16 Temmuz 2012 Pazartesi

AKP Polis Devletinin Saldırısı ve Silahsız Serhildan

Veysi SARISÖZEN
''Mehmet Uzun’un gölgeli avluları, nar ağaçlarıyla unutulmaz bir biçimde anlatmış olduğu o güzelim Diyarbakır dün gene gaz bombalarının, silahların patladığı bir cehenneme döndü.

AKP, en büyük stadyumlarda Mussolini’yi hatırlatan büyük gösteriler yapma hakkına sahipken neden BDP Diyarbakır’da miting yapma hakkına sahip değil?


Yasaklamanın anlamı ne?


Bu, ‘biz Kürtlere hiçbir hak tanımayız’ zorbalığı değil mi? Zaten silahlı bir çatışma sürüyor, sen bu çatışmayı bitireceğine, bunu bitirmenin yollarını arayacağına en ‘meşru’ gösterilere bile izin vermiyorsun, binlerce polisi sokaklara döküyorsun, gaz bombaları atıyorsun, milletvekillerini vuruyorsun, çoluk çocuğu toparlayıp polis arabalarına tıkıyorsun.


İsyan ettirirsin insanları.


Kürtlerin yarısı zaten silahlı bir ayaklanmayı destekliyor, AKP şimdi ‘diğer yarıyı’ da onlara eklemeye ve ülkeyi yakmaya hazırlanıyor.”


Yukardaki satırlar, dün Amed’de yaşanan AKP-devlet saldırısını konu alan Taraf başyazarı Ahmet Altan’ın yazısından alındı.


Radikal’de Oral Çalışlar’la birlikte Ahmet Altan, dünkü saldırı hakkında konuşan iki yazardan birisiydi.


Durum değişiyor. 2002’den günümüze kadar geçen zaman diliminde, demokrat aydınların büyük bir bölümü, AKP’yi, AB üyeliği ve askeri vesayete son vereceği inancıyla destekledi. AB üyeliği gerçekleşir ve vesayet sona ererse Kürt sorununda da çözümün sağlanacağını düşünen bu aydınlar, Kürt halkının da AKP’yi desteklemesini istedi.


Buraya kadar her şey normaldi. Bu siyasi yaklaşım bize göre yanlış olmakla birlikte, bu çizgide “tartışılabilecek” yanlar da vardı. Biz diyorduk ki, “ey aydın arkadaşlar, siz Kürtlerin AKP’ye destek olmasını sağlayacağınıza, AKP’nin Kürtlere destek olmasını sağlamak için çalışsanıza...” Bu amaçla da onlara şunu söylüyorduk: “Eğer askeri vesayete son verme amacınızı Kürt sorununda çözümsüzlüğe son verme amacıyla birleştirmezseniz, AKP’yi bu yönde teşvik etmezseniz, askeri vesayete son vermek Kürt halkı bakımından demokratik sonuç vermez ve Kürt halkı için demokratik sonuç vermeyen bir siyasi çizgi, genel olarak Türkiye için demokratik sonuçlar doğurmaz...”


Aydınlar bizi dinlemediler. AKP’ye gözü kapalı destek vermeye devam ettiler. AKP de bu desteği bir yandan vesayetçi güçlere karşı ustalıkla kullanırken, diğer yandan “vesayete son verme çizgisini Kürt özgürlük hareketini tasfiye etme çizgisiyle” birleştirdi.


O andan sonra aydınların AKP’yi destekleme tutumu adım adım gericileşti. PKK’yi “iki halkın düşmanı” saymaya kadar vardı. Elbette bu aydınlarla AKP özdeş hale gelmedi. Ama aralarındaki fark şundan ibaret kaldı: PKK’ye karşı kanlı bir imha mı, yoksa onları bölerek, zayıflatarak, siyasi yoldan tasfiye mi? AKP birinci şıkkı, bu aydınlar ikinci şıkkı savundular.


Şimdi durum değişiyor. Düne kadar AKP’ye destek veren ve onun demokrasi getireceğine inanan “aydınlar”, bu “inançlarını” yitiriyorlar. Kürtlerin arasından “Başbakanın Kürt sorununu çözeceğine inananan”lar çıksa da, Türk aydınları arasında bu inanç artık neredeyse sıfırlanmış bulunuyor. Bu inancını yitirenlerin başında Ahmet Altan geliyor. Şimdi o ve çok sayıda aydın AKP’ye karşıtlık temelinde, Kürt özgürlük hareketiyle asgari bir ortak noktada duruyor. Ve dün “PKK’yi silahlı yoldan mı, siyasi yoldan mı tasfiye” konusunda AKP’yle tartışan bu aydınlar, şimdi Kürtlerle AKP’ye karşı mücadele kararlığında birleşseler de, AKP’ye karşı nasıl mücadele etmeli konusunda Kürt özgürlük hareketiyle tartışıyorlar. Onlar AKP’ye karşı Kürt tarafının “silahsız yoldan” mücadele etmesini talep ediyorlar.


Yani dün AKP’ye “silahsız yoldan Kürt hareketini tasfiye et” diyenler; bugün PKK’ye “silahsız yoldan AKP’ye karşı mücadele et” demekteler.


Bu değişim önemlidir. Bu aydınlar AKP ile birlikte PKK’ye karşı mücadele noktasından, PKK’yle AKP’ye karşı mücadelenin yöntemlerini tartışma noktasına gelmiş durumdalar.


Birinci durumda onlarla diyalog mümkün değildi. Şimdi ise artık mümkündür.


Ve şunu söyleyelim: AKP Diyarbakır’da neyi amaçladı? Anonslar gösteriyor. Saat 15.15’teki anonslarda “ara sokaklara giren polislere silahlı saldırı olabileceği istihbaratı alındığı bildirildi.”  Bir saat sonra da “yüzleri maskeli bir grubun üzerinde silahlar bulunduğu ve polise silahlı saldırıda bulunacağı istihbaratı üzerine tüm görevlilerin çelik yelek giymesi talimatı verildi.” Bir gün önce ise polis Diyarbakır’da bir “silah deposu” ele geçirdiğini duyurdu.


Bu yalanlar da gösteriyor ki, polis yaptığı zorbalığın “silahlı bir direnişe” neden olacağını biliyor. O nedenle bu ananslar yapılıyor. Yani belli ki Hükümetin amacı, Kürt halkını şehirlerde, istediği bir zamanda ve yerde, örgütsüz ve denetimsiz bir silahlı direnişe zorlamak. Ama başaramıyor.


Amed’de AKP’nin polis birliklerine karşı, “silahsız serhıldan” bir zafer daha kazandı.


Aydınlar dağdaki savaşı “silahları bırakın” diye durdurmakla uğraşmak yerine, AKP’nin tepeden tırnağa silahlı kuvvetlerine karşı “silahsız serhildanı” bütün güçleriyle desteklemeli. Örneğin, 14 Temmuz yürüyüşünün başında BDP’lilerle birlikte Ahmet Altan ve düne kadar AKP’ye destek veren aydınlar yer alsaydı ne olurdu?


İyi olurdu...

Hiç yorum yok: