17 Haziran 2012 Pazar

AKP Devletinden Kürtlere Yönelik Yeni Tuzaklar

AKP’nin bu düzeyde güçlenerek devletleşmesinde, Kürt hareketinin izlediği politikalarının ciddi bir etkisi olduğunu vurgulamak gerekir. 2002 yılından bu yana, barış eksenli çözüm konusunda ısrar eden ve her dönem AKP’ye tolerans tanıyan, sayısız kez tek taraflı ateşkesleri uzatan, direk veya dolaylı görüşmelerle AKP’ye zaman kazandıran Kürt hareketinin kendisi oldu. Kürt hareketinin niyetinin ‘demokratik-barışçıl bir çözüm’ olduğundan kimsenin kuşkusu yok. Ancak politik yaşamın kendisi bize çok farklı sonuçlar ortaya çıkarttı.

Kürtleri kandırmak artık dönemsel olmuş gibi, her yaz sezonuna girildiğinde sistem veya iktidar adına, Kürt sorununun çözümü için bazı adımların atılacağı veya görüşmelerin devam ettiği izlenimi verilir. Medya da bu süreci işler. Sanki çok ciddi gelişmeler varmış gibi yazılar yazılır, TV programlarında yorumlar yapılır, böylelikle toplum buna inandırılmaya çalışılır. Özellikle Kürt kamuoyunda belirgin bir beklenti yaratılarak, eylemlerin toplumsal gücü kırılmaya çalışılır. Bu oyuna katılmaya hazır bazı Kürt aydınları, yazarları, politikacıları da sürece dâhil olur. Bunun en son örneği de Leyla Zana’nın çıkışı oldu.


Devletin tasfiye politikasının kesintisizce devam ettiğini sokaktaki herkes görüyor. Sistem bütün kurumlarıyla, ideolojik, politik ve askeri gücüyle Kürt hareketinin toplumsal gücünü kırmak için ne gerekiyorsa yapıyor. Onlar da biliyorlar ki, bir hareketin idaresi, kararlılığı, varlık nedeni üzerinde yükseldiği toplumsal güçtür. Kürt hareketini hem içte hem de uluslararası ilişkilerde meşru kılan en önemli faktör dayanmış olduğu milyonlara varan toplumsal tabanıdır. Kürt hareketiyle bu toplumsal güç arasındaki organik bağ kesilmediği sürece, Kürtlerin özgürlük mücadelesini bitirmeyeceğini bilen devlet, stratejik yönelimini bu toplumsal kuvvetin dağıtılmasına odaklamış bulunuyor. Adına KCK operasyonların denen sistemli saldırılar, tasfiyenin en derinleştirilmiş halidir.


Sistemin farklı kurumlarının eşgüdümlü attığı ve yeni oylama taktikleri olarak karşımıza çıkan senaryoların tamamı, Kürtlerin stratejik yenilgisini hazırlamak ve böylelikle sisteme muhalif olan en dinamik gücü etkisizleştirerek rahat bir nefes almak istiyorlar.


Şu anki verili durumu dikkate aldığımızda devletin eş güdümlü saldırıları, Kürt halkının toplumsal gücünü kırabilmiş değil. Tersine halktan büyük bir sahiplenme var. Bunun en somut örneği Van Belediye Başkanı’nın tutuklanmasına ilişkin halkın ortaya koyduğu irade ve kararlılıktır. Bu tür saldırılar tersten de etki yaratıyor ve halkın sahiplenme bilincini ve iradesini çok daha üst düzeye çıkartıyor. Ancak bunun her koşulda böyle olmadığı da bilinir. Sosyal hareketlerin politik arka planı güçlü olmazsa ve direngen bir duruş sergilemezse değişim bazen tahmin edilenden çok daha hızlı olur.


CHP’nin ve AKP’nin hamleleri çözümü değil, tasfiyeyi içeriyor


Savaşta kimyasal silahlar kullanılıyor, köylere kadar varan KCK operasyonları devam ediyor. Ama halkın iradesini kırmaları mümkün olmuyor. Bu nedenle devlet fiilen tıkanmış bulunuyor. Elindeki her aracı deneyen sistemin başarısızlığı yeni arayışları gündeme getirdi. Arka arkaya gelmeye başlayan hamleler gerçek ve adil barışçıl bir çözüm içermiyor, tersine tasfiyeci politikaların derinleştirilmesi olarak karşımıza çıkıyor.

Kılıçdaroğlu’nun atmaya çalıştığı adım, CHP’nin geleneksel politik yöneliminde küçük bir değişimi ifade ediyor. Stratejik yönelimde bir değişiklik yok. Sorunu ‘Kürt Sorunu’ yerine ‘Terör Meselesi’ olarak tanımlaması, işi en başında yanlış ele almaktır.


AKP’nin savaş ve tasfiye eksenli Kürt politikası iflas sürecine girdi. CHP’de bu gerçeği görüyor. Kürt sorununda kim başarılı olursa o genel olarak kamuoyunda ve basında destek görecek. Attığı ilk adımda da kamuoyunun belirli bir desteği oluştu. Böylelikle Kürt sorunun çözümünde inisiyatifli bir noktaya gelerek politik dengelerde kendisine yeni bir alan açmaya çalışıyor. Bu bakımdan sanki çok ciddi bir değişiklik varmış gibi yansıtılan girişim, CHP’nin geleneksel politikalarını küçük bir revizyondan geçirme halidir. Sistem, yeni bir arayışta ve iç denge politikası için CHP ile bir hamle yapmak istiyor.


Bu gelişmelerin hemen arkasındann tasfiye mimarı Atalay’ın ortaya attığı yeni iddialar geldi. “Talepler, görüşmeler var. Silah bırakmaya, teslim almaya kadar giden görüşmeler var. Yani bütün bunlar çalışmaların görüşmelerin içinde. Bizim en önemli şeyimiz bu silahın bırakılması. Orada, Kuzey Irak’ta terör örgütünün silah bırakması, o daha önce de açıklandı. Başbakan da Mesud Barzani ile görüşmesinden sonra açıkladı. Silah bırakılması ve o bölgenin terörden arındırılması. Bizim talebimiz o.” Tasfiye mimarı, ‘Kürt sorununun çözümünü’ değil, tasfiyenin esas alındığını özellikle vurguladı. Bu açıklama yapıldığında, Belediye Başkanlarına yönelik operasyonda, Van Belediye Başkanı ve iki ilçe belediye başkanının da içinde yer aldığı birçok insan tutuklandı.


KCK Siyasi Komitesi, Başbakan Erdoğan ve Yardımcısı Beşir Atalay’ın, söylemlerine dair yapılan değerlendirmede “Hareketimizin ve halkımızın iradesi dışında özgürlük mücadelesiyle ilgili yapılan her tartışma ve alınan her karar yok hükmündedir” biçimdeki açıklamasıyla, politik duruşunu ortaya koydu.


Atalay’ın Kürt sorununun çözümünde ''önemli açıklamalar yapacak'' dediği Erdoğan, beklenen ‘büyük’ açıklamayı yaptı: “Kürtçe seçmeli ders olacak. Ailelerden yeterli imza toplanırsa, çocuklar kendi dillerini öğrenecekler.” Anayasanın çocuk hakları bölümünde ''her çocuk anadilde eğitim hakkına sahiptir'' önerisini getiren BDP’ye karşı çıkan MHP’ye destek de AKP’den geldi. Böylelikle Erdoğan, Kürt çocuklarına ana dilde eğitimi hakkı verilmeyeceğini çok açık olarak deklare etti ve anayasanın çerçevesini çizmiş oldu.


Cemil Bayık, bu durumu değerlendirirken şöyle konuştu: “Beşir Atalay, silah bıraktırılmasından ve kursların yeni biçimi olan seçmeli Kürtçe dersinden söz ederek asıl programlarını ortaya koymuştur. Anadilde eğitim talebini böyle savuşturacaklar. Zaten Kürtlerin Özyönetim(Demokratik Özerklik) talebini ise belediyelerinin hizmet alanını kısmi olarak genişletip boşa çıkarmak istemektedirler. Özcesi inkâr da, asimilasyon da, Kürtleri ortadan kaldırma politikası da yeni biçimde sürdürülmektedir.” Kürt hareketi gelişmelerin farkındadır. Ancak sorun sadece bununla bitmiyor.


Birkaç temel noktayı vurgulamak gerek: Hem CHP’nin hem de AKP’nin, Kürt sorunun çözümünü esas almaya hiçbir niyeti yok. Tersine tasfiye politikasına nefes aldırma ve saldırıları derinleştirme ve politikasının kesintisizce devam ettirme stratejisindeler. Özellikle AKP devleti, sistemin geleneksel savaş ve tasfiye çizgisinde ilerleyerek başarılı olmanın yollarını arıyor. Ancak izlediği savaş politikasında başarılı olma şansı son derece düşüktür. Bunun birçok temel-stratejik nedeni var. Birincisi Kürtler binlerce yıldır yerleşik sosyal kategorik bir grup olarak aynı bölgede yaşıyorlar. İkincisi, nüfus yoğunluğu olan önemli bir sosyal katmandır. Üçüncüsü, bölgenin stratejik devletleri içerisinde birbirini tamamlayan toplumsal bir kuvvettir. Dördüncüsü bunlara paralel olarak, gerillanın toplumsal tabanı güçlüdür, bundan dolayı da hem politik hem de sosyolojik zemini tahmin edilenden sağlamdır.


Ayrıca PKK’nin varlık nedeni, Kürtlerin sosyal, politik, kültürel ve ekonomik sorunlarıdır. Bunlar var oldukça PKK politik bir güç olarak var olacaktır. Bu durum insanların iradesi dışında var olan bir gerçekliktir. Bütün bu nedenlerden dolayı, PKK, kurumsallaşmış toplumsal gücü olan sosyo-politik bir harekettir.


Kürt toplumsal hareketinin tutumu geleceği belirler


Peki devletin bütün bunları yok sayarak, bu noktadan ilerlemesi mümkün mü? Bunun yanıtı bir bakıma Kürt hareketinin politik stratejisinde ve eylem gücünde yatıyor. AKP’nin bu düzeyde güçlenerek devletleşmesinde, Kürt hareketinin izlediği politikalarının ciddi bir etkisi olduğunu vurgulamak gerekir. 2002 yılından bu yana, barış eksenli çözüm konusunda ısrar eden ve her dönem AKP’ye tolerans tanıyan, sayısız kez tek taraflı ateşkesleri uzatan, direk veya dolaylı görüşmelerle AKP’ye zaman kazandıran Kürt hareketinin kendisi oldu. Kürt hareketinin niyetinin ‘demokratik-barışçıl bir çözüm’ olduğundan kimsenin kuşkusu yok. Ancak politik yaşamın kendisi bize çok farklı sonuçlar ortaya çıkarttı. Devletin Kürt sorunun çözümünde samimi olmadığını, politikalarında stratejik değişikliklere gitmeyeceğini, esas amaçları tasfiye olduğu birçok kez vurgulandı. Türk devletinin politik yapısının sorunun ‘demokratik çözümüne’ pek uygun olmadığı sıklıkla belirtildi. Bunun en somut örneği Oslo görüşmelerinin ardından projenin tasfiye eksenli olduğunun çok açık olarak deklare edilmesidir.

Ayrıca PKK, bu zaman sürecinde belirlediği stratejileri ve politikaları uygulamada çok belirgin kararsızlıklar gösterdi. İki önemli örnek çarpıcıdır. Birincisi, Demokratik Özerkliğin ilan edilip sonra sahip çıkılmamasıdır. Sorun söylem olarak Demokratik Özerkliğin ilanı değildir. Onun yaşama geçirilmesi için güçlü ve kararlı adımların atılmasıdır. Bu olmadı. İkincisi ise Devrimci Halk Savaşının başlatılması kararıdır. Öyle ki, bir hafta esas, bir başka hafta tali veya ikincildir denildi, niyetten bağımsız olarak etki gücü zayıflatıldı. Devrimci Halk Savaşı bir stratejidir ve toplumsal değişimin belki de üst halkasıdır. Bunu ilan edip, sonra buna uygun davranılmamasının toplumsal motivasyon bakımından ciddi sorunlar oluşturacağını hemen herkes bilir. PKK, Demokratik Özerklik ve Devrimci Halk Savaşı gibi iki temel stratejide, toplumsal kuvvetlerin beklediği başarıyı yeterince yakalayamadı. Ayrıca parçalar halinde KCK iddianamelerde yer alan ‘Devlet-PKK görüşmeleri’nin boyutlarının kamuoyuna açıklanmaması, görüşmelerin devamı beklentisine girme eğilimini yansıtıyor. Toplumun gelişmeleri doğru analiz etmesi için PKK’nin görüşmelerin içeriğini ve boyutunu kamuoyuna açıklaması gerekiyor.


PKK ile devletin askeri güçleri arasındaki çatışma düşük yoğunluklu savaş değil, orta düzeyde yoğunluğu olan bir savaştır ve bunun çok daha gelişme eğilimi içinde olduğunu görüyoruz. Devlet, kendi içerisinde oluşturduğu konsept gereği kayıplarını gizliyor. Devlet, Türkiye toplumunun psikolojik yıkımını engellemeye çalışıyor. Örneğin CHP Milletvekili Gürsel Tekin’in bir TV programında, ‘son iki ayda 150 askerin yaşamını yetirdiğine’ dair yaptığı açıklamanın yalanlanmaması bir gerçeği doğruyor. Devlet, sadece yüksek rütbeli subaylar öldüğü zaman açıklama yapmak zorunda kalıyor.


Adil-onurlu ve Kürtlerin taleplerini karşılayan bir barışın olması, bu temelde Kürt politik kurumlarının müzakere yürütmesi, görüşmeler yapması çok doğal ve olması gereken bir politikadır. Ancak verili koşullar dikkate alındığında böylesi bir durum henüz söz konusu değildir.


Özür Politika gazetesinde uzun bir değerlendirme yapan Cemil Bayık, şöyle demiş: “Türkiye belki bazı dış güçler ve kimi Kürtlerle bu tür yeni inkarcılık ve egemenlik karşılığında gerillaya silah bıraktırma konusunda anlaşmış olabilir. Bu kendi hayalleridir. Ancak Kürt Özgürlük Hareketi’nin ne böyle bir politikaya aldanması ne de bu tür teslimiyet teorilerine evet demesi mümkündür… Kürt halkı üzerinde bu düzeyde terör estirilirken çözümden söz etmek, hatta bu tartışmalara kulak kabartmak, kendini kandırmak ve AKP hükümetinin tasfiye politikasına alet olmaktır… Bu anlamda çözümden, yumuşamadan söz edilemez. Bu ortamda sadece AKP politikalarına karşı mücadeleden ve mücadelenin her yerde yükseltilmesinden söz edilebilir. Artık AKP’nin her saldırısına direnişle cevap vermek ve direnişi yükseltmekten başka bir şeyin düşünülmemesi gerekir. Bunun dışındaki her düşünce ve eğilim en hafif deyimle gaflettir.” Kürt politik güçlerinin, geçmişte, sorunun çözümü için çok iyi niyetle uygulamak istedikleri politikalarının bir karşılığı olmadığını görmeleri önemlidir.


Çok somut adımlar atılmadan, Kürtlerin taleplerine ilişkin net çözümler masaya konulmadan, görüşme hayallerine kapılmak Kürtlere kaybettirir. Bu bakımdan politik irade ve kararlılık son derece önemlidir. Çözümsüzlüğe karşı, çözümü geliştirmek çok yönlü direnişin geliştirilmesiyle olur. Unutulmaması gereken nokta; devletten beklentiler yerine, toplumsal dinamikleri güçlendirmek her şeyden önemlidir. 


Dr. Mustafa Peköz

Hiç yorum yok: