16 Haziran 2012 Cumartesi

AKP, Oslo ve Sonrası...

Delil KARAKOÇAN
AKP ile “çözüm” bir arada düşünülebilir mi?

Bir ara düşünülebilir(di.)


2008 Habur, sonrasında 2011 Protokoller dönemi ve onu takip eden Oslo sürecinde bu mümkündü.


Öcalan’ın sunduğu “3 protokol”de de önemli oranda “uzlaşma” sağlanmıştı.


Bunlar:“Kürtlere siyasi statü tanınması; demokratik hak ve özgürlüklerin anayasal güvenceye alınması; diğer sorunların ise yapılacak anayasa değişikliğiyle aşılması” biçiminde özetlenebilir.


Peki, ne oldu?


Sonrasında kesintiye uğradı.


Cemaat baskısı, Erdoğan’ın cemaatle örtüşen hesapları, revize olmamış tasfiyeci anlayışı, çözüm için yakınlaşan güçleri tekrardan uzak kutuplara itti.


***


Ayrışmayı tetikleyen çatışma derinleşti.


Erdoğan, Oslo sürecini “doğruladı.” Ancak “herhangi bir taahhütte bulunmadıklarını” söyleyerek çözümsüzlüğe yattı.


Başbakan Yardımcısı Atalay’ın andığı “Entegre plan” devreye girdi.


Süreç koptu...


Tecrit derinleştirildi.


Siyasi ve askeri operasyonlar artarak tam bir kıyıma dönüştü.


Sonuçları malum...


***


Oslo sıradan bir olay değil...


Kürt sorununun çözümünde önemli bir tarih, önemli bir yakınlaşma hatta “somut adım” sayılabilir. Önce gizli kapaklı da olsa orada tarafları temsil edenler bir araya gelmiş ve sorunun özüne ilişkin belli bir ilerleme, “uzlaşma” sağlamışlardı.


Oslo, tamamlanmamış da olsa Kürt sorununda önemli bir ölçü, bir kriter...


Hatta “Kürt sorunu neye göre, çözümüm ölçüsü, kriteri ne?” diye sorulduğunda, “Oslo!” diye cevaplanabilecek kadar önemli bir ölçü...


Bu kriterler üzerinden tarafları eleştirmek, muhakeme etmek, yaklaşımlarında samimi olup olmadıklarını anlamak mümkün... Oslo’ya, dolayısıyla çözüme kim bağlı kim değil, kim istekli kim değil rahatlıkla belirlenebilir.


***


Uygulanan şiddetin, “tahammül sınırlarını zorladığı”, neredeyse her Kürdün “tutuklanmayı bekler” pozisyonunda olduğu bugün bile, Kürt tarafı “Oslo sürecine bağlı olduğunu” deklare etti. Darbelenmelerden etkilenerek “Protokoller dönemi kapanmıştır, Oslo çökmüştür” filan demedi.


Çözüme yakın ve yatkın konumda olduğunun altını bir kez daha çizmiş oldu.


Devleti temsilen AKP ise, “Taahhüt içermediğinin” arkasına sığınarak yukarıda sözünü ettiğimiz “entegre planı” devreye koydu.


Başa döndü!


AKP’nin planı, “siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik, dini ve etnik uzantıları” artık ne varsa, neden hoşlanmıyorsa, kim muhalefet ediyorsa derdest edip, onları da “PKK ile birlikte” öğütmektir.


Bundandır ki Kürt yoksullarını orantısız güç kullanarak etkisizleştirme yoluna gitti... Kürt orta sınıfını “varlığına el koyma” tehdidi ile -ki bunun hukuksal dayanağını da yarattı- yoluyla uzaklaştırma planını devreye koydu... Kürt siyasal elitini ve demokratik güçlerini tasfiye etmeye hız verdi.


***


Bunu yaparken de Sun Tzu’nun “Kedi” örneğini izledi.


AKP de öyle yaptı.


Tepkilerden korktu ve “açık kapı” taktiğine yöneldi. Topyekün bir kalkışma, direniş, kopuş olmaması için tekrardan, “çözüme açıkmış, çalışmasını yürütüyormuş” izlenimini vermeye başladı.


Kılıçdaroğlu ile görüşmeler, Bakan Atalay’ın, “Kürt açılımı konusunda yürüyen yoğun çalışmalar, Kuzey Irak’ta silah bırakmaya, teslim almaya kadar giden görüşmeler var. Bu sürecin başından beri ABD de işin içinde” gibi açıklamalar da böyle bir zeminde gelişti.


Böylece toplumda “değişime çözüme dönük” belli bir beklenti yaratmak, tepkileri kırmak istedi. Siyasal tasfiye içinde geniş alan ve zaman bulacaklarını düşündü.


***


Oslo, çözüm için önemli bir adımdır. Sonrası, çözümsüzlüktür. Tekerrürdür. Kaostur. Kaos ise fırsatçıların, ondan beslenenlerin dünyasıdır. Bu dünyada mutluluk güzellik yoktur. AKP’yi “Oslo sürecine çekmek”, buna zorlamak, bunun üzerinden eleştirmek, bunun çabası uğraşı içinde olmak yeni bir süreci başlatabilir.

Hiç yorum yok: