28 Ekim 2012 Pazar

Ölümler Nasıl Önlenir? Ve 30 Ekim Çağrısı


Veysi SARISÖZEN

Adalet Bakan’ı “mesaj” alındı demiş...

Bin direnişçi, bu açlık greviyle kime, neden mesaj veriyor?


Onlar PKK önderinin sağlık, güvenlik ve özgürlüğü talebiyle, Kürtçe savunma talebiyle, ana dilde eğitim talebiyle kime sesleniyor?


Hükümete mi?


Onlar, Başbakan’a “ölmemizi istemiyorsan bu talepleri yerine getir” mi diyorlar?


Hayır!..


Çünkü Erdoğan, bin direnişçi’ye “terörist” diyor ve “biz teröristlerin ölümüne ağlamadık, ağlamayız, ağlamayacağız” diye açık bir nefret duygusuyla konuşuyor.


Bin direnişçi Başbakan’ı tanıyor.


O nedenle onların açlık grevi, hükümete seslenmiyor; “ölümüne” ileri sürdükleri talepler, hükümetten beklenmiyor.


Zindan, kendi insanına sesleniyor.


Zindandakiler, kendi annelerine, babalarına, kardeşlerine, akraba ve hısımlarına, kendi halklarına ve bu halkın dostlarına, sosyalistlere, feministlere, yeşillere, demokratlara, liberallere, özgürlükçü Müslümanlara “ölümüne yükselttiğimiz taleplere bizi ölümden döndürecek bir güçle sahip çıkın” diyor...


Zindandaki direniş, sokaktaki direnişe çağrıdır. Hükümete mesajı sokak verecek... Taleplerin yerine getirilmesini hükümetten milyonlar isteyecek...


Bu çağrının önemini anlamak için sorulacak soru şu: Zindanda bulunanlar kim?


AKP, onun İçişleri Bakanı, polis şefleri ve mahkemeler, bu soruya çok açık yanıt veriyorlar: Diyorlar ki, ''biz bu kitlesel tutuklamalarla, Kürt halkını “sokağa çıkamaz” hale getirmeyi amaçladık, onu örgütleyen, onu aydınlatan herkesi hapse attık, onların yerini alanları da hapse attık, şimdi de onların yerini alanları ve almaya hazırlananları hapse atıyoruz ve atacağız...” demekteler.


Zindandakiler, şu son on yıl boyunca yaşanan bütün serhildanların legal örgütleyicileri... Peş peşe kazanılan seçimlerin legal planlayıcıları... BDP’yi kitleselleştiren ve sokakları özgürleştirenler...


İşte onlar bu ölümüne yürüdükleri yolda diyorlar ki; “AKP hükümetinin bu zorbalığını boşa çıkarma kararı verdik; onlar bizim halkın bağrında örgütlenme, aydınlatma çalışmalarımızı önlediklerini sanıyorlar; halkımızın sokağa çıkmasını bu yolla engelleyeceklerini hesaplıyorlar; aldanıyorlar; işte şimdi biz, yani on bin tutsak, yeniden görev başındayız; ölüm orucumuzla halkımızın örgütlenmesine, aydınlatılmasına, sokakları özgürleştirmesine, yeniden katkıda bulunuyoruz; demokratik taleplerimiz için mücadeleyi örgütlememizi engellemek isteyen hükümete cevap veriyoruz: Görev başındayız.”


Onlar böyle diyorlar.


Ölüm orucuna yatanlar, özgürken yaptıklarını bu yolla yapıyorlar.


“Ölüm orucuyla talepte bulunmaya” karşı konuşan pek çok aptal var.


“Ölümü kullanmak” olur muymuş? Bu “şantajmış”...


Ne kullanması? Ölmek üzereler.


Bu utanmaz koroya ne denebilir?


Bin direnişçi, zindana girmeden önce de “ölümüne bir yürüyüş” içinde değil miydi? Onlar halkın hakları için canlarını sokakta, yolda, dağda, ovada ölüm pahasına ortaya koymuyorlar mıydı? Meclise girip de sokakta kurşunlanan Kürt vekil Sincar “ölüm” pahasına direniş içinde değil miydi? Ahmet Türk defalarca ölümle yüz yüze gelmedi mi? Pervin Buldan, Ayla Akat Ata, Gültan Kışanak her demokratik gösteride polisin öldürücü saldırılarından kıl payı kurtulmadı mı? Zindan’da ölüm orucuna yatan çocuklar gösterilerde kurşunlanıp öldürülmedi mi?


Sokakta ölümü “kavga” ederek göğüslüyor bu halk.


Zindanda ise ölümü “açlık grevi”nde göze alıyor.


“Ölüm!”


Bu tercih ne dağdakilerin, ne ovadakilerin, ne serhildanlara katılanların, ne de zindanda ölüm orucuna yatanların tercihi değil. Türk devletinin bütün güçleri ve kurumlarının Kürt halkına dayattığı, onu haklarını istemekten vazgeçirmek için onların önüne koyduğu, göz korkutmak, sindirmek, boyun eğdirmek, onursuzlaştırmak için yüz yıldır Kürt insanının yaşamına karşı dayattığı “akibet” değil mi?


“Ya sus, ya öl!” diyen kim Kürtlere?


Kürt halkını en basit hakları için ölümü göze almaya mecbur eden “örgüt” mü, yoksa devlet mi?


“Örgüt emriymiş”!


Utanın!..


Şimdi “örgüt” 30 Ekim’de tüm Kürdistan’da “ölümleri durdurmak” için, milyonları sokağa çağırıyor işte... Ve halk milyonlarla sokakları doldurduğu, tüm yaşamı 30 ekim günü durdurduğu zaman, yani ovada “silahsız devrimci halk direnişi” süreci başladığı zaman, işte o zaman zindanlardaki direnişçiler “örgütleyici, aydınlatıcı, harekete geçirici” doğal görevlerini yerine getirmenin vicdan rahatlığı içinde “hayata döneceklerdir.”


Zindanda “hayat” için sokağa!..


Özgür Gündem

Hiç yorum yok: