediyor. Nitekim, uzun süredir böyle bir çekişme olduğu üzerine ‘kulaktan kulağa’ oynanıyordu. Hatta iktidara muhalefet edenlerin, böyle bir muhtemel çekişmeye ‘umut’ bağladıkları bile gözlenebiliyordu. Samimi olarak söylüyorum, ben bu spekülasyonları anlamlandırmakta öteden beri zorlanıyorum.

Güçlü bir iktidar partisi içinde kişiler de, farklı grup ve çevreler de birbiri ile güç mücadelesine girebilir, buraya kadar olanı tamam. Ancak, ben ‘cemaat’ denilen çevre ile iktidar partisi arasında kolay sınırlar çizileceğini hiç düşünmedim. Zira bu çevrelerin, değer dünyaları da siyaset anlayışları da, büyük ölçüde birbiri ile örtüşüyor. Aynı iktidar çerçevesi içinde yer alan, farklı grup ve çevrelerin aralarındaki ayrışma ancak çok önemli konularda ve çok ciddi ölçüde olmalı ki, bu ölçekte bir çatışma çıksın, ben bu ölçekte bir ayrışma izlenimi edinemiyorum.

Diğer taraftan, ‘cemaat’ denilen çevrenin şeffaf bir yapısı olmaması dolayısı ile fazlasıyla gizemli ve spekülasyona açık bir halde olması, kimden bahsettiğimizin tam da belli olmaması, konuyu tartışmamız önünde ciddi bir engel. Doğrudan ‘cemaat’i işaret eden yorumcuların bile, bu tabiri telaffuz edememesi, doğru dürüst bir tartışma yürütmeyi imkânsız kılıyor. Her taşın altında bu çevrenin parmağı olduğuna inananlar dışında kalanlar bir yana, neden herkes ‘cemaat’ denilince bu denli ketum davranır, bunu da anlamak mümkün değil. Bu bir tür korunma tavrı ise, bence tam tersine, bu tür tutumlar, ‘her taşın altında cemaat var’ mitini sadece güçlendirmeye yarıyor.

İkinci büyük tez, Kürt meselesinde ‘güvenlikçi’ ve ‘müzakereci’ anlayışlar arasında çatışma yaşandığı yönünde. Bu iddia da, meseleyi tüm boyutları ile anlamamıza yardımcı olmuyor, zira MİT’e sahip çıkan ve dolayısı ile ‘müzakereci’ anlayışı temsil ettiği iddia edilen iktidar çevreleri, hiç de müzakereci bir siyaset izliyor değiller. ‘Cemaat’e yakın olarak bilinen bazı gazetecilerin bir süredir, iktidarın Kürt siyasetine eleştiri yönelttikleri doğru ama bunlar güvenlikçi ve müzakereci çevrelerin, farklı anlayışlar olarak saflaştığına dair net işaretler olmaktan uzaklar. Bu değil, kurumlar arası çatışma deseniz, tam bir siyasi kriz yaratan olayın boyutları, bu çerçeveyi çoktan aşmış vaziyette.

Olayın arkasında İsrail’in (ve hatta başka uluslararası ellerin) Hakan Fidan’ı hedef alması olduğunu söylemek, hepsinden daha sorunlu. Çünkü bu iddia, İsrail’in (veya diğerlerinin) Türkiye’deki elinin çok geniş ve rahat olduğu imasına varır, bu türden bir imayı iddia sahipleri de sahiplenmek istemezler. Bu krizin Suriye’de artan gerilim ve müdahale olasılığı esnasında patlamasını, kuşkusuz, uluslararası siyaset ilişkilerini de dikkate alarak yorumlamak gerekir. Ancak bu da çok bilinmezli bir denklemi çözmeyi gerektiriyor, bunu yapmak mümkün olsa bile, şu anda imkânsız. Dahası, böyle bir değerlendirmenin, İsrail-Hakan Fidan gibi dar bir açının sınırları içinden yapılması fazlasıyla yanıltıcı olur.

Ve nihayet, bu denli büyük ölçekli bir kriz hakkında, bu ülkeyi yönetenler de dâhil olmak üzere herkesin kafasının bunca karışık olması olayın dar kapsamlı değil, çok boyutlu ve sıkıntılı bir sürecin işareti ve habercisi. İşin en kaygı verici yanı da bence burası.

Nuray Mert

PKK’den Eylem Çağrısı

PKK Yürütme Komitesi Öcalan’a yönelik 15 Şubat komplosunu yayınladığı mesajla kınadı ve eylem çağrısında bulundu.

PKK: ÖZGÜRLÜĞE VE DEVRİME YAKIN BİR SÜREÇTEYİZ

PKK Yürütme Komitesi kenti internet sitesi (www.pkkonline.com) üzerinde yayınladığı mesajında “15 Şubat Komplosu, hegemonik güçlerin Ortadoğu’yu kendi çıkarları temelinde dizayn etmeleri anlamına gelen Büyük Ortadoğu Projesi’nin en önemli adımlarından ilki olarak gerçekleşmiştir” dedi.

Bunun aynı zamanda günümüzde Ortadoğu’da gözle görülür bir hal almış olan 3. Dünya Savaşı’nın da başlangıç tarihi olduğuna dikkat çeken PKK, “Kapitalist modernite bu komplo ile Ortadoğu’da PKK şahsında temsil edilen halk özgürlük eğiliminin bir sistem haline gelmesinin önüne geçmek istemiş ve Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesini amaçlamıştır” diye belirtti.

“Kürdistan’ın dört parçasındaki halkımızın da Önderliğini ve Özgürlük Hareketi’ni sahiplenmesi artarak devam etmiş ve Önderliğimizi, hareketimizi yalnızlaştırma politikaları boşa çıkarılmıştır” diyen PKK, “Önderliğimiz, halkımız ve hareketimiz bu süreçteki duruşuyla komployu boşa çıkarmış olmasına karşın, komplocu güçler bu politikalarından henüz tümden vazgeçmiş değillerdir” ifadelerini kullandı.

Öcalan’ yaklaşımın Kürt halkına yaklaşım olduğuna dikkat çeken PKK, “Her şey içinde bulunduğumuz sürecin Önderlik odaklı bir mücadeleye sahne olduğunu/olacağını göstermektedir. Bu çerçevede halkımızın Avrupa’da başlatmış olduğu ‘Önder Apo’ya Özgürlük Kürdistan’a Statü’ yürüyüşünü selamlıyor, katılımcıları kutluyoruz” dedi.

Açıklamada şunlar belirtildi: “Yok edilmek istenen bir halk olarak Kürtlerin artık statüsüz yaşamaya tahammülü kalmamıştır. Soykırım kıskacına alınmış bir halk olan Kürtler artık kölece bir yaşamı kabul etmemekte, onurlu ve özgür bir halk olarak yaşamak istemektedir. İçinde bulunduğumuz süreç her zamankinden daha fazla özgürlüğe ve devrime yakın olan bir süreçtir. Bu çerçevede; halkımızı aydınlık yarınlarının karartılmak istendiği 15 Şubat gününü büyük bir öfke gününe dönüştürmeye, Önderliğimizi her yıl olduğu gibi bu yıl da en üst düzeyde sahiplenmeye ve Önderliğimiz özgürleşinceye kadar aralıksız bir şekilde ulusal direniş perspektifi temelinde her türden meşru eylemliliği gerçekleştirmeye çağırıyor, bir kez daha ‘kara gün’ 15 Şubat’ı lanetliyoruz.”

Zübeyir Aydar: PKK-MİT Görüşmelerini Polis Sızdırdı

Rojeva Sterk programında gazeteci Günay Aslan’ın sorularını yanıtlayan Aydar şunları söyledi:

Yayın hayatına yeni başlayan Sterk TV’de dün akşam yayımlanan tartışma programına katılan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Zübeyir Aydar, Kürt ve Türk tarafları arasındaki mutabakat metinleri gibi PKK-MİT görüşmelerine ilişkin ses kayıtlarını da polisin MİT arşivinden araklayıp yayınladığını söyledi.

Rojeva Sterk programında gazeteci Günay Aslan’ın sorularını yanıtlayan Aydar şunları söyledi:

‘Biz prensip olarak bu görüşmelere ilişkin bilgi ve belgeleri açıklamıyoruz. Ahlaki ve siyasi duruşumuzun bir gereği olarak sözlerimize bağlı kalıyor, susuyoruz. Bugüne kadar kimseye Kürt tarafının güvenirliliğini sorgulama hakkı vermedik, vermiyoruz. Ayrıca sadece Türk tarafıyla ilgili değil, koordinatör ülkeyle ilişkin olarak da taahhütlerimize sadık kalıyoruz. Ancak bu meselenin devlet içindeki güç çekişmesine alet edildiğini görüyoruz. AKP ile Gülen Cemaati arasında bir güç savaşı yaşanıyor. Anlaşıldığı kadarıyla da cemaatin etkin olduğu poliste bazı tasfiye ve düzenlemeler yapılıyor. Polis de buna karşılık hareketimizle ilgili belge ve bilgileri MİT’in arşivinden araklayıp yayınlıyor.’’
Aydar, basında çıkan mutabakat metni ile Öcalan’a ait olduğu söylenen mektubunun gerçek olup olmadığı sorusuna ise şu yanıtı verdi:

’’Önderliğimizin yayınlanan mektubu gerçektir. Ancak metni üzerinde ise bazı düzeltmeler yapılmıştır. Bazı maddeler çıkarılmış, bazıları farklı dokümanlardan alınıp eklenmiştir. Metinde sözü edilen bazı maddeler mutabakatla alakalı metinde var, bazıları yoktur.’’
Kürt halkının gönlünün rahat olması ve önderliğiyle öncüsüne destek olmaya devam etmesi gerektiğinin altını çizen KCK Yürütme Konseyi Üyesi Aydar, ‘’ödenen bedellere ve bu uğurda verilen şehitlere uygun, onların emeğine ve fedakârlığına bağlı bir müzakere süreci yürütülmüştür’’ dedi.

Rojeva Sterk programına Aydar’ın yanı sıra tanınmış Kürt aydınlarından Memo Şahin de katıldı. Kürt halkının temel haklarının korunması noktasında yürütülen müzakere sürecini başarılı bulduğunu belirten Şahin, ‘bazılarının iddia ettiği gibi kimse Kürdistan’ı kelepir fiyatına satmıyor, mutabakat metni buna işaret ediyor’ dedi.

JİTEM Üssü İçkale'de Kafatası Sayısı 34’e Yükseldi

Amed - Diyarbakır'daki tarihi İçkale'de yapılan kazılarda 5 kafatası daha bulundu. Kazılarda şu ana kadar bulunan kafatası sayısı 34'e yükseldi.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın JİTEM sorgu merkezi ve Sur İlçesi'nde bir dönem ceza ve tevkifevi olarak kullanılan tarihi İçkale'de 11 Ocak'ta çevre düzenleme çalışmaları sırasında insan kafatasları bulunması üzerine başlattığı kazılarda bugün 5 kafatası daha bulundu.

Bölgenin sit alanı olması nedeniyle kazma ve kürekle yapılan kazılarda, savcının Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna yazdığı yazıya olumlu yanıt verilmesi üzerine küçük iş makineleri de kullanılmaya başlanmıştı.

Geçtiğimiz hafta Diyarbakır Baro Başkanı Mehmet Emin Aktar, kazı çalışmanın kepçelerle yapılmasına da tepki göstererek, çalışmaların Minnesota Protokolü'ne uygun olarak yapılması gerektiğine dikkat çekti.

Diyarbakır'da JİTEM üssünde yapılan kazılarda bulunan kafatasları için ailelerin savcılığa başvuruları da sürüyor. En son 1925'te idam edilen Şêyh Sait'in ailesi de Dağkapı'daki Ordu Evi'nin karşısında bulunan hastane, okul ve askeri birim arasındaki bölgede kazı yapılmasını istedi.

ANF NEWS AGENCY

Şerafettin Elçi: Burkay PKK’ye Muhalefet Değil, Düşmanlık Yapıyor

İstanbul - Diyarbakır milletvekili Şerafettin Elçi, Kürt meselesinin yakıcı bir sorun olduğu için birçok iktidarı bitirdiğini belirterek, AKP'nin de aynı süreçle sınanacağını söyledi.

Habertürk’te Balçiçek İlter'in sorularını yanıtlayan Şerafettin Elçi, PSK eski lideri Kemal Burkay’ın ise PKK’ye muhalefet değil, düşmanlık yaptığını söyledi.

Şerafettin Elçi şunları söyledi: ‘’Bir gücü doğru noktaya çekmek istiyorsan bunu düşmanca ve sürekli karşıt bir şekilde yapamazsın. Muhalefet değil düşmanlık yapıyorlar. Kemal Burkay gibi aydınlar zannediyorlar ki PKK'ye ne kadar küfür ederse ne kadar saldırırsa o kadar prim toplayacaklar.

Halktan bazı kesimler ve devletin bazı kesimlerinden prim kazanmayı umuyorlar herhalde. Halkın olgunluk düzeyi yükseldi, bilinçlendi... Onlar bize seçimde bu nedenle coşkuyla destek verdiler. Barış için, çözüm için Ankara'ya gönderdiler.

Devlet 16 bin cinayet işlemiş sen onları görmüyorsun, PKK'nin işlediği 100 cinayetin peşine düşüyorsun mecliste. Devlet bütün hışmıyla Kürtlerin üstüne geliyor, PKK bahanesiyle her şeyi yapıyor. KCK'yle alakası olmayan bir sürü insan tutuklanıyor.

Sanki devlet herşeyiyle barışa ve çözüme hazır da PKK yüzünden olmuyor gibi bir algı oluşturulmak isteniyor. Ama gerçek bu değil. PKK de biz de adeta yalvarıyoruz barış için. PKK sadece onurlu bir barış istiyor. Gelsinler devletin adaletine sığınsınlar gibi söylemleri kabul etmeleri mümkün değil. Eğer devletin bir projesi varsa söylesin biz de aracı olalım. Biz bunu Cumhurbaşkanı'na da söyledik. Devletin çözüm bir projesi olmadan biz nasıl PKK'ya silah bıraktıralım. Ama ortada bir proje olursa biz de başkaları da devreye girererk sonuç alacak girişimlerde bulunacaktır."

BDP VE DEVLET ARASI REKABET VAR

Elçi, bölgedeki AKP-BDP rekabetinin esasında, BDP ile AKP değil de, BDP ile devlet arasında yaşandığını söyledi. Kürt toplumu gibi ezilen halkların içinde geniş bir kesimin imkanlarından faydalanmak için egemen devletin yanında yer alabildiğini belirten Elçi, "Ancak bölgenin ağırlık merkezini oluşturan illerde BDP'nin çok ağırlıklı bir üstünlüğü vardır" dedi.

ANF NEWS AGENCY

Öcalan: İmralı’da Büyük Çekişme Yaşandı

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ulaşan savunmasında PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın ‘Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak’ adlı son savunmasında İmralı’daki çözüm ve çatışma süreçlerini değerlendirdi.

Öcalan, İmralı sürecinin çelişkili bir süreç ortaya çıkardığını, kendisi şahsında çözüm yanlılarıyla karşıtları arasında büyük bir çekişme yaşandığını belirten Öcalan, “Çatışma başlangıçta her iki tarafın iç bünyesinde de devam etti. PKK’nin 2005’ten itibaren kendisini KCK temelinde çözümleyici bir güç olarak netleştirip sunması, TC içindeki iktidar tartışmasını ve çatışmasını hızlandırdı. AKP bu süreçten başarısız çıktı. Gerçekten karmaşık ve kurnazca sahnelenen bu planın başarısı önündeki tek engel PKK gibi görünüyordu. Dolayısıyla hamle tüm yönleriyle PKK’nin tecridine ve silahsızlandırılmasına kilitlendi. Bu temelde tüm güçler kullanıldı. Takke düştü kel göründü misali kendini açığa vurmayan güç neredeyse kalmadı. Kürt sorunu bu kapsamda daha da karmaşık bir hal aldı” şeklinde değerlendirdi.

AKP’nin iktidardaki konumunu pekiştirdikçe, Kürt sorununun çözümü konusunda teorik ve pratik olarak dürüst hiçbir hazırlığı, çabası olmadığının ortaya çıktığının görüldüğünü belirten Öcalan, son savunmasında süreci ayrıntılı bir şekilde değerlendirdi.

Miadını dolduran ulus-devlet çıkmazının Kürt sorununu bir yumağa çevirdiğini, dolayısıyla çözüm ve barışın demokratik ulustan geçtiğini vurgulayan Öcalan, savunmasında, Kürt sorununun çözümüne ilişkin gelişen diyalog evrelerine de yer veriyor. Öcalan, son dönemlerde gerçekleşen diyalog ve müzakerelerde devletin bazı kesimlerinin iyi niyet sergilediğini ancak AKP’nin tasfiye amacıyla sürece yaklaştığını belirtiyor.

PKK’NİN TAVRI

PKK’nin Kürt sorununu demokratik ulus anlayışı çerçevesinde çözmek istediğini ifade eden Öcalan, ancak bunu demokratik siyasetle mi yoksa devrimci halk savaşıyla mı geliştireceğinin ise karşı tarafın yaklaşımlarına bağlı olduğunun altını çiziyor. PKK’nin şimdiye kadarki mücadelesinin esas olarak Kürt sorununu görünür kılma amacına yönelik olduğunu belirten Öcalan, PKK’nin yaklaşımını şöyle açıklıyor:

“PKK önce ideolojik argümanlarla sorunun varlığını kanıtlamaya çalıştı. Türk solunun dahi soruna realist yaklaşmaması, ülke ve ulus bazlı düşünme ve örgütlenme gereğini ortaya çıkardı. PKK’nin ad olarak ortaya çıkması da yaşanan süreçle bağlantılıdır. İnkârcılığın ince yöntemlerle solda da sürdürülmesi, ayrı kimlikler temelinde örgütlenme ve eylemliliği gündeme taşıdı. Türk ulus-devletinin geleneksel inkâr ve imha politikası bu sürecin herhangi bir politik çözüm arayışıyla ele alınmasına imkân vermeyince, tersine bu arayışı 12 Eylül darbesine doğru tırmandırılan faşist terörle karşılayınca, PKK’nin devrimci halk savaşı hamlesi tek seçenek olarak gündeme geldi. Bu durumda PKK, ya Türkiye’nin demokratik sol grupları gibi tasfiye olacak ya da direnişte karar kılacaktı.”

15 AĞUSTOSUN ETKİSİ

15 Ağustos hamlesinin Kürt varlığını kanıtlama amacına daha yakın olduğunu belirten Öcalan, Kürt sorununun savaşa dönüşmesinde 12 Eylül’ün payını ise, “Kürt sorununun ideolojik kimlik sorunu olmaktan çıkıp savaş sorununa dönüşmesinde, sistemde örtülü olarak yürütülen inkâr ve imha politikasının 12 Eylül faşizmiyle açık terör halinde sürdürülmeye çalışılmasının belirleyici payı vardır“ sözleriyle ifade ediyor. İnkâr ve imha politikasının sadece gizli ve örtülü olarak sürdürülmediğini vurgulayan Öcalan, bu politikanın 80 yıllık uygulamaları sonucunda Kürtlerde önemli bir yabancılaşmaya yol açtığını ve bunun ancak 15 Ağustos ile kırıldığını şöyle açıklıyor:

“Kürtler kendi varlıklarını terk etmeye zorlanmıştı. Kendine yabancılaştırılan bir halk ve toplum gerçekliği söz konusuydu. 15 Ağustos hamlesi esas olarak bu yabancılaşmayı kıracak, böylelikle inkâr ve imha politikasını ve sonuçlarını boşa çıkaracaktı. Bu anlamda önemli oranda başarılı olunduğunu belirtmek gerekir. Yani Kürtlük yeniden gün yüzüne çıkıyor, Kürtlerin kendilerince kabul edilen bir olguya, realiteye dönüşüyordu. Kabul görme devletler katında da gerçekleşmişti. Sorunun kabul görmesi çözülmesi anlamına gelmiyordu. Çözüm niyetleri ortaya çıkmayınca, çatışma ve sınırlı savaş ortamı yozlaşarak devam etti. Her iki taraf da sorunu askeri zorla çözme konumundan uzaktılar. Zaman zaman bu şansı elde etseler de, kullanma yeteneğini gösteremediler.”
İMRALI’DAKİ ÇATIŞMA SÜREÇLERİ

93’ten 98’e kadarki süreçte gelişen çözüm şanslarına ve arayışlarına da değinen Öcalan, “1993’deki çözüm şansı sabote edilince, çatışma süreci daha da acımasızca ve yozlaşarak devam etti. Bu anlamda 1993-1998 dönemi taraflar açısından askeri çözüm şansının boşa çıkarılması biçiminde de ifade edilebilir” diyor. “1993’teki politik arayış komplo ve suikastlarla boşa çıkarılmasaydı, hem Kürt sorununun çözümünde hem de TC’nin yapılanmasında çok daha pozitif bir dönem başlayabilirdi” diyen Öcalan, bu tarihi fırsatın kaçtığını veya kaçırıldığını vurguladı. Öcalan, 1997-98’deki çözüm arayışlarının da aynı akıbete uğradığını veya uğratıldığını anımsatarak, “Aynı komplocu ve suikastçı güçler siyasi çözüme şans tanımadılar” diyor.

İmralı’da başlayan çözüm ve çatışma süreçlerini değerlendiren Öcalan, bu süreçteki çözüm yanlılarıyla karşıtları arasında yaşanan çekişmede, tavrını KCK’den yana koyduğunu ifade ediyor. İmralı sürecinin çelişkili bir süreç ortaya çıkardığını, kendisi şahsında çözüm yanlılarıyla karşıtları arasında büyük bir çekişme yaşandığını belirten Öcalan, “Çatışma başlangıçta her iki tarafın iç bünyesinde de devam etti. Fakat PKK’nin 2005’ten itibaren kendisini KCK temelinde çözümleyici bir güç olarak netleştirip sunması, TC içindeki iktidar tartışmasını ve çatışmasını hızlandırdı. Bu tartışma ve çatışma Kürt sorununun çözümünde kilit rol oynuyordu. A. Öcalan hem PKK’ye hem de TC’ye karşı tavrını KCK çözümünden yana koydu” ifadelerini kullanıyor.

DİYARBAKIR KONUŞMASI ÖNEMLİ BİR TAKTİK HAMLE

İmralı’da devlet çevreleriyle başlayan diyalog sürecinde AKP’nin payının pek olamadığına dikkat çeken Öcalan, AKP’nin PKK’yi tasfiye temelinde çözüm arayışına girdiğine dikkat çekiyor. Öcalan, bu diyalog dönemine şöyle değiniyor:

“Tam uzlaşmış olmasalar da, devlet kurumlarıyla yeniden diyalog süreci başladı. Diyalogda AKP’nin payı pek yoktu. Bu bir devlet inisiyatifiydi. AKP’nin 4 Mayıs 2007’de Dolmabahçe gizli mutabakatıyla Genelkurmay Başkanlığıyla, daha sonra 5 Kasım 2007’de ABD ile uzlaşması, durumu daha da karmaşık hale getirdi. AKP hükümeti PKK’yi tasfiye temelinde çözüm arayışına girdi. Göstermelik bazı haklar (Kürtçe kurs, çok kısıtlı yayın serbestîsi) karşılığında dış destekler de sağlanarak, savaş yeni boyutlara taşındı. Başbakan Erdoğan, 2005’te Diyarbakır’daki konuşmasında önemli bir taktik hamle yaparak, Kürt sorununa çözüm vaadinde bulundu. Bu vaatlerde PKK’yi tecrit etme ve AKP’ye destek sağlama temelinde adı geçen sözde bireysel haklara dayalı niyetler söz konusuydu.”
AÇILIM EŞİTTİR KCK OPERASYONLARI

AKP’nin yoğunca gündeme koyduğu Kürt sorununa demokratik açılım projesinin Kürt Haması’nı yaratma projesi olduğunu vurgulayan Öcalan, KCK operasyonlarının gerçek amacına değiniyor. Öcalan, bu konuyu şöyle açıyor:

“Üzerinde oldukça çalışılmış, ABD, AB ve komşu ülkelerin yanı sıra içte diğer devlet partileri, birçok basın yayın kuruluşu ve sivil toplum örgütüyle yeniden örgütlendirilmiş, Kürt işbirlikçilerin desteğinin sağlandığı bir tasfiye planı ‘demokratik açılım’ adı altında piyasaya sunuldu. Ayrıca pratikte eskisinden katbekat arttırılmış, askeri, siyasi, ekonomik, kültürel, psikolojik ve diplomatik cephede yoğunlaştırılmış topyekûn bir seferberlik ve eylem hamlesi planla birlikte uygulamaya konuldu. Yeni milis güçler eskinin Ülkücüleri ve Hizbullah’ı değil, bizzat AKP hükümetinin yönetimi altında geliştirilen ve çok parçalı inşa edilen bir nevi ‘Kürt Haması’ydı. Deniz Baykal’ın CHP’siyle ordu içinde bazı komutanların da başlangıçta uzlaştığı ve desteklediği plan ve hamle buydu. Devlet içinde bazı kurumların önemli muhalefetiyle karşılaşsa da, bu planın yürütülmesinden çekinilmedi. KCK operasyonları bu plan ve uygulamaların can alıcı bir parçasıydı. Hava saldırıları ve Güney Kürdistan’a icazetli operasyonlar da aynı plan kapsamındaydı. Planın ve uygulamaların arkasında 2002-2004 tasfiyecilerinin sergiledikleri tavrın ve geliştirdikleri ilişkilerin de önemli payı olduğunu önemle belirtmek gerekir.”


HAMLE TÜM YÖNLERİYLE PKK TECRİDİNE KİLİTLENDİ

Demokratik açılıma bel bağlayan AKP’nin bu süreçten başarısız çıktığına işaret eden Öcalan, “Gerçekten karmaşık ve kurnazca sahnelenen bu planın başarısı önündeki tek engel PKK gibi görünüyordu. Dolayısıyla hamle tüm yönleriyle PKK’nin tecridine ve silahsızlandırılmasına kilitlendi. Bu temelde tüm güçler kullanıldı. Takke düştü kel göründü misali kendini açığa vurmayan güç neredeyse kalmadı. Ama hem kendini KCK olarak demokratik ulus çözümü temelinde sunması ve pratikleştirmesi, hem de daha önceki yetersizlikler ve saplantılardan önemli ölçüde arındırması PKK’nin tasfiyesini imkânsız kılıyordu” değerlendirmesinde bulunuyor.

Demokratik açılımda başarısızlığı tasdiklenen AKP’nin, bu durumu kullanarak, ordu işbirliğiyle iktidarını sağlamlaştırdığına dikkat çeken Öcalan, bunun üzerine Kürt halkının varlığını koruma özgürlüğünü sağlama aşamasına geçişini şu sözlerle açıklıyor:

“AKP’nin belki de ilk defa ordunun önemli bir kesimiyle hayata geçirmeye çalıştığı bu planın boşa çıkacağı aslında daha başından belliydi. Ama AKP bu planı ordunun da dolaylı desteğiyle iktidara iyice oturma temelinde kullanmaktan geri durmadı. Denedikçe ve iktidardaki konumunu pekiştirdikçe, Kürt sorununun çözümü konusunda teorik ve pratik olarak ciddi ve dürüst hiçbir hazırlığı, çabası ve inancı olmadığı halde, mal bulmuş mağribi misali sarıldığı ‘demokratik açılım’ sözcüklerini sakız gibi çiğnemeye devam etti. Kürt sorunu bu kapsamda daha da karmaşık bir hal aldı. Karşısında anlamlı ve onurlu bir barış ve demokratik çözüm şansını bulamazsa, bu sefer ‘varlığını koruma ve özgürlüğünü özgücüyle sağlama’yı esas alacağı topyekûn bir direnme ve özgür yaşam aşamasına girdi.”


SİYASET Mİ DEVRİMCİ HALK SAVAŞI MI?

PKK’nin çözümü demokratik ulus inşasında gördüğünü vurgulayan Öcalan, “Demokratik toplum olmadan sosyalizmin inşa edilemeyeceğini netçe yaşayan PKK, Kürt sorununun çözümünü demokratik ulus inşasında gördü. Şimdiki sorun kayması, bu amaca demokratik yasal siyasetle mi, yoksa topyekûn devrimci halk savaşımıyla mı varılacağına ilişkindir diyor.

PKK’nin, Kürt sorununun çözümünde yaşadığı tıkanmayı ulus-devlet iktidarını kapsamlı bir çözümlemeye tabi tutarak aşmaya çalıştığını belirten Öcalan, . PKK’nin ideolojik ve politik oluşumundaki reel sosyalist ulus-devlet etkisinin kendisini en çok devrimci halk savaşımının tırmandığı 15 Ağustos 1984 hamlesinde gösterdiğini ifade ediyor.

Kapitalizmin ulus-devlet handikabına alternatif bir proje sunan Öcalan, Kürt sorununa ilişkin temel çözüm ilkesinin demokratik ulus olduğunu ve bunun somut ifadesinin ise KCK olduğunu vurgulayarak, “Çıkardığım temel sonuç, sosyalistlerin ulus-devlet ilkesinin olamayacağı, ulusal soruna ilişkin temel çözüm ilkesinin demokratik ulus olması gerektiğidir. Bunun somuttaki ifadesi ise KCK deneyimidir” diyor.

Ulus-devletten arınan PKK’nin çözüm modelinin demokratik ulus olduğunu vurgulayan Öcalan, sosyalizmin ise kapitalizmi aştıkça alternatif olabileceğini belirterek, “Dönüşüm geçiren PKK’nin Kürt sorunu temelinde ulusal sorunlara getirdiği yeni çözüm modeli, her tür ulus-devletçilikten soyutlanmış, arınmış demokratik ulustur” ifadelerini kullanıyor.

ÇÖZÜM MODELİ: KCK

KCK’nin demokratik ulusun çözüm modeli ve pratikleştirmesinin ifadesi olduğuna vurgu yapan Öcalan, şu hususların altını çiziyor:

KCK, Kürt sorununda ulus-devletçilikten arınmış, sadece Kürtler için değil, tüm etnik ve ulusal topluluklar için geçerliliği olan demokratik ulus çözüm modeli olarak önerme ve pratikleştirmenin ifadesidir. KCK barışın ve çözümün yolunu kapitalist modernitenin üçlü sacayağını (ulus devlet, azami kâr ve endüstriyalizmi) terk etmekte ve ona karşı demokratik modernite unsurlarını (demokratik ulus, kârsız sosyal pazar ekonomisi ve ekolojik endüstri) alternatif kılmakta bulur.

DEMOKRATİK ÖZERK YÖNETİM

Öcalan, başta Türk ulus-devleti olmak üzere; İran, Irak ve Suriye ulus-devletlerinin ve hatta Kürt Federe Devletiyle, Kürt sorununda barışçıl ve siyasi yaklaşımla çözümün, ancak Kürt halkının demokratik ulus olma hakkını ve bu hakkın doğal sonucu olarak demokratik özerk yönetim statüsünü kabul etmeleriyle mümkün olduğunu vurguluyor. KCK’nin pozisyonunun, bu temelde barışa ve siyasi çözüme elverir durumda olduğunu belirten Öcalan, “Barış ve siyasi çözümün önündeki engel, bu devletlerin Kürtlere dayattıkları örtülü kültürel soykırım projesi, politikaları ve uygulamalarıdır” diyor.

BOP VE KÜRTLER

Küresel kapitalist hegemonyanın kültürel soykırımcı ulus-devletlere BOP kapsamında dayattığı çözümün iki yönlü geliştirilmeye çalışıldığını ifade eden Öcalan, birinci yön; Erbil merkezli Kürt federe ulus-devlet oluşumudur ve uzun vadeli ulus-devletçi çözümün ilk adımı olarak hayata geçirilmektedir. İkinci yön; Diyarbakır merkezli, ‘bireysel ve kültürel haklar’ temelli Kürt sorunu çözümüdür. AB ve ABD’nin özellikle AKP Hükümeti yoluyla hayata geçirmeye çalıştığı bu yol, dolaylı veya direkt olarak Erbil Federe Kürt Devletiyle bütünlük içinde yürütülmeye çalışılmaktadır” diyor. Öcalan, bu iki çıkış yolunun, PKK’den ve KCK somutunda demokratik siyaset çözümünden kurtulma ve onları tasfiye etmenin karşılığı olarak, kültürel soykırımcı ulus-devletlere dayatıldığını ifade ederek, halk desteğinden kopuk olduğu için, küresel kapitalist hegemonyanın dayattığı bu çözüm projesinin başarı şansının az olduğuna dikkat çekiyor.
Demokratik ulusal dönüşümlerinin Kürdistan’daki somut ifadesi olarak gördüğü KCK’yi Ortadoğu’daki demokratik modernite çözümünün yolu olduğunu ifade eden Öcalan, Kürdistan’ın daha şimdiden bir bakıma 21. yüzyılda devrimin ve karşıdevrimin odağı durumuna geldiğini söylüyor. Öcalan, demokratik ulusal dönüşümlerin Kürdistan’daki somut ifadesi olarak KCK’nin, Ortadoğu’daki demokratik modernite çözümünün yolunu aydınlattığını vurguluyor.

YA ANAYASAL YA DA DEVRİMCİ ÇÖZÜM

Çözümün artık kendini dayattığı bir aşamaya geldiğine işaret eden Öcalan, ya anayasal bir çözümün gelişeceğini ya da KCK’nin tek taraflı ve devrimci tarzda kendi demokratik otoritesini inşa etme ve savunma yoluna gideceğini belirtiyor. Günümüzde KCK çözümünün yol ağzında olduğunu ifade eden Öcalan, şunları kaydediyor:

“Ya sorunların barış ve demokratik siyaset yoluyla çözümü demokratik anayasa yöntemiyle geçekleştirilecektir. Ülkelerin hem devlet, hem de ulus olarak bütünlüğünü mümkün kılan bu çözüm radikal demokratik dönüşümleri gerektirmektedir. Ya da eğer öncelikle arzu edilen bu yol ısrarla engellenirse, geriye KCK’nin tek taraflı ve devrimci tarzda kendi demokratik otoritesini inşa etme ve savunma yolu kalacaktır. Bu yolda başarıyla yürümenin birçok unsuru mevcuttur. Otuz yılı aşkın bir tecrübeye sahip olan PKK’nin ideolojik ve politik kılavuzluğu, halkın devrimci savaşımla denenmiş güçlü desteği, özsavunmayı her alanda yapabilecek askeri gücü, geniş iç ve dış ilişki ağları KCK’nin demokratik ulusu inşa etmesine, yönetmesine ve korumasına imkân vermektedir. Bu yol bir daha eskiden yaşanan tıkanmaya uğramayacaktır. Devlet ulusçuluğunu değil demokratik ulusu hedeflediğinden, her zaman çözüm ve barış yanlısı, ulus-devlet güçleriyle diyalog ve müzakereye açık olduğu gibi, bunda başarılı olmazsa kendi asli yolunda özgüçleriyle demokratik ulusu başarıyla inşa etmeyi sürdürecek, yönetmesini ve korumasını bilecektir.”
ANF NEWS AGENCY