9 Nisan 2012 Pazartesi

Özel Savaş Stratejileri-2

Gayri Nizami Harp 

Sınırları kurallarla belirlenmemiş bir savaştır. Düzenli olmayan bir savaştır. Gayri Nizami Harp daha çok gerilla savaşı için kullanılan bir tabirdir. Gerilla savaşı gibidir. Düzenli orduların, birliklerin yürütmediği bir savaştır. Yani savaşı kendi kurallarına göre belirliyor. Sürekli hareket halindedir. Sabit üslenme noktaları yoktur. Zamanı geldiğinde küçülüyor, zamanı gelince büyüyor. Kendi içinde esneme kapasitesine sahip. Özgün koşullarda yürütüldüğü için diğer normal savaşan birliklerden çok daha fazla hareket koşulları isteyen, ona göre ruhen ve bedenen hazırlıklı olan kişiler tarafından sürdürülen bir savaş, gerilla savaşıdır. Gerilla için derler ki, bir keçinin geçemediği yerden geçer. Küçük bir birlik halinde örgütlenen gerillanın kendisinden kat be kat büyük olan düşman gücünü alt edebileceği bilinir. Bu gerillanın gücünün doğa ve devasa rakipler karşısında pes etmeyen durumunu ortaya koyar. Bu şekilde gerilla savaşı için getirilen tanımlar vardır. İşte bunun için Gayri Nizami Harp, gerilla savaşı ve mücadelesi için kullanılan bir tanımdır. 

Elbette düşmanın uyguladığı ya da özel savaş içindeki Gayri Nizami Harp bundan farklıdır. Özel savaş içinde uygulanan bu yönteme Gayri Nizami Harp denmesinin nedeni, özel savaş güçlerinin kendisini gerilla gibi örgütleyerek, gerilla gibi hareket eden bir konumda tutmak istemesinden kaynaklıdır. O da gerillaya ya da düzenli olmayan birliklere karşı düzenli orduyla mücadele edilemeyeceğini ve sonuca gidilemeyeceğini görür. O nedenle de düzensiz olan ve düzenli ordu gibi örgütlenmeyen gerillaya karşı da kendisini öylesi bir güç olarak örgütlemeyi hedefler. Bunun için gerilla hangi koşullarda yaşıyorsa, onun da o koşullarda yaşayabilecek bir şekilde gücünü hazırlaması ve eğitmesi gündeme gelir. Gerillanın eylemi vur-kaç ise, baskın, sabotaj ve suikast ise o da o tür yöntemleri kullanmayı esas alır. Yani gerillanın yöntemiyle gerillaya karşı bir mücadele yürütür. Gerillanın yöntemlerini kullanarak, gerillaya karşı mücadele ettiği için bunlara gerilla denmemiş, kontrgerilla denmiştir. Gerilla yöntemlerini kullanarak gerillaya karşı savaşan güce, kontrgerilla yani karşı-gerilla tanımı getirilmiştir. İşte bu güçlerin yürüttüğü savaşa Gayri Nizami Harp deniyor. 

Özel savaş stratejistlerinin ortaya koyduğu Gayri Nizami Harp bu şekilde açımlanabilir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kuzey Atlantik Savunma Paktı( NATO) kuruluyor. Bunun dışında dünyanın diğer kıtalarında da CENTO, CEATO gibi askeri paktlar oluşuyor. NATO bünyesinde yer alan ülkelerde ise hem sosyalist ülkelere hem o ülkelerde gelişecek sınıf mücadelelerine hem de gelişen sömürge halkların bağımsızlık mücadelelerine karşı örgütlenmeler içine giriliyor. Bu örgütlenmeler gizli örgütlenmelerdir. Açık, legal örgütlenmeler değildir. Bu örgütlenmelere NATO’ya üye ülkeler içerisinde ‘gizli NATO’lar adı veriliyor. Bu gizli NATO’lar diye oluşturulan örgütlenmelerin temel görevi ise kapitalist sisteme karşı bir tehlike varsa, ona karşı gizliden mücadele yürütmek ve bu ülkelerde gelişen devrimci mücadeleler varsa onlara karşı mücadele etmektir. Eskiden Doğu Bloğu Ülkeleri vardı, reel sosyalist ülkeler vardı. O ülkelerin bu ülkelere karşı bir harekâtı gerçekleştiği zaman da bu ülkelerde, bu devletlerin direniş birliklerinin oluşturulması görevi vardır. Bu temelde görevler atfedilerek oluşturulan örgütlenmeler de bu gizli NATO’lar kapsamındadır. Bu örgütlenmeler gizli tutuluyordu. Daha çok devlete bağlılığı ispatlamış, milliyetçi, devletçi fikirlerle donatılmış kişilerden oluşuyordu. Bu örgütlerin ideolojik söylemleri de vardır ve kendilerine isimler veriyorlardı. Vermiş oldukları isimler genel olarak 'Vatanseverler' anlamına geliyor. Dünyanın neresinde olursa olsun bu oluşan gizli NATO’larda yer alan kişiler kendilerini ‘Vatanseverler’ olarak adlandırıyorlar. Doğal olarak onların ideolojileri ve düşünceleri de ulusalcı, milliyetçidir. Ulusal ve milliyetçi düşünceler etrafında bir araya gelen bu kesimler, kendi aralarında derin, gizli ilişkiler oluşturarak hem toplum, siyaset üzerinde etkili olmaya, hem de gizliden gizliye toplumu yönlendirmeye çalışan bir güç olarak toplum yaşamında yer alıyorlardı. Bunlar Türkiye, Yunanistan, Fransa, İspanya, İtalya ve her yerde örgütlenmişlerdir. Bunların her yerde almış oldukları farklı isimler vardır. Örneğin, İtalyanlar Gladio, İspanyollar Rüzgâr Gülü, Fransızlar Sara Roza( Kırmızı Gül), Yunanistanlılar ise bunun adına Yumuşak Keçi Postu demişlerdir. Türkiye’de de buna ilk önce Seferberlik Tetkik Kurulu sonra Özel Harp Dairesi daha sonraki adına Ergenekon demişlerdir. Bunlar bu şekilde isimlerle adlandırılmıştır. Daha çok ordu içinde oluşan bir teşkilatlanma olarak ele almışlardır. Bunlar hangi ülkede örgütlendirilmişlerse, o ülkelerin değişik alanlarında üslenmişleridir. Bu üstlenme gerillaların yapmış olduğu üstlenme gibi değildir. Nasıl üsleniyorlar? Derin devlet içinde, derin ilişkiler içerisinde yer almışlardır. Devlet imkânlarına bağlı olarak kendileri için stratejik olarak gördükleri alanlarda örgütlenmişlerdir. Ne yapmışlardır? Devlet bürokrasisi içine sızmışlardır. Sivil toplum örgütleri varsa, onların içine sızmışlardır. Yerel partiler varsa onlar içine sızmışlardır. Bu şekilde toplum üzerinde etkili olabilecek şekilde kendilerini konumlandırmışlardır. Yine ülkenin değişik yerlerinde her an harekete, saldırıya geçebilecek özel birlikler oluşturmuşlardır. Bu özel birliklerin kullanacakları cephanelikler oluşturmuşlardır. İlk örgütlenme biçimi böyledir. Gerektiği zaman sürekli örgütlenen, harekete geçen bir güç olarak ele almışlardır kendilerini. 

Bu güçler kendilerini iki esas üzerinde örgütlemişlerdir. 

Bir: Gizli yeraltı unsurları 

İki: Legal yer üstü unsurlarıdır. 

Özel Harp Dairesi’ni ya da Gayri Nizami Harp’i yürütecek olan kontrgerilla yeraltı unsurları ve yer üstü legal unsurlar biçiminde örgütlendirilmiştir. Yeraltı unsurları tamamıyla belirttiğimiz temellerde örgütlendirilmişlerdir. Bunlar uyuyan birlikler temelinde, ülkenin muhtelif yerlerinde örgütlendirilmiş, harekete geçmeye hazır güçlerdir. Bunlar gerektiği zaman harekete geçeceklerdir. Düşman olarak kimi ilan etmişlerse, ona karşı saldıracak güçler biçiminde yer almışlardır. Cephaneleri vardır, devletin derin ilişkileri içinde kendilerini var etmişlerdir. Böylesi bir konumda bulunmaktadırlar. Yer üstü unsurları ise kendini açık legal alanda var etmiştir. 

Özel Harp Dairesi’nin, kontrgerillanın Gayri Nizami Harp’i yürüten güçlerin ideolojik temelini ‘vatanseverlik’ oluşturuyor. Askeri yönünü de herhangi bir tehlike karşısında harekete geçebilecek şekilde hazır tutulan güçleri oluşturuyor. Bunun yer üstü unsurları da aynı şekilde örgütlenmiştir ama legaldir, açıktır. Yani gizli değildir. Yer üstü unsurları bu anlamda ideolojik ve askeri olarak örgütlenmeler olarak kendilerini var etmiştir. Askeri olarak kendisini nasıl var ediyor? Özel harekâtı yürütecek güçler şeklinde kendini örgütleyerek var ediyorlar. Bunlar nedir? Örneğin, Türk Ordusu’nda 1960’larda oluşan komando tugayları vardır. Bu komando tugayları normal askeri birlikler değildir. Gerillaya, iç savaşa karşı mücadele yürütme temelinde oluşturulan tugaylardır. Mesela, Türkiye’de komandolara, Türk Ordusu’nun çelik çekirdeği, demir çekirdeği adı verilir. İngiltere’de SAS komandoları, Amerika’da Deniz Piyadeleri, Almanya’da G-8, Türkiye’de ise komandolar vardır. Bunlar hep özel harekâta göre ordu içerisinde oluşturulmuş özel harekât birlikleridir. Eğer Gayri Nizami Harp’in yer üstü, legal askeri örgütlerinden bahsedeceksek, bunun ordu içerisindeki özel harp, özel savaş temelinde örgütlendirilmiş halini görmek zorundayız. Daha sonraki süreçte bu askeri alandaki yer üstü unsurları, daha farklı biçimlerde kendini örgütlendirebiliyor. Bunlara “Çelik Güç”, “Çevik Güç” adı verilirken, Türkiye’de olduğu gibi “A Takımı”, “B Takımı” denildiği gibi, şimdi de “profesyonel ordu” denilebilmektedir. 

Özel Harp’in ya da legal unsurların diğer bir boyutu; siyasi partiler, sendikalar, dernekler, basın yayın organları, ideolojik kurum- kuruluşlar, bürokrasi ve entelektüel kesimlerden oluşuyor. Bunlar açık partiler şeklinde örgütleniyorlar. Nasıl temel ideoloji olarak vatanseverliği, ulusalcılığı ve milliyetçiliği öne çıkartıyorlarsa; bu temelde oluşan örgütlenmeler kendilerine milliyetçi, vatansever adlarını verebiliyorlar. Bunlar Almanya, Türkiye örneğinde olduğu gibi farklı isimler de alıyorlar. Mesela, Almanya’da Neonazilerdir, Türkiye’de Milliyetçi Hareket Partisi’dir. Değişik isimler altında da kendilerini var etmişlerdir. Bunlar halkı o temelde örgütleyerek özel savaşın kitle tabanını oluşturmayı hedefleyen partilerdir. Herhangi bir iç savaş durumunda, devrimcilere ya da egemen güçlere karşı kim mücadele ediyorsa ona karşı halkın harekete geçmesini legal alanda sağlayacak olan örgütlerdir. Böylesi partiler bunun için örgütlendiriliyor. Bu partilerin, kitleleri ideolojik olarak yönlendirmesi çalışmaları da Özel Harp’in kapsamı içinde değerlendirilir. Gazetelerin köşe yazarları bu konunun baş aktörleridir. Bunların dışında Türkiye’de olduğu gibi TRT Genel Müdürlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı, YÖK, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, yazarlar özel savaş kapsamında önemli bir yer tutarlar. Bunlar, toplum yaşamının yönlendirilmesinde aktif konumda bulunanlardır. Gazetelerdeki köşe yazılarıyla ne yaparlar? Toplumu yönlendirirler. Televizyondaki programlarıyla ve herhangi bir konu üzerine ortaya koydukları görüşlerle toplumu yönlendirirler. Toplumu eğitme, yönlendirme ve bir düşünce doğrultusunda harekete geçirme temelinde faaliyet yürütürler. Bunlar, kimi yerlerin üniversitelerinde öğretim üyesidir, kimi yerlerin gazetelerinde köşe yazarıdır, kimi yerlerin mahalle muhtarıdır, kimi yerlerde ilkokul öğretmenidir, kimi yerlerde doktordur, kimi yerlerde avukat ve kimi camilerde hocadırlar. Bunlar devlet tarafından özel olarak hazırlanmış kişilerdir. Devlet, kariyeri olanları kullanır. Ama toplum üzerinde etkili olabilmek için birilerini de kariyer sahibi yapar. Kariyer sahibi yaptıklarının çoğu bu şekilde Özel Harp’in yer üstü unsurlarından oluşmaktadır. Tanıdığımız birçok kişi var. Öyle ki, yazdığı bir kitabı yoktur, ama okulda profesör olmuştur. Ya da çok sonraları birden okuma yazma öğrenmiş ya da geliştirmiş ama bakmışsınız bir kitap yazmıştır. Birileri yazmıştır, onun adına yayınlanmıştır ya da birilerinin yazdığı onun adına üniversitelere tez olarak sunulmuştur. Bu şekilde Özel Harp sadece kendini yeraltı, gizli esaslarda değil aynı zamanda yer üstü legal unsurlara dayalı olarak da örgütlemektedir. 

Bunlar, her zaman bir biçimiyle yasal kılıflar bulmaktadır. Mesela, ‘sivil savunma'dan bahsedilir. Sivil savunma kulağa hoş gelir. Sivil toplumun kendisinin savunması değildir, bu kulağa hoş gelen şey. Devlet tarafından belirlenmiş, İçişleri Bakanlığı tarafından yapabilirliği uygun görünmüş kişilerden oluşur. Bunlar herhangi bir tehlike karşısında da doğal görevli olarak kollarına takacakları bantlarla hareket serbestliğine sahip olacak kişilerdir.  Özel savaş kapsamında Gayri Nizami Harp dediğimiz Özel Harp, kendisini yukarda da görüldüğü gibi yeraltı ve yer üstü unsurları temelinde, çok farklı biçimlerde örgütlemektedir.

Aynı şekilde Özel Harp'ın eylem tarzları da çok farklıdır. Bunlar gerillaya karşı konumlandırılmışlardır. Gerillaya karşı geliştirilirken de gerilla tarzını kendilerine göre esas almışlardır. Gerilla hangi koşullarda yaşıyorsa, kendilerinin de o şekilde yaşayabileceklerini ortaya koymak istemişlerdir. Gerilla, vur-kaç, sabotaj, baskın yapıyorsa, onlar da gerillaya karşı bu tür eylemlerle sonuç elde etmeye çalışmışlardır. Ama nitelikleri ve amaçları farklıdır. Sadece gerillanın bir taklididir. Gerillanın bir taklidi olduğu için kontrgerilla kendi eğitimini yaparken, gerillanın eğitiminden esinleniyor ve kendisine göre de hedefler belirliyorlar. Mesela diyor ki, düzenli ordu gerilla karşısında başarısızdır. Kendisi buna göre neyi belirliyor? Diyor ki, ''gerillanın azami hızı, kontrgerillanın asgari hızı olmalıdır. Eğer gerillanın azami hızı, kontrgerillanın asgari hızı olursa gerillayı alt edilebilir'' diye düşünüyor. Bu ne demektir? Gerilla bir koşuyorsa, kontrgerilla iki koşmalıdır. Gerilla on gün açlığa dayanıyorsa, o yirmi gün açlığa dayanmalıdır. Gerilla belirli bir güçle eylem yapıyorsa, o ondan daha az güçle eylem yapmalıdır. Bu şekilde kendisine göre hedefler belirliyor. Buna göre de kontrgerilla elemanını örgütlüyor ve gerillaya göre biçim kazandırıyor. Mesela gerilla, karanlık ve ormanlık alanları yaşam sahaları olarak tercih ediyor. Karanlık, gerillaya rahat hareket imkânını sağlar. Yine dağlık, kayalık ve ormanlık bölgeler gerillanın barınma alanlarıdır. Çünkü düzenli ordu buralara kolayca girip hareket edemez. Kontrgerilla bunun karşısında ne yapmak istiyor? Karanlığın, gerillanın hareket zamanı olduğunu bildiği için kullanmasının önüne geçmek istiyor. Kontrgerilla karanlıkta hareket ediyor. Kontrgerilla karanlıkta hareket edince, gerilla karanlıkta savunma pozisyonuna geçmiş oluyor. Kontrgerilla ormanlarda, dağlık, kayalık bölgelerde mevzi tutmaya çalışıyor. Bu sefer karanlık, ormanlık ve sert alanlar gerilla için güvenilmez alanlar haline geliyor. Yani karanlığın, ormanın, sert arazinin gerillanın dostu olmaktan çıkarılmasını hedefliyor. Karanlığı ve sarp araziyi, ormanları kendisi için tarafsız bölge haline getiriyor. Yani gerilla da yararlanıyorsa,  kendisinin de bundan yararlanabileceğini düşünüyor. Bizim yaptıklarımızı, yapmak istiyor. Bizim yaşadıklarımızı, yaşadığımız koşullarda yaşamak istiyor. Bizim avantaja dönüştürdüğümüz zorlukları kendisi için avantaj durumuna getirmek istiyor. O temelde eğitiliyor, o temelde kendini hazırlıyor. 

Kontrgerilla eğitim kitaplarına bakıldığında görülecektir. Kontrgerillanın eğitimi, savaştırdığı güçlerin ideolojik olarak hazırlanması, tamamıyla bizim geliştirdiğimiz gerilla mücadelesini boşa çıkarma temelinde ama ona karşıtlık temelinde yapılmıştır. O konuda hiçbir şüphe yoktur. Biz nasıl savaşan bir güç olarak kendimizi ayakta tutuyorsak, onlar da bize karşı ayakta durabilmek için kendisini o temelde hazırlamak istiyor. Komando eğitimleri ya da özel harekât birliklerinin eğitimleri hep bu temeldedir. 

Bizim onlardan farkımız nedir? Biz gerillayız. Onlar bize karşı geliştirilmiştir; yani bizim taklidimizdir. Nasıl bir taklittir? Kaba, özden uzak bir taklittir. Biz inanarak, karşılıksız ve bir halk savaşçısı olarak bunu yapıyoruz. Bunun için de her şeyimizi feda etmeye hazır bir vaziyetteyiz. Ama kontrgerillanınki böyle değildir. Parayla görev yapıyor. Bir süre sonra inancının kırıldığı noktada psikopatlaşıyor. Bazıları intihar ediyor. Bazıları da farklı bir biçimde kendisini savaş dışı bırakıyor.
  
Kendini halk ve gerilla savaşına karşı eğiten kontrgerillanın, Gayrı Nizami Harp yürütenlerin kendilerini örgütlemesi, sadece bu değildir. Kendisi için tehlike olarak gördükleri gelişmeler yaşanmaya başladığı andan itibaren, ‘uyuyan birlikler’ diye adlandırdıkları yeraltı unsurlarını harekete geçiriyorlar. Bu uyuyan birlikler harekete geçtiğinde, her yol ve yöntemi kullanmayı, kendileri için mubah görüyorlar. Bu birliklerin talimatları vardır. Bu Türkiye’de de “sahra talimatnameleri” olarak geçer. Bu ‘uyuyan birlikler’ diye adlandırılan birliklerin sahra talimatnamelerinde önlerine koydukları görevler vardır. Bu birlikler her şeyi yapabilirler. İnsan öldürebilirler, insan kaçırabilirler, fidye isteyebilirler, tecavüzde bulunabilirler, soygun yapabilirler, katliam gerçekleştirebilir, sabotajlarda bulunabilirler ve her türlü şiddet içerikli eylemi gerçekleştirebilirler. Bu talimatnameleri deşifre olmuştur. Bu talimatnamelerinde açık olarak dile getirdikleri tek şey, ‘eylem serbestliği’dir. İnsan kaçırıp, çok rahat öldürüp bir kenara atabilirler. Toplumda panik yaratmak için insanları kaçırıp, tecavüz edebilirler. Fidye isteyebilirler, toplumun tanınmış kişilerine suikast düzenleyebilirler. Toplumda kargaşa yaratmak için camiler, kültür merkezleri olmak üzere birçok yeri havaya uçurabilirler. Bunlar, kendilerinin yapmaları serbest bırakılan eylemlerdir. Tehlike olarak görüldüğü dönemlerde bunları harekete geçiriyorlar. Ve halkı galeyana getirmek için de dini kullanabilirler, ırkçılığı geliştirebilirler. Yani çıkarlarına uygun ne varsa, buna göre bunlar harekete geçerler.   

Bu açıdan biz, Gayri Nizami Özel Harp içerisinde Gayri Nizami Harp’i iki boyutta ele alacağız. Bunlar: Yeraltı ve yer üstü unsurlarıdır. Bugün dünyanın birçok yerinde geliştirilen özel savaş uygulamalarını, bu gerçeklik üzerinde değerlendireceğiz. Arkadaşlar bazı yabancı Amerikan ve Hollywood filmleri izliyorlar. Son süreçte Yeşil Çam’da da ona benzer filmler yapılmaya başlandı. O filmlerde gösterilen özel harekâtlar ve özel eylemlilikler vardır. Bunlar kontrgerilla harekâtı olarak değerlendirilen harekâtlardır. Özel savaşın, Gayrı Nizami Harp dediği, yani düzenli olmayan kısmı budur. Biz buna “kontrgerilla” diyoruz. Tamamıyla özel savaşa göre şekillenmiş güçler tarafından yürütülen bir savaştır. Bunlar gerilla mücadelesini alt etmeyi esas aldığı içindir ki, gerillanın kullandığı yöntemleri gerillaya karşı kullanarak sonuç elde etmek istiyorlar. Gerillanın taklidi de olsa, tamamen gerilladan farklı bir örgütlenmedir. Bu nedenle, bu birliklere kontrgerilla adı veriliyor. 

Dünyanın birçok yerinde gerilla güçlerine karşı bunlar kullanılıyor. Hala da dünyanın birçok yerinde devletler bu tür güçlere başvuruyor. Kontrgerillanın, gerilla nasıl yaşıyor, eğitiliyor, eylem yapıyor gibi konulardan yararlanarak kendisini eğitmesi beraberinde gerillanın da kendisini gözden geçirmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Çünkü o, gerilla karşısında başarılı olabilmek için kendisini gerilladan daha hızlı ve sonuç alıcı hale getiriyor. Bu noktada gerillanın da yapması gerekenler vardır. Bunlar; kendisini sürekli yenilemek, geliştirmek ve performansını güçlü tutmaktır. Eğer gerilla, kendisini sürekli yenilemezse, geliştirmezse, performansını güçlü tutmazsa doğal olarak kontrgerillanın da, özel harp yürüten güçlerin de belli yönleriyle sonuç alması olanaklı hale geliyor. Eski arkadaşlar bilirler. PKK mücadelesinin gelişmeye başladığı süreçten sonra bize karşı bir özel savaş yürütülmeye başlandı. Bize karşı özel savaş yürütenler belli ölçüde sonuç da elde ettiler. Elde ettikleri sonuçlar, hep gerillanın özelliklerini kaybetmeye başladığı anlarda yaşanmıştır. Gerilla ne zaman gerillalıktan uzaklaşmaya başlıyor, ne zaman asi- avare konuma düşüyor, ne zaman gevşiyor, ne zaman kurallı yaşamayı bir yana bırakıyor, gerilla kurallarına ve taktiklerine uymuyor; o andan itibaren gerilla kayıp veren, zarar gören güç durumuna geliyor. O nedenledir ki, özel harekât ya da kontrgerilla güçlerinin başarılı olmasını engelleyecek olan yine gerillanın kendisi oluyor. 

Kendini yenileyen, sürekli güçlendiren, performansını daima güçlü tutan bir gerilla, kontrgerillayı alt edecek bir güç olarak varlığını korur. Bu konuda değişik ülkelerdeki kontrgerilla hareketleri de incelenebilir. Kontrgerillanın yaşamını, eğitimlerini anlatan kitaplar vardır. Bunlar okunarak düşman daha iyi tanınabilir. Düşmanımızı iyi tanırsak, ona karşı başarılı bir mücadele verebiliriz. Kim ki, düşmanını tanımıyorsa onun karşısında başarılı olamaz. O açıdan özel savaş konusu, düşmanı tanıma, düşmanın nasıl bir güç olduğunu görme ve düşmanı küçümsememek gerektiğini bilince çıkarma açısından çok önemlidir. Düşmanını küçümseyen, tanımayan kişi düşmanı karşısından başarılı olamaz. Özel savaşın Gayri Nizami Harp diye adlandırdığı kontrgerilla bölümünü çok iyi özümsememiz, anlamamız mutlaka gereklidir. 

Bir de kontrgerillanın bir taktik olarak geliştirilerek kullanıldığı farklı uygulanma biçimleri söz konusu olmuştur. Angola’da, Nikaragua vb ülkelerde bunlar görülmüştür. Yine Kolombiya vb ülkelerde de farklı türden örneklerine rastlanabilmiştir. Angola’da Portekiz sömürgeciliğine karşı bağımsızlık mücadelesinde ilk aşamada ulusal cephede yer alan UNİTA, daha sonra CIA tarafından yönlendirilerek, oluşan yeni devlet yönetimine karşı savaştırılan bir güç haline getirilmiştir. Yine aynı şekilde Nikaragua Devrimi sürecinde Sandinistlerle hareket eden Eden Pastora tarafından komuta edilen güçler, devrim sonrasında oluşan iktidara karşı silahlı bir mücadele içerisine girmiştir. 

Kolombiya, El Salvador, Filipinler vb. ülkelerde ise kontrgerillanın daha farklı örgütlendirilişleri söz konusu olmuştur. Bu, Kolombiya’da iktidara karşı savaşan gerilla güçlerine karşı, cepheden örgütlendirilen silahlı milis ordulaşması biçimini alırken, Filipinler ve El Salvador vb. ülkelerde Ölüm Mangaları, Kafatası Avcıları vb. adlarla sokak ortalarında adam öldüren, kaçıran, tecavüz eden cinayet şebekeleri, çeteleri biçiminde örgütlendirilmişlerdir.     
    
İstikrar Harekâtı:

İstikrar Harekâtı olarak dile getirilen özel savaşın ikinci saç ayağını ise asıl ismiyle darbeler oluşturmaktadır. Aslında burada istikrar harekâtı adı kullanılarak gerçekleştirilen darbeler için meşru bir kılıf yaratılmaya çalışılmaktadır. O nedenledir ki istikrar harekâtı tanımı, özel savaşın kendi gerçeğine demagojik anlam yüklemiş olduğu bir anlamı ifade etmektedir. Çünkü istikrar düzendir. Darbeler için İstikrar Harekâtı denildiği zaman toplumun bilincinde “düzeni sağlama harekâtı” gibi bir yanılsama da yaratılmış olmaktadır. Oysa özel savaş düzen sağlama harekâtı değil, düzensizlik harekâtıdır. Sömürücü güçlerin egemenliğini garantiye alma harekâtıdır. Diktatörlüktür. Yani faşizmdir. Faşizmin sağlayacağı “istikrar” da, halkı zapturapt altına almaktır. O nedenledir ki bu zapturapt altına alma hareketlerine darbeler dememiz daha doğru olacaktır.

Darbeler; sivil hükümetlerin gerçekleşen askeri müdahalelerle, darbelerle hükümetten uzaklaştırılması, cuntaların devlet yönetimine el koyması ya da askerlerin müdahalesi sonucunda sivil hükümetlerin el değiştirmesi biçiminde gerçekleşmektedir. Bu hükümet, cuntalar ya da cuntaların kurduğu hükümetler biçiminde de olabilir. Bu darbeler stabilize yani düzen sağlama, biçim verme harekâtı olarak değerlendirilebilmektedir. Ancak darbecilerin stabilize olarak anlam biçtikleri darbelerin gerçekleşmesinden önce darbelerin kendilerine bir gerekçe yaratmaları söz konusu edilmektedir. Darbeciler gerekli gördükleri bu alt yapı hazırlıklarını da ‘destabilize’ olarak adlandırmaktadırlar. Buradan da anlaşılacağı üzere darbeciler stabilize dedikleri kendilerini oturtma eyleminden önce ortalığı karıştırarak, harekete geçebilmeleri için ortamı hazır hale getirmeyi ön görmektedirler. Bu şekilde darbeler öncesinde yapılan ön hazırlıklara destabilize adı verilmiş oluyor. Destabilize sözcüğünün sözlük anlamından da anlaşılacağı gibi, karışıklık; öyle bir noktaya getiriliyor ki, halk içerisinde de benzeri taleplerin gelişimi sağlanarak, darbe sanki bir gereklilikmiş gibi halka sunulmuş oluyor. Böylelikle ortalığı karıştırma çalışmaları bir sonuç veriyor. 

Egemen ve sömürücü güçler, çıkarları tehlikeye girdiği zaman darbelere başvururlar. Yoksa iş olsun diye darbe gerçekleştirmezler. Hükümetlerin, egemen güçlerin ya da oligarşilerin çıkarlarını temsil edecek şekilde bir pozisyonda bulunmalarını isterler. Onun için yasa gerekiyorsa yasa çıkartılması, ödenek gerekiyorsa ödeneklerin verilmesi, askeri araç- gereç gerekiyorsa bunların sağlanması, sömürü ve soygun düzenlerinin önünde engeller oluşmuşsa, bunların aşılması yani çıkarları için ne isteniyorsa onların yerine getirilmesi hedeflenir. Eğer bunlar normal siyasal işleyişin sınırları içerisinde yerine getirilemiyorsa, orada sorunlar ya da onların yerine getirmesini engelleyecek olaylar yaşanmaya başlamış demektir. O noktada darbeler devreye girer. Ama darbeler devreye girmeden önce bunun hazırlıkları yapılır. Bu hazırlıkları nasıl yapıyorlar? Hükümetleri düşürmek için hükümetler içinde iç sorunlar yaratıyorlar ve hükümetler istifa ettiriliyorlar. İstifalarla, tehditlerle, şantajlar vb. tutumlarla hükümetleri hükmedemez duruma getiriyorlar. Hükümetlerin yaşadığı yolsuzluklar varsa, bu yolsuzlukları gündemleştiriyorlar. Artık öyle bir noktaya geliyor ki hükümetler skandallarla anılır hale getiriliyor. Durum böyle olunca, o hükümetlerin halk içerisindeki meşruluğu da kaybolmaya başlıyor. Hükümetlerin meşruluğunu bitirdiği yerde genel seçim olur. Yeni bir hükümet oluşur, normal siyasal işleyiş bunu gerektirir. Ancak darbelerin asıl hedeflediği bu değildir. Kendini ya da güdümlü hükümetleri müdahale ile hükümet haline getirmektir.

Darbelerde en önemli olan şey, darbeyi yapanların kurtarıcı pozisyonuyla iktidara gelmeleridir. Darbeler yapıldığında daha çok kurtarıcı pozisyonla sahneye çıkarlar ve böylelikle iktidara gelirler. Kendilerini kurtarıcı pozisyonla sahneye koyabilmeleri için de ortamı buna hazır hale getirmeleri gerekir.  

Ortamın darbelere hazır hale getirilmesi de ortamın karıştırılmasıyla, kaos ve kargaşanın yaratılmasıyla mümkün olur. O nedenle kurtarıcı pozisyonla sahneye çıkan darbeciler her zaman darbelerin gerçekleştiği ülkeleri bir kaos, bir kargaşa ortamına sürüklemişlerdir. Ortamın kaos ve kargaşa haline sürüklenmesi ise bilinçli bir çaba ile ortam terörize edilerek, suni gerginlikler ve sorunlar yaratılarak sağlanmıştır. Bunun ardından halk tepkisinin gelişmesinin önünün açılması gelmiştir. Yukarıda örneklendirdik. Şili’de 1973’te darbe oluyor. Bir yıl önce Allende, seçimlerle iktidarı ele geçirmişti. Allende seçimlerle iktidarı ele geçirince, kendine göre sosyalist bir proje geliştirdi. Bu projeyle, sosyalizmin barışçıl yollarla Şili’de gerçekleşmesiyle büyük üretim alanlarının toplumsallaştırılması sağlanacaktı. O yönde çalışmalar da başlatıldı. Bu nedenle ABD Şili’deki Allende iktidarının aleyhine bir tutum takındı. Allende’den bir an önce kurtulmak istiyordu. Ama nasıl kurtulacaktı? Hemen gidip orada bir darbe yapma koşulları da yoktu. Toplumun buna hazırlanması gerekiyordu. ABD Şili’de bu doğrultuda harekete geçti. O zaman Şili’nin en güçlü sendikalarından birisi de, Kamyon Şoförleri Sendikası’dır. ABD’nin Merkezi Haber Alma Teşkilatı (CIA), Kamyon Şoförleri Sendikası’nı harekete geçirdi. Bunlar büyük bir grev örgütlediler. Gerçekleşen bu grev sonucunda taşımacılık durdu. Taşımacılık durunca üretim zayıfladı. Üretim zayıflayınca kara borsa ortaya çıktı. Karaborsa ortaya çıkınca mallar zamlı satılmaya başlandı ve enflasyon arttı. Ardı sıra gelişen toplumsal kargaşa ve hareketlilik gelişti. Kamyon sendikacılarının grevinin devam ettiği bir süreçte de General Pinochet yani Şili’deki Amerikancı askerler darbe yaparak iktidarı ele geçirdiler.

Darbeler öncesi gelişen kargaşalarda dünyanın neresinde olursa olsun, darbecilerin mutlaka rolü vardır. Mesela: Türkiye’yi örnek vermek gerekir. Türkiye’de 1961, 1971, 1980 gibi çeşitli dönemlerde darbeler gerçekleşmiştir. Tabi daha sonra post modern darbeler diye adlandırılan darbeler de yaşanmıştır. 28 Şubat darbesi, 27 Nisan’da Yaşar Büyükanıt’ın yapmış olduğu bir konuşma vardır. Bunlara da sanal darbeler denilmiştir. Bu şekilde darbeler gerçekleşmiştir. Bu tür darbelerin gerçekleşmesinden önce Türkiye hep bir kargaşa içine çekilmiştir. Türkiye’de yaşanan bu kargaşalar, Şili’de olduğu gibi grevler değildir. Terörizmdir. Nasıl terörizmdir? Faşist terördür. Daha önce devletin Özel Harp Dairesi’nden, Gayri Nizami Harp’ten, onun yeraltı ölü hücrelerinden, uyuyan birliklerinden bahsetmiştik. O güçlerin harekete geçmesi Türkiye’de yaşanan terör olaylarının temel nedenidir. 

Bunlar nasıl yaşanmıştır? Ağırlıklı olarak 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde görüldüğü gibi; Türkiye’de bilinen toplum içinde saygın insanlara karşı suikastlar düzenlenmiştir. Bunlar: Bedrettin Cömert’tir, Bedri Karafakioğlu, Ümit Kaftancıoğlu, Abdi İpekçi’dir vb. bilinen öğretim üyeleri, saygın kişiliklerdir. Bunlara kaşı suikastlar düzenlenmiştir. 1 Mayıs Katliamı düzenlenmiştir. Kahvehaneler basılarak insanlar öldürülmeye başlanmıştır. Maraş’ta kitlesel katliam yaşanmıştır. Sivas ve Çorum’da olaylar yaşanmıştır. Malatya’da belediye başkanı Hamit Fendioğlu kendisine gönderilen bombalı paketin patlamasıyla birlikte çevresinde bulunan yakın aile üyeleriyle birlikte öldürülmüştür. İnsanlar kaçırılarak yok edilmiştir. 1971 12 Mart Darbesi öncesi de benzeri provokasyonlar yaşanmıştır. Bu provokasyonlar sadece darbeler öncesinde de değil, esasında bir darbe niteliği taşıyan faşist kararnamelerin hazırlandığı dönemler de gerçekleştirilmiştir. Türkiye’de 1991’de çıkarılan ve kamuoyu tarafından SS Kararnameleri olarak nitelendirilen Sansür Sürgün Yasaları da böylesi bir sürecin ardından çıkarılmıştır. O süreçte de Muharrem Aksoy, Turan Dursun ve Bahriye Üçok gibi tanınan birçok saygın şahsiyet katledilmiştir. 

2008 yılında Ergenekon yargılamaları adıyla açılan dava iddianamesinde bu gerçek çok açık bir şekilde ortaya konulmaktadır. Aslında bu, davayı açanlara rağmen açığa çıkan ve çıplak bir vaziyette kamuoyunun gözleri önüne serilen bir gerçeklik olma özelliğini taşımıştır. Ergenekon yargılamalarını başlatanların, Ergenekon’u yargı konusu haline getirirlerken amaçları halka karşı işlenen suçlar değil, AKP hükümetine karşı planladıkları darbeler olmuştur. Böyle de olsa hazırlanan iddianamede dile getirilenler planlanan bir darbe yapılmadan önce nasıl hareket edildiği ve toplumun nasıl adım adım buna hazırladığı yönünde ibret verici bilgilerle doludur. Bu iddianamede darbe yapma hazırlıkları içerisine girenlerin ülkede nasıl bir karışıklık yaratmak istedikleri, bunun için nasıl hareketleri, kimleri hedef olarak seçtikleri ve kimleri kullandıkları açık açık dile getirilmiştir. Orada Ergenekon tarafından kurulduğu iddia edilen sivil toplum örgütlerinin(Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği vb. ), sendikaların (Türk Metal-iş vb), TV’lerin (ART) ve Partilerin(İşçi Partisi), toplum içerisinde kariyer sahibi olarak bilinen birçok kişinin kullanıldığı ve bunların örgütlendirilerek, harekete geçirildikleri örnekleriyle anlatılmaktadır. Ayrıca toplumda bir infial yaratmak için kendilerine yakın gördükleri kurumlara(Yargıtay ve Cumhuriyet Gazetesine) yönelik saldırıların düzenlendiği ve kişilerin öldürüldüğüne dikkat çekilmektedir.    

Ergenekon iddianamesinde verilen örnekler den görüldüğü gibi gerçekleştirilen provokasyonlarla ortamın darbelere açık hale getirilecek şekilde kaosa sürüklenmesi ve kargaşanın yaratılması hedeflenmektedir. Tüm bunları yapanlar da, bir kurtarıcı pozisyonuyla darbeyi gerçekleştirenlerdir. Bunlar darbeyi gerçekleştirirken zamanlamasını iyi yaparlar. Hatta darbeyi yapacakları saati bile ona göre belirlerler. Özel savaş uzmanlarına, darbeleri neden daha çok gece yarıları ya da gece on ikide yapmış oldukları yönünde sorulan soruya verdikleri cevap da bunu göstermektedir. Darbeciler bu soruya kendilerince cevap vermişler ve bu cevabı “askerlikte on ikiden vurmak” diye bir tabirle cevaplandırmışlardır. Bu şekilde kendi askeri argümanlarına uygun bir biçimde darbenin gerçekleştiği günleri, saatleri de kendi özel savaş uzmanlıkları alanında belirlemeyi tercih etmişlerdir. Bunlar darbeleri gerçekleştirirken, hazırlıklarını da buna göre yaparlar ve çalışmalarına değil aylar, yıllar öncesinden başlarlar. Hatta darbeyi gerçekleştirene kadar, birkaç defa denemesini bile yaparlar. Ardında da bilinen o darbelerini gerçekleştirirler. İşte bahsi geçen bu darbe, özel savaşın üzerine kurulduğu İstikrar Harekâtı diye adlandırılan üç saç ayağından ikincisini oluşturur. 

Burada askeri darbelerin sadece ülke içerisinde gelişen demokratik muhalefet güçlerine karşı geliştirildiği gibi sınırlandırıcı bir yaklaşım oluşmamalıdır. Ağırlıklı olarak gelişen darbelerin demokratik muhalefet güçlerine karşı geliştirildiği doğrudur. Ancak egemen güçlerin kendi iktidar mücadelelerinin bir sonucu olarak da darbeler gerçekleşebilmektedir. 1973 öncesi yıllarda ABD’nin bir yeni-sömürgesi olan Güney Vietnam’da yine Afrika’nın ve Latin Amerika’nın birçok ülkesinde benzeri türden darbeler gerçekleşmiştir. Hatta bu tür ülkelerde darbeci bir yönetimin, başka bir darbeci klik tarafından iktidardan alaşağı edilişine tanık olunmuştur. 

Burada ayrıca üzerinde durulması gereken bir konuda geçmişte benzerlikleri nedeniyle Reel sosyalizmin sistemi içerisinde yer alan ve bu sistemle bir biçimiyle ilişki içerisinde olan bazı ülkelerde gerçekleşen askeri darbelerdir. Bu ülkelerde gerçekleşen askeri darbelerin yukarda örnek olarak verdiğimiz ülkelerde gerçekleşen darbelerle bazı farklılıkları olsa da burada ayrıca ele alınmasında yarar vardır. Çünkü bunlarda sonuçta gerçekleşen ve herkes tarafından kabul edilen birer askeri darbelerdir. 
 
Önderlik, toplumlar tarihine yeni bir bakış açısı getiriyor ve burada insanlığın yaşadığı kök toplum olarak “doğal toplum” belirlemesinde bulunmaktadır. Doğal toplum belirlemesinin ardından da ilerleyen insanlık tarihinin bir sapma içerisine girdiğini ve sömürücü egemenlikli devletçi toplumun da öylesi bir süreçte yaşanmaya başladığına dikkat çekmektedir. Önderlik reel sosyalizm pratiğinin de insanlığın yaşadığı sapmalı süreç içerisinde yer aldığını belirtmektedir. Çünkü son tahlilde iktidarcı ve devletçi bir konuma gelen reel sosyalizmin kendisi de kapitalizmin bir mezhebi haline gelmekten kurtulamamıştır. Kendini iktidarcı ve devletçi kılan reel sosyalizm o egemenlik koltuğuna oturduğunda, iktidarı yok etme yerine kendisini o koltuğun sahipleneni haline getirmiştir. Yani reel sosyalizm iktidarı değil, iktidar onu fethetmiştir. Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olduğu zaman, Türkiye’de bürokrasi içerisinde yer alan ve Turgut Özal’ın yakınında konumlandırılan bir kişinin yapmış olduğu bir değerlendirme vardı. O kişi yapmış olduğu o değerlendirmede Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı koltuğunu yani makamını anlatıyordu. Diyordu ki; ‘Bu koltuk öyle bir koltuktur ki, layık olanı üzerinde oturtur, layık olmayanı ise, ne hale getireceğini iyi bilir.’ Bu şekilde bir tahlilde bulunarak, devlet ve iktidar koltuğunu tanımlıyordu. Kısacası iktidar koltuğu üzerine oturulduğunda, oturanı da kendisine benzetmiş olmaktadır. 

Reel sosyalizm de devletçiliği aşamamıştır. Ulusal kurtuluşçuluk da sosyal demokrasi de devletçiliği aşamamıştır. Devletçiliği aşamadıkları içindir ki, kapitalizmin mezhebi haline gelmişlerdir. Eğer kapitalizmin mezhebi haline geliyorlarsa, onun uygulayacağı ve kullanacağı yöntemler de, kapitalizmin uyguladığı yöntemlerin dışına çıkmaz. Sosyalizm adına birçok darbe yapılmıştır. Mesela, Afganistan’da 1979’da Afganistan Demokratik Halk Partisi, Sovyetler’de eğitim görmüş ordudaki generalleri ayaklandırarak bir darbe gerçekleştirmiştir. 1978’de Etiyopya’da -o zamanki adı Habeşistan’dı- Haile Selasiye iktidarına karşı, ordu içinde kendine sosyalist diyen küçük burjuvalar darbe gerçekleştirmiştir. Yine daha önceki yıllarda 1950’li ve 1960’lı yıllarda Macaristan ve Çekoslovakya’ya Sovyet tankları girmiş ve oralarda o zamanki oluşan hükümetleri yıkmış, yerine başka hükümetler oluşturmuştur. Bunlar yapılmıştır. Ancak özgürlük sağlanmış mıdır? Hayır! Bırakalım özgürlüğü yaşanan en değme bir kapitalizm ve totaliterizm olmuştur.  

Bunlar demokratik sosyalizm kurallarına, ilkelerine yakışan davranışlar mıdır? Hayır, devletçi yaklaşımlardır. Komünal demokratik değerleri temsil mi etmiştir? Hayır; devletçi değerleri temsil etmiştir. Bunlar sosyalizm adına yapılanlar oluyor. Her ne kadar söylem düzeyinde kullanılsa da aslında bunlar sosyalizm uğruna yapılmayanlardı. Sosyalizm adını kullananların benzeştikleri kapitalizmden ödünç aldıkları uygulamalardan başka bir şey değillerdi.

O nedenle biz özel savaş olgusunu değerlendirirken, devletçi egemenlikli toplum kapsamında bunu ele alıyoruz. Ama burada şöyle bir ayrım var. ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sömürgecilik mirasını devralıp, kapitalizmin jandarmalığını üstlendiğinde kendisine göre düşman ilan ettiği güçler var. Bu düşman olarak ilan ettiği güçler, kendilerini sosyalist olarak görüyorlar. Bu güçlerin de sosyalizm yolunda mücadeleleri var. Sapmaları, yanlışları da olsa kendilerine sosyalist adını veriyorlar. Bu durum, aynı zamanda o süreçte var olan kapitalist sistem karşısında gösterilen bir duruş olma anlamına da geliyor. Ama bu duruşları, demokratik komünal toplum şekline dönüşen, devleti giderek toplum üzerinde etkisizleştiren, bürokrasiyi giderek etkisiz kılan, toplumu kendi kendine yeterli hale getiren; öz yeterlilik ve öz güven temelinde yaşamı örgütleyen bir mekanizmanın oluşumuna dönüşemiyor. Sonuçta da burjuvaziden ödünç aldıkları devlet, onları kendisine benzetiyor. Oysa sosyalizm daha farklıdır. Komünal demokratik değerlere sahiptir. Doğal toplum özelliklerini temsil eder.

 Bu çelişkili durum içerisinde ise kazanan komünal demokratik değerler ya da sosyalizm olmuyor; kazanan kapitalizm oluyor. Bu nedenle birileri çıkıp birçok örneğinde görüldüğü gibi bu tür ülkelerde; seçimlerle, darbelerle, duvarları yıkarak ait oldukları kapitalist dünyaya entegre oluyorlar. Reel sosyalistler sosyalizme ait olanı değil, kapitalizmden ödünç aldıklarını ve giderek benzedikleri kapitalizmi uygulayarak bunu yapmışlardır. Reel sosyalizm pratiğini bu çerçevede ele almak gerekiyor. Kapitalistler, Batılılar da bunu yapmıştır

Cemal Şerik

Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com - www.lekolin.org - www.lekolin.net – www.lekolin.info  

Hiç yorum yok: