5 Nisan 2012 Perşembe

Hitler'in 50. Sene-i Devriyesi ve 12 Eylül



Foti Benlisoy
 
 
Sabah gazetesi, ‘CHP’yi tarihiyle yüzleştirdi’ gibi isabetli bir başlıkla vermiş haberi. Aslında tüm gazetelerde yer aldı. Başbakan Erdoğan, AKP meclis grup toplantısında kendisini faşizan uygulamarı nedeniyle Hitler ya da Nazi benzetmelerinde bulunan Kemal Kılıçdaroğlu’na cevap vermiş. Verirken de son dönemlerde pek sevdiği bir tarzın izinden giderek tarihi vesikaları ‘konuşturmuş’. Adolf Hitler’in ’50. sene-i devriyesi’, yani doğumgünü münasebetiyle düzenlenen törenlere bakan, milletvekili ve komutanlardan oluşan büyük bir heyetin katılımına dair 11 Nisan 1939 tarihli bir hükümet kararnamesi bunlardan biriymiş. Erdoğan ayrıca dönemin Cumhuriyet gazetesinin 1932 ve 1941 tarihli iki nüshasının, üzerinde "Milli Şefimiz ile Führer arasında samimi tebrikler" ile "Kemalist Türkiye'den Faşist İtalya'ya selam" başlıklarının yer aldığı birinci sayfalarını da göstermiş.

Hızını alamayan Erdoğan "Nasıl? İşte CHP, budur. CHP Genel Başkanı eğer Hitler sevdalısı arıyorsa o gurur duyacağı CHP tarihine baksın, orada bulur" diyerek taşı gediğine koymuş.

Erdoğan bunu yapmayı alışkanlık haline getirdi gerçekten. Kendi iktidarına yönelik eleştirilerin etrafından dolanmak için ‘tarihle yüzleşmeyi’ seçiyor. Kendisine otoriter pratikleri nedeniyle ‘faşist’ mi denmiş, ‘şak’ diye asıl CHP’nin faşist olduğunu, Hitler’e, Mussolini’ye derin bir muhabbet beslediğini ‘belgeleriyle’ ifşa ediveriyor. Başka bir zamanda CHP’nin faşizme meyyal olduğunu ima etmek dahi radikal bir çıkış olacakken, Kemalizmin otoriter köken ve uygulamalarına dair bir tarihsel tartışmayı gündeme getirecekken, bugün, hem de bir başbakanın ağzından böylesi sözler duymanın siyaseten hiçbir ‘sorgulayıcı’ tarafı yok. Yok; çünkü ‘tarihle hesaplaşmanın’ ya da ‘yüzleşmenin’ nötr, siyasal ihtilaflardan, politik-sosyal güç dengelerinden bağımsız bir objektif manası yok. Tarihi vesikaları açıklama tek başına tarihle özgürleştirici bir yüzleşme anlamını taşımayabiliyor. Tam tersine, Hitler-CHP örneğinde olduğu üzere, geçmiş barbarlıkların bugünkü barbarlıkların üzerini örtmek için kullanılması sonucuna varıyor. Yani AKP’yi otoriter pratikleri dolayısıyla eleştirmenin önünü kesen bir araç halini alabiliyor. Bu tarz bir ‘geçmişle yüzleşme’ bugünün tahakküm ilişkilerini haklılaştıran, geçmişin karanlığını vurgulayarak bugünü ululayan bir söylemsel strateji halini almış durumda.

12 Eylül’e ilişkin yaşanan süreç de benzer bir boyut taşımıyor mu? Onca insanın ahını almış Evren ve Şahinkaya’nın yargılanması elbette hayırlı bir gelişme. Ancak açıkçası 12 Eylül’le hâkim ‘yüzleşme’ biçimi, yani tartışmanın bir sivil siyasetle cenah-ı askeriye arasındaki ihtilafa indirgenmesi, onu neoliberal konsensüsü sorgulayan değil, besleyen bir şekle büründürüyor. 12 Eylül ile mesela Esenyurt’ta 11 işçinin öldüğü ve ‘iş kazası’ denen cinayetler arasında, 24 Ocak kararlarından gelen tarihsel bağa dokunan bir ‘hesaplaşma’ elbette gündeme gelmiyor. 12 Eylül ve Diyarbakır Cezaevi hakkında edilen tonla laf, çoğu zaman aslında darbelerle hesaplaşan mevcut iktidarın Kürt meselesinde ‘ceberrut devlet’ zihniyetinden bambaşka bir yerde durduğunun bir delili olarak ortaya konuyor. Diyarbakır Cezaevi, yani Kürtlerinin ezilmişliğinin hafızası, muktedirlerin elinde Kürtlerin bugün de eziliyor olmaya devam etmeleri gerçeğini gizleyen bir iktidar söylemi halini alıyor. Darbenin yarattığı toplumsal tahribat, son referandum sırasında ayan beyan ortaya çıktığı üzere, mevcut hükümetin siyasal konumunu pekiştirmeye dönük bir araç halini alabiliyor. Böylece ''darbelerle hesaplaşma'' adı altında Türkiye’de demokrasinin ulaşmış olduğu ‘seviye’ tescil edilmiş oluyor. 12 Eylül ürünü anayasanın temel yönelimlerini (güçlü yürütme ve neoliberalizm) muhafaza etmekle kalmayıp pekiştireceği aşikâr bir yeni anayasa tartışması, işte tam da bu ‘darbeci geçmişle yüzleşiyoruz’ nidaları altında, sivilleşme-demokratikleşme olarak sunulabiliyor. Kısacası, geçmişin acıları istisnaileştirilerek, tarihe havale edilerek, bugün de geçerli olan sömürü ve tahakküm ilişkilerinden azade kılınarak tekerrürü mümkün olmayan ‘benzersiz’ hadiseler haline getirilmiş oluyor. Böylece bu ‘yüzleşme’, hesaplaşılmak istenen tarihin bugün de devam ettiğini gözlerden gizlemek anlamını taşıyor. Dün açıklanan KCK iddianamesinde Ragıp Zarakolu’nun 12 Eylül 1980 darbesinin ardından cezaevinde kalırken tuttuğu notların da delil sayılması, tarihle hesaplaşıyoruz diye rehavete sürüklenmekten ziyade, tarih kadar onunla mevcut hesaplaşma biçimiyle de hesaplaşmamız gereğini hatırlatıyor. Yüzleşmemiz gereken tarihin ne yazık ki bugün de hâlâ ‘bizimle’, yani tepemizde olduğunu bir an bile unutmaya hakkımız yok.

*Kaynak: www.sdyeniyol.org

ANF NEWS AGENCY

Hiç yorum yok: