13 Haziran 2012 Çarşamba

Kurumsallaşan Komplo ve Komplo Kurumları

Uluslararası güçlerin gerek Kürdistan’da gerekse de Orta Doğu’da özgürlük hareketine karşı yürüttükleri savaş tüm boyutlarıyla sürmektedir. Komployu sadece bir kişinin yaşamının daraltılıp tecrit edilmesi olarak algılamak büyük bir yanılgı olur. Daraltılan bir adanın kendisi değil koca bir dünyada milyarlarca insanın özgürlük alanıdır. İktidar imparatorluğu kendisine karşı tehdit algıladığı için en çirkin ve kapsamlı insanlık dramına başvurmuştur.

Bu anlamda Kürdistan’ı iç içe bütünsel değerlendirmek bir gereklilik değil bir zorunluluk olmuştur. Aynı çerçevede dış denklemin kendisini iç denklemle karşılaştırmak kaçınılmazdır. Hatta karşılaştırmak bir yana bütünlük içerisindedirler.

İlginç bir paradoksun çılgın ahlaksızlığıyla karşı karşıyayız. Bu gerçeğin aynı zamanda iki yüz yılı Osmanlı dönemi olmak üzere toplam üç yüz yıla aşkın bir süredir aynı topraklarda ortada yıkılmasına izin verilmeyen bir Osmanlı-Türkiye devlet geleneğiyle karşı karşıya olduğumuz bir diplomasi geleneği Kürt gerçeğini kemirmektedir.

Buna karşın PKK’nin güçlenmesini engelleyen güçler dışta-“iç”te aranabilir ama PKK’nin bitmesini ve zayıflamasını engelleyen, başka bir ifadeyle, onu güçlendiren güç, özdedir.

Dış Güçler ve İçteki Denklemleri


a)    Güney Kürdistan: BM’nin 688’i ve PKK’ ye Karşı Fiili NATO

NATO Sovyetlerin Atlantik üzerinde oluşturduğu ‘tehdide’ karşı oluşturulan bir anlaşmayken bugün Rusya’nın kendisinin de NATO’ya üye olmasına rağmen; NATO kalmamış tehdit üzerinde varlığını sürdürmektedir.


Normalde uluslararası anlaşmalar bir tehdit sonucunda oluşturulduklarından o tehdidin kendisi bitiğinde anlaşma otomatik olarak fes edilmektedir. Zaten oluşturulan tehdit eğer taraflara karşı faal durumda değilse yine taraflar harekete geçemezler. 

NATO’nun kendisini meşrulaştırdığı ve halen daha 5. maddesinin yürürlükte olmasının sebebini BM’nin 51 maddesindeki öz savunma hakkına bağlamaktadır.

BM Güvenlik Konseyi’nin olduğu sürece dünyanın en büyük ülkeleri hangi tehdit algısına karşı NATO’yu sürdürmektedir?
   
NATO’nun ilk değişmez ilkeleri arasında yer alan “NATO savunma amaçlıdır” ilkesi pratik haliyle “NATO saldırı amaçlıdır” gerçeğini yansıtmaktadır.


Her şeyden önce bu kombinasyonda müdahaleye açık konuma getirilen, sömürülen bir Kürdistan coğrafyası ortadadır.  1991’de BM’nin 688 sayılı kararı ve arkasında Güney’in PKK karşısında operasyonel bir güç haline getirilerek ve NATO’nun beşinci maddesinin fiilen hayata geçişi bu kombinasyo’nun uluslararası başlangıcına tekabül eder.


Sözü edilen sadece PKK’nin zayıflatılması değil aynı çerçevede ‘kazanımlara katkı sunmak’ amacıyla o tarihlerde Güney’e doğru göç eden Doğu Kürdistan güçlerinin tasfiye biçimleri çok ilginçtir. Bu dönemde sadece Güneyde yapılan faili meçhulleri araştırmak için kendileriyle görüştüğümüz Doğu Kürdistan PDK’si ve Komala yetkilileri PDK’den 250, Komala örgütünden 50 olmak üzere toplam 300 kadrolarının (PDK ve YNK tarafından) infaz edildikleri, çeşitli yollarla Kürdistan bölgesi sınırları içerisinde pusuya düşürüldüğünden yakınmaktadırlar.

Bu tür kirli oyunların bir kısmını PKK’ye de yapmaya çalıştılar (kaçkınların önünü açarak) örneğin Musul’da PYD’nin öncü kadrolarına karşı gerçekleştirdikleri benzeri karanlık eylemlerle Batı Kürdistan’daki hareketi silikleştirmeye çalıştılar. Ancak PKK’nin misilleme ve hareket kabiliyeti bu tür eylemleri durdurmuştu.

Güney Kürdistan uluslararası denklemde Kürtlere kurulan komplonun kronometresi gibidir. Komploda zaman ve mekan burada işlemektedir.

1991 sürecinin sadece PKK’ye karşı yapılan bir tasfiye olmadığı gerçeği; Güney şekillenmesinin diğer parçalara karşı yapılan pazarlık sonucu olduğu görülmektedir. Belki de PKK’nin tasfiye edilmemesi Güneyi kazanıma dönüştüren gerçeğin kendisini ifade etmektedir.


ABD’nin Erdoğan’la Kasım 2007 anlaşması belki de bu gerçeğe duyulan tepkinin kendisini taşımaktadır. Hesaplara göre Güney’de oluşturdukları, ekmek istediklerini biçmek istediklerine paralel olarak Güney diğer parçaların tohumluk alanı olacaktı. Burada yetiştirilen tohumlar diğer parçaları şekillendirecekti oysa bu süreç uluslararası komployla sonuçlanmasına rağmen halen hesapların çok ötesinde bir gerçek; yeşerten bir Kürdistan gerçeği bulunmaktadır.

AKP bir yandan sermayeci güçlerle ortak kurumsallaşırken diğer taraftan PKK’nin ilişkilenme potansiyeli olan ülkelerle bu potansiyelin kablolarını kesmektedir. Rüstem Cûdî arkadaş bir konuşmasında “AKP sadece Kürt kazanımlarına karşı değildir, aynı zamanda kazanım (Güney, Doğu ve Güneybatı Kürdistan’ı kast etmişti)  ve ihtimallerine de karşıdır” demişti.

Ancak NATO’nun Barzani’ye verdiği ‘Barış Ödülünü’ daha önceki bir yazımda paylaştığım gibi tekrar hatırlatmak istiyorum. Bu, her ihtimalde yeni bir sürecin başlangıcı olarak algılanmalı.

İkinci bir 688 girişimi olabilir mi? Kaynaklarımızdan aldığımız bilgilere göre son günlerde Güney Hükümetinin Bağdat’a rest çektiği ve giderek bir kopuşa doğru gittiği söyleniyor. Bu yüzden Bölge Başkanı başta olmak üzere Güney siyasetinin ABD, Bağdat ve Türkiye’yle çok yakın zamanda gizli görüşmeler yaptığı duyumları alınıyor.


Değişen dünya koşularına rağmen NATO’nun mevcut durumuyla Kürtlerin bir kısmını barışla ödüllendirirken diğer kısmını savaşla cezalandırmaktadır.

Arap Yarımadasında Arap milliyetçiliğini 22 devlete bölen bu anlayışın kendisine karşı hiç bir gücün kurumsallaşmasına tahammül etmemektedir. Aksine karşıtlık konusunda 30 yıldır yürütülen savaşa ikmalde bulunmasına rağmen halen Kürtler her hangi bir düşmanlık göstermemiştir. 


Bir başka ihtimalde bu görüşmelerin gündeme taşındığı gibi öyle Bağdat’tan kopmanın senaryoları değil çok yakın zamanda gerçekleşecek olan Güney operasyonunun siyasi ve tekniki hazırlıkları olduğudur.

Bu ihtimalde olası bir operasyonda PDK’nin fiziki olarak operasyona katılmayacağı ancak T.C askerlerine coğrafyayı esnek kullanma ya da istihbari aktarımların olacağı düşünülüyor. Yeni denklemde Kürdistan’ın güç dengesini elden bırakmak istemeyen güçler Barzani’den operasyonun sonuna doğru bazı ‘ulusal’ çıkışlar yapmasını bekleyebilir.

Sinirlioğlu’nun görüşmesinden sonra gelen iki heyetten birinin operasyonların siyasi boyutlarını diğerinin ise tekniki boyutlarını tartışmak üzere geldiği kanısındayım.

Böyle bir süreç mi var yoksa PKK’ye karşı yapılacak operasyonların son hazırlıkları mı? 

Her iki ihtimalde de şayet Güneydeki statü bir değişikliğe giderse bunun karşılığında bu statüden PKK’ye karşı durulması isteneceği kesindir. Zaten Bağdat’ta Şiiler önemli bir güce sahipken İran’ın sınırlarıyla ilgili giriştiği atakları daha çok Güneyle yaptığı ve Türkiye’nin de aynı şekilde sınır tartışmalarını usulen Bağdat’la yapsa da daha çok Güneyle yaptığı tartışma ve görüşmeler dikkat çekmektedir. Güneyli temsilciler bu tartışmalardan rahatsızlığını dile getirseler de bu durumdan doğan statüden çok memnunlar. 

Bir devletleşmeye doğru gidildiği açıktır. Ancak bu devletleşmenin başta Güney yönetiminden koparılan %40-45 Kürtler olmak üzere Kürdistan’ın diğer parçalarına nasıl yansıyacağı önemlidir.
Kast edilen her iki ihtimalin iç içe olma ihtimali yüksektir. Bu durumda hiç bir operasyon olmasa bile aylardır bir operasyona doğru endekslenen Türk kamuoyunun şimdiden Güney’e yerleştirdikleri binlerce ajanla bir hakimyet ve fiili işgal söz konusudur.

Aldığımız bilgiler korucu, asker, polis, itirafçı ve birçok kesimin değişik yollarla Güney Kürdistan’a sızdırıldığıyla ilgilidir. Türk Ordusunun AKP’nin eline geçişiyle birlikte “mahalli istihbarat” dedikleri ve MGK’da her seferinde gündemleşen bir seferberlik başlatılmıştır. Böylesi bir durumda bundan sonra operasyon yapılmasa bile AKP’nin gerek Güney’de gerekse de Kürdistan’ın diğer parçalarında hızlı bir ajan borsasının oluşturulduğu, oluşturacağı açıktır.

Halk dinamizmini ABD’nin Irak müdahalesinden bu yana elinde tutmayı başaran PKK hareketi; ABD’yi hem PKK’ye karşı hem de PDK ve YNK’ye karşı küplere bindirmiştir.

Ajanlık sadece PKK’ye karşı askeri istihbaratla ilgili değildir. Aynı zamanda Güneyde geniş çapta hareket gerçeğini manipüle eden ve Güneydeki her kesimi değişik biçimlerde PKK karşısında örgütlemeye çalıştığı görülmektedir.

PKK’nin varlığının Güney gerçeğini kazanıma dönüştürdüğü gerçeği işte bu dinamizmin halkta yaratığı ruh ve düşünceyle Güneyli siyasetçilerin artık isteseler bile kendilerine biçilen misyonu yerine getiremeyecekleri gerçeğidir.

Yine ulaştığımız küçük bir ipucu ABD’nin Irak müdahalesinden bu yana Doğu Kürdistanlı iki temel dinamizmi (PDK-İ ve Komala’yı) dokuz ayrı parçaya ayırdıklarıdır. Bu noktadaki bir diğer ayrıntı ise 2003’te PKK içerisinde yaptırılan iç komplo sonucu bölmek istedikleri örgüt için bu örgütleri parçaladıkları mekanların aynısını (Koyê ve Süleymaniye çevresi) planladıklarıdır. Doğrusu bu ipuçlarıyla ulaştığımız sonuç; bu zaman ve mekan bütünlüğünün Kürtler için nasıl bir felaket hazırladığıdır.

Bu çerçevede Barzani’nin PKK’ye karşı PDK benzetmesine temkinli yaklaşılmalı. Bahsettiği deneyimin kendisi bir sorunu çözme yerine mevcut şekilde görüldüğü gibi tasfiye etmeyi uygun görmüştür.

Bu çerçevede bir Güney profilini çizmek daha doğru ve yapıcıdır:

Mevcut durumda bölgedeki ve Kürdistan’daki gericilik ve merkez iktidarın Kürdistan’da bu kırıntılar aracılığıyla gerici devletleri ve gerici Kürt gruplarının PKK’ye karşı fiili NATO takımını oluştururken diğer taraftan bu pazarın sonucunda bile ortaya çıkmışsa sözde statüyü özde bir kazanıma dönüştürmek çok önemlidir.

Kürdistan coğrafyasını siyasi partilerden ve siyasi hareketlerden silme dalgaları üç ayrı dalgayla oluştu; birincisi 1991-1992’de başlayan ve 9 Ekim 1998’e kadar süren sürecin kendisidir. Aslında ikinci dalga 9 Ekim komplosuyla başlatılmış olan süreç AKP’nin 2002-2003’te güçlenmesi ve ABD’nin Irak müdahalesiyle başlayan sürecin kendisidir.


Unutulmaması gereken Kürt Halk Önderi 9 Ekim komplosundan önce defalarca fiziki tehlikeyle karşı karşıya gelmiş ancak yapılan suikast planları bir türlü hedefini bulamamıştır.
 
Komplonun ikinci aşaması önderlik kurumu (PKK Öncüleri) üzerinde gerçekleşti. PKK’nin yönetimini ele geçirerek PKK’yi Güneyde boğma çabasıydı. Aslında önderlik kurumuna karşı 3 Kasım 2002’de AKP Türkiye iktidarı için iktidara gelişi ve kurumsallaştırılması tamda bu aşamaya denk düşen bir çabaydı. Kurumsal önderlik ya da önderlik kurumuna karşı; kurumsal AKP ya da AKP’nin kurumsallaşması denilen süreç başlatılmış oldu.

Hareketin o dönemde AKP’ye biçtiği ömür 6 ayken daha sonra AKP’nin diğer siyasi partilere benzemediği ve üzerine varılan AKP mutabakatının iç ve dış güçler açısından stratejik bir mutabakat olduğu anlaşıldı.

İkinci dalgada PKK’yi tasfiye girişimi 1 Haziran 2004 atılımıyla patinaj edince diğer siyasi partileri parçalasalar da (PKK karşısında kullanmak için) bitirmediler.

Kanımca ikinci dalgada PKK Hareketi kısmen darbelense de aynı zamanda PKK’nin direnişi PKK’nin içindeki tasfiyeci eğilimin tasfiyesiyle sonuçlanmasıyla bu süreç daha fazla hızlandırılabilinseydi PKK yeni atılımında bölgede süreci erkenken kendine entegre eder, erken entegre olurdu. Yani PKK kendi içindeki bu eğilimden erken kurtulabilirdi.

İkinci aşamada bu dağınıklıktan etkilenen Sêrt, Çewlik, Wan ve Agirî gibi alanlarda belediyeler 2004 Yerel Seçimlerinde kaybedildi.

Ancak 2009 Yerel seçimlerde Sêrt ve Wan belediyelerinin tekrar kazanılmasından tutalım nerdeyse seçim hedefinden daha büyük bir başarıyı elde eden Özgürlük Hareketi giderek Kürdistan’da kurumsallaşıyordu. Buna tahammül edemeyen AKP Hareketin pratikleşen alanlarına saldırıyordu.


Kurumsalkırım: KCK Operasyonları


KCK operasyonları bu anlamda Kürdistan coğrafyasında pratikleşen Önderliğe/Harekete yapılan operasyonlardır.  Tutuklanan binlerce kadro ve çalışanla aslında Kürdistan coğrafyasında bilinç katliamı yapılarak halkın hafıza kaybı yaşamasını hedeflemektedirler.

Dolayısıyla komplonun üçüncü aşaması en derinleştirilmiş komplodur. Kastettiğimiz niceliği kabarık durumun kendisi değil aslında niteliksel inkarın ta kendisidir.


Hak aramak hak ispatlamanın onda biri bile değildir. Hak ispatlamak aranan hakkın irade beyanıdır. Her ne kadar PKK Hareketi yıllardır açık bir şekilde gasp edilen 40 milyon Kürd’ün hakkının arayış hareketi olduğunu söylese de gerçekte referandumlara dönüştürülen (tüm engellemelere rağmen)seçimlerde yakaladığı başarı bu arayışın ispatı olmuştur.

Komplo adeta hareketin stratejik değişimini izler gibi hareket hangi alanı stratejikleştirirse oraya saldırmaktadır. Harekette her şeyin merkezinin Kür Halk Önderi Öcalan olmak zorunda kaldığı (önderlik kurumunun henüz zayıf olduğu dönemde) direk fiziki şahsına yönelim gerçekleşmiştir. Ancak KADEK süreciyle başlayan Kürdistan’da kurumsallaşma stratejisiyle daha güçlenmesi gereken önderlik ve öncülük kurumu parçalatmaya çalışarak hareketin öncü kadrolarına saldırılmış bir kısmı sistemin kırıntılarıyla geçinmeye ikna edilmiştir. Son dönemlerde hareketin her şeyi halka devrettiği bir dönemde en kapsamlı saldırılarla binlerce insan rehine alınmıştır.

Üçüncü aşamanın inkar derinliği halkın her türlü zorluğa ve zorbalığa rağmen seçtiği insanların (halkın iradesinin) tutuklanmasıyla ilgilidir. Bu irade ve bilinç katliamının hem Kürt halkının geçtiği süreç hem de halkların geçtiği süreç açısından bakıldığında zamanın özgürlükler için altın değerde olduğu bir döneme tekabül etmektedir.

Özgürlük Hareketine yönelik AKP iktidarı döneminde yapılan saldırıların önemli bir kısmı kurumsallaşan harekete karşı yapılmıştır. Hatta son KCK operasyonlarında ortaya çıkan TC’nin kurumsallaşmasını engellemek için harekete karşı yaptığı operasyonlarda hiç bir hukuku tanımadığı, yıllarca yürütülen kirli savaş kuralsızlığını burada uyguladığı görülmektedir. Hatta hukuk dışı birçok uygulamaya yaptığı yasal düzenlemelerle hukuksal kılıf uydurarak tüm zamanların devlet vahşetini hem resmileştirmiştir hem de bir zat artırarak yapmıştır.    

AKP bu zamanının kendisini kurşunlamaktadır. Bırakalım Türk Basını tarafından PKK-devlet arasında görüşmeler varmış gibi lanse edilmesine inanmayı bölgedeki diğer devletler Kürtlere karşı sadece savunma pozisyonunda dururken Türkiye bu altın döneme hunharca saldırmakta şuandan ‘PKK-Devlet görüşmesi’ ne doğurursa doğursun hiç bir kazanım PKK’nin bu dönemde yapacağı atılım kadar değerli bir kazanım olmayacaktır.


Açıkça söylemek gerekirse bu dönemde vaatler ve iyimser yaklaşımdan daha etkileyici bir silah bir katliam olmamaktadır.


Oyalama taktiği Kürt Davası’nın en temel kör düğümü haline gelmiştir. Türkiye’deki birçok ‘aydın-yazar-çizerin’ en önemli özelikleri bu taktiğe hizmet etmeleridir.

Tüm roller adeta bu taktik üzerinden paylaşılmıştır. Yıllarca bu sorunun içinde bulunan Cengiz Çandar bile PKK’yi kastederek “Kürtlerin giden iktidarları desteklememeleri gerektiğini söylemektedir”. Kürtlere dostça yapıldığı düşünülen bu öneri Kürt Hareketinin enerjisini ölen iktidarlarda harcamaya çalışmaktadır.

Güneri Civaoğlu’nun “Kürtlerin Son Baharı” başlığındaki tehditle Çandar’ın yaptığı tehdit aslında aynı şeyi ifade etmektedir. Bunların yanında Hasan Cemal devleti uyarmaktadır. Yine Taraf ve saz arkadaşlarının MİT taktiklerinden ödün vermeden güllük gülistanlık bir portre çizmektedir.

İşin aslı devlet Temmuz ortalarından itibaren neredeyse son yüz yılın tüm savaşları kadar gerillanın üzerine bombalar yağdıracak kadar vahşileşmiş, en son bu vahşilik Gülen ve Gül’ün talimatıyla iş kimyasal ve napalm bombalarını kullanımına kadar varmıştır.

Değişik yolardan değişik rollerle çıkışların oluşu farklılık gibi görünse de aynı yörüngede dönmektedirler. Hasan Cemal ve Cengiz Çandar’ın TC ile olan dostlukları kemalizmden daha yaşlıdır. 

Şimdilerde herkes müzakerelerde verilen sözleri bunca tartışmaları bırakmış Kürtleri yaşanan süreçten tecrit ederek Türkiye’ye entegre etmenin peşindedir. Erdoğan Anayasa değişikliği için en erken dokuz ay biçmektedir. Aslında tecrit etmeye çalışırken yem olarak atmayı da ihmal etmemektedirler.

Kürtler bu deneyimi birinci ve ikinci dünya savaşları sonrasında yaşadılar. Başkası için devrim başkası için yaşam felsefesi Kürtler açısından miladını doldurmuş olması gerek.

Bu tür taktiklere karşı şu söylenebilinir: “Ey ‘dost’ tamam da PKK bu iktidarların düşmemesine verilen çabanın kendisi değildir fakat kastın onlara yönelmekse başka...”

Güya dost tavsiyesi yapan bay aydınlar Kürtlerin devrilen rejimlerin altında kalmasıyla sonuçlanacak pratikler önermektedirler. Biz buna dost tavsiyesi yerine dost tasfiyesi desek daha doğru olur.

Sovyetlerin yıkılışından sonra “Soft Power” teorisi yani yumuşak güç siyaseti kapitalizmin en gelişmiş silahı oldu. ABD’nin Afganistan ve Irak’ta yaşadığı hüsran bu taktiği neredeyse kaçınılmaz kıldı. Bu taktik kapitalist modernite kolonyalizmine aittir. AKP’nin ve yeni dönem inkarın temsil ettiği gerçek şiddetin yanında birde Soft Power’i yani yumaşak gücü kullanarak sosyal, siyasal ve kültürel olarak derin inkar adacıklarını çeşitli çevreler aracılığıyla kurmuş oldular.

Yeni dönem sömürgeciliğini iyi algılamak gerekir. Soft Powerciliğin inkar derinliği kaba gücün inkar derinliğinden bin kat daha sömürücü ve işgalcidir.

BDP’nin türban önerisinde de açığa çıktığı kadarıyla AKP yönetimi 2002’de kemalistlerden aldığı yönetimi aslında kemalizme devrederek büyük bir ilizasyonu oynamış bulunmaktadır.


Fakat gelinen aşamada bu gerçeklik şimdiye kadar iyi teşhir edilmemiştir. Güçlendikçe kemalistleşen,  kemalistleştikçe siyonistleşen AKP İsrail karşıtlığını yaptıkça da Türkiye’yi İsrailleştirmektedir.

Bu anlamıyla AKP hem Kürtler için hem de bölge halkları için kurulmuş en büyük komplo kurumudur. Orta Doğudaki halkların serhildanlarına karşı ABD müfettişliğine soyunan AKP bölgede ve Kürdistan’da özgür alanların kurumsallaşmasına müdahale etmektedir.

BDP Ve Rolleri Üzerine

Kürtler için önemli olan Kürdistan’daki kurumsallaşmadır. Devlet ise tersini uyguluyor bir taraftan Kürdistan’daki tüm belediyelere saldırıp onlara nefes bile aldırmazken diğer taraftan meclise ‘katılmayı’ çok önemsiyor.

Bu anlamda AKP Güney siyasetine, aydınlara ve neredeyse herkese “ Ne söyleyeceklerse gelip TBMM’de söylesinler, gerçek savaşlarını orada yapsınlar” dedirtti. Bu zihniyet Ankara’yı kurumsallaştırma zihniyetidir. Hatta bırakalım Kürdistan’daki kurumsallaşmaya BDP milletvekilleri İstanbul’da bile eylemlere katıldıklarında saldırıya uğruyorlar. 

Bizler dilin döndürdüğü kelimelerden çok pratiğin döndürmesi gereken kelimelere itibar etmek zorundayız. “Ne söyleyeceksen TBMM’de söyle” anlayışı aslında “pratikleşme, kendini gerçekleştirme ne söyleyeceksen söyle” anlayışıdır. Bu felsefik olarak da ahlaki olarak ta insanın en alçaltılmış halini temsil ediyor.

Bu yüzden her kesin gündemine konulan milletvekillerin TBMM zemininde siyaset yap(ma) istemi bir muhataplıktan çok bir teslimiyet çağrısıdır. Bu çağrının ardında Türk televizyonları her gün milletvekillere saldıran bir kahraman polisi ekranlarına konuk ediyor. Devlet bilinçli olarak “Kürdistan’a gelip kurumsallaşırsan, eylem yaparsan bacaklarını kırarım, gözünü çıkarırım panzerlerin altında ezerim” diyor. TBMM’nin dışına çıkan milletvekillerine mahkum muamelesi yapılıyor. Eylemdeki milletvekilleri namlunun ucunda dur ihtarına uymayıp her an vurulacak mahkumlar gibi görüyor.

Botan’da Aysel Tuğluk, Amed’te Gülten Kışanak ölümle burun buruna geliyor. 

Nedir bu?

Ölümü koklatmak, tehdit etmek artık AKP siyasetinde günlük televole programlarından daha basit ve ucuzlamış görünüyor. Ölüm magazini artık “kimi kiminle nerede” sorularından daha maskara olmuş görünüyor.

Aslında her yerde hareket alanını daraltıp mücadeleden caydırma politikasını uygulamaktadır.  Güney’de, Kuzey’de, Doğu’da, Batı’da ve her yerde daraltmayı hedeflemektedir.

Kürdistan’ın en acımasız soykırımlardan geçtiği günlerde bir milletvekilinin şike tartışmalarında bardağı kırması çektirilen acıya karşı gösterilen en bariz ‘tarihsel sorumluluğun’ örneğidir. 
Gerçekte de Ankara’ya böyle bir gidişin anlaşılması hem Kürtlere uygulanan tarihsel hem de güncel zulmün karşısında anlam birliği içinde olmadığı aşikârdır.

Nasıl ki Hareketin en değerli kadrolarının katledildiği bir tarihte Hareketle bir diyalog varmış gibi tehlikeli bir portre çizildiğinde asıl verilmesi gereken tepki etkisizleştirilmek isteniyorsa bu durumda da belirleyici güç olacağımıza güç belirleyiciliğimizi yitirmemeliyiz.

Ankara’ya gidilmeli mi gidilmemeli mi? tartışmasından ziyade kanımca Ankara’ya gidiş Kürdistan’ı kurumsallaştıran eğilimindeyse bu gidişin hiç bir mahsuru yoktur. Tam aksine eğer Ankara’ya gidiş Ankara’yı Kürdistan’da kurumsallaştırıyorsa Ankara’ya gidişin gidişatının iyimser olmadığını itiraf etmek durumundayız.

Meclis intikamı alınmayacak kadar değerli arkadaşlarımızın ardındaki ciddiyetsizliğimizin tehşir yeriyse neden Ankara’dayız?

Sorun bir kaç arkadaşın bedeni üzerinde bunları değerlendirmek değildir tam aksine bu arkadaşlarımızın emekleri ve amaçları yaşayıp yaşamadıklarını tartışmaktan çok daha başka bir mertebededir; bin bir emekle siyasallaşan kitleyi bir anda futbol seyircisi gibi fanatikleştirip siyasal değerini yitirmek en büyük anlam terörizmidir.

Bir başka olaysa Roboski’deki örnek de olmak üzere ‘provakasyon’ terimi üzerinden halk engellenmeye çalışılıyor. Şimdi bu konu önderlik tarafından da açığa kavuşturulmadı mı? Gençleri frenleyip devletin kaymakamını, valisini, bakanını korumanın görevi kimseye düşmemiş?

Güya meşru mücadeleyi yasal alanda savunan bir misyon kurumsallaşması içinden devlete her gün; “bakın biz sizi koruyoruz” mesajı verilerek ve gerçekte öfkelerin önüne barikatlar kurarak devlet yasalarına bekçilik ediliyor.


Komplo kurumu veya komplo kurumsallaşmasını değerlendirirken özelikle Kürtler açısından durum sade bir sübjektiflik ya da sade bir objektiflikten kaynaklanan bir kullanma biçimi değildir.
Bu komplo değirmeni Burkay, Metiner, Miroğlu ve Kızılkaya gibilerini sübjektif kullanıp bunların üzerinde hem AKP içinde güya bir Kürt siyasi hareketi varmış gibi bir senaryoyu çizmekteler hem de bazı Kürt siyasi partileriyle açık bir diyalog içerisinde olup onları bu tezgaha meze yapmaktadır.

Bahsettiğimiz objektif kullanma biçimiyse belirli kişilerin karakterlerinden ya da günlük yaşamlarından yakaladığı pürüzleri cımbızlayarak komplo değirmeninde öğütmektedir 
Madem en zor şartlarda Ankara’ya gitmenin bedelini ödüyoruz neden Ankara’ya ‘siyasallaşmanın’ bedelini ödetmiyoruz.

Bir Türk polisi bir milletvekilimizin yasalara karşı itirazı sırasında kameraların önünde “yasaları çıkartan sizsiniz biz sadece uyguluyoruz” deyişi yasamaya katılmanın sorumluluğunu hatırlatmaktadır.

Dünyanın her yerinde bu gerçek böyledir: Yasamaya katılım göstermişsen yasamayı, hükümete katılım göstermişsen hükümeti eleştiremezsin. Bir mekanizmaya katılmayı uygun görüp katılımcılığına inanmışsan sen o mekanizmanın kendisisin artık; ancak özeleştirisini verirsin.

BDP nerede durmalı?


BDP Kürt hareketinin siyasal geleneğini temsil ettiği için Kürt Hareketi’nin terörize ettiği her yerde Brüksel’de Washington’da, Tahran’da, Şam’da, Hewlêr’de ve Bağdat’ta olmalı. 

Unutulmamalı ki devletlerin kaderlerini belirleyecek yeni sınır ve siyasal iktidarlara gebe dönemlerde komşu devletlerin uykuya dalmış çelişkileri uyanmaktadır. Sürecin kendisi normal olmadığından ilişkilerin normal olması da düşünülemez. Tek kutuplu dünyayı göz önüne aldığımızda ikili oyunların fevkalade anlaşılacağı açıktır. İran’ın  ‘Kürt Fraksiyonu’ adına yaptığı Roboski kınaması bu dönemin en ilginç örneğidir.

PKK bir kes daha bölge halklarıyla stratejik bir çizgiyi sürdürdüğünü İran ve Suriye konusunda ispatlamıştır. 


Terörize orijinli merkezlerden terörize eden merkezlere doğru temsilcilik açmak durumundadır. Yine Kürdistan’daki işgalci devletlerin merkezinde bulunmalıdır. Böylece Türkiye’nin ‘katılımcı’ olmanın en koyu sembolü haline getirilen BDP’nin bu gerçeğini; BDP’nin bölge devletleri üzerinde oynayacağı rolü de kendine yedirmek zorundadır. 

Bu siyasallaşma ve terörize durumu paronayak bir hal almaması gerekir. Aksine sadece terörize olmaktan korkan bir yapı hem kendini daha fazla terörize eder, hem de devlet terörünü anlatmaktan ve onu teşhir eden bir duruştan uzak olur.

Siyasalaşmak isteyen özgürlük hareketlerine karşı terörize edilmelerine karşı panzehirleri siyasalaşmadır.

Zaten en işgalci devletin yasalarına göre seçilmiş insanların diyelim ki Tahran’da diplomasi yürütmesi idamlara, karşı ittifaklara karşı en büyük hamle olacaktır.

Ancak tam aksine her ne kadar bölgedeki bahar havası şimdilik ittifaklarını dağıtsa da 1999 komplosundan sonra Türkiye bölgedeki her devletle onlarca anlaşma imzaladı. 

Devlet AKP ile PKK’ye karşı mücadelede silah ve yöntemde çeşitlilik göstermiştir. Bu çeşitlilik o kadar güçlenmiş ki basın aracılığıyla en samimi arkadaşın bile kelimelerini çarpıtıp silaha dönüştürmektedir. 

Önce Kürdistan’da örgütlenmek üzere tüm dünyada yayılma gerekliliği sadece BDP ve KCD’nin görevi değildir. Başta Kürtçe’nin lehçeleri olmak üzere Farsça, Arapça ve İngilizce bilen kadroların yetiştirilmesi aciliyet arz etmektedir. Örneğin Hewlêr’de yirminin üzerinde konsolosluk ve temsilcilik açılmış olmasına rağmen ne bunların ziyaret edeceği bir kurum (BDP temsilciliği gibi) nede bunları ziyaret edecek bir mekanizma bulunmamaktadır.

ABD’nin sözüm ona Kürtleri tanıma adına Güney’e sıkıştırma (orda da yarısını koparma) taktiği Türkiye’de BDP üzerinden yapılmaktadır. Bu; kendini büyük hissettiğin yerde eşittir hiç bir şeysin politikasıdır.

KCD (DTK) Güney Ziyaretleri Üzerine

Tüm Kürt hareketlerin Güney’e parçalı bir şekilde çakıldığı ve dağıtılma hesapları anlaşılmadan yüzlerce ulusal kongre ve konferanslar yapılsa bile uluslaşan hiç bir homojen sonuç doğurmayacaktır.

Kendileriyle görüştüğümüz birçok siyasi parti DTK heyetinin Güney Kürdistan’ı ziyareti sırasında kendileriyle görüşmek istenmesine rağmen değişik biçimlerde engellendiklerini aktardılar (neyse ki DTK son ziyaretiyle bunu kısmen fark etmiş oldu).

DTK Kuzey kazanımlarına Ulasal bir biçim kazandırma hareketidir ve bu alanın diğer alanlarla ilişkisini sağlama çabası tüm Kürt halkının duyulan özleme kavuşturma çabasıdır. 

Ulusal konferans çalışması sürecinde dahil böylesi taktiklerle Güney kazanımını temsil edenlerin DTK heyetini karşılarken gösterdikleri mütevaziliği bu çalışmanın özüne de gösterseler Ulusal konferans sürecine en büyük katkıyı sağlamış olurlar.

Davutoğlu bir gazeteciye Orta Doğu’da ilerlemelerin önündeki en büyük engelin PKK olduğunu söylemektedir. AKP iktidarının bu kadar paronayaklaşması gittiği her ülkede karşılaştığı PKK gücüdür. Özellikle yeniden dizaynın en merkezi kalelerinde PKK Kürt halkını örgütlemiş, ciddi bir dinamizm yaratılmıştır. Ancak bu dinamizm birçok alanda kurumsallaşmaktan uzak olduğundan meyveleri alınmamaktadır.

Bırakalım meyveleri mevcut Orta Doğudaki birçok güç bu dinamizmin yaratığı enerji içerisinde kendisini kurumsallaştırırken PKK kendi enerjisini etki alanı kadar kurumsallaştıramadı. Zaten en büyük kurumsal komplo; PKK kurumsallaşmasını engelleyen komplodur.

Önderliğe uygulanın komplonun ana hedefleri arasında PKK çizgisi yerine Kürdistan ve Orta Doğu’da farklı kahramanları yaratmaktı. Bu gerçek ger gün dile getirilmesine rağmen zaman ilerledikçe daha da anlaşılan bir gerçek halini almıştır.

Bu yönüyle KCD’nin Güney’e ziyaretleri sırasında Güney’in iktidarından çok kendi toplumuna inebilmelidir. AKP bile ciddi bir enformasyon çalışmasını sürdürdüğü Güneyde sadece iktidarı muhatap almamaktadır.

Güney Kürdistan’ın Sermayecileştirmesi ve Gülenci Faaliyet

•    Güneyde Sermaye Kaynakları

-Her iktidarın yıkılışından sonra geriye kalan malvarlığı ve yıkılışında talan edilen rakamlar sistem yandaşlarına değişik biçimlerde dağıtılmaktadır. Orta Doğuda dünya zenginlerini aşan diktatör servetleri değişik biçimlerde yağmalanmaktadır. Türkiye’nin bu konularda özelikle İran ve Libya’da iktidarları değişik biçimlerde aldatarak para hortumladıkları söylenmektedir.

Bir de benzer kaynaklardan yerele aktarılma durumu vardır. Libya’daki örnek o kadar somutlaştı ki çiçeği burunlarındaki Libyalı ‘muhalifler’ hemen bu durumu Suriye’ye taşıdılar. Mevcut durumda bu ülkedeki savaşın asker kayıplarıyla sonuçlanması bu takviyenin bir sonucudur.

2003 ABD müdahalesinden sonra Güney Kürdistan’a 17 milyar dolardan daha fazla para aktarıldığı söyleniyor. Bu kayak hem bölgedeki sosyal yapıya hem de siyasal ve sivil toplum örgütlerine ciddi yansıması oldu.

Bu kaynaklarla kendilerine göre sivil toplum, kendilerine göre siyasi yapılar ve kendilerine göre sosyal yapılar inşa ettiler.

 -Irak’taki petrol kaynaklarının Kerkük sorununu erteleyerek bölüştürüldüğü paydan Kürt Hükümeti %17 almaktadır. Güneyde sözü edilen rant kavgasının resmi kısmı yıllık yaklaşık 11 milyar dolara takabül eden bu gelirlerin hortumlanmasıyla ilgilidir.

Hükümetin Türk sermayesiyle yaptığı partnerliğin tamamı bu sermaye üzerindedir.  Bahsedilen paranın önemli bir bölümü Türk sermayesine kalan bir kısmıysa iç hizmette tüketilmektedir. Türkiye’deki en faşist kurumlar bu kaynak üzerinden Güney’e getirildi. Fettullahçılar bu kaynak üzerinden birçok hizmet alanında örgütlendi.

-Bir diğer kaynaksa kaçak petrol kuyularıdır. Kimine göre, 70 kimine göre 80’den çok fazla kaçak kuyu bulunmaktadır. Bu kuyulardan faydalanan devletlerin başında Türkiye ve İran gelmektedir.

Taktak kuyusu yıllarca Türkiye ve Güney arasında kaçak kullanıldı. Adı geçen ülkeler ya gizli anlaşmalarla sevk ediliyor ya da o ülkelerin iktidar ahbapları tarafından emilmektedir.

Ulus üstü derin ilişkiler bu tür kaynaklar üzerinden daha da pekiştiriliyor. Bu bataklıktan beslenen bütün unsurla birbirlerini alternatifler olarak gösteriyor. Dikkat edilirse Ranya Kortek’teki katliamdan sonra Kürt Parlamentosu tarihinin en uzun ve en katılımcı (neredeyse herkesin söz aldığı) toplantıyı gerçekleştirmiş, ancak Türkiye karşısında bir karar mekanizması olmayı becerememiştir. 

Bu ilişkilenmeler şöyle bir söylem yaratmaktadır “AKP ne yaparsa yapsın Kürt sorununa en yakın siyasi partidir.” Sanki AKP büyük katliamlar yapsa da bunun Kürdistan’da bir meşruiyeti varmış gibi yansıtılıyor. Bu tür derin ilişkiler yıllardır Kürdistan’da üretimsizliği farz kılmış bin bir türlü rant ve yolsuzlukla halktan kopartılan para kaynakları Türkiye kentlerine aktarılmıştır. Kürt yönetimindeki şahsiyetler de olmak üzere birçok insanın parasını kendilerine partnerlik yapılarak Kürdistan’da belki ilk kez kullanılacak bir durumu ; “sermaye göçünü” gerçekleştirmişlerdir.

Gülen cemaati çok kaypak bir kurnazlıkla “senin malın benim malım benim malım zaten benim malım” oyununu oynamaktadırlar. Böylece sermaye karşıtı ya da yandaş olmak bir yana Kürt sermayecileri oluşturulmuş fakat Kürt sermayeciliği oluşturulmamıştır. Aslında Kuzey hareketinin sermayeye mesafeli duruşu bugüne kadar sermayeye yakın duran Kürt eğiliminin sermayeci sistemi içerisinde kurumsallaşmasını gündemleştirmemiştir. Oysaki Gülen zihniyeti partner şirketler yoluyla Kürdistan’daki her türlü sermayeyi Türkiye’ye kaydırırken Kürtlerin sermaye sistemi içerisinde bile kurumsallaşmasını engellemiştir.

Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur benim Kürt vatandaşlarımın sorunu vardır” deyimi Gülence “Kürt sermayeciliği yoktur Kürt bireylerinin sermayesi vardır” şeklinde konumlandırılmıştır. 

Bu kaynakların en önemli özelikleri resmiyeti olmadığı için ne kitleler tarafından sorgulanabiliniyor ne de parlamentolar tarafından denetleniyor. İktidar çevrelerini holdingleştiren en büyük kaynaklardır. Güneyde asıl iç savaşın dahi siyasi partilerin resmi gelirleri dahi yerel hükümetten kaçırmasından ve bunun doğurduğu çekişmeden kaynaklandığı söylenirken bu gayri resmi kaynakları insan göz önünde bulundurulduğu zaman rant kapısının nelere gebe olduğu insan kestirmek bile istemiyor.

İşin en ilginç tarafı her ne kadar mevcut sermaye sistemi sınırları ve ulusları aşmışsa da her ulus kendi varlığını ve toplumunu bunun içinde ayakta tutmaya çalışırken Kürt ulusu apaçık bu alanda da tasfiye edilmektedir. Neredeyse Avrupa ülkelerinde bile ülkeler bu sistemle ilgili kararlarında ulusal düzeyde temkinli yaklaşmaktadırlar.

Devlet arazilerinin Türk ve Güney Kürdistan iktidar elitine yakın şirketlere peşkeş çekilmesi ise bir başka açıdan rant kapısını oluşturmaktadır.

Genelde Kürt toplumu özelde Güney halkı birilerinin aniden ekonomik yükselişini hazmedemezken buna karşı farklı formül arayışları olmaktadır. Güneyde onlarca holding kurularak dikkatin aynı merkezlerde olmasını engellemişlerdir. Holdingler konfederasyon şirketleri gibi birçok çatı oluşturarak bu rantı toplum gözünde manipüle etmişler.


Fettullahçı Örgütlenme

Fettullahçılar tarihsel Türkleştirme deneyimleri güçlü olduğundan bu ilişkilenmeden kendileri kazançlı çıkmıştır.


Bireysel araştırmalarımız sonucu daha önce iç savaş döneminde Türkiye’deki faşist yapıların PDK ve YNK’nin parayı tekelleştirme yarışlarını fırsat bularak bölgedeki halkın açlığını İslami Yekgirtû Kürdistan (Kürdistan İslami Birliği) üzerinden terbiye ettirerek bu yapılanmaya taban kazandırmış, hatırlanacağı üzere bu partinin liderinin faşistlerin cenazesine katılacak kadar ilişkilendirmiştir.

Okullar ve Devşirmeler

Çokça tekrarına giremeyeceğimiz Güneyde yaygınlaşan okullarıyla Gülen hem fakir kesimini hem de elit kesimi devşirerek Güneyi ele geçirme çabasına girmiştir.

Hastane ve Alışveriş Merkezlerinde Toplumsal Verilerin Toplanması

Gülenin işgali o kadar kökleşmiş ki ulaştığımız bazı kaynaklar son dönemlerde hastane ve alışveriş merkezlerini her tarafta açıp çok yoğun toplumsal veriler toplanmaktadır.

Örneğin bu toplumun en çok hangi psikolojik ve diğer hastalık sorunlarını yaşadıkları neyi giyip neyi içtiği Türk uzmanlarına veriler halinde sunulmaktadır. Bu gerçeğin önü alınmadığından bu bilgilerin toplumla paylaşmamızın doğru olmadığını düşünüyorum.

Basın ve Akademi Alanındaki İlişkilenmeler


Bu alanda üç temel ilişkilenme söz konusudur:

1)İslami kesim üzerindeki ilişkilenmeler

2)Güya demokrat ve Kürt sorununun çözümünde ‘yardımcı’ olan Cengiz Çandar’ın öncülüğünü yaptığı manipülasyoncu, tatmin edici harekettir.

3) Üçüncüsü ise sübjektif ve dezenformacı genelde Türkmenlerin içinde kullanılarak yapılan sızmalardır. Burada bunlara karşı doğru bilgiyi Soranca’ya çevirecek bir dinamizme ihtiyaç bulunmaktadır.

Sınırların Ötesindeki Komplo


AKP’nin neredeyse uzaylılarla bile oturduğunda PKK’ye karşı durmayı şart olarak koşmaktadır. Her ilişkilenmesine PKK şartı koşturmaları içerisinde bulundukları ruh halini Davutoğlu’nun deyimini doğruluyor.

Ancak o kadar basite alıp üzerinden geçersek günümüz Bilgi Toplumunun evrensel değerini görmezden gelir, uluslararası ilişkilenmelerin öneminden yoksun kalırız. Kürt Özgürlük mücadelesi özelikle Güney Afrika, Latin Amerika ve Çin Devrimindeki mücadeleler gibi mücadelelere çok benzemekte ve bunlarla enternasyonal bir paydada ortaklaşmaktadır. 

Erdoğan’ın Afrikalılarla PKK’yi şart koşması başlangıçta çok gülünç gelse de aslında gayet ciddidir. Kürt Halk Önderi’nin Kenya’da yakalanması ne kadar ciddi ise Kürtler açısından bu ilişkilenme biçimi de o kadar ciddidir..

Şimdi amansız bir komplo ve kirli bir savaşa rağmen Doğu ve Batı Kürdistan’da denklemleri yönlendirecek hatta alt üst edecek bir hareketin varlığı tekrardan herkesi çıldırtmaktadır. Bu yüzden Kuzey’de çözüm kapıya dayansa bile diğer parçalardan kaynaklı tersine dönüp bu etkeni silmeye çalışmaktadırlar.

PKK’nin dördüncü stratejik dönemi olarak tanımladığı yeni dönem atılımı Avrupa’ya uzayıncaya dek statüsüzlüğü ret eden bir atılıma dönüşmüştür.

Halkların Baharı’nın da verdiği zeminle Kürdistan’ın statüsüne kavuşma süreci hızlanırken Avrupa ülkelerindeki statü eylemleri Avrupa’nın Kürt sorununa gerçek yaklaşımını ortaya çıkaracaktır. İçindeki komplo kurumunun düzeyini ortaya çıkaracaktır. Bu eylemler aynı zamanda diplomasi potansiyelini yaratacaktır.


AKP’nin akıl hocalarının önce AKP siyasetine dalga dalga KCK operasyonlarını önerirken giderek bazı ilginç katliamlarını parmakla işaret etmektedirler. Bu anlamda Srilanka benzetmesi Kürdistan’a karşı Kudüs olmuş bir zihniyetin ürünüdür. Bu denklemin içinde Tamilleri PKK hareketine benzetilmesi ahmaklık değil midir?

Devletin önemli bir kesiminin ETA örneğini de araştırdığı ve araştırdıkları benzer modellerin devlet taktiklerini PKK’ye karşı uyguladıkları açıktır. Ancak PKK’nin siyasal derinliğini fark etmedikleri de açıktır. Hasan Cemal’in bir süredir bağıra bağıra uyarı yaptığı bu derin gerçekliğin görülmeden hangi felaketlere gidileceğiyle ilgilidir.

ETA’ya karşı mücadele taktiklerini uygulayan hatta hızını alamayıp Tamil örneğiyle yamyamlaşan zihniyet bu kadar acımasızlaşan siyasal ve sivil katliamlara karşı farklı Kürt örgütlerinin onlarca yerleşim alanlarında vereceği siyasi ve askeri mesajların sonuçlarına da katlanmak zorundadırlar. 

Birincisi; Tamilleri komplo süreci içerisinde erittiler, PKK ilk müdahalenin adresi oldu. İkincisi ise ABD’nin Irak’a gelişi ve işgal girişimine karşı PKK’den başta bir kaç kişi koparmışsa bile PKK genel olarak bu süreci en fazla değerlendiren örgüt olmuştur ve karşılaştırma yapacaklarsa bu süreci köklü ele alıp komplo öncesi ve sonrası karşılaştılar. Kendinin defalarca katlayarak büyüyen bir PKK’yi göreceklerine eminim.


PKK’nin Dördüncü Stratejik dönem olarak ifade ettiği ve Özerkliğin ilan edilişiyle devam eden süreçte kendini kurumsallaştırmanın en önemli başlangıcı olmuştur. Bu çerçevede devletsiz namaz, mecliste Kürtçe konuşma benzeri eylemler devlete karşı özerk olmayı simgeleyen eylemler olmuştur.
Legal alanlardaki sivil itaatsizlik eylemlerinin yanında HPG’nin devletin fiziki ve kültürel soykırımına karşı yaptığı esir alma eylemleri Kürdistan’da iki hukukun işlendiğinin büyük bir kanıtı olmuştur. Zaten KCK Adalet Divanı’nın verdiği kararla AKP işbirlikçileri, asimilasyoncu öğretmenler ve askerler olmak üzere her yerde HPG Kürtlerin hukukunu işlemiştir ve bu hukukun pratik gücü olmayı başarmıştır.

Yüz yıllardır terörize edilen Kürt davasının giderek Kürt sorununa dönüştüğü ve Kürtlerin mücadele hakkının “Kürt Sorunu” tanımlamasını hak etmediği halde sistem tarafından bu şekilde tanımlanmasını bir kazanım olarak gören bir yaklaşımın açığa çıktığını görüyoruz. 

Kendisini sorun olarak gören bir yaklaşım hakim olduğu için özerk eylemlerin taktikleşmesi söz konusudur. Örneğin çeşitli belediyelerde Kürtçe hizmet ve tabelaların oluşturulması gibi özerk fiiliyatlar olmuşsa da bunların kurumsallaşması tabelada kalmıştır.

Kürdistan’ı inşa etme yerine Kürdistan inşasını bir tehdit olarak sunan ve bunu sunarken parçalı bir duruşla tek seslilikten uzak kurumsallaşmayan bir gerçek ortadadır.

Eğer PKK’nin süreçlere bağlı çökeceği bir dönem olsaydı o dönem Sovyetlerin çöktüğü dönem olacaktı. Kanımca PKK bu dönemde zayıflayacağına sosyalist alternatifliğin merkezi oldu. Aslında komplo o gün başladı. Neden Sovyetlerin çöküşünden sonra birçok sosyalist gücün tasfiyesine rağmen PKK’nin ayakta kaldığı sorusuna bulunacak cevap PKK’nin gelenek-güncel bakışını özetleyen cevaptır.   

PKK geldiği geleneğin kendisine köklü bir eleştiridir. Dolayısıyla klasik ideoloji ve klasik Kürt ayaklanmalarından ayrıştıran özelliği sadece kalıcı ve sürekli olması değil bu kalıcılık sürekliliğin geleneğe sunulan eleştirinin kendisidir.

Ancak geleneksel deneyimi beraberinde getirebilen ve iyi bir deneyim geleneğini yaratmakla beraber güncel yeniliği başarmış bu hareketin herkesten çok gelenekten faydalandığı da açıktır.
PKK’yi herkesten ayrıştıran bu özellik aslında kurulan tarihsel komploya karşı konulan ilk tavrın kurumsallaşmasını ifade ettiği kanaatindeyim.

“Din afyondur” söyleminin peşinden milyonların koştuğu bir süreçte PKK kendi kongre ve konferanslarında Halacı Mansurları tartışarak toplumsal, tarihsel gerçeklere (klasik sosyalizmin tüm dayatmalarına rağmen) ışık tutmuştur.


Aşırı keskinleşen kabul ve ret ölçüleri radikal değildir. Tam aksine köklü kabul ve retler radikal ve derinliklidir. Düzenin manipülasyonuna maruz kalmış en temel kavramlardan bir tanesi de radikalizm ve fanatizm gerçeğidir. Haliyle PKK Hareketi de yıllarca içerde dışarı da bu savaşı vermek zorunda kalmıştır. Aynı şekilde devlet objektif ve sübjektif olarak PKK Hareketinin tüm alanlarında radikallik yerine fanatizmin yolunu açan bir savaş yürütmüştür.

Geldiği toplumsal, ideolojik geleneğe eleştirel yaklaşmakla PKK hareketi hem statükonun yoğun olduğu Orta Doğu’da,  hem de pozitivizmin “egemenlik kayıtsız şartsız patronundur” anlayışına hizmet eden modern hurafeciliğine karşı muazzam bir düşünce dinamizmini yarattı.

Güney Kürdistan’da bile gözlemlediğimizde Öcalan’ın Kürtçeye çevrilen kitapları tek başına büyük sorgulayan, şüpheci davranabilen bir potansiyel yaratmıştır. 


Yeri gelmişken tarihsel komplonun en önemli kurumu dengeler ve yörüngeler portresidir. Dengeler üslup ve yöntem konusunda gözetilmeli; bu dengeler arayışı ilkelere sıçrarsa dengeler adına yapılan siyasetin yörüngeleri değiştirme tehlikesi vardır.

Bu bir gözlemdir; propaganda değildir. Bence yüzlerce bedenin ateşle buluşarak anlattığı Öcalan gerçeğini kelimelerle propagandaya dönüştürmek Öcalan’ı yücelten bir davranış değildir. Bu anlamıyla Öcalan bir eylem dili olmayı başarmıştır. Her gün tutuklanan binlerce kadroya rağmen dinmeyen ateş bunun en somut kanıtıdır. Bu anlamıyla Öcalan kurumsal kimlik ve eylem olma becerisine önderlik etmiştir.

Yeniden dizaynda Sermaye İmparatorluğundan (ABD+İngiltere+İsrail’den) alınan rol karşılığında Kürdistan’da istediği gibi at koşturmasına izin verilen Erdoğan bir icazeyide TBMM’nin kendisinden almıştır. Aslında meclisten aldığı ilk yetki Kürdistan’daki savaş koordinatörlüğüdür. 


MHP-CHP ve AKP faşizmi koşulsuz şartsız Kürdistan’daki savaşta birleşmişlerdir. Yeniden dizaynda Türkiye’deki üç güç teknik olarak farklı şeyler söyleseler de pratik ve stratejik olarak birleşmişlerdir. Bunun karşısında Kürdistan’ı güçlere reva gördükleri parçalı siyasetin kendisidir. Dünyanın en vahşi bombardımanı Kürdistan’da olmasına rağmen bazı Kürdistan’lı güçler bu amaca hizmet eden açıklamalar yapmışlardır. 

Karşıt güçlerle ilişkilenmeyi bu güçlerle taraf olmak olarak bilen bir yanılgı söz konusudur.  İran’ın Nêçirvan Barzani’nin önüne koyduğu seçenekleri değerlendiren Güney Kürdistan Hükümeti’nin İran temsilcisi bir gazeteye verdiği demeçte “ İran Kürtleri birbirine kırdırtıyor diyenler vicdansızlık yapmaktadır. Çünkü İran’ın önerdiği sadece sınıra peşmerge yerleştirme seçeneği değildir” taraf olmayı sınırların biraz ötesine taşırarak “ Casusan tepesinin (İran ile PJAK’ın savaştığı tepe) Abdulkerim Kasım zamanında da sınıra konulan taşlara bakıldığında her iki sınır arasında ara bir bölgede kalmaktadır” diye uzatmaktadır.

İlişkilenmeyi taraf olarak algılama yanılgısının olduğunu söylemiştik. Şimdi burada verilen mesaj da birincisi işgalci ve saldırgan bir güce sayısız sivilin ölümü ve mağduriyetine rağmen vicdan aramak ve mağdur tarafı vicdansızlıkla suçlama durumu var.

İkincisi, temsilcisi olduğu ülkenin parçalanmasını savunan ve işgalcilerin tapu kadastro memuru gibi topraklarının neredeyse İran’a ait olduğunu söyleyen bir durumla karşı karşıyayız. 

Üçüncüsü ise, diyelim ki ‘vicdan terazisine’ soyuldu ve sınırları nispeten düzeltip İran’ın hak iddiasını doğruladı peki apolitik olmayan bir insan için madem İran’ın hakkı olan bir toprakta bir savaş yaşanmış ve İran bu savaşta kaybetmiş o zaman İran topraklarındaki zaferin ya da kaybın sizinle ilgisi nedir sorusu sorulur?

Eğer durum böyleyse İran’ın kendi başarısızlığını kendi topraklarında Güney Kürdistan’a yüklemesi daha da zorlaşır. O zaman PKK’ye yapılan eleştiri İran adına mı yapılıyor, Güney Hükümeti adına mı yapılıyor?

AKP çelik halatlarla Özgürlük Hareketi’nin gücünü ısrarla Kuzeyden ve Batı Kürdistan’dan Güney ve Doğu Kürdistan’a çekmeye çalışmaktadır. Birleştirdiği üç faşist güce karşı parçalama çabasında olduğu Kürdistan’ı üç temel gücü birbirine düşürerek fitne çıkarmaktadır.

Erdoğan’ın İsrail karşıtlığı sonrasında yaptığı Mısır gezisi ve planladığı Filistin gezisi İsrail karşıtlarını düşürmek için kullanacağı silaha mermi toplamak içindir. Orta Doğu’da PKK hareketi bu politikayı iyi analiz ettiği için Erdoğan ancak bu alandan mermi değil boş kovan toplaya bilecektir.

Diyelim ki AKP faşizmi İran ve Suriye’de iktidarları ve Kürtleri birbirine düşürmeyi (ki en büyük çabası bu) başardı; PKK taktiksel bir örgüt olmadığı için sıkacağı kurşunları yine kendi amacını aydınlatarak sıkacaktır. Zaten PJAK’ın son zaferinde İran PJAK’ı ABD ve İsrail işbirlikçisi olmakla suçlamaya çalışırken PJAK İran’ın kendisine atmak istediği çamura batırdı: Nitekim bu savaşta ele geçirilen silah ve mühimmatların ABD ve NATO’ya ait olduğu ispatlandı.

İsrail Karşıtlığı Safsata ve Stratejik Komplodur


AKP’nin yaratığı kimlik ve taraf olma bulanıklığını iyi algılamadan Orta Doğu’da kimin silahına kimin mermisinin sürüldüğü ve kimin silahının kimin hedefine doğrultulduğunu anlamak mümkün değildir. 

Küçük Ortadoğu (Filistin- İsrail) projesinin deneyimlerine çokça benzeyen Erdoğan’ın taktikleri AKP’yi küçük HAMAS’tan yola çıkarak büyük HAMAS olmaya doğru ittiği açıkça görülmektedir. 
Bu taktiğin özü şudur; bugün Filistin mücadelesi görece bir zafere gitse bile bu zafer İsrail’in en büyük hizmetçisi olmaktan kurtulmayacaktır.

Demek istediğim Erdoğan Neo-Osmanlı kılıcıyla İsrail düşmanlarını yenerken İsrail’e karşı zafer kazanmışlarında alın terini İsrail’e doğru akıtmakta, bu terle İsrail siyasetini sulamaktadır. Böylece İsrail bir tarafta kaybedenlerin kanıyla beslenirken diğer tarafta kazananların teriyle gübrelenecektir.
AKP ittifakıyla oluşturulan faşist gericilikle sömürü modernitesinin uzlaşmasıdır.


Zaten yaptığı kabadayılıkla İsrail’e muhalif olanların rolünü çalmaktadır. İran ve Mısır’daki bahçıvanlar biraz daha bilinçli olsalar Erdoğan’ı bahçede olgunlaşmamış meyveleri çalarken yakalarlardı.

Sen hem İsrail’e meydan okuyacaksın hem de NATO’nun, İsraillilerin, İngilizlerin düşürdüğü kalelerde rahat rahat dolaşacaksın!   AKP Türkiye’si Müslüman İsrailler Türkiye’sidir.

Bütünlüklü anlatım bütünlüklü algılayış ve bütünlüklü mücadele tarzı aciliyet arz etmektedir.


Kurumsal komplonun kendisiyle mücadele ederken onun eylemlerine cevap olacak eylemsel bir dille ve kurumlarına karşı ise büyük bir örgütlü duruşa ihtiyaç vardır.

 Komplo Kurumsallaşmasının Geleceği Ve Özgürlük Hamlesi


a)Güneyin Devletleşme İhtimali Üzerine

Güney için düşünülen devletleşme senaryolarının en uzağı beş yılı geçmemektedir. Dolayısıyla baharda ya da bir kaç bahar sonrasında ilan edilecek devlet komplo karakterinde derin- iç kurumsallaşmayı sağlayacaktır. 

Batı Kürdistan’ı Suriye’deki Alevi nüfusuyla anlaşarak Güneye deniz yolunun açılması öngörülüyor. 

Güney hükümetinin Ulusal kongre için öne sürdüğü “PKK’nin saldırı pozisyonunda olduğu bir dönemde yapılması düşünülemez” söylemi aslında kongrenin TC’nin ne kadar baskısının altında olduğunun bir sinyalidir. Aslında tam da burada kongrenin kendisinin PKK’ye karşı bir baskı aracı olarak kullanılması düşünülebilinir. 

Ancak bu ihtimale karşı “kongre PKK’ye karşı kullanılabilinir” tespiti kongrenin oluşunu değil oluş biçimini bir düzene getirebilir.

Suriye’den çıkacak sonuç hem Kürtler açısından hem de PKK açısından kader tayin edicidir.


Güneyde Güney Batı dinamizmi Dr. Fuat Mahsun etrafında şekillenecektir. Ayrıca edindiğimiz bilgilere ve tahminlerimize göre Türkiye-İngiltere-ABD vb güçlerin aracılığıyla gerekirse bu alandaki Kürtler silahlandırılacaktır.

Sermayeci güçler bu alana milyar dolarları yatırmaktan bahsediyor. Yine bu paranın kaynağı olarak 2012’nin sonuna kadar Güney’de 500 ile 1000 arası petrol kuyusunun kazılacağı yılsonuna kadar bu eğilimin maddi kaynakları ikiye katlanacağı tartışılmaktadır. Tabi ki bu kuyulardan Kürtlere aktarılan miktar çok az olsa da bunun bu güçlerin tekelinde gelişmesi büyük bir miktara tekabül etmektedir.
Türkiye; “ bölgede bir Kürt yönetimi olmasın olursa PDK çizgisinde olsun fikrinde”. Bu anlamda KCK adıyla yapılan operasyonların ve gerillaya karşı yapılan operasyonun esnetilmesini düşünmek saflık olur.

b)Kürdistan’da GLADYO’nun Güncellenmesi


Yinede belirtmek gerekir ki en çılgın silah bile özgürlük hareketlerini gevşeten tutum kadar etkili değildir. Bir taraftan HAK-PAR ve KADEP’in özgürlük hareketine göz kırptığı bir dönemde aynı çizgilere yakın Burkay ve Güçlü doksanlı yılların itirafçıları gibi konuşuyorlar. ‘Hakikat Araştırma Komisyonu’ bunların itirafçılık ve ajanlık ifadeleriyle adeta coşuyor. 

Gerilla savaş mevsimleri aracılar aracılığıyla esnetilirken siyasal alanda yaratılacak her boşlukta kendi çizgilerini doldurmaktadırlar. Önümüzdeki günlerde Kürdistan’daki devlet çeteciliğinin ittifak yapması kaçınılmazdır.

PKK’ye karşı savaş mevsimleri iyi okunmalıdır: 


Bu anlamda Güneydeki NATO ve Kürt öncülüğü altan alta Hizbullah vb yapılanmaların propagandasını yaparak muhtemelen ilerde bunlarla ittifakını açıklayacaklardır. Sorun bu ittifakın açıklanıp açıklanmaması değil bir GLADYO ittifakının tekrar güncelleneceği açıktır. Hizbullah’ın son açıklaması Hizbullah’ın içine sinmiş bir Kürdistan değil sindirilmiş bazı Kürt çevrelerinin karakter ve yapısının ürünüdür.

Burkay gibi gereksizlerin gündem işgali ve karalama kampanyaları bu merkezlerden güç almaktadır. En ulusal süreçlerde bile bu yapılara karşı önlem alınmalıdır.


Kürtler devletleştirildikçe özgürlükleri elerinden alınmaktadır. Ancak Özgürlük Hareketi’nin kazanıma dönüştürme yapıcılığı bu rüzgârı tersine de çevirebilir.

c)PKK’ye Karşı Çoklu İttifak


PKK’nin etkinlik alanının geniş olmasından ve bölgesel güçlerle stratejik birlikteliği esas alan stratejisinden kaynaklı içte dışta üç ayrı çerçevede gelişme sağlayabilir.

Birincisi bahsettiğimiz GLADYO’nun Kürdistan’daki güncelliği, ikincisi bölgesel düzeyde bölge devletlerinin veya bölge devletleri içerisindeki eğilimler üçüncüsü ise uluslararası sermayeci güçlerin Güney çizgisine yeşil Kuzey çizgisine kırmızı ışığı yakacakları tekrardan tahmin ediliyor.


d)Çok Kutuplu Dünya ve Özgürlük Hamlesi 

ABD’nin eskisi gibi tek kutuplu durumunun olmadığı anlaşılmıştır. BM’nin Suriye kararında da ortaya çıktığı gibi Çin ve Rusya oylarını ABD’nin değil Suriye’nin lehine kulandılar. Suriye yönetiminin ne zaman düşeceği bir yana artık Suriye ve İran düşse bile ABD’nin kendi gücünü koruyamayacağı açıktır. 

Ekonomik olarak ta bakıldığında Rusya ve Çin ekonomik krizden daha az etkilenmekteler ve giderek bu durumdan faydalanmaktalar. Hem özelde ABD’nin, genelde kapitalist sistemin içine girdiği siyasi ve ekonomik krizinin faturası gün geçtikçe kabarmaktadır.

Bütün bunlar olmasa bile insan ve dolayısıyla devlet ilişkilerindeki çoklu ilişki tarzı çoklu diyaloğu  bu da beraberinde çok kutuplu dünya gebe olan bir çağı getirmiştir. Bu süreçte dinamiklerin (tarafların) dostluk düşmanlık süreçleri aşırı değişken bir döneme girebilir.

Tercihlerin olduğu bir yerde T.C faşizminin tek kutbunun barbarlığıyla bir şeyler yapması zor gibi görünmektedir. En azından böyle bir şeye giriştiği zaman tercih fırsatı bu faşizmi çembere alabilir.

Sorun kutupların ideolojik olarak nerde durduğu değildir; şimdiye kadar kutupların olmayışı Özgürlük Hareketi’nin (her ne kadar kendi ayakları üzerine kendi çabasıyla durmuşsa da) stratejik ayaklarından birinin sakat kalmasına sebep olmuştur. Sorun sadece Sovyetlerin desteğini alıp almama olayı değildir Sovyetler yıkıldığından bu yana tek kutbun Kürdistan tek kutbun ölçüsüz savaşıyla karşı karşıya kalınmıştır. Şimdi ise bölgesel ve küresel ölçüde birçok kutbun çıkma ihtimali hareket için çift kutuplu dünyadan daha büyük fırsatlar doğurmuştur.

PKK liderliğinin sürekli kabullenemediği “yetersiz yoldaşlık ve sahte dostluk” kavramı bugünlerde kendisinin hedef halinde olduğu bir dönemde günceliğini korumaktadır. Bu durum stratejik önderliğinin yanında pratik önderlik olmaya zorlamıştır. Kendisinin düşünsel çıkışı gereği de sosyalist önderlikten demokratik bilimsel, ekolojik, sosyalist bir öndere evrilmesi gereği yeni dönemde Apocu’luğu güncelleştirmek ve kurumsallaştırmak onun pratikçisi ve düşünürü olduğu bu harekete bağlılığın en acil gereği olmalıdır. Bilimsel önderlik şakşakçılığı eleştiren, onun fanatizminden çok radikal pratizmini gerçekleştiren önderliktir. 

Kürtler kendilerine karşı oluşturulan savaşın mitolojik devrini geçip, komplonun yaratığı kurumlarla kurumsal komplo gerçeğini tartışmak durumundadır.  AKP kurumsal komplo platformudur. Bu komplo klasik bir oyundan çok bir sistemler stratejisidir. Buna karşı sistematik ve aralıksız mücadele vermek var olmanın en acil gereğidir.

Ozan Erdem

Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi

www.navendalekolin.com - www.lekolin.org - www.lekolin.net – www.lekolin.info   

Hiç yorum yok: