6 Haziran 2012 Çarşamba

İhsan Eliaçık: ''AKP’nin Ruhunda Yağma Var''

 “AKP Hükümeti son zamanlarda rant kokusu almadığı hiçbir işi yapmıyor. Maksat halka yararlı olmak, bir paylaşım düzeni kurmak, ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarını halkın menfaatleri doğrultusunda paylaştırmak değil. İş öyle bir noktaya geldi ki, bir rant hesabı olmadan 3 kilometre yol yapamayacaklar. Böyle dörtnala çapula gidenler var.”

Kapitalizmin bir hırsızlık düzeni olduğunu söyleyen İlahiyatçı Yazar İhsan Eliaçık, “Biz Ebu Zer’in durduğu yerde duruyoruz, onlar da -bugünün iktidarı AKP - Muaviye’nin durduğu yerde duruyor” dedi. “AKP Hükümeti son zamanlarda rant kokusu almadığı hiçbir işi yapmıyor” diyen Eliaçık, AKP’nin uyguladığı politikalarla kapitalizme abdest aldırdığını dile gitirdi.

Türkiye’de mülkiyet-din ilişkisi üzerine kitap ve makaleler yazan İlahiyatçı Yazar İhsan Eliaçık ile İslam mülkiyet ilişkisi, siyasal İslam ve AKP’nin İslama bakışını konuştuk.

Kapitalizm eleştirinize ‘Hırsız kim?’ meselinde değiniyor ve ‘Asıl hırsız, bankaları kuranlardır’ diyorsunuz. Brecht de ‘Banka soymak, kurmak kadar vahim bir iş değildir’ diyor…

 
Ben kapitalizmi bir hırsızlık düzeni olarak görüyorum. Kapital, yani sermaye başkasının emeği olmadan biriktirilemez. İnsanoğlu annesinin karnından cıscıbıl, hiçbir şeye sahip olmaksızın doğduğuna göre, hatta kendi bedeni bile kendine ait olmadığına göre ve Kuran-ı Kerim’de “İnsan emeğinden başka bir şey değildir (Necm 39)” diyor. İnsan dediğin emektir, alınteriyle sahip olduğun şey sana aittir. Hatta onun da tamamı sana ait değildir, onda da doğanın, yoksulun, garibanın, suyun, ateşin Allah’ın hakkı vardır. Şimdi böyle olunca nasıl sermaye birikebilir? Ben, ortaklaşa olmadıkça, birkaç kişi bir araya gelip güçlerini birleştirmeden ve o sermaye kamuya ait olmadıktan sonra, bir şahısta başkasında olmayan bir şeyin birikmesini, adı konulmamış, hukukta tanımlanmamış, meşru gibi gösterilen bir hırsızlık olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle Kuran’ın kapitalizmi tasvip etmesi mümkün değil. Bir insanda faiz geliri olmadan, başkasının emeğini sömürmeden, kamu imtiyazı kullanmadan ve bilgi tekeli oluşturmadan kapital birikmesi mümkün değil. Üretirken de, paylaşırken de ortak olmak lazım. Herşey de bir paylaşım öneriyorum.

Bu ekonomiyi nasıl bir devlet modeli içerisinde öneriyorsunuz, devleti nasıl tanımlıyorsunuz?


2003’te yayınlanan ‘Adalet Devleti’ isimli kitabımda bunu anlatıyorum. Birkaç açıdan eşitliğin esas alındığı bir devlet modeli öneriyorum. Bunun adına da ‘adalet devleti’ diyorum. Eğer ekonomi- politik olarak bakarsanız bu, sermaye sahipleriyle, emekçilerin eşitliğinin sağlandığı devlet manasına geliyor. Devletlerin köken itibariyle meşruiyetini sorgulamak gerekir. Devlet, ordu ve mülkiyetin kökeninde ‘zor’un yattığını düşünüyorum. Bana göre Allah’ın mülküne sınır çizilemez, yeryüzünün tamamı Allah’a ait olduğuna göre, kimse bir toprak parçasını çevirerek ‘burası benim’ diyemez. Eğer bir devlet olacaksa, bu mülkü, iktidarı ve serveti herkese eşitçe dağıtmak için veya eşitlik bozulduğunda buna müdahale etmek için olmalıdır. Devletin başka da bir varlık gerekçesi yoktur. 

Adalet devleti tanımınıza, Türkiye devleti uyuyor mu?


Hayır uymuyor. Türkiye’nin de sınırlarla etrafını çevirmişler, sermaye ve mülk sahipleri var. Bunlar, Ege’de Rumların, Ermenilerin mallarına el koyan –ki bunların çoğu Türkmen aşiretleridir-, Doğu’da da kendilerine Kürt halkına itaat ettirmeleri karşılığında toprak verilmiş ağalardır. Yani ağanın, beyin, mülk sahiplerinin çıkarlarını koruyan bir devlet, onun ordusu ve polisi var. Bütün büyük şirketlerin servetinin kökeninde yağma ve talan var. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kuran’daki tabiriyle, çağımızın bahçe sahiplerinin, mülk sahiplerinin devleti olmuş oluyor. Adalet devleti, sosyal açıdan da eşitliği sağlamalı. Bunu da güncel bir örnekle açıklamak gerekirse; Adalet devleti Türk’ün ve Kürt’ün ortak ve eşitçe söz sahibi olduğu devlettir. Burada da eşitliği esas alıyoruz. Sadece Türk ve Kürt değil, bu memlekette kim yaşıyorsa, bu devlete kim vergi veriyorsa, bunların hepsinin hür ve eşit şekilde söz sahibi olduğu devlete adalet devleti diyorum. Şu anki Türk Devleti böyle değil. Sadece “Türk söz sahibidir ve bütün Türkiye Türklerindir” diyor. Bir Türk vurgusu var ve bu eşitliği bozuyor. “Hepiniz Türk olacaksınız, ananızdan süt emerken öğrendiğiniz dili unutacaksınız. Ben size okulda kendi dilimi öğreteceğim, sizin de diliniz bu olacak ve siz de kendinize Türk diyeceksiniz” diyor. Durum bu olunca biz buna klasik anlamda zulüm diyoruz. Hatta zulümun daniskasıdır bu.

Siz zaten insanların inananlar ve inanmayanlar olarak değil, zalimler ve mazlumlar olarak ayrıldığını söylüyorsunuz…


İnananlar ve inanmayanlar diye bir ayrım olabilir ama bu, ötekileştirmenin hele hele bir savaşın sebebi olamaz. Kuran’da savaş sebebi olan tek bir ayrım vardır o da, zalimler ve mazlumlardır. Kuran der ki; ancak zalimlere düşmanlık vardır. Zalimin, yani birinin hakkını yiyenin dışında kimseyi düşman olarak göremezsin. Biz sadece zalimlerle bir arada yaşayamayız. Bunun dışında herkesle bir arada yaşayabiliriz, iş yapabiliriz, ortak bir devlet, bir paylaşım düzeni kurabiliriz. Zalim zulmünden vazgeçmediği sürece onunla bir arada olamazsın, çünkü senin hakkını yiyenle bir arada olmaz. 

İslamiyet’i yoksullar açısından tefsir ediyor, yükselen yeşil burjuvaziyi ve AKP uygulamalarını ‘Abdestli kapitalizm’ diyerek eleştiriyorsunuz…


AKP dediğimiz daha önce Milli Görüş, siyasal İslam diye tabir edilen çevrelerden gelen insanlardan oluşuyor. Benim 1995’te yayımlanmış olan ilk kitaplarımdan üçüncüsünün ismi ‘Devrimci İslam’. Fakat o dönemdeki devrimci İslam vurgusu daha çok siyasal içerikliydi. Yani İslam devleti nasıl kurulur? Parlamenter yolla mı, devrimci halk mücadelesiyle mi diye tartışmalar olurdu. Siyasal anlamda kendimizi Devrimci Müslümanlar olarak görürdük. Halihazırdaki iktidar mensuplarıyla daha o zamanlar bir yöntem tartışması içinde olmuştuk. Gün oldu devran döndü, o siyasal hareketin içerisinden bir parti çıktı, parti iktidara geldi. Bu olup bitenlere bakarak kendi kendime bir teşhis koydum:

AKP, Muaviye’nin durduğu yerde duruyor

Bunlar kapitalizme abdest aldırıyorlar. Biz İslam devleti, sınırsız ve sınıfsız bir İslam toplumu derken bunları kastetmedik. Başka bir şey çıktı ortaya. Bugün geldiğimiz noktada iktidardaki mevcut AKP zihniyetiyle şahsen ben zihnen ve fikren tamamen kopmuş vaziyetteyim. Arada neredeyse bir din ayrılığı kadar derin bir ayrılık var. Bu mülkiyet meselesi, servet meselesi, Kuran’daki tabirlerle infak (gelirin ihtiyaçtan fazlasının dağıtılması), zekat vs bunların yeniden yorumlanması noktasında aramızda köklü bir ayrılık oluştu. Bu bir anlamda, İslam tarihinde geriye doğru gidecek olursak, Muaviye ve Ebu Zer arasındaki ayrılık gibi bir şey. Biz Ebu Zer’in durduğu yerde duruyoruz, onlar da -bugünün iktidarı AKP - Muaviye’nin durduğu yerde duruyor. Servet ve iktidar sahiplerinin imparatorluklar boyunca bu dini şekillendirmesi, yorumlaması var. Şu anki dini zihniyet o kaynaklara dayanıyor. Oradan gelen kültürü benimsiyor ve yaşıyor. Dolayısıyla dışına çıkamıyor.


Daha bir özel sebep; dini çevreler 70′li yılardan itibaren antikomünist bir eğitimden geçirildi. Zihin şekillendirmesinden geçmiştirler. Bunun için de ABD’den özel olarak çalışmalar gelmiş, üzerinde çalışılmıştır. Türkiye Müslümanları, 70′lerden itibaren antikomünizm üzerine eğitilmiştir. Komünizm karşıtı olmak dinin gereği sayılmıştır. Dindar olmak için “Önce sağcı ve muhafazakar olacaksın” telkinleri yapılmıştır. Komünizmle mücadele derneklerinden, mukkadesatçı gençlik merkezlerine kadar zihinler şekillenmiş. Şu anki Cumhurbaşkanı Gül’den, Erdoğan’a ve bakanlara kadar hepsinin dini ve zihni oralarda şekillenmiştir. Türkiye’yi şu an bunlar yönetiyor. Dolayısıyla bunlardan ne bekleyebilirsin ki? Ben diyorum ki ‘kenz’ yapmayın. Mal, para biriktirmeyin. İhtiyaçtan fazlasını dağıtın. Bir Müslüman’ın şu an ortalama olarak bir evi bir arabası olabilir. Bunun dışında şahsi mal mülk olamaz. Gerisini yoksullarla paylaşacaksınız. Ama atölye, iş yeri fabrika olabilir. Bu fabrikada işçinin hakkını vermek suretiyle, açlık sınırından aşağı maaş vermeyerek, elde edilen gelirin yarısı emekçinin olacak şekilde olmalı. Buna rıza gösteriyorsanız eyvallah. Bunun dışında şahsi mal biriktirmeyeceksiniz. Stoklanan maldır kenz. Bu da hegomonya olarak kullanacağın fazlalık oluyor. İslamiyet buna izin vermiyor.

‘Bu olup bitenler’ derken, biraz açabilir misiniz?


AKP Hükümeti son zamanlarda rant kokusu almadığı hiçbir işi yapmıyor. Maksat halka yararlı olmak, bir paylaşım düzeni kurmak, ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarını halkın menfaatleri doğrultusunda paylaştırmak değil. İş öyle bir noktaya geldi ki, bir rant hesabı olmadan 3 kilometre yol yapamayacaklar. Böyle dörtnala çapula gidenler var. Çapul; eski Türklerde de vardı. Yağmaya gidilir, çapulculuk yapılır, yağmadan elde edilenler birlikte bölüşülür, ayrı yiyen, kendine saklayan cezalandırılırdı. Çapul bile kamucu, bölüşüyor. Bunlarda o da yok! Dolayısıyla AKP’nin de ruh kökünde bir iyilik görmüyorum. Eğer samimiysen, üzerinde sadece bir ev ve bir binek olması gerekir. Geri kalanını infak edeceksin. Kamu adamısın, devlet her şeyini karşılıyor zaten. Tek başına kurtuluş yok; zenginlik, bolluk olacaksa herkesin olacak. Biri yerken diğeri bakmayacak, komşun açken tok yatmayacaksın. Sağcı, muhafazakar ve kalkınmacı bir kafaya sahipler. Menderes’ten beri bu politikaya sahip olanların dediği nedir: “Her mahallede bir milyoner yaratacağız.”


Bu anlayış Erdoğan ile devam ediyor. Halbuki önemli olan her mahallede aç ve yoksul bırakmamaktır. AKP’yi uyguladığı politikalarla kapitalizme abdest aldırmakla suçluyorum. Siyasi olarak da, devletin davranışlarını değiştirmiyorlar, kendi davranışlarını devlet haline getiriyorlar. AKP, devletin kendisi olmaya başladı. Devletin davranışlarını değiştirmek ne demek? Anayasayı, kararnameleri, tüzükleri bütün herkesin yararına olacak şekilde değiştirmek. Devletin elinde bir sopa var, onlardan alınıp bunlara veriliyor.

Halbuki Başbakan artık, ileri demokrasiyle yönetildiğimizi söylüyor…


28 Şubat’ta evime baskın yapıldı, aramalar oldu, şimdi de kızım için evim basıldı. 28 Şubat’tan bu yana emniyete gitmemiştim, bu olayın ardından gittiğimde baktım değişen bir şey yok. Hayret bir şey, yazıklar olsun! Fethullah Gülen’e ait televizyonlardan, benim kızımın tutuklanması için günlerce yayın yapıldı. Hem de ne kurgularla, benim önce namaz kıldıran görüntülerim, ardından camlar-çerçeveler iniyor. O yayınları seyredince uzun zamandır ilk defa 28 Şubat’ı hatırladım, o zaman da böyle yayınlar yapılırdı, cüppeli-sarıklı insanlarla birlikte görüntülerimiz ekranlardaydı.

Dönem, abdestli 28 Şubat…

Bayağı bir 28 Şubat süreci yaşadığımı bana bizzat hissettirdiler. Bu el aynı el, bunlar dine hizmet ettiklerini sanıyorlar, bunlara bir-iki köşe veriyorlar. Bakıyorsun emniyete badem bıyıklı bir sürü Fethullahçı doldurulmuş, bunların hiçbirisi akademi mezunu falan değil, bir sürü işsiz, yurtlarda yetişen o Fethullahçı çocukların hepsini Terörle Mücadeleye doldurmuşlar. Bunların hepsi cahil, soru sormayı bilmiyorlar, ne Anarşizm, ne Marksizmi ne de İslamiyet hiçbir şey bilmiyorlar. 28 Şubat’ta da böyleydi, sordukları sorularla güldürüyorlardı kendilerine. Devletin davranışları değişmiyor, bunlar kendilerini devlet yapmışlar. Ben burada bir ilerleme görmüyorum. Ayrıca ben bu muhafazar iktidarın diğer bileşenini olan Cemaat kanadını da eleştiriyorum. Onlarda da korkunç bir cemaat taassubu var. Eğer cemaattensen en iyi yerlere getiriliyorsun, ama değilsen dışlanıyorsun. Hâlbuki Kuran’da geçen ehliyet ve liyakat ilkelerine göre, bir insan işin ehli ve liyakatli ise isterse ateist olsun, bırak senin cemaatinden senin dininden olmasın, O’na o işi vermek zorundasın. Bunu gözetmiyorlar, kendi cemaatlerinden olmayana hiç iyi gözle bakmıyorlar. Bu döneme bir anlamda abdestli 28 Şubat da diyebiliriz. Ama AKP iktidarının gerçek yüzü anlaşıldığında arkasındaki yüzde 50’lik kitle O’nu terk edecektir.

AKP’nin, temsil ettiği muhafazakar politika bağlamında bir halk iktidarı olduğunu düşünüyor musunuz?


AKP’nin kökeninde vaat var. AKP’ye oy veren kitleler bu vaadin peşinden gidiyor. Bunlar genellikle dışlanmış, şu ana kadar yağma ve talana katılamamış, devlet nimetlerinden ve hazinesinden cebini dolduramamış kitleler. AKP onlara bunu vaat ediyor. “Yağma ve talana katılacaksınız” diyor. Bu vaat cazip geliyor ve insanlar onun peşinden gidiyor. İnsanlar bunun gerçekleştiğini de görüyorlar. Falanca Hacı Abi vardı, Milli Selamet Partisi’nde çalışan fakir-fukaranın tekiydi, şimdi AKP’ye geçti, belediyeden ihale aldı, müteahhit oldu. Mahalleyi değiştirdi, sınıfını değiştirdi, karısını değiştirdi bambaşka biri oldu. “Bayağı yağlı-ballı bir tren bu ben niye atlamayayım ki” diyor ve hurra atlıyor. Ben AKP’nin yüzde 80 ruh kökünde bunun yattığına inanıyorum.

Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerle ilgili AKP iktidarının tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?


Bunlar kurtlarla saldırıyor, kuzularla ağlaşıyorlar. Yani gidip NATO’yla beraber Suriye’ye, Libya’ya girmeye çalışıyor, füze kalkanı kuruyor. Sonra geçip Iraklı’nın yanına biz de Müslüman kardeşiz falan diye ağlamaya başlıyor. Bu da dış politika değil, dünya egemenlerinin politikalarını, yerel bağları güçlü bir dindarlıktan gelen kadrolarla bölgede meşrulaştırmak.

Yani Yeni Osmanlılar kılığında…


Evet, ancak bu orada yaşayan halkların menfaatine bir Osmanlıcılık değil. Aslında Amerika istiyor bu rolü onamasını, Amerikalılar bölgeye girmek istiyorlar. Afganistan’ın, Suriye’nin, Irak’ın en ücra köşelerine kadar bütün insanların kredi kart kullanmasını, her mahalleye, her sokağa bir banka açılmasını istiyor bu adamlar. Bunun içinde bu AKP’lilerden daha kullanışlı birileri yok. İşte kapitalizmi hem Türkiye’de hem de Ortadoğu’nun tamamında önce yerleştirip daha sonra da abdest aldırarak meşru hale getirmek istiyorlar. AKP’liler de buna hizmet ediyorlar.

Bu topraklarda muhafazakarlığın genetiğinde ne var size göre?


Çok derinlere indiğinizde insanların ruhunda yatanın yurtsuzluk halet-i ruhiyesi olduğunu düşünüyorum. Bizi buradan kovacaklar, bir yerimiz olmalı, onun içinde bir şeylere sahip olmalıyız duygusu yatıyor. Bunun içinde biriktirmeye, yığmaya ve bir mekana sahip olmaya çalışıyorlar. Bence Kürt sorununun da temelinde bu yatıyor.


Sadece bir toprağa ait olma duygusu yeter mi? Bir inanca ait olmak da önemli değil mi? Ki bu ülkede din adına insanlar diri diri yakıldı. Din madem bu kadar önemli neden İslamiyet bu kadar ikiyüzlü yaşanıyor, neden vicdan devreye girmiyor?


Evet kesinlikle çok önemli. Bin yıl yaşayacakmış gibi mal biriktiriyorlar. Halbuki en çok Müslümanlar “Mal da yalan, mülk de yalan; bu dünya geçici” derlerdi.

Allah’a güvenmediği için biriktiriyor

Burada imansızlık problemi var. İmansızlıkla güvensizliği kastediyorum. Adam Allah’a güvenmiyor, güvenmediği içinde biriktiriyor. Şeklen inanıyor gözüküyor ama ruhen ve vicdanen inanmıyor. Benim görüşüme göre Allah’a inanan bir insan asla biriktirmez, yeryüzünün bir parçasını kutsal toprak ilan etmez, yeryüzünün tamamı kutsaldır. Yeryüzünün bir tarafına sınır çiziyorsun, burası benim vermem diyorsun, orası için savaşıyor, ölüyorsun. Diğer yerleri düşman toprağı ilan ediyorsun. Halbuki din evrensel bir bakış öğretir. Kuran sana, sınırların, sınıfların tamamen kalktığı bir adalet ve barış yurdunu hedef gösterir. Buna inanan bir insanın sınırlar da, toprak da gözünde küçülür

Siz buna ‘Sosyal İslam’ diyorsunuz…


Evet ben buna Sosyal İslam diyorum. Biz değil sosyalizmi, İslam sosyalizmini bile anlatmıyoruz. Anlattığımız İslamın kendisi, peygamberin bizzat ve bir fiil kendi hayatı. Bunu anlattığımız zaman insanlar ‘sosyalizme benziyor bu’ diyorlar. Benziyorsa ne yapalım yani, benzeyebilir. Gelin beraber yapalım.

İhsan Eliaçık kimdir?


Biri Kur’an’ın tefsiri olmak üzere 20 kitaba imza atan İhsan Eliaçık, 1961 Kayseri doğumlu. Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okudu. MTTB ve Akıncılar gibi gençlik örgütlerinde aktif görevlerde bulundu. İlahiyat Fakültesi’nden ayrılarak bağımsız yazarlık hayatına başladı. Kayseri Gündem, Değişim, Yeryüzü, Bilgi ve Düşünce, Yarın, Özgün İrade, Bilgi Adam, Zaman gibi birçok gazete ve dergide 30 yılı aşkın süredir düşünce ve yazı hayatına devam ediyor. Arapça ve İngilizce bilen yazarın yayımlanmış bazı eserleri: ‘İtikat Üzerine’, ‘Devrimci İslam’, ‘İslam ve Sosyal Değişim’, ‘Değişim Yazıları’, ‘İslam’ın Yenilikçileri’ 3 cilt, ‘Adalet Devleti’, ‘Yaşayan Kur’an Meali ve Tefsiri’, ‘Mülk Yazıları’ 2 cilt...



BETÜL KILIÇ/İSTANBUL

Hiç yorum yok: