9 Ağustos 2012 Perşembe

PKK ve Asıl Sorun

GÜNAY ASLAN

KÖLN - Bundan 13 yıl önce bugünlerde İmralı’da tutsak edilen PKK Genel Başkanı Öcalan’ın talebi üzerine PKK gerilla güçlerini geri çekti.

Öcalan, ‘demokratik çözüme bir şans verilmesini‘ istemiş, PKK, demokratik çözümün gelişeceğine inanmasa da, bu öneriyi geri çevirmeyi de uygun bulmamış, örgütün ve toplumun içinden yükselen şiddetli tepkilere rağmen ‘çekilme‘ kararı vermişti.
PKK çekilme kararından yana değildi ancak, sonuçta PKK bir lider partisi, hatta hareketiydi ve, herşeyden önce de Öcalan demekti.

Dolayısıyla ondan gelen öneriyi reddetmek kolay değildi. Sonunda kabul etti.

PKK geri çekilme hareketini ‘Gül Hamlesi‘ olarak isimlendirdi.

Geri çekilerek Türk devletine ‘gül uzatıyor‘; barışçıl yeni bir dönemin başlaması için hayati bir fırsat sunuyordu!

PKK Konseyi yükselen tepkilere rağmen, özveri gösterdi ve gerilla güçlerine geri çekilme emri verdi ama,‘demokratik çözümün gelişmesi için güçlerinizi geri çekin‘ diyen Türk devletiyse gerillanın önünü kesti!

Türk ordusu gerillanın geçiş yollarına birbiri ardına pusu attı!

Gerilla vuruşarak yolunu açmaya çalıştı fakat, hazırlıklı değildi. Bu yüzden ağır kayıplar verdi.

O dönemde kadınlı-erkekli 500’e yakın Kürt gerillası; 500 kadar gencecik Kürdistan evladı hayatını kaybetti!


Gerilla geri çekiliyor, barışa bir sanş veriyordu ancak, Türk ordusu da bunun karşılığında bütün gücüyle saldırıyor, kan döküyor,Kürt kanı içmek için yanıp tutuşuyordu!
Ve, Türkiye’nin bugün demokrat kılıklı, ahlaksız, vicdansız ve aşağılık birçok gazetecisi, akademisyeni, siyasetçisi ve yazarı da o gün bu saldırıları destekliyor, gencecik çocukların kanını acımasızca döken Türk ordusuna alkış tutuyordu.

Bir Allah’ın kulu çıkıp da,‘yapmayın; bu zulmü Kürtlere reva görmeyin, onların çocuklarını, üstelik de savaş alanını terk ediyorken öldürmeyin‘ demiyordu.

PKK ve Kürt halkı o günlerde kelimenin tam anlamıyla korkunç bir travma yaşadı.

Bir devlet gibi değil, ilkel bir kabile gibi davranan Türk devleti kimseyi şaşırtmadı!
Oysa Öcalan Kenya’dan kaçırılıp Türk devletine teslim edildikten sonra dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Kürt sorununun demokratik çözümü yolunda yeni bir sayfanın açılacağı kanısı yayılmıştı.

Dünyanın belli başlı televizyonları, gazete ve dergileri, uluslararası kamuoyuna Türkiye’nin artık, ‘değişeceği‘ ve Kürt sorununu ‘barışçıl, sivil yöntemlerle‘ çözeceği mesajını veriyorlardı.

Hatta The Economist, The Thimes, New York Times, Washington Post ve Guardian gibileri söz konusu ‘çözümün‘ nasıl olacağına ilişkin ‘önerilerini‘ dahi sıralamıştılar.

Guardinan 30 Haziran 1999 tarihli başyazısında, Kürt sorununun çözümüne ilişkin olarak 5 maddeden oluşan bir, ‘öneri paketi‘ sunmuştu.

Buna göre; Kürt dili, isimleri ve Kürt dilinde eğitim ve yayın konusundaki sıkı kısıtlamalar ile Kürtlerin politik yaşama katılımı üzerindeki fiili ve hukuki sınırlamalar kalkmalıydı.

Ayrıca Türkiye’nin ulusal kimliği konusundaki tartışmalar teşvik edilmeliydi.

Yine şiddetle ilgisi olmayan siyasi suçlardan dolayı cezaevlerinde olan Kürtler (DEP Milletvekilleri) serbest bırakılmalıydı.
Son olarak; Türkiye’nin bütünlüğü içinde Kürtlerin yaşadığı güneydoğu bölgeleri için bir tür ‘özerklik‘ ya da ‘özyönetim‘ formülü bulunmalıydı.
Washington Post ise 14 Haziran 1999‘da şöyle diyordu:

‘Türkler şimdiye kadar sertlik çizgisini izledi.Türkiye’nin dostları, onun şimdi perspektifini genişletmek ve Öcalan’ın girişimine samimi bir karşılık vermek için gereken cesareti toplayabilmesini umuyor…‘

18 Şubat 1999 günü Kürtlerle ilgili bir başyazı yazan The Times ise,“ Kürtlere verilecek gerçek özerklik yeni bir şiddet döngüsünü engelleyebilir ve ancak bu şekilde Türkiye, Kürtlerin geleceklerini arayacakları bir ülke olabilir‘ diyordu.

Tabii, yalnız medya da değil, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, AB ve Amerika da Türkiye’yi ‘siyasi çözümler‘ bulmaya çağırıyorlardı.

Dönemin ABD Başkanı Clinton‘da Türkiye Parlamentosu‘nda benzer bir çağrı yaptı.

Türkiye ise söz vermiş ancak, sözlerini yerine getirmemişti.
Türk devleti uluslararası demokratik toplumu oyalıyor, bu arada Kürt kanı dökmeye devam ediyordu!

Türk devletinin Kürt meselesini çözüme kavuşturma yönünde herhangi bir niyeti yoktu.


Bunu her Kürt bireyi gibi PKK de bir kez daha çok acı yaşayarak ve çok ağır bedel ödeyerek öğrendi.
PKK, Türk devletini mecbur etmeden bir şey alamayacağını, devletin demokratik çözümden, temel insan haklarından, insanlıktan, hak hukuk, adaletten ve diyalogtan anlamayacağını yeniden gördüğü için –mecburen- strateji değiştirdi.

1 Haziran 2004 tarihinden itibaren yeniden silahlı mücadeleye yöneldi.

Bugün Şemdinli’den Dersim’e, Çukurca’dan Amanoslar’a kadar yayılan ve daha da yayılacağı anlaşılan çatışmaların asıl nedenini burada aramak gerekiyor!
Kaldı ki Oslo Süreci’ni de 2 Ağustos Süreci’nin devamı olarak okumak gerekiyor!

2 Ağustos 1999‘da Ergenekoncu kesimin yaptığını, geçen yıldan bu yana AKP Hükümeti yapmaya çalıştığı içindir ki bugün savaş devam ediyor.

Sen gel PKK’yle 3 yıl boyunca otur, tartış ve kağıt üzerinde uzlaşma sağla ama, sıra pratik adımlara gelince kalk tam tersini yap.

Arap Baharı ihtimali ortaya çıkınca, fırsatçı yaklaş.

AKP Hükümeti bölgede üstlendiği ‘taşeron‘ görevinin işe yaracağını, bu sayede PKK’yi tasfiye edeceğini düşündüğü için sözlerinin gereğini yapmak yerine güvenlik konseptine geçti.

PKK şimdi bunun işe yaramayacağını göstermeye, AKP’nin burnunu sürtmeye, güvenlik konseptini yerlerde süründürmeye çalışıyor.

Olan bu arada Türk ve Kürt yoksullarına oluyor ama, devleti ve hükümetiyle Türkiye için insan hayatı bir anlam ifade etmiyor.

Etseydi zaten Türkiye bu halde olmazdı!

Hiç yorum yok: