5 Ocak 2012 Perşembe

İlker Başbuğ'a 'Terör Örgütü Yöneticiliği'nden Tutuklama Talebi

İstanbul - Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ savcılık soruşturmasından sonra ''terör örgütü yöneticiliği'' suçlamasıyla tutuklunma talebiyle nöbetçi mahkemeye sevk edildi.

Yoğun güvenlik önlemleri altında Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne gelen Başbuğ, yaklaşık 7 saat boyunca Özel Yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcısı Cihan Kansız’a ifade verdi.
Savcı Kansız, akşam saatlerinde Başbuğ’u tutuklanması talebiyle İstanbul Nöbetçi 12. Ağır Ceza Mahkemesine sevk etti.

Başbuğ'la ilgili yargı sürecinin hızlı olacağı, iddianame hazırlığının da kısa süreceği belirtiliyor.

Başbuğun, Yüce Divan da değil sivil mahkemede yargılanacağı da gelen bilgiler arasında.

Başbuğ ile ilgili süreç 2009'da başlamıştı. 21 Nisan'da Poyrazköy'de Bedrettin Dalan'ın arazisinde başlayan kazılarda 15'i dolu 22 LAW silahı bulunmuştu. Yaklaşık 1 hafta sonra basının karşısına geçen Başbuğ, "Bunlar silah değil, boru"!!! demişti.

Bu açıklamadan iki ay sonra da 'Kaos Planı'nı 'kağıt parçası' olarak nitelendiren Başbuğ’u asıl soruşturma sürecine getiren 'İnternet Andıcı'nın Türk ordusundaki komuta kademesi talimatıyla hazırlanıp eyleme dökülmesi oldu.

Kasım 2009'da bir ihbar mektubu eki olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilen 1 Nisan 2009 tarihli 'İnternet Andıcı' ile ilgili başlatılan soruşturma Temmuz 2011 yılında davaya dönüştü.

ANF NEWS AGENCY

Yunanistan Türkiye'den 47 Milyon Euro Tazminat İsteyecek!

Haber Merkezi - Türkiye’nin eski başbakanlarından Mesut Yılmaz’ın orman yangınlarının misilleme olarak yapıldığı yönündeki açıklaması ardından harekete geçen Yunanistan’ın Türiye’den 47 milyon euro tazminat istemeye hazırlandığı ifade ediliyor.

Milliyet gazetesine göre Yunanistan'ın başkenti Atina'nın kuzeyindeki Pendeli Belediyesi Türkiye’den 46 milyon 587 bin 500 euro tazminat istemeye karar verdi.

Ülkenin batısındaki Ilia bölgesi ve Zaharo Belediyesi geçen hafta Türkiye’ye karşı suç duyurusunda bulunacağını açıklarken, Rodos Adası Belediyesi'nin de önümüzdeki günlerde benzer şekilde Türkiye’ye karşı yasal atak başlatacağı ifade edildi.

Zaharo Belediyesi Mora Yarımadası’nda bulunuyor. 2007 yılında meydana gelen yangında, Zaharo bölgesinde 36 kişi hayatını kaybetmişti.

Mesut Yılmaz, Aralık ayında Birgün gazetesine verdiği demecinde, Susurluk raporuna ilişkin olarak, "Devlet sırrı dışındaki tüm bilgiler raporda var. Devlet sırrı olanlar Azerbaycan’da darbe girişimi, Yunanistan’a orman misillemesi gibi konular" ifadelerini kullanmış ancak daha sonra yanlış anlaşıldığını söylemişti. Yılmaz, "Yunanistan'daki değil Türkiye'deki yangınları kastettiğini" söylemişti.

Ancak 2005 yılında Doğan Yayıncılık tarafından yayınlanan “Şu Benim Gazetecilik. Yaşadıklarım" isimli kitabının “Kahraman” başlığı altındaki bölümde Emin Çölaşan, Yunanistan’daki yangınlara ilişkin çarpıcı bilgiler veriyordu. Türkmen kökenli “Sabah Ketene” kodlu bir MİT ajanın PKK ile mücadele adı altında yaptığı kirli işleri överek anlatan Çölaşan, Güney Kürdistan’ın Hewler kentindeki bir bombalamayı da bu ekibin yaptığını yazıyordu.

2006 yılında Kerkük’te öldürüldüğü iddia edilen ‘Sabah Ketene’ Yunanistan’daki yangınların nasıl çıkarıldığını şöyle anlatıyordu:

“Malzemeleri ayrıca gönderip o ülkeye geçtik. Onların turistik yörelerinde birkaç bomba patlattık, oraları da derhal boşaldı. Onların başkentinde, metronun önünde bir patlama oldu ve halk paniğe kapıldı. Sonra dikkat ettiyseniz, o ülkede de çok büyük orman yangınları çıktı. Güzelim ormanlarına yazık oldu. Ama bizi sabote eden yakınımızdaki ülke pabucun pahalı olduğunu ve ne ekerse onu biçeceğini görmüş oldu.”

ANF NEWS AGENCY

Ahmet Şık: Kitabımı Yanımda Getirmedim Patlar, Matlar...

İstanbul - Oda TV davasının sekizinci duruşmasında Coşkun Musluk ve Sait Çakır'ın ardından Ahmet Şık savunmasını yaptı. Ahmet Şık, savunmasına başlarken iddianameyi "Kitabımı yanımda getirmedim patlar, matlar" sözleriyle eleştirdi.

Bianet’in salonundan geçilen tweet'lerden derdiği habere göre 16. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 22 Kasım 2011'de görülen ilk duruşma sonucunda sanıkları reddi hakim talebini değerlendirmek üzere bir sonraki duruşmayı 26 Aralık'a erteleyen mahkeme, ilk olarak Yalçın Küçük'ün savunmasını aldı. Ardından savunmalarını veren Soner Yalçın, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan'ın ardından bugün Coşkun Musluk, Sait Çakır ve Ahmet Şık savunma yaptı.

İlk olarak söz alan Coşkun Musluk, dün akşam yarım kalan savunmasını tamamladı. Coşkun Musluk, mesleki faaliyetlerinden dolayı suçlandığını ifade ederek ''Gazetecilik ve sosyal hayatımla ilgili telefon görüşmelerim iddianameye konulmuş. Bu görüşmelerim nedeniyle terör örgütü üyesi olmakla suçlanıyorum'' dedi.

Dava iddianamesinin kabul edilmesinin AKP karşıtı herkesi tehdit altında bıraktığının ifade eden Musluk, Oda TV davasını Cemaatin dışında kimse tarafından savunulmadığını söyledi.
Musluk'un ardından söz alan Sait Çakır ise yargılanan hiç kimsenin Ergenekon örgütüne aidat ödediğine dair makbuz olmadığını, hiç kimsenin kod adı da olmadığını belirterek 134 sayfalık iddianamenin 130. sayfasına kadar isminin geçmediğini söyledi.

İddianamede var olmasının tek nedeninin Yalçın Küçük'e bulaşmak olduğunu söyleyen Çakır, Küçük'le ilişkisinin hoca-öğrenci ilişkisinden ibaret olduğunu ifade etti. Küçük'ün kitaplarını yayınlayan yayınevinin editörü olduğunu ve kitapların ilk sayfasında adının geçmesinin yasal bir şey olduğunu söyleyen Çakır, iddianameyi hazırlayan savcının çok az çalıştığını düşündüğünü sözlerine ekledi.

"KİTABI GETİRMEDİM, PATLAR MATLAR..."

Savunma yapmak için kürsüye gelen Ahmet Şık, tutuklanmasına gerekçe olarak gösterilen kitabı beraberinde getirmediğini söyleyerek "Patlar falan, başımıza bir iş gelmesin" dedi.

Soruşturmanın omurgasını mail ve telefon konuşmaları ile haber ve yorumların oluşturduğunu söyleyen Şık, iddianamede suç delili kabul edilen 251 haberden 84 tanesinin başka yerlerde yayınlanmış alıntılar olduğuna dikkat çekti.

İddianameye delil olarak konulan belgelerin çoğunun günlük gazetelerde yer alan haberler olduğuna dikkat çeken Ahmet Şık içeri alınma nedenlerinin gazetecilik faaliyetleri olmadığının söylendiğini hatırlatarak "Peki bunlar ne?" diye sordu.

"Bu kadar ciddiyetten uzak bir iddianame görmedim" diyen Şık savunmasına şöyle devam etti:

11 kişi 11. ayımıza girdik ve ben hala neyle suçlandığımızı bilmiyorum. Ortada suç sayılabilecek bir durum yok.

Deniz Feneri davasındaki insanlar, tutukluluk ceza halini alacak denilerek iki ay sonra tahliye edildiklerinde ben tahliyeler için bravo dedim.

Ankara'da faili meçhullerle ilgili bir soruşturma yürüyor. Bir katil kimi nasıl öldürdüğünü anlatıyor. Konuşan kişi bir katil değil, o kanlı canlı bir katil. Katil anlatıyor, gözaltına alınanlar soruşturuluyor, sonra bırakılıyor, soruşturma savsaklanıyor. Ben burada böylesi bir iddianameyle 11 aydır tutuklu tutuluyorum.

Ben cani, katil veya Deniz Feneri sanığı değilim bu sebeple 11 aydır tutukluyum. Durum ortadadır ve ben sizden tahliye de talep etmiyorum. Gazetecilik yaptığım için buradayım.

Gazeteci görmeyeni gözü duymayanın kulağı konuşamayanın sesidir. Bu düsturdan hiç şaşmadım. Bu yüzden 11 aydır içerdeyim.


‘KİTABI HERKES BİLİYORDU’


Kendisine yöneltilen iddiaları ciddiye almadığını, ancak susmak değil söylemek mecburiyetinde olunan günlerden geçildiğini söyleyen Ahmet Şık, iddianameye göre kendisinin Ergenekon üyesi olmamakla birlikte örgütün talimatıyla kitap yazdığının ileri sürüldüğünü söyledi.

Malum medyaya servis edilen delillerin polis andıçlarından ibaret olduğunu ifade eden Şık, delillerin tamamının düzmece olduğunu belirtti ve ekledi:

Bugüne kadar yazdıklarımın içeriğine ve sosyalist kimliğime bakılırsa bu iddiaların düzmece olduğu anlaşılır. Benim bu kapsamda bir kitap yazdığımı söylemek için akıl körü olmak lazım.

Hakkımda hiçbir şey bilinmiyorsa bile Google var. Ona bakılır. Bu nasıl bir mantıktır?


Polis teşkilatında yaşananların bu tür davalarla ilişkisini anlatmaya çalıştım, bu nedenle bu davadayım.

Nedim veya Soner Yalçın'ın bana talimat verdiğine dair belge var mı? Yok. Kırıntısı yok.

Derin devlet örgütü vardır ve adı kontrgerilladır, Ergenekon değildir. Bu örgüt Türkiye'nin kanlı tarihini yazmıştır. 1950'lerden beri karda yürüyüp izini belli etmeyen, devletin tüm kurumlarıyla izlerini sildiği örgüt, iddianamedeki gibi çalışabilir mi?

Herkesi bu Ergenekon torbasına doldurdular. Ne olduğunu bilmediğim nihai hedefleri için dikensiz gül bahçesi yarattılar.

Bütün arkadaşlarım, avukatlar eş dostun bildiği bir kitap nasıl örgüt dokumanı olur. Burada gazeteci değil gazetecilik yargılanıyor. Bu dava salt ifade özgürlüğü davası değil, toplumun bilgiye ulaşmasının engellenmesi davasıdır da... Bize "Bizim istemediğimiz konularda yazamazsınız" diyorlar. Bu rejimin adı demokrasi mi, yoksa korku diktatörlüğü mü?

Kitap şekillenince editörler, arkadaşlarım ve avukatlarla bu kadar paylaştığım kitabı nasıl başka isimle çıkartayım? Bu nasıl iddia? Ama bu iddia nedeniyle 11 aydır tutukluyum.

‘BİLİRKİŞİ İMAMIN ORDUSU’

Kitapları bombaya benzetenler, davaları Türkiye'nin tanıtım malzemesi görenler bile sustu artık. Umarım bu suskunluk hicap duygusundandır.

Türkiye yargısı her dönem müesses düzenin emrindedir. Ortada bir hukuk katliamı vardır. Bir çok benzemez bir araya getirilmiştir bu iddianamede.

İddianamenin cezalandırılmam istenen kısmında 74 cümle kullanılmış ve içinde 10 kere "iddia edilen" denmiştir.

Kitabın konusuna dahil olduğu çok açık olan polisler, kitabımla ilgili bilirkişilik yapmışlardır. Yani "imamın ordusu" bilirkişi olmuştur.

Polis inceleme tutanağının kendisi bir örgüt dokumanıdır. Yapmanız gereken beni yargılamak değil, bu komployu ortaya koymaktır. Bu tur hukuksuzluklar, demokratik ülkelerde değil, faşist diktatörlüklerde olur. Benim suçsuz olduğumu siz dahil herkes biliyor.

Derin devlet yöntemleri halen iktidarda. Sadece sahipleri değişti. Bu yeni Ergenekon'la da mücadele edeceğim. Tarihte hesabı sorulmamış hiçbir suç kalmamıştır. Bunun da hesabı sorulacak.’’

ANF NEWS AGENCY

İdris Naim Şahin’den ‘Sen Görürsün, Haledecem Seni’ Tehdidi

Ankara - Şırnak’ın Roboski köyünde 35 sivilin katledilmesiyle ilgili Meclis Genel Kurulunda yapılan tartışmalarda İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in BDP’li vekilleri tehdit eden sözleri damgasını vurdu. Bakan Şahin, BDP’li Özdal Üçer’e ‘‘Sen görürsün, ben seni haledecem’’ diyerek tehdit etti. AKP’li Mehmet Metiner ise Sırrı Süreyya Önder’e ağır hakaretlerde bulundu.

TOKİ’nin, kamuda eşit işe eşit ücret uygulamasını içeren 375 sayılı KHK kapsamından çıkarılmasını öngören kanun teklifi TBMM Genel Kurulu’nda görüşüldü. Görüşmeler sırasında söz alan BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan, kürsüye gelerek Roboski’de öldürülen 35 gencin ismini saydı. Ölenlerden 28 kişinin aynı aileden olduğunu söyleyen Kaplan, “İçişleri Bakanı’na soruyorum; 28 canı toprağa veren aynı aileden 8 kişiyi gözaltına alıyorsunuz. Aynı aileden 60’a yakın kişi de gözaltına alınmaya çalışıldı. Ne yapmak istiyorsunuz? Bu çocukların isimlerini rüyanıza girene kadar burada okuyacağım. Bu kürsüde kabusunuz olacağım. Onların resimlerini getireceğim” dedi.

BAKAN ŞAHİN’DEN TEHLİKELİ SÖZLER


Daha sonra kürsüye gelen Bakan Şahin ise BDP sıralarına dönerek, “Kürsüye çıkıp öldürmekten, inerken vurmaktan, dururken tutuklamaktan, cümlelerini kurarken kandan, ölümden bahsetmeden duramayan, hayatı kan ve ölüm üzerine, düşüncesi kin, kan ve bölme üzerine inşa edilmiş milletvekilleri var. Bu ülke o kadar özgür bir ülke bu ülkedeki özgürlüklerden yararlanarak kanı, kini, ölümü kendisine şiar edinmiş, diline pelesenk edinmiş, söylemekten yorulmayan ve utanmayan, gerçekleri saptıran, ne derse tersi doğru olan” dedi.

ŞAHİN TEHDİT ETTİ

Konuşmasında Şahin, Kaplan’ın itirazları üzerine, “Susarsan, sus oradan, sus, konuşma. Konuşamazsın. Hesap vermesi gereken sensin, senin gibiler, hesap vermesi gerekenler. Bu Meclis sizi dinledi, sizin iğrenç iftiralarınızı dinledi, iğrenç hareketlerinize tahammül ediyor bu devlet bu millet. Oradaki ölümü anlamak için bölücü terör örgütünü iyi anlamak lazım. Oradaki ölümün bir adım ötesi bölücü terör örgütüdür. Oradaki ölümün bir adımın ötesi Kandil’dir. Kandil’de dili kanlı insanlar vardır, kan vardır. Kandil’i bilmek lazım. Bana şunun hesabını verin. Cenazeleri istismar ederek, ölümün üzerinden istismar yaparak üzerine örttüğünüz o bez parçasının hesabını ver bakayım bana, o lanet işaretlerin” dedi.

İçişleri Bakanı’nın konuşmasının ardından Hasip Kaplan, “İğrenç kelimesi kabul edilemez” diyerek sataşma gerekçesiyle söz isterken Meclis Başkanvekili Mehmet Sağlam oturuma ara verdi.

‘BEN SENİ HALEDECEM’


Bu sırada BDP’li Van Milletvekili Özdal Üçer, Şahin’e “İğrenç ve ahlaksız sözünü sana iade ediyorum” diye bağırdı. Şahin’in dönüp ‘’Sen görürsün, beni seni haledecem’’ sözleri üzerine Uçer, “Beni tehdit edemezsin, JİTEM’i mi getireceksin, yargısız infaz mı yapacaksın” diye bağırarak ayağa kalktı. Uçer, Kaplan tarafından zorlukla Genel Kurul salonundan çıkartıldı. Uçer Meclis kulisinde İçişleri Bakanı Şahin’in kendisini tehdit ettiğini belirterek, “Beni tehdit etti. ‘Sen görürsün, ben seni halledecem’ diyerek beni tehdit etti” dedi.

Ardından, BDP’nin özür talebi üzerine söz verilen Bakan Şahin ağır ifadelere devam ederek, “Utanma arlanma duygunuz yoktur. Siz tehdit ediyorsunuz. Ben tehdit etmem. Kendim yaparım derken, bakanlığımı kötüye kullanıp, bakanlık elemanlarıyla size zarar vermem kimseye vermediğim gibi. Size de vermem her şeye rağmen. Sizi insan olarak görüyoruz. İnşallah bir gün doğru insan olursunuz. Bunu temenni ediyoruz. Halen umudumuz var sizden. Habis ur bir gün düzelir diye bekliyoruz” dedi.

Hasip Kaplan ise kullandığı “iğrenç” kelimesi nedeniyle Bakan Şahin’den özür dilemesini istedi. Kaplan, “Kan davası güdecek anlaşılan, emrinde Emniyet var, Jandarma var, korucu var” dedi. Kaplan, şunları söyledi:

“Yaralayıcı sözler nedeniyle geri alın ya da size iade etmek zorunda kalırım, Sayın Bakan geri almadı ben de iadeli taahhütlü bir liralık pulla Sayın Bakana süslü püslü olarak aynen iade ediyorum sözlerini. Güle güle kullanın sözlerinizi yakında postayla yerinde teslim gönderiyorum.”

METİNER’DEN AĞIR HAKARETLER

Daha sonra BDP’li Sırrı Süreyya Önder, Bakan Şahin’e yanıt vermek için kürsüye geldi. Önder’in konuşması sırasında AKP’li Mehmet Metiner’in laf atması üzerine Genel Kurul yeniden elektriklendi. Önder, ön sıradan kendisine laf atan AKP’li Mehmet Metiner’e, “Bir süredir laf atma diye seni arkaya göndermişlerdi. Kombinen mi bitti, geldin” dedi. Metiner ise ayağa kalkarak “terbiyesiz” dedi. Bunun üzerine Önder, “Sensin terbiyesiz, gel gel beni mi döveceksin” dedi. Metiner’in laf atmaya devam etmesi üzerine Önder, “Sen gelmiyorsun madem ben gelirim” diyerek kürsüden inip Metiner’in üzerine yürüdü. Bu sırada BDP’li Murat Bozlak ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın araya girmesiyle engellendi.

ANF NEWS AGENCY

İdris Naim Şahin'den Ağır Sözler

Roboski köyünde 35 kişinin öldürülmesiyle Meclis’te yapılan görüşmede İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in, BDP’li Hasip Kaplan’ı tehdit etti.

Meclis Genel Kurulu’nda, 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin birinci maddesi üzerindeki görüşmelerde İçişleri Bakanı ile BDP Grup Başkanvekili Kaplan arasında sert tartışmalar yaşandı.

BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, AKP Milletvekillerine seslenerek, “Olay aydınlatılıncaya kadar sizin kabusunuz olmaya devam edeceğim” dedi.

BDP’li Kaplan, olayda 28 yakınını kaybeden Enco ailesinden 8 kişinin gözaltına alındığını söyledi. Kaplan, aynı aileden 60’a yakın kişinin de gözaltına alınmaya çalışıldığını ifade etti.

İdris Naim Şahin ise “Düşüncesi kin ve kan üzerine inşa edilmiş milletvekilleri var” diyerek Kaplan’ı hedef alarak şöyle dedi: “Utanmadan gerçekleri saptırıyorsunuz. 35 kişinin ölümü bizi de derinden yaralamıştır, üzmüştür. Hesap vermesi gereken sensin ve senin gibilerdir. Bu Meclis sizin iğrenç iftiralarınızı dinledi. Siz ne zannediyorsunuz bu toprakları, bir karpuz gibi basit mi zannediyorsunuz, siz ne zannediyorsunuz bu milleti bir karpuz gibi basite mi alıyorsunuz. Ben her bildiğimi anlatırsam siz, yoktur gerçi utanma arlanma duygunuz ama bu Meclis'te duramazsınız.”

Hasip Kaplan, kullandığı “iğrenç” kelimesi nedeniyle Bakan Şahin’den özür dilemesini istedi. Kaplan, “Kan davası güdecek anlaşılan, emrinde Emniyet var, Jandarma var, korucu var” dedi. Kaplan, şunları söyledi:

“Yaralayıcı sözler nedeniyle geri alın ya da size iade etmek zorunda kalırım, Sayın Bakan geri almadı ben de iadeli taahhütlü bir liralık pulla Sayın Bakana süslü püslü olarak aynen iade ediyorum sözlerini. Güle güle kullanın sözlerinizi yakında postayla yerinde teslim gönderiyorum.”

ANF NEWS AGENCY

Yeni ‘Tak-Şak’ Dönemi

Cahit Mervan


Devletin derinliklerinde üretilen yalan ve kara propagandalar bir saman alevi gibi uçup gitti. Devleti temsilen giden kaymakamın darp edilmesi de işe yaramadı. Taraf gazetesinde üstlenmiş Fethullah Gülen cemaatinin böceklerinin yaydığı ‘yanlış istihbarat’ hikayesi de havada kaldı.

Yani devlet tüm kurumlarıyla, ordu, hükümet, başbakan, bakanlar ve medya katliamı perdelemeyi başaramadı. Aksine katliam Ankara’da krize yol açtı. Rant ve iktidar kavgasında Erdoğan ve Gülen ekibi arasında ipleri gerdi. Çünkü katliamın sonuçları, Kürtlere karşı soykırımda ittifak yapan bu iki ekip tarafından çok utanmazca, değim yerindeyse hayasızca inisiyatifi ele geçirmek adına yeni hamlelerin için malzeme yapıldı.

Uludere katliamı karşısında tam 27 saat kayıplara karışan Erdoğan’a karşı ilk hamle Gülencilerin böceği olduğu söylenen Mehmet Baransu’dan geldi. Genelkurmayın MİT tarafından yanlış yönlendirildiğini iddia eden böcek, Erdoğan’ı neredeyse PKK ile işbirliği yapmakla, komplo kurmakla itham etti.

Çok geçmeden ortaya atılan bu ‘müthiş teorinin’ aslında katliamı aydınlatmakla alakalı olmadığı, Kürt kanı üzerinden rant kavgası için bir hesaplaşma olduğu anlaşıldı. Ankara’da rant kavgası için siyasit-istihbarat-ordu trafiği hızlandı.

En çokta Türk genelkurmay başkanı ile bir araya gelen Tayyip Erdoğan’ın Salı günü AKP grubunda yapacağı konuşma merak edilmeye başlandı. Nede olsa ülkenin başbakanı olarak Erdoğan’ın 19’u çocuk, toplam 35 kişinin F16 uçaklarıyla bir buçuk saat boyunca bombalanarak katledilmesine ilişkin söyleyecekleri olmalıydı.

Ancak Erdoğan ona yıllardır destek verenleri, başta da liberalleri ciddi hayal kırıklığına uğratacak bir konuşma yaptı. Konuşmadan çok, bağırma, hakaret ve frenleri patlamış bir ırkçının, bir kafatasçının hırıltıları vardı.

Erdoğan’ın yüzü gergindi. Elinde, avucunda olan her şeyi kaybetmek üzere olan bir görmemişin, bir diktatörün hezeyanı vardı. Aslında geçtiğimiz yüz yılın en büyük sinema ustası Charlie Chaplin ‘Büyük diktatör’ filminden fırlamış gibiydi sanki.

Tarihi bir sahneydi. Her söylediği büyük alkışlarla karşılandı. Salonu dolduranlar kürsüdekinin söz ve vücut diliyle kendilerinden geçtiler. Mest oldular. . Irkçı ve kafatasçı hırıltılar içinde göz yaşlarını tutamayanlar dahi vardı. Çünkü ilk kez liderleri, yani ‘Führerleri’ bu kadar açıktan, bütün maskelerini atarak konuşuyordu.

Erdoğan bu konuşmasıyla duruma göre taktığı demokrasi, barış, değişim gibi maskeleri bir bir çıkarıp atmakla kalamadı, kendisinin devlet olduğunu açıktan katliamı yapanlara teşekkür ederek, arka çıkarak ilan etmiş oldu.

Erdoğan’ın bu sınırsız Kürt düşmanı konuşması sadece grup toplantısında olanları transa sokmadı. Transa giren ve zevkten dört köşe olanların başında her dönem Kürdistan özgürlük hareketine karşı devletin haber bülteni gibi yayın yapan Hürriyet gazetesi ve onun baş yazar Ertuğrul Özkök vardı. Özkök girdiği transtan çıktığı zaman il söylediği cümle ‘beklenen duruş budur’ oldu. Maskesini çıkardığı için Erdoğan’i ilk kutlayanlar arasında yer almayı başardı.

Çünkü yeni ‘tak-şak’ dönemi Özkök’süz olmazdı. Eksik kalırdı.

Özkök, Erdoğan’dan demokrasi, barış ve değişim bekleyen ve zaman içinde ‘kraldan çok kralcı hale gelen’ dalkavuklara göre daha ‘akılıydı.’ Çünkü Erdoğan yaptığı konuşmayla Kürtlere karşı sağlanmış kirli ve kutsal ittifakı da ilan ediyordu.

Bu kirli ittifakın bir itirafı da Milliyet ve Haber-Türk gazetelerinde manşetten verildi.

Her iki gazete Uludere katliam emrini veren ve kamuoyunda Kimyasal Nejdet’ olarak tanınan Necdet Özel’in açıklamalarına yer verdi. Kimyasal Nejdet’in açıklamalarını Haber-Türk ‘o söz için özür diledi’, Milliyet ‘terörist demek istemiyoruz’ sözleriyle verdi.

Genelkurmay başkanı tıpkı cunta günlerinde olduğu gibi her konuda konuşmuş. Genelkurmay başkanı da, tıpkı Erdoğan gibi maskesini indirerek konuşmuş. O da ordu-hükümet-medya ve Gülen cemaatinin Kürtlere karşı kutsal ittifakını kendi cephesinden ilan etmiş.

Aslında Kimyasal Nejdet ‘Kürtlere karşı düşmanlık mevzubahisse, aramızdaki sorunlar teferruat’ olduğunu aleni ilan etmiş.

Ve Kimyasal Nejdet birde PKK’yi kast ederek ‘devletimiz mutlaka bölücü terör örgütünün ismini gündemden çıkartacaktır’ gibi boyundan büyük sözler etmiş. Tıpkı geçmişte Tansu Çiller’in adamı kanlı general Doğan Güreş gibi.

O dönem Tansu ‘tak diyordu, Güreş ‘şak’ diye katliam yapıyor, köy yakıyordu. Şimdi sıra Tayyip ve komutanında.

Şimdi Tayyip ‘tak’ diyor, kimyasal Nejdet ‘şak’ diye, tıpkı Kortek’te, Kazan vadisinde, Uludere de olduğu gibi katliam yapıyor, kan akıtıyor, ve akıtacak. Bu kanı temizleme görevi de, yani yeni ‘tak-şak’ döneminin temizlik işlerini de her zaman olduğu gibi Kürt kökenli işbirlikçi tiplere, örneğin Hüseyin Çelik gibi tiplere yaptırıyorlar ve yaptıracaklar.

MİT'e Göre de İstihbarat Hatası Yok, Hedef Sivillerdi


Ankara - Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Uludere'de 35 kişinin katledildiği Roboski Katliamı ile ilgili yaptığı açıklamada ''Teşkilatımızca herhangi bir istihbarat paylaşımı olmadı. İddia edildiği gibi bir grubun Türkiye'ye geçeceği bilgisi vermedik'' dedi.

Türk hükümeti “operasyon kazası”, Genelkurmay “PKK’li zannettik” açıklamalarında bulunurken, basın temsilcileri ile bir araya gelen MİT Müsteşarı Hakan Fidan, MİT’in açıklamasına dikkat çekerek “Bu kadar detaylı açıklamalar yapılmışken, başka yerlere çekilmesini anlamıyoruz” diye belirtti.

Yapılan bu görüşmenin ardından MİT Müsteşarlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği tarafından medya yöneticilerine basın açıklaması dağıtıldı. Açıklamada şunlar belirtildi: “Öncelikle şu gerçeği bir kez daha ifade etmek isteriz ki; 28 Aralık 2011 tarihinde hayatını kaybeden 35 vatandaşımız ile ilgili olabilecek grup, yer, tarih, sayı ve geçiş güzergahlarına ilişkin Teşkilatımızca herhangi bir istihbarat paylaşımı gerçekleştirilmemiştir.

Anılan Gazetecinin 30 Aralık 2011 tarihli 'Yanlış İstihbarat MİT'ten” başlıklı haberinde yer alan '... Heron, bölgedeki sivil vatandaşların görüntüsünü alıp, Ankara'ya iletiyor. Ankara'da görüntüleri gören yetkililerden biri durumdan şüpheleniyor. Grubun sivil olma ihtimali üzerinde duruyor. Şüphe üzerine konuyu yetkililer ile paylaşıyor. MİT'le iki kez temasa geçiyor. MİT yetkililerine şüphe aktarılıyor. MİT, 'Grup kesin PKK'lı' deyip, kendilerine gelen istihbaratın sağlam olduğunu karargaha bildiriyor. 'Kesin' ifadesi üzerine de, Hava Kuvvetleri Komutanlığının emri ile uçaklar bölgeyi bombalıyor...' ifadesi ve 'görüntü alınması ile operasyon yapılması arasındaki bu üç saatlik zaman farkının nedeni, görüntülerden şüphelenen yetkilinin bilgisi üzerine MİT'le iki kez temasa geçilmesi. Bilginin teyit edilmesi için beklenmesi' şeklindeki açıklamalar tamamen yalan ve hayal mahsulü olup, gerçekle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.”

Bir kısım medya katliamda istihbarat hatasından bahsederken, bir kısım medya ise HPG komutanlarından Bahoz Erdal’ın sınırdan geçeceği iddiaları dahil bir yığın senaryo ile katliamı gerekçelendirmeye çalışmıştı.

ANF NEWS AGENCY

Türk Ordusu Öylesine Hassas ki…

Haber Merkezi - Acımasız bir şekilde 19’u çocuk toplam 35 sivil katledildi. Sadece 3 kişi kurtulabildi. İnsan hakları raporlarına “kolektif katliam” ve “kasıtlı”, BDP’ye göre “Ankara’da planlandı”. Başbakan Erdoğan’ın açıklamaları da bunu doğrular nitelikte; özür dilemek ve hesap vermek yerine bir zamanlar karşı olduğu ordusunu kutladı. Ona göre tek suçlu, BDP, muhalifler ve gazeteciler.

AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana 35’i 2011’de olmak üzere en az 171 Kürt çocuğu güvenlik güçleri, bombalar veya askeri patlayıcılar tarafından katledildi. 28 Aralık’ta Roboski’deki saldırıda katledilenler arasında 19 çocuk vardı. Bunlar sınır ticareti yapıyorlardı, diğer bir ifadeyle devletin gözetimi ve gayrı resmi izniyle sigara kaçakçılığı. İki insan hakları örgütü, İHD ve Mazlum-Der, ön raporlarında “yargısız infaz” ve “kolektif katliam” sonucuna ulaştı. Bir başka raporda 13 yaralının helikopter ve ambulansın gelmemesi nedeniyle köylülerin sırtında yaşamlarını yitirdiği belirtildi.

Katliam gecesi olay yerinde olan BDP, “soykırım” ve “planlı katliam” ifadesini kullandı. Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş, 3 Ocak günü Başbakan Erdoğan’ın katliama açıklama getirmek yerine kendilerini suçlamasına sert yanıt verdi: "Biz senin meşruiyetini, Başbakanlığını tanımıyoruz. Sen kendini ne zannediyorsun. Bu halkın çocuklarını katledeceksin kanlı ellerinle de, BDP'den hesap soracaksın. Haddini bileceksin. Sen hesap vereceksin. Çıkıp bu çocukları katlettiğin için hesap vereceksin. Sen bizden hesap soramazsın.”

Hassas ordunun katliamları…

Öncesinde Başbakan, katliama inandırıcı açıklama yapmak veya özür dilemek bir yana dursun BDP ve gazetecileri suçladı, orduyu “hassasiyetinden ötürü” kutladı. Öylesine hassas bir ordu ki, 21 Ağustos 2011 tarihinde Kandil’in Kortek ilçesine düzenlediği hava saldırısında aynı aileden 3’ü çocuk biri bebek 7 sivili katletti. Öylesine hassas ki, 2000 yılında Güney Kürdistan’ın Kendakole bölgesine düzenlediği hava saldırısında çoğu çocuk ve kadın 40 kişiyi katletti. 1994’de Şırnak’ın iki köyünü güpegündüz bombaladı, 38 kişiyi yok etti. Bu ordunun hassasiyeti 1994 ile 2011 arasında gerçekleştirdiği 40 operasyonda kimyasal silahlarla 470’i aşkın gerillayı katletti. Ordunun “hassasiyeti” ülkeyi toplu mezara çevirdi: İHD’ye göre şu an 253 toplu mezarda 3248 cenaze bulunuyor. Bu ordu bugün AKP ve ortağı Fethullah Gülen’in hakimiyetinde.

Erdoğan katliamı gerekçelendirmek için molotof kokteylli eylemleri örnek göstermekten de çekinmedi. Buna tepkisi ise Molotofları silah sayacak yeni bir teklif hazırlığı içinde olduklarını belirtmek oldu. Bu da molotofa karşı polisin silah kullanacağı anlamına geliyor. En son 6 Aralık’ta Adana savcılığı 15 yaşındaki bir gence polise molotof attığı gerekçesiyle 24 yıl hapis cezası istemişti. Erdoğan’ın açıklaması ile daha kötüsünü mü beklemek gerekiyor?

Resmi yalanlar ve gerçekler

Hükümeti katliam için “kaza” derken, Genelkurmay Başkanlığı bölgenin PKK’lilerin geçiş noktası olduğu ve üslerinin bulunduğu gerekçesiyle bombalandığını savundu. Hiçbiri gerçeği yansıtmıyor. Ne görgü tanıkları, ne bölge sakinleri ve ne de devletin kendi pratikleri bu gerekçeleri doğrulamıyor. HPG komutanlarından Bahoz Erdal, 1999’dan katliam bölgesinde herhangi bir çatışma yaşanmadığını, gerillanın ne hareketliliği ve ne de üssünün bulunmadığını, sözkonusu alanın Genelkurmay’ca yasaklı bölge kapsamına alınmadığını söyledi. Erdal, bölgedeki her köyde birer taburluk asker olduğunu ve kaçakçılık faaliyetinin devletin gözetiminde ve bilgisi dahilinde yapıldığını da sözlerine ekledi. Erdal’a göre eğer üç kişi kurtulmasaydı, katliam PKK’nin üzerine yıkılacaktı. BDP milletvekili Hasip Kaplan, katliamın Ankara’da planlandığını belirterek “Bu bir insanlık suçu” dedi ve katliamı uluslararası yargı kurumlarına taşıyacaklarını ifade etti.

Gerçek baronlar…

Yoksulluktan kaynaklı sınır ticareti ne bölge halkı ne de devlet için bir sır değil. Tamamen yerel otoritelerin gözetimi ve izni ile yapılıyor. İHD ve MazlumDer’in hazırladığı rapor da bunu doğruluyor. Bu sınır ticaretinde çocuklar ve gençler hayatları pahasına cep harçlıkları ya da eğitimlerini finanse edebilmek için yer alıyorlar. Bunlar bombalanırken, gerçek baronlara, yani uyuşturucu taciri kıyafetliler ve onların işbirlikçilerine ise dokunulmuyor.

Özgürlük düşmanı ‘hassas’ faaliyetler

Bir yandan Erdoğan’ın “hassas ordusu” katliam yaparken, “hassas” polisi Kürt ve muhalif avında, “hassas” hükümeti ise halkına karşı suç örgütleyen kararlar almakla meşgul. “Kadın da olsa çocuk da olsa öldürmeyi emreden”, “eleştireni tutuklayan”, “düşünmeyi suç sayan” yasalar çıkarıyor. Erdoğan’ın hükümetin özgürlük düşmanı icraatlarını gizlemek ve rahat bir şekilde yürütmek için gazetecileri tehdit etmediği gün yok gibi. En son katliamdan sonra 3 Ocak günü yine gazetecileri hedef aldı, aynı gün hükümeti eleştirmeye cesaret eden nadir Türk gazetecilerden Ece Temelkuran’ın HaberTürk’teki işine son verildi. Temelkuran, son yazısında katledilen çocuklara dikkat çekmiş ve Erdoğan’ın açıklamalarını sert eleştirmişti.

Demirtaş, katliamdan sonraki gün yaptığı açıklamada “Katliamı gizlemek insanlık suçudur” diyordu. Erdoğan hükümetinin şu anda yaptığı tam da bu işte.

Düşünmeyen toplum yaratmak…

Ana akım medya bugün Türk hükümetinin denetiminde bulunuyor. Çok sayıda gazeteci, Banu Güven ve Can Dündar gibi, ekranlardan uzaklaştırıldı. Bir çoğu da tehdit edildi, Nuray Mert gibi. Sindirilenlerin sayısını tutmak zor. Sindirilemeyen ve meydan okuyan gazeteciler ise hükümetin birinci hedefindeler. En az 96 gazeteci bugün cezaevlerinde bulunuyor. Bunların büyük çoğunluğu Kürt. Bu da “hassas” hükümetin “ileri demokrasi” icraatları. Amaç ise Erdoğan’ın kendi ifadesinde gizli: “Düşünmezsen yoktur”. Yaratılmak istenen de düşünmeyen, 35 kişinin öldürüldüğü toplu katliamları bile yok sayan, görmeyen bir toplum yaratmak.

ANF NEWS AGENCY

'Hassas' Ordudan Yeni Katliam Tehditleri: ''PKK’yi Sileceğiz! ''

Genelkurmay Başkanı Kimyasal Necdet
Ankara - Gerillaya karşı kullandığı kimyasal silahlar nedeniyle “Kimyasal Necdet” lakabını alan Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, AKP hükümetinin Kürtlere karşı devreye koyduğu topyekün savaş konseptinin ‘alan hakimiyeti/kontrolü’ konsepti olduğunu belirterek bunda başarılı olduklarını ileri sürdü. Erdoğan’ın 35 kişinin katledilmesi ardından “hassasiyeti nedeniyle kutladığı” Özel, KCK adı altında yapılan operasyonları savunarak, sınır ötesi harekatların da devam edeceğini belirtti ve hızını alamadı: “PKK’nin adını gündemden sileceğiz” !!! dedi

28 Aralık’ta Roboski’de 19’u çocuk 35 sivilin katledilmesi ardından Türk Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, Milliyet gazetesinden Fikret Bilay’a konuştu.

ALAN HAKİMİYETİ KONSEPTİ

Özel, ‘PKK ile mücadele’ adı altında uygulanan yeni konsepte ilişkin soruya, “TSK’nin ‘teröristle’ mücadelede uyguladığı konsept alan hakimiyet/kontrol konseptidir” dedi. Özel, konseptin esasını ise, “yurtiçinde bölücü terör örgütü mensuplarını arayıp bulmak ve etkisiz hale getirmek, sınır ötesinde Irak kuzeyinde yerleşmiş olan örgüt mensuplarına sınır ötesi kara ve hava harekâtı yaparak etkisiz kılmak ve sınır güvenliğini sağlamaktır” olarak tanımladı.

Gerillalara karşı hayatları pahasına ‘insancıl !’ davranarak ‘demokratik bir duruş !’ sergiledikleri ileri süren Necdet Özel, ‘PKK’nin adını gündemden sileceğiz”!!! gibi hamasi iddialarda bulunmaktan geri durmadı.

HPG Anakarargah Komutanlığı’nın 2011 yılı savaş bilançosunda bildirdiği, yıl boyu yaşanan çatışmalarda 165 gerillanın yaşamını yitirdiği bilgilerini doğrulayan, ancak bunun ''6 aylık sürecin sonuçları'' olarak lanse eden Özel, sınır ötesi hava saldırılarında ise ''325'' gerillanın hayatını kaybettiğini ileri sürdü. Buna karşın Özel, kendi kayıpları konusunda tek bir söz etmemesi dikkat çekti. HPG Anakarargah Komutanlığı, 2011 yılında yaşanan çatışma ve gerilla eylemlerinde 505 asker-polisin öldürüldüğünü açıklamıştı.

KCK OPERASYONLARI

KCK ile ilgili bir soruyu yanıtlarken, KCK’nin “bölgedeki devlet otoritesine alternatif yapılanma” olarak ortaya çıktığını, halk üzerinde baskı kurduğunu söyleyen Necdet Özel, “Devletimizin bekasının sağlanması, yasaların hâkim kılınması ve halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması için KCK’nın yargı önüne çıkarılmasının hayati önemi haiz olduğunu düşünüyorum” dedi.

PKK’nin son dönemde yeni bir eylemsizlik dönemine girdiği yönündeki iddiaların doğru olmadığını belirten Özel, aksine PKK’nin bu kış mevsiminde “savaş kışı” ilan ettiğini savundu.

OSLO GÖRÜŞMELERİ İLE İLGİLERİ YOKMUŞ!

Kamuoyunda ‘Oslo Görüşmeleri’ olarak bilinen PKK ile Türk Devleti arasında yapılan görüşmelerle ilgili bir soruya Özel, “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin böyle bir süreçle yakından uzaktan ilgisi yoktur, olamaz" diyerek, vazifelerinin hükümetin direktifleri doğrultusunda mücadele etmek olduğunu söyledi. PKK ile mücadelede güvenlik boyutu dışındaki faaliyetlerin hükümetlerinin yetkisinde olduğunu ifade eden Özel, “Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü sağlamak için yüzlerce yıllık devlet geleneği ve ortak akıl neyi gerektiriyorsa, onun yapılması gerektiği düşüncesindeyim” dedi.

PKK ile mücadelede ABD’nin istihbarat paylaşımının sınır ötesi ile sınırlı olduğunu ileri süren Necdet Özel Irak ve Federal Kürdistan Bölgesi’nden destek görmediklerin söyledi. Özel, ABD'nin Irak'tan çekilmesi sonrasında yaşanacak gelişmelere ilişkin bir soruya, 17 Ekim'de tezkerenin TBMM'den çıktığını ve bunun ardından yoğun bir şekilde Kürdistan Federal Bölgesi'ne yönelik hava harekatının yapıldığını belirterek, "Bundan sonra da hükümetimizin bize verdiği yetki çerçevesinde, siyasi ve askeri koşullar dikkate alınarak, gerektiğinde hava destekli sınır ötesi kara harekâtı icra edilebilecektir. Her türlü planlamamız yapılmıştır, hazırız. Bölgeye ilişkin her türlü planlamamız yapılmıştır" dedi.

KÜRTÇE EĞİTİMİ UYGUN GÖRMÜYORMUŞ!

Necdet Özel, Kürtçe eğitim ve kamuda resmi dil olarak kullanılmasına ilişkin talepleri uygun görmediğini söyledi. Devletin resmi dilinin Türkçe olduğunu belirten Özel, "Bu kapsamda Türkçe, bu topraklarda yaşayan herkes için ortak bir paydadır. Eğitimde ve kamusal alanda farklı dillerin kullanılmasının toplumda ayrışma yaratacağını ve bu nedenle başka bir dilin eğitimde ve kamuda kullanılmasını uygun bulmuyorum" şeklinde konuştu.

ABD PREDATORLARI

ABD’nin Irak’tan 4 Predatör insansız hava aracının Türkiye’ye kaydırarak İncirlik’te konuşlandırdığını doğrulayan Özel, söz konusu insansız hava araçlarının görev yaptığını, başka bir üsse nakledilmeleriyle ilgili herhangi bir planın da olmadığını söyledi.

SIRRI SAKIK'I HEDEF GÖSTERDİ

Sırrı Sakık'ın TBMM'de TSK'ya ilişkin yaptığı konuşmanın "yakışıksız" olduğunu savunan Özel, "Bu milletvekilinin, demokrasinin kendisine sağladığı yetkinin arkasına sığınarak, başarılı operasyonların devam ettiği bir ortamda, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni yıpratmak, gerginlik ve husumet yaratmak amacıyla kullanması ibretle izlenmiştir. TSK, siyasi kişi ve kurumlarla polemiğe girmemeyi prensip edinmiş, TBMM'deki bir konuşmacıya da gerekli cevabın TBMM içinde verilmesinin gerektiğine inandığından herhangi bir açıklama yapmamıştır" dedi.

DERSİM BELGELERİ

Özel, Dersim katliamına ilişkin arşivlerle ilgili bir soruya ise, "Genelkurmay Başkanlığı arşiv hizmeti, Bakanlar Kurulu'nun 31 Ocak 2002 tarihli kararı ve mevcut mevzuata göre yürütülmektedir. Dersim olayları ile ilgili belgelerin bugüne kadar tasnifi yapılmamıştır. Ancak söz konusu belgelerin tasnifi çalışmasına bir ay önce başlanmış olup tamamlandığında araştırmacıların hizmetine sunulabilecektir" yanıtını verdi. Özel, ayrıca anayasa ile ilgili konuları takip ettiklerini ve görüş bildireceklerini söyledi.

Necdet Özel, Roboski Katliamına ilişkin soruları ise “gizlilik kararı” gerekçesiyle yanıtsız bıraktı.

ANF NEWS AGENCY

Hasip Kaplan: Katliam Ankara’dan Planlandı

Ankara - BDP Grup Başkanvekili ve Şırnak milletvekili Hasip Kaplan, Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Roboski köyünde TSK’nın bombardımanı sonucu 35 sivilin öldüğü katliamın Ankara’dan planlandığını belirterek, Birleşmiş Milletler, Cenevre İnsan Hakları Komitesi, Avrupa Konseyi ve Uluslararası Ceza Mahkemesine başvuru için çalışma başlattıklarını söyledi.

Katliamın hem iç hem uluslararası hukuka göre bir soykırım ve insanlık suçu olduğunu söyleyen Kaplan, AKP’nin örtbas etmesine izin vermeyeceklerini ve sorumluları ortaya çıkana kadar konuyu gündemde tutacaklarını ifade etti. Kaplan, katliamla hem Türkiye içindeki Kürtlere gözdağı, hem de Federe Kürdistan Bölgesi hükümetine mesaj verildiğini belirterek, Bize 'Zaho üzerinden Kandil’e operasyon için kara yolu açmadınız, biz de sizin akrabalarınızı bu şekilde öldürürüz' demek istediler diye konuştu.

Olay anından itibaren Uludere’ye giderek gelişmeleri an be an takip eden Kaplan, ANF’nin sorularını yanıtladı:

* Roboski’de, 35 kişinin öldüğü katliama ilişkin hükümet “operasyon kazası” dedi, çeşitli iddialar ortaya atıldı. Gelişmeleri yakından izleyen biri olarak sizin gözlemleriniz neler?

- Olayın olduğu akşam il başkanımız beni arayıp orada bir katliam yaşandığını, belediye ambulanslarıyla olay yerine gittiklerini söylediği andan itibaren sürekli olarak hem köylülerle hem il örgütümüzle telefonlaşarak anı anına bilgilendim. Roj TV muhabirleri de anında olay yerine geldi ve saat 03’ten itibaren canlı yayına geçti. 35 kişinin katliamının son derece planlı yapıldığı açıktır. Her gün gidip gelen köylülerin o gün askerler tarafından önleri kesiliyor, iki ayrı grup bir araya geldikten sonra 3 saat bekletiliyor, sonra dört tane F16 uçağı gelip bombalıyor, bu bombalama sonucu da 35 kişi yaşamını yitiriyor, 3 kişi de 40 metre mesafede oldukları için kurtuluyor, 35 kişinin bir kısmı sığındıkları bir mağarada, diğerleri topluca katlediliyor, 50’nin üstünde de katır telef ediliyor. Olay yerine gidenler bombanın etkisiyle cesetlerin yandığını söylediler. 3 yaralı vardı onlar da donarak yaşamlarını yitirdiler.
KATLİAM ANKARA’DA PLANLANDI
* Katliamın planlı olduğunu söylediniz, hükümetin bilgisi dahilinde mi planlandı sizce?

- Koordinasyondan sorumlu bakan Beşir Atalay’ın daha önce yaptığı “entegre, planlı programlı operasyonlar sürecek ve koordine tamdır” açıklamasından sonra bu olay gerçekleşti. Orada köylülerin 3 saat bekletilmesi, Heronların görüntülerinin Ankara’da kontrol edildikten sonra bombalama emri verilmesi bu işin planlı ve teamüden yapıldığının açık kanıtıdır. Ve orada hiçbir canlı bırakmamayı hedefleyen bir saldırıdır.

* Geriye tanık bırakmamayı mı planlamışlardı?

- Evet, tanık bırakmamak amaçlandı. Bu bir vahşettir, insanlık suçudur, yasalarımızda da cezası ağır müebbet hapistir. BM belgelerinde uluslararası ceza mahkemelerinde ve ulusal yasalarımızın hepsinde insanlık suçu olarak tanımlanıyor. Ancak hükümet bunu canlı tanıkları olduğu için örtbas edemeyince olaya kaza süsü verme, geçiştirme ve tazminatla işi kapatma gibi bir çaba içine girmiştir. Bunu nerden anlıyoruz? Katliamdan, operasyondan sonra 17 saat Türkiye’deki bütün basını susturdular, sonra ellerine genelkurmayın bir metni verildi, başbakan 27 saat sonra açıklama yaptı ve hükümet adına yapılan tüm açıklamalarda da kaza oldu, istihbaratı o verdi, bu verdi tartışmasıyla herkes topu birbirine atmaya başladı. Ama bir gerçek var ki bu olayın direk sorumlusu hükümettir, genelkurmay da, hava kuvvetleri de hükümete bağlıdır, hükümetin emri altındadır.

BARZANİ YÖNETİMİNE GÖZDAĞI VERMEK İSTEDİLER
* Bu katliamla neyi amaçladılar?

- Bence birincisi orda sınır boyunda yaşayan Kürt halkına gözdağıdır. Hükümet bu gözdağıyla hem Türkiye Kürtlerin hem de Irak’taki Kürt yönetimine bir gözdağı vermek istemiştir. Çünkü o köylülerin akrabalarının yarısı Zaho ve Duhok ilçelerinde, binlerce yıldır yaşamlarını sürdürüyorlar ve akrabalarıyla çok sıcak ilişkileri var. Zaho’daki akrabaları Barzani yönetiminde parlamenterlikten tugay komutanlığına, belediye başkanlığına kadar üst düzey görevdeler. Bir yandan Türkiye’de yaşayan Kürtlere, “kimi görsek vuracağız”, diğer yandan Kuzey Irak’taki Kürt yönetimine de, “Bize Zaho üzerinden Kandil’e operasyon için kara yolu açmadınız, biz de sizin akrabalarınızı bu şekilde öldürürüz” demek istediler.

* Katliam sonrası cenazelerin topluca gömülmesi, taziyenin birlikte yapılması da engellenmeye çalışıldı, buradaki amaç ne?

- Hükümetin bu katliamdan sonraki tutumu da baskıcı ve insanlık dışı. Köylülere cenazelerini birlikte topluca gömmeyin baskısı yapıldı, ileri gelenlerle uzun toplantılar yapıldı. Amaç bu tarihi katliamın toplu bir mezarının olmasını engellemek, çünkü biliyorlar ki ileride anıtlar dikilir, katliam hep konuşulur. Yine taziyenin birlikte yapılmasını engellemek için ellerinden geleni yaptılar, ileri gelenleri çağırıp baskı yaptılar. Cenaze töreninde slogan atılmasın, bayrak asılmasın gibi baskılar oldu ailelere. Bütün bunlara rağmen dedikleri olmadı.

KAYMAKAM BİZİM SAYEMİZDE KURTULDU
* Uludere Kaymakamına yönelik bir saldırı oldu, AKP’liler ve yandaş medya sizi kışkırtıcılıkla suçladı, orada tam olarak ne yaşandı?

- Cenazeler defnedildikten bir gün sonra büyük bir taziye çadırı hazırlandı. Akşamdan valiler, kaymakamlar, emniyet müdürleri, AKP ilçe başkanları konvoy halinde Uludere’ye taziye bahanesiyle gitmeye başladılar. Ama kısa sürede anlaşıldı ki, bakanlar gelecek, bunların amacı da taziye değil bakanları karşılamak. Taziye yerine gittiğimde binlerce insan vardı. Aileler, mağdurlar kesinlikle hükümet temsilcisini istemediklerini söylediler. Bu konuda konuştuk, “bizi katledenler bizim taziyemize nasıl gelirler” dediler. Doğrusu ben de hak verdim, çünkü, Kürt halkının geleneğinde katleden birinin bir şey olmamış gibi hemen ertesinde taziyeye gitmesi yoktur, böyle pişkinlik, böyle arsızlık asla kabul edilemez. Bu açıdan, gelmemeleri yönünde talep oldu. Bu arada Şenoba’nın JİTEM’le bağlantılı bazı korucubaşları, ki korucuların yüzde 70’i bize oy veriyor, kaymakamı, AKP’li milletvekili adaylarını da yanlarına alarak sabah erkenden taziye çadırına geldiler. Halkımız bunlara bir tepki göstermedi, ben basın açıklaması için dışarı çıktım, o sırada içeride, kaymakamın asılı pankartların indirilmesini istemesi nedeniyle tartışma çıkmış, aileler buna izin vermemiş. Belli ki, kaymakam ve diğerleri orada oturup bakanlar için uygun ortam hazırlamak için gelmişler. Fatiha okuduktan sonra, yarım saat daha oturmaları bunu gösteriyor. Benim olmadığım bir anda, kaymakam dışarı çıkarken öfkeli bir kalabalığın saldırısına uğradı. Ancak parti yöneticilerimiz, il encümenimiz onu alıp ambulansa, helikoptere kadar götürdü. Ben anons yaparak kitleyi dağıttım. Biz kaymakamı korurken, yanında olup da korumayıp kaçanlar bizi hedef gösteren ifadeler, dilekçeler verip kamuoyunu yanıltıyorlar. Bizim siyaseten muhatabımız hükümettir, memurlar değil.

Bu saldırı nedeniyle de üzüldük, engellemeye çalıştık, işin doğrusu budur, ama sayemizde kurutulmuştur. Kaymakamın “köylüler bizi kurtardı” sözleri doğrudur ama o köylü bizim il encümenimizdir. Ondan sonra binlerce insan akın akın taziyeye geldi. Irak Kürdistan’ından parlamenter heyetler, Barzani adına heyetler, Türkiye’den emek örgütleri, insan hakları kuruluşları, çevre illerden onbinlerce insan taziyeye geldi. AKP hükümeti, valileri, Balveren’de, Uludere kavşağında, Habur 2 köprüsünde yolları keserek taziyeye gelenleri engellemeye çalıştı, ki bunların içinde milletvekillerimiz de vardı. Olay gecesi Başbakanı, İçişleri Bakanını aramamıza rağmen bugüne kadar bize resmi yetkililerden bir geri dönüş olmadı, olaydan bir buçuk gün geçmesine rağmen cenazeler alınırken bir tek devlet yetkilisi ortada gözükmedi.

SAVAŞ SUÇLARI MAHKEMESİNE GİDECEĞİZ
* Taziyeye gelenler arasında CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da vardı, CHP’nin bu konudaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Helikopterle gelecekti ama hükümet bunu son anda iptal edince karayoluyla geldi, hatta yolda kaza oldu, bir yardımcısı yaralandı. Bunların hepsinin tezkereye ortak imza verdiğini biliyoruz ama Kılıçdaroğlu’nun “bu olay bir katliamdır, Meclise taşıyacağız” diye bir açıklaması oldu. Bu nedenle halkımız bir tepki göstermedi. Fatihasını okumuş, açıklamasını yapmış gitmiştir. Bunun gibi onlarca heyet geldi. Halkımızın kimseye düşmanlığı yoktur. Burada sorumlu olanlarla sıkıntısı vardır, bu sıkıntı hala giderilmiş değil.

* Hükümet olayı örtbas etmek istiyor, siz buna karşı hem parlamento zemininde, hem de uluslararası alanda neler yapacaksınız?

- Meclisteki devletin bütün mekanizmalarını kullanacağız. Soru önergesi verdik zaten, gensoru, meclis araştırması, genel görüşme dahil her alanda çalışmalarımız olacak. Çünkü ulusal yasalara göre de bu bir insanlık suçudur, soykırım suçudur. Türkiye’deki yasalara göre bu tür suçlarda zaman aşımı yoktur, ne zaman olursa olsun hükümetten bunun hesabı sorulacaktır. Uluslararası hukuk karşısında ise Birleşmiş Milletlere, Cenevre Savaş Suçları Mahkemesi’ne, Avrupa Konseyine, Uluslararası Ceza Mahkemesine başvuru çalışmalarımız var. Mecliste sürekli dile getireceğiz, bu işin sorumlularını ortaya çıkarana kadar da peşini bırakmayacağız.

Gerillalardan 2012 Mesajı




Behdinan - HPG ve YJA Star gerillaları, yeni yılda tüm saldırılara karşı gereken cevabı vereceklerini belirterek, ‘’hazırlıklarımız tamamladık. 2012 yılında büyük bir mücadele vereceğiz’’ dediler.

HPG ve YJA Star gerillaları ANF’ye 2012 yılına ilişkin mesajlar verdiler. 2011 yılında Türk devletinin tüm saldırılarına karşın, büyük bir direniş gösterdiklerini belirten gerillalar, gerçekleştirdikleri eylemler ile Türk ordusuna ağır kayıplar verdirdiklerini ifade ettiler. Gerillalar yeni yıla daha güçlü ve hazırlıklı girdiklerini, PKK lideri Abdullah Öcalan ve Kürt halkının özgürlüğünü sağlayana kadar mücadelelerini daha da yükselteceklerinin altını çizdiler.

Gerillalardan Ararat Cudi Maku, 2011 yılından AKP’nin amacının gerillayı bitirmek olduğuna işaret ederek, her yönüyle bunların hepsinin boşa çıktığını belirtti. Erdoğan’ın her gün gerillayı bitireceğini söylediğini anımsatan Ararat Cudi Maku, “Ama bilmeli ki Tayip Erdoğan gerillayı ve Kürtleri bitiremez. Ne kadar tutuklarsa tutuklasın sonuç alamayacaklardır” dedi.

Gerillaların gelişebilecek her türlü sürece karşı hazırlıklı olduğunu ifade eden Ararat Cudi Maku, “Gerilla kendine düşen görevi yapmaya ve gereken bedeli ödemeye her zaman için hazırdır” diye konuştu. “2012 yılındaysa hem halk olarak hem gerilla olarak mücadeleye daha güçlü katılmalıyız” diyen Ararat Cudi Maku, “Önderliğin özgürlüğü için canımızı vermeye hazırız. AKP polisi her gün halkımıza işkence yapıyor. Gençler buna seyirci kalmamalı ve mücadeleye en aktif bir şekilde katılmak için gerilla saflarına gelmelidir” çağrısında bulundu.

2011 yılında Türk ordusuna büyük darbe vurduklarını belirten gerilla Beritan Yücel Herekol, “Bu yıl tarihe damgasını vuran, düşmanı derinden sarsan, korkutan eylemlerimiz gelişti” dedi. Türk ordusunun aldığı darbeden dolayı kimyasal silah kullandığını hatırlatan Herekol, “Şunun çok iyi bilinmesi gerekiyor, biz yılmadan ve geri adım atmadan arkadaşlarımızın intikamını alacağız” diye konuştu.

Öcalan’a uygulanan tecride tepki gösteren Herekol, “Düşman ne kadar halkın ve gerillanın üzerine gitse de gerillayı ve halkı Önderlikten uzaklaştıramaz” ifadelerini kullandı. Öcalan’ın halkla ve gerillayla buluşması için yeni bir hamlenin başlatıldığına işaret eden Herekol, şöyle dedi: “Bu hamle diğer hamlelerden farklı olacak. Bunun için de hem halk hem de gerilla olarak gereken bedeli ödemeye hazırız.”

Gerilla Kawa Bitlis, 2011 yılında sert çatışmaların yaşandığını, gerillaya karşı operasyonların ve komploların yapılmaya çalışıldığını ancak bunların hepsinin boşa çıkarıldığını söyledi. Kawa Bitlis de, 2012’deki hedeflerinin Kürt halkının ve Öcalan’ın özgürlüğünü sağlamak olduğunu bildirdi.

2011 yılında Türk ordusuna büyük darbeler vurduklarını belirten gerilla Zamani Zınara ‘’Düşmanımıza gereken cevabı vereceğiz. Bu süreçte örgütümüz bize ne derse biz her şeye hazırız. Eylemse eylem, fedailikse fedailik” diye konuştu.

ANF NEWS AGENCY

30 Yıllık Serxwebun Arşivi İnternette

Yayın hayatına 1978 yılında başlayan Serxwebun gazetesi 30 yıllık arşivini internete taşıdı. İlk sayısından 2011 Kasım ayına kadar gazete arşivinin yer aldığı sitede, Serxwebun Yayınları’ndan çıkmış kitaplar ve onbinlerce resme ulaşmak mümkün.

İlk Genel Yayın Yönetmeni Mazlum Doğan’la başlayan Serxwebun 30 yıl boyunca ortaya çıkan mirasını daha da geliştirmek ve bunu kamuoyuna sunmak amacıyla internet sitesini yeniledi.

www.serxwebun.org adresinde, 1 Ocak 2012’den itibaren ziyaretçilere açılan sitede, Kürdistan özgürlük mücadelesinin çeşitli süreçlerinde, farklı alanlarda çekilmiş binlerce fotoğraf da yer alıyor.

Yayın hayatına Kürdistan Devriminin Yolu (Manifesto) ile başladığı 1978 yılında, Kürdistan ve Ortadoğu’da basılıp, dağıtılan Serxwebun, bu dönemde broşür şeklinde çıktı. 1982 Ocak ayında resmi yayın hayatına başladığı Avrupa’da aylık gazete formatı ile yoluna devam eden Serxwebun, ilk sayısından itibaren kendine şiar edindiği “Hiçbir şey Bağımsızlık ve Özgürlükten Daha değerli Değildir (Ji Serxwebûn û Azadiyê Bi Rûmettir Tiştek Nîne)” söyleminden yayın hayatı boyunca taviz vermedi.

Yaşadığı baskın, tutuklama ve her türlü engellemelere rağmen yayınına ara vermeyen Serxwebun, şimdiye kadar 155 kitap, 13 şehit albümü, birçok özel sayı, broşürü okuyucularına ulaştırdı.

SERXWEBUN GELENEĞİ

Serxwebun Gazetesi Yayın Kurulu, Serxwebun gazetesinin, yeni internet sitesiyle de okuyucularına tarihi bir hizmet sunduğunu belirtti. Yayın Kurulu tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Mazlum Doğan’la başlayan bir geleneğin temsilini yapan gazetemiz ve çalışanları, böylesi kahraman bir öncünün mirasını her zaman korumuş, zenginleştirmek için elinden gelen tüm gayreti göstermiştir. Öyle ki şimdiye kadar Mazlum Doğan yoldaş başta olmak üzere Serxwebun çalışmasında bulunan 12 arkadaşımız Şexo Dirlik, Mazlum (Hasan Kızıler), Ranahi (Bedriye Taş), Proleter Celal (Hasan Ağdaş), Ciwan (Levent Çelik), Sinan (Sinan Cemgil Kahraman), Selçuk (Enver Polat), Mine (Emel Çelebi), Sedat (Zekeriya Yüce), Jiyan (Zeynep Erdem), Zafer (Halil Günder) mücadelenin değişik alanlarında şehadete ulaşmıştır.”

Böyle bir geleneğin çalışmalarını yürüttüklerini belirten Serxwebun, bu mirası daha da geliştirmek ve kamuoyuna mal etmek amacıyla böyle bir çalışmaya yöneldiklerini belirtti. Yayın Kurulu, “Çağdaş Kürdistan tarihinin bir özeti olan arşivimizin, halkımızın ve özellikle genç kuşağın tarih bilincinin gelişmesine ve aydınlanmasına katkı sunacağına inanıyoruz” diyor.

1 Ocak 2012 tarihinden itibaren www.serxwebun.org adresi üzerinden yayın yapmaya başlayan gazetenin internet sitesinde, 1982 Ocak ayında yayınlanan ilk sayısından 2011 Kasım ayına kadar olan tüm sayıları, Weşanên Serxwebûn’dan (Serxwebun Yayınları) çıkan 90 kitap, tüm şehitler albümü ile Kürdistan özgürlük mücadelesinin çeşitli süreçlerinde çekilmiş binlerce fotoğraf yer alıyor.

Kitapların e-kitap şeklinde okunabildiği site, Berxwedan gazetesi ile gerilla saflarında ve cezaevlerinde yayınlanan dergileri de yakın zamanda yayınlamaya hazırlanıyor.

Gazeteye ilişkin görüş ve öneriler ise serxwebun@serxwebun.org adresinden Yayın Kurulu’na ulaştırabiliyor.

ANF NEWS AGENCY

Kürt Direnişine Medya Saldırısı

Yeşil AKP faşizmi Çiller faşizmine rahmet okutuyor. Bu her konuda rahatlıkla gözlenebilir. Çiller başbakanlığı sırasında Kürt köylerini PKK helikopterlerinin bombaladığını söyleyerek devletin Kürt halkına karşı işlediği savaş suçlarını PKK’nin üzerine yıkmaya çalışmıştı. AKP de Kürt halkına karşı işlediği savaş suçlarını PKK’nin üzerine yıkmaya çalışıyor.
Yeşil AKP faşizmi Çiller faşizmine rahmet okutuyor. Bu her konuda rahatlıkla gözlenebilir. Çiller başbakanlığı sırasında Kürt köylerini PKK helikopterlerinin bombaladığını söyleyerek devletin Kürt halkına karşı işlediği savaş suçlarını PKK’nin üzerine yıkmaya çalışmıştı. AKP de Kürt halkına karşı işlediği savaş suçlarını PKK’nin üzerine yıkmaya çalışıyor. Ama daha bir ustalıklı, daha bir yüzü kızarmadan ve tehlikeli… Bu konuda hiçbir ahlak ve edep ölçüsü tanımıyor. Her şey son derece kirli bir psikolojik harekata konu ediliyor. Halklarımızın en kutsal değerleri, ilkeleri, kavramları yeşil AKP faşizminin amaçları doğrultusunda istismar ediliyor.
Kürt halkı, Önderliği ve Özgürlük hareketiyle birlikte barışa ve sorunun demokratik siyasal çözümüne dönük en vicdansızların ve ar damarı çatlamışların bile inkar edemeyeceği bir çaba ve fedakarlık göstermiştir. Ancak bunun karşılığı tasfiye konsepti olmuştur. AKP Kürt hareketinin tasfiyesine dayalı yeni bir siyasi egemenlik ve kültürel soykırım sistemi kurmaya girişmiştir. Kürt halkı yeşil AKP faşizmine dur deyince en kutsal ve yakıcı gerçekleri istismar ederek kendini gizleyen AKP’nin maskesi düşmüş, gerçek yüzü açığa çıkmıştır. 

‘PKK’nin içinde çok başlılık ve liderlik kavgası yaşandığı, Önder Apo’nun dinlenmediği’ benzeri haberler temelinde Önder Apo yıpratılmaya çalışılmakta, Önder Apo’nun itibarsızlaştırılması ve etkisizleştirilmesi temelinde Kürt özgürlük hareketini tasfiye hesapları yapılmaktadır. Kürt özgürlük hareketini tasfiyeye dayalı komplo saldırısı esas olarak Önder Apo üzerinden yürütülmektedir. Erdoğan açıkça “örgütle ilişkisini kestik ve görüşmeler yaptırılmayacaktır” demiştir. Türk medyası sürekli Önder Apo’nun etkisizleştiğini, örgüt içinde de halk içinde de etkisinin kalmadığını propaganda etmektedir.

Önder Apo bu biçimde hedef tahtasının başına konulurken “PKK savaştan rant elde ediyormuş, lider kadro kendi derdine düşmüş, Kürt sorununun çözümünü kendisinin bitişi olarak gören PKK sorunun çözümünü istemiyormuş…” gibi bu minval üzeri bir sürü teori oluşturulmakta, savaşın bitmesini istemeyen bir koro sanki savaşın bitmesini istiyormuş gibi bir tutum içinde kulakları tırmalayan bir kakofoniyle Kürt özgürlük hareketini karalama kampanyası yürütmektedir. Adeta üzerinde tepindikleri asker ve gerilla ölümleri sanki umurlarındaymış, sivil ölümleri onlar için bir anlam ifade ediyormuş gibi düştüğü yeri yakan bu gerçekleri istismar etmekten zerre kadar utanmayan bir yalan makinesi durmaksızın işlemektedir. Türk basınının içine girdiği tutum öyle bir noktaya gelmiştir ki, öyle bir noktaya getirilmiştir ki Türkiye’nin barışa ulaşması için en başta basınla müzakere yürütmek, öncelikle basını barışa zorlamak gerekmektedir. Türk medyası yeşil AKP faşizminden daha saldırgan ve gerçekleri ters yüz eden bir tutum içinde kışkırtma ve linç medyası olarak işlev görmektedir.
Silvan’da gerilla avına çıkan askerlerin gerilla tarafından vurulması sonrasında Erdoğan’ın ve yeşil AKP faşizminin saldırgan söylemlerini, yalan ve iftiraya kadar vardırması, tehdit ve şantaja büründürmesi, sınır tanımayan polis terörü, Kürdistan’ın tüm bölgelerinde yürütülen operasyonlar, Kandil’e hava hareketleri, 12 Eylül’de bile yapılmayan düzeyde toplu tutuklamalar, örülmeye çalışılan yeşil inkar ve imha sisteminin kabul edilmemesi karşısında duyulan öfkenin ve aczin dışa vurulmasıdır. 

AKP Kürtlere kendi siyasi egemenlik ve kültürel soykırım projesini kabul ettirerek, devlet üzerinde yürüttüğü iktidar mücadelesini sonuçlandırmak istemektedir. Bu konuda tek parti dönemi CHP’sinin yol ve yöntemlerini esas almaktadır. Yapmaya çalıştığı CHP’nin 1930’larda bütün toplumu susturarak kurduğu tek partili iktidarı günümüzde hayata geçirmektir. Türkiye’nin bütün ekonomik, siyasal, sosyal alanlarında belirleyici olmaktır. Yeşil AKP faşizmi bunu varlık koşulu olarak ele almaktadır. İktidar açlığını iliklerine kadar yaşayan AKP geleneği ele geçirdiği devlet iktidarını kalıcı kılmak adına her türlü gayri insani yol ve yöntemi kullanabilecek bir gözü karalık içindedir.

İktidara geldiği 2002’den bu yana sivil ölümlerinin bir çetelesi çıkarılacak olsa yeşil AKP faşizminin en fazla sivil ölümünün gerçekleştiği hükümet süreci olduğu görülecektir. Son altı aylık bilanço bile ürkütücüdür. Kürt halkının en meşru, yasal ve demokratik gösterilerine yapılan polis müdahalelerinde onlarca insan yaşamını yitirmiştir. Kürdistan coğrafyasında yaşlı, kadın, çocuk, bebek, hamile ayrımı gözetmeyen bir devlet terörü hüküm sürmektedir.

AKP’nin Kürt sorununu çözme derdi yoktur 

Kürt sorununu çözme, buradan hareketle farklılıkların eşitliğine dayalı demokratik bir Türkiye ortaya çıkarma, kendisini böyle demokratik bir ülkenin diğerleriyle eşit bir partisi haline getirme yaklaşımı yoktur. Tamamen Erdoğan’ın sultan AKP’nin saltanat olduğu sadece tek milletli, tek bayraklı, tek dilli ve tek devletli değil tek adamlı ve tek partili otoriter bir Türkiye yaratmaya çalışmaktadır. Bunun önündeki temel engel direnen Kürt halkıdır. Başkan Apo ve Kürt özgürlük hareketidir. Erdoğan ve AKP’si bunların tasfiyesini başardığı takdirde Türkiye’nin tek gücü olacağına inanmaktadır. Dolayısıyla AKP’nin Kürt sorununu çözme değil en meşru ve insani hakları için süren Kürt direnişini kırma, onun örgütlülüğünü dağıtma, Önderliğini teslim alma ve etkisizleştirme derdi vardır. AKP için temel hedef Türkiye’nin demokratikleşmesi değildir; temel hedef, Kürtlerin bastırılması temelinde devletin tek sahibi olmaktır. Erdoğan ve yeşil AKP faşizminin temel hedefi budur. 

İçerde giderek büyüyen yeşil sermayenin ihtiyaçları ve amaçları, dışarıda ABD ve uluslararası hegemonik güçlerin Ortadoğu’ya dönük hesapları AKP’de temsilini bulmaktadır. Teslim alınmış Kürdistan’ı yayılma alanı haline getirerek Ortadoğu’ya açılmak, Ortadoğu’yu kendi büyümesinin hizmetine koşmak isteyen Yeşil sermaye AKP’yi bunun için var gücüyle desteklemektedir. AKP’nin iç ve dış politikasını yönlendiren bir yanıyla bu güçlerdir. Yeni Osmanlıcılık temelinde Ortadoğu’yu kendi yayılma alanı olarak gören bu çapulcu sermaye kesimleri Ortadoğu’ya sömürgeci bir zihniyetle yaklaşmakta, Erdoğan, yeşil AKP faşizmi ve medyası Ortadoğu’nun kanayan yaralarını, acılarını, kutsallıklarını bu temelde istismar etmekten zerre kadar utanç duymamaktadır. Filistin halkının acıları, Arap aleminin İsrail’le yaşadığı çelişkiler, büyük bedelleri göze alarak ayağa kalkan Arap halklarının umutları bu kirli emeller için ikiyüzlüce, utanmazca istismar edilmektedir. 

İki yüz yıldır Ortadoğu halklarını teslim almaya çalışan kapitalist modernite güçleri tam da ayağa kalktığı ve tüm statükoyu alt üst ettiği bir süreçte Ortadoğu halklarına kendi damgalarını vurmak istiyor. İşbirlikçi liberal islam –buna günümüzde ılımlı islam deniyor- eliyle bunu gerçekleştirmek için tüm gücünü kullanıyor. Erdoğan ve AKP’si bölgede kapitalist sistem temsilciliğini en iyi ben yürütürüm iddiasıyla hareket ediyor. Yeşil sermayenin de işine geldiği için kapitalist modernitenin bölgedeki taşeronluğuna soyunmuş bulunuyor. Karşılığında Kürt tasfiyesine dayalı tek adamlı tek partili yeşil diktatörlüğüne tam destek istiyor. 

AKP için demokrasi sorununu kullanma, çarpıtma, istismar etme sorunundan bahsedilebilir, ancak demokrasiyi geliştirme, tesis etme sorunundan söz edilemez. Bir hegemonya türünden başka bir hegemonya türüne yatay geçiş yapılmaktadır. Mantık aynı, yöntem aynı, amaç aynıdır, dayanılan güçler de büyük ölçüde aynıdır.
Bu anlamda Kürtlerin temsilcileriyle masaya oturarak, Kürt sorununa demokratik siyasal çözüm geliştirme, ya da demokrasi standartlarını yükselterek çoğulcu, eşitlikçi bir çözüm ortaya çıkarma söz konusu değildir. Yapılan göz boyama, beklenti yaratma, bunu çarpıtma örgütlülüğünü ve önderliğini tasfiye ettiği Kürt halkını, geliştirmek istediği sultanlığın hizmetine sokmadır. 

Cumhuriyet tarihi boyunca en büyük bölücülüğü yapan devletin haklarını talep eden Kürtleri bölücülükle suçlaması, kaybettiği ve katlettiği Kürtlerin sayısı on binlerle ifade edilirken Kürt direnişini terör hareketi olarak lanse etmesi bu devletin kuruluşundan bu yana yürüttüğü bir siyasettir. AKP’nin yürüttüğü siyaset de aynıdır. Tasfiye politikalarını gözden kaçırmakta ve gizlemekte, elindeki devlet olanaklarını ve medyayı sınırsızca kullanarak Kürt soykırımını yürütmekte ve yavuz hırsız gibi suçlarını da Kürt tarafına yıkmaya çalışmaktadır.

Yalanı tutmayan AKP şiddete ve psikolojik savaşa sığınmaktadır

Değişen fazla bir şey yoktur. Kırıntı bile sayılamayacak hukuki temeli bulunmayan kimi uygulamaları abartıp Kürt sorununda büyük gelişmeler yaşanıyormuş gibi göstermek, bunlar üzerinden Kürt tarafına yüklenmek ve ‘daha ne istiyorsunuz verilenle yetinin’ demeye getirmekte; bir anlamda diyalog, çözüm, barış, demokrasi kavramları etrafında bir teslimiyet ağı örmektedir. Kürt halkı bunu yutmayacak ve buna yatmayacak bir politik düzeyde seyretmektedir. İşte Erdoğan ve AKP’sinin çıkmazı da burada başlamaktadır. Yalanı tutmayan AKP silaha, şiddete ve psikolojik savaş yöntemlerine sığınmaktadır. Beklediği sonucu alamadığı için Kürt Halk Önderliği ve PKK ile görüşmeleri kesen AKP faşizmi bir yandan tecrit politikasıyla şantaj yapmaya, bir yandan da sınır ötesi operasyon tehditleriyle korku salmaya, yoğun tutuklamalarla Kürt demokratik siyasetini teslim almaya çalışmaktadır. Erdoğan’ın medyası burada devreye girmekte ve hiçbir meşruiyeti, tutarlılığı, yeniliği olmayan, açığa çıktığı ve teşhir olduğu için şiddete mahkum kalan yeşil AKP faşizminin kanlı ellerini yıkamaya soyunmaktadır. Yeşil AKP faşizminin yalanları, çarpıtmaları, suçları ve kanlı elleri basın tarafından aklanmaktadır. Yaşanan sürecin sorumluluğu PKK’ye yıkılarak Kürtlerin direnme hakkı bile ellerinden alınmaya çalışılmaktadır. Bu aklama faaliyeti Türk halkına dönük beyin yıkama faaliyetiyle güçlendirilirken Kürt halkına dönük psikolojik savaşla tamamlanmaktadır. 

AKP’nin Türkiye’yi uçuruma sürükleyen bu politikayı sürdürmesinde en büyük suçlu, Türkiye tarihinin en tehlikeli psikolojik savaşını yürüten Türkiye basınıdır. Türkiye basını AKP’nin bu tehlikeli amaçlarını gizlemekte, meşrulaştırmakta ve bu temelde savaşın, çatışmanın sürmesinin, derinleşmesinin hatta geri dönülemez bir rotaya girmesinin sorumluluğunu yürütmektedir.
Kürt halkının demokratik direnişi yeni bir düzeye ulaşmıştır. Yeni boyutlar kazanan, demokratik direnişin tarihsel örneklerini sergileyen bu direniş süreci büyük halk eylemlilikleri ve kahramanlık sınırında seyreden gerillanın meşru savunma eylemlilikleri temelinde ilerlemektedir. Bunu görmek için Kürt halkının sadece 2011 yılında sergilediği kimi eylemliliklere bakmak bile yeterli olacaktır.

8 Mart Kürdistan’da yaşanan büyük kadın devrimini ifade etmesiyle; Newroz Kürt halkının özgür irade beyanı olmasıyla; Newala Qasaba yürüyüşü PKK’de gerçekleşen kahramanlığın bütün bir toplum tarafından sahiplenildiğini göstermesiyle; −Büyük Amara yürüyüşü Kürt halkının Önderlik kurumunu tartışmaya yer vermeksizin sahiplenmesiyle ve YSK vetosuna karşı topyekun ve eşzamanlı hareket ederek siyasal iradesini sahiplenmede sergilediği kararlılığıyla Kürt halkının Ortadoğu’nun direniş tarihinde şimdiden yerini almış büyük bir devrimsel süreç yaşadığını kanıtlamaktadır.
Yaşanan bu direniş sürecinde siyaset ve siyasetçilik biçim ve içerik olarak büyük değişiklikler yaşamaktadır. Kürt halkı demokratik siyasetin en çarpıcı örneklerini ortaya koymakta, büyük bir politikleşmeyi yaşamakta ve milyonlar politik süreçte doğrudan yer almaktadır. Gerilla Kürdistan ve Türkiye’nin tüm alanlarında Kürt halkının varlığını ve iradesini güvenceye alma temelinde etkili bir meşru savunma direnişini gerçekleştiriyor. Benzersiz bir siyasal soykırıma karşı benzersiz bir direniş yaşanıyor. Siyasi temsilcileri yığınlar halinde zindanlara doldurulan Kürt halkı kendi temsilini kitlesel halde artık kendisi yapıyor. Zira artık her Kürt bireyi temel hakları, demokratik yaşamı ve özgür geleceği hakkında siyaset yapabilecek güce, bilince ve örgütlülüğe kavuşmuştur. Yeşil AKP faşizminin baskısı, yürüttüğü siyasi soykırım saldırısı yanında devasa gücü ve olanaklarına karşı Kürt halkı birliğini güçlendirerek, örgütlülüğünü büyüterek ve doğrudan demokrasi yöntemlerini geliştirerek, her şeyiyle direniyor. 

Bu sadece Ortadoğu değil, tüm dünya demokrasi tarihi açısından da ilkleri barındıran, oldukça çarpıcı, çok yönlü, tüm insanlık için umut ve coşku kaynağı olabilecek bir süreçtir. Arap coğrafyasında yaşanan toplumsal hareketlilikten çok daha örgütlü, çok daha bilinçli, çok daha felsefi ve tarihi temelleri bulunan, isyan değil, örgütlü ve bilinçli yeni bir toplumsal devrim sürecidir. Ve oldukça öğretici deneylerle doludur. Toplumsal yaşamın her yanına getirmiş olduğu felsefi, ideolojik yaklaşımlar, örgütsel, eylemsel yeniliklerle demokratik uluslaşmanın ve demokratik özgür toplumsallaşmanın olağanüstü bir örneğini sergilemektedir. Ortadoğu Rönesans’ı ve aydınlanması Kürt halkının bünyesinde başlamıştır ve geri döndürülmesi de mümkün değildir. 

Otuz yılı aşkın mücadele süreci Kürdistan halkında eski zihniyet kalıplarının kırıldığı ve yerini yeni zihniyet kalıplarının aldığı bir süreç olarak değerlendirilmediği sürece yaşanan görkemli direniş süreci anlaşılamaz. Bağrında yaşanan büyük kadın devrimi ve kadında temsilini bulan büyük toplumsal yenilenme, özgürleşme, büyük demokratik dönüşüm görülmeden Türkiye ve Kürdistan coğrafyalarındaki etkileri hesaba katılmadan yaşanan bu süreç hakkında ne dostluk ne düşmanlık adına ciddiye alınabilecek bir söz edilemez. İşte yeşil AKP faşizmi bunu göremeyecek bir sığlıkla Kürt halkının bu görkemli ayağa kalkışını sabote etmenin, önüne geçmenin, sindirmenin beyhude çabası içindedir.

Kürt halkına yöneltilen soykırım saldırılarında basın başı çekmektedir

Türk medyasının öteden beri tavrı bellidir ancak Kürt halkının bu direniş süreci karşısında neredeyse tüm basının görmezden ve göstermezden gelme yaklaşımını saldırganlık sınırlarına tırmandırması dikkat çekici düzeydedir. Büyük bir hınç ve öfke ile Kürt halkına yöneltilen soykırım saldırılarında basın yayın dünyası adeta başı çekmektedir. Kürt halkının özel yasalarla, özel bir adada özel tecrit uygulamasına tabi tutulan Önderliği, günübirlik bombardımana tabi tutulan coğrafyası, polis terörü altında ezilen, katledilen, linç edilen kadın, çocuk ve yaşlıları, on Tahrir edecek serhildanları haber konusu dahi yapılmamaktadır. Yemen, Bahreyn, Ürdün, Suriye gibi ülkelerde üç yüz-beş yüz kişinin yürüyüşü söz konusu rejimlere karşı halkın meşru ‘isyan’ hareketleri olarak yansıtılırken Kürt halkının on binlerle, yüz binlerle serhildana kalkması yok sayılmaktadır. Habere konu edildiğinde ise terör örgütü yanlısı üç beş kişinin sokak eylemleri türünden suçlayıcı, basitleştirici, aşağılayıcı bir dil kullanılmaktadır.

Türk basını ve medyasının suçları tarihseldir. Yapısal karakteri gereği, zihni biçimlenmesi gereği suçludur. Bu biliniyor ancak tövbe etmekten veya yanlışlarının özeleştirisini vermekten kaçıyor. Bu yüzden büyük insanlık suçlarına ve bunların sürmesine hizmet etmesiyle ve halklarımızın acı çekmesinde rol oynamakta ısrarıyla birkez daha suçludur. Kürt halkının ortaya koyduğu iradesini ve taleplerini görmezden, göstermezden gelmek için dahası bu talepleri hiçleştirmek ve iradesini kırmak için her türlü yalan, çarpıtma, iftira, karalama yöntemlerine başvurmaktadır. Yeşil AKP faşizminin saldırganlığını meşrulaştırmak için ikiyüzlü bir yaklaşımla her türlü çamur atmayı, saptırmayı, kutsal bir görev gibi yerine getirmektedir.
Medya tekellerinin sahipleri için bu konuda ar, namus, doğruluk, haysiyet içeren, medya etiği, gazetecilik ve basın ilkeleri gibi hususların anlam taşıdığı söylenemez. Bu çok önemli değildir ve aklı olan hiç kimsenin böyle bir beklentisi de yoktur. Ancak basın ve medya dünyasında yer alanların, kalem kullanan, mikrofon uzatan, haber sunan, yorum yapan, köşe yazan, haber kovalayanların bunlardan uzak durması, ne adına olursa olsun bu değerlere sahip çıkmaması bir ülke için felaket demektir. Zira basın ve medya toplumların zihni demektir. Ortak aklın üretildiği alan demektir. Toplumsal aklın şekillendirici, yapıcı en önemli alanıdır basın ve medya dünyası. Bu alan inkar, çıkar, ilkesizlik, yalan, insafsızlık ve vicdansızlık üzerine şekillenmişse, toplumun akıl sağlığı başta olmak üzere hiçbir şey ve hiçbir kimse güvende değil demektir. Nitekim yaşanan gelişmelerde bunu göstermektedir. Türk basını kadar hakarete, saygısızlığa, saldırgan ve aşağılayıcı tutumlara maruz kalan bir basın daha yoktur. ‘Sahibinin sesi’ olmakta kusur etmemesine rağmen durumu acınacak haldedir. Devlet karşısındaki ilkesizliği ve çıkarcılığı, korkaklığı ve yaranmacılığı o düzeydedir ki dünya basın camiasında zerre kadar saygınlığı yoktur. Kürt basıncılığının sahip olduğu itibar, saygınlık, insani ve mesleki ilkelere bağlılıktan kaynağını alan inandırıcılıktan fersah fersah uzaktır.

Büyük acılar ve bedeller temelinde önemli bir aşamaya, müzakere ve çözüm aşamasına gelen Kürt sorununun çözümü önünde yeşil AKP faşizmi kadar bu basın ve medya gerçeği de engeldir. Tutumu süreci sabote etme, kanı sürdürme ve acıları çoğaltma dışında hiçbir şeye hizmet etmemektedir. Defalarca denenen yöntemlerin birkez de AKP eliyle denenmesinin hiçbir sonuca yol açmayacağı en çok Türk medyası tarafından bilinmektedir. Ancak buna rağmen büyük bir sahtekarlıkla perdeleme, sabote etme, çatışma sürecini körükleyen AKP yaklaşımını destekleme tutumu sürdürülmekte, Kürt halkının demokratik siyaset temelinde dile getirdiği talepleri, ortaya koyduğu kitlesel iradesi, Türkiye halkından ve dünya kamuoyundan gizlenmeye çalışılmaktadır. Askerin, polisin, JİTEM’in ve sayısız özel savaş kurumunun yanında Kürt halkının özgürlük iradesi, onun örgütlülüğü, Önderliği ve öncülüğüne karşı nerede duracağı bilinmeyen bir saldırganlık sergilenmektedir. Bu bile bile yanlışa ortak olmaktır. Bile bile suça bulaşmaktır. Bu bilinçli bir şekilde çatışmalı sürece çanak tutmak ve bundan nemalanmaktır.
Nitekim AKP’li devlet siyasi, kültürel, sosyal alanlarda yürüttüğü saldırganlıktan, istihbari, Jitemvari, kontravari, hizbullahi faaliyetlerden sonuç alamadığını, boşa çıktığını gördüğü için Önder Apo ile yürüttüğü görüşmelere son vermiş, tecrit uygulamasını başlatmış, yeni bir tutuklama dalgasıyla siyasi alana savaş açmış, daha önceki hükümetler gibi Kürtlere karşı özel savaşı derinleştirmiştir. Halka dönük saldırılar, siyasal alanda eşi görülmemiş bir soykırım uygulaması olan toplu tutuklamalar, tüm alanlarda gerillaya dönük operasyonlarla Kürt özgürlük hareketini tasfiye konseptine yol aldırılmaya çalışılmaktadır. Yeşil AKP faşizminin tasfiye politikaları boşa çıkmıştır. Kürt halkının, Kürt özgürlük hareketinin ve Kürt Halk Önderliğinin direnişine çarpmış ve tuzla buz olmuştur. Sürecin çatışmaya evirilmesi bu nedenledir. AKP’li devlet çözümsüzdür ve en bildiği şeye sarılmaktadır. Çatışma ve şiddet. Yeni bir fikri, yeni bir konsepti, yeni bir yaklaşımı yoktur. Sorun karşısında AKP aklının çok basit, çıkarcı, sığ ve ilkel olduğu artık iyice teşhir olmuştur.

Türk özel savaş rejimi tarihinin en zorlu döneminden geçmektedir. İdeolojik ve siyasi alanda yaşadığı kırılma onu şiddet temelinde kendini yeniden restore etmeye yöneltmiştir. Bölgenin büyük alt üst oluşları yaşadığı 21. yüzyıl dünyası karşısında inkar ve imha üzerinde vücut bulan ulus devletçiliği tasfiye olmakla karşı karşıya bulunmaktadır. O nedenledir ki, yeşil AKP faşizmi cumhuriyet tarihinde görülmedik ölçüde kirli savaşı tırmandırmaktadır. Ekonomi, siyaset, diplomasi tamamıyla özel savaşın hizmetine sunulurken, sosyal ve kültürel alan basın ve medyanın imkan ve olanakları en üst düzeyde seferber edilerek benzersiz bir soykırım süreci geliştirilmeye ve Kürt halkı üzerinde sonuca götürülmeye çalışılmaktadır.

Kürtler Türk devleti medyası, akademi dünyası ve diyaneti
tarafından düşman ilan edilmiştir

Bugün Türkiye’de yaşananlar tamamıyla bu çerçevede gelişmektedir. Askeri olarak özel profesyonel orduya geçiş çabalarına hız verilirken, doksanlı yılların büyük insanlık suçlarına imza atan özel harekat dairesi yeniden devreye konulmakta, militer güçler modern teknikle yeniden donatılmakta, siyasi olarak yeşil AKP faşizmi tek parti diktatörlüğü yürütürken Erdoğan tek adam, padişah, sultan edasıyla Kürtler üzerine fermanlar imzalamakta, tehditler ve küfürler savurmaktadır. AKP’nin ideolojik olarak dayandığı Türk-islam sentezine yeni bir biçim kazandırılarak ılımlı islam ismiyle bölgesel ajanlığa soyunulmaktadır. Toplumsal alanda Türkiye’nin sağcısı, dönek solcusu, sözde demokratı, liberali, milliyetçisi, dincisi, laiki vb bir araya getirilmekte, Kürt siyaseti ve siyasetçisinin iradesi kırılmaya çalışılmakta, Kürtler arası çatışma körüklenmekte, Kürtlük adına siyaseten, ahlaken düşmüş kimi Kürtler Kürt halkına lider diye sunulurken, Kürt halkının milyonlarla sahiplendiği ve ölümüne bağlı bulunduğu Önder Apo işlevsiz, değersiz kılınmaya, gözden düşürülerek etkisiz bırakılmaya çalışılmaktadır. Kürt halkı Türk devleti, medyası, akademi dünyası, diyaneti tarafından düşman ilan edilmiştir.

Bu şekilde yeşil AKP faşizmi ve artık onun eline geçmiş bulunan devlet aygıtı Kürtlere karşı ilan edilmiş bir soykırım savaşını açıktan açığa yürütür hale gelmiştir. Türkiye’de yeşil AKP faşizminin kendini dört dörtlük bir özel savaş rejimi olarak konumlandırması Türkiye’nin Kürt direnişi karşısında iflas eden gerçekliğini ortaya koymaktadır. Türk basını ve medyası bu durumun gizlenmesi, sanal başarılar ve zaferler temelinde tersinden gösterilmesi ve her yol mubah anlayışıyla Kürt düşmanlığı yürütmekle görevli kılınmıştır. Kendini böyle bir görevle yükümlü kılmıştır. Sürecin yeniden çatışmaya evirilmesinden en az yeşil AKP faşizmi kadar sorumludur.
Türkiye ve Kürdistan gerçeğini gizleyen, Türk ve dünya kamuoyundan Kürt halkının demokratik direnişini ve en meşru, en insani taleplerini kaçırarak, iflas eden devlet aklına çıkar karşılığı methiyeler dizen, Türkiye’yi felakete sürükleyen inkar ve imha siyasetine hizmet eden basın ve medya gerçeği yeşil AKP faşizmiyle birlikte yeniden düzenlenmiştir, yeniden örgütlendirilmiş ve misyonu AKP’nin misyonuyla uyumlu kılınmıştır. Türk medyasını oluşturan basın yayın organları buna uygun bir zemin olmanın sorumluluğunu ve görevlerini yerine getirmekle görevlendirilmiştir. Medyanın sistem içinde bu kadar önem kazanması, bu kadar öne çıkması psikolojik savaşa bu kadar ağırlık verilmesi Kürt halkına karşı yürütülen savaşın içinde bulunduğu çıkmazın, aczin ve çaresizliğin göstergesidir. Bu nedenle Kürt halkına karşı yürütülen özel savaş ağırlıklı olarak psikolojik savaş kapsamında ele alınmaktadır. Başarısız oldukları için psikolojik savaş bu kadar öne çıkarılmakta medyaya bu kadar rol ve önem atfedilmektedir. 

Amaç esas olarak değişmemiştir, ama yöntemlerde ve taktiklerde ciddi değişiklikler görülmektedir. Geçmiş süreçlerde basın genelkurmay tarafından yönlendirilen politikanın destekçisiyken AKP iktidarıyla birlikte Kürt halkının direnişine karşı yürütülecek ezme, bastırma, saptırma, teslim alma temelli tasfiye politikalarının üretildiği bir zemine dönüşmüştür. Kürt halkına, Önderliğine ve örgütlülüğüne karşı yürütülen savaşın ağırlıklı bölümü basın üzerinden psikolojik savaş olarak yürütülmektedir. Asker ve polis, sözde sivil toplum kuruluşları, cemaatler, tarikatlar, işbirlikçi ajan Kürt çevreler, devşirilmiş ve ruhunu satmış tipler, devlet fideliğinde yetişmiş toplumsal kesimler basının verdiği perspektiflere göre düşünmekte ve hareket etmektedir. Bu yönüyle basının geçmişteki durumdan çok farklı bir konumu vardır. Artık perspektif gücüdür. İdeolojik yönlendirici güçtür. Kürt halkına ve Kürt özgürlük hareketine karşı yürütülen çok yönlü savaşın doğrultusunu, içeriğini, ilkelerini, esasını basın belirlemektedir. Kürt özgürlük hareketinin toplumsal temelini daraltma, Türkiye ve dünya kamuoyundan soyutlama, yalnızlaştırma, Kürt özgürlük hareketini parçalama, Kürt halkının bilincini karartma, muğlaklığa düşürme konusunda esas rolü basın yerine getirmektedir. ’90’lı yıllarda kaba yöntemlerle, katlederek, kaybederek Kürt özgürlük hareketinin toplumsal tabanını daraltmak esas alınırdı. Günümüzde basın bu görevi üstlenmiş bulunmaktadır. Faili meçhuller, polis terörü, sivillere, kadın-çocuk-yaşlılara dönük katliamlar yine yaşanmaktadır; Nazi Almanyası’nı andıran siyasi soykırım operasyonları yine yürütülmektedir. Böylesi yöntemlerle halkımız yıldırılmaya, sindirilmeye, iradesi kırılmaya çalışılmaktadır. Ama bu saldırıları basın hazırlamakta, yönlendirip meşrulaştırmaktadır. Bu anlamda geçmişten daha tehlikeli, daha sinsi, daha stratejik bir rol oynamaktadır. Kürt halkına karşı yürütülen özel savaş içindeki yeri ve ağırlığı artmış, adeta rütbe almış bir basın gerçeği söz konusudur. Şu anda neredeyse bütün medya ve basın camiası yeşil AKP faşizminin politikalarını kotaran, pratikleştirilmesi için zemin oluşturan dört dörtlük bir özel savaş aygıtı olarak işlev görmektedir. Bu anlamda geçmişteki destekçi pozisyonundan çıkmış neredeyse yekvücut bir halde Kürt halkına, Önderliğine ve Özgürlük hareketine karşı savaş vermektedir.
Devletin resmi basın yayın kurumları dışında, özel sektör tarafından çalıştırılan yüzlerce TV ve radyo kanalı ve gazete mevcuttur. Bunlar tamamen yeşil AKP faşizminin ve yürüttüğü özel savaşın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde yayın yapmaktadır. Hepsi bir ağızdan Kürt Halk Önderliği’ni, Kürt özgürlük hareketini ve Kürt halk gerçekliğini hedeflemekte ve yıpratmak için, kamuoyunun desteğini engellemek, Kürt halkının kafasında soru işaretleri oluşturmak, tanımayan insanlarda olumsuz bir imaj yaratmak için yapabilecekleri her şeyi hiçbir kural ve ilke gözetmeden yapmaktadırlar. 

AKP iktidarıyla birlikte Türkiye’deki basın yayın organlarının büyük çoğunluğu tarikatların eline veya denetimine geçmiş bulunmaktadır. Gazete, TV, radyo, ajans, yayınevi, matbaa, dağıtım şirketi vb birçok basın yayın organı Gülen cemaatince yönlendirilmektedir. Gülen tarikatı bu biçimde Türkiye’de yaşayan halkları Kürt Halk Önderliği’ne, Kürt özgürlük hareketine ve özgür Kürt’e düşmanlık temelinde örgütlemekte ve Kürt soykırımını sonuca ulaştırmaya çalışmaktadır. Samanyolu, Kanal 7 TV’leri, Zaman, Yenişafak gazeteleri, Aksiyon ve Sızıntı dergileri ve sayısız site üzerinden büyük bir ideolojik saldırı yürütülmektedir. Öyle ki, Kürt özgürlük mücadelesine karşı hangi cepheden, nasıl mücadele edilecekse, onun programı yapılmakta ve antipropagandası geliştirilmektedir. Her şeyi kullanmak mubah görülmekte, halkın değer yargıları ve dini duygularıyla oynamakta tüm sınırlar kaldırılmış durumdadır.

Özgürlük hareketini hedefleyen bir basıncılık hakim kılınmıştır

Psikolojik savaşın bu kadar pervasızca yürütülmesi esas olarak savaşın geldiği düzeyi göstermektedir. Artık saflar netleşmiştir. Zaten AKP hükümeti herkese “ya bizden yana ya da PKK’den” dayatması içine girmiştir. Kürt özgürlük hareketi karşısında o kadar sıkışmıştır ki kimseye orta bir yol bırakmamaktadır. Bu açıdan Türk medyası psikolojik savaşı bu kadar çıplak yürütmektedir. Farklı seslere, sorgulayan kafalara, dünya standartlarında bir basıncılık yapılmasına bile tahammülleri yoktur. Tamamen Kürt özgürlük hareketinin tasfiyesini hedefleyen bir basıncılık hakim kılınmıştır.

Siyasal alanda da durum buna benzerdir. Giderek farklı görüşler devreden çıkmakta hepsi tek ses haline gelmektedir. Şu anda tek bir görüş vardır, o da AKP’nin yürüttüğü devlet politikasıdır. Meclisteki tüm partiler söylemleri farklı olsa da aynı amaç doğrultusunda çalışmaktadırlar. O da Kürt özgürlük hareketini tasfiye edip kültürel soykırımı tamamlayacak siyasal sistemi güçlendirmektir. 

R. Tayyip Erdoğan’ın “bir milletiz” tanımında ifadesini bulan bu aldatmacayla Türkiye’de Türkler dışında bulunan tüm halk, topluluk, kültür ve kimlikler reddedilmektedir. Bu yönleriyle açığa çıkan AKP faşizminin; devleti, Kürt direnişini ezerek yenileme çabaları, tırmandırılan kirli savaş eşliğinde giderek daha fazla boyutlandırılmaktadır. Bugün özgürlük ve demokrasi mücadelemize karşı tırmandırılan savaşın anlamı da budur. Yeşil AKP faşizmi bu nedenledir ki tüm Kürt dinamiklerine karşı savaş ilan etmiş bulunmaktadır.

Ancak artık görülmek durumundadır abartılı bir biçimde yürütülen psikolojik savaşla, manipülasyon ve korku yaratarak Kürt halkının haklı mücadelesi karşısında başarı sağlanamaz. Sanal zaferlerle, psikolojik savaşlarla dünyanın en gerçek, en haklı mücadelesi geriletilemez. Hakikati ve gerçeği büyük olan, buna bağlı milyonlarla yeni ve özgür bir toplumsallığı yaratan Kürt özgürlük hareketinin geriletilmesi artık mümkün değildir. Türk devletinin başarısızlığı da esas olarak buradan kaynaklanmaktadır. Artık yeni bir aşamaya ulaşmış olan Kürt halkının demokratik direnişi kesintisiz bir süreçtir ve çözüm dışında hiçbir şey onu durdurmaya muvaffak olamayacaktır.

Kaynak:http://www.serxwebun.org