26 Eylül 2012 Çarşamba

Nafile Direnmek

Engin ERKINER

Direniş bizde sadece iyi anlamda yorumlanır.

Size karşı bir şey yapılmaya çalışılıyor, bir şey dayatılıyor ve siz de bunu kabul etmiyor ve direniyorsunuz.

Direnişin negatif yanı da vardır.

Direniş, adı üzerinde, negatif bir eylemdir ya da duruştur.

İnisiyatif sizde değil, karşıdakindedir.

Sizin yaptığınız karşınızdakinin saldırısına ya da dayatmasına karşı direnmektir.

Bu nedenle uzun süren direnişler, sadece direniş olarak kalırlarsa insanı bitirir, en azından önemli oranda yıpratırlar.

Direnen aynı zamanda üretmek zorundadır.

İnsanı geliştiren, zenginleştiren üretimdir; kendi başına direniş değil…

Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve hükümetlerinin Kürt halkıyla ilgili olarak son 30-35 yıl ve hatta daha gerisindeki performansına baktığımızda, negatif anlamda direnişi görürüz.

En basit taleplerden başlayarak sürekli bir direniş gösteriliyor. Başka bir deyişle sürekli çarpışarak geriye çekiliniyor. Bir talepte direnmekten vazgeçiliyor, bir sonrakinde direniliyor.

Bugün Kürtçe diye bir dil var mıdır diye kimse sormuyor.

30 yıl öncesinde durum böyle değildi.

Kürtçenin sözünü etmek bile Türk Ceza Kanunu 125. maddeden (bölücülük maddesi) ceza almak için yeterliydi.

Dil konusunda uzman olduğu iddia edilen bazı profesörler Kürtçe diye bir dilin bulunmadığı, bu dilin Osmanlıca-Farsça-Arapça karışımı uydurma bir dil olduğu konusunda uzun açıklamalar yapıyorlardı.

Aziz Nesin, “Bu ülkede bir profesör, bir de pürüfüsür vardır” sözünü boşuna söylememiştir.

1980’li yıllarda Almanya’daki durumu hatırlıyorum.

O sırada Türkçenin seçmeli ders olması için değişik eyaletlerin kültür bakanlıklarına başvuru yapılıyor, dernekler bu konuda kampanyalar açıyordu.

Kürtçenin seçmeli ders olması için de kampanya açılması gerektiği konuşulduğunda, zamanın Türkçe öğretmenlerinde yaygın olan itirazla karşılaşıyorduk: Kürtçe diye bir dil yoktur. Kürtçeden söz etmek bölücülüktür.

Aylar ve hatta yıllar bu saçma tartışmayla geçti.

Bir bölüm insan Kürtçenin de öteki diller gibi bir dil olduğunu kabul etmiyordu.

Bugün kimse böyle bir şey düşünmüyor.

Kürtçe diye bir dil var mıdır yok mudur değil, Kürtçe eğitim konusu konuşuluyor.

Kürtçenin varlığı tartışması geride kaldı.

Kürtçe seçmeli ders değil, eğitim dillerinden birisi olsun konusu konuşuluyor.

Eski korkular, itirazlar, direnişler bu kez “Bu ülkenin tek anadili vardır, o da Türkçedir” üzerinden kendini yeniden gösteriyor.

Ve hiç kimse de şunu sormuyor:

Yıllarca Kürtçenin gerçekte var olmayan bir dil olduğunu savundunuz.

Bu konuda direnebildiğiniz kadar direndiniz ve sonunda vazgeçmek zorunda kaldınız.

Bu kadar inadın, direnişin anlamı neydi?

Kürtçeyi yok etmeye, en azından ciddi oranda sınırlandırmaya çalışırken, Türkçeye iyilik mi yapmış oldunuz?

Türkçenin büyük sorunları var.

Yıllardan beri üniversite mezunlarının bile Türkçeyi düzgün yazamadıkları bir ülkede yaşıyoruz.

İki ayrı imla kılavuzu olan ve bu kılavuzları da sürekli değişen bir dil olabilir mi?

Türkçe de Kürtçe de dünyanın önde gelen dilleri arasında değildir.

Türkçenin böyle bir özelliği olsaydı, yasaklasanız bile herkes bir yolunu bulup Türkçe öğrenirdi.

Ermeni kökenli dilbilimciler Türkçeye önemli hizmetlerde bulundular. Örneğin bu dilin epistemolojik sözlüğü onları eseridir. Türk kökenli dilbilimcilerin bir bölümü ise bu katkıyı kabul etmemek ya da en azından geri planda göstermek için ellerinden geleni yaparlar.

Neden, çünkü onlar Ermeni kökenlidir.

Yapılanın değeri kabul ediliyor, sadece köken kabul edilmiyor.

Bu insanlar, bırakın Kürtçeyi, Türkçeyi de sevmiyorlar.

Almanya’da yapıtlarını farklı bir Almanca ile yazdığı için Feridun Zaimoğlu takdir edilir, ödül bile alır; ama bizde böyle bir şey düşünülemez.

Dile katkı yapan değil, onun kökeni önemlidir.

Korkulardan, komplekslerden kaynaklanan anlamsız direnişlerle yıllar geçiyor.

Binlerce insan hayatını kaybettikten sonra eski direniş çizgisinden vazgeçiliyor, yerini yenisi alıyor.

Kimsenin de aklına “Bunca zaman neden direndik, ne elde ettik?” diye de sormak gelmiyor.

Büyük olmanın iki yolu vardır:

Birincisi: kendiniz büyürsünüz.

İkincisi: başkasını küçültmeye çalışırsınız ve böylece görece olarak büyük görünürsünüz.

İkincisi sonuç alamayacak sahte bir yoldur.

Kürtçeye bu kadar baskı yapılması Türkçe için iyi olmadı.

Kürtçe küçültülmeye çalışılınca Türkçe büyümedi, gelişmedi.

Bu direnişin korku ve çaresizlikten, üretememekten kaynaklandığını söylemek abartma olmaz.

Türkçenin büyük bir dil olduğunu iddia ediyorsan, bunu göstermenin yolu başka dilleri yıllarca yasaklamak, bunu yapamayınca da kısıtlamaya çalışmak değildir.

Büyük kentlerde mağaza isimlerinin bile genellikle Türkçe olmadığı bir dönemdeyiz, ama kimin umurunda?

Kürtçe isim görünce kıyameti koparanlar aynı tepkiyi İngilizce için göstermiyor.

Bu anlamsız, yıpratıcı, sonuçsuz direnişin bitmesi daha da zaman alacak…

Sorun dil değil, sorun Türklerin korkularıdır.


ANF

Hiç yorum yok: