Türkiye Suriye'ye gidecekmiş. Gitsin, üç defa da ben gitmiştim. Bir
defasında, Halep Şam arasındaki kaçak otobüs yolculuğunda, bütün otobüs
yolcularının parmak ve dudak izlerinin kaldığı bardaktan kana kana su
içmiştim. Muavin, tek bardakla herkese su dağıtıyor, teypten hepimizi
yerinde oynatan bir Arap şarkısı yükseliyordu.
Aşırı kullanılmaktan çaputa dönmüş sahte kimlikteki doğum yerimi;
anne ve babamın ismini öğrenmeye çalışıyordum ki, ilk durakta Suriye
İstihbaratı Muhaberat'ın elamanları içeri doluşmuştu. Neyse ki,
Kamışlolu Kürt arkadaşım sağır ve dilsiz olduğumu söyleyerek,
atılanların en azından bir iki yıl unutulduğu Suriye hapishanelerinin
kapısından koparıp almıştı beni.
Vatandaşı olan 20 milyon Kürdün sadece dilini ve kültürünü değil,
yedi ced geçmişini yasaklayan; 20 milyon Aleviye tek din görevlesi
münasip görmediği gibi onlara sık sık cellatlık yapan Türk devleti
Suriye'ye girecek ve üstelik oraya demokrasi götürecekmiş!
Vallahi çok güldüm. 12 Eylül'de üç aylık polis sorgusunda iken
cezaevini özlerdik. Ah bir cezaevine ulaşsak, yatağımız olsa, ne bileyim
üç öğün dayaksız yemek yiyebilsek... Bu özlemle geldiğimiz askeri
cezaevlerinin kapısındaki sevincimiz, elbiselerine sığmayan iri gövdeli
eli kalaslı komandoların "Allah Allah Allah" diye saldırmaya
başlamasıyla kursağımızda kalmıştı. O yıllardan aldığım çok isbetli bir
kalas darbesinin kafatasımı boydan boya çatlattığını, sonra hiç haberim
olmadan kendiliğinden kaynadığını İsviçre'de çektirdiğim kafa filminden
öğrenmiştim.
Ama olsun, Türkiye "Allah Allah" diye Müslümanlara saldıracak
komanadolarıyla Suriye'ye girecekmiş. Osmanlı İmparatorluğu da Alman
gazıyla, bayrak çektiği iki Alman gemisiyle Rusya kıyılarını bombalamış,
dört yıl süren Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda 4 milyon kilometre kare
toprak kaybederek geriye sadece Kürdistan üzerine abanmış şimdiki ırkçı
Türkiye Cumhuriyeti'ni bırakmıştı.
Vatandaşına devletlik değil cellatlık yapan, milliyetçi Türk
muhafazakarlığına ve Kemalist diktatörlere de cennet gibi bir ortam
sunan Türk ırk devletinin demek kanı kaynıyor ki, Suriye'ye girecek.
Vallahi girsin.
Kürdistan'ı dört parçaya bölmüş dörtlü sömürgeciliğin içine düştüğü
halleri görüyorsunuz. Paslı zincir kırılmalarını herhalde duyuyorsunuz.
Doğu cephemizde rejimiyle birlikte sınırlarının parçalanmasının
hesapları yapılan İran var... Güney cephemiz üç parçalı Irak... Güney
Batı'da toz duman edileceği günü belirlenmiş Suriye... Kuzeyde, 20
milyon Kürde Kürtçe bir ana okulu dahi açtırmayan Türk ırk
cumhuriyeti...
Türk ırk cumhuriyeti, kandırmaklık çeyrek demokrasisiyle Suriye ve
İran'a abanmakla bu ülkelerdeki geleceğin Kürt statüsünü engelleyip,
kendi Kürt sorunun üzerine kapanarak 21. yüzyılın Kürt fırtınasından
kurtulacağını sanıyor.
Ne muhteşem yazgı! Kürdistan'ı kardeş payı yapanların şimdi
birbirlerinin rejimleri ve sınırlarıyla oynamanın resitalini izliyoruz.
Ben de Suriye'ye girmiştim. Hevallerin elime tutuşturduğu Suriye
kimliğindeki doğum yerini ve anne ile babanın ismini ezberleyemeden
kendimi zor bela Türk ırk cumhuriyetinin halkıma çizdiği mayınlı
arazinin bu tarafına atmıştım...
Ama bu kez Türk basını daha temkinli... Allah Allah deyüp, sınıra
koşan yok gibi. Çünkü biliyorlar ki, bu iş Güney Kore'ye asker
yolculamaya benzemiyor. Suriye'ye gireseler, Kürdistan üzerine
oturtulmuş sömürgeci tahtın ikinci ayağı da kırılacak ve altından
çıkamayacaklar. Suriye'ye gitmeseler nur topu gibi ikinci bir Kürdistan
kurulacak ve sıra Kürdistan'ın ana gövdesi Kuzey Kürdistan'a daha çabuk
gelecek..
.
Şair, celladı yatağından uyandırıp şöyle demişti:
Cellat uyandı yatağında bir gece
"Tanrım" dedi "Bu ne zor bilmece:
Öldükçe çoğalıyor adamlar
Ben tükenmekteyim öldürdükçe..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder