Arap Baharı denen halk hareketleri özellikle soğuk savaş döneminde
oluşmuş günümüzde siyasal temeli kalmamış iktidarların bir bir
yıkılmasını beraberinde getirdi. Kuşkusuz bu kadar kolay yıkılmalarının
nedenleri hem halklar açısından meşruiyetlerinin kalmaması hem de
kapitalist sistemin ihtiyaçlarını cevap verememeleridir.
Kuşkusuz bu
yıkılmalarda ABD’nin işbirlikçi siyasal islamı kullanıp bu temelde Ortadoğu’da
kendini hakim kılma stratejisinin de etkisi olmuştur. Eğer ABD eski
işbirlikçilerinin arkasında dursaydı yıkılmaları bu kadar çabuk olmazdı.
ABD’nin öncülük ettiği sisteme de hizmet eden bir konumları yoktu. Aksine
onların varlığı toplumsal muhalefeti artırıyordu. Toplumsal meşruiyetleri
kalmadığı için kapitalist sistemin de bölgedeki meşruiyeti zayıf kalıyordu. ABD,
toplumsal ve siyasal meşruiyeti güçlenmiş işbirlikçilerle bölgede yeni bir
sistem kurmak istiyordu. Buna en uygun olanlar da soğuk savaş döneminde
hazırladığı ve ilişki içinde olduğu ılımlı siyasal islamdı. Arap halklarının
hareketi ortaya çıkınca belirli düzeyde örgütlülükleri de olan işbirlikçi
ılımlı islama destek vererek onlar eliyle yeni bir işbirlikçi düzen kurma
çabasına girdi.
Bu strateji
kapitalist modernitenin 200-300 yıllık politikalarının başarısız kalması ya da
bölgeye hakim olamaması sonucu bu defa işbirlikçilerle bölgeyi içten fethetmeyi
amaçlıyordu. Ilımlı işbirlikçi islamcılara dayanarak bölgede hakim olma
projesini ABD’nin kaleyi içten fethetme projesi olarak anlamak gerekiyor.
Ilımlı islamcı akımlar kapitalist modernitenin yeşile boyanmış
işbirlikçileridir. Dün doğrudan kapitalist modernitenin tamamen türevi, maketi
olan kesimlerle kendini hakim kılmak istiyordu. Ama 200-300 yıllık deneyim
göstermiştir ki bu kesimlerle başarılı olması mümkün değildir. Nitekim İslami
kültür ve neolitikten bu yana katman katman birikmiş Ortadoğu değerleri sisteme
karşı direniş göstermektedir. Bu direniş de askeri, siyasi, ekonomik ve
kültürel saldırılara rağmen kırılamamıştır. Şimdi Ortadoğu tarihindeki en
işbirlikçi ajan ve hain tabakayla bölgeyi fethetme politikası yürütmektedir.
Kapitalist
modernitenin bölgeyi işbirlikçi islam temelinde fethetmesi altında yatan temel
gerçeklik, Ortadoğu’da gelişen siyasal akımların kapitalist sisteme alternatif
olamamasıdır. Şimdiye kadar sol adına da islamiyet adına da ortaya çıkan bütün
siyasal akımlar kapitalist modernitenin türevleri olmuşlardır. Onun temel
paradigmalarına, parametrelerini aşamamışlardır. Her ne kadar Kaddafi’nin
Libya’sı farklı bir ideolojik ve siyasal yaklaşım içinde bulunmak istese de, o
da kendisini demokratik karakterdeki bir paradigmayla sistem haline
getiremediği için toplumsal dayanaklarını güçlendirememiştir. Her ne kadar
cemahiriye sisteminden söz ederek klasik devletçi anlayışlardan ayrı olduğunu
iddia etse de pratik olarak devletleşmenin, devletçi ve iktidarcı zihniyetin
ufukları aşılamamıştır. Bu açıdan da kendisini kapitalist modernist sistem
karşısında koruyacak düzeyde donanımlı ve güçlü hale getirememiştir.
Sömürgeciliğe sözde değil
özde karşı olmak gerekir
Gelinen aşamada
Ortadoğu’da ve dünyada dış güçlere karşı olmanın yolu söylemde ya da siyasal
tutumda anti Amerikancı olmak, antiemperyalist olmak yetmemektedir. Bu tür
söylemler ve tutumlar kesinlikle aldatıcıdır. Reel sosyalizmin varlığı
döneminde iki kutuplu dünyada Sovyetler Birliği ekseninde demokratik topluma
dayanmadan anti Amerikancılık, antiemperyalistlik yapılıyordu. Belki o dönemin
koşullarında öyle bir pozisyonları vardı. Şimdi bu tür yaklaşımlarla ne
antiemperyalistlik yapılabilir ne de anti Amerikancılık. Kaldı ki o zamankinin
de ne kadar anti Amerikancılık ya da antiemperyalistlik olduğu tartışılabilir.
Çünkü kapitalist modernitenin ve devletçi paradigmanın aşılmadığı bir yerde
kapitalist sisteme ve onu temsil eden devletlere karşı olmanın da çok bir fazla
değeri yoktur. Nitekim sisteme fazla dayanamayarak yıkılmışlardır. Hatta
kapitalist modernist sisteme güç veren yanları da olmuştur. Devletçi iktidarcı
paradigma ve devletçi kapitalizm yoluyla hakim oldukları ülkelerde kapitalizmin
maddi temellerini hazırlamışlardır. Bugün Rusya’da ve geçmişte ulusal kurtuluş
mücadelesi sonrası devlet kapitalizmini geliştiren ülkelerde kapitalizmin
gelişmesi bunun en açık ifadesidir. Bir nevi kapitalizm önündeki engelleri
sosyalizm adına devletçi kapitalizmi geliştirerek kaldırmışlardır. Bu açıdan
artık antikapitalist, antiemperyalist ve anti ABD’ci olmanın yolu kesinlikle
toplumun demokratikleşmesinden geçmektedir. Toplumu demokratikleştirmeyen,
toplumun demokratikleşmesi temelinde güç olmayan, siyasetini toplumun
demokratikleşmesine dayandırmayan hiçbir siyasi güç, devlet, kurum,
antiemperyalist, antikapitalist, anti Amerikancı olamaz. Bir kere bunun altını
çizmekte fayda vardır.
Bugün İran kendine
göre antiemperyalistim, anti Amerikancıyım diyor. Hatta antikapitalistim diyor.
Bunlar kesinlikle kendini ve dünyayı kandırmadır. Demokratik olmayacak, toplumu
güç yapmayacak, topluma dayanmayacak ama antiemperyalist olacak!
Antiemperyalist olmak için siyasal güç olmak gerekir. Dış güçler karşısında
ayakta duracak iradeye sahip olmak gerekir. Yoksa sadece dış çelişkilere ya da
askeri gücüne dayanarak, devlet olmanın getirdiği kimi imkanlara dayanarak
emperyalist, kapitalist sistem karşısında, ABD karşısında ayakta durulacağını
söylemek bir demagojidir ve herkesi kandırmaktır. Bu nedenle İran’ın
söyledikleri gibi antiemperyalist, anti ABD’ci, antikapitalist yanı yoktur.
Sadece söylemlerle ABD karşısında ayakta kalmak mümkün değildir. Aslında
yapılan ABD ve sistem karşıtlığı değildir. Sadece bu kavramları dillendirip toplumu
kullanarak, dış çelişkilerden yararlanarak pazarlık gücünü artırıp kapitalist
sistem içinde yerini güçlendirmeye çalışmaktadır. Bu sistem içinde daha
avantajlı yer edinmeye çalışmaktadır. Yoksa alternatif bir sistem oluşturma
gerçeği yoktur. İran’ın ekonomik sistemi özünde kapitalisttir. Siyasal sistemi
devletçidir, iktidarcıdır. Ulus anlayışı da demokratik olmayan ulus
devletçidir. Bu yaklaşımlar içinde olan bir ülkenin alternatif olduğu
söylenebilir mi?
Çok uzakta olan
ülkeler, Latin Amerika ülkeleri İran’ın bu konumuna aldanmaktadır.
Ahmedinecad’ın Latin Amerika ülkelerinde itibar görmesi yanılgıyı ortaya
koymaktadır. Antiemperyalist olmanın, antikapitalist olmanın, anti ABD’ci
olmanın nasıl olması gerektiği konusundaki doğru bir anlayışa sahip olmadıkları
anlaşılmaktadır. Toplumunu örgütlemeyen, demokratikleştirmeyen, demokratik
topluma dayanmayan hiçbir güç antiemperyalist, anti ABD’ci, antikapitalist
olamaz. İran böyle midir? Devleti değil de toplumu mu güç yapıyor? Ulus devlet
yerine demokratik ulus anlayışında mıdır? Kapitalizm yerine toplumun
örgütlenmesine dayanan komünal ekonomiyi mi esas alıyor? Böyle bir şey yoktur.
Devletçi kapitalizmi geliştiriyor. İran ileride sistem tarafından zorlanıp dış
güçlerle ilişkisini geliştirdiğinde Türkiye’deki gibi tamamen kapitalist bir
sistem haline gelecek ve sistemin bölgedeki uzantısı olacaktır. Zaten mevcut
haliyle sistemle pazarlık yaparak kendini ayakta tutmayı esas almaktadır. Bunu
yapmadığı taktirde sistem karşısında kaybetmeye, dağılmaya mahkumdur. Çünkü
sistem karşısında ayakta kalacak topluma dayalı alternatif bir sistem
değildir.
Suriye’nin değişime
ihtiyacı vardır
Gelinen aşamada artık Arap Baharı denilen olgu önemli
oranda ABD’nin kontrolüne girmiştir. Daha doğrusu işbirlikçi ılımlı islam
üzerinden ABD’nin kontrolü artmıştır. Kuşkusuz halk hareketlerinin ABD
tarafından başlatıldığı söylenemez. Tunus’un, Mısır’ın ya da diğer ülkelerini
ve yeni iktidarların durumu ne olursa olsun uyanan bir halk gerçeğinin ve Arap
Baharı’nın bu ülkelerdeki demokratikleşmenin dinamizmi olmaya devam edeceği
açıktır. Bunun bundan sonraki siyasal gelişmelere etkisi olacaktır. Artık eskisi
gibi halkları dikkate almayan hiçbir siyasal rejim ayakta kalamayacaktır. Bir
yönüyle de mevcut iktidarlarla Arap halkları arasında belirli bir demokratik
gerilim sürecektir. Bu aynı zamanda halkların da iradesinin belirli düzeyde
yansıdığı bir siyasal sistemin ortaya çıkması demektir. Devletçi iktidarcı
sistem devam etse de artık eskisi gibi çok katı, despotik iktidarların
varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Bu açıdan da demokrasi güçleri, özgürlük
güçleri bundan sonra örgütlenerek sitem içinde demokratik toplumun,
demokrasinin gelişmesi için çaba göstereceklerdir.
Ancak mevcut durumda Tunus’ta ve Mısır’da olduğu gibi
işbirlikçi İslam’ın üzerinden ABD’nin, Avrupa’nın etkili olduğu iktidarların
hakim olmasına uygun bir siyasal iklim bulunmaktadır. Libya’da zaten herhangi
bir halk hareketi ortaya çıkmamıştır; aksine ABD ve Avrupa Libya’yı askeri
zorla yıkarak Kuzey Afrika’daki hakimiyetlerini arttırmışlardır. Libya
üzerinden Kuzey Afrika’yı önemli oranda denetime almışlardır. Zaten Mısır’ın ve
Libya’nın sistemin etkisine girdiği bir Kuzey Afrika tamamen sistemin kontrolü
altına girmiş kuzey Afrika demektir.
Suriye’deki
gelişmeler de bu çerçevede değerlendirilebilir. Suriye’deki rejim de esas
olarak soğuk savaş döneminde ortaya çıkmıştır. Daha çok Sovyetler Birliği
etkisindeydi. Suriye zaten Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra siyasi
zemin olarak önemli düzeyde bir boşluğa düşmüştür. Ancak eski dengelerin
yıkıldığı, yeni dengelerin tam oturmadığı geçiş sürecinde belirli bir dönem
daha kendini ayakta tutmuştur. Ancak ABD, Arap Baharı’ndan yararlanıp
işbirlikçi ılımlı İslam temelinde Ortadoğu’yu yeniden şekillendirirken
Suriye’yi de değiştirme ihtiyacı duymuştur. Kuşkusuz Suriye’deki her değişim
Lübnan, İsrail ve genel Arap dünyasını etkileyecektir. Bu bakımdan ABD ve
Avrupa’nın Suriye’deki değişim üzerinde daha hassas durduğu görülmektedir.
Suriye’nin daha önce Türkiye ile ilişkileri vardı. Ancak
Türkiye Libya’ya müdahale sürecinde tavrını tamamen ABD ve Batı’dan yana koydu.
Türkiye önceleri hem ABD ve Avrupa hem de İran ve Suriye ile ilişkide bulunarak
iki gücü de arkasına alıp Kürt özgürlük hareketini ezmek istiyordu. İran ve
Suriye’nin Kürt düşmanlığından yararlanmak istiyordu. Ancak Ortadoğu’da yeni
bir sistemin oluşturulması stratejik bir durum olarak kendini dayatınca ABD
Türkiye’nin geçmişte her iki tarafı da yanında tutmaya çalışan orta yolcu
tutumunu kabul etmedi. Kesinlikle kendi yanında bir tavır takınmasını istedi.
Türkiye de bu gerçeği gördü. ABD ve Avrupa’nın desteğini alarak Kürt özgürlük hareketini
tasfiye etme planı yapmaya başladı. Daha önce Suriye ve İran’la birlikte Kürt
özgürlük hareketini tasfiye etmek isterken bu defa ABD ve Avrupa’ya “size her
türlü desteği vereceğim, bölgedeki ajanınız olacağım, ama siz de Kürt özgürlük
hareketinin tasfiyesi için bana yardımcı olacaksınız” dedi. Böyle bir anlayışla
kapitalist modernitenin Ortadoğu’daki ajanlığını koşulsuz kabul etti.
Zaten AKP hükümeti ABD’nin Irak’a müdahalesinden önce
iktidara getirilmişti. Irak’a müdahale sürecinde Türkiye’de bir islamcı
hükümetin bulunmasını bu müdahalenin rahatlıkla yapılması açısından gerekli
görüyordu. Irak’a müdahale öncesi iktidara getirilen ve kullanılan AKP, şimdi
de işbirlikçi ılımlı islam temelinde Ortadoğu’nun dizayn edilmesi döneminde
kullanılmak istenmektedir. Türkiye bu konumdan yararlanarak BAAS rejiminin
yıkılmasından sonraki en etkin güç olmayı hesapladı. Ancak bu konuda belirli
bir yanılgıya kapıldı. Acele hareket ağırlığını koymaya yöneldi. Libya, Mısır,
Tunus ya da diğer alanlardaki durumla Suriye’deki durumu biraz karıştırdı.
ABD Suriye’yi değiştirmek ve kendi kontrolüne almak
istemektedir. Şu andaki mevcut Suriye rejimi ABD’nin bölgedeki siyasi konumuna
zarar vermektedir. Kuşkusuz kapitalist moderniteye karşı olan sistem dışı bir
güç değildir. Ama hala soğuk savaş döneminin siyaset tarzına ve o dönemde
şekillenen bir iktidar blokuna dayandığından kapitalist modernitenin
ihtiyaçlarını karşılayacak konumda değildir. Bu açıdan kendi çıkarlarına uygun
bir duruma getirmek istiyorlar. Ancak Mısır, Tunus ve Libya’da olduğu gibi
İhvan-ı Müslim’in veyahut da işbirlikçi ılımlı islamın hakim olduğu bir
Suriye’yi de çıkarlarına görmüyorlar. Genel olarak Ortadoğu’da işbirlikçi
ılımlı islama dayalı bir sitem kurmak istiyorlar. Kuşkusuz Suriye’de de
işbirlikçi ılımlı islamı iktidar blokunun bir parçası yapmak istiyorlar. Ancak
diğer ülkelerden farklı olarak işbirlikçi ılımlı islamın Suriye’de Mısır, Tunus
ve Libya gibi tamamen başat güç olmasını da istemiyorlar. Çünkü hem Suriye çok
farklı etnik ve dinsel topluluklara sahiptir hem de İsrail ve önemli bir
hıristiyan nüfusu olan Lübnan’la komşudur. Suriye’nin doğal bir uzantısı
olduğundan Lübnan’ın Suriye’deki siyasi rejimden doğrudan etkilendiği
bilinmektedir.
Dolayısıyla Türkiye’nin sadece İhvan-ı Müslim’e dayalı
kendi ağırlığının olduğu bir Suriye politikasıyla ABD ve Avrupa’nın Suriye
politikaları farklıdır. Arap dünyası da Türkiye’nin Suriye üzerinde fazla
etkisinin olmasını istemiyor. Çünkü Suriye’nin Türkiye denetimine girmesi
giderek bütün Arap dünyası üzerinde Türkiye’nin siyasi baskı kurması gibi bir
durum ortaya çıkarır. Bunu da Arap dünyası kabul etmiyor. Şimdi Türkiye’nin
kendine göre arzuladığı bir Suriye var, ABD ve Avrupa’nın kendine göre
arzuladığı bir Suriye var. Yine Arap Birliği’nin kendine göre arzuladığı bir
Suriye var.
Değişim yaşamazsa
Esat rejimi de düşecektir
Şunu belirtmek
gerekir: ABD ve Avrupa İhvan-ı Müslim’in de içinde olduğu, ama başat olmayacağı
bir Suriye istiyor. Alevilerin, Kürtlerin, Süryanilerin, Ermenilerin,
Dürzilerin, emekçilerin, kadınların ve tüm sosyali kesimlerin kendini içinde
bulduğu çoklu karakter taşıyan, toplumun geneli açısından kabul görecek bir
Suriye istiyor. Daha doğrusu böyle çok farklı toplumsal grupların, etnik ve
dinsel, siyasi grupların olduğu bir Suriye’yi gerekli görüyor. Çünkü Lübnan’da
Hıristiyanlar, Dürziler, Şiiler, farklı etnik ve dinsel topluluklar var. Bu
bakımdan İhvan-ı Müslim’in hakim olduğu sünni bir rejim Lübnan açısından da
sorunlu olabilir. Yine İsrail açısından sorunlu bir rejim olabilir. Bu açıdan
mevcut Esad rejimini geriletmek, onu mevcut durumundan çıkarmak istiyorlar; ama
tamamen İhvan-ı Müslim’in hakim olduğu bir Suriye sistemi de istemiyorlar. Bu
bakımdan da dikkat edilirse İhvan-ı Müslim’e tam destek vermediler; dengeli bir
politika izlediler. Bir taraftan Esad rejimini sıkıştırıyorlar, bir taraftan da
İhvan-ı Müslim’e tek başına hakim olamazsın diyorlar. İhvan-ı Müslim’e tek
başına hakim olacağı gücü, desteği diğer yerlerde olduğu gibi vermiyorlar.
Bu çerçeveden
bakıldığında ABD de, Avrupa da, Arap Birliği de Türkiye’nin Suriye üzerinde çok
etkin olmasını istemiyorlar. Türkiye’nin ekonomik olarak Suriye ile ilişki
içinde olmasına karşı değiller. Suriye ile Türkiye arasındaki ekonomik
ilişkiler geçmişte olduğu gibi sürebilir, ama bunun siyasi olarak bir etkiye
dönüşmesini, Suriye’nin Türkiye üzerinde, Lübnan üzerinde siyasi ağırlığı
olmasını istemiyorlar. Bu açıdan da Türkiye’nin ileri adım atmasını
engellediler. Nitekim Arapların denetim gücünün devreye girmesi aslında
Türkiye’nin politikalarını dengelemek için yapılan bir girişimdi. Bu Arap
girişimiyle hem Suriye’yi zorlamak hem de İhvan-ı Müslim’i frenlemek ve bu
temelde daha geniş iktidar bloklarının yer aldığı bir Suriye sistemi yaratılmak
istenmektedir.
Mevcut durumda
Suriye rejiminin çok köklü dönüşümler yapmadığı taktirde Suriye’deki Esad
rejiminin iktidardan devrileceği açıktır. Eğer devrilmek istemiyorsa İhvan-ı
Müslim’e uzak duran sünni kesimleri, emekçileri, demokrasi güçlerini,
Süryanileri, Ermenileri ve Kürtleri de tatmin eden bir yaklaşım göstermek
zorundadır. Mevcut Suriye rejimi değişim gücü göstererek çoklu bir Suriye’nin,
İhvan-ı Müslim’in başat olmadığı bir Suriye’nin oluşmasına yardımcı olarak
iktidarını bırakacak mıdır, yoksa elindeki iktidar imkanlarını bırakmayarak,
direnerek iktidardan düşecek midir? Bunu önümüzdeki dönemin siyasal mücadelesi
belirleyecektir.
Kuşkusuz Suriye
rejimi hiçbir biçimde dönüşmez diyemeyiz. Dış baskı, özellikle de tabandan
gelişen muhalefet onu belirli düzeyde değişime zorlayabilir. Belirli demokratik
reformlar yapma temelinde daha farklı kesimleri de iktidar blokları içine
almayı kabul ederek daha fazla zarar görmeden Suriye’deki herhangi bir siyasal
güç olarak ayakta kalmak isteyebilir. Böyle bir şey olursa BAAS rejimi belirli
düzeyde bir siyasal güç olarak sistem içinde yer alabilir. Böyle bir durum da
İhvan-ı Müslim’i ve diğer kesimleri siyasi sistemin içine almayı kabul etmek
anlamına gelir. Ancak mevcut rejimin şekillendiği zihniyet, alışkanlıklar,
iktidar imkanlarını bırakmak istememesi böyle bir esnekliği yaşayıp dönüşüme
uğramasını zorlaştırmaktadır.
Mevcut durumda en
avantajlı kesim hem mevcut iktidar hem de İhvan-ı Müslim ve çevresindeki
siyasal güçler dışındaki kesimlerdir. Çünkü Suriye’nin gerçekten ihtiyacı olan,
hatta Avrupa ve ABD’nin de İhvan-ı Müslim’e tümden teslim etmek istemediği
ortamda demokrasi güçleri, Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, ezilen sınıflar,
emekçiler ortak bir ittifak kurarak Suriye’de gerçekten demokratik bir rejim
kurabilirler. Böyle demokratik bir Suriye’yi yaratma imkanı da fırsatı da bugün
vardır. Böyle bir Suriye bölge açısından da örnek bir ülke haline gelebilir.
Suriye’yi böyle bir ülke haline getirme imkanı vardır.
İhvan-ı Müslim’in
etrafındaki iktidar olmak isteyen blok Suriye’deki tüm güçleri etrafına
toplayamaz. Hem Suriye’nin toplumsal yapısı ve karakteri buna uygun değildir
hem de dış güçler de İhvan-ı Müslim’i böyle bir güç olacak biçimde
desteklemiyorlar. Bu durumda doğru bir politika yürüten demokrasi güçleri Suriye’de
etkin olabilir. Suriye’de yaşanan krizden demokratik bir Suriye çıkabilir.
Bunun için tüm toplumsal kesimleri örgütleyecek ve irade sahibi yapacak
demokratik bir yaklaşım gerekiyor; topluma dayalı bir demokrasi gerekiyor. Her
türlü etnik ve dinel azınlığın, topluluğun demokrasi içinde özgürlüklerini
yaşayacağının ortaya konulması gerekiyor. Buna Süryaniler de Ermeniler de
İslami güçler de Dürziler de dahildir. Kuşkusuz hiçbir etnik ve dinsel topluluk
devlete dayanmamalıdır. Kendini devlet dışı demokratik toplum olarak
örgütleyebilmelidir. Hiçbirisi üzerinde baskının olmayacağı, her inancın
kendisini özgürce örgütleyerek kendi sosyal ve kültürel yaşamını kuracağı bir
siyasi programla böyle bir hareket geliştirilebilir.
Böyle bir
Suriye’nin oluşmasında da en dinamik demokrasi gücü Kürtlerdir. Kürtler
gerçekten de örgütlü olarak da, zihniyet olarak da, ideolojik olarak da,
politik olarak da demokratik Suriye’yi oluşturacak en dinamik kesimdir. Eğer
demokrasi güçleri, diğer etnik ve dinsel topluluklar Kürtlerin bu durumunu iyi
değerlendirirse; Kürtler de kendi aralarında birlik sağlar, bu güçlerle bir
ittifak yapabilirlerse aslında Suriye’deki krizden çıkış gerçekleşir. Ne mevcut
rejimin yaklaşımı ve politikalarıyla Suriye’deki krizi aşıp istikrarlı ve demokratik
bir Suriye ortaya çıkarmak mümkündür ne de mevcut İhvan-ı Müslim ve etrafındaki
güçlerle Suriye’yi istikrara getirecek demokratik bir Suriye yaratmak
mümkündür. Zaten ihvan-ı Müslim ve çevresindeki güçlerin demokrasi’den çok
iktidarı ele geçirme yaklaşımı vardır. Zaten toplumun tümünün kabule edeceği
bir siyasi yaklaşımları olmadığından sürekli dış müdahale çağrısı
yapmaktadırlar. Demokratik bir programa sahip değiller. Hala Kürtler için somut
bir statü ortaya koymamaları bunun en somut ifadesidir.
Demokrasi Suriye rejimi için
tek kurtuluştur
İhvanı-ı Müslim ve
çevresindeki güçler esas olarak Türkiye desteğiyle iktidarı ele geçirmek
istemektedirler. Arkalarında Türk devleti vardır. Başka bir yerde değil de
Türkiye’de toplanmaları zaten gerçek anlamda demokratik bir karaktere sahip
olmadıklarını göstermektedir. Kendisi başta Kürtler olmak üzere toplum üzerinde
faşist baskı kuran bir Türkiye’yi kurtarıcı gibi görmeleri zaten daha baştan
meşruiyetlerini zayıf bırakmıştır. Türk devleti onları Suriye demokratikleşsin
diye desteklemiyor. Türk devleti onları Kürtler ciddi bir demokrasi gücü olarak
yeni Suriye’den yararlanmasın, sistem içinde etkili olmasın diye destekliyor.
Kürt sorununun çözülmediği, Kürtlerin demokratik güç bloğunun içinde olmadığı
bir Suriye’nin demokratik olması mümkün müdür? Herkes de bilmektedir ki,
Türkiye, Irak ve İran’da olduğu gibi Suriye’de de demokrasinin anahtarı
Kürtlerdir.
Bu açıdan Suriye
eğer yeni ve demokratik bir ülke haline
gelecekse, eski rejim aşılacaksa bu Kürtlerin de içinde yer aldığı demokratik
ittifakla gerçekleşebilir. Aslında bunu yaratacak toplumsal güçler, etnik ve
dinsel topluluklar kendi güçlerinin yeterince farkında değiller. Örneğin
Kürtlerin kendi içinde yeterince birlik yaratamaması ve diğer demokrasi
güçleriyle ittifak yapamaması bunun en somut ifadesidir. Kürtler ve demokrasi
güçleri Suriye’nin demokratikleşmesi için gerçek bir demokratik program ortaya
koyamadıkları için Suriye’deki kriz bir kaosa dönüşmüştür. Eğer demokrasi
güçleri ve Kürtler ortak ve doğru bir tutum takınırsa bu kaos rahatlıkla aşılabilir.
Hiç kimse de bu demokrasi güçlerinin Suriye’de demokratik bir yönetim ortaya
çıkarmasına engel olamaz. Türkiye de engel olamaz. ABD ve Avrupa da böyle bir
demokratik Suriye’yi kabul etmek zorunda kalır. İç dinamiklere dayalı bir
demokrasi hareketi ortaya çıktığında herhangi bir dış müdahale ve işgal yapma
gerekçesi de kalmaz. İhvan-ı Müslim ve belirli güçler de kendilerinin tek
başına hakim olamayacaklarını görerek böyle bir demokratik Suriye’de herhangi
bir siyasi güç olmayı kabul edebilirler. Dolayısıyla böyle bir Suriye üzerinde
ittifakla birleşildiğinde demokratik bir seçim olur. Herkes özgür ve demokratik
koşullarda yapılacak böyle bir seçim sürecinde yer alır. Kuşkusuz böyle bir
seçimde herhangi bir gücün devlet imkanlarını, dış imkanları kullanarak diğer
güçleri etkisizleştirip kendini hakim kılma yaklaşımları içinde olmasına izin
verilmez. Eğer demokratik program etrafında böyle bir seçim olursa o zaman
Suriye gerçek anlamda demokratikleşebilir.
Her şeyden önce
diğer siyasi güçler Kürtlerin Demokratik Özerkliğini kabul etmelidir.
Demokratik Özerklik, Suriye’nin birliğini güçlendirir ve Kürtleri Suriye’nin en
temel demokratik ve yurtsever gücü haline getirir. Dolayısıyla demokratik bir
Suriye Kürtlerin özerkliğini kabul etmiş ve genel olarak demokratikleşmeyi
kabul etmiş bir Suriye’dir. Demokratik Suriye; Dürzilerin, Süryanilerin,
Ermenilerin dinsel haklarını da kabul edecektir. Yine İslami kesimlere
kendilerini özgürce örgütleme ve ibadet etme imkanı tanıyacaktır. Böyle bir
ülke gerçekten yaratılabilir. Suriye’nin zenginliği aslında Suriye’yi
demokratikleşmeye, demokratik kültüre zorlamaktadır. Demokrasi bir nevi
Suriye’nin kaderi gibidir; Suriye için zorunlu bir sistemdir. Bu da dikkate
alındığında Suriye’nin nasıl bir sistemle krizden çıkarılacağı, demokratik bir
Suriye olacağı anlaşılır.
Demokratik Suriye,
tabii ki kimseyle kavga etmeyen bir Suriye’dir. Ama herhangi bir gücün de
işbirlikçiliğini yapmayan Suriye olacaktır. Demokrasi içinde devletle
demokratik toplumun (yani demokrasinin) birbirini dengelediği bir Suriye
yaratmak mümkündür. Özellikle de Lübnan ve İsrail’in durumu düşünüldüğünde
böyle bir Suriye hem Batı’nın hem bölge ülkelerinin, hem İsrail’in hem
Türkiye’nin Ortadoğu’nun istikrarı açısından mecburen kabul etmesi gereken bir
ülke olacaktır. Suriye’nin demokrasi güçleri böyle bir Ortadoğu siyasal
iklimini, konjonktürünü, Ortadoğu’nun hassas yerinde olma konumunu da
değerlendirerek kendi demokratik sistemini kurabilirler.
Böyle bir Suriye
İran’la da eski ilişkisini terk etmek zorunda kalacaktır. Çünkü İran ile Suriye
ilişkisi Ortadoğu’nun demokratikleşmesine ve barış içinde yaşamasına hizmet
edecek bir ilişki değildir. Kendi çıkarları için bölgedeki siyasal mücadelenin
parçasıydılar. Suriye bu konumu ve bu tür ilişkileri nedeniyle birçok kesimle
çelişki içindeydi. İsrail açısından güven vermiyordu, Batı açısından
sorunluydu, Lübnan açısından sorunluydu. Irak açısından da sorunluydu. Böyle
bir Suriye bölgede rahatsızlık yaratıyordu. Suriye demokrasi güçlerine
dayanarak demokratikleşirse İran’la eski ilişkisini bırakmış, Türkiye ve
Irak’ın da denetiminde olmayan bir ülke haline gelecektir. Bölgedeki siyasal
çelişkilere dayanarak yaşamayı esas alan İran ve Suriye ilişkisi yerine
demokratik bir Suriye ortaya çıkarsa Batılı güçlerin ve başka güçlerin
Suriye’yi hedef alma gerekçesi de kalmayacaktır. Türkiye ile sıkı ilişki içinde
olmayan bir Türkiye Arap dünyasıyla daha fazla ilişki içinde olacaktır. Türkiye de Arap dünyasıyla ve genelde
Batı’yla, İsrail’le, Lübnan’daki ve Suriye’deki azınlıklarla karşı karşıya
gelmemek açısından böyle bir Suriye’yi kabul etmek zorunda kalacaktır. Özcesi
siyasal konjonktür dikkate alındığında Suriye içinde süren siyasal mücadele
ortamında demokrasi güçlerinin öne çıkarak böyle bir Suriye yaratma imkanları
fazlasıyla vardır.
Demokrasi
güçlerinin mücadelesi bu eksende olursa hem mevcut iktidardaki kesimleri daha
demokratik davranmaya, böyle bir demokrasi hareketiyle karşı karşıya gelmemeye,
uzlaşmaya götürecektir, hem de İhvan-ı Müslim ve çevresindekileri de daha
demokratik bir tutum takınmaya ve demokrasi güçlerinin programına katılmaya
zorlayacaktır. Görüldüğü gibi Suriye’yi asıl demokratikleştirecek veyahut da
demokratik karakterde olmayan mevcut rejimi ve demokratik karakterde olmayan ve
sadece iktidarı ele geçirmeyi düşünen İhvan-ı Müslim ve çevresindeki güçleri
demokrasiye duyarlı hale getirecek olan bu demokrasi hareketi olacaktır. Bu
demokrasi hareketinin güçlü olması durumunda da Suriye’nin bütün siyasal ve
toplumsal kesimleri içine alan herhangi bir gücün diğer güç üzerinde hakim
olmadığı, herkesin kendi demokrasi ve özgür haklarını kullandığı çoklu bir
demokratik Suriye’yi yaratmak mümkündür. Suriye’deki en temel görev böyle bir
demokrasi hareketi temelinde böyle bir Suriye yaratmaktır. Sadece Suriye’deki
demokrasi güçlerinin değil, Ortadoğu’daki tüm demokrasi güçlerinin bunu
hedeflemesi gerekiyor. Arap Baharı içindeki demokratik birikimin bunu
hedeflemesi gerekiyor.
Eğer böyle bir
Suriye olursa bu aynı zamanda Ortadoğu’nun daha özgürlükçü, daha demokratik bir
nefes almasını sağlayacaktır. Böyle bir Suriye, Ortadoğu’nun nefes almasını
sağlayacağı gibi, hem de Ortadoğu’da Arap dünyasını baskı altına almak isteyen
Türkiye’yi frenlemiş olacaktır. Yine kendisini bölgeye dayatmak isteyen İran’ın
etkinliği zayıf olacaktır. Bu yönüyle İran eksenli sünni-şii çatışmanın da
zemini zayıflayacaktır. Diğer yandan da Arap Baharı denen halk hareketlerinin
gerçekten daha demokratik karaktere oturması açısından Suriye örnek bir model
olarak tarihsel bir rol oynayacaktır.
Kuşkusuz böyle bir
Suriye’nin oluşması açısından böyle bir demokratik ve tarihsel perspektife
sahip olmak önemlidir. Bunun için de tüm demokrasi güçlerinin böyle bir Suriye
projesi etrafında bir araya gelmeleri ve bir an önce Suriye’deki çatışmayı bir
İhvan-ı Müslim ve BAAS arasındaki çatışma olmaktan çıkartmaları gerekir. Çünkü
şu anda Suriye’de çatışan iki güç onlarmış gibi bir durum var. Suriye’yi bu iki
gücün çatışmasından kurtararak Suriye’yi kaostan çıkaracak farklı bir
alternatifin olduğunun ortaya konulması gerekmektedir. Bunun şimdiye kadar
yapılmaması büyük bir eksikliktir. Halbuki demokrasi güçleri ortak davranıp hem
kendini muhalif güç olarak gösteren İhvan-ı Müslim ve çevresini hem de
demokratikleşmeye direnen mevcut rejimi şimdiye kadar gerileterek Suriye’de
esas dikkate alınması gereken gücün demokrasi gücü olduğunu gösterebilirdi.
Eğer bunu yapabilirlerse sadece iktidar kavgası yapan taraflar gerileyecek,
onun yerine demokrasi güçleri öne çıkarak o çatışmayı anlamsız hale getirip
demokratik Suriye’nin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Bu aynı zamanda Arap
Baharı’nın esasında, özünde var olan demokratik karakterin ilk defa doğru bir
şekilde Suriye’de şekillenmesini beraberinde getirecektir. Bütün Arap
dünyasının, demokrasi güçlerinin, bölgede istikrar isteyen güçlerin, yine
bölgede kaygı içinde yaşamayı istemeyen İsrailli gerçek demokratların,
Hıristiyan ve Müslüman demokratların desteklemesi gereken proje budur. Eğer bu
proje doğru anlaşılırsa Suriye’deki çatışma ve kaos yerine gerçekten halkların
özgürlük ve demokrasisinin sağlanacağı yeni bir rejim kurmak mümkün olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder