25 Mart 2012 Pazar

Rusya’da Putin Zaferi ve Uluslararası Siyasetin Yeni Dengeleri

4 Mart 2012 günü yapılan seçimlerle, Rusya’da Putin’in üçüncü dönemi başladı. Beklenilenden çok daha fazla oy alan ve birinci turda seçilen Putin, dünya siyasetinde önemli bir aktör olmaya devam edeceği gibi uluslararası ilişkilerde Rusya’nın yeri bundan sonra çok daha farklı olacaktır.

Seçimler Rusya’nın iç siyasetinden çok uluslararası alanda dikkatle takip edildi. Putin’in geçmiş yıllarda devlet başkanlığı sırasında izlemiş olduğu dış politika, Rusya’nın uluslararası alandaki güç ilişkilerini yeniden dengelemiş ve özellikle Asya-Avrasya politikasında çok önemli bir başarı yakalayarak Rusya’nın bölgede tartışılmaz bir güç olduğunu ortaya koymuştu. Seçimler bu bakımdan hem iç siyasette hem de uluslararası ilişkilerde oldukça önemsendi.


Rusya Anayasası gereği üç kez üst üste başkan olarak seçilmesine izin vermemesi nedeniyle Putin, kendi danışmanı Medvedev’i cumhurbaşkanı yaptı ve kendisi de Rusya Birleşik Partisi adına Başbakan olarak hem Rusya’nın iç siyasetindeki etkisini devam ettirdi, hem de arka planda Rusya uluslararası politikasında ekin bir güç olmayı başardı. Uluslararası ilişkilerde Medvedev’in bir emanetçi gibi durduğu biliniyordu ve kritik anlarda Putin’in yapmış olduğu politik değerlendirmeler, Rusya’nın dış politikasını belirlemede temel görüşler oldu.


Putin’in üçüncü kez Rusya devlet başkanlığına seçilmiş olmasını nasıl değerlendirmek gerekir? Gelecek yıllarda izlenecek politikaları en iyi anlamanın yolu geçmişte izlenen politikaların çok yönlü değerlendirilmesinden geçer.


Putin, Rusya devlet başkanı olduğu ilk dönem de, dikkatini Rusya’nın iç politik durumuna verdi. Dağılan sistemi yeniden örgütlemeyi esas aldı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra fiilen bir mafya devletine dönüşen sistemin yapısını bir bakıma yeniden organize ederek Rus devletini güçlü bir yapıya kavuşturdu. Bu bir bakıma iç politik ilişkilerin yeniden tanımlaması olarak okunabilir. Putin geçmişte KGB Başkanı olarak iç politik ilişkileri çok iyi bilen biri olarak, içte güçlü olmayan bir devletin bölgesel ilişkilerde çok daha etkin olamayacağının farkındaydı. Eski KGB sistemini yeniden revize ederek, Rusya’nın devlet yapısında önemli bir değişime gitti ve iç ilişkilerde güçlü bir devlet adamı profili çizdi. ABD ve AB’nin Rusya’nın iç siyasetine müdahale edebilecek bütün kanalları kapattı, ilişkilere son verdi. Özellikle basın ve ekonomik ilişkilerdeki güçleri kararlılıkla tasfiye etti.


Rusya toplumunun ekonomik yapısında göreceli olarak bir iyileşme sağlandı. Geçmiş yıllara göre Gayri Safi Milli Hasıla(GSMH)’da ciddi bir artış yaşandı. Toplumun geçmişle kıyasladığında ekonomik gelişme düzeyinde nispi bir pay alması ve yaşam standardında belli bir iyileşmenin olması, Putin’i iç ilişkilerde toplumsal tabanını güçlü kılan önemli bir faktördür ve bu gücü hala korumaya devam ediyor.


Putin, birinci dönem başkanlığının son yıllardan başlamak üzere ama özellikle ikinci dönem başkanlığı sırasında ağırlıklı olarak Rusya bölgesini çevreleyen sorunlarla ilgilendi. İki noktayı ön plana çıkardı. Birincisi Rusya bakımından çok ciddi bir sorun haline gelen Çeçenistan, Abahaza, Gürcistan eksenli Kafkasya’daki sorunlarla ilgilendi. Burada çok belirgin olarak askeri güç ağırlıklı bir siyaset izledi. Özellikle ABD’nin bölgede etkili olmaya ve Gürcistan üzerinde askeri üsler kurmaya çalıştığını ve böylelikle Kafkasya’da Rusya’yı kuşatma stratejisini uygulamak istediğini Putin çok net olarak gördü. Uluslararası güçlerin sert uyarılarına rağmen, bölgeye doğrudan askeri müdahalede bulundu ve Rusya olmaksızın kimsenin bölgede güç olmayacağını mesajını verdi. Rusya sınırları içerisinde özerk bir bölge olan Çeçenistan’da Rusya’nın etki gücünü pekiştirdi. Gürcistan’a yönelik askeri bir operasyon yaptı. Böylelikle hem Rus toplumu karşısında prestijini arttırdı, hem de güçlü bir lider olduğunu uluslar arası alanda kabul ettirdi.


İkinci yönelimi Orta Asya oldu. Amerika’nın 2001 olaylarını bahane ederek Afganistan işgaliyle birlikte Orta Asya’ya yerleşmeye özel bir önem verdi. Rusya hem iç politikasındaki yeniden yapılandırma stratejisi, hem de Kafkasya’da karşı karşıya olduğu sorunlar nedeniyle ABD’nin Orta Asya’ya yönelimine sessiz kaldı. Hatta Kafkasya’daki askeri operasyonları nedeniyle ABD ile fiili bir uzlaşıya girdi. Ancak, Orta Asya olmaksızın Rusya’nın bölgesel bir lider olması söz konusu olamazdı. Bu bakımdan bir süre sessiz kaldığı Orta-Asya’ya ikinci Putin döneminde çok aktif olarak müdahale etti. Bölge devletleriyle Rusya arasında çok kapsamlı ekonomik ve politik ilişkiler kurdu. Orta Asya ağırlıklı olarak yeniden Rusya’nın etkinlik alanına girdi. Medvedev dönemiyle bu ilişkiler çok ileri düzeyde geliştirildi ve fiilen eski Soyvetler Birliği dönemini andıran bir sürece doğru eviriliyor. Yeltsin döneminde oluşturulan ve son derece zayıf ve biçimsel olan Bağımsız Devletler Topluluğu’nun yapısı, Medvedev ile yeniden günceleştirilerek hem değiştirildi, hem de geliştirildi ve Avrupa Birliğine benzer bir ekonomik/politik oluşum haline getirildi. Rusya, Çin ile birlikte Orta Asya’nın hakim iki gücü oldu. Amerika bu bölgedeki etkinliğini önemli oranda kaybetti.


Putin ayrıca Rusya’nın uluslar arası ilişkilerini yeniden tesis etti ve güç ilişkilerinde bir denge olduğunu, Rusya hesaba katılmadan hiçbir politik dengenin istikrar sağlamayacağını ortaya koydu. Öncelikli olarak elinde bulundurduğu stratejik enerji kaynaklarını uluslararası ve bölgesel ilişkilerde kendi lehine kullandı. AB ile yapmış olduğu enerji anlaşmalarını politik güce dönüştürmeye bildi. AB’nin lider gücü olan ve enerji kaynakları nedeniyle karşılıklı bağımlılık ilişkileri olan Almanya, Rusya’ya karşı izlenen politikalarda çok hassas oldu ve AB’nin Putin’i kızdıracak ilişkilerden kaçınmasını sağladı.


Üçüncü dönem Putin süreci, bu ilişkilerin çok ötesinde yeni stratejilerin geliştirilmesi olarak yansıyacaktır. Putin’in bölgesel ve uluslararası ilişkilerde ön plana çıkaracağı birkaç temel nokta bulunuyor.


Birincisi, Rusya’nın hiçbir başka ülkeye benzemediğini ve uluslararası güçlerin Rusya üzerinde oyun oynamasına izin verilmeyeceğini ortaya koydu. Putin, seçim sonuçlarını değerlendirirken yaptığı konuşmada bu konuya ilişkin çok önemli mesajlar verdi: “Bu sadece bir başkanlık seçimi değildi. Bu hepimiz için, halkımız için son derece önemli bir sınavdı. Bu bağımsızlığımızın ve siyasi olgunluğumuzun sınavıydı. Bize kimsenin dayatmada bulunamayacağını gösterdik. Hiç kimse hiçbir şeyi dayatamaz. Halkımızın yenilik arzusu ve Rus devletini yıkıp, iktidarı zorla elde etmek amacı güden siyasi provokasyon arasındaki farkı ayırt edebildiğini çok net şekilde gösterdik. Rus halkı bugün bu tip senaryo ve seçeneklerin bizim topraklarımızda geçerli olmadığını gösterdi. Asla geçerli olmayacak.”


İkincisi, öncelikli olarak Orta Asya’yı kapsayan Asya-Avrasya Devletler Birliği sürecini tamamlamayı hedefleyecek. Böylelikle biçimsel olarak eski Sovyetler Birliği sınırları dâhilindeki bölgede oluşturulan ekonomik entergarsyonu politik birlikle tamamlamak istiyor. Böylesi bir oluşum Rusya’nın bölgesel ve uluslararası güç ilişkilerinde çok önemli bir konuma getirecektir. Hatta Çin ve İran ile oluşturacağı kıtasal birlikte, Rusya’yı Asya kıtasının kolektif lider güçlerinden biri olabilir.


Üçüncüsü, Putin’in yeni dönemi, Rusya’nın silahlanmaya çok önem vereceğini gösteriyor. Özellikle ABD’nin bu alandaki araştırmaları ve dünya’nın tek hâkim gücü olması karşısında Rusya’nın yeni nesil silah sistemlerini geliştireceği ve uluslararası rekabette olacağını çok daha güçlü göstermek istiyor. Seçimlerden kısa bir süre önce Putin’in Rossiiskaya Gazeta'da yayımlanan bir makalesinde Rusya'nın önümüzdeki on yıl içinde 400 kıtalararası balistik füze, 600 savaş uçağı, nükleer denizaltılar ve S-400 füzesavar sistemleri için 23 trilyon ruble (772 milyar dolar) harcanacağını belirtti ve ‘Rusya'nın stratejik caydırma potansiyelinden asla vazgeçmeyeceğini ve önümüzdeki 30 ila 50 yıla bakması gerektiğini” söyledi. Rusya’nın askeri stratejisini belirleyen bu yönelim önümüzdeki süreçte çok hızlı bir şekilde yaşama geçirilecektir.


Dördüncüsü, Rusya’nın bölgesel ilişkilerde daha aktif rol almasına yönelik geliştireceği politikalardır. Burada Ortadoğu ve Latin Amerika kıtası ön plana çıkacaktır. Özellikle Ortadoğu Rusya için oldukça stratejik bir öneme sahiptir. Rusya’nın Suriye ve İran politikası bu bakımdan önemlidir. Suriye olmaksızın Akdeniz havzası üzerinde bir etkinlik kuramayacağının farkında olan Putin, Suriye’yi bir biçimiyle destekleyecektir. İran, Rusya için hiç şüphesiz ki çok önemlidir. Rusya için Ortadoğu’ya açılan önemli bir kapıdır. Hem karadan bağlantı kurmak hem de Ortadoğu bakımdan oldukça stratejik olan Hurmüz Boğazı’nda etkin olmak için İran’a oldukça önem vermektedir. Irak’ta güç kaybeden ve fiilen yenilgi alan ABD’nin etki alanını çok daha fazla daraltmak bir bakıma İran ve Suriye’deki dengelere bağlıdır. Bu bakımdan Rusya, İran ile askeri ilişkilerini çok daha geliştirecektir. Suriye’ye yönelik ekonomik, politik ve askeri operasyonları Birleşmiş Milletler Konseyi üzerinde yürütülmesine izin vermeyecek olan Putin’li Rusya’nın Ortadoğu güç ilişkilerinde çok daha etkin olacağına dair önemli veriler bulunuyor.


Ekonomik olarak ciddi sorunlar yaşayan küresel sistemin iki stratejik gücü ABD ve AB, Putin dönemi Rusya’nın gelişen gücünü hesaba katmaksızın hareket edemeyecektir. Bu bakımdan Daily Telegraph gazetesi yazarı Edward Lucas’un “Putin'in görev süresi kâğıt üstünde altı yıl, ama bence ancak iki yıl dayanır” biçimindeki değerlendirmesinin hiçbir geçerliliği bulunmuyor.


Putin, yeni süreçte kendinden daha çok söz ettirecek ve uluslararası küresel rekabetin baş aktörlerinden biri olmaya devam ettirecektir. 

Mustafa Peköz

Hiç yorum yok: