31 Mayıs 2012 Perşembe

Recep Tayip Erdoğan: Öz ve Görüngü

Kabul etmek gerekir ki bir fenomen (görüngü) olarak Recep Tayip Erdoğan günümüz Türkiye’sine damgasını vurmuş biri ve incelenmeye de değer. Ancak bunda Erdoğan’ın meziyetlerinden ziyade içerisinden geçtiğimiz zaman, zemin ve koşullar belirleyici olmaktadır. Erdoğan fenomenini belirleyen bunlardır. Aksi olsaydı yani Erdoğan’ın kendisi bu diyalektiği belirleseydi işte o zaman onun “üstün meziyetleri”nden bahsedebilirdik. Nitekim görüngünün kendisine çok fazla kapılmadan arka planına şöyle ufak bir göz attığımızda dahi bu sonuca ulaşabiliriz. O halde ne demek istediğimizi açımlayabiliriz.

Bilim ve tekniği tekellerinde bulunduran Batılılar, buna dayanarak kendi dışındaki “dünya”ya (kendi deyimleriyle 3. Dünya veyahut “Doğu” vs.) karşı her türlü tasarrufta bulunuyorlar. Elbette bu bilim ve teknik salt Batı’da bu düzeye ulaşmadı. Aksine bu düzeyin “ilk”leri Doğu’da vücut buldu. Sonrasında hangi coğrafya ve koşullar elverdiyse oraya aktı. Nihayetinde Batı’da bugünkü düzeye ulaştı. “Doğu’nun makus talihi” tabiri esas itibarıyla bu gerçekliğin ifadesi oluyor. Batılılar, özelde Anglo Saksonlar daha özelde de İngilizler, bu makus talihin daha da “aksi”leşmesi için ellerinden gelen her şeyi yaptılar, hala da yapıyorlar. Biliniyor, girdikleri zengin coğrafyaları insanlarıyla beraber önce “böl”er, sonra “parça”lar ve böylece “yönet”me kıvamına getirir.

Lafı fazla uzatmadan 20. Yüzyılın başındaki Anadolu’ya gelelim. Biliniyor, “Osman”lı devleti paramparça olmuş ve geriye kalan coğrafyada “Kemal”ist bir devlet kurulmuştu. Önce İngilizlere sonra da Amerikalılara dayanan Kemalistler “tek”çi bir yapılanmaya gittiler. “İslamcı”ları ve Alevileri yedeklediler. Kürtleri ise yok sayıp, yok da etmeye çalıştılar. Kemalistlerin öncüleri “jön” (genç) Türklerdir. İngilizler on yıllarca jön Türklerin evlatları Kemalistleri iş başında tuttular. Zorlandıklarında onlara darbe yaptırdılar. Darbeler Kürtleri ve Alevileri darbeledi. İslamcıları ise daha da “yedek”ledi. Yedekte bekleyen İslamcılar, oyuna katılmak için hep yanıp tutuştu. Ama hep de azarlanarak yerine oturması söylendi. Nihayetinde gün oldu devran döndü, Sovyetler yıkıldı. Amerikalılar yeni düşman arayışına çıktılar ve buldular: İslamcılar. Ama onları da bölmek gerekiyordu! O da oldu: Radikal ve Ilımlı. İşte Türkiye’de saha kenarında uzun süre bekletilen ve yeterince “ılımlı” kıvamına getirilmiş olan İslamcılara yol verildi. Üstelik de “adalet”, “kalkınma”, “ak”, “ampul” vs gibi cazibeli kavramlarla. Yine başlarına da hem eski bir “futbolcu” (üstelik de karambolü seven cinsten) hem de isminde hem “İslam” (Recep Tayip), hem de “Türk” (Erdoğan) unsurları olan biri getirildi. Yani hem “Türk-İslam” hem de “oyuncu”ydu. (Yeri gelmişken “Barack Hüseyin Obama” ismini andırıyor. O da Yahudi-Müslüman-Hristiyan sentezi oluyor!)

Recep Tayip, hemen “jön”ce işe koyuldu. Gerçekten de Jön Türklerin ya da Kemalistlerin tüm tarz ve taktiklerini iyi tatbik etti. İşin “sır”rı şuydu: “Sırtını sağlam bir “dayı”ya daya, karşındakilere her türlü komployu mübah gör ve fethet! “Kutsal” addettiğin yolda ve amaçta, “kirli” yollara sapabilir, “pis” araçları kullanabilirsin. Hatta en yakın arkadaşının sırtına da basabilirsin. Bu çok sorun değil. Önemli olan “hedef”e ulaşman!”

Bu yolda Recep Tayip’in fikir babası Fethullah Gülen ise çoktan Anglo Saksonlar’ın yurdunda “çiftlik” edinmişti bile! Ama gel gör ki, jönleştikçe jönleşen R. Tayip fikir babasına da kafa tutmaya başladı. Bu beklenmeyecek bir davranış değildi aslında. Çünkü daha önce “Hoca”sına da sırtını dönmüştü.

Netice itibarıyla AKP, ideolojik bir yapı ve toplumsal bir proje olmadığı gibi Erdoğan da bir öncü ya da lider değildir. Çünkü gerçekten de toplumsal kökenlere dayanan ve bu yönlü bir felsefi-ahlaki doktrin geliştiren dolayısıyla öz güçlere dayanan yapılar toplumsal, öncüleri de önder olur. AKP ve Erdoğan ise dışsal ve tüm söylemlerinin aksine Batılı ve Modernisttir. Bu durum pratiğinden net olarak anlaşılmaktadır. Tüm muhafazakar ve Doğu tandanslı söylemlerine rağmen Türkiye 10 yıl öncesine oranla daha fazla modernist ve kapitalisttir. Hatta bunun bir sonucu olarak kendi “çap”ında “emperyalist” hamlecikler de geliştirmektedir! Ama “yürü yeğenim” diyen arkasındaki “dayı”nın iteklemesiyle!

Erdoğan ve AKP’yi daha iyi anlamak için onun yayın organlarından “Akit” adlı “gazete”ye bakmak yeterli olacaktır. Bu gazetenin manşet üstü hep “din, iman, vaaz, vicdan vs.”dir. Manşet altına baktığınız zaman ise küfür, hakaret, pervasızlık, komplo, iğrençlik vs namına ne varsa bulursunuz. Yani “vaaz”ların altından lağım akmaktadır.

Bir de Erdoğan’a bakalım. Kendi “rant” kitlesine seslendiği zaman “dini bütün Müslüman”dır. Yönünü Kürtlere çevirdiğinde ise özel savaş elemanıdır; ağzından psikolojik savaş, küfür ve hakaret yağar. En “babacan” postuna bürünmüş Bülent Arınç bile konu Kürtler oldu mu yüzüne takındığı maskeyi paramparça etmekten kendini alıkoyamamaktadır.

TC ile Kürt halkı arasındaki savaşın en hassas dönemine girdiği bu süreçte, kimin ne olduğu ya da neyin ne olduğu daha iyi anlaşılmakta ve daha bir netleşme ortaya çıkmaktadır. Görüngüler silikleşmekte “öz” daha da açığa çıkmaktadır. Elbette bunu en erkenden fark edenler olduğu gibi çokça geç kalanlar da var. Umarız ki Türk olsun, Kürt olsun ya da kim olursa olsun, geç kalmış olanlar bir an önce bunun farkına varırlar.

Özcesi unutmamak gerekir; şeylerin bir özü var bir de görüngüsü, perdenin bir önü var bir de gerisi, toplumların ise bir öncüsü var bir de avcısı! 


AKİF ROJ

Hiç yorum yok: