23 Mayıs 2012 Çarşamba

Yeni Anayasa İçin Demokratik Anlayış ve Çözüm Belgesi-1

KCK hukuk komitesi Türkiye’de tartışmaları süren yeni anayasaya dair demokratik anlayış ve çözüm belgesi yayınladı. Belgede yeni anayasanın demokratik ve toplumun tüm kesimlerine hitap edebilmesi için nasıl hazırlanması gerektiği, niteliği, kapsamı ve gerekçeleri alt başlıklar halinde değerlendiriliyor.         


Türkiye’de yeni anayasa tartışmaları ve hazırlıkları gündemin temel konusudur. Yeni anayasa, sorunların çözümünde kaçınılmaz ve zorunlu bir çözüm aracı olarak gündeme girmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, önümüzdeki yasama dönemi boyunca parlamentonun temel çalışma gündemi yeni anayasa olacaktır. Toplum, halklar, aydınlar, siyaset kesimi ve kısacası toplumsal sorunlarla ilgili bilinci olan herkes bu süreçte temel gündem olarak anayasaya odaklanacak, amaçlarını ve çıkarlarını yeni anayasada tanımlamak isteyeceklerdir. 

Yeni anayasanın yapılması için genel bir toplumsal konsensüs oluşmuş bulunmaktadır. Ancak burada temel soru ve beklenti, temel sorunları çözmeyi amaç edinen ve Türkiye’nin çoktan hak ettiği ama bir türlü yapılmasına müsaade edilmeyen demokratik bir anaysa yapılacak mıdır? Yeni anayasa bunca birikmiş ve çatışmalı bir hal almış olan temel sorunlara çözüm olabilecek midir?


Eğer daha önceki anayasa deneyimlerinde olduğu gibi bir darbe anlayışı içinde ya da ‘yaptım oldu’ dayatmasıyla yeni anayasa ele alınırsa, bu anayasanın da önceki darbe anayasalarından bir farkı olmayacak, toplumu daha da çatışmalı ve gergin bir ortama taşımaktan kurtulamayacaktır. Üstelik toplumun beklenti ve umutları boşa çıkarılacağından toplumsal öfke ve patlamalar daha şiddetli olacak, sorunlar kronik bir hastalık gibi derinleşerek sürüp gidecek ve sonuçta her topluluk ve halk kendi başının çaresine bakmak zorunda kalacaktır. Belki de toplum dağılmayla yüz yüze gelebilecektir.

Bu nedenlerle eğer AKP ve devlet Yeni Anayasa konusunda bir oldubitti peşindeyse büyük bir yanılgı içindedir. Türkiye’de bu yeni anayasa süreci bir öncekilere benzemiyor. Tarihsel, toplumsal ve güncel koşullar darbe anayasalarına benzememektedir. Ya demokratik çözüm anlayışı temelinde yeni bir anayasa ile sorunlar çözüm yoluna girecek yâda Türkiye daha şiddetli çatışma ve bunalımlı sürece girecektir. Hangi zihniyet ve niyetin galebe çalacağı önümüzdeki birkaç yıllık süreçte ortaya çıkacaktır. Kürt özgürlük hareketi olarak bizim amacımız ve temennimiz demokratik çözüm gücünü ortaya koyabilen yeni bir anayasanın oluşmasıdır. Buna katkı olarak, Yeni Anayasa İçin Anlayış ve Çözüm Belgesi’ni ana başlıklar altında yayınlamayı bir görev bilmekteyiz.

Yeni anayasanın tarihsel ve güncel nedenleri:



Bir anayasa yapılırken dayandığı temel dayanaklar ve nedenler olmalıdır. Hiçbir kalıcı ve bağlayıcı hukuk belgesi nedensiz yazılamaz ve topluma dayatılamaz. Bu nedenlerden birincisi anayasayı zorunlu kılan tarihsel arka plandır. Güncel sorunların üzerinde birikerek bugüne taşındıkları geçmişleri vardır. Toplumda bir söz vardır. “Her ot kendi kökü üzerinde yeşerir” denilir. Toplumsal sorunlarda kendi kökleri üzerinde zuhur eder ve çözüme ulaşırlar. Yeni Anayasa; geçmişte çözümsüz ve sahipsiz bırakılan ya da bastırılarak üstleri küllendirilmeye çalışılan toplumsal sorunların geçmiş köklerini doğru tanımlayıp anlamlı kıldıkça sağlıklı çözümler üretebilir. 

Türkiye cumhuriyetinin bugün yaşadığı sorunların kökenleri yakın tarihte, cumhuriyetin kuruluş yıllarına dayanmaktadır. Türkiye de kurulan ulusal devlet cumhuriyet adını almasına rağmen cumhurla ilgisini kesmiştir. Cumhuriyetin asli kurucu unsurları hak ve adalet katından dışlanmışlardır.  Kürtler, samimi dindarlar, komünistler, solcular, aydınlar ve değişik halk gurupları cumhuriyetin kurucu unsurları olmalarına ve içinde aktif rol almalarına rağmen sonraki yıllarda diktatörlüğe dönüşen cumhuriyet tarafından ezilmişlerdir. Ermeniler, Süryaniler, Rumlar, Yezidiler gibi dini ve etnik azınlıklar temizlenerek Türklük ve Suni İslam amaçlı eritme sürecine tabi tutulmuşlardır. Cumhuriyet adına kurulan yeni ulusal devlet, sahibine dönen bumerang gibi kendi kurucu sahiplerine dönmüş ve vurarak boğmaya çalışmıştır.  


Türk İslam sentezci kesim devlete saygı ve bağlılığından dolayı Kürtler ve diğer topluluklar kadar ezilmemiştir ancak üvey evlat muamelesini görmüştür. Ne ironidir ki, bugün iktidarda bulunan AKP hükümeti bu mağduriyetin kökeninin bir sonucu olarak iktidarda bulunmasına rağmen Kürtlere, halklara ve demokratik haklara karşı tek şef diktatörlük döneminin gösterdiği benzer tutum içindedir.

  Cumhuriyet tarihi boyunca yirmi dokuz Kürt isyanın yapıldığı devlet yetkililerin resmi beyanlarında mevcuttur. PKK bu isyan zincirinin en son, uzun sureli ve zorlu olanı olduğu resmi olarak vurgulanmaktadır. Kürt sorunu denilen ve anayasa kapsamında tartışılmak istenen sorunun yakın tarihi geçmişi, Kürt toplumuna dayatılan bu yüzyıllık inkârcılık ve soykırım politikasıdır. Kendi koşullarında bir toplumsal mutabakat olarak kabul gören 1921 sözleşmesinin anlayış çerçevesi, 1924 anayasasıyla terk edilmiştir. Türklüğü resmi üstün etnik ırk sayan ve Türklük dışında hiçbir kimliğe yaşama ve kendini ifade etme hakkını tanımayan 1924 anayasası, toplumsal sorunların patlak verdikleri temel kaynaktır. Nitekim tepki ve rahatsızlıkların isyana dönüşmeleri 1924 anayasasının kabulünden sonra olmuştur. 1961 ve 1982 darbe anayasaları bu zihniyet ve uygulamaları perçinleyerek ayyuka çıkarmışlardır. Ortaya çıkan sonuç; başta Kürtler olmak üzere halkların ve ezilen kesimlerin başlattıkları isyan ve devrimci halk hareketleri, son otuz yıldır PKK ile devam etmektedir. 

Cumhuriyet adına kurulan Türk ulusal devleti sadece Kürtleri ve azınlık kimlikleri inkâr etmek ve ezmekle kalmadı. Toplumun demokratikleşmesini boğarak her türlü özgürlükçü eğilimi suç kapsamına aldı.  Devletin resmi söylemi dışında her düşünceyi devlete karşı yapılmış bir kötülük ve art niyet olarak algıladı. Sosyalistleri, aydınları, solcuları, demokratları amansız bir takibat altında tutarak nefessiz bıraktı. Devlet, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali gibi dünyaca ünlü şair ve edebiyatçıları vatan haini ilan etmekten çekinmedi. Yılmaz Güney, Ahmet Kaya gibi sanatçılar bir avuç vatan toprağına hasret sürgünlerde öldüler. Toplum için demokrasi gereksiz ve lüks giyilen bir gömlek sayıldı. 12 Eylül darbesinin yaptığı tahribat, yıkım ve işlediği insanlık dışı suçlar henüz hafızalarda tazeliğini korumaktadır.


Ezilen ve sömürülen toplumsal kesimlerin ve emekçilerin hak, özgürlük ve örgütlenme talepleri dış güçlerin kışkırtmaları olarak algılandı ve yıllarca yasaklandı. Anayasanın önemli bir ilkesi olarak ilan edilen ve toplumsal algıda geliştirilen sosyal devlet baba teziyle yüzde yüz ters sonuçlar ortaya çıktı. Vatandaşlara, bireylere, mağdur ve muhtaçlara hiçbir sosyal güvence sağlanmadı. Vergi ve ücret köleliği adına sınırsız ve engelsiz sömürü düzeni kuruldu. Doğal kaynaklar en hoyrat ve yasadışı biçimleriyle tekellere peşkeş çekildiler. Toplumun olması gereken ormanların, suların, petrolün, yeraltı ve yer üstü zenginlikleri talan edildi. Toplum örgütsüz ve savunmasız bırakılarak Türkiye, tekellerin ve soğuk savaşın cenneti haline getirildi. 

Erkek egemenlikli cinsiyetçi toplum modeli resmiyet kazanarak hukuksal sistem haline getirildi. Beyaz elit sınıf ucuz işbirlikçilik temelinde çok ilkesiz taklitçilikle kadını Avrupa modernitesine özenerek meta amaçlı pazarlarken, toplumsal kadını kendisine özenen kocasının sopasının insafına bıraktı. Paradoks gibi görünse de birbirini tamamlayan bu iki uçlu yaşam kadının yaşam felsefesine dönüştürüldü. Bir yandan pazarda pazarlanan ucuz meta, öte yandan evine kapatılmış ‘iffetli’ kadın köleliği reddedilemez bir kader gibi kadına dayatıldı.


İşte yeni anayasa yapılırken böylesine tarihsel arka planları bulunan toplumsal sorunların geçmişini dikkate almadan ve onlardan gerekli dersleri çıkarıp samimi bir özeleştiri ve itirafta bulunmadan yeni anayasanın toplumsal sorunlara çözüm olacağını sanmak beyhude bir beklentidir. Önemli olan anayasa yapmak değildir. Anayasanın hangi amaç ve zihniyetle yapıldığı, toplumsal sorunlara cevap olup olmayacağı önemlidir. Cumhuriyet tarihi boyunca sil baştan dört anayasa yapılmıştır. Ne yazık ki her yenisi eskisini aratmıştır. Sorunları çözen değil, bastıran ve inkâr eden anayasalar olarak ortaya çıkmış olduklarından toplumsal sorunlar şiddete dönüşerek bunalım ve kaos derinleşmiş, altından çıkılamaz dev gibi sorunlar günümüze yığılmıştır. 

  Bugün ise geçmiş sorunlara ilaveten yenileri eklenmektedir. Kapitalist küresel sistem geleceği fazla kestirilemeyen bir değişim ve dönüşüm sürecini yaşıyor. 19. ve 20. YY. paradigmaları aşılmaktadır. Modern çağın zihniyet kalıpları değişmektedir. Soğuk savaş döneminin koşulları aşılmıştır. Sistem her açıdan derin bir kriz ve kaos sürecine doğru sürükleniyor. Global çapta siyasal ve sosyal kontrol günü birlik siyasi, ekonomik ve askeri operasyonlarla yürütülmektedir. Başta ulus-devlet sistemleri olmak üzere son iki yüz yıllık oluşan uluslararası kurumlar şiddetli sarsıntılar geçirmekte, anlamını yitirmekte ve yeniden yapılanma ihtiyacını dayatmaktadırlar. Mevcut kurumsal düzenler, gelişen teknolojik yenilikler ve küresel yayılma karşısında önemli oranda anlamını yitirmişlerdir.  Klasik ve yeni sömürgecilik çağından post modern sömürgecilik çağına geçiş yaşanmaktadır. NATO yeniden yapılanmakta ve hedef belirlemektedir.  Oluşan ulusal çitler liberalize edilerek gevşetilmek isteniyor. Bu gelişmeye karşı duran ve eski statülerinde direnmek isteyen rejim ve liderler, Saddam Hüseyin, Hüsnü Mübarek ve Muammer Kaddafi örneklerinde görüldükleri gibi askeri operasyonlarla tasfiye olmaktan kurtulamamaktadırlar. Suriye ve İran rejimlerini benzer akıbetler beklemektedir. 


Ulusal devletlerin hapishanelerine kapatılan sivil toplum kuruluşları, azınlıklar, feminist hareketler, yerel kültürler, din ve inanç grupları ile özgün topluluklar önem kazanmakta, aktivite sınırları her geçen gün daha fazla genişlemektedir. Temel insan ve birey hakları ile kolektif topluluk hakları yükselen yeni değerler olarak ön plana geçmektedir.  Demokrasi ve özgürlük talepleri önem kazanmakta, toplumsal yaşamın ruhuna ve amaçlarına göre anlamlı kılınmayı dayatmaktadırlar.

Türkiye’ de devlet ve toplumsal alanın her kademesinde önemli dönüşümler yaşanıyor. Bu dönüşümün başında uyanan Kürtlerin demokrasi ve özgürlük talepleri gelmektedir. Kürt özgürlük hareketinin yürütmüş olduğu otuz yıllık mücadele devlet ve toplum katında köklü dönüşümlerin zeminini yeterince hazırlamıştır. Kürtler eski halk ve topluluk değildir. Amansız bir mücadele ve direniş ile toplumsal varlıklarını devlete ve toplumsal kesimlere kabul ettirmişlerdir. Siyasal bilinçleri ve örgütlülükleri gelişmiştir. Kültürel soykırım ile tükenmeyecekleri açığa çıkmıştır. Halk olarak toplumsal kimlikleri ve demokratik hakları anayasal güvenceye kavuşturulmadan mücadeleden asla vazgeçemeyecekleri anlaşılmaktadır.


Artık Türkiye toplumu 1970’lerin ve 80’lerin toplumu değildir. Kabına sığmayan, dinamik ve arayış peşinde koşan yeni bir toplum söz konusudur. Toplum özgürlük ve demokrasi istiyor. Yüzyıllık tabu ve prangalarından kurtulmak istiyor. Halk toplulukları kendi özgür topluluk kimliklerini, dillerini, kültürlerini ve özerk yönetimlerini yaşamak istiyorlar. Kadınlar erkek egemenlikli cinsiyetçi topluma karşı özgür kişilik ve kimliklerini istiyor. Emekçiler kendi emeklerinin hak ettiği şartlarda onurlu yaşamak ve toplumsal yaşama özgürce katılmak istiyorlar. Kırsal alanlar kendi doğalarını korumak ve hak ettikleri ekolojik bir yaşamı paylaşmak istiyorlar. Kapitalist tekellerin tahribatına karşı doğa ve çevre korunmak isteniyor. Şovenizm, milliyetçilik, inkârcılık, ötekileştirme, her türden kulluk sistemi kaldırılsın isteniyor. Bilinçli her birey, demokrasi ve insan haklarına saygılı, kendi kimliği, kültürü ve özgür tercihi ile demokratik Türkiye cumhuriyetinin onurlu bir vatandaşı olarak yaşamak istiyor. Türkiye’ de toplum ve bireyin bu yönlü gelişme yaşadıkları ve temel taleplerinin daha çok özgürlük, barış ve demokrasi olduğu tartışma götüremez. Devletin seksen yıllık ezber ve dogmalarına artık kimse kulak asmıyor ve kimseyi ikna edemiyor. Bu da demokratik ve özgürlükçü yeni bir anayasayı zorunlu kılmaktadır.

Hiç kuşkusuz yeni anayasa toplumun tüm bu demokratik taleplerini ve özgürlük özlemlerini dikkate alır ve cevap olabilirse kalıcı olacak ve rolünü oynayacaktır. O zaman darbe anayasaları gibi sorunların nedeni ve kaynağı değil, sorun çözen demokratik ve özgürlükçü anayasa olarak tarihe geçecektir.

Yeni Anayasanın Yapılış Yöntemi:
Yeni bir anayasa yapılırken izlenecek yöntem önem arz etmektedir. Yöntemi belirleyen en önemli şart niyet ve amaç konusudur. Eğer amaç; toplumun temel taleplerine cevap verebilecek ve sorunları çözüme ulaştıracak demokratik ve özgürlükçü bir anayasa yapmaksa, yaratıcı ve katılımcı yöntemler bulmak ve uygulamak zor değildir. Eğer amaç bazı egemen kesimlerin iktidar ve çıkarlarını güvenceye almak için toplumu aldatmak ve hileye başvurmak ise hiçbir biçim, yöntem ve çaba sonucu fazla değiştirmeyecektir. Ne yazık ki, son dönemlerde AKP hükümeti ve Gülen ekibinin gösterdiği tutum, ikinci olasılığı daha fazla akla getirmektedir.

Yöntem belirlenirken öncelikle yapılması gerekenlerle gerekmeyenleri ayırt etmek büyük önem taşır. Kalıcı çözüm için temel hakları yerinde tespit etmek ve başa koymak esastır. Bazı düzenlemeler zorunludur ve mutlak yapılması gereken doğal, bireysel ve kolektif temel haklara dayanmaktadır. Bu haklar tespit edilip kararlaştırıldıktan sonra yöntem fazla sorun teşkil etmez. Örneğin BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin teyit ettiği ve devredilemez temel İnsan hakları vardır. Özünde bu haklar oya sunulamaz. Referandum konusu yapılamaz. “Bir topluluk ve birey kendi ana dilinde eğitim yapsın mı yapmasın mı” diye oylama yapılamaz. “Bir halkın varlığı ve kimliği tanınsın mı tanınmasın mı” diye onay alınamaz. Bu hakları önce yıllarca yasaklamak, sonrada oylama konusu yapmak bile kendi başına insanlık suçunu teşkil eder. Ne yazık ki yeni anayasa eğer sorunları çözebilecek bir kabiliyete ulaşabilirse, belki de böyle son bir suçu işlemek zorunda bırakılacaktır. Bununla inkârcı sistem kendini temize çıkarmaya çalışmaktadır.


Yöntem konusunda ikilem bağlantılı ve birbirlerini tamamlayıcı önemli iki husus; katılım ve müzakere ile uzlaşma ve onay konularıdır. Yeni anayasa hangi usul ile tartışılacak, yani tartışma yöntemi nasıl olacak, tartışmalarına kimler katılacak, nasıl uzlaşılacak ve nihai karar olarak kimlerden onay alınacaktır. Toplumsal mutabakat denilen olgu yönteme ilişkin bu soruların doğru yanıtlanmasıyla ortaya çıkar. Bunları ana başlıklar olarak şöyle özetlemek mümkündür. 

1-Yeni anayasa yapılırken izlenecek en doğru ve sorun çözümleyici yaklaşım olarak, öncelikle temel ana sorunları ve nedenlerini samimi ve dürüstçe belirlemek olduğunu yukarıda vurgulamıştık. Bugün Türkiye’nin gündemini işgal eden ve anayasa için olmazsa olmaz kabilinde hayati önem taşıyan temel sorunlar vardır: Bunlardan birincisi; Kürt sorunudur. İkincisi; Cins özgürlüğü ve sosyal haklar sorunudur. Üçüncüsü, devlet organlarının rasyonel ve günün koşullarına göre demokratik standartlara uygun yeniden yapılandırma ihtiyacıdır. Daha doğrusu devletin küçültülmesi ve toplum hayatına müdahale eden konumdan çıkarılmasıdır. Dördüncüsü; demokratik özerklik ve yerel yönetimler sorunudur. Türkiye’nin anayasal çözüm bekleyen temel sorunlarını bu dört başlık altında özetlemek mümkündür. Bu sorunlar bileşik kaplar misali birbirine bağlı, birbirlerinin hem nedenleri hem de sonuçlarıdırlar. Biri çözülmeden diğeri çözülemez. Ya da biri varlığını sürdürdükçe diğerini de kendisinin açığa çıkan bir sonucu olarak var kılar. Yine de her birini kendi mantığı ve amacı içinde anayasal ifadeye kavuşturarak çözmek önem taşımaktadır.


2-Yeni anayasayı yapmaya kimler katılmalıdır sorusuna, “mevcut TBMM kurucu meclis olarak rol oynamalı, anayasayı yapmalıdır” denilmektedir. Mevcut yapılanması dikkate alındığında TBMM’nin kendi başına bu işin üstesinden gelebileceği çok kuşkuludur. Eğer meclis demokratik iradesini ortaya koyar, yeni bir anayasa ile bir çözümün yolunu aralarsa, Türkiye halklarına büyük ve tarihi bir hizmet etmiş olur. Ne yazık ki bu zor görünmektedir. 

 3-Elbette toplumsal sorunlar ilgili ilgisiz, dolaylı dolaysız tüm toplumu ilgilendirir. Ama öncelikle bu sorunların nedenleri ve tarafları bellidir. Sorun hayati olarak kimi ilgilendiriyor, hangi taraf ileri sürüyor ve dile getiriyorsa muhatabı da odur. Bu sorunların sahipleri, mağdurları ve tarafları vardır.  

Bu konuda izlenecek en etkili ve çözümleyici yöntem temel sorunlarla ilgili ne kadar taraf ve muhatap varsa öncelikle bunlarla oturulup görüşülmesidir. Bu sorunların çözümünü isteyen ve bunlardan muzdarip mağdurları ve muhataplarıyla samimi bir müzakere süreci başlatılmalıdır. Keza anayasa eğer bir toplumsal sözleşme olarak addediliyorsa, böyle bir müzakere süreci ile ancak sözleşme adını almayı hak kazanabilir. Kürt sorunuyla ilgili olarak Kürt tarafı ve muhataplarıyla, kadın sorunuyla ilgili olarak kadın hakları savunucuları ve kurumsal temsilcileriyle, kültürel guruplar ve azınlık hakları için azınlık temsilcileriyle, inanç ve cemaat önderleriyle, emekçiler için sendika ya da emekçilerin kendilerinin belirleyecekleri temsilcilerle, çevre sorunları için çevrecilerle, basın ve fikir özgürlüğü için basın mensuplarıyla ve aydınlarla oturulup konuşulmalı ve makul seçeneklerde uzlaşılmalıdır. Kısacası toplumsal kategorileri, sosyal sınıfları,  kültürel toplulukları, ekonomik sosyal amaçlı bütün sivil toplum kuruluşlarını muhatap kabul etmek, onları tartışma ve müzakere sürecine katmak gerekir. Sivil toplum kuruluşları aracılığıyla tüm toplum dolaylı veya doğrudan bu tartışmalara katılma imkânını ve gücünü bulacaktır. Gerçek demokratik katılım ancak böyle sağlanarak etkili olur. Halkın anayasası olarak toplumsal sözleşme böyle ortaya çıkar. 

 
4-Tartışma ve müzakerelerde esas amaç; özgürlüğe, demokrasiye ve hakkaniyete dayanan kalıcı çözümler bulmak ve karşılıklı ikna etmek ve edilmektir. Sorunların nedenlerini ortadan kaldıracak anayasal ifadeler bulmaktır. Yoksa taraflardan her biri kendi argümanlarında sonuna kadar ısrar ederse bu tartışma ve müzakerelerden bir sonuç çıkmaz. Tarafların vicdan ve onurlarını tatmin eden, herkese hak ettiğini verecek makul seçeneklerde uzlaşılmalıdır. 

5-Müzakere ve tartışma süreci olgunlaşıp belli bir aşamaya ve amaca ulaştıktan sonra işin esas zor ve önemli kısmı bitmiş demektir. Geriye, yeni anayasayı resmiyete kavuşturmak için prosedürler uygulayarak ilan etmek ve yürürlüğe koymak kalıyor. Bu aşamadan sonra resmi hüküm kazandırmak için meclisin onayından geçirmek veya doğrudan halkoyuna sunmak fazla sorun teşkil etmez. Esas belirleyici olan bu aşamaya gelmeden önce muhataplarının onayını ve olurunu almaktır. Sonraki aşamalar daha çok işin resmiyet ve genel bağlayıcılık gereğidir.

Gerçekten demokratik ve özgürlükçü bir anayasa yapılmak isteniyorsa izlenecek yol haritası için uygun demokratik yöntemi böyle tespit etmek mümkündür. İzlenecek yöntem küçümsenmemelidir. Yöntem, anayasayı yapanların niyetini ve niteliğinin ipuçlarını ele verir. Müzakereye dayanan katılımcı ve doğrudan demokratik yöntem, anayasanın demokratik ve özgürlükçü olmasını sağlar. Darbeci, devletçi, üsten buyrukçu, hileli ve elitçi yöntem anayasanın devletçi, dar, sığ ve anti demokratik olmasını getirir.    

Yeni Anayasanın Niteliği

Yöntem belirlendikten sonra sıra anayasanın nitelik ve kapsamına gelir. Nitelikten kast edilen anayasanın özü, içeriği ve ruhudur.  Amaç ve hedefidir. Hangi zihniyet, amaç ve toplumsal perspektifle bu anayasa hazırlanmaktadır? Esas anayasa konusunda temel ve belirleyici öz burasıdır. Müzakere ve tartışmaların ana odağını da bu konu oluşturur.  Bu konuda çok çeşitli anlayış ve yaklaşımları dile getirmek mümkündür. Denilebilir ki her grup, sosyal çevre, topluluk, halk kümesi kendi inanç ve çıkar dünyasına göre bir anayasa talebinde bulunur. Ya da kendisine istediği gibi anayasada yer verilmesini ister. Sağ, sol, dinci, milliyetçi, liberal, fanatik, muhafazakâr, feminist gibi pek çok düşünce etkili olmak ister. 

Pek çok toplumsal eğilim kendini dayatmasına rağmen sonuçta iki ana eğilim damgasını vurmaya çalışır. Bunlardan birincisi, toplum karşısında devleti koruyan ve yücelten mantık ve anlayıştır. Yüce devlet, baba devlet, kutsal devlet, tanrı devlet sıfatlarını yükleyerek devletin bekasını esas alan ve toplumu sınırlandıran, devletin topluma karşı her türlü müdahalesini meşru gören anlayıştır. Bu anlayışla yapılan anayasalar, despotik, faşist hükümran ve devletçi anayasalardır. 12 Eylül faşizmiyle zirveye ulaşan ve şimdiye kadar hala da yürürlükte bulunan anayasa bu zihniyet ve mantığın bir ürünüdür. Bu zihniyetle yapılan anayasaların yol açtıkları sonuçlar bilinmektedir. Şimdi yapılmak istenen yeni anayasa ile toplum, bu mantık ve zihniyetle yapılan 12 Eylül anayasasından kurtulmak istiyor.  Ne var ki,   Türkiye’ de yeni anayasa yapılırken halada bu zihniyetle yaklaşan kesimler henüz az değildir. Başta MHP olmak üzere resmi devlet partilerinin temel mantıkları ağırlıklı olarak bu yönlü işlemektedir. Bu mantık ve zihniyet nedeniyle toplumun umudu ve beklentileri boşa çıkabilecek endişeleri taşınmaktadır.


İkinci eğilim ise toplumu devlete karşı korumayı esas alan demokratik özgürlükçü eğilimdir. Gerçek anlamda çözümleyici ve demokratik olan ise bu anlayıştır. Yeni demokratik anayasa, devlet gücünün baskısına karşı toplumu korumak zorundadır. Aynı zamanda tüm düşünce, akım ve isteklere karşı demokratik durmalıdır. Gerçek demokratik anayasalar hiçbir düşüncenin tekelinde veya renginde olamazlar. Laiklik kavramı anayasanın toplum karşısındaki bu demokratik duruşuyla anlam kazanır. Demokratik Anayasaların dinleri, ideolojileri ve renkleri yoktur. Suyu tutan kap misalidir. Eğer toplumu su kabul edersek içine alır ve korumasını sağlar. O sadece topluma şemsiye ve demokratik güvence oluşturur. Gerisi kendini yaşayan topluma aittir.  
Toplumun siyasal, ekonomik, kültürel sosyal, felsefi faaliyetlerine fazla karışmaz. Onun esas işlevi, bu faaliyetlerin demokratik kriterlere ve genel esaslara bağlı olarak özgürce yürütülmesi için uygun ortam ve güvence sağlamaktır. Çağdaş anayasaların öncülü sayılan Magna Carta (Büyük Sözleşme anlamına gelir) temel mantığı ve amacı da bu yönlüdür. Kişiliğinde mutlak merkezi devleti temsil eden kralın tek yanlı keyfi tasarruflarına karşı malikâneleri, orta sınıfları ve yerel hakları korumak amacıyla kabul görmüş ve tarihte hak ettiği yeri almıştır. 

Bugün ise Ortadoğu ve Türkiye de durum çok daha farklıdır. Çağ ve toplum değişmektedir. İnsanlık yeni amaçlar ve demokratik değerler temelinde yol almak istiyor. Değişim rüzgârları Ortadoğu ve Türkiye de sert ve sancılı esmektedir. Türkiye bu yeniçağın şartlarında 12 Eylülün ruhundan izler ve çirkinlikler taşıyan bir anayasa ile yol alamaz. Anayasa yeni özgürlükçü ruh, toplumsal amaçlar ve demokratik değerler üzerinde şekillenmek zorundadır. Bu konuda Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın tespit ve önerileri yol gösterici ve çözümleyicidir. Yeni anayasanın temel mantığı ve felsefesi; devleti sınırlayarak demokratik yapılanmanın önünde engel olmaktan çıkarmak ve toplumsal özgürlüklerin önünü açmak olmalıdır. Anayasanın, geçmişin baskıcı ve devleti yücelten aygıtı olmaktan çıkarılması kadar, Orta doğu halklarına esin kaynağı olmak amacıyla, geleceğin demokratik ve özgürlükçü toplum vizyonunu ortaya koyabilen nitelikte olmasına da özen gösterilmelidir.


Yeni anayasa demokratik cumhuriyet, demokratik ulus, ortak vatan, temel zihniyetiyle kadının özgürlük ideallerine dayanan, ekolojik amaçlı özgür toplum ve yurttaş ile bütün bunların güvencesi olan evrensel demokratik hakların esaslarına göre yapılırsa kalıcılığını ortaya koyarak, gerçek anlamda Orta doğu halklarına model ve esin kaynağı olabilir. Çünkü Orta doğuda, “Demokratikleşme siyasi bir hareket olmasına rağmen, toplumsal bir konsensüsle oluşturulmuş bir anayasaya dayanmadan kalıcı ve sistematik bir yönetim rejimi haline gelemez.  Devleti de sürekli problem oluşturan ve ağırlaştıran bir kurum olarak değil, uzmanlık ve tecrübe birikim alanı olarak çözüm sağlayıcı bir etken halinde tutmak için demokratik anayasa vazgeçilmez bir araçtır” 

Özünde, “Tüm toplumsal taraflar arasında Türkiye’nin demokratikleşmesine ilişkin zımni bir konsensüs oluşmuş bulunmaktadır. Olmayan şey, bu zımni ve tarihsel arzuyu açık, yaşayan bir iradeye dönüştürmektir. Demokratik anayasa bu gerçeğin hakikati, özlü ifadesi olmaktadır.

 Öncelikle yeni anayasanın niteliği ve zihniyeti böyle anlaşılırsa anayasa çalışması gerçek amacına ulaşır ve Türkiye’yi aydınlık ufuklara taşıyabilir.
KCK Hukuk Komitesi

Kaynak: lekolin.org

Hiç yorum yok: