8 Şubat 2012 Çarşamba

‘Dindar Nesil’ ve Devlet Dini

Cumhuriyet „Türk/İslam Sentezi“ üzerine kuruldu. „Türk/İslamcılık“, „Dindarlık“ demektir. „Dindarlık ise „Tekçilik“ demektir. Yani „Türk“ dışındaki etnik kimlikleri, „İslam“ dışındaki inançsal kimlikleri inkar etmek anlamına gelir. 

Başbakan „Dindar gençlik/nesil yetiştirmek istiyoruz“ dedi, bundan dolayı bir tartışmadır aldı başını gidiyor. Sanki bu kavram bu gün söylenmiş, Başbakan Tayyip Erdoğan’a mahsusmuş gibi ayyuka çıkan bir tartışma yapılıyor! 

„Dindar Gençlik“
yetiştirme fikri cumhuriyet ile yaşıt, „Kemalist“ bir söylemdir. Yalnız burada ilginç olan şudur ki ifade edilen „Dindarlık“ kavramı „İslam Dini“ değildir. Peki nedir o zaman? Devlet dinidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu zihniyeti İttihat ve Terakki döneminden başlayarak bir devlet dini ihdas etmiştir. Mayası pozitivizm olan „Devlet Dininin“ meşruiyeti de „Laikliktir!“ „Devlet Dini“ İttihat ve Terakki ile Hürriyet ve İtilaf’çıların üzerinde uzlaştıkları bir formüldür. Zira „Kemalizm“ de büyük oranda bu formül üzerine bina edilmiştir. Bundandır ki „Dindarlık“ söz konusu olduğunda CHP ve AKP yarışa girerler. Çünkü CHP „Sol Kemalist“ AKP de „Sağ Kemalist’tir.“ Diyanet İşleri Başkanlığı, Tekke ve Zaviyeler Kanunu, İmam Hatip Liseleri, İlahiyat Fakülteleri vb. kuruluş süreçlerini inceleyiniz bunların kurucusu CHP, geliştiricisi AKP zihniyetidir. CHP ve AKP „Türk/İslamcılık“ zihniyetinde, tekçilik ve inkarcılıkta hiç kuşkusuz aynı politikayı benimserler. 

Trakya, Anadolu ve Mezopotamya halklarını Türk/İslamlık ile harmanlayıp „Türk Ulus“ devletini oluşturan siyasal anlayış „Devlet Dinini“ Osmanlı’dan, Osmanlı da Emevi zihniyetinden devraldı. İlk önce Emeviler Muhammet Mustafa’nın İslam Dini’ni „Devlet Dini“ haline getirdiler. Kerbela’da İmam Hüseyin ve yarenleri katledildiği zaman „Son engel“ de ortadan kaldırılmış ve Ebu Süfyan’dan, Muaviye’ye ondan da Yezit’e miras kalan dava „Nihai zaferine ulaşmıştı!“ Artık ortada „İslamiyet“ değil „Devlet Dini“ vardı. Kerbela Katliamından bu yana, İslam olduğunu iddia eden her devlet „Muaviye perspektifinden“ ders çıkararak kendine mahsus bir devlet dini oluşturdu. 

İslam Dini gibi gösterilen „Devlet Dini“nin kendi kutsalları vardı. Birinci kutsal „Zengin ve eşraftan olmaktı.“ Diğer önde gelen kutsallar ise devletin kendisi, kurumları, ordu vb… idi. Başbakanın kendisi de bu anlayışla yetişti. Cumhuriyet tarihindeki eğitim programlarını, bu programları yöneten ve yürüten bakanları ve bürokratları araştırınız „Türküm, dinim cinsim uludur!“ 
zihniyetinden başka bir şey bulamazsınız. „Türküm, dinim cinsim uludur!“ zihniyetinin zirvesi ise 12 Eylül 1980 askeri darbesidir. 12 Eylül zihniyeti ve Kenan Evren de „Dindar nesiller yetiştirmeyi“ birinci vazife bildi. Bu nedenle din derslerini 1982 Anayasası ile „Zorunlu“ hale getirdi. AKP iktidarı aynı zihniyeti ısrarla sürdürüyor. AİHM Hasan Zengin adlı Alevi yurttaşımızın başvurusu üzerine „Din dersleri zorunlu olamaz“ kararı verdiği halde gerekli değişikliği yapmıyor. 

Şimdi bir grup „Liberal aydın(!)“ çıkmış kelime oyunları ile siyaset kurnazlığı ile „AKP’nin farklı olduğunu“ ve „Statükoyu yıkacağını“ söylüyor. AKP neden kendi varlık gerekçesini ortadan kaldırsın ki??? 2004/2005 Öğretim yılında „Değiştirilen“ Milli Eğitim programı için Sol Kemalistler bildik reflekslerle bazı eleştiriler yapınca dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik „Bayrak Direği Modeli“ tanımlaması yapmıştı. Bu tanımlama ile Sol Kemalistlere „Siz boşuna kaygılanıyorsunuz. Bizim programımızın temeli Türk/İslamcılıktır. Bayrak direğinin kökünde Türk/İslamcılık var. Varsın direğin tepesi sallansın, kökü sağlam olduktan sonra!“ demişti. 

Dindar gençlik yetiştirmeyelim de tinerci gençlik mi yetiştirelim?“ diyerek demogojik söylemler kullanan başbakan „Gençlik hem dindar hem de çağdaş olamaz mı?“ diyor. Buradaki „Dindarlık“ AKP, „Çağdaşlık“ da CHP hülyasıdır. „Dindar/çağdaşlık“ eşittir „Türk/İslamcılık.“ 

Şu „Çağdaş ve dindar“ laflarını hiç sevmem. Bırakın kelime oyunlarını! Türkiye’de insanlar kendine ait etnik, inançsal, kültürel değerler ile bir başka etnik, inançsal ve kültürel değeri anlayıp saygı duyabiliyor mu?.. Eğer bu söylediğim bir toplumsal yaşam biçimi olarak benimsenememiş ise bunu sağlamanın yolu „Dindar nesil yetiştirmek“ değildir. „Dindar nesil yetiştirme“ fikri yüz yıl önce söylenen „Türkleşmek, İslamlaşmak, Muassırlaşmak“ fikrinin tekrarıdır. Bu fikir Türkiye’de asimilasyon, zulüm ve katliamların sebebi oldu. Türkiye halkları bu fikrin devlet eliyle uygulanmasından dolayı yüz yıl kaybetti. Şimdi yeni bir yüz yıl kurgulanırken çözüm olabilecek „Türkleşmek, İslamlaşmak, Muassırlaşmak“ „Dindar nesil yetiştirmek“ yerine çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı Türkiye’de eşit yurttaşlıktır… 

NOT: Sağlık sorunlarım nedeniyle bir süre yazmadım. Bir aydan bu yana devam eden ameliyat vb. tedavilerim nedeniyle bizzat ziyaretime gelen ve telefonla arayarak geçmiş olsun dileğinde bulunan can dostlarıma teşekkür ederim.

KEMAL BÜLBÜL
kemalbulbul44@hotmail.com

Suriye 49 Türk İstihbaratçıyı Tutukladı İddiası

Beyrut - Suriye’de gizli bir şekilde faaliyet yürüten 49 Türk istihbaratçısının tutuklandığı ve bunların serbest bırakılması için Türkiye ile Suriye arasında müzakereler yapıldığı iddia edildi.

Lübnan'da yayınlanan L'Orient Le Jour gazetesinin Şam FM Radyosu'na dayandırdığı habere göre Türkiye ile Suriye, ülkede gizli bir şekilde faaliyet yürüttükleri sırada gözaltına alınarak tutuklanan 49 Türk istihbaratçısının serbest bırakılması için müzakereler yürütüyor.

Radyo'nun 7 Şubat’ta şunları ifade ettiği belirtildi: "Suriye bunların serbest bırakılması için üç koşul öne sürdü: Türk subaylara karşılık Türkiye topraklarında bulunan Özgür Suriye Ordusu üyelerinin teslimi, Türkiye’nin Özgür Suriye Ordusu unsurlarının Türkiye topraklarından Suriye’ye sızmasına son vermesi ve bu ordunun üyelerini eğitmeye son vermesi."

Şam yönetiminin ayrıca iki taraf arasında yapılacak anlaşmaya İran’ın da tanık olmasını istediği vurgulandı.

ANF NEWS AGENCY

AKP’nin Stratejik Hamleleri Çöküyor

Cahit Mervan


Tayyip Erdoğan’ın başında bulunduğu AKP hükümeti tüm yedeklerini cepheye sürmesine rağmen, Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne karşı yürüttüğü tasfiye savaşında bir türlü zafer ilan edemiyor. Yaptığı tüm hamleler birer birer çöküyor. AKP Kürtlere karşı zafer kazanmak için, yaptığı her başarısız hamleden sonra tekrardan başa dönüyor.

Ancak ilk baştaki enerjisini, gücünü, savaş kabiliyetini ve yedeklerini biraz daha kaybederek işe koyuluyor. AKP rejimi Kürtler karşısında sonuç alamayınca kendisini zaman içinde sıkışmış hissediyor. Bundan dolayı daha çok saldırgan ve hırçın oluyor. Faşist karakteri her gün biraz daha açığa çıkıyor. Aslına rücü ediyor.

Bunun için Erdoğan kabinesinin en ‘demokrat’ ve en gözü yaşlı bakanı Bülent Arınç, 1930’lı yılların Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt çizgisinde olduğunu ‘Kürtçe medeni bir dil değildir’ diyerek ilan ediyor.

TC’NİN 20. YÜZYIL PARADİGMASI SAHNEDE

Ve bu nedenle en son AKP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli, tam da TC’nin 20. yüzyıl paradigmasına uygun olarak, kamuoyunun hiçte yabancısı olmadığı bir ‘iç ve dış düşman’ tanımı yapıyor.

‘Türkiye'de kaos, korku, kriz yaratmak isteyenler’ arasında ABD’li ünlü yazar Paul Auster, Fransa devlet başkanı Nicolas Sarkozy, Almanya Başbakanı Angela Merkel, PKK lideri Abdullah Öcalan, İsrail eski devlet başkanı Schimon Peres, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve BDP eş başkanı Selehattin Demirtaş’ın isimlerini zikrediyor.

Tabi Gedikli’nin bu açıklamaları rejimin nasıl bir paranoya içinde olduğunun da somut bir göstergesidir. Türk devletinin 20. yüzyılda bir pranga gibi boynunda taşıdığı ‘bölünme ve parçalanma’ paranoyası, AKP rejimiyle tekrardan diriltildi. Kısacası Ergenekon’u tasfiye ettiği söylenen AKP, kendisi Ergenekonlaştı. AKP tanıdığımız, bildiğimiz ırkçı-militarist tipik bir devlet partisi haline geldi.

Daha da ötesi AKP hiçbir sorunu çözmedi, çözmek istemedi. Tehlikeli bir şekilde her konuda ‘çözüm fikrini’ bir tüccar gibi pazarladı. Çözüme en yakın duran sorunları dahi çözümsüz bıraktı. Bu nedenle, rejimin Kürdistan Özgürlük Hareketi‘ne karşı yaptığı hamleler sonuç alıcı olamadı. Çözülen, tükenen, eriyen Kürt hareketi değil, rejimin kendisi oldu. AKP, Kürdistan’da hızla klasik sömürgeci-ırkçı bir parti haline geldi. O, Kürdistan’da bir yaban otuna dönüştü.

Kürtlerle AKP arasındaki köprüler birer birer yıkılmaya, çökmeye başladı. Son kalan köprünün bir ayağını başbakan yardımcısı Arınç, Kürtçeyi alenen aşağılamasıyla yıktı. Diğer ayağını ise Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne ‘alternatif’ olarak düşünülen ‘tek kişilik örgüt liderlerinin’( Kemal Burkay) açıktan ‘Türk tezlerine’ angaje olmaları ve hızla itirafçı olmaları çökertti.

AKP’NİN SON AKILSIZ HAMLELERİ

Bu nedenle sadece ‘içerdeki’ gelişmeler değil, Ortadoğu’daki gelişmeler de Kürtler ve Ankara arasında sil baştan eşit ve karşılıklı güvene dayalı, herkesin hak ve hukukunun gözetildiği, güvence altına alındığı yeni bir ilişkiyi, yeni bir konsensüsü zorunlu kılıyor.

Ancak AKP rejimi sadece ‘içte’ değil, bütün bir bölgeyi içine alabilecek şekilde yeni bir Kürt-Türk savaşının fitilini ateşlemek üzere akılsız hamlelere hazırlanıyor. Daha doğrusu yarım bıraktığı hamleleri tamamlamak istiyor.

PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecrittin devam ettirilmesi ve bu tehlikeli işe yasal kılıf bulma girişimi bu hamlenin ilk ayağını, Kürtler arası çelişki ve çatışma çıkarmak, Federal Kürdistan Yönetimi ile PKK’yi karşı karşıya getirmek, mümkünse kardeş kanı dökmek bu hamlenin ikinci ayağını oluşturuyor.

Hükümet kalıcı bir barış ve çözüm için terk ettiği müzakere masasına geri döneceğine, sorunun çözümü için söz ve karar sahibi muhatapları devre dışı bırakmak için, daha tehlikeli bir yol izliyor. Öcalan üzerinde ağır bir tecrit uygulayarak bükemediği, eğemediği eli sıkacağına, Kürtlerin uzattığı çözüm ve barış elini son bir hamleyle koparmak istiyor. Yıllar önce çöken, sahiplerini tüketen ve sıfır başarı şansı olan ‘Öcalan’sız çözüm’ modelini bir kez daha denemek istiyor.

Ankara rejimi diğer taraftan PKK’’yi izole edebilecek, onsuz bir ‘çözümün’ kapılarını aralayacak askeri-siyasi ve diplomatik dümenler çeviriyor. Hewler üzerinde baskıyı artırarak toplanacak olası bir Kürdistan Ulusal Kongresi’nin bileşenleri ve sonuçlarıyla kendi lehinde olmasını istiyor. PKK’nin olmadığı ve onun mahkum edildiği bir konferans için çalışıyor.

Bilindiği gibi Kürt siyasetinin sömürgeci rejimin Kürdistan’daki ‘son partisi’ AKP’ye karşı ezici üstünlük sağladığı 29 Mart 2009 yerel seçimleri öncesi de Kürdistan Ulusal Konferansı’na ilişkin bir hayli iddia gündeme gelmişti. Tıpkı bugün olduğu gibi kongrenin ne zaman toplanacağı, gündeminin ne olacağı, hatta alacağı kararlar yazılıp-çizilmiş, mesele Ankara rejimi tarafından tatlıya bağlanacağı belirtilmişti.

Ama olmadı. Ankara’nın Kürdistan siyasetinde ‘alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete’ numarası tutmadı.

Halbuki tıpkı bugün olduğu gibi, Erdoğan’ın konuşma metinlerinin yazarı ‘Yasin Doğan’ kod adlı elaman başta olmak üzere ‘derin’ analiz yapanlar toz pembe bir tablo çizmişlerdi. Onlara göre PKK bitti, bitecekti. Hatta bu bitişin ilanını ise toplanacak Kürdistan Ulusal Kongresi yapacaktı.

Hesap şöyle yapılmıştı;

Bir: DTP seçimde ağır bir yenilgi alacaktı. 

İki: AKP rejiminin şimdi daha çok ‘camdan bir karakol’ olduğu anlaşılan TRT6 gibi beş kuruş etmez sözde ‘açılımlarıyla’ Kürtler Özgürlük hareketini terk edecek ve PKK kitlesel gücünü kaybedecekti. 

Üç: TC ile Federal Kürdistan bölgesi arasında ‘köprüyü geçene kadar’ iyi ilişkiler geliştirilecek. PKK kuşatmaya alınacak ve yalnızlığa itilecekti. 

Dört: Ankara’nın teslimiyet politikasının sonuç vermesi için uluslararası baskılar artırılacaktı.

AKP’NİN DERİN AKLI SINIFTA KALDI


Ancak süreç AKP’nin ‘derin aklı’ için tam bir fiyasko ile sonuçlandı. DTP seçimlerden başarı ile çıktı. Gücünü ikiye katladı. Bu sömürgeci Ankara rejiminin tasfiye politikası açısından ağır bir yenilgiydi.

Kürdistan Ulusal Kongresi’nin toplanması için ‘öncülük’ eden, hatta gündemini, ve toplanmamış bir konferansın kararlarını ‘yayımlayan’ Türkiye, bu seçim yenilgisinden sonra bir anda konferansı unutuverdi. Sanki böyle bir konu hiç konuşulmamış gibi davrandı. Daha da ötesi bu koşullarda bir Kürdistan Kongresi’nin toplanmasına karşı olduğunu, engelleyeceğini Federal Kürdistan yönetimine bildirdi. Toplanmasını el altından engelledi.

Çünkü Ankara rejiminin derdi başkaydı. Toplanacak olan konferans ‘PKK’siz olmalıydı ve her halükarda PKK’nin tavsiyesini amaçlamalıydı. Şimdi Ankara üç yıl önce çöken bu projeyi tekrardan diriltme çabası içinde. Ama mümkün değil.

PKK’nin içinde olmadığı bir Kürdistan Kongresi ne toplana bilir, ne de AKP rejiminin ‘önerilerine’ uygun kararlar alabilir. Çünkü Kürtler arası ilişkiler geçmiş birkaç yılın aksine, daha stratejik hedeflere oturdu. Suriye’deki gelişmeler, Irak’ın parçalanmasının gündemde oluşu, Federal Kürdistan’ın bağımsızlığın eşiğine gelmesi ve Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin bunca ağır saldırı ve tasfiye politikalarına karşı akıl almaz müthiş direnişi ve özerklik ilanı bu stratejik ilişkilerin yeni parametrelerini oluşturuyor.

AKP’nin iki ayaklı bu son hamlesi de kaçınılmaz bir çöküş yaşayacaktır. Erdoğan’ın ‘derin aklı' hem Öcalan’ın rolünü, PKK’nin gücünü ve onu var eden nesnel koşulları, hem de bütün Kürdistan parçalarındaki Kürtlerin her gün biraz daha iç içe geçen ortak stratejik çıkarlarını ve ilişkilerini yanlış okuyor. Hesaplarını ve hamlelerini bu yanlış okuma üzerine kuruyor. Ve AKP aptallığın en büyük kanıtı olan şeyi, yani aynı şeyi defalarca yapıp farklı bir sonuç almayı ummaktadır.

ANF NEWS AGENCY