9 Temmuz 2012 Pazartesi

Halkları Dikkate Almayan Hiçbir Rejim Ayakta Kalamaz

Arap Baharı denen halk hareketleri özellikle soğuk savaş döneminde oluşmuş günümüzde siyasal temeli kalmamış iktidarların bir bir yıkılmasını beraberinde getirdi. Kuşkusuz bu kadar kolay yıkılmalarının nedenleri hem halklar açısından meşruiyetlerinin kalmaması hem de kapitalist sistemin ihtiyaçlarını cevap verememeleridir.

Kuşkusuz bu yıkılmalarda ABD’nin işbirlikçi siyasal islamı kullanıp bu temelde Ortadoğu’da kendini hakim kılma stratejisinin de etkisi olmuştur. Eğer ABD eski işbirlikçilerinin arkasında dursaydı yıkılmaları bu kadar çabuk olmazdı. ABD’nin öncülük ettiği sisteme de hizmet eden bir konumları yoktu. Aksine onların varlığı toplumsal muhalefeti artırıyordu. Toplumsal meşruiyetleri kalmadığı için kapitalist sistemin de bölgedeki meşruiyeti zayıf kalıyordu. ABD, toplumsal ve siyasal meşruiyeti güçlenmiş işbirlikçilerle bölgede yeni bir sistem kurmak istiyordu. Buna en uygun olanlar da soğuk savaş döneminde hazırladığı ve ilişki içinde olduğu ılımlı siyasal islamdı. Arap halklarının hareketi ortaya çıkınca belirli düzeyde örgütlülükleri de olan işbirlikçi ılımlı islama destek vererek onlar eliyle yeni bir işbirlikçi düzen kurma çabasına girdi.

Bu strateji kapitalist modernitenin 200-300 yıllık politikalarının başarısız kalması ya da bölgeye hakim olamaması sonucu bu defa işbirlikçilerle bölgeyi içten fethetmeyi amaçlıyordu. Ilımlı işbirlikçi islamcılara dayanarak bölgede hakim olma projesini ABD’nin kaleyi içten fethetme projesi olarak anlamak gerekiyor. Ilımlı islamcı akımlar kapitalist modernitenin yeşile boyanmış işbirlikçileridir. Dün doğrudan kapitalist modernitenin tamamen türevi, maketi olan kesimlerle kendini hakim kılmak istiyordu. Ama 200-300 yıllık deneyim göstermiştir ki bu kesimlerle başarılı olması mümkün değildir. Nitekim İslami kültür ve neolitikten bu yana katman katman birikmiş Ortadoğu değerleri sisteme karşı direniş göstermektedir. Bu direniş de askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel saldırılara rağmen kırılamamıştır. Şimdi Ortadoğu tarihindeki en işbirlikçi ajan ve hain tabakayla bölgeyi fethetme politikası yürütmektedir. 

Kapitalist modernitenin bölgeyi işbirlikçi islam temelinde fethetmesi altında yatan temel gerçeklik, Ortadoğu’da gelişen siyasal akımların kapitalist sisteme alternatif olamamasıdır. Şimdiye kadar sol adına da islamiyet adına da ortaya çıkan bütün siyasal akımlar kapitalist modernitenin türevleri olmuşlardır. Onun temel paradigmalarına, parametrelerini aşamamışlardır. Her ne kadar Kaddafi’nin Libya’sı farklı bir ideolojik ve siyasal yaklaşım içinde bulunmak istese de, o da kendisini demokratik karakterdeki bir paradigmayla sistem haline getiremediği için toplumsal dayanaklarını güçlendirememiştir. Her ne kadar cemahiriye sisteminden söz ederek klasik devletçi anlayışlardan ayrı olduğunu iddia etse de pratik olarak devletleşmenin, devletçi ve iktidarcı zihniyetin ufukları aşılamamıştır. Bu açıdan da kendisini kapitalist modernist sistem karşısında koruyacak düzeyde donanımlı ve güçlü hale getirememiştir.

Sömürgeciliğe sözde değil
özde karşı olmak gerekir

Gelinen aşamada Ortadoğu’da ve dünyada dış güçlere karşı olmanın yolu söylemde ya da siyasal tutumda anti Amerikancı olmak, antiemperyalist olmak yetmemektedir. Bu tür söylemler ve tutumlar kesinlikle aldatıcıdır. Reel sosyalizmin varlığı döneminde iki kutuplu dünyada Sovyetler Birliği ekseninde demokratik topluma dayanmadan anti Amerikancılık, antiemperyalistlik yapılıyordu. Belki o dönemin koşullarında öyle bir pozisyonları vardı. Şimdi bu tür yaklaşımlarla ne antiemperyalistlik yapılabilir ne de anti Amerikancılık. Kaldı ki o zamankinin de ne kadar anti Amerikancılık ya da antiemperyalistlik olduğu tartışılabilir. Çünkü kapitalist modernitenin ve devletçi paradigmanın aşılmadığı bir yerde kapitalist sisteme ve onu temsil eden devletlere karşı olmanın da çok bir fazla değeri yoktur. Nitekim sisteme fazla dayanamayarak yıkılmışlardır. Hatta kapitalist modernist sisteme güç veren yanları da olmuştur. Devletçi iktidarcı paradigma ve devletçi kapitalizm yoluyla hakim oldukları ülkelerde kapitalizmin maddi temellerini hazırlamışlardır. Bugün Rusya’da ve geçmişte ulusal kurtuluş mücadelesi sonrası devlet kapitalizmini geliştiren ülkelerde kapitalizmin gelişmesi bunun en açık ifadesidir. Bir nevi kapitalizm önündeki engelleri sosyalizm adına devletçi kapitalizmi geliştirerek kaldırmışlardır. Bu açıdan artık antikapitalist, antiemperyalist ve anti ABD’ci olmanın yolu kesinlikle toplumun demokratikleşmesinden geçmektedir. Toplumu demokratikleştirmeyen, toplumun demokratikleşmesi temelinde güç olmayan, siyasetini toplumun demokratikleşmesine dayandırmayan hiçbir siyasi güç, devlet, kurum, antiemperyalist, antikapitalist, anti Amerikancı olamaz. Bir kere bunun altını çizmekte fayda vardır. 

Bugün İran kendine göre antiemperyalistim, anti Amerikancıyım diyor. Hatta antikapitalistim diyor. Bunlar kesinlikle kendini ve dünyayı kandırmadır. Demokratik olmayacak, toplumu güç yapmayacak, topluma dayanmayacak ama antiemperyalist olacak! Antiemperyalist olmak için siyasal güç olmak gerekir. Dış güçler karşısında ayakta duracak iradeye sahip olmak gerekir. Yoksa sadece dış çelişkilere ya da askeri gücüne dayanarak, devlet olmanın getirdiği kimi imkanlara dayanarak emperyalist, kapitalist sistem karşısında, ABD karşısında ayakta durulacağını söylemek bir demagojidir ve herkesi kandırmaktır. Bu nedenle İran’ın söyledikleri gibi antiemperyalist, anti ABD’ci, antikapitalist yanı yoktur. Sadece söylemlerle ABD karşısında ayakta kalmak mümkün değildir. Aslında yapılan ABD ve sistem karşıtlığı değildir. Sadece bu kavramları dillendirip toplumu kullanarak, dış çelişkilerden yararlanarak pazarlık gücünü artırıp kapitalist sistem içinde yerini güçlendirmeye çalışmaktadır. Bu sistem içinde daha avantajlı yer edinmeye çalışmaktadır. Yoksa alternatif bir sistem oluşturma gerçeği yoktur. İran’ın ekonomik sistemi özünde kapitalisttir. Siyasal sistemi devletçidir, iktidarcıdır. Ulus anlayışı da demokratik olmayan ulus devletçidir. Bu yaklaşımlar içinde olan bir ülkenin alternatif olduğu söylenebilir mi? 

Çok uzakta olan ülkeler, Latin Amerika ülkeleri İran’ın bu konumuna aldanmaktadır. Ahmedinecad’ın Latin Amerika ülkelerinde itibar görmesi yanılgıyı ortaya koymaktadır. Antiemperyalist olmanın, antikapitalist olmanın, anti ABD’ci olmanın nasıl olması gerektiği konusundaki doğru bir anlayışa sahip olmadıkları anlaşılmaktadır. Toplumunu örgütlemeyen, demokratikleştirmeyen, demokratik topluma dayanmayan hiçbir güç antiemperyalist, anti ABD’ci, antikapitalist olamaz. İran böyle midir? Devleti değil de toplumu mu güç yapıyor? Ulus devlet yerine demokratik ulus anlayışında mıdır? Kapitalizm yerine toplumun örgütlenmesine dayanan komünal ekonomiyi mi esas alıyor? Böyle bir şey yoktur. Devletçi kapitalizmi geliştiriyor. İran ileride sistem tarafından zorlanıp dış güçlerle ilişkisini geliştirdiğinde Türkiye’deki gibi tamamen kapitalist bir sistem haline gelecek ve sistemin bölgedeki uzantısı olacaktır. Zaten mevcut haliyle sistemle pazarlık yaparak kendini ayakta tutmayı esas almaktadır. Bunu yapmadığı taktirde sistem karşısında kaybetmeye, dağılmaya mahkumdur. Çünkü sistem karşısında ayakta kalacak topluma dayalı alternatif bir sistem değildir. 

Suriye’nin değişime
ihtiyacı vardır

Gelinen aşamada artık Arap Baharı denilen olgu önemli oranda ABD’nin kontrolüne girmiştir. Daha doğrusu işbirlikçi ılımlı islam üzerinden ABD’nin kontrolü artmıştır. Kuşkusuz halk hareketlerinin ABD tarafından başlatıldığı söylenemez. Tunus’un, Mısır’ın ya da diğer ülkelerini ve yeni iktidarların durumu ne olursa olsun uyanan bir halk gerçeğinin ve Arap Baharı’nın bu ülkelerdeki demokratikleşmenin dinamizmi olmaya devam edeceği açıktır. Bunun bundan sonraki siyasal gelişmelere etkisi olacaktır. Artık eskisi gibi halkları dikkate almayan hiçbir siyasal rejim ayakta kalamayacaktır. Bir yönüyle de mevcut iktidarlarla Arap halkları arasında belirli bir demokratik gerilim sürecektir. Bu aynı zamanda halkların da iradesinin belirli düzeyde yansıdığı bir siyasal sistemin ortaya çıkması demektir. Devletçi iktidarcı sistem devam etse de artık eskisi gibi çok katı, despotik iktidarların varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Bu açıdan da demokrasi güçleri, özgürlük güçleri bundan sonra örgütlenerek sitem içinde demokratik toplumun, demokrasinin gelişmesi için çaba göstereceklerdir. 

Ancak mevcut durumda Tunus’ta ve Mısır’da olduğu gibi işbirlikçi İslam’ın üzerinden ABD’nin, Avrupa’nın etkili olduğu iktidarların hakim olmasına uygun bir siyasal iklim bulunmaktadır. Libya’da zaten herhangi bir halk hareketi ortaya çıkmamıştır; aksine ABD ve Avrupa Libya’yı askeri zorla yıkarak Kuzey Afrika’daki hakimiyetlerini arttırmışlardır. Libya üzerinden Kuzey Afrika’yı önemli oranda denetime almışlardır. Zaten Mısır’ın ve Libya’nın sistemin etkisine girdiği bir Kuzey Afrika tamamen sistemin kontrolü altına girmiş kuzey Afrika demektir. 

Suriye’deki gelişmeler de bu çerçevede değerlendirilebilir. Suriye’deki rejim de esas olarak soğuk savaş döneminde ortaya çıkmıştır. Daha çok Sovyetler Birliği etkisindeydi. Suriye zaten Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra siyasi zemin olarak önemli düzeyde bir boşluğa düşmüştür. Ancak eski dengelerin yıkıldığı, yeni dengelerin tam oturmadığı geçiş sürecinde belirli bir dönem daha kendini ayakta tutmuştur. Ancak ABD, Arap Baharı’ndan yararlanıp işbirlikçi ılımlı İslam temelinde Ortadoğu’yu yeniden şekillendirirken Suriye’yi de değiştirme ihtiyacı duymuştur. Kuşkusuz Suriye’deki her değişim Lübnan, İsrail ve genel Arap dünyasını etkileyecektir. Bu bakımdan ABD ve Avrupa’nın Suriye’deki değişim üzerinde daha hassas durduğu görülmektedir. 

Suriye’nin daha önce Türkiye ile ilişkileri vardı. Ancak Türkiye Libya’ya müdahale sürecinde tavrını tamamen ABD ve Batı’dan yana koydu. Türkiye önceleri hem ABD ve Avrupa hem de İran ve Suriye ile ilişkide bulunarak iki gücü de arkasına alıp Kürt özgürlük hareketini ezmek istiyordu. İran ve Suriye’nin Kürt düşmanlığından yararlanmak istiyordu. Ancak Ortadoğu’da yeni bir sistemin oluşturulması stratejik bir durum olarak kendini dayatınca ABD Türkiye’nin geçmişte her iki tarafı da yanında tutmaya çalışan orta yolcu tutumunu kabul etmedi. Kesinlikle kendi yanında bir tavır takınmasını istedi. Türkiye de bu gerçeği gördü. ABD ve Avrupa’nın desteğini alarak Kürt özgürlük hareketini tasfiye etme planı yapmaya başladı. Daha önce Suriye ve İran’la birlikte Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmek isterken bu defa ABD ve Avrupa’ya “size her türlü desteği vereceğim, bölgedeki ajanınız olacağım, ama siz de Kürt özgürlük hareketinin tasfiyesi için bana yardımcı olacaksınız” dedi. Böyle bir anlayışla kapitalist modernitenin Ortadoğu’daki ajanlığını koşulsuz kabul etti. 

Zaten AKP hükümeti ABD’nin Irak’a müdahalesinden önce iktidara getirilmişti. Irak’a müdahale sürecinde Türkiye’de bir islamcı hükümetin bulunmasını bu müdahalenin rahatlıkla yapılması açısından gerekli görüyordu. Irak’a müdahale öncesi iktidara getirilen ve kullanılan AKP, şimdi de işbirlikçi ılımlı islam temelinde Ortadoğu’nun dizayn edilmesi döneminde kullanılmak istenmektedir. Türkiye bu konumdan yararlanarak BAAS rejiminin yıkılmasından sonraki en etkin güç olmayı hesapladı. Ancak bu konuda belirli bir yanılgıya kapıldı. Acele hareket ağırlığını koymaya yöneldi. Libya, Mısır, Tunus ya da diğer alanlardaki durumla Suriye’deki durumu biraz karıştırdı. 

ABD Suriye’yi değiştirmek ve kendi kontrolüne almak istemektedir. Şu andaki mevcut Suriye rejimi ABD’nin bölgedeki siyasi konumuna zarar vermektedir. Kuşkusuz kapitalist moderniteye karşı olan sistem dışı bir güç değildir. Ama hala soğuk savaş döneminin siyaset tarzına ve o dönemde şekillenen bir iktidar blokuna dayandığından kapitalist modernitenin ihtiyaçlarını karşılayacak konumda değildir. Bu açıdan kendi çıkarlarına uygun bir duruma getirmek istiyorlar. Ancak Mısır, Tunus ve Libya’da olduğu gibi İhvan-ı Müslim’in veyahut da işbirlikçi ılımlı islamın hakim olduğu bir Suriye’yi de çıkarlarına görmüyorlar. Genel olarak Ortadoğu’da işbirlikçi ılımlı islama dayalı bir sitem kurmak istiyorlar. Kuşkusuz Suriye’de de işbirlikçi ılımlı islamı iktidar blokunun bir parçası yapmak istiyorlar. Ancak diğer ülkelerden farklı olarak işbirlikçi ılımlı islamın Suriye’de Mısır, Tunus ve Libya gibi tamamen başat güç olmasını da istemiyorlar. Çünkü hem Suriye çok farklı etnik ve dinsel topluluklara sahiptir hem de İsrail ve önemli bir hıristiyan nüfusu olan Lübnan’la komşudur. Suriye’nin doğal bir uzantısı olduğundan Lübnan’ın Suriye’deki siyasi rejimden doğrudan etkilendiği bilinmektedir.

Dolayısıyla Türkiye’nin sadece İhvan-ı Müslim’e dayalı kendi ağırlığının olduğu bir Suriye politikasıyla ABD ve Avrupa’nın Suriye politikaları farklıdır. Arap dünyası da Türkiye’nin Suriye üzerinde fazla etkisinin olmasını istemiyor. Çünkü Suriye’nin Türkiye denetimine girmesi giderek bütün Arap dünyası üzerinde Türkiye’nin siyasi baskı kurması gibi bir durum ortaya çıkarır. Bunu da Arap dünyası kabul etmiyor. Şimdi Türkiye’nin kendine göre arzuladığı bir Suriye var, ABD ve Avrupa’nın kendine göre arzuladığı bir Suriye var. Yine Arap Birliği’nin kendine göre arzuladığı bir Suriye var.

Değişim yaşamazsa
Esat rejimi de düşecektir

Şunu belirtmek gerekir: ABD ve Avrupa İhvan-ı Müslim’in de içinde olduğu, ama başat olmayacağı bir Suriye istiyor. Alevilerin, Kürtlerin, Süryanilerin, Ermenilerin, Dürzilerin, emekçilerin, kadınların ve tüm sosyali kesimlerin kendini içinde bulduğu çoklu karakter taşıyan, toplumun geneli açısından kabul görecek bir Suriye istiyor. Daha doğrusu böyle çok farklı toplumsal grupların, etnik ve dinsel, siyasi grupların olduğu bir Suriye’yi gerekli görüyor. Çünkü Lübnan’da Hıristiyanlar, Dürziler, Şiiler, farklı etnik ve dinsel topluluklar var. Bu bakımdan İhvan-ı Müslim’in hakim olduğu sünni bir rejim Lübnan açısından da sorunlu olabilir. Yine İsrail açısından sorunlu bir rejim olabilir. Bu açıdan mevcut Esad rejimini geriletmek, onu mevcut durumundan çıkarmak istiyorlar; ama tamamen İhvan-ı Müslim’in hakim olduğu bir Suriye sistemi de istemiyorlar. Bu bakımdan da dikkat edilirse İhvan-ı Müslim’e tam destek vermediler; dengeli bir politika izlediler. Bir taraftan Esad rejimini sıkıştırıyorlar, bir taraftan da İhvan-ı Müslim’e tek başına hakim olamazsın diyorlar. İhvan-ı Müslim’e tek başına hakim olacağı gücü, desteği diğer yerlerde olduğu gibi vermiyorlar. 

Bu çerçeveden bakıldığında ABD de, Avrupa da, Arap Birliği de Türkiye’nin Suriye üzerinde çok etkin olmasını istemiyorlar. Türkiye’nin ekonomik olarak Suriye ile ilişki içinde olmasına karşı değiller. Suriye ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkiler geçmişte olduğu gibi sürebilir, ama bunun siyasi olarak bir etkiye dönüşmesini, Suriye’nin Türkiye üzerinde, Lübnan üzerinde siyasi ağırlığı olmasını istemiyorlar. Bu açıdan da Türkiye’nin ileri adım atmasını engellediler. Nitekim Arapların denetim gücünün devreye girmesi aslında Türkiye’nin politikalarını dengelemek için yapılan bir girişimdi. Bu Arap girişimiyle hem Suriye’yi zorlamak hem de İhvan-ı Müslim’i frenlemek ve bu temelde daha geniş iktidar bloklarının yer aldığı bir Suriye sistemi yaratılmak istenmektedir. 

Mevcut durumda Suriye rejiminin çok köklü dönüşümler yapmadığı taktirde Suriye’deki Esad rejiminin iktidardan devrileceği açıktır. Eğer devrilmek istemiyorsa İhvan-ı Müslim’e uzak duran sünni kesimleri, emekçileri, demokrasi güçlerini, Süryanileri, Ermenileri ve Kürtleri de tatmin eden bir yaklaşım göstermek zorundadır. Mevcut Suriye rejimi değişim gücü göstererek çoklu bir Suriye’nin, İhvan-ı Müslim’in başat olmadığı bir Suriye’nin oluşmasına yardımcı olarak iktidarını bırakacak mıdır, yoksa elindeki iktidar imkanlarını bırakmayarak, direnerek iktidardan düşecek midir? Bunu önümüzdeki dönemin siyasal mücadelesi belirleyecektir. 

Kuşkusuz Suriye rejimi hiçbir biçimde dönüşmez diyemeyiz. Dış baskı, özellikle de tabandan gelişen muhalefet onu belirli düzeyde değişime zorlayabilir. Belirli demokratik reformlar yapma temelinde daha farklı kesimleri de iktidar blokları içine almayı kabul ederek daha fazla zarar görmeden Suriye’deki herhangi bir siyasal güç olarak ayakta kalmak isteyebilir. Böyle bir şey olursa BAAS rejimi belirli düzeyde bir siyasal güç olarak sistem içinde yer alabilir. Böyle bir durum da İhvan-ı Müslim’i ve diğer kesimleri siyasi sistemin içine almayı kabul etmek anlamına gelir. Ancak mevcut rejimin şekillendiği zihniyet, alışkanlıklar, iktidar imkanlarını bırakmak istememesi böyle bir esnekliği yaşayıp dönüşüme uğramasını zorlaştırmaktadır. 

Mevcut durumda en avantajlı kesim hem mevcut iktidar hem de İhvan-ı Müslim ve çevresindeki siyasal güçler dışındaki kesimlerdir. Çünkü Suriye’nin gerçekten ihtiyacı olan, hatta Avrupa ve ABD’nin de İhvan-ı Müslim’e tümden teslim etmek istemediği ortamda demokrasi güçleri, Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, ezilen sınıflar, emekçiler ortak bir ittifak kurarak Suriye’de gerçekten demokratik bir rejim kurabilirler. Böyle demokratik bir Suriye’yi yaratma imkanı da fırsatı da bugün vardır. Böyle bir Suriye bölge açısından da örnek bir ülke haline gelebilir. Suriye’yi böyle bir ülke haline getirme imkanı vardır. 

İhvan-ı Müslim’in etrafındaki iktidar olmak isteyen blok Suriye’deki tüm güçleri etrafına toplayamaz. Hem Suriye’nin toplumsal yapısı ve karakteri buna uygun değildir hem de dış güçler de İhvan-ı Müslim’i böyle bir güç olacak biçimde desteklemiyorlar. Bu durumda doğru bir politika yürüten demokrasi güçleri Suriye’de etkin olabilir. Suriye’de yaşanan krizden demokratik bir Suriye çıkabilir. Bunun için tüm toplumsal kesimleri örgütleyecek ve irade sahibi yapacak demokratik bir yaklaşım gerekiyor; topluma dayalı bir demokrasi gerekiyor. Her türlü etnik ve dinel azınlığın, topluluğun demokrasi içinde özgürlüklerini yaşayacağının ortaya konulması gerekiyor. Buna Süryaniler de Ermeniler de İslami güçler de Dürziler de dahildir. Kuşkusuz hiçbir etnik ve dinsel topluluk devlete dayanmamalıdır. Kendini devlet dışı demokratik toplum olarak örgütleyebilmelidir. Hiçbirisi üzerinde baskının olmayacağı, her inancın kendisini özgürce örgütleyerek kendi sosyal ve kültürel yaşamını kuracağı bir siyasi programla böyle bir hareket geliştirilebilir. 

Böyle bir Suriye’nin oluşmasında da en dinamik demokrasi gücü Kürtlerdir. Kürtler gerçekten de örgütlü olarak da, zihniyet olarak da, ideolojik olarak da, politik olarak da demokratik Suriye’yi oluşturacak en dinamik kesimdir. Eğer demokrasi güçleri, diğer etnik ve dinsel topluluklar Kürtlerin bu durumunu iyi değerlendirirse; Kürtler de kendi aralarında birlik sağlar, bu güçlerle bir ittifak yapabilirlerse aslında Suriye’deki krizden çıkış gerçekleşir. Ne mevcut rejimin yaklaşımı ve politikalarıyla Suriye’deki krizi aşıp istikrarlı ve demokratik bir Suriye ortaya çıkarmak mümkündür ne de mevcut İhvan-ı Müslim ve etrafındaki güçlerle Suriye’yi istikrara getirecek demokratik bir Suriye yaratmak mümkündür. Zaten ihvan-ı Müslim ve çevresindeki güçlerin demokrasi’den çok iktidarı ele geçirme yaklaşımı vardır. Zaten toplumun tümünün kabule edeceği bir siyasi yaklaşımları olmadığından sürekli dış müdahale çağrısı yapmaktadırlar. Demokratik bir programa sahip değiller. Hala Kürtler için somut bir statü ortaya koymamaları bunun en somut ifadesidir.

Demokrasi Suriye rejimi için
tek kurtuluştur

İhvanı-ı Müslim ve çevresindeki güçler esas olarak Türkiye desteğiyle iktidarı ele geçirmek istemektedirler. Arkalarında Türk devleti vardır. Başka bir yerde değil de Türkiye’de toplanmaları zaten gerçek anlamda demokratik bir karaktere sahip olmadıklarını göstermektedir. Kendisi başta Kürtler olmak üzere toplum üzerinde faşist baskı kuran bir Türkiye’yi kurtarıcı gibi görmeleri zaten daha baştan meşruiyetlerini zayıf bırakmıştır. Türk devleti onları Suriye demokratikleşsin diye desteklemiyor. Türk devleti onları Kürtler ciddi bir demokrasi gücü olarak yeni Suriye’den yararlanmasın, sistem içinde etkili olmasın diye destekliyor. Kürt sorununun çözülmediği, Kürtlerin demokratik güç bloğunun içinde olmadığı bir Suriye’nin demokratik olması mümkün müdür? Herkes de bilmektedir ki, Türkiye, Irak ve İran’da olduğu gibi Suriye’de de demokrasinin anahtarı Kürtlerdir.
Bu açıdan Suriye eğer yeni ve demokratik  bir ülke haline gelecekse, eski rejim aşılacaksa bu Kürtlerin de içinde yer aldığı demokratik ittifakla gerçekleşebilir. Aslında bunu yaratacak toplumsal güçler, etnik ve dinsel topluluklar kendi güçlerinin yeterince farkında değiller. Örneğin Kürtlerin kendi içinde yeterince birlik yaratamaması ve diğer demokrasi güçleriyle ittifak yapamaması bunun en somut ifadesidir. Kürtler ve demokrasi güçleri Suriye’nin demokratikleşmesi için gerçek bir demokratik program ortaya koyamadıkları için Suriye’deki kriz bir kaosa dönüşmüştür. Eğer demokrasi güçleri ve Kürtler ortak ve doğru bir tutum takınırsa bu kaos rahatlıkla aşılabilir. Hiç kimse de bu demokrasi güçlerinin Suriye’de demokratik bir yönetim ortaya çıkarmasına engel olamaz. Türkiye de engel olamaz. ABD ve Avrupa da böyle bir demokratik Suriye’yi kabul etmek zorunda kalır. İç dinamiklere dayalı bir demokrasi hareketi ortaya çıktığında herhangi bir dış müdahale ve işgal yapma gerekçesi de kalmaz. İhvan-ı Müslim ve belirli güçler de kendilerinin tek başına hakim olamayacaklarını görerek böyle bir demokratik Suriye’de herhangi bir siyasi güç olmayı kabul edebilirler. Dolayısıyla böyle bir Suriye üzerinde ittifakla birleşildiğinde demokratik bir seçim olur. Herkes özgür ve demokratik koşullarda yapılacak böyle bir seçim sürecinde yer alır. Kuşkusuz böyle bir seçimde herhangi bir gücün devlet imkanlarını, dış imkanları kullanarak diğer güçleri etkisizleştirip kendini hakim kılma yaklaşımları içinde olmasına izin verilmez. Eğer demokratik program etrafında böyle bir seçim olursa o zaman Suriye gerçek anlamda demokratikleşebilir. 

Her şeyden önce diğer siyasi güçler Kürtlerin Demokratik Özerkliğini kabul etmelidir. Demokratik Özerklik, Suriye’nin birliğini güçlendirir ve Kürtleri Suriye’nin en temel demokratik ve yurtsever gücü haline getirir. Dolayısıyla demokratik bir Suriye Kürtlerin özerkliğini kabul etmiş ve genel olarak demokratikleşmeyi kabul etmiş bir Suriye’dir. Demokratik Suriye; Dürzilerin, Süryanilerin, Ermenilerin dinsel haklarını da kabul edecektir. Yine İslami kesimlere kendilerini özgürce örgütleme ve ibadet etme imkanı tanıyacaktır. Böyle bir ülke gerçekten yaratılabilir. Suriye’nin zenginliği aslında Suriye’yi demokratikleşmeye, demokratik kültüre zorlamaktadır. Demokrasi bir nevi Suriye’nin kaderi gibidir; Suriye için zorunlu bir sistemdir. Bu da dikkate alındığında Suriye’nin nasıl bir sistemle krizden çıkarılacağı, demokratik bir Suriye olacağı anlaşılır.

Demokratik Suriye, tabii ki kimseyle kavga etmeyen bir Suriye’dir. Ama herhangi bir gücün de işbirlikçiliğini yapmayan Suriye olacaktır. Demokrasi içinde devletle demokratik toplumun (yani demokrasinin) birbirini dengelediği bir Suriye yaratmak mümkündür. Özellikle de Lübnan ve İsrail’in durumu düşünüldüğünde böyle bir Suriye hem Batı’nın hem bölge ülkelerinin, hem İsrail’in hem Türkiye’nin Ortadoğu’nun istikrarı açısından mecburen kabul etmesi gereken bir ülke olacaktır. Suriye’nin demokrasi güçleri böyle bir Ortadoğu siyasal iklimini, konjonktürünü, Ortadoğu’nun hassas yerinde olma konumunu da değerlendirerek kendi demokratik sistemini kurabilirler. 

Böyle bir Suriye İran’la da eski ilişkisini terk etmek zorunda kalacaktır. Çünkü İran ile Suriye ilişkisi Ortadoğu’nun demokratikleşmesine ve barış içinde yaşamasına hizmet edecek bir ilişki değildir. Kendi çıkarları için bölgedeki siyasal mücadelenin parçasıydılar. Suriye bu konumu ve bu tür ilişkileri nedeniyle birçok kesimle çelişki içindeydi. İsrail açısından güven vermiyordu, Batı açısından sorunluydu, Lübnan açısından sorunluydu. Irak açısından da sorunluydu. Böyle bir Suriye bölgede rahatsızlık yaratıyordu. Suriye demokrasi güçlerine dayanarak demokratikleşirse İran’la eski ilişkisini bırakmış, Türkiye ve Irak’ın da denetiminde olmayan bir ülke haline gelecektir. Bölgedeki siyasal çelişkilere dayanarak yaşamayı esas alan İran ve Suriye ilişkisi yerine demokratik bir Suriye ortaya çıkarsa Batılı güçlerin ve başka güçlerin Suriye’yi hedef alma gerekçesi de kalmayacaktır. Türkiye ile sıkı ilişki içinde olmayan bir Türkiye Arap dünyasıyla daha fazla ilişki içinde olacaktır.  Türkiye de Arap dünyasıyla ve genelde Batı’yla, İsrail’le, Lübnan’daki ve Suriye’deki azınlıklarla karşı karşıya gelmemek açısından böyle bir Suriye’yi kabul etmek zorunda kalacaktır. Özcesi siyasal konjonktür dikkate alındığında Suriye içinde süren siyasal mücadele ortamında demokrasi güçlerinin öne çıkarak böyle bir Suriye yaratma imkanları fazlasıyla vardır. 

Demokrasi güçlerinin mücadelesi bu eksende olursa hem mevcut iktidardaki kesimleri daha demokratik davranmaya, böyle bir demokrasi hareketiyle karşı karşıya gelmemeye, uzlaşmaya götürecektir, hem de İhvan-ı Müslim ve çevresindekileri de daha demokratik bir tutum takınmaya ve demokrasi güçlerinin programına katılmaya zorlayacaktır. Görüldüğü gibi Suriye’yi asıl demokratikleştirecek veyahut da demokratik karakterde olmayan mevcut rejimi ve demokratik karakterde olmayan ve sadece iktidarı ele geçirmeyi düşünen İhvan-ı Müslim ve çevresindeki güçleri demokrasiye duyarlı hale getirecek olan bu demokrasi hareketi olacaktır. Bu demokrasi hareketinin güçlü olması durumunda da Suriye’nin bütün siyasal ve toplumsal kesimleri içine alan herhangi bir gücün diğer güç üzerinde hakim olmadığı, herkesin kendi demokrasi ve özgür haklarını kullandığı çoklu bir demokratik Suriye’yi yaratmak mümkündür. Suriye’deki en temel görev böyle bir demokrasi hareketi temelinde böyle bir Suriye yaratmaktır. Sadece Suriye’deki demokrasi güçlerinin değil, Ortadoğu’daki tüm demokrasi güçlerinin bunu hedeflemesi gerekiyor. Arap Baharı içindeki demokratik birikimin bunu hedeflemesi gerekiyor. 

Eğer böyle bir Suriye olursa bu aynı zamanda Ortadoğu’nun daha özgürlükçü, daha demokratik bir nefes almasını sağlayacaktır. Böyle bir Suriye, Ortadoğu’nun nefes almasını sağlayacağı gibi, hem de Ortadoğu’da Arap dünyasını baskı altına almak isteyen Türkiye’yi frenlemiş olacaktır. Yine kendisini bölgeye dayatmak isteyen İran’ın etkinliği zayıf olacaktır. Bu yönüyle İran eksenli sünni-şii çatışmanın da zemini zayıflayacaktır. Diğer yandan da Arap Baharı denen halk hareketlerinin gerçekten daha demokratik karaktere oturması açısından Suriye örnek bir model olarak tarihsel bir rol oynayacaktır. 

Kuşkusuz böyle bir Suriye’nin oluşması açısından böyle bir demokratik ve tarihsel perspektife sahip olmak önemlidir. Bunun için de tüm demokrasi güçlerinin böyle bir Suriye projesi etrafında bir araya gelmeleri ve bir an önce Suriye’deki çatışmayı bir İhvan-ı Müslim ve BAAS arasındaki çatışma olmaktan çıkartmaları gerekir. Çünkü şu anda Suriye’de çatışan iki güç onlarmış gibi bir durum var. Suriye’yi bu iki gücün çatışmasından kurtararak Suriye’yi kaostan çıkaracak farklı bir alternatifin olduğunun ortaya konulması gerekmektedir. Bunun şimdiye kadar yapılmaması büyük bir eksikliktir. Halbuki demokrasi güçleri ortak davranıp hem kendini muhalif güç olarak gösteren İhvan-ı Müslim ve çevresini hem de demokratikleşmeye direnen mevcut rejimi şimdiye kadar gerileterek Suriye’de esas dikkate alınması gereken gücün demokrasi gücü olduğunu gösterebilirdi. Eğer bunu yapabilirlerse sadece iktidar kavgası yapan taraflar gerileyecek, onun yerine demokrasi güçleri öne çıkarak o çatışmayı anlamsız hale getirip demokratik Suriye’nin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Bu aynı zamanda Arap Baharı’nın esasında, özünde var olan demokratik karakterin ilk defa doğru bir şekilde Suriye’de şekillenmesini beraberinde getirecektir. Bütün Arap dünyasının, demokrasi güçlerinin, bölgede istikrar isteyen güçlerin, yine bölgede kaygı içinde yaşamayı istemeyen İsrailli gerçek demokratların, Hıristiyan ve Müslüman demokratların desteklemesi gereken proje budur. Eğer bu proje doğru anlaşılırsa Suriye’deki çatışma ve kaos yerine gerçekten halkların özgürlük ve demokrasisinin sağlanacağı yeni bir rejim kurmak mümkün olacaktır.

Hiç yorum yok: