25 Haziran 2012 Pazartesi

AKP ile Cemaat'in Kirli Cezaevi İttifakı

Mehdi Atay
 
 
Ankara egemenliği devlet gücü ile işlenen suçlarda, “münferit olay”, “çürük elmalarla sağlam elmaları karıştırmamak gerek” gibi suçu kişiselleştirici ifadeler kullanarak devletin sistematik şiddetini perdelemek için ilkel de olsa bu yolu kullanır.

Ustalık dönemini icra-i sanat ettiği söylenen Türk Başbakan Tayyip Erdoğan bu ilkel söyleme içerikte eski, biçimde “yeni” bir boyut kattı. Erdoğan, devletin güvenlik güçlerinin işlediği katliam ve cinayetlerde hiç bir hukuki kanıt sunma ihtiyacı hissetmeden, ”arkasında terör örgütü var” diyerek işlenen suçları mübah ve meşru gösterme yolunu tercih ediyor. Bu Erdoğan'ın TC resmi söylemine yaptığı en “ciddi” katkılardan biridir.

“Yeni” söylemin en belirgin olarak ortaya çıktığı örnek Roboski Katliamı oldu. TSK'ya ait savaş uçaklarının bombardımanı ile katledilen 34 Kürt köylüsünün, ”aslında köylü olmadıkları” ”işin arkasında terör örgütünün” olduğunu söyledi Erdoğan. Bunu yaparken en ufak bir bulgu, kanır ya da hukuki delile dayanma ihtiyacı da duymadı. Erdoğan, Türk kamuoyuna, kendi algıları açısından, ”Kürtlerin nerede ne oranda terörist olup olmadığının anlaşılamadığı bu ikilinin aslında bir bütünü temsil ettiği” mesajı verdi.

Erdoğan, Roboski katliamının ardından bu kez de Urfa Cezaevi'nde koşulları protesto amacıyla isyan eden 13 adli mahkumun yanarak can vermesi olayında devletin sorumluluğunu perdeleyerek, ”olayın arkasında terör örgütü var” diyerek cezaevlerini hedefe koydu.

Her ne kadar aralarında ciddi bir iktidar kavgası sürdüğü söylense de Gülen Cemaati ile AKP iktidarı-ki Cemaat bu konuda tüm iktidarlarla hemhal olmuştur- Kürt sorununda şiddet yöntemi ve devletin uyguladığı şiddetin meşrulaştırılması konusunda iş birliği içinde olduğu ortada. Cemaat'in yayın organı Zaman Gazetesi'nin 24 Haziran 2012 tarihli nüshasında yer alan bir haberde, Urfa Cezaevi'nde yaşananların ardında “terör örgütünün” olduğu kanıtlanmaya çalışılıyor.

Cemaat gazetesinin provokasyon amaçlı haberinde şu ifadelere yer veriliyor:

“PKK/KCK'lı tutukluların girişimiyle gerçekleştiği anlaşılan yangın öncesinde, aynı cezaevinde tutuklu bulunan BDP milletvekili İbrahim Ayhan'ın da koğuşları dolaşarak mahkumları kışkırttığı iddia edildi. Şanlıurfa Valisi Celalettin Güvenç, olayı siyasi mahkumların çıkardığı yönünde ciddi şüpheleri olduğunu açıkladı.”

AKP ile Cemaat yayın organı arasında Urfa Cezaevi konusunda ortaya çıkan görüş ve söylem birliği son olarak 19 Aralık 2000 tarihinde 20 cezaevinde eş zamanlı olarak yapılan katliamın hazırlık sürecini hatırlatıyor. O dönemde de iktidarda olan DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti kamuoyunu cezaevlerini “terör yuvaları” olduğu konusunda manipüle ediyordu. Başta Cemaat'in yayın organları olmak üzere Türk basını tarafından büyük bir şevkle desteklenen bu manipülasyonun siyasi tutsaklara yönelik katliamın hazırlık sürecini oluşturuyordu.

Bugün de AKP Hükümeti'nin başta Cemaat basınının desteği ile cezaevlerine yönelik yeni bir, “hayata dönüş” operasyonunun hazırlığı içinde olduğu anlaşılıyor. İstiap haddinin üzerindeki doluluk oranları ile insani yaşam koşullarından mahrum bırakılan tutuklu ve hükümlülerin tepkilerini, “ardında terör örgütü var” diyerek kamuoyu indinde mahkum etmek olası yeni bir müdahale girişimine, “haklılık” zemini yaratma çabasından başka bir amaca hizmet etmez.

Zaman Gazetesi'nin ilgili haberinde yer alan, "KCK'ya yönelik yapılan operasyonlar sonucunda zayıflayan terör örgütü eylem yapamaz duruma geldi. Gelişmeler üzerine teröristbaşı Öcalan ve Murat Karayılan'ın "Urfa'da neler oluyor, neden bu kadar zayıf kalındı?" şeklinde uyarılarda bulunduğu ileri sürülüyor. Operasyonlarla cezaevine kapatılan KCK üst yapılanmasının ise ses getirmek amacıyla eylem yapmayı planladıkları belirtiliyor. KCK'nın bunun için PKK'lıların yattığı koğuşun hemen yanındaki koğuşu tercih ettiği belirtiliyor. Öte yandan Şanlıurfa polisi, bir ay içinde KCK yapılanmasına yönelik iki operasyon gerçekleştirdi. Baskınlarda gözaltına alınan 58 kişiden yaklaşık 40 kişi tutuklandı. Son altı ayda yapılan operasyonlarda ise yaklaşık 150 KCK üyesi tutuklandı. Alınan bilgilere göre cezaevindeki yangın, artan tutuklamalara karşı idareyi zor durumda bırakmak amacıyla yapıldı..." ifadeleri bu hazırlığın boyutlarını gösteriyor.

Gazetenin yaklaşık bir yıldır dış dünya ile ilişki kurması engellenen PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın 2011 genel seçimlerine yönelik değerlendirmelerinin yaşananların nedeni olarak gösterme çabası hazırlanan kirli tuzağın habercisi.

Sadece son üç yıl içerisinde “KCK operasyonları” adı altında başlattığı siyasi soykırımla cezaevlerini toplama kamplarına dönüştüren AKP'nin, devrimci tutsaklar açısından cezaevlerinin iktidarların zorbalık alanı olmadığını bilmesi gerekir.

Ankara egemenliğinin bugünkü temsilcisi AKP'nin, 12 Eylül faşist müdahalesinden bu yana en yoğun insan avına tanıklık edilen şu günlerde cezaevlerine yönelik her hangi bir müdahalenin Diyarbakır zindan direnişlerini yeniden ateşleyeceğini hesaplaması gerekir.

Eğer kişisel bilgisizliğinden kaynaklanmıyorsa Türk Başbakan Erdoğan'ın Kürt sorunu ve tarihi konusunda ciddi bir manipülasyona uğratıldığı ortada. Sivil Kürt siyasal kadrolarını toplama kamplarına kapayarak örgütlü Kürt muhalefetini “ehlileştirebileceğini” sanan Erdoğan'ın, Kürt siyasal hareketini “değerlendirirken” yakın tarihten bazı isimler vererek hiç olmayan vehimler yaratması Erdoğan'ın konuya ne denli uzak olduğunu gösteriyor.

Bu nedenle Erdoğan cezaevlerine yönelik bazı hesaplar yapmadan önce danışmanlarından bağımsız olarak cezaevi direniş tarihini en az bir kez okumasında sayısız fayda var.

12 Eylül faşist diktasının tüm iktidar gücünü kullanarak içine girdiği saldırganlığı, Diyarbakır Cezaevi'ndeki vahşete gösterdikleri tepki ile protesto ederek bedenlerini ateşe veren Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Necmi Öner ve Mahmut Zengin'in son gecelerini okumalı. Yine Diyarbakır zınadnında dayatılan itirafçılık ve insanlık dışı uygulamaları protesto ederek kendini yakan Mazlum Doğan'ı tanımalı Erdoğan.

Tutsaklık koşullarında dışarıda iktidarını ilan edip hüküm süren 12 Eylül faşizmini, “Biz yaşamı uğrunda ölecek kadar seviyoruz” diyerek bedenlerini ölüm orucuna yatıran Kemal Pir ve Hayri Durmuş'un hayatlarını öğrenmeli Erdoğan.

Aksi takdirde, bu derin bilgi eksikliği ile cezaevlerinde girişilecek her müdahale biçimi geçmiş birikimlerin üzerinde yükselecek bir direnişle karşılaşacaktır. Böylesi bir durumda ortaya çıkacak olan sonuçların sorumlusu sadece ve sadece devletin terörü olacaktır.


ANF

Hiç yorum yok: