1 Ağustos 2012 Çarşamba

Marksizm Penceresinden Dünya Tarihi / Bölüm 8: Bronz Çağı’nda Kriz

Dizinin bu bölümünde Bronz Çağı imparatorluklarının neden ortaya çıkıp çöktükleri ve bu çelişkili toplumsal yapının neden uzun zamanlar kendini tekrar ettiği irdeleniyor.
Bronz Çağı imparatorlukları ortaya çıktılar ve yıkıldılar. Akad İmparatorluğu (Irak’ta kurulan), milattan önce 2190 civarında, ortaya çıkışından 140 yıl sonra aniden yıkıldı. Mısır’daki Eski Krallık’ın yıkılışı da bundan kısa bir zaman önce, milattan önce 2250 dolaylarında aynı anilik ile gerçekleşmişti.

Erken Bronz Çağı uygarlığı neden başarısız oldu? Detay mevcut değil, ancak Mısır kaynaklarında kıtlık, devletin parçalanması, batıdan Libyalı akıncıların ve doğudan da Nübyeli akıncıların baskını görülüyor. Buna karşın net olmayan şey bunların gerçekleşmesinin neden gerektiğiydi. Neden piramit inşacılarının bir zamanlar güçlü olan merkezileştirilmiş devleti artık halkını besleyemiyor, otoritesini sürdüremiyor ve sınırlarını koruyamıyordu?


Bu ortaya çıkış ve yıkılış şekli tekrar eden bir şeydi. Erken Bronz Çağ krizinin yarattığı kargaşadan yeni imparatorluklar doğmuştu. Milattan önce 1600-1200 yılları arasında Doğu Akdeniz bir kez daha rakip imparatorluklar arasında bölündü –Yeni Krallık Mısır’ı, Anadolu Hititleri (Türkiye), Kuzey Mezopotamya’daki (Irak) Mitanniler ve Miken Yunanlıları.


Söz konusu Geç Bronz Çağı jeopolitik sistemi, milattan önce 12. yüzyıl süresince şiddetli saldırı ve ihtilaf ortasında çöktü. Savaş durumuna geçmiş Eski Krallık firavunları, Libyalılardan ve “tüm topraklardan gelen kuzeylilerden” eşgüdümlü saldırıları kayda geçmişler. Bahsi geçen ikincisi daha tehlikeli. Bu farklı etnik yapılardan oluşan “deniz insaları”, büyük korsan filoları oluşturmuşlar. III. Ramses, “Bu insanların hepsi birden ilerlemekteydi. Hiçbir ülke onlara karşı koyamaz” demişti.


Denizci ve savaşçı olarak rakipsiz olan Yunanlılar bu deniz insanlarının arasındaydı. Homeros’un İlyada ve Odessa’sı muhtemelen milattan önce 1190 civarında gerçekleşerek ağızdan ağza aktarılan gerçek olaylara dayanmaktadır. Şiirler bu olayları efsanevi kahramanların gözüpeklik öykülerine dönüştürmüştür. Truva Savaşı ile ilgili gerçeğin özü, yağmaya kararlı olan Yunan korsanlarca gerçekleştirilen büyük bir deniz saldırısı olduğu izlenimini uyandırıyor.


Bu nedenle Geç Bronz Çağı imparatorlukları, Erken Bronz Çağı imparatorluklarına olduğu gibi yıkıldı. Ve Akdeniz’in ötesine, uygarlığın farklı zamanlarda geliştiği başka yerlere baktığımızda aynısını görürüz –ortaya çıkış ve yıkılış.


Mohenjo-daro ve Harappa’daki İnduş uygarlığı milattan önce 1900’lerde yıkıldı. Büyük Mohenjo-daro şehrinin aniden ve şiddetle öldürülen üst düzey insanlarından kalan gömülmemiş şeyler arasında kazıcılar bulundu.


Milattan önce iki binlerdeki Shang’dan milattan sonra 1644-1911’deki Manchu’ya kadar Çin tarihi bütün bir emperyal hanedanlar dizisinin rastgele periyotlarla, bazen asırlar süren, bölünme ve savaşla sonuçlanan ortaya çıkış ve düşüşüne şahittir.


Bu süreç boyunca Çin uygarlığı çok muhafazakâr ve temelde değişmezdi. Sosyo-ekonomik düzen nesilden nesile, hanedandan hanedana tamamen kendini tekrarladı. Çin, antik uygarlığın döngüsel yoluna uç bir örnek sağlıyor.


Bu nedenle, karşılaşacağımız iki tarihsel sorun var. Antik uygarlıklar neden ortaya çıktı ve yıkıldı? Ve bu çelişkili toplumsal yapı, uzun zaman dilimleri boyunca neden tamamen kendini tekrar etti?


Antik dünya, tekniğin durağanlığı ile nitelenmiştir. Çeşitli zamanlarda insanlar mevcut üretim biçiminin çelişkilerini, onu dönüştürerek atlatmıştır. Küresel ısınma, Geç Paleolitik avcılarının bel bağladığı büyük av hayvanlarının yaşam alanlarını tahrip etmiştir. Buna yanıt –Neolitik Devrim- tarımın ve stok artışının benimsenmesi yoluyla üretkenlikte, üründe ve nüfusta devasa artış elde etme olmuştur.


Toprak yorgunluğu ve nüfus baskısı daha sonra bu Erken Neolitik üretim biçimi için kriz yaratmıştır. Kentsel Devrim’de çelişkiler, arazi ıslahına, sulama planına ve toprağın sürülmesine dayalı ikinci bir büyük ileri atılım ile çözülmüştür.


Ancak Kentsel Devrim sonraki ilerleme için ayak bağı da getirmiştir: bir yönetici sınıfın varoluşu. Bunun doğuşunun haritasını daha önce çizmiştik. Bunun köklerinin uzmanlaştırılmış dini, askeri ve siyasi görevlerde, ilkel bir ekonomik sisteme içkin kıtlık ve emniyetsizliklerde olduğunu belirtmiştik. İlk yöneticiler, toplumsal rolleri kendilerine kıt kaynaklar üzerinde hâkimiyet veren kişilerdi.


Neden yönetici sınıfın, yeni fikirler için engel olması gerekmiştir? Kuşkusuz, artı değeri yükseltmek amacıyla tekniği geliştirmek onların çıkarlarına değil mi? Evet ve hayır. Toplumsal hayattaki tüm şeylerde olduğu gibi karşıt baskılar vardı.


Yeni yönetici sınıflar, kürsülerinde endişeyle oturdular. Kendi aralarında bölünmüşlerdi; aile aile, şehir şehir, kabile kabile ve imparatorluk imparatorluk. Büyük aileler, içerideki hasımlara karşı sadık kişilerden ve muhafızlardan oluşan maiyetler oluşturmuşlardı. Yabancı düşmanlara karşı ordulara ve büyük kalelere ihtiyaçları vardı.


Yöneticiler, sömürüldükleri için potansiyel isyankâr olan ve bu nedenle zor ve aldatmanın dikkatli bir karışımıyla sindirilmeleri gereken halk kitlelerinden de kopuklardı.


Zor, soylu maiyet ve devlet güçleri tarafından ortaya koyulan tehdit anlamına geliyordu. Aldatma, yöneticilerin asli bir rol oynadıkları ve kamu yararına hareket ettikleri yönündeki ideolojik sav anlamındaydı. Güç ve aldatmanın her ikisi de, arkeolojik belgelerde başat olan kocaman heykellerde cisimleşmişti.


Mısır’ın Eski Krallık dönemi piramitlerini ele alalım. Bu piramitler, ebediyete kadar yaşamaları beklenen tanrı-kralların mezarlarıydı. Bunlar, yöneticinin korkunç ve göz korkutucu bir çehreye yükseltildiği yanlış bir ideolojinin anıtlarıdır. Piramitler, halka konumlarını öğretmek üzere tasarlanmıştı. Sınıf savaşında ideolojik birer silahtılar.


Bu nedenle Bronz Çağı seçkinleri denetimlerindeki artı değeri gelişmiş tekniğe ve daha yüksek üretkenliğe yatırmadılar. Kaynakları askeri rekabette, prestij anıtlarında ve tabii ki lüks yaşam biçiminde israf ettiler. İktidar, propaganda ve ayrıcalık –üretkenlik değil-, Bronz Çağ köylülerinin emeğiyle yaratılmış artı değeri tüketti.


Bu süreç birikimseldi. Zenginin açgözlülüğü hiçbir zaman tatmin olmuyordu. Daha önceki anıtların ihtişamı, kendinden sonra gelen tarafından gölgede bırakılacak bir standart koyuyordu. Yöneticiler saraylarının lükslüğü, mezarlarının görkemi, büyük şehirlerinin sanat ve mimarisi konularında rekabet içindeydi.


Hepsinden öte, genişleyen ve çarpışan çekişme biçimi olarak askeri rekabet yoğunlaşmıştı. Geç Bronz Çağı dünyasında ağır çekim bir silahlanma yarışı saptanabilir. Milattan önce 1200 yılında, yine milattan önce 1600 yılına nazaran daha fazla asker, daha iyi silahlanmış ve daha güçlü savunan kaleler varmış gibi görünüyor. Dünya, daha da askerileşmiş hale gelmişti.


Teknik durgundu ama artı değer tüketimi yükseliyordu. Savaş, anıtlar ve lüks, köylülere yönelik daha yüksek sömürü oranı ve yoksullaştırma anlamına geliyordu. Tepedeki aşırı birikim, sistemin tarımsal temelindeki bozulma ile yansıyordu.


Geç Bronz Çağı’nın mağrur savaşçı efendileri, ekonomik maliyetleri sürdürülemez hale gelmiş asalak seçkinlerdi. Milattan önce 12. yüzyılda dünyalarının çökmesinin en derin sebebi budur.


Ancak bu, iç çözümü olmayan bir sorundu. Durgun teknik, sosyo-ekonomik muhafazakârlık anlamına gelmekteydi. Eski toplumun içinde büyüyen yeni güçler yoktu. Bun nedenle tercih, istilacıların barbarlığı ile eski (başarısız olmuş) emperyal uygarlığın yaşama dönmesi arasındaydı.


İnsanlık bir kez daha çıkmazdaydı. Ancak bu kez, sınıfların ve devletlerin varlığı, insan yaratıcılığı ve ilerlemesine karşı aşılması zor engeller inşa etmişti.



http://www.counterfire.org/index.php/articles/a-marxist-history-of-the-world/6201-a-marxist-history-of-the-world-part-8-crisis-in-the-bronze-age adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.


Kaynak:   http://gercegingunlugu.blogspot.fr/2012/07/marksizm-penceresinden-dunya-tarihi_31.html


Gerçeğin Günlüğü emekçilerine yazı için teşekkür ederiz... 


Hiç yorum yok: