17 Haziran 2012 Pazar

Türkiye'nin Neo-Asimilasyonist Politikaları

Asimilasyon ve ''ötekiler'' meselesi kurulduğundan bugüne bu devletin kanayan bir yarası olmaya devam ediyor. Bir süre öncesinde ''topyekun yasak ve inkar''dan bugün ''varlığını kabul''; ama ''yasak''a geldik. Dünden bugüne değişen pek bir şey yok. Toplu mezarların yerini ''münferit cinayetler'', gözaltında kayıpların yeriniyse nihayeti belirsiz tutukluluklar aldı. Devleti şahane Kürtlerin ''gayb eylenmesi''ni de bir ''kayıp'' olarak düşünmüş olmalı ki ''hükümlü'' yoluyla kayıt altında tutulmalarını evla buluyor. Roboski'yse bir ''yol kazası'' gibi durmakta. Durum o kadar vahim ki öfkeleri bundan. Tek tek öldürülselerdi mesele yoktu oysa. Devletin Kürde biçtiği lanetli kader dünden bugüne değişmedi. Önceden seçim meydanlarında ara ara başlarını okşarlardı; artık bundan da vazgeçmiş görünmekteler.
Bu meseleyi burada kapatıp asıl derdimize gelelim: Asimilasyon. Başbakan 12 Haziran tarihli grup toplantısında Kürde taş devrinde neler olduğunu anımsatıp önce CHP'ye çattı. Ardından da bir kısım me'murlara ''ek ders ücreti'' ile öğrenciye ''boş ders kazandırma'' kabilinden bir öneriyle dil ve eğitim hususunda ne kadar demokrat olduğunu anlattı. Oysa zat-ı alilerinin ne 100 yıllık gelenekten vazgeçme ne de sorunun esasına dair bir söz söyleme hevesi görünüyor...


Siyaset ve sosyolojide asimilasyon ekseri iki türlü tanımlanır. İlki gönüllü ve iradi biçimde bireylerin başka kültürleri özümseme/benimsemesi. İkincisiyse kurumsal bir iradenin farklı etnisite ve dinsel grupların kültür/dilini silmesi, tüketmesi ve unutturması. Kurumsal ''irade''(devlet) asimilasyon sorununda merkezi, kurucu ve düzenleyici bir işleve sahiptir. Çünkü ''kurumlar'' onu var eden toplum ve elitlerin amaç, hedef ve yöntemlerinden bağımsız değillerdir. Politik ide ve iradelerin tecelli ettiği kurum, özünde o ide ve iradenin yarattığı uzun tarihsel geleneklerin sonucudur. Kurumsal varlık iki ucu keskin bir bıçak gibidir. Zamanla kendini yaratan toplumsal ve politik aktörlerin iradesinin de üzerinde bir güce kavuşabilir. Toplumu değiştirme ve dönüştürme aracı olan kurumlar zamanla kendini var eden aktörlere direnme ve onları değiştirme eğilimlerine sahip olur. Asimilasyon meselesine bu veriler ışığında bakmak zorunludur. Gerek yapılan/edilenin bilince çıkarılıp anlaşılması gerekse de çözüme dair ayakları yere sağlam basan öneriler sunabilmek açısından ''kurumsal gelenekleri'' iyi analiz etmek durumundayız.


Bu bağlamda bakıldığında bir devletin kurumsal amaç ve hedeflerinde tecelli olan yazılı normları o devletin asimilasyon çizgisinin beyanıdır. Örneğin Milli Eğitim Temel Kanunu madde 2'nin 2’inci fıkrası şöyledir:
'' Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek''. Bir devletin homojen ''milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerleri'' olamayacağına, bunun ne sosyolojik ne de politik açıdan imkanı bulunmadığına göre daha en başından bir ''sakatlık'' göze çarpmakta. Kurumsal iradenin içeriğe ilişkin daha ilk maddesinde ''homojenleştirme''(tekleştirme) algısı göze çarpıyorken ''Atatürk inkılap ve ilkeleri ile Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine...'' ibaresinin ne derece sorunlu olduğunu izaha gerek var mı ki? Bir devletin hiçbir suretle türdeş ahlaki/vicdani/dinsel/dilsel insanlardan oluşamayacağı; bunun sosyolojik açıdan da kültür bilimsel açıdan da mümkün olmaması göz önünde tutulduğunda demek oluyor ki ''kurumsal irade'' (AKP de bunun bir parçasıdır) daha en başından tek tipçi ve dayatmacı, dolayısıyla asimilasyonist bir geleneği sürdürmekte beis görmemekte. Devam edelim:

Madde 10 – (Değişik: 16/6/1983 - 2842/2 md.)


“Eğitim sistemimizin her derece ve türü ile ilgili ders programlarının hazırlanıp uygulanmasında ve her türlü eğitim faaliyetlerinde Atatürk inkılap ve ilkeleri ve Anayasada ifadesini bulmuş olan Atatürk milliyetçiliği temel olarak alınır. Milli ahlak ve milli kültürün bozulup yozlaşmadan kendimize has şekli ile evrensel kültür içinde korunup geliştirilmesine ve öğretilmesine önem verilir. Milli birlik ve bütünlüğün temel unsurlarından biri olarak Türk dilinin, eğitimin her kademesinde, özellikleri bozulmadan ve aşırılığa kaçılmadan öğretilmesine önem verilir; çağdaş eğitim ve bilim dili halinde zenginleşmesine çalışılır ve bu maksatla Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ile işbirliği yapılarak Mili Eğitim Bakanlığınca gereken tedbirler alınır.''. Kurumsal ''hedef ve amaç''lar ta'yin edildikten sonra her türden materyal ve içeriğin bu iradeye göre hazırlanacağı/düzenleneceği ifade edilmekte. Yeri gelmişken değinelim; kurumsal irade kolektiflerinin temeli, anayasanın daha ''başlangıç ilkeleri'' kısmında uzunca anlatılmıştır. Şimdilik yalnızca bunu söyleyip bırakalım.

Kurumsal irade devlet ve toplumun birçok alanında tecelli ediyor. Her biri anayasal bir tanımlama ve hedef ta'yini üzerinden şekillenen kurumsal iradeler; askerlikten eğitime, sağlıktan milli savunmaya değin amaç ve hedeflerin gerçekleştirilmesine tabidir. Kimi zaman aleni kimi zaman da örtük biçimde görevlerini icra ederler. Siyasal iktidarın kurumsal irade sorununa dokunmadan, üstelik o iradeyi kısmi değişimlerle aynen sürdürerek ''asimilasyon sorununu'' çözdüğünü iddia etmek hem bilimsel değildir hem de mantık dışıdır. Hatırlarsanız benzeri bir ''sorunu'' AKP ve demokrasi tartışmalarında yaşamıştık. Siyasal iktidar demokrasiye içkin bütüncül, tutarlı ve kapsamlı bir algıya/vizyona sahip olmadığı için Batı tarzı çoğulcu bir parlamenter demokrasi seviyesini bile yakalayamamıştır. İktidar süreklik
''en ötüsünü'' göstererek ''iyi gibi gösterdiği'' minimalist (aslında eskiden bile gerici) önerilere razı gelmemiz gerektiğini buyurmuştur. O önerilerin Türkiye toplumunu bugün getirdiği yer ortada: 8 binin üstünde Kürt, 2 bin 100 öğrenci tutuklu. Her sene 4 bin öğrenci soruşturma yemekte ve uyduruk iddianameler 12 Eylül'ü aratmayacak düzeyde. Kimse ''yeni Roboski''lerin yaşanmayacağını garanti edemiyor. Bu yazı yakın geçmişe dair bir ''hatırlatma'' yazısıdır. İktidarın ''eğitim reformu'' olarak önümüze sunup ''seçmeli dersler'' paketiyle cilaladığı mevzuata aldanmamız için yazılmıştır. 12 Eylül referandumu ve öncesinde olmayan ''bütüncül ve tutarlı irade'' bugün de mevcut değildir.

Beterin beteri var


Değerli Kürt dostlarımızı, muhalifleri ve aktivistleri özellikle uyanık olmaları konusunda naçizane uyarıyoruz. Sadece Kürtler değil; Aleviler ve Gayrı Müslimler de uyanık olmalıdır. Kurumsal ontolojinin üzerinden sek sek oynarak bir geleneği sürdüren iktidar, bu tarz minimalist/kısmi önerilerle çok daha sinsi bir ''asimilasyonist'' vizyonu gündeme sokmaktadır. Hasip Kaplan'ın iktidara söyledikleri oldukça yerindedir: Kimse kültür ve anadilini ''seçmeli derslerle'' öğrenmemektedir. Anlaşılıyor ki iktidar, Kürtsüz Kürt sorunu, Alevisiz Alevi sorunu ve Gayrı Müslimsiz azınlık sorunu çözmeye çalışmakta. Milli Görüş gömleğini çıkardığını ifade edip bir yüzleşme furyası başlatan iktidar; aslında ''Türk-İslamcı'' 12 Eylül genleriyle zerre kadar hesaplaşmamıştır. Üstelik kendini sıkıntıya sokan hemen her ''ani'' vak'ada 12 Eylül ve öncesinden bağnaz/popülist ''muhafazakar'' dilini devreye sokmakta; bu tavrını bir de ''millet iradesi'' gibi ne idüğü belirsiz bir formda izaha kalkmaktadır. Oslo'da ''çözüm'' beklerken ''tasfiye ve yeni strateji'' naralarıyla irkilen Türkiye halkları yakın geçmişten gereken dersleri almıştır. 100 yıllık hegamonik kibirde dünden bugüne değişen retoriklerdir. Beterin beteri var dedik: Komşularla ''sıfır sorun''dan ‘BÖLGESEL GÜÇ TÜRKİYE'YE geldik. Neo-Osmanlı güzellemeleri eşliğinde fetihçi gazları da sıklıkla duyar olduk. Devlet aklını bu denli küçümsemeyin: Siz ''Demokratik bir Cumhuriyet'' beklerken karşınıza ''Neo-Osmanlı'' çıkması fantezi değildir... 


Özgür Babaoğulları

albatross82@hotmail.com

Hiç yorum yok: