20 Ağustos 2012 Pazartesi

Çelişkiler

ADİL BAYRAM


Kürt direnişinin Türkiye ortamını ve siyasetini aydınlatma durumu devam ediyor. Özellikle gerilla direnişinin başladığı 15 Ağustos’un yirmisekizinci yıldönümü vesilesiyle artan eylemlilik ortamında bu durum çok daha belirgin bir şekilde yaşanıyor. Siyasetçilerin ve siyasal partilerin iç çelişkileri bir bir ortaya çıkıyor.

Kuşkusuz derin iç çelişkiler yaşamada iktidardaki AKP başı çekiyor. Bir süredir Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dilinden “Meclisin içindeki partilerle görüşme olur, AKP terör örgütüyle görüşmez” sözü düşmüyor. Yani sorunların çözüm yeri meclistir, mecliste grubu bulunan partiler kendi aralarındaki diyalogla sorunları çözer demeye getiriyor.

Bu sözlere CHP ve BDP yönetimleri inanmış olacaklar ki, Şemdinli’de çatışmalar yoğunlaşınca, bu durumu görüşmek üzere “Meclisin olağanüstü toplanmasını” gündeme getirdiler. Özellikle CHP yönetimi “Meclisi toplantıya çağırması” için TBMM Başkanlığına başvuruda bulundu. İçtüzük gereği Meclis Başkanı’nın da bu önergeyi gündeme koyması gerekiyordu.

İşte bu durum AKP gerçeğini, yaşadığı iç çelişkileri açığa çıkartmaya yetti. Başta Başbakan olmak üzere AKP yöneticileri meclisin işlevine dair defalarca tekrarladıkları sözlerini bir anda unutuverdiler. CHP’nin Meclisi toplantıya çağırmasının “Terörün kuyruğuna takılmak olduğunu” açıkladılar.

Haklı olarak birçok çevre şu soruları sordu: Hani sorunların çözüm yeri meclisti? Hani “Terör örgütüyle görüşülmez, ama meclisteki uzantıları ile görüşülür” idi? Hani herkes hakkını meclis çatısı altında aramalıydı?

Eğer AKP yönetimi işine geldiğinde söylediği gibi, sorunların çözüm yeri olarak meclisi görseydi, o zaman CHP grubunun toplantı çağrısına olumlu yanıt verirdi. Kaldıki BDP yönetimi de “Meclisin toplantı yapıp Şemdinli’deki olayları görüşmesini” istemişti. Ayrıca PKK Lideri ve yönetimi de zaten bu konuda “Meclisin inisiyatif olarak çözüm yeri olması gerektiğini” defalarca açıklamıştı. Bu konuda meclise çağrı yapmış, “PKK Lideri’nin önünü açan kararlar almasını” istemişti.

Kısaca Kürt sorununun çözümü konusunda TBMM’ye rol tanınıp oynatılması hakkında genel bir mutabakat vardı. Eğer AKP bu konuda tutarlı olsaydı, o zaman meclis işlevli hale gelir, Kürt sorununun çözümünde yeni bir süreç başlayabilirdi. Meclise dayalı çözüm sürecinin önü açılabilirdi.

Fakat böyle bir gelişme olmadı. Çünkü AKP yönetimi tutarlı değil, sözünde durmadı. İşine geldiğinde meclisi adres gösteriyor, işine gelmediğinde hemen sözünden vazgeçiyor. Ne kadar çelişkili, faydacı, pragmatist bir siyaset izlediği netçe görülüyor.

AKP böyle çelişik ve tutarsız da, CHP çok mu farklı? Değil, CHP de AKP gibi. Deyim yerindeyse al birini vur ötekine! Adeta birisi diğerini arattırıyor. Daha çok da CHP yönetiminin AKP iktidarına koltuk değneği olduğu görülüyor.
CHP yönetiminin çelişik ve tutarsız duruşunu da Dersim milletvekili Hüseyin Aygün’ün birkaç gün gerillalar tarafından alıkonulması olayı ortaya çıkardı.

Halbuki bu olaydan önce CHP yönetimi hep “Kürt sorununa çözüm projeleri”nin olduğundan söz ediyordu. AKP'yi sorunu yeniden çatışmalı hale getirmiş olmakla eleştiriliyordu. Özellikle Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu miting meydanlarında bunları dile getiriyordu. Hatta bu konuda somut çözüm projelerine sahip oldukları gerekçesiyle Kemal Kılıçdaroğlu-Tayyip Erdoğan görüşmesi yapılmıştı.

Tıpkı CHP ve BDP’nin meclisi toplantıya çağırması karşısında AKP’nin gösterdiği refleks gibi, Milletvekili Hüseyin Aygün’ün kaçırılması ardından CHP de benzer bir refleks gösterdi. Bizzat Kemal Kılıçdaroğlu, bir sosyaldemokrat partinin ağıza almaması gereken sözler söyledi. Gerçekte Kürt sorununun çözümüne dair hiçbir çözüm projelerinin olmadığını, söylediklerinin bir aldatmacadan ibaret olduğunu, Kürt karşıtı faşist-milliyetçi çizgiyi CHP’nin de benimsediğini ortaya koydu.

İşin ilginç tarafı, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu kürsüden böyle milliyetçi ve tutarsız sözler söylerken, CHP grubu “Faşizme karşı omuz omuza” sloganını atıyordu. Kuşkusuz izleyenler “Hangi faşizme?” diye kendilerine sormaktan edememişlerdir. Çünkü Kemal Kılıçdaroğlu kürsüden PKK şahsında Kürtlere gözdağı veriyordu. Herhalde CHP de, AKP yönetimi gibi, faşizmin “PKK ve Kürtlere ait olduğunu” düşünüyor.

Siyasal arena Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün’ün bırakılışı ve yaptığı açıklamalar ardından daha da karıştı. Hüseyin Aygün’ün kendini kaçıranlar için “Arkadaşlar” demesi, gerillaların kendinden taleplerini kamuoyuna açıklaması, kısaca gördüklerini ve yaşadıklarını olduğu gibi anlatması basın ve siyaset dünyasını birbirine kattı.

Bu kez karışan sadece CHP’nin içi veya partiler arası çatışma değil, bunların hepsi birden yaşandı. CHP ciddi bir iç çatışmaya sahne olurken, onunla birlikte CHP-MHP-AKP arasında şiddetli bir ağız dalaşı başladı. Buna psikolojik savaş medyasının da eklenmesi, faşist-milliyetçi tabloyu tümüyle tamamladı.

Hepsi birleşerek ve elbirliği ederek Hüseyin Aygün’e saldırdılar. Niçin? Niye doğru söylüyor, yalan söylemiyorsun diye! Öyle ya, faşizmin ve şoven-milliyetçiliğin çıkarına yalan söylemeliydi! Onun için milletvekili yapılmıştı ve devletten maaş alıyordu! Gördüklerini ve yaşadıklarını değil, devlet çıkarına gereken yalan ve yanlışı dile getirmeliydi!

Kısaca bir milletvekili göz göre göre “Yanlış söylemeye” zorlandı. “Niye doğru söylüyorsun?” diye suçlandı. “Neden PKK ve Kürtler aleyhine konuşmuyorsun?” diye neredeyse afaroz edilecekti.

Bütün bunlar AKP, MHP ve CHP tarafından temsil edilen hâkim siyasetin yalancı ve faşist karakterini açıkça gösteriyor. Kürt direnişinin aydınlatıcılığı bu hâkim siyaseti iyice teşhir edip daraltıyor. Bu da AKP siyasetinin daraltılması ve kuşatılması oluyor. Buradan ve bunlara karşı mücadele içinde demokratik siyaset gelişebilir. Hâkim siyasetin yalancı ve faşist karakterinin teşhir edilmesi, demokratik siyasetin zeminini güçlendirip önünü açabilir. Buradan da doğru ve halkçı demokratik siyaset çıkış yapıp gelişebilir.

Bu gerçeği tüm demokratik ve sol güçler iyi görmek ve değerlendirmek durumundadır. Özellikle demokratik siyasetin birleşik örgütlü gücü olarak Halkların Demokratik Kongresi bütün bunları değerlendirmeyi bilmelidir. Bu çerçevede de AKP iktidarının alternatifini oluştururken, aynı zamanda hâkim siyaseti aşan bir demokratik alternatif yaratmayı başarmalıdır!..

KAYNAK: Yeni Özgür Politika

Hiç yorum yok: